İÇİNDEKİLER


Cennetle Müjdelenen Sahabeler


Hz. Ebubekir.............................................................................................

Hz. Ömer..................................................................

Hz. Osman..................................................................

Hz. Ali.................................................................................................

Hz. Abdurrahman b. Avf...................................................................

Hz. Ebu Ubeyde b. Cerrah..............................................................................................

Hz. Sa’d b. Ebi Vakkas..................................................................................

Hz. Talha b. Ubeydullah..........................................................

Hz. Zübeyr b. Avvam............................................................................................

Hz. Said b. Zeyd..........................................................................

Hz. Ebu Bekir Es SIDDÎK (r.a) (571-634)

 Hz. Muhammed (s.a.s.)'in Islâm'i teblige baslamasindan sonra ilk iman eden hür erkeklerin; rasit halifelerin, asere-i mübesserenin ilki. Câmiu'l Kur'an, es-Siddîk, el-Atik lakaplariyla bilinen büyük sahabi.

Kur'ân-i Kerim'de hicret sirasinda Rasûlullah'la beraber olmasindan dolayi, "...magarada bulunan iki kisiden biri..." (et-Tevbe, 9/40) seklinde ondan bahsedilmektedir. Asil adi Abdülkâbe olup, Islâm'dan sonra Rasûlullah (s.a.s.)'in ona Abdullah adini verdigi kaydedilir. Azaptan azad edilmis mânâsina "atik"; dürüst, sadik, emin ve iffetli oldugundan dolayi da "siddik" lâkabiyla anilmistir. "Deve yavrusunun babasi" manasina gelen Ebû Bekir adiyla meshur olmustur. Teym ogullari kabilesinden olan Ebû Bekir'in nesebi Mürre b. Kâ'b'da Rasûlullah'la birlesir. Anasinin adi Ümmü'l-Hayr Selma, babasinin ki Ebû Kuhafe Osman'dir. Künyesi Abdullah b. Osman b. Amir b. Amir... b. Murra ...et-Teymî'dir. Bedir savasina kadar müsrik kalan oglu Abdurrahman disinda bütün ailesi müslüman olmustur. Babasi Ebû Kuhafe, Ebû Bekir'in halifeligini ve ölümünü görmüstür. Hz. Ebû Bekir'in Rasûlullah (s.a.s.)'den bir veya üç yas küçük oldugu zikredilmistir. Islâm'dan önce de saygin, dürüst, kisilikli, putlara tapmayan ve evinde put bulundurmayan "hanif" bir tacir olan Ebû Bekir, ölümüne kadar Hz. Peygamber'den hiç ayrilmamistir. Bütün servetini, kazancini Islâm için harcamis, kendisi sade bir sekilde yasamistir.

Hz. Ebû Bekir, Fil yilindan iki sene birkaç ay sonra 571'de Mekke'de dünyaya gelmis, güzel hasletlerle taninmis ve iffetiyle söhret bulmustur. içki içmek câhiliye döneminde çok yaygin bir âdet oldugu halde o hiç içmemistir. O dönemde Mekke'nin ileri gelenlerinden olup Araplarin nesep ve ahbâr ilimlerinde meshur olmustur. Kumas ve elbise ticaretiyle mesgul olurdu; sermayesi kirk bin dirhemdi ki, bunun büyük bir kismini Islâm için harcamistir. Rasûlullah'a iman eden Ebû Bekir (r.a.) Islâm dâvetçiligine baslamis, Osman b. Affân, Zübeyr b. Avvâm, Abdurrahman b. Avf, Sa'd b. Ebî Vakkas ve Talha b. Ubeydullah gibi Islâm'in yücelmesinde büyük emekleri olan ilk müslümanlarin bir çogu Islâm'i onun dâvetiyle kabul etmislerdir.

Hz. Ebû Bekir hayati boyunca Rasûlullah'in yanindan ayrilmamis, çocuklugundan itibaren aralarinda büyük bir dostluk kurulmustur. Rasûlullah birçok hususlarda onun görüsünü tercih ederdi. Umûmî ve husûsî olan önemli islerde ashâbiyla müsavere eden Peygamber (s.a.s.) bazi hususlarda özellikle Ebû Bekir'e danisirdi. (Ibn Haldun, Mukaddime, 206). Araplar ona "Peygamber'in veziri" derlerdi.

Teymogullari kabilesi Mekke'de önemli bir yere sahipti. Ticaretle ugrasiyorlar, toplumsal temaslari ve genis kültürlülükleri ile taniniyorlardi. Hz. Ebû Bekir'in babasi Mekke esrafindandi. Hz. Ebû Bekir, câhiliye döneminde de güzel ahlâki ile tâninan, sevilen bir kisi idi. Mekke'de "esnak" diye bilinen kan diyeti ve kefalet ödenmesi islerinin yürütülmesiyle görevliydi. Muhammed (s.a.s.) ile büyük bir dostluklari vardi. Sik sik bulusur, Allah'in birligi, Mekke müsriklerinin durumu ve ticaret gibi konularda müsâvere ederlerdi. ikisi de câhiliye kültürüne karsiydilar, siir yazmaz ve siiri sevmezlerdi, daha ziyade tefekkür ederlerdi.

Islâm'i Benimsemesi

Hz. Ebû Bekir, Hira dagindan dönen Hz. Muhammed ile karsilastiginda, Rasûlullah (s.a.s.) ona, "Allah'in elçisi" oldugunu söyleyip "Yaratan Rabbinin adiyla oku" (el-Alâk, 96/1) diye baslayan âyetleri bildirdigi zaman hemen ona: "Allah'in birligine ve senin O'nun rasûlü olduguna iman ettim" demistir. Hz. Hatice'den sonra Rasûlullah'a ilk iman eden odur. Hz. Peygamber (s.a.s.) Islâm'i tebliginin ilk zamanlarinda kiminle konustuysa en azindan bir tereddüt görmüs, ancak Ebû Bekir seksiz ve tereddütsüz bir sekilde kabul etmistir. Hatta Hz. Peygamber (s.a.s.), "Bütün insanlarin imani bir kefeye, Ebû Bekir'in ki bir kefeye konsa, onun imani agir basardi " diye lâtif bir benzetme de yapmistir. Mü'min Ebû Bekir, hayatinin sonuna kadar tüm varligini Islâm'a adamis, bütün hayirli islerde en basta gelmistir.

Ebû Bekir Mekke döneminde güçlü kabilelere mensup kisileri Islâm'a kazandirmaya çalisti, öte yandan müsriklerin iskencelerine maruz kalan güçsüzleri, köleleri korudu; servetini eziyet edilen köleleri satin alip azad etmekte kullandi. Bilâl, Habbab, Lübeyne, Ebû Fukayhe, Amir, Zinnire, Nahdiye, Ümmü Ubeys bunlardandir. Kendisi de Mescid-i Haram'da müsriklerin saldirisina ugramisti. Ebû Bekir, iman ettikten sonra Islâm'i teblige gizli gizli devam ediyordu. Annesi, karisi Ümmü Ruman ve kizi Esma da iman etmis, fakat ogullari Abdullah, Abdurrahman ve babasi Ebû Kuhafe henüz iman etmemislerdi. Osman b. Affan, Sa'd b. Ebî Vakkas, Abdurrahman b. Avf, Zübeyr b. Avvâm, Talha b. Ubeydullah gibi ilk müslümanlari Islâm'a dâvet eden odur. Müsriklerin eziyetleri çogalip müslümanlara yapilan baskilar arttiktan sonra Hz. Peygamber Hz. Ebû Bekir'e de Habesistan'a göç etmesini söylemis ve Ebû Bekir yola çikmis; ancak Berkü'l-Gimâd'da Mekke'nin ileri gelen kabilelerinden Ibn Dugunne ile karsilastiginda Ibn Dugunne onu himayesine aldigini ve Mekke'ye dönmesi gerektigini belirterek, ikisi birlikte Mekke'ye dönmüslerdir. Ancak sartli olarak Ebû Bekir'i himayesine alan Ibn Dugunne, Ebû Bekir'in açiktan açiga ibadet etmesi ve inancini yaymaya devam etmesi sebebiyle sartlari yerine getirmedigini iddia ederek ona ibadetini gizli yapmasini söylediginde Ebû Bekir, onun himayesine ihtiyaci olmadigini, zaten kendisine söz de vermedigini ifade etmisti: "Senin himayeni sana iâde ediyorum. Bana Allah'in himayesi yeter." Böylece onüç yil Mekke'de Rasûlullah'in yaninda kalan Hz. Ebû Bekir, Hz. Aise'nin rivâyetine göre, Rasûlullah hicret emrini alip Ebû Bekir'e gelerek ona beraberce hicret edeceklerini söyleyince Ebû Bekir sevinçten aglamaya baslamisti (Ibn Hisâm, es-Sire, II, 485).

Hz. Peygamber'in bir gecede Mekke'den Kudüs'e oradan Sidretü'l Münteha'ya gittigi isra ve Mirâc hâdisesini duyan müsrikler bunu Hz. Ebû Bekir'e yetistirdikleri zaman; "O dediyse dogrudur." demistir. Bu sözünden sonra Ebu Bekir'e; ihlâsli, asla yalan söylemeyen, özü dogru, itikadinda süphe olmayan anlaminda, "Siddik" lâkabi verildi. Kur'an tâbiriyle, "O, ne iyi arkadasti " (en-Nisâ, 4/69) denilebilir.

Iste o "Siddîk" ile o "Emîn", o iki arkadas beraberce Sevr dagindaki magaraya hareket ederek hicret etmislerdir.

Hicreti

Sevr magarasina ilk giren Hz. Ebû Bekir, (r.a.) magarada kesif yaptiktan sonra Rasûlullah içeri girmistir. Ebû Bekir'in kizi Esma yolda yemeleri için aziklarini hazirlamisti. Onlar Mekke'den ayrilinca müsrikler her tarafa adamlarini yollayarak aramaya basladilar. Kureys kabilesinin müsrikleri Ebû Cehil baskanliginda Esma'nin evini aradilar, hakaret edip dayak attilar. Hz. Ebû Bekir (r.a.) hicret yolculuguna çikarken yanina bütün parasini almisti. Buna ragmen kizi Esma onun nerede oldugunu, nereye gittigini kâfirlere söylememistir. iz süren Mekkeli müsrikler Sevr magarasina kadar geldiler. Rasûlullah bu sirada Kur'ân'da anlatildigi biçimde söyle diyordu: "Üzülme, Allah bizimledir" (et-Tevbe, 104/40). Nitekim Allah ona güven vermis, göremedikleri askerleriyle onu desteklemistir; Allah güçlüdür, hakimdir. Kâfirler tüm aramalara ragmen onlari bulamadilar. Magarada üç gün kaldiktan sonra Medine'ye yönelen Rasûlullah ile Ebû Bekir Kuba'ya vardilar.

Ebû Bekir magarada kaldiklari günü söyle anlatir: "Rasûlullah (s.a.s.) ile beraber bir magarada bulundum. Bir ara basimi kaldirip baktim. O anda Kureys casuslarinin ayaklarini gördüm. Bunun üzerine, 'Ya Rasûlullah, bunlardan birkaçi gözünü asagi egse de baksa muhakkak bizi görür' dedim. O, 'Sus ya Ebû Bekir. iki yoldas ki, Allah onlarin üçüncüsü ola, endise edilir mi?' buyurdu. Kuba'da üç gün kalan Rasûlullah ile Hz. Ebû Bekir nihayet Medine'ye vardilar. Medine'de Hz. Ebû Bekir humma hastaligina tutuldu. Hastalik ilerleyip yataga düstügünde Rasûlullah, "Allah'im Mekke'yi bize sevgili kildigin gibi Medine'yi de bize sevgili kil, hummayi bizden uzaklastir' diye dua ettigi zaman Hz. Ebû Bekir ve hasta olan diger sahâbîler iyilestiler. Bu aradâ Hz. Âise ile Hz. Muhammed (s.â.s.)'in dügünleri yapildi. Mescidi Nebî insâ edildi. Masraflarin bir kismini Hz. Ebû Bekir karsiladi. Medine'de kardeslik tesis edildiginde Ebû Bekir'in kardesligi Harise b. Zeyd oldu.

Hz. Ebû Bekir Medine'de Mescidi Nebî'nin insasina katildi. Rasûlullah Islâm'i yaymak ve düsmanlar hakkinda bilgi toplamak için seriyye denilen kesif kollarini Medine disina gönderiyor, bunlara bazen Hz. Ebû Bekir de katiliyordu. Rasûlullah ile birlikte bizzat çarpistigi savaslarda (Bedir'de, Uhud'da, Hendek'te) Ebû Bekir de yer aldi. O, Müreysi, Kurayza, Hayber, Mekke, Huneyn, Taif gazvelerinde de bulundu. Rasûlullah'in bizzat idare ettigi harplere gazve denir. Ebû Bekir, bu sözü geçen büyük savaslardan baska, otuzdan fazla gazveye katilmistir. Çarpisma olmaksizin Veddan, Buvat, Bedr-i Ûlâ, Useyre gazveleriyle de düsmanlar itaat altina alinmistir. Bütün bu gazvelerde Hz. Ebû Bekir, Rasûlullah'in en yakininda yer almis olup onun "veziri" gibi idi. Bedir'de, oglu Abdurrahman müsrikler safinda yer aldiginda Ebû Bekir ogluyla çarpismistir. Sadece o degil, Bedir'de birçok sahâbî, oglu, kardesi, babasi, dayisi ile çarpismisti. Bedir savasi, müslümanlarin Islâm'i herseyden üstün tuttuklarini, Allah için en yakinlari olan müsrikleri kan bagi veya kabile taassubu içinde kalmadan, baska insanlardan ayirdetmeden öldürdüklerini göstermektedir. Rasûlullah'in bir amcasi Hamza, Islâm ordusu safindayken öteki amcasi Abbas, düsman safindaydi. Yegeni Ubeyde kendi yanindayken, öteki yegenleri Ebû Süfyan ve Nevfel müsriklerle beraberdi. Hattâ kizi Zeyneb'in esi Ebû'l-As da Rasûlullah'a karsi müsriklerle birlikte savasiyordu.

Hicretin 9. yilinda Medine'de büyük bir kitlik oldu. Bu arada Bizans imparatoru, sam'da Hicaz bölgesini istilâ etmek üzere büyük bir ordu hazirladi. Rasûlullah, bu orduya karsi Islâm ordusunu hazirlarken, kitlik sebebiyle zorluklarla karsilasti. Ebû Bekir malinin hepsini bu ordunun hazirlanmasinda kullandi. Onuncu yilda "Vedâ Hacci"nda bulunan Allah'in Rasûlü, onbirinci yilda hastalandi.

Hilâfeti

Hicrî onbirinci yilda hastalanan Rasûlullah (s.a.s.) 13 Rebiyülevvel Pazartesi günü (8 Haziran 632) vefât etti. Onun vefâtini duyan müslümanlar büyük bir üzüntüye kapildilar ve ilk anda ne yapmalari gerektigine karar veremediler. Ama o da bir ölümlüydü. Hz. Ömer, onun Hz. Musa gibi Rabbi ile bulusmaya gittigini, O'nun için "öldü" diyen olursa ellerini kesecegini söylüyordu. Ebû Bekir, Rasûlullah'in iyi oldugu bir sirada ondan izin alarak kizinin yanina gitmisti. Vefât haberini duyar duymaz hemen geldi, Rasûlullah'i alnindan öptü ve "Babam ve anam sana fedâ olsun ya Rasûlullah. Ölümünde de yasamindaki kadar güzelsin. Senin ölümünle peygamberlik son bulmustur. sânin ve serefin o kadar büyük ki, üzerinde aglamaktan münezzehsin. Yâ Muhammed, Rabbinin katinda bizi unutma; hatirinda olalim ..." dedi. Sonra disari çikip Ömer'i susturdu ve; "Ey insanlar, Allah birdir, O'ndan baska ilâh yoktur, Muhammed O'nun kulu ve elçisidir. Allah apaçik hakikattir. Muhammed'e kulluk eden varsa, bilsin ki o ölmüstür. Allah'a kulluk edenlere gelince, süphesiz Allah diri, bâkî ve ebedîdir. Size Allah'in su buyrugunu hatirlatirim: "Muhammed sadece bir elçidir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmistir. Simdi o ölür veya öldürülürse siz ökçelerinizin üzerinde geriye mi döneceksiniz? Kim ökçesi üzerinde geriye dönerse Allah'a hiçbir ziyan veremez. Allah sükredenleri mükâfatlandiracaktir" (Âl-u imrân, 3/144). Allah'in kitabi ve Rasûlullah'in sünnetine sarilan dogruyu bulur, o ikisinin arasini ayiran sapitir. seytan, peygamberimizin ölümü ile sizi aldatmasin, dininizden saptirmasin. seytanin size ulasmasina firsat vermeyiniz" (Ibn Hisâm, es-Sire, IV, 335; Taberî, Târih, III, 197,198).

Hz. Ebû Bekir bu konusmasiyla orada bulunanlari teskin ettikten sonra Rasûlullah'in teçhiziyle ugrasirken, Ensâr, Benû Sâide sakifesinde toplanarak Hazrec'in reisi olan Sa'd b Uhâde'yi Rasûlullah'tan sonra halife tayini için bir araya gelmislerdir. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Ebû Ubeyde ve Muhacirlerden bir grup hemen Benû Saîde'ye gittiler. Orada Ensâr ile konusulduktan ve hilâfet hakkinda çesitli müzakereler yapildiktan sonra Hz. Ebû Bekir, Ömer ile Ebû Ubeyde'nin ortasinda durdu ve her ikisinin ellerinden tutarak ikisinden birine bey'at edilmesini istedi. O, kendisini halife olarak öne sürmedi. Hz. Ebû Bekir'in konusmasindan sonra Hz. Ömer atilarak hemen Ebû Bekir'e bey'at etti ve, "Ey Ebû Bekir, müslümanlara sen Rasûlullah'in emriyle namaz kildirdin. Sen onun halifesisin ve biz sana bey'at ediyoruz. Rasûlullah'a hepimizden daha sevgili olan sana bey'at ediyoruz" dedi. Hz. Ömer'in bu âni davranisi ile orada bulunanlarin hepsi Ebû Bekir'e bey'at ettiler. Bu özel bey'attan sonra ertesi gün Mescid-i Nebî'de Hz. Ebû Bekir bütün halka hutbe okudu ve resmen ona bey'at edildi. Rasûlullah'in defni sali günü gerçeklesirken, onun nereye defnedilecegi hakkinda da bir ihtilâf meydana geldiginde Hz. Ebû Bekir yine firasetini ortaya koydu ve "Her peygamber öldügü yere defnedilir" hadisini ashaba hatirlatarak bu ihtilâfi giderdi. Rasûlullah'in cenaze namazi imamsiz olarak gruplar halinde kilindi. Bütün bunlar olurken, Hz. Ali'nin Hz. Fatima'nin evinde Hasimogullari ve yandaslari ile toplandigi ve bey'ata ilk zamanlar katilmadigi nakledilir. Hz. Ali rivâyetlere göre, el-Bey'atü'l-Kübrâ'ya bey'at edildigi haberini alir almaz, elbisesini yarim yamalak giydigi halde evden firlamis ve gidip Hz. Ebû Bekir'e bey'at etmistir (Taberî, Târih, III, 207). Onun aylarca Hz. Ebû Bekir'e bey'at etmedigi haberleri gerçege uygun olmasa gerektir. Çünkü onun Ebû Bekir'in üstünlügünü bildigi, onun hakkinda yaptigi konusmalar ve tarihin akisi, diger rivâyetlere aykiridir.

Râsulullah'in en yakin ashâbi arasinda -hattâ Ebû Bekir ile Ömer arasinda- zaman zaman ihtilâflar, görüs ayriliklari meydana gelmisse de ilk iki halife zamaninda da görüldügü gibi dâima birliktelik devam ettirilmistir. Anlasmazlik gibi görünen hâdiselerin birçogunda huy ve karakter farkliligi rol oynuyordu. Meselâ Ebû Bekir yumusak ve sâkin davranirken, Ömer sertlik yanlisiydi. Ama her zaman birlikte hareket ettiler. Ebû Bekir'in yönetiminde, Hz. Ali ve Zübeyr b. Avvam Ridde savaslarinda kararlarin içinde, namazlarda Ebû Bekir'in arkasinda yer almislardir (Ibn Kesir, el-Bidâye ve'n Nihâye, V, 249). Hz. Ali, Rasûlullah'in bir vasiyeti olsaydi ölünceye kadar onu yerine getirecegini söylemis (Taberî, a.g.e., IV, 236) ancak, Ibn Abbas'in Rasûlullah hastalandigi zaman ona gidip hilâfet isini sormak istemesini geri çevirmistir. Yani Hz. Ebû Bekir'in halifeligine karsi kimseden bir çikis olmamistir. Zaten tabii, fitrî, akli ve maslahata uygun olan da onun halifeligidir. Hz. Peygamber ölmeden önce yazili bir ahidname birakmamis, ancak Hz. Ebû Bekir'in faziletine dair Mescid'de konusmus, hasta yatagindayken onu israrla çagirtmis ve yerine imam tâyin etmistir.

Hz. Ebû Bekir, kendisine Rasûlullah'in mirasindan pay almak için gelen Hz. Fâtima'ya, "Rasûlullah'in yaptigi hiçbir seyi yapmaktan geri durmam" diyerek, Fâtima'nin peygamberin kizi olmasini dinin üstün tutulmasindan daha önemsiz görmüs ve Rasûlullah'in yanindayken ondan ne duymus, ne görmüsse onu tatbik etmistir (Taberî, III, 220). Sonralari Hz. Ali'nin hilâfeti zamaninda Fâtima'ya -ki, Ebû Bekir'e gidip miras isterken onu savunmustu- mirastan hiçbir sey vermemesi de ashâbin Rasûlullah'in sünnetine nasil itaat ettiklerinin delilidir (Ibn Teymiye, Minhâc'üs-Sünne, III, 230). Hz. Ebû Bekir "Rasûlullah'in Halifesi" seçildikten sonra Mescid'de yaptigi konusmada, "Sizin en hayirliniz degilim, ama basiniza geçtim; görevimi hakkiyle yaparsam bana yardim ediniz, yanilirsam dogru yolu gösteriniz; ben Allah ve Rasûlü'ne itaat ettigim müddetçe siz de bana itaat ediniz, ben isyan edersem itaatiniz gerekmez..." demistir (Ibn Hisâm, es-Sire, IV, 340-341; Taberî, Târih, III, 203).

Mürtedlerle Mücadele, Irak ve Suriye Fütühati

Hz. Ebû Bekir Rasûlullah'in halifesi olduktan sonra, onun vefâtiyla Arabistan'da Mekke ve Medine disindaki bölgelerde görülen dinden dönme hareketlerine, yalanci peygamberlere, "namaz kilariz, ama zekât vermeyiz" diyenlere karsi savas açti. Esvedu'l-Ansi, Müseylemetü'l-Kezzâb, Secah, Tuleyha gibi yalanci peygamberlerle yapilan savaslarla bu zararli unsurlar yok edilmis, isyan bastirilmis, zekât yeniden toplanmaya ve Beytü'l-Mal'e konulup dagitilmaya baslanmistir. Rasûlullah'in hazirladigi, ancak vefâti sebebiyle bekleyen Üsâme ordusunu Ürdün'e yollayan Ebû Bekir, Bahreyn, Umman, Yemen, Mühre isyanlarini bastirmistir. içte isyancilarla mücâdele edilirken, dista da iki büyük imparatorlugun, iran ve Bizans'in ordulariyla karsilasilmistir. Hîre, Ecnâdin ve Enbâr, savaslarla Islâm diyarina katilmis, Irak fethedilmis, Suriye'nin de önemli kentleri ele geçirilmistir. Yermük savasi devam ederken Hz. Ebû Bekir vefât etmistir. Onun ordusuna verdigi ögütlerde su ibareler vardir: "Kadin, çocuk ve yaslilara dokunmayin, yemis veren agaçlari kesmeyin, ma'mur bir yeri tahrip etmeyin, haddi asmayin, korkmayin." Gerçekten Islâm ordusu fethettigi yerlerde kimseye zulmetmemis, adaletiyle düsmanlarin takdirini kazanmis, müslüman olmayip da cizye vererek Islâm'in himayesine giren milletler huzur ve emniyet içinde yasamislardir.

Kur'ân-i Kerîm'in Toplanmasi, "Mushaf''in Meydana gelmesi

Hz. Ebû Bekir, Ridde harplerinde, vahiy kâtiplerinin ve kurrâ'nin birçogunun sehid olmasi üzerine, Hz. Ömer'in Kur'ân'in toplanmasi fikrine önce sicak bakmamissa da sonra ona hak vererek, Kur'ân âyetlerinin toplanmasini saglamistir. Rasûlullah zamaninda peyderpey inen vahiy, kâtiplerce ceylan derilerine, beyaz taslara, enli hurma dallarina yazildigi gibi, ashâbin çogu da Kur'ân hâfizi idi. Ancak, yazili olan âyetler daginikti, kurrâ da azalinca Kur'ân'in muhafazasi hususunda endise edildi. Ebû Bekir, Zeyd b. Sâbit'in baskanliginda bir heyet teskil ederek, herkesin elindeki âyetleri getirmesini emretti. Ayrica sâhitlerle âyetler dogrulaniyor, kurrâ' ile te'kid ediliyordu. Böylece bütün âyetler toplandi ve "Mushaf" meydana getirildi. Bu Mushaf Ebû Bekir'den Ömer'e, ondan da kizi Hafsa'ya geçti ve Hz. Osman zamaninda çogaltilarak Dârü'l-islam'in bütün vilâyetlerine dagitildi.

Vefâti

Hilâfeti iki sene üç ay gibi çok kisa bir müddet sürmesine ragmen Hz. Ebû Bekir zamaninda Islâm devleti büyük bir gelisme göstermistir. Hz. Ebû Bekir Hicrî 13. yilda Cemâziyelâhir ayinin basinda hicretten sonra Medine'de yakalandigi hastaliginin ortaya çikmasi üzerine yataga düsünce yerine Ömer'in namaz kildirmasini istedi. Ashâbla istisâre ederek Hz. Ömer'i halifelige uygun gördügünü söyledi. Hz. Ömer'in sert ve kaba olusu gibi bazi itirazlara cevap verdi ve hilâfet ahitnamesini Hz. Osman'a yazdirdi. Ebû Bekir (r.a.) de, çok sevdigi Rasûlullah gibi altmisüç yasinda vefât etti. Vasiyeti geregi Rasûlullah'in yanina -omuz hizasinda olarak- defnedildi. Böylece bu iki büyük insanin, iki büyük dostun, kabirlerinde de birliktelikleri devam etti.

Kisiligi ve Yönetimi

Tâcir olarak genis bir kültüre sahip olan Hz. Ebû Bekir, dürüstlügü ve takvâsi ile ashâb içinde ilk sirada yeralir. Karakteri; yumusak huyluluk, çok düsünüp çok az konusmak, tevâzu ile belirgindi. Hz. Âise'nin rivâyetine göre, "gözü yasli, gönlü hüzünlü, sesi zayif" biri idi. Câhiliye döneminde müsrikler ona güvenir, diyet ve borç-alacak islerinde onu hakem tanirlardi. Rasûlullah'in en sadik dostu olan Ebû Bekir'in Mirâc olayinda sergiledigi sonsuz baglilik örnegi ona "es-Siddik" lâkabini kazandirmistir. O bu olayda "O ne söylüyorsa dogrudur" demistir. Cömertlikte ondan üstünü de yoktur. Bütün malini mülkünü Islâm için harcamis, vefât ederken vasiyetinde, halifeligi müddetince aldigi maaslarin, topraklarinin satilarak iâde edilmesini istemis ve geride bir deve, bir köleden baska birsey birakmamistir. Dört esinden alti çocugu olan Ebû Bekir, kizi Âise'yi Rasûlullah ile hicretten sonra evlendirmistir (Tabakat-i Ibn Sa'd, VI, 130 vd.; Ibnu'l-Esir, II, 115 vd).

Hicret sirasinda magarada iken ayagini bir yilan soktugunda ve ayagi acidiginda o sirada dizine yatip uyumus olan Peygamber'i uyandirmamak için sesini çikarmamasi, aglarken Hz. Peygamber uyanip ne oldugunu sordugunda, "Anam-babam sana fedâ olsun ya Rasûlullah" demesi olayi Ebû Bekir'in Rasûlullah'a olan bagliliginin örneklerinden sadece biridir. Hz. Ebû Bekir'in beyaz yüzlü, zayif, dogan burunlu, sakallarini kina ve çivit otuyla boyayan sakin bir adam oldugu rivâyet edilir (Ibnü'l Esir, el-Kâmil fi't-Târih, II, 419-420). Rasûlullah'tan sonra bu ümmetin en hayirlisi Ebû Bekir'dir. O, Hz. Peygamber'in veziri, fetvâlarda en yakini idi. Rasûlullah'in, "insanlardan dost edinseydim, Ebû Bekir'i edinirdim" (Buhâri, Salât, 80: Müslim, Mesâcid, 38: Ibn Mâce, Mukaddime, II) ve "Herkeste iyiliklerimin karsiligi vardir, Ebû Bekir hariç" demesi ve son hutbesinde, "Allah, kullarindan birini dünya ile kendi katinda olan seyleri tercih hususunda serbest birakti; kul, Allah katinda olani tercih etti'' diye Ebû Bekir'i övmesi ve mescide açilan tüm kapilari kapattirip yalniz Hz. Ebû Bekir'in kapisini açik birakmasi ona verdigi degeri göstermektedir. Hz. Ebû Bekir'in nasslara aykiri hiçbir görüsü bize ulasmamistir, çünkü böyle bir reyi yoktur. Ebû Bekir nâsih sünneti çok iyi biliyor, Rasûlullah'i herkesten çok taniyordu. Bu yüzden hilâfetinde kendisine karsi içte muhâlif bir hareket olmamis ve fitneler görülmemistir (Buhâri, Fedâilü'l-Ashâbi'n-Nebî, 3 ). ihtilâf veya ihtilâflarda çözümsüzlük, bid'atler onun devrinde yasanmamistir. "Üzülme, Allah bizimle beraberdir" buyuran Rasûlullah'in haberi sanki lâfizda ve mânâda Hz. Ebû Bekir'de zâhir olmustur (Ibn Teymiye, Külliyat Tercümesi, Istanbul 1988, IV, 329).

Kaynaklarda onun, "Ben ancak Rasûlullah'a tâbiyim, birtakim esaslar koyucu degilim" diye kararlarinda çok titiz davrandigi zikredilir (Taberî, IV, 1845; Ibn Sa'd, III, 183). Bir meseleyi hallederken önce Kur'ân'a bakar, bulamazsa Sünnet'te arastirir, orda da bulamazsa ashâbla istisâre eder ve ictihad ederdi. Ganimetin bölüsümü meselesinde Muhâcir-Ensâr esitligi'nin ihtilâfa yol açmasinda Ömer'in Muhâcirlere daha çok pay verilmesini savunmasina ragmen ganimeti esit olarak bölüstürmüstür. O sebeple hilâfetinde huzursuzluk çikmadi. Rasûlullah ve kendisi, bir mecliste bir anda verilen üç talâki bir talâk saymislar, bu daha sonra-birçok "maslahat geregi" diye yapilan degisiklik gibi- üç talâk sayilmistir. Yani Ebû Bekir, Rasûlullah'in tüm uygulamalarini aynen tatbik etmek istemis; bazen -kalpleri Islâm'a isindirmak istenenlere toprak vermesi gibi- maslahat geregi veya zamanin degismesiyle hükümlerin degismesini söyleyen ashâbina uymustur. Müslümanlar henüz otuzsekiz kisiyken Mekke'de Mescid-i Haram'da Islâm'i teblig eden ve müsriklerce dövülen Ebû Bekir'e hilâfetinde "Halifet-u Rasûlillah" denilmis, sonraki halifelere ise "Emîrü'l-Mü'minîn" denilmistir. Mâlî islerini Ebû Ubeyde, kadilik ve kazâ islerini Hz. Ömer, kâtipligini Zeyd b. Sâbit ve Hz. Ali, baskumandanligini Üsâme ve Halid b. Velid yapmistir. Medine Dârü'l-Islâm'in baskenti olmus, Mekke, Taif, San'a, Hadramevt, Havlan, Zebid, Rima, Cened, Necran, Cures, Bahreyn vilâyetlere ayrilmistir. Yönetimi merkezî olup, ganimetlerin beste biri Beytü'l-Mal'de toplanmistir.

Hz. Ebû Bekir, Mukillîn denilen çok az hadis rivâyet eden ashâbdan sayilir. O, yanilip da yanlis birsey söylerim korkusuyla yalnizca yüz kirk iki hadis rivâyet etmis veya ondan bize bu kadar hadis rivâyeti nakledilmistir. Hutbe ve ögütlerinden bazilari söyledir:

"Rasûlullah vahy ile korunuyordu. Benim ise beni yalniz birakmayan bir seytanim vardir...

Hayir islerinde acele edin, çünkü arkanizdan acele gelen eceliniz var...

Allah için söylenmeyen bir sözde hayir yoktur...

Herhangi bir yericinin yermesinden korktugu için hakki söylemekten çekinen kimsede hayir yoktur...

Amelin sirri sabirdir...

Hiç kimseye imandan sonra sagliktan daha üstün bir nimet verilmemistir...

Hesaba çekilmeden kendinizi hesaba çekiniz (Ayr. bk. Ebû Nuaym, Hilye, l )

Hz. Ömer Bin Hattab (r.a)

Ikinci Rasid Halife. Islâmi yeryüzüne yerlestirip, hakim kilmak için Resulullah (s.a.s)'in verdigi tevhidî mücadelede ona en yakin olan sahabilerden biri. Hz. Ömer (r.a), Fil Olayindan on üç sene sonra Mekke'de dogmustur. Kendisinden nakledilen bir rivayete göre o, Büyük Ficar savasindan dört yil sonra dünyaya gelmistir (Ibnül-Esîr, Üsdül-gâbe, Kahire 1970, IV,146). Babasi, Hattab b. Nüfeyl olup, nesebi Ka'b'da Resulullah (s.a.s) ile birlesmektedir. Kureys'in Adiy boyuna mensup olup, annesi, Ebu Cehil'in kardesi veya amcasinin kizi olan Hanteme'dir (bk. a.g.e., 145).

Kaynaklar Hz. Ömer (r.a)'in müslüman olmadan önceki hayati hakkinda fazlaca bir sey söylemezler. Ancak küçüklügünde, babasina ait sürülere çobanlik ettigi, sonra da ticarete basladigi bilinmektedir. O, Suriye taraflarina giden ticaret kervanlarina istirak etmekteydi (H. ibrahim Hasan, Tarihul-Islâm, Misir 1979, I, 210). Cahiliyye döneminde Mekke esrafi arasinda yer almakta olup, Mekke sehir devletinin sifare (elçilik) görevi onun elindeydi. Bir savas çikmasi durumunda karsi tarafa elçi olarak Ömer gönderilir ve dönüsünde onun verdigi bilgi ve görüslere göre hareket edilirdi. Ayrica kabileler arasinda çikan anlasmazliklarin çözümünde etkin rol alir ve verdigi kararlar baglayicilik vasfi tasirdi (Suyûtî, Tarihul-Hulefâ, Beyrut 1986, 123; Üsdül-gâbe, IV, 146).

Hz. Ömer, sert bir mizaca sahip olup, Islâma karsi asiri tepki gösterenlerin arasinda yer almaktaydi. Sonunda o, dedelerinin dinini inkâr eden ve tapindiklari putlara hakaret ederek insanlari onlardan yüz çevirmege çagiran Muhammed (s.a.s)'i öldürmeye karar vermisti. Kilicini kusanarak, Peygamberi öldürmek için harekete geçmis, ancak olayin gelisim sekli onun müslümanlarin arasina katilmasi sonucunu dogurmustu. Tarihçilerin ittifakla naklettikleri rivayete göre, Ömer (r.a)'in müslüman olusu söyle gerçeklesmisti: Ömer, Resulullah (s.a.s)'i öldürmek için onun bulundugu yere dogru giderken, yolda Nuaym b. Abdullah ile karsilasti. Nuaym ona, böyle öfkeli nereye gittigini sordugunda o, Muhammed (s.a.s)'i öldürmeye gittigini söylemisti. Nuaym, Ömer'in ne yapmak istedigini ögrenince ona, kizkardesi ve enistesinin yeni dine girmis oldugunu söyledi ve önce kendi ailesi ile ugrasmasi gerektigini bildirdi. Bunu ögrenen Ömer (r.a), öfkeyle enistesinin evine yöneldi. Kapiya geldiginde içerde Kur'an okunmaktaydi. Kapiyi çalinca, içerdekiler okumayi kesip, Kur'an sayfalarini sakladilar. içeri giren Ömer (r.a), enistesini dövmeye baslamis, araya giren kizkardesinin aldigi darbeden dolayi burnu kanamisti. Kizkardesinin ona, ne yaparsa yapsin dinlerinden dönmeyeceklerini söyleyerek kararliligini bildirmesi üzerine, ona karsi merhamet duygulari kabarmaya baslamis ve okuduklari seyleri görmek istedigini söylemisti. Kendisine verilen sahifelerden Kur'an ayetlerini okuyan Ömer (r.a), hemen orada imân etti ve Resulullah (s.a.s)'in nerede oldugunu sordu. O siralarda müslümanlar, Safa tepesinin yaninda bulunan Erkam (r.a)'in evinde gizlice toplanip ibadet ediyorlardi. Resulullah (s.a.s)'in Daru'l-Erkam'da oldugunu ögrenen Ömer (r.a), dogruca oraya gitti. Kapiyi çaldiginda gelenin Ömer oldugunu ögrenen sahabiler endiselenmeye basladilar. Zira Ömer silahlarini kusanmis oldugu halde kapinin önünde duruyordu. Hz. Hamza: "Bu Ömer'dir. iyi bir niyetle geldiyse mesele yok. Eger kötü bir düsüncesi varsa, onu öldürmek bizim için kolaydir" diyerek kapiyi açtirdi. Resulullah (s.a.s), Ömer (r.a)'in iki yakasini tutarak; "Müslüman ol ya Ibn Hattab! Allahim ona hidayet ver!" dediginde, Ömer (r.a), hemen Kelime-i sehadet getirerek imân ettigini açikladi (Ibn Sa'd, Tabakatu'l Kübra, II, 268-269; Üsdül-gâbe, IV, 148-149; Suyûtî, Tarihu'l-Hulefa, Beyrut 1986, 124 vd.). Rivayetlere göre Ömer (r.a)'in müslüman olusu, Resulullah (s.a.s)'in yapmis oldugu; Allahim! Islâmi Ömer b. el-Hattab veya Amr b. Hisam (Ebû Cehil) ile yücelt" seklinde bir duanin sonucu olarak gerçeklesmisti (Ibnul-Hacer el-Askalânî, el-isâbe fi Temyîzi's-Sahâbe, Bagdat t.y., II, 518; Ibn Sa'd, ayni yer; Suyûtî, a.g.e., 125).

Ömer (r.a), risaletin altinci yilinda müslüman olmustur. O, iman edenlerin arasina katildigi zaman müslümanlarin sayisi yetmis seksen kisi kadardi (Ibn Sa'd, ayni yer).

Mekkeli müsriklerin, gösterdigi zorbaca tepkiden dolayi müslümanlar, Beytullah'a gidip namaz kilamiyor ve ancak gizlice bir araya gelebiliyorlardi. Ömer (r.a) müslüman olunca dogruca Beytullah'in yanina gitti ve müslüman oldugunu haykirdi. Orada bulunanlar siddetli tepki gösterdi. Ancak o, müsriklere karsi savasini sürdürerek onlarin, müslümanlara gösterdigi muhalefeti kirdi ve bir avuç müslümanla birlikte herkesin gözü önünde Beytullah'ta namaza durdu. Onun bu sekilde saflarina katilmasi müslümanlara büyük bir moral destegi saglamisti. Abdullah Ibn Mes'ud'un; "Ömer'in müslüman olusu bir fetihti" (Üsdül-gâbe, IV,151; Ibn Sa'd, a.g.e., III, 270) sözü bunu açikça ortaya koymaktadir. Taberî'nin Ibn Abbas'tan tahric ettigi bir hadise göre, müslümanligini ilk ilân eden kimse Hz. Ömer (r.a) olmustur (Suyûtî, a.g.e.,129). Ömer (r.a) benligini kusatan imanin verdigi heyecanla, küfre karsi açik ve net bir sekilde, hiç bir tehdide aldiris etmeden mücadele ediyordu. Müsrikler, secaat ve kararliligini eskiden beri bildikleri için ona satasmaya cesaret edemiyorlardi.

Müslüman olduktan sonra sürekli Resulullah (s.a.s)'in yaninda bulunmus, onu korumak için elinden gelen gayreti göstermistir. O, imân ettikten sonra müsriklere karsi çok sert davranmis ve dinini her ortamda, kimseden çekinmeden herkese meydan okuyarak savunmustur. Islâm tebliginin yeni bir veche kazanmasi için Medine'ye hicret emrolundugu zaman müslümanlar Mekke'den gizlice Medine'ye göç etmeye basladiklarinda, Hz. Ömer, gizlenme ihtiyaci duymamisti. Ömer (r.a), beraberinde yirmi arkadasi oldugu halde Medine'ye dogru yola çikmisti. Hz. Ali (r.a) onun hicretini su sekilde anlatmaktadir: "Ömer'den baska gizlenmeden hicret eden hiç bir kimseyi bilmiyorum. O, hicrete hazirlandiginda kilicini kusandi, yayini omuzuna takti, eline oklarini aldi ve Kâ'be'ye gitti. Kureys'in ileri gelenleri Kâ'be'nin avlusunda oturmakta idiler. O, Kâ'be'yi yedi defa tavaf ettikten sonra, Makâm-i ibrahim'de iki rek'at namaz kildi. Halka halka oturan müsrikleri tek tek dolasti ve onlara; "Yüzler pIslesti. Kim anasini evladsiz, çocuklarini yetim, karisini dul birakmak istiyorsa su vadide beni takip etsin" dedi. Onlardan hiç biri onu engellemeye cesaret edemedi (Suyûtî, a.g.e., 130). Bunun içindir ki Ibn Mes'ud; "Onun hicreti bir zaferdi" (Ibn Sa'd, ayni yer; Üsdül-gâbe, IV, 153) demektedir.

Ömer (r.a), Medine dönemi boyunca Islamin yücelisini etkileyen bütün olaylara aktif olarak istirak etmistir. Resulullah (s.a.s)'in önemli kararlar alacagi zaman görüslerine basvurdugu kimselerin basinda Ömer (r.a) gelir. Onun ileri sürdügü görüsler o kadar isabetliydi ki; bazi ayetler onun daha önce isaret ettigine uygun olarak nazil oluyordu. Resulullah (s.a.s) onun bu durumunu su sözüyle ifade etmekteydi: "Allah, hakki Ömer'in dili ve kalbi üzere kildi" (Üsdül-gâbe, IV, 151).

Ömer (r.a), Bedir, Uhud, Hendek, Hayber vb. gazvelerin hepsine ve çok sayida seriyyeye katilmis, bunlarin bansinda komutan olarak görev yapmistir. Bunlardan biri Hicretin yedinci yilinda Havazinliler'e karsi gönderilen seriyyedir.

Ömer (r.a), bütün meselelere karsi net ve tavizsiz tavir koymakla taninir. Onun küfre karsi düsmanligi; müsriklerin, Islâma karsi olan saldirilarini hazmedememe konusundaki hassasiyeti; bazi kararlara siddetle karsi çikmasina sebep olmustur. Hudeybiye'de yapilan anlasmanin müsrikler lehine görünen maddelerine karsi çikisi bunlardan biridir. Ancak o, Resulün, Allah Teâlâ'nin gösterdigi dogrultuda hareket etmekten baska bir sey yapmadigi uyarisi karsisinda, hemen kendini toparlamis ve olayin iç gerçegini kavramisti.

Resulullah (s.a.s)'in vefatinin hemen pesinden ortaya çikan karisikligin Hz. Ebû Bekir'in halife seçilmesiyle yok edilmesinde Hz. Ömer büyük rol oynamistir. Hz. Ebû Bekir'in kisa halifelik döneminde en büyük yardimcisi Ömer (r.a) olmustur.

Hz. Ebû Bekir (r.a) vefat edecegini anladiginda, Hz. Ömer'i kendisine halef tayin etmeyi düsünmüs ve bu düsüncesini açiklayarak bazi sahabilerle istisarelerde bulunmustu. Herkes Ömer (r.a)'in fazilet ve üstünlügünü kabul etmekle beraber, onu bu is için biraz sert mizacli buluyorlardi. Hatta Talha (r.a) ve diger bazi sahabiler ona; "Rabbin seni Ömer'i hafife tayin ettiginden dolayi sorgularsa ona ne cevap vereceksin? Bilirsin ki Ömer oldukça sert bir kimsedir" demIslerdi. Hz. Ebû Bekir onlara; "Derim ki: Allahim! Kullarinin en iyisini onlara halife yaptim" karsiligini vermisti. Sonra da Hz. Osman'i çagirarak bir kâgida Hz. Ömer'i halife tayin ettigini yazdirdi. Kâgit katlanip mühürlendikten sonra, Hz. Osman disari çikarak insanlardan kâgitta yazili olan kimseye bey'at edilmesini istedi. Oradakilerin bey'at etmesiyle Hz. Ömer'in II. Rasid halife olarak is basina gelisi gerçeklesmis oldu (Üsdü'l-gâbe, IV,168-199; Ibn Sad, a.g.e., III, 274 vd.; Suyûtî a.g.e., 92-94).

Hz. Ömer Döneminde Islam Devleti ve Fetihler

Resulullah (s.a.s)'in sagliginda Arap yarimadasi Islâmin hakimiyetine boyun egdirilmis ve insanlar bölük bölük ihtida ederek müslümanlarla bütünlesmIslerdi.

Bunun pesinden Resulullah (s.a.s), Islam tebliginin insanlara ulastirilmasinin önünde bir set teskil eden, müsrik zalim güçlerden biri olan Bizans imparatorluguna karsi askerî seferleri baslatmisti. Ebû Bekir (r.a), Resulullah (s.a.s)'in vefatindan hemen sonra ortaya çikan Ridde hareketlerini bastirdiktan sonra, Bizans hakimiyetindeki topraklara askerî akinlar baslatmis, öte taraftan çagin despot devletlerinden ikincisi olan iran imparatorluguna karsi da askerî faaliyetlere girismisti. Hz. Ömer (r.a)'in üzerine düsen, bu siyaseti devam ettirmekten ibaretti. Hz. Ömer bir taraftan Suriye'nin fethinin tamamlanmasi için gayret gösterirken, öte taraftan iran cephesinde netice almak için ordular sevkediyordu. Kadisiye savasiyla iran ordusu hezimete ugratilmis ve Kisrâ, saraylarini Islam ordusuna terk ederek doguya kaçmak zorunda kalmisti. Pespese gönderilen ordularla iranin bazi bölgeleri savas ile, bazi bölgeleri de sulh yoluyla Islam'in hakimiyetine boyun egdirilmisti. Kuzeye yönelen Mugîre b. su'be, Azerbaycani sulh yoluyla ele geçirmisti. Ermenistan bölgesi fethedilen yerler arasindaydi.

Suriye'nin fethi tamamlandiktan sonra bu bölgedeki askerî harekât batiya dogru kaydirildi. Etraftaki sehir ve kasabalar fethedildikten sonra Kudüs kusatma altina alindi. sehirdeki hristiyanlar bir süre direndilerse de sonunda baris istemek zorunda kaldilar. Ancak, komutanlardan çekindikleri için sart olarak sehri bizzat halifeye teslim etmek istediklerini bildirmIslerdi. Durum Ebu Ubeyde tarafindan bir mektupla Hz. Ömer (r.a)'a bildirildi. Hz. Ömer (r.a) Ashabin ileri gelenleriyle istisare ettikten sonra, Medine'den komutanlariyla bulusmayi kararlastirdigi Cabiye'ye dogru yola çikti. Cabiye'de yapilan bir anlasmadan sonra Hz. Ömer, bizzat Kudüs'e kadar giderek sehri teslim aldi (H.16-M. 637). Hz. Ömer (r.a) kisa bir müddet Kudüs'te kaldiktan sonra Medine'ye geri döndü.

Bu arada iran cephesinde durumlar karismaya baslamisti. Hz. Ömer, bölgede bulunan ordulari takviye ederek iran meselesini kesin bir sonuca baglamaya karar verdi. Hicri 21 yilinda baslayan ve sürekli takviye edilen akinlarla Azerbaycan ve Ermenistan da dahil olmak üzere, Horasan'a kadar bütün iran topraklari Islam devletinin sinirlari içine alinmis ve Fars cephesinde askerî harekâtlar tamamlanmisti.

Öte taraftan Amr b. el-As, hazirlayip uygulamaya koydugu harekât planiyla Misir'i fethetmeyi basarmis, müslümanlari Misir'dan geri püskürtmek için iskenderiyede hazirliklara girisen Bizanslilarin üzerine yürüyerek burayi ele geçirmisti (H. 21). Böylece Suriye'den sonra, Misir'da da Bizans'in hakimiyetine son verilmis oluyordu (Sibli Numanî, Bütün yönleriyle Hz. Ömer ve Devlet idaresi, Terc. Talip Yasar Alp, istanbul t.y., I, 285-286).

Islam ordularinin fethettigi bölgelerdeki halk, müslümanlardan gördükleri müsamaha ve âdil davranIslardan etkilenerek kitleler halinde Islâma giriyorlardi. Asirlarca Bizans ve iran devletlerinin zulmü altinda ezilen, horlanan topluluklar Islâmin kusatici merhameti ile yüz yüze geldiklerinde müslüman olmakta tereddüt göstermiyorlardi. Kendi dinlerinden dönmek istemeyenler ise hiç bir baskiya maruz kalmadiklari gibi, genis bir inanç hürriyetine kavusuyorlardi.

Hz. Ömer, bir taraftan Islâmin insanliga tebliginin önündeki engelleri kaldirmak için ordular sevkederken, öte taraftan da henüz müesseselerine kavusmamis bulunan devleti teskilatlandirmaya çalisiyordu.

Hz. Ömer'den önce, orduya katilan askerler ve bunlara dagitilan paralar belirli defterlere yazilip kayit altina alinmazdi. Bu durum normal olarak bazi karisikliklarin çikmasina sebep olur, gelir ve giderlerin hesabi yapilamazdi. ilk zamanlar buna pek ihtiyaç da yoktu. Ancak devletin sinirlari genIslemis ve bu genis cografya içerisinde devletin etkinligini saglayabilmek için idarî düzenlemeler yapilmasi zarureti dogmustu. O, ilk olarak askerlerin kayitlarinin tutuldugu ve fey ve ganimet gelirlerinin dagitiminin kaydedildigi "divan" teskilatini kurdu.

Ayrica, Suriye ve Irak'ta bulunan divanlar varliklarini korumuslardir. Bunlar vergilerin toplanmasi ile alakali çalismalari yürütmekteydiler. Suriye ve Irak'taki divanlar her ne kadar iran ve Bizans malî teskilatindan kalma idiyse de, onun Medine'de tesis ettigi divan hiçbir yabanci tesir söz konusu olmaksizin, ortaya çikan ihtiyaçlari karsilamak için kurulmustur. Hz. Ömer, feyden elde edilen gelirlerden verdigi atiyyeleri bir gruplandirmaya tabi tutmustur.

Hz. Ömer, yargi (kaza) Islerini bir düzene koymak için valilerden ayri ve bagimsiz çalisan kadilar tayin eden ilk kimsedir. O, Kufe'ye, sureyh b. el-Haris'i, Misir'a da Kays b. Ebil-As es-Sehmî'yi kadi tayin etmistir. Onun Medine'deki kadisi Ebû Derda (r.a)'dir. Bu dönemin taninmis kadilarindan birisi de Ebu Mûsa el-Esari'dir. Hz. Ömer, tayin ettigi kadilara, görevlerini ne sekilde ifa etmeleri gerektigine dair talimatlar verir ve onlarin bu çerçeve disina çikmamalarini tenbihlerdi (Mustafa Fayda, Dogustan Günümüze Büyük Islâm Tarihi, istanbul 1986, II, 176-177).

Hz. Ömer (r.a)'in, üzerinde titizlikle durdugu ve asla müsamaha göstermedigi en önemli konu adâlet meselesiydi. O, mevki, rütbe, soyluluk vb. hiçbir ayirim gözetmeden haklarin sahiplerine verilmesi için çok siddetli davranmistir. Bu konuda onun yaninda bir köle ile efendisi arasinda bir fark yoktur.

O, her tarafta adâletin eksiksiz yerine getirilmesi, muhtaç ve yoksul kimselerin gözetilmesi için ülkenin en ücra köselerindeki durumlardan zamaninda haberdar olmak için imkân olusturmaya çalisti. O, muhtaç kimseler konusunda din ayirimi gözetmemis, hristiyan ve yahudilerden olan yoksullara da yardimlarda bulunmustur.

Devletin temel görevlerinden birisi ilmin insanlara ulastirilmasidir. Hz. Ömer, fethedilen bölgelerde okullar açmis, buralara müderrIsler tayin etmis ve Kur'an-i Kerim'i okumak ve onunla amel edebilmek için gerekli olan egitimin verilmesini saglama yolunda gayret sarfetmistir. Islâm'in, müslüman olan insanlara ögretilmesi ve teblig çalismalarinin yürütülmesi için sahabîlerden ve diger âlimlerden istifade etmis ve onlari degisik bölgelerde görevlendirmistir. Kur'an, Hadis ve Fikih ögretimi ile ugrasan bu âlimlere büyük meblaglar tutan maaslar baglamistir. Hz. Ömer, devletin her tarafinda camiler insa ettirmisti. Onun zamaninda dört bin tane cami yapilmis oldugu rivayet edilmektedir (Ahmed en-Nedvi, Asri Saadet, Terc. Ali Genceli, istanbul 1985, I, 317). ilk defa bir takvimin kullanilmasina Hz. Ömer zamaninda ihtiyaç duyulmus ve böylece Hicret esas alinarak olusturulan takvimle devlet Islerinde tarihleme açisindan ortaya çikan problemler ortadan kaldirilmistir (H. 16).

Islâm devleti, bagimsiz bir devlet olmasina ve çok genis bir cografî sahayi kaplayan ekonomik faaliyetlerin yürütülmesine ragmen, kullanilan paralar yabanci kaynakliydi. Irak ve iran bölgelerinde Fars dirhemleri; Suriye ve Misir taraflarinda da Bizans dinarlari tedavülde bulunmaktaydi. Bu durum o devirde henüz hissedilmeye baslanmamis olsa bile, bir ekonomik baski tehlikesini beraberinde getirmekteydi. Hz. Ömer'in, devleti müesseselere kavusturup yapisini saglamlastirmaya çalisirken, bu duruma da müdahale etmemesi düsünülmezdi. O, Hicri 17 de para bastirarak piyasaya sürdü. Ayrica Halid b. Velid'in Taberiye'de Hicrî 15 tarihinde dinar darbettirdigi de bilinmektedir (Hassan Hallâk, Dirâsât fî Tarihil-Hadâretil-Islamiye, Beyrut 1979, 13-15). Hz. Ömer (r.a), Islâm devletinin disaridan gelebilecek saldirilara karsi güvenligini saglamak ve ordulari düsman bölgelerine yakin yerlerde bulundurabilmek için ordugah sehirler tesis etmistir. iran ve Hindistan taraflarindan gelebilecek deniz akinlarina karsi Basra ordugah sehri kuruldu. Bu sehrin mevkii bizzat Hz. Ömer tarafindan tesbit edilmistir. O, bu is için Utbe b. Gazvan'i görevlendirmisti. Utbe, sekizyüz adamiyla o zaman bos ve issiz olan Haribe bölgesine gelip H. 14 yilinda Basra sehrinin insasina basladi.

Sa'd b. Ebi Vakkas, Kadisiye'de kazandigi büyük zaferden sonra iran içlerine akinlara baslamisti. Onun ordusu Medâin'de bulunmaktaydi. Ancak buranin ikliminin Arap askerlerin sagligini olumsuz yönde etkiledigi anlasilinca, Hz. Ömer, Sa'd'a iklim bakimindan uygun ve merkez ile arasinda deniz bulunmayan bir yer bulup burada bir sehir kurmasi talimatini verdi. Bu is için görevlendirilen Selmân ve Huzeyfe, Kufe mevkiini uygun buldular. H. 17 de kurulan bu ordugah sehir kirk bin kisiyi iskân edebilecek büyüklükte insa edildi.

Amr b. el-As, Misir'i fethettikten sonra iskenderiye'yi karargah edinmek için Hz. Ömer (r.a)'dan izin istedi. Hz. Ömer (r.a), haberlesme açisindan endise duydugu için Kendisiyle Misir'daki kuvvetler arasinda bir nehrin bulunmasini kabul etmedi. Amr, Nil'in dogu yakasina geçerek burada Fustat adli sehri kurdu (H. 21). Bu ordugah sehirlerinden baska yine askerî amaçli merkezler de olusturulmustur.

Hz. Ömer'in idare anlayisi Hz. Ömer, toplumu ilgilendiren meselelerde karar verecegi zaman müslümanlarin görüsüne basvurur, onlarla istisare ederdi. O "istisare etmeden uygulamaya konulan Isler basarisizliga mahkûmdur" demekteydi. istisarede takip ettigi yöntem suydu: Önce meseleyi müslümanlarin ulasabildigi çogunlugu ile görüsür, pesinden Kureysliler'in düsüncesini sorar, son olarak da sahabilerin görüslerini alirdi. Böylece en isabetli fikir ortaya çikar ve uygulamaya konulurdu. Hz. Ömer, müslümanlarin yaptigi Islerde bir hata gördükleri zaman kendisini uyarmalarini isterdi. Baska dinlere mensup olup, zimmî statüsünde bulunan kimselerle alâkali Islerde de onlarin görüslerine bas vurur ve meseleyi onlarla istisare ederdi. Bu durum Hz. Ömer'in adâlet anlayisinin ne kadar kapsamli oldugunu ortaya koymaktadir.

Hz. Ömer idarede görevlendirdigi memurlarina karsi oldukça sert davranir, onlarin bir haksizlikta bulunmalarina asla göz yummazdi. Halka karsi ise son derece sefkatle yaklasir, onlarin varsa gizledikleri problemlerini ögrenip çözümlemek için gece-gündüz ugrasip dururdu. O bu hassasiyetini: "Firat kiyisinda bir deve helak olsa, Allah bunu Ömer'den sorar diye korkarim" sözü ile ortaya koymaktadir. Hz. Ömer, merkezden uzak bölgelerde halkin durumunu yakindan görmek için seyahatler yapma yoluna gitmisti. O, insanlarin çesitli dertlerini uzak diyarlarda olmalari sebebiyle kendisine ulastiramadiklarindan endise ediyordu. Bazi bölgeleri dolasmasina ragmen baska yerlere gitmeyi tasarladigi halde ömrü o sehirlere ulasmasina yetmemisti. Islâm tarihinde adâletin timsali olarak yerini alan Hz. Ömer (r.a) hakkinda rivayet edilen su olay onun bu sifatla bütünlesmis oldugunun en açik delilidir.

Hz. Osman Bin Affan(r.a)

Osman b. Affân b. Ebil-As b. Ümeyye b. Abdi's-sems b. Abdi Menaf el-Kuresî el-Emevî; Rasid Halifelerin üçüncüsü. Ümeyyeogullari ailesine mensup olup, nesebi besinci ceddi olan Abdi Menaf'ta Resulullah (s.a.s) ile birlesmektedir. Fil olayindan alti sene sonra Mekke'de dogmustur. Annesi, Erva binti Küreyz b. Rebia b. Habib b. Abdi sems'tir. Büyükannesi ise Resulullah (s.a.s)'in halasi Abdülmuttalib'in kizi Beyda'dir. Künyesi, "Ebû Abdullah'tir. Ona, "Ebu Amr" ve "Ebu Leyla" da denilirdi (Ibnul-Hacer el-Askalânî, el-isabe fi Temyîzi's-Sahabe, Bagdat t.y., II, 462; Ibnül Esîr, Üsdül-gâbe, III, 584-585; Celaleddin Suyûtî, Târihul-Hulefâ, Beyrut 1986, 165).

Resulullah (s.a.s) risaletle görevlendirildiginde Osman (r.a) otuz dört yaslarindaydi. O, ilk iman edenler arasindadir. Ebû Bekir (r.a), güvendigi kimseleri Islâma davette yogun gayret göstermekteydi. Onun bu çalismalari neticesinde, Abdurrahman b. Avf, Sa'd b. Ebi Vakkas, Zübeyr b. Avvâm, Talha b. Ubeydullah ve Osman b. Affân iman etmIslerdi. Hz. Osman, cahiliyye döneminde de Hz. Ebû Bekir'in samimi bir arkadasi idi (Siretu Ibn ishak, istanbul 1981,121; Üsdü'l-Gâbe, ayni yer; Askalanî, ayni yer). Hz. Osman, iman ettigi zaman bunu duyan amcasi Hakem b. Ebil-Âs onu sikica baglayarak hapsetmis ve eski dinine dönmezse asla serbest birakmayacagini söylemisti. Hz. Osman (r.a) ebediyyen dininden dönmeyecegini söyleyince, kararliligini gören amcasi onu serbest birakmisti (Suyûtî, 168). Pesinden o, Resulullah (s.a.s)'in kizi Rukayye ile evlenmisti. Bazi tarihçiler bu evliligin Peygamber'in risaletle görevlendirilmesinden önce oldugunu kaydederler (Suyûtî, a.g.e., 165).

Mekkeli müsriklerin iman edenlere yönelttikleri baski ve iskenceler yogunlasip çekilmez bir hal alinca, Resulullah (s.a.s), ashabina Habesistan'a hicret etmeleri tavsiyesinde bulunmustu. Hz. Osman'in Habesistan'a ilk hicret edenler arasinda oldugu hakkinda kaynaklar ittifak halindedirler. Ibn Hacer birçok sahabiye dayandirarak Hz. Osman'in, esi Rukayye ile birlikte Habesistan'a hicret eden ilk kimse oldugunu kaydetmektedir (Ibn Hacer, ayni yer). Mekkelilerin iman ettiklerine dair yanlis bir haberin Habesistan'a ulasmasiyla birlikte muhacirlerden bir bölümü Mekke'ye geri dönmüstü. Hz. Osman da geri dönenler arasindaydi. Ancak onlar kendilerine ulasan haberin asilsiz olduguna sahit olduklarinda tekrar Habesistana gitmek için yola çiktilar. Hz. Osman, hareket etmeden önce Resulullah (s.a.s)'e söyle demisti: "Ya Resulullah! Bir defa hicret ettik. Bu Necasi'ye ikinci hicretimiz oluyor. Ancak siz bizimle degilsiniz". Resulullah (s.a.s) ona; "Siz Allah'a ve bana hicret edenlersiniz. Bu iki hicretin tamami sizindir" karsiligini vermisti. Bunun üzerine o; "Bu bize yeter ya Resulullah" dedi (Ibn Sa'd, Tabakatül-Kübra, Beyrut t.y., I, 207).

Hz. Osman (r.a), ikinci olarak hicret ettigi Habesistan'da bir müddet kaldiktan sonra Mekke'ye geri döndü. Resulullah (s.a.s), Medine'ye hicret etmekle emrolundugunda, Hz. Osman diger müslümanlarla birlikte Medine'ye hicret etti. O, Medine'ye ulastigi zaman Hassan b. Sabit'in kardesi Evs b. Sabit'e konuk olmustu. Bundan dolayi Hassan, onu çok severdi (Ibnül-Esîr, Üsdül-Gâbe, 585; Ibn Sa'd, a.g.e., 55-56).

Bir yahudinin mülkiyetinde olan Rume kuyusunu yirmi bin dirheme satin alarak bütün müslümanlarin istifadesine sunmustu. Bu kuyunun müslümanlar için ne kadar önemli oldugu Resulullah (s.a.s)'in su sözünden anlasilmaktadir: "Rume kuyusunu kim açarsa, ona Cennet vardir" (Buharî, Fezailu'l-Ashab, 47).

Hz. Osman, hanimi Rukayye agir hasta oldugu için, Resulullah (s.a.s)'in izniyle Bedir savasindan geri kalmisti. Rukayye ordu Bedir'de bulundugu esnada vefat etmis, müslümanlarin zaferinin müjdesi Medine'ye ulastigi gün topraga verilmisti. Fiili olarak Bedir'de bulunmamis olmakla birlikte Resulullah (s.a.s) onu Bedir'e katilanlardan saymis ve ganimetten ona da pay ayirmisti (Üsdül-Gâbe, III, 586; Suyutî, a.g.e., 165; H.i.Hasan, Tarihu'l-Islâm, I, 256).

Hz. Osman Bedir savasi hariç, müsriklerle ve Islâm düsmanlariyla yapilan bütün savaslara katilmistir.

Rukayye'nin vefat edisinden sonra Resulullah (s.a.s), Hz. Osman'i diger kizi Ümmü Gülsüm ile evlendirdi. Hicretin dokuzuncu yilinda Ümmü Gülsüm vefat ettiginde Resulullah (s.a.s) söyle buyurmustu: "Eger kirk tane kizim olsaydi birbiri pesinden hiç bir tane kalmayana kadar onlari Osman'la evlendirirdim" ve yine Hz. Osman'a "Üçüncü bir kizim olsaydi muhakkak ki seninle evlendirirdim" demisti (Üsdül-Gâbe, ayni yer). Resulullah (s.a.s)'in iki kiziyla evlenmis oldugu için iki nûr sahibi anlaminda, "Zi'n-Nureyn" lakabiyla anilir olmustur. Zatü'r-Rika ve Gatafan seferlerinde Resulullah (s.a.s), onu Medine'de yerine vekil birakmistir (Suyuti, a.g.e., 165).

Hz. Osman'in Habesistan'a hicreti esnasinda Hz. Rukayye'den dogan Abdullah adindaki oglu, Medine'ye hicretin dördüncü yilinda bir horozun yüzünü gözünü tirmalamasi sonucunda hastalanarak vefat etti. Abdullah, vefat ettiginde alti yasinda idi (Ibn Sa'd, a.g.e., III, 53, 54).

Hicretin altinci yilinda müslümanlar, Umre yapmak için Mekke'ye hareket ettiklerinde, Hz. Osman da onlarin arasindaydi. Ancak, putperest Mekke yönetimi, müslümanlari Mekke'ye sokmama karari almisti. Bunun üzerine Hudeybiye'de karargah kuran Resulullah (s.a.s), müsriklerle diyalog kurarak, maksatlarinin yalnizca umre yapmak oldugunu onlara bildirmek istiyordu. Resulullah (s.a.s), bu is için Hz. Ömer'i görevlendirmek istemis, ancak Hz. Ömer, bir takim geçerli sebepler ileri sürerek Hz. Osman'in daha uygun oldugunu söylemisti. Bunun üzerine Resulullah (s.a.s), elçilik görevini Hz. Osman'a verdi. Daha önce elçi gönderilen Hiras b. Umeyye el-Ka'bî'yi Mekkeliler öldürmek istemIslerdi (Ibn Sa'd, a.g.e., II, 96). Müsriklerin hirçin davranIslari böyle bir elçiligi tehlikeli bir hale sokuyordu. Resulullah (s.a.s), Hz. Osman (r.a)'a söyle dedi: "Git ve Kureys'e haber ver ki, biz buraya hiç kimse ile savasmaya gelmedik. Sadece su Beyt'i ziyaret ve onun haremligine saygi göstermek için geldik ve getirdigimiz kurbanlik develeri kesip dönecegiz ". Hz. Osman (r.a), Mekke'ye gidip, müsriklere bu hususlari bildirdi. Ancak onlar; "Bu asla olmaz. Mekke'ye giremezsiniz" karsiligini verdiler. Onlarin red cevabi Islâm kârargahina Osman (r.a)'in öldürüldügü seklinde ulasti. Onun dönüsünün gecikmesi bu haberi destekler nitelikteydi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.s), yanindaki bütün müslümanlari, ölmek pahasina müsriklerle çarpismak üzere, bey'ata çagirdi. Bey'atu'r-Ridvan adiyla tarihe geçen bu bey'atlasmada Resulullah (s.a.s) sol elini sag elinin üzerine koyarak, "Osman Allah'in ve Resulünün isi için gitmistir" dedi ve onun adina da bey'at etti. Müsrikler bu durumdan korkuya kapildiklari için anlasma yolunu tercih etmIslerdi (Ibn Sa'd, II, 96, 97). Hz. Osman, bu arada Mekke'deki güçsüz müslümanlarla görüsmüs ve onlari Islâm'in yakinda gerçeklesecek olan fethiyle teselli etmisti (Asim Köksal, Islâm Tarihi, VI, 177).

Müsrikler, Osman (r.a)'a isterse Kâ'be'yi tavaf edebilecegini bildirmIsler, ancak o, Resulullah (s.a.s) tavaf etmeden, kendisinin de tavaf etmeyecegi cevabini vermisti. Hudeybiye'de bulunan sahabiler ise Resulullaha: "Osman Beytullah'a kavustu, onu tavaf etti; ne mutlu ona" dediklerinde Resulullah (s.a.s); "Beytullah'i biz tavaf etmedikçe, Osman da tavaf etmez buyurmustur" (Vakidî'den naklen, A. Köksal, a.g.e., 178-179).

Hz. Osman, Medine dönemi boyunca sürekli Resulullah (s.a.s) ile birlikte olmaya gayret gösterdi. Ashabin en zenginlerinden biri olmasi, onun Islâma ve müslümanlara herkesten çok maddi yardimda bulunmasini sagladi. Bilhassa kâfirler üzerine sefere çikan ordularin techiz edilmesinde asiri derecede cömert davrandigi görülmektedir. Tarihçiler onun Ceys'ul-Usra diye adlandirilan Tebük seferine çikacak ordunun techiz edilmesine yaptigi katkiyi övgüyle zikretmektedirler. O, bu ordunun yaklasik üçte birini tek basina techiz etmistir. Asker sayisinin otuz bin kisi oldugu göz önüne alinirsa bu meblagin büyüklügü rahatça anlasilir. Yaptigi yardimin dökümü söyledir: Gerekli takimlariyla birlikte dokuz yüz elli deve ve yüz at, bunlarin süvarilerinin teçhizati, on bin dinar nakit para (A. Köksal, IX,162). Onun bu davranisindan çok memnun olan Resulullah (s.a.s); "Ey Allah'im! Ben Osman'dan raziyim. Sen de razi ol" (Ibn Hisam, Sîre, IV,161) diyerek duada bulunmus ve; Bundan sonra Osman'a Isledikleri için bir sorumluluk yoktur" (Suyûtî, a.g.e.,169) demistir.

Hz. Osman, Veda Hacci esnasinda da Resulullah (s.a.s)'in yanindaydi. Resulullah (s.a.s) müslümanlari ilgilendiren bir çok meselede Osman (r.a)'in yardimina müracaat etmistir (H.i.Hasan, a.g.e., I, 256).

Hz. Ebû Bekir (r.a) halife seçilince Osman (r.a) ona bey'at etti. Ebû Bekir (r.a) halifeligi boyunca ümmetin Islerini idarede onunla istisarede bulundu. Ebû Bekir (r.a)'in vefatindan önce yazdirdigi Hz. Ömer'in Halife atanmasina dair belgeyi Osman (r.a) kaleme almistir. Hz. Ebû Bekir, Osman (r.a)'in yazdiklarini ona tekrar okutturduktan sonra mühürletmisti. Osman (r.a), yaninda Ömer (r.a) ve yaninda Useyd Ibn Saîd el-Kurazî oldugu halde disari çikmis ve oradakilere "Bu kagitta adi yazilan kimseye bey'at ediyor musunuz" diye sormustu. Onlar da "evet" diyerek bunu kabul etmIslerdi (Ibn Sad a.g.e., III, 200).

Halifeligi

Hz. Ömer (r.a), yaralaninca, hilâfete geçecek kimsenin tayin edilmesi için alti kisiden olusan bir sura olusturmustu. Bunlar Hz. Ali, Osman, Sa'd Ibn Ebi Vakkas, Abdurrahman b. Avf, Zubeyr Ibn Avvam ve Talha Ibn Ubeydullah (r.anhum) idiler. Yapilan görüsmeler neticesinde, sura üyelerinden dördü feragat edince görüsmeler Hz. Osman'la Hz. Ali üzerinde devam etti. sura baskani Abdurrahman Ibn Avf, genis bir kamu oyu yoklamasi yaptiktan sonra müslümanlarin bu iki kisiden birisinin halife seçilmesi üzerinde mutabik olduklarini gördü. Hz. Ali (r.a)'i çagirarak ona; Allah'in Kitabi, Resulünün Sünneti ve Ebû Bekir ve Ömer'in uygulamalarina tabi olarak hareket edip etmeyecegini sordu. O, Allah'in Kitabi ve Resulünün Sünnetine tam olarak uyacagi, ancak bunun disinda kendi içtihadina göre davranacagi cevabini verdi. Ayni soruyu Osman (r.a)'a yönelttiginde o, bunu kabul etmisti. Bunun üzerine Abdurrahman Ibn Avf, Osman (r.a)'i halife atadigini ilan ederek ona bey'at etti (Suyuti, a.g.e.,171, 172; Ibn Hacer, a.g.e., 463; H.i.Hasan, a.g.e., I, 258, 261). Hz. Osman'a ikinci olarak bey'at eden kimse Hz. Ali (r.a) olmustur. Pesinden de bütün müslümanlar ona bey'at ettiler (Ibn Sa'd, a.g.e., III, 62). Osman (r.a)'in hilâfete geçisi Hicri yirmi üç senesi Zilhicce ayinin sonlarinda olmustur.

Osman (r.a), devlet idaresini devraldigi zaman Islâm fetihleri hizli bir sekilde devam ediyordu. Hz. Ömer (r.a) devrinde Suriye, Filistin, Misir ve iran, Islâm topraklarina katilmisti. Hz. Ömer (r.a)'in güçlü idaresi, fethedilen bölgelerde otorite ve düzenin saglam bir sekilde yerlesmesini saglamisti.

Hz. Osman (r.a), Islâm tebliginin girmis oldugu yayilma sürecini ayni hizla devam ettirmeye çalisti. O, Ermenistan, Kuzey Afrika ve Kibris'i fethetmis, iran'daki ayaklanmalari bastirarak merkezî yönetimin nüfuzunu yeniden tesis etmistir. Hz. Osman (r.a), hilâfeti devraldigi zaman idari kadrolarda yavas yavas bazi degisiklikler yapma yoluna gitti. Ancak, Ömer (r.a)'in vasiyetine uyarak bir sene müddetle onun valilerini yerlerinde birakti. ilk önce Küfe valisi Mugire b. su'be'yi azlederek yerine Sa'd b. Ebi Vakkas'i atadi. Sa'd, Osman (r.a)'in yönetime geçtikten sonra atadigi ilk validir (Ibnül-Esir el-Kamil fî't-Tarih, Beyrut 1979, III, 79).

Misirlilarca sevilen bir kimse olan Amr b. el-As'in Misir valiliginden alinmasi ve yerine, Abdullah b. Sa'd b. Ebi Serh'in tayin edilmesi bazi karisikliklarin çikmasina sebep olmustu. iskenderiye halki Bizans imparatoru Heraklious'a mektup yazarak kendilerini müslümanlarin elinden kurtarmasini istediler. Ayrica, müslümanlarin karsi koyacak kadar askerlerinin olmadigini da bildirdiler. Bunun üzerine Bizans imparatoru, Manuel komutasinda kalabalik bir orduyu iskenderiye'ye gönderip burayi isgal etti. Bizanslilardan çekinen Kipti halk, Hz. Osman'dan duruma müdahale etmesini istediginde o, Amr b. el-As'i Misir'a geri gönderdi. Amr, yaptigi savasta, Manuel'i öldürerek düsmani büyük bir yenilgiye ugratti ve iskenderiye sehrini çevreleyen sur'u yikti (Hicrî 25) (Ibnul-Esir, a.g.e., III, 81; H.i.Hasan, a.g.e.; I, 264). Ayni yil içerisinde anlasmalarini bozan Rey üzerine, Sa'd b. Ebi Vakkas bir sefer düzenlemis; ayrica, Deylem üzerine yürümüstür.

Sa'd b. Ebi Vakkas, Beytül-Malden borç olarak aldigi parayi geri ödemekte sikisinca Osman (r.a), onu azlederek yerine anne bir kardesi Velid b. Ukbe'yi Küfe valiligine getirdi (Ibnul-Fsir a.g.e., III, 82). Velid, bes sene Küfe valiliginde bulunmustur. Velid, bir sabah, namazi sarhos oldugundan dolayi dört rekat kildirmisti. Hatirlatilmasi üzerine "sizin için arttiriyorum" demisti. Bunu duyan Hz. Osman, ona tazir cezasi vererek bunun uygulanmasini Hz. Ali'den istemisti. Hz. Ali de Abdullah b. Cafer'e onu kirbaçlattirmisti. Bu olay üzerine Hz. Osman onu azlederek yerine Saîd b. el-As b. Umeyye'yi atadi (Ibnul-Esir, a.g.e., III, 107). Suyûtî, Hz. Osman'in, ilk olarak Velid'i, Sa'd'in yerine vali yapmasi yüzünden kinandigini söylemektedir (Suyutî, 172). Velid, Küfe valisi olunca, Azerbaycan komutani Utbe b. Ferkat'i görevinden aldi. Bunun üzerine Azerbeycan halki isyan ettiler. Velid, Azerbeycan üzerine yürüyerek burayi itaat altina aldiktan sonra Ermenistan (Tiflis) tarafina yöneldi ve andlasmalar yaparak ganimetlerle geri döndü (H. 25).

Bu arada Bizansla yapilan mücadele devam etmekteydi. Muaviye, Antalya ve Tarsus taraflarina akinlar düzenliyordu. Öte taraftan, Amr b. el-As'a Kuzey Afrika'yi ele geçirmek için emirler gönderen Osman (r.a), Sicistan Valisi, Abdullah b. Amr'a Kabil'e yürümesi talimatini veriyordu (Ibnul Esir, a.g.e., III, 87). Hicri yirmi altida, Mescid-i Haram'in genIsletilmesi çalismalarina tanik olunmaktadir. Mescid-i Haram'in çevresindeki arsalar satin alinarak genis bir alan elde edilmisti.

Hz. Osman (r.a), Hicri yirmi yedinci yilda Misir Valisi Amr b. el-As'i azlederek yerine Abdullah Ibn Sa'd b. Ebi Serh'i getirdi. O, Kuzey Afrika'nin fethinin tamamlanmasi düsüncesindeydi. Bunun için Osman (r.a), Ashabin ileri gelenleriyle istisare ettikten sonra, ona izin verdi ve içinde çok sayida sahabinin de bulundugu bir orduyu takviye olarak ona gönderdi (H.i. Hasan, a.g.e., I, 265). Abdullah b. Nafi b. Abdulkays ve Abdullah b. Nafi b. Husayn komutasindaki kuvvetler, Ibn Ebi Serh ile birleserek Misir'dan batiya dogru harekete geçtiler. Trablus'tan Tanca'ya kadar olan bölgenin hakimi ve Bizans imparatorunun valisi, Islam ordusunun topraklarina dogru ilerledigi haberini alinca, yirmi bini süvari olmak üzere, yüz bin kisilik bir ordu hazirlayarak tedbirler aldi. Krallik merkezi olan Subaytala'ya yirmi dört saatlik bir mesafede iki ordu karsi karsiya geldi. Ibn Ebi Serh'in, müslüman olmak veya cizyeyi kabul etmek teklifi reddedilince çatisma basladi. Bu arada, ordunun Medine ile olan haberlesmesi kesilmisti. Hz. Osman baglanti kurabilmek için Abdullah Ibn Zübeyr'i bir askeri birlikle Afrika'ya gönderdi. Günlerce süren savas, Abdullah Ibn Zübeyr'in önerdigi taktikle kisa zamanda büyük bir zaferle sonuçlandi. Müslümanlarin eline geçen ganimet oldukça büyüktü. Süvarilere üçer bin dinar ve yayalara ise biner dinar hisse düsmüstü (Ibnül-Esir, a.g.e., III, 88-90; H.i.Hasen, a.g.e., I, 265-266). Islâm ordularinin önündeki bu engel kaldirildiktan sonra Hz. Osman, Abdullah b. Nafî b. Husayn ve Abdullah b. Nafi b. Abdulkays'a hiç vakit kaybetmeden Cebelu't-Tarik'i geçerek Endelüs'e girmeleri emrini verdi. Hz. Osman'in, ordunun Endelüs'e geçisini istemesi, istanbul'un bati yönünden sikistirilarak fethinin kolaylastirilmasi düsüncesinden kaynaklaniyordu. O, komutanlarina söyle diyordu: "istanbul ancak Endelüs tarafindan fethedilebilir. Eger orayi fethederseniz, istanbul'u fethedenlerin ecrine ortak olacaksiniz" (Ibnül-Esir, a.g.e., III, 93; Ayrica bk. Muhammed Hamidullah, Fethul-Endelüs (ispanya) fi Hilafeti Seyyidina Osman sene 27 li'l-Hicre, i.Ü. Ed. Fak. Islam Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, istanbul 1978, VII, 221-225). Böylece Hz. Osman zamaninda, Kuzey Afrikadaki fetihler tamamlanmis, Islâm'in karsisindaki en büyük güç olan Bizans'in batidan sikistirilmasi planlari uygulamaya konulmustur.

Öte taraftan Muaviye b. Ebi Süfyan, Osman (r.a)'dan izin alarak, Suriye sahillerinde olusturdugu donanma ile Akdenize açilmis ve müslümanlar denizlerde de Bizans'a karsi varlik göstermeye baslamIslardi. Muaviye daha önce bu is için Hz. Ömer'e müracaat etmisti. Ancak Ömer (r.a), o an müslümanlarin maslahati bunu gerekli kilmadigi için izin vermemisti. Daha sonra sartlar bu is için elverIsli hale geldiginden dolayi Hz. Osman donanma insasinin lüzumuna kanaat getirmisti. Muaviye, donanmasiyla denize açilarak, Kibris Adasina çikti. Abdullah b. Sa'd Misir'dan onun yardimina gitti. Kibris, yillik yedi bin dinar cizye ile Islâm hakimiyetini tanimak zorunda kaldi (Hicrî 28). Bu miktar onlarin Bizans imparatoruna ödedigi meblagdir (Ibnül-Esir, a.g.e., III, 96). Hz. Osman, Kufe Valisi Ebu Musa el-Es'arî'yi görevinden alarak yerine Abdullah b. Amir el-Kureyz'i atadi (H. 29). Abdullah, Osman (r.a)'in dayisinin ogludur. Ebu Musa'yi azletmesinin sebebi Kûfe halkinin ondan sikayetçi olmalari ve bunu Hz. Osman (r.a)'a bildirmeleridir (Ibnül-Esîr, a.g.e., III, 99-100).

Hz. Osman, Mescid-i Nebi'nin genIsletilmesine ihtiyaç duyarak, onu süslü taslarla yeniden insa etti. Tas sütunlar dikerek tavanini sac (bir cins agaç) ile kapatti. Uzunlugunu yüz altmis, genIsligini de yüz elli zira'a çikartti (Suyûtî, 173). Hicri otuz yilinda Sa'id b. el-As'in Taberistan'a hücum ettigi görülür. Bu bölgede gazalarda bulunan Sa'id, bir çok sehri fethetti. Horasan, Tus, Serahs, Merv, Beyhak bunlardan bazilaridir.

Bu yil içerisinde Hz. Osman, degisik eyaletlerde, Kur'an-i Kerim'in okunmasi üzerine ortaya çikan ihtilaflari ortadan kaldirmak için çalismalar baslatti. Kur'an-i Kerim ilk olarak Hz. Ebû Bekir zamaninda tedvin edilmisti. Zeyd b. Sabit'in baskanliginda yapilan bu çalismada, Kur'an-i Kerim bir kitap haline getirilmisti. Bu ilk mushaf, Ebû Bekir (r.a)'dan sonra Ömer (r.a)'a geçmis, onun sehadetinden sonra da Hafsa (r.anh)'nin elinde kalmisti.

Azerbeycan sefer esnasinda ordu içerisinde kiraat konusunda bir ihtilafin çikmasi, ordu komutani Huzeyfe b. Yeman'i endiselendirmis ve Halife'den, müslümanlarin emin bir sekilde okuyabilecekleri bir mushafin çogaltilmasini istemisti. Hafsa (r.anh)'in yaninda bulunan mushaf getirilerek çogaltildi ve bütün eyaletlere dagitildi. Bunun disinda kalan nüshalarin tamami toplatilarak imha edildi. Bu durum karsisinda Ashabin hayatta olanlari oldukça rahatlamIslardi (Ibnül-Esîr a.g.e., III,111-112; H.i. Nasen, a.g.e., I, 510-513).

Hz. Osman, Resulullah (s.a.s)'a ait olan; Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'den sonra kendisine intikal eden mührü Medine'deki Arîs kuyusuna düsürdü. Onu bulacak olana büyük miktarda para vadinde bulunmus, ancak bütün aramalara ragmen bu mühür bulunamayinca Osman (r.a) büyük bir üzüntüye kapilmisti. Ondan ümidini kesince hemen bir mühür yaptirdi. sehid edilene kadar parmaginda kalan bu mührün kimin eline geçtigi tesbit edilememistir (Ibnül-Esir, III, 133). Bu olay hilâfetinin altinci yilinda meydana gelmistir.

Islam fetihlerinin sürekliligi ve elde edilen ganimetlerle insanlarin zenginlesmeleri, refah seviyesini oldukça yükseltmisti. Bu durum, tabii olarak, Islâma uygun olmayan birtakim davranis biçimlerinin de ortaya çikmasina sebep olmustu. Resulullah (s.a.s)'in yaninda yetisen ve bu gelismeleri endiseyle takip eden sahabiler, bu endiselerini yer yer ortaya koymaktaydilar. Bunlardan birisi de, zühd ve takvasiyla taninan ve maddi varliklardan muhtaç kimselerin yeterince istifade ettirilmedigine inanan Ebu Zerr el-Gifarî (r.a)'dir. O, sam'da, Muaviye'nin uygulamalarina karsi çiktigi ve düsüncelerini söylemekte israrli davrandigi için Medine'ye çagirildi. Ebu Zerr, Medine'ye geldiginde görüslerini Hz. Osman'a tekrarlamisti. Bunun ardindan, Halife'den izin isteyerek, Medine'ye yakin bir yer olan Rebeze'ye gidip yerlesmisti (a.g.e., III, 115; bk. Ebu Zerr el-Gifârî Mad.).

Bizans'a karsi kazanilan en parlak ve kesin zaferlerden birisi hiç süphesiz ki Latu's-Sevârî deniz savasidir. Abdullah b. Sa'd'in komutasindaki Islâm donanmasi, iskenderiye açiklarinda Bizans imparatoru Konstantin komutasindaki büyük donanmayla karsi karsiya geldi. Bizanslilarin gemi sayisi hakkinda verilen bilgiler, bes yüz ile sekiz yüz rakami arasinda degismektedir. Islâm donanmasinin sahip oldugu gemi sayisi ise ikiyüz civarindaydi. Yapilan savasta Bizanslilar büyük bir bozguna ugratildi. Konstantin, Sicilya'ya siginmak zorunda kalan (Ibnül-Esir, a.g.e., III,117-118; H.i. Hasan, I, 266-267). Bu zaferden sonra Bizans, müslümanlara karsi olan deniz üstünlügünü kaybetmis, Islam donanmasinin istanbul sularina kadar önüne çikacak bir güç kalmamisti.

Fitnenin ortaya çikisi ve sehadeti

Hz. Osman on iki sene hilâfet makaminda kalmistir. Bunun ilk alti senesi huzur ve güven içerisinde geçmis ve hiç kimse yönetimin uygulamalarindan sikayetçi olmamistir. Kureys, onu Hz. Ömerden daha çok sevmisti. Çünkü Hz. Ömer onlara karsi seriati uygulamada müsamahasiz ve sertti. Hz. Osman ise yaratilisindaki yumusaklik ve hosgörü ile insanlarin serbestçe hareket edebilmelerine imkan saglamisti. Onun bu yapisindan istifade eden eyaletlerdeki bir takim valiler, sorumsuz davranIslar sergilemeye baslamIslardi. Yükselen sikayetleri ani ve kesin kararlarla karsilayamayinca, yavas yavas bir fitne ve kargasa ortaminin olusmasina zemin hazirlanmisti.

Endelüs'ten Hindistan hudutlarina kadar çok genis bir sahayi kaplayan devletin içerisinde, çesitli din ve irklara mensup zimmi statüsünde topluluklar vardi. Bunlar, maglup düstükleri Islâm Devleti'ne karsi her firsati degerlendirerek bas kaldiriyorlardi. Yahudi unsuru ise, Islâm Ümmeti'ni parçalayip yok etmek için Islamin temel prensiplerini hedef almisti. Müslüman oldugunu iddia ederek ortaya çikan bir takim Yahudi asilli kimseler, zuhur eden huzursuzluklari körükleyip fitne alevini her tarafa yaymaya çalisiyorlardi. Bunlardan birisi etkili nifak hareketlerinin ortaya çikmasini saglayan ve tam bir komitaci olan Abdullah Ibn Sebe'dir. Ibn Sebe Yemenli bir yahudidir. O, samimi kimselerin hakli sikayetlerini kullanarak insanlari Hz. Osman'a karsi kiskirtiyordu. Bir taraftan "ric'ati Muhammed" (Muhammed (s.a.s)'in tekrar dönüsü) düsüncesini yaymaya gayret gösterirken, öte taraftan Peygamber'in pesinden hilâfet hakkinin Hz. Ali (r.a)'a ait oldugunu ve bunun da Allah tarafindan belirlenmis bir gerçekten baska bir sey olmadigini yayarak daha sonra ortaya çikacak sia akidesinin temellerini atiyordu. Onun yaydigi düsüncelere göre Ebû Bekir (r.a), Ömer (r.a) ve Osman (r.a), Hz. .Ali (r.a)in hakkini gasbetmIslerdi. O, Küfe, Basra ve samda insanlari kiskirtirken, Ebu Zerr (r.a)in hakli çikIslarini da kendisine malzeme yapmaya ugrasiyordu. (Ibnü'l Esir, Tarih, III,154; H. i. Hasan, age, I, 368-370) Bir zaman sonra, Muhammed b. Ebî Bekr ve Muhammed b. Ebî Huzeyfe de, yapmis oldugu atamalardan dolayi Hz. Osman'i tenkid etmeye basladilar (Ibnül-Esîr. a.g.e., III, 118).

Yolsuzluklarini denetleyememesidir (Suyûtî, 174). Hz. Ali (r.a) bu konudaki sikayetlerini ona ilettiginde o, Hz. Ali'ye söyle diyordu: "Mugire b. su'be'yi Ömer'in vali tayin ettigini bilmez misin?" Hz. Ali: "Biliyorum" deyince o; "O halde neden akrabaligi ve yakinligindan dolayi onu vali tayin ettigim seklinde bir kinamada bulunuyorsun?" diye sormustu. Hz. Ali'nin buna verdigi cevap suydu; "Ömer vali atadigi kimseyi siki bir sekilde kontrol altinda tutardi. En ufak hatalarini görse onlari sorgular ve en siddetli sekilde cezalandirirdi. Sen ise bunu yapmiyorsun" (Ibnül-Esir, a.g.e., III, 152).

Bunun üzerine Hz. Osman, vilayetlerdeki yönetimler hakkinda yapilan dedikodulari ve bunlarin sebeplerini yerinde incelemek üzere müfettIsler tayin etti. Muhammed b. Mesleme'yi Kufe'ye; Usame b. Zeyd'i Basra'ya; Abdullah b. Ömer'i sam'a ve Ammar b. Yasir'i de Misir'a gönderdi. Ammar b. Yasir hariç, digerleri görevlerini tamamlayarak geri dönmüslerdi. Osman (r.a) haksizliklari gidermek, filizlenmeye baslayan ve ümmet için büyük sakincalara sebep olacak olan fitnenin yatistirilmasi için yogun bir gayretin içine girmisti.

O, gelen sikayetleri dikkatle inceliyor, basta Hz. Ali (r.a) olmak üzere Ashab'in ileri gelenleri ile istisarelerde bulunuyordu. Ancak, Misir'dan Medine'ye gelip, Abdullah b. Sa'd b. Ebi Serh'in gayr-i mesru uygulamalarini sikayet eden bir heyetin, dönüslerinde Ibn Ebi Serh'in takibatina ugramalari ve bazilarinin öldürülmesi, olaylarin tirmanmasina sebep olmustu. Bunun üzerine Misir'dan alti yüz kisilik bir topluluk Medine'ye gelerek Mescid-i Nebi'de, namaz vakitlerinde Ebi Serh'in Islediklerini sahabilere sikayet ediyorlardi. Talha Ibn Ubeydullah, Hz. Aise (r.anha) ve Hz. Ali (r.a), Hz. Osman'a giderek, bu insanlarin hakli isteklerini yerine getirmesini ve Abdullah b. Sa'd b. Ebi Serh'i azlederek yargilamasini istediler. Bunun üzerine Hz. Osman, Misirlilar'a kendileri için vali olarak kimi istediklerini sordu. Onlar, Muhammed b. Ebi Bekr'i istediklerini bildirdiler. Osman (r.a), Muhammed b. Ebi Bekr'i vali tayin etti. O, Misir'dan gelenler ve bir grup sahabi ile birlikte Medine'den yola çikti. Medine'den üç günlük bir uzaklikta yol alirlarken devesini, sanki takip ediliyormus gibi hizli sürmeye çalisan bir adam gördüler. Adami yakalayip sorguladiklarinda Ibn Ebi Serh'e bir mesaji yetistirmeye çalistigini anladilar. Ona kim oldugu soruldugunda, bazen Osman (r.a)'in, bazan da Mervan b. Hakem'in kölesi oldugunu söylüyordu. Üzerindeki mektubu açtiklarinda, içinde, "Muhammed b. Ebi Bekr ile falanca falanca... Sana ulastiklarinda onlari öldür" yazildigi ve bunun Hz. Osman'in mührüyle mühürlenmis oldugunu gördüler. Derhal Medine'ye geri dönüp Hz. Osman'in evini kusattilar. Hz. Ali, yanina Muhammed Ibn Mesleme'yi alip Osman (r.a)'in evine gitti. Hz. Ali (r.a) ona, üzerine kendi mührü bulunan bu mektubu kimin kaleme aldigini sordu. Osman (r.a) böyle bir mektup yazmadigini ve yazildigindan da haberi olmadigini söyledi. Muhammed de Osman (r.a)'i dogrulamis ve bu isi düzenleyen kimsenin Mervan oldugunu söylemisti. Yaziyi inceledikleri zaman bunun Mervan b. Hakem'e ait oldugunu anladilar. O esnada Osman (r.a)'in evinde bulunmakta olan Mervan'in kendilerine teslim edilmesini istediler. Hz. Osman (r.a) bunu kabul etmedi. Çünkü onu öldüreceklerinden korkuyordu.

Onun evini kusatan asiler diyalog çagrilarina cevap vermedikleri gibi, suyunu da kesmIslerdi, Hz. Osman'in fitneyi yatistirmak ve haksizliklari gidermek hususunda asilere yaptigi nasihatlerin onlar üzerinde hiç bir tesiri olmamisti. Onlar, Hz. Osman (r.a)'a söyle diyorlardi:

"Biz seni hilafetten azledene veya öldürene yahut da bu yolda ölene kadar bu isten vazgeçecek degiliz. Eger sana sahip çikanlar bize engel olmaya kalkarlarsa onlarla savasiriz". Hz. Osman onlara, Allah'in üzerine yükledigi hilafet görevini asla birakmayacagini ve ölümün kendisine bundan daha sevimli oldugunu bildirmis, ayrica kendini savunmak için kimseye emir vermedigini eklemisti (Ibnül-Esîr, a.g.e., III, 169-170). O, ashaptan, asileri sehirden kovup çikarmak için gelen teklifleri reddediyor, onlardan silah kullanmayacaklarina dair kesin söz vermelerini istiyordu.

Bir gün kendisini kusatan asilerin karsisina çikip: "Ali buralarda mi? Sa'd buralarda mi?" diye sormus, bulunmadiklari cevabini alinca biraz susmus ve söyle demisti: "Bana su saglamasini, Ali'ye bildirecek kimse yok mu?" Bu Hz. Ali'ye ulasinca derhal üç kirba suyu ona göndermisti. Ali (r.a), asilerin Osman (r.a)'i öldürmek istediklerini ögrenince, böyle bir seye meydan vermemek için, iki oglu Hasan ve Hüseyin'e, kiliçlarini alarak gidip Osman'in kapisinda beklemelerini ve içeri kimseyi sokmamalarini söylemisti. Abdullah Ibn Zübeyr de onlara katilmis, diger bir takim sahabiler de çocuklarini oraya göndermIslerdi. Durum çok nazik bir hal almisti. Hz. Osman, ne asilerin haksiz taleplerini kabul ediyor, ne de Medine ve diger bölgelerden gelen, asileri savasarak Medine'den çikarma tekliflerine olumlu cevap veriyordu. O, Peygamber sehri'nde kan dökmek ve fitneyi ilk baslatan kimse olmaktan çekindigi için böyle davraniyordu. Hz. Âise (r.anha)'dan Resulullah (s.a.s)'in söyle söyledigi rivayet edilmektedir: "Ya Osman! Belki Allah sana bir gömlek giydirir, münafiklar senden onu çikarmani istediklerinde onu, bana kavusuncaya kadar sakin çikarma". Hz. Osman, Resulullah (s.a.s)'in bu günler için kendisine bildirdigi seylere uymaya çalisiyordu. O, söyle diyordu: "Resulullah (s.a.s) benimle ahitlesmis oldugu sey üzerinde sabretmekteyim" (Üsdül-gâbe, II, 589; Suyûtî, 170; Ibnü'l-Esîr, III, 175).

Asilerin kendisini öldürmeye kararli oldugunu anladiginda, onlarin böyle bir is Isleyip katillerden olmalarini önlemek için kendilerine bir müslümanin kaninin ancak; zina, kasten adam öldürme ve dinden dönmek sartlari dahilinde helal oldugunu hatirlatiyor ve kendisinin bunlardan hiç birisiyle itham edilemeyecegini anlatip duruyordu

Hz. Ali Bin Ebu Talib (r.a.)

Resulullah'in amcasinin oglu, damadi, dördüncü halife. Babasi Ebû Talib, annesi Kureys'ten Fâtima binti Esed, dedesi Abdulmuttalib'tir. Künyesi Ebu'i Hasan ve Ebû Tûrab (topragin babasi), lâkabi Haydar; ünvani Emîru'l-Mü'minin'dir. Ayrica 'Allah'in Arslani' ünvaniyla da anilir.

Hz. Ali küçük yasindan beri Resulullah'in yaninda büyüdü. On yasinda islâm'i kabul ettigi bilinmektedir. Hz. Hatice'den sonra müslümanligi ilk kabul eden odur. Hz. Peygamber ile Hz. Hatice'yi bir gün ibadet ederken gören Hz. Ali'ye Peygamberimiz sirkin kötülügünü, tevhidin manasini anlattiginda Hz. Ali hemen müslüman olmustu. Mekke döneminde her zaman Resulullah'in yanindaydi. Kâbe'deki putlari kirmasini söyle anlatir: "Bir gün Resul-u Ekrem ile Kâbe'ye gittik. Resul-u Ekrem omuzuma çikmak istedi. Kalkmak istedigim zaman kalkamiyacagimi anladi, omuzumdan indi, beni omuzuna çikardi ve ayaga kalkti. Kendimi istesem ufuklari tutacak saniyordum. Kâbe'nin üzerinde bir put vardi, onu sagdan soldan ittim. Put düstü, parça parça oldu. Resulullah'in omuzlarindan indim. ikimiz geri döndük." (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 384).

Resul-u Ekrem, en yakin akrabasini uyarmak ve hakki teblig etmek hususunda Allah'u Teâlâ'dan emir alinca onlari Safa tepesinde toplayip ilâhî emirleri teblig edince, Kureys müsrikleri onunla alay etmisti. ikinci toplantiyi yapmasini Hz. Ali (r.a.)'ye birakti, Ali de bir ziyafet hazirlayarak Hasimogullarini davet etti. Resulullah yemekten sonra: "Ey Abdülmuttalibogullari, ben özellikle size ve bütün insanlara gönderilmis bulunuyorum.

Içinizden hanginiz benim kardesim ve dostum olarak bana bey'at edecek" dedi. Yalniz Ali (r.a.) kalkti ve orada Resulullah'a onun istedigi sözlerle bey'at etti. Bunun üzerine Resul-u Ekrem, "Kardesimsin ve vezirimsin " diyerek Hz. Ali'yi taltif etti.

Hz. Peygamber hicret etmeden önce elinde bulunan emanetleri, sahiplerine verilmek üzere Ali'ye birakti ve o gece Hz. Ali, Resulullah'in yatagini da yatarak müsrikleri sasirtti. Böylece Hz. Ali, Hz. Peygamber'i öldürmeye gelen müsrikleri oyalayarak onun yerine hayatini tehlikeye atmis, bu suretle Peygamber'e hicreti sirasinda zaman kazandirmistir. Hz. Ali, Peygamberimiz'in kendisine biraktigi emanetleri sahiplerine verdikten sonra Medine'ye hicret etti. Medine'de de Hz. Peygamber'in devamli yaninda bulundu, bütün cihat harekâtlarina katildi, Uhud'da gâzî oldu. Bedir'de sancaktardi. Ayni zamanda kesif kolunun basindaydi; hakim noktalari tesbit ederek Hz. Peygamber'e bildirdi. Bu mevkiler isgal edilerek, Bedir'de önemli bir savas harekâtini basariya ulastirdi. Bedir gazasinin baslamasindan önce, Kureysliler'le teke tek dövüsen üç kisiden biriydi. Bu dögüste, hasmi Velid b. Mugire'yi kilici ile öldürdügü gibi, Hz. Ebû Ubeyde zor durumdayken yardimina kostu ve onun hasmini da öldürdü. Kendisine "Allah'in Arslani" lâkabi ve Bedir ganimetlerinden bir kiliç, bir kalkan ve bir de deve verildi.

Hz. Ali, Bedir savasindan sonra Hz. Peygamber'in kizi Hz. Fâtima ile evlendi. Nikâhini Hz. Peygamber kiydi. O zamana kadar Resulullah'la oturan Hz. Ali nikâhtan sonra ayri bir eve tasindi. Hz. Ali'nin, Hz. Fâtima'dan üç oglu, iki kizi dünyaya geldi. Hicret'in üçüncü yilinda Uhud savasinda, müslüman okçularin hatasi yüzünden müsrikler müslümanlarin üzerine saldirmislar ve Hz. Peygamber de yaralanarak bir hendege düsmüs ve düsman onun öldügünü yaymisti. Halbuki o sirada dögüse dögüse gerileyen Hz. Ali, Hz. Peygamber'in içine düstügü hendege ulasarak, onu korumaya almisti. Iki tarafin da kazanamadigi bu savasta Hz. Ali birçok yerinden yaralanarak gazi oldu.

Uhud savasindan sonra Hz. Ali "Benu Nadr" Yahudilerinin hainlikleri üzerine bu kabile ile yapilan savasi bizzat idare etti. Bütün çarpismalarda Hz. Ali kahramanca dögüsmüs ve müsriklerin en meshur savasçilarini öldürmüstür. Hudeybiye barisinda sulh sartlarinin yazilmasinda o memur edildi. Hz. Ali, sulhnameyi yazmaya söyle basladi: "Bismillâhirrahmânirrahîm . Muhammed Resulullah...." Ancak müsrikler bu ifadeye itiraz ettiler. Hz. Peygamber, "Resulullah" yerine "Muhammed b. Abdullah" yazmasini Hz. Ali'ye söylemis fakat Hz. Ali "Resulullah" ifadesinin yaziminda israr etmistir.

Hz. Ali Mekke'nin fethi sirasinda yine sancaktardi. "Keda" mevkiinden Mekke'ye girdi. Mekke kan dökülmeden fethedildi. Hz. Peygamber ile birlikte Kâbe'deki bütün putlari kirdilar.

Mekke'nin fethinden sonra Resulu Ekrem, Hâlid b. Velid'i Benu Huzeyme kabilesine gönderdi. Bu kabile ya cehaleti, ya da bedevî olmalarindan, "müslüman olduk" anlamindaki "eslemna" kelimesi yerine "sabbena" dedigi için Hâlid b. Velid hiddetlendi ve onlarla harp etti. Hz. Peygamber olayi duyunca çok üzüldü. Hz. Ali'yi bu hatayi telâfi ile görevlendirdi. Hz. Ali Benu Huzeyme'ye giderek öldürülenlerin diyetini ödeyip magdur olanlarin zararlarini telâfi etmisti.

Huneyn gazasinda müslümanlar bir ara bozulup dagildilar. Sayilari binleri buldugu halde içlerinden ancak birkaç kisi sabredip dayanabildi. Hz. Ali bu savasta yalniz sabirla tahammül etmekle kalmayarak gösterdigi yigitlik ve kumandanlikla islâm ordusunun kendi safinda toparlanmasini sagladi.

Resulu Ekrem hicretin 9. yilinda Tebük seferine çikarken Hz. Ali'yi ehl-i beytin muhafazasi için Medine'de birakti, ancak bu sefere katilamadigi için müteessir oldu. Bunun üzerine Resulullah: "Musa'ya göre Harun ne ise, sen bana karsi o olmak istemez misin?" dedi. Ali, bu iltifattan çok memnun oldu.

Berae suresinin ayetleri nazil olunca, Resulullah Hz. Ali'yi Mekke'ye gönderdi. Bu suretle hiçbir müsrikin artik Kâbe-i serîfi bundan sonra haccedemeyecegini bildirdi.

bundan sonra haccedemeyecegini bildirdi. Yemen bölgesinin islâm'a girmesi zordu. Görev yine Ali b. Ebi Talib'e verildi. Hz. Ali "Bu çok güç bir is" dedi. Resulullah da "Ya Rabb, Ali'nin dili tercümani, kalbi hidayet nurunun memba olsun" diye dua edince, Ali, siyah bir bayrak alarak Yemen'e gitti, kisa süren irsadlari sayesinde Yemen'in bütün Hemedan kabilesi müslüman oldu.

Hz. Peygamber'in vefati sirasinda, hücresinde bulunanlarin basinda geliyordu. Hz. Ebu Bekir halife seçildigi sirada Hz. Ali Resulullah'in hücresinde tekfin ile mesgul idi.

Hz. Ömer devrinde devletin bütün hukuk isleriyle ilgilenip adeta islâm devletinin bas kadisi olarak görev yapti. Hz. Ömer'in sehâdeti üzerine yine devlet baskanini seçmekle görevlendirilen alti kisilik sûra heyetinde yer alip, bu alti kisiden en sona kalan iki adaydan biri oldu.

Hz. Osman'in hilâfeti döneminde idarî tutumdan pek memnun olmamakla birlikte islâm devletinin muhtelif vilâyetlerinden gelen sikayetleri hep Hz. Osman'a bildirmis ve ona hâl çareleri teklif etmisti. Hz. Osman'i muhasara edenleri uzlastirmak için elinden gelen gayreti sarfetti.

Hz. Osman'in sehâdetinden sonra islâm'in ileri gelen sahsiyetleri ona bey'at ettiler. Ancak onun bu dönemi Allah'in bir takdiri olarak son derece karisik bir dönem oldu. Hilâfete geçtiginde hâlledilmesi gereken bir çok problemle karsi karsiya kaldi. Bu karisikliklar Cemel ve Siffin gibi iç çatismalari dogurdu. islâm devleti bünyesindeki bu ihtilâflari giderme konusunda büyük fedakârlik ve gayretler gösterdi.

Nihayet, Kûfe'de 40/661 yilinda bir Hârici olan Abdurrahman b. Mülcem tarafindan sabah namazina giderken yaralandi. Bu yaranin etkisiyle sehid oldu.

Hz. Ali devamli olarak Hz. Peygamber (s.a.s.)'in yaninda bulundugu için Tefsir, Hadîs ve Fikihta sahabenin ileri gelenlerindendir. Hatta Resulullah'in tabiri ile "ilim beldesinin kapisi" olarak ümmetin en bilgini idi. Hz. Peygamber yolunda insanlari hakka iletmek için büyük gayretler sarfetmis ve hilâfet dönemi iç karisikliklarla dolu olmasina ragmen islâm'in ögretilmesi ve ögrenilmesi hususunda büyük katkilari olmustu.

Medine'de duruma hakim olup yönetimi tam olarak eline aldiktan sonra ögretim için merkezde bir okul kurdu. Arapça gramerin ögretilmesini Ebu Esved ed-Düeli'ye, Kur'an okutma ve ögretme isini Abdurrahman esSülemi'ye, Tabiî ilimler konusunda ögretmenlik görevini Kümeyl b. Ziyâd'a verdi. Arap edebiyati konusunda çalisma yapmak üzere de Ubade b. esSamit, ve Ömer b. Seleme'yi görevlendirdi. Devlet yönetimi ve hizmetlerini; maliye, ordu, tesrî ve kaza gibi bölümlere ayirarak yürütüyordu. Malî isleri, dagitma ve toplama diye iki kisma ayirmazdi.

Ümmetin malini ümmete dagitirken de son derece titiz davranirdi. Kendisine bir pay ayirma noktasinda gayet dikkatli olup, kimsenin hakkina tecavüz etmemekte de büyük bir örnek idi. Kendisini Kûfe'de görenler, kisin sogugunda ince bir elbisenin altinda tir tir titreyerek camiye gittigini aktarirlar. Devlet yönetici ve memurlarinin nasil davranmalari gerektigi konusunda su yönetmeligi hazirlamisti.

1. Halka karsi daima içinizde sevgi ve nezaket besleyin. Onlara bir canavar gibi davranmayin ve onlari azarlamayin .

2. Müslüman olsun olmasin herkese ayni davranin. Müslümanlar kardesleriniz, müslüman olmayanlar ise sizin gibi bir insandir.

3. Affetmekten utanmayin. Cezalandirmada acele etmeyin. Emriniz altinda bulunanlarin hatalari karsisinda hemen öfkelenip kendinizi kaybetmeyin .

4. Taraf tutmayin, bazi insanlari kayirmayin. Bu tür davranislar sizi zulme ve despotluga çeker.

5. Memurlarinizi seçerken zalim yöneticilere hizmet etmemis ve devletin suçlarindan ve zulümlerinden sorumlu olmamis bulunmalarina dikkat edin.

6. Dogru, dürüst ve nazik kisileri seçin ve çikar ummadan ve korkmadan aci gerçekleri söyleyebilenleri tercih edin.

7. Atamalarda arastirma yapmayi ihmal etmeyin.

8. Haksiz kazanç ve ahlâksizliklara düsmemeleri için memurlariniza yeterince maas ödeyin.

9. Memurlarinizin hareketlerini kontrol edin ve bunun için güvendiginiz samimi kisileri kullanin.

10. Mektuplar ve müracaatlara bizzat kendiniz cevap verin.

11. Halkin güvenini kazanin ve onlarin iyiligini istediginize kendilerini inandirin .

12. Hiç bir zaman vaadinizden ve sözünüzden dönmeyin.

13. Esnaf ve tüccara dikkat edin; onlara gereken önemi gösterin, fakat ihtikâr, karaborsa ve mal yigmalarina izin vermeyin.

14. El islerine yardim edin; çünkü bu yoksullugu azaltir, hayat standardini artirir.

15. Tarimla ugrasanlar devletin servet kaynagidir ve bir servet gibi korunmalidir.

16. Kutsal görevinizin yoksul, sakat ve yetimlere bakmak oldugunu hiç aklinizdan çikarmayin. Memurlariniz onlari incitmesin, onlara kötü davranmasin. Onlara yardim edin, koruyun ve yardiminiza ihtiyaç duyduklari her zaman huzurunuza çikmalarina engel olmayin .

17. Kan dökmekten kaçinin, islâm'in hükümlerine göre öldürülmesi gerekmeyen kimseleri öldürmeyin.

Hz. Ali bütün bu emirleri kendi nefsinde eksiksiz uygulayan bir halifeydi. Bes yillik halifeligi çok önemli olaylarla, savas ve sikintilarla geçmisti. Fitnelere karsi sonuna kadar dogru yoldan sabirla mücadele etmek istedi sonunda sehid oldu.

Hz. Ali Islâm'in bütün güzelliklerine vakifti. Çünkü o, Resulullah'in daima yaninda bulunmustu. Vahiy kâtibiydi, hâfiz, müfessir ve muhaddisti. Hz. Peygamber'den bes yüzden fazla hadis rivayet etti. Ahkâmin nazariyatindan çok amelî keyfiyetine bakardi: "Halka anladiklari hadisleri söyleyiniz. Allah ile Peygamber'in tekzip edilmesini ister misiniz?" (Buhârî, ilim) demistir.

Hz. Ali'nin, Hz. Fâtima'dan Hasan, Hüseyin, Muhsin adli ogullari ve Zeynep, Ümmü Gülsüm adli kizlari oldu.

Hz. Ali âbid, kahraman, cesur, iyilikte yarisan, takva sahibi ve son derece cömertti. Medine'de müslümanlarin durumu düzeldikten sonra, Hz. Ali de bir hizmetçi almaya karar verip, Resulullah'a gitti. Resulullah kiziyla damadinin arasina girerek: "Ben size hizmetçiden daha hayirlisini haber vereyim. Yatarken otuzüç kere Allahü ekber, otuzüç kere Elhamdülillah, otuzüç kere de Subhanallah deyin" buyurdu. Yine bir gün yiyecek çok az yemekleri olan Hz. Ali ile ailesi sofraya oturduklari sirada kapilarina bir dilenci geldi, onlar da yemegi dilenciye verdiler. Ertesi gün gelen bir yetime, üçüncü gün gelen bir esire yemeklerini verdiler. Bu olay üç gün sürdükten sonra su ayet-i kerime indi: "süphesiz en iyiler mizaci kâfur olan bir tastan içerler. Allah'in kullarinin tasira tasira içecegi bir kaynak. Adagi yerine getirirler ve serri yaygin olan bir günden korkarlar. içleri çektigi hâlde yiyecegi, miskine, yetime ve esire yedirirler. 'Biz sizi ancak Allah'in rizasi için doyuruyoruz, sizden bir karsilik ve tesekkür beklemiyoruz. Dogrusu biz oldukça asik suratli zorlu bir günden dolayi Rabbimizdan korkuyoruz' derler. Allah da bu günün serrinden onlari korur. Onlara parlaklik ve sevinç verir." (Insan, 5/11)

Hz. Ali'nin "Zülfikâr" adi verilen meshur bir kilici vardi. Kilicin agzi iki çatalli idi ve Hz. Ali'ye Resulullah tarafindan hediye edilmisti. Hz. Ali'nin cömertligi, insanîligi, Resulullah'a olan yakinligiyla edindigi büyük manevî miras onu yüzyillardir halk inançlarinda destani bir kisilige büründürmüstür. Bir gün onun dört dirhemi vardi. Birini açiktan, birini gizliden birini gündüz, birini de gece infak etti ve hakkinda su ayet-i kerime indi: "Mallarini gece ve gündüz, gizli ve açik olarak infak edenler. Onlar için Rabbleri katinda karsiliklari vardir ve üzülecek de degillerdir." (el-Bakara, 2/274).

Hz. Ali'nin peygamberimizden rivayet ettigi bazi hadis-i serifler: "Günah isleyen biri pisman olur, abdest alir namaz kilar ve günahi için istigfar ederse Allah'u Tealâ Nisâ suresinde 'Biri günah isler veya kendine zulmeder sonra pisman olup Allah'u Teâlâ'ya istigfar ederse Allah'u Teâlâ'yi çok merhametli ve af ve magfiret edici bulur' buyurmaktadir."

"Üzerinde farz namaz borcu olan kimse, kazasini kilmadan nafile kilarsa bos yere zahmet çekmis olur. Bu kimse, kazasini ödemedikçe Allah'u Teâlâ onun nafile namazlarini kabul etmez. "

"Malinizin zekâtini veriniz. Biliniz ki, zekâtini vermeyenlerin bunu vazife kabul etmeyenlerin namazi, orucu, hacci ve cihadi ve imani yoktur. "

Peygamberimiz (s.a.s.) Hz. Ali'ye buyurdu: " Ya Ali, altiyüzbin koyun mu istersin, yahut altiyüzbin altin mi veya altiyüzbin nasihat mi istersin ? " Hz. Ali dedi: "Altiyüzbin nasihat isterim." Peygamberimiz buyurdu: "su alti nasihate uyarsan altiyüzbin nasihata uymus olursun: 1. Herkes nafilelerle mesgul olurken sen farzlari ifa et. Yani farzlardaki rükünleri, vacipleri sünnetleri, müstehaplari ifa et. 2. Herkes dünya ile mesgul olurken sen Allah'u Teâlâ'yi hatirla. islâm'a uygun yasa; islâm'a uygun kazan; islâm'a uygun harca. 3. Herkes birbirinin ayibini arastirirken sen kendi ayiplarini ara. Kendi ayiplarinla mesgul ol. 4. Herkes dünyayi imar ederken sen dinini imar et, zinetlendir. 5. Herkes halka yaklasmak için vasita ararken, halkin rizasini gözetirken sen Hakk'in rizasini gözet; hakka yaklastirici sebep ve vasitalari ara. 6. Herkes çok amel islerken sen amelinin çok olmasina degil, ihlasli olmasina dikkat et."

Hz. Ali buyurdu:

"Kisi dili altinda saklidir. Konusturunuz, kiymetinden neler kaybettigini anlarsiniz."

"Insanin yaslanip Rabbini bildikten sonra ölmesi, küçükken ölüp hesapsiz Cennet'e girmesinden daha hayirlidir. "

"Kul ümidini yalniz Rabbi'ne baglamali ve yalniz günahlari kendini korkutmalidir. "

"Cahil, bilmedigini sormaktan utanmasin. Âlim, içinden çikamayacagi bir meselede en iyisini Allah'u Teâlâ bilir' demekten sakinmasin."

"Sizin için korktugum seylerin en basinda, nefsinin istegine uymak ve uzun emelli olmak gelir. Birincisi hak yoldan alikoyar; ikincisi ise ahireti unutturur. "

"Amellerin en zoru üçtür. Bunlar; nefsin hakkini verebilmek, her halde Allah'u Teâlâ'yi hatirlayabilmek, kardesine bol bol ikramda bulunabilmektir. "

"Takva, hataya devami birakmak; aldanmamaktir . "

"Kalpler, kaplara benzer. Hayirli olani, hayirla dolu olanidir."

"Bana bir harf ögretenin kölesi olurum. "

Hz. Ali bu ümmetin en ileri gelenlerinden biri olarak isllâm'in bize kadar gelmesinde büyük rolü olan sahabelerdendir .

Abdurrahman Bin Avf (590 - 32/652) (r.a.)

(590 ? - 32/652)

Rasûlullah'in hayatta iken Cennetle müjdeledigi on sahâbîden ve Ilk müslümanlardan biri. Kureys* kabîlesinin Zühreogullarindan Hâris'in oglu olup Câhiliyye* devrinde asil adi Abdulkâ'be veya baska bir görüse göre Abdu Amr idi.

Hz. Peygamber (s.a.s.)'in Erkam'in evindeki faaliyetlerine basladigi günlerde Islâm'a giren Abdurrahman'a bu ismi Rasûlullah vermistir. Ebû Muhammed künyesi ile taninan Abdurrahman'in annesi Sifâ binti Avf b. Adi'l-Hâris b. Zühre b. Kilâb idi. Rivâyete göre Abdurrahman 'Fil Olayi'ndan yaklasik yirmi yil sonra dünyaya gelmisti.

Abdurrahman b. Avf (r.a.) Ilk müslümanlardan olmasindan dolayi Kureys'in zâlim tutumuna dayanamayan ashâb ile birlikte Habesistan'a yapilan Iki hicrete de katIlmisti. Nihayet Rasûlullah, ashâbi Medine'ye hicret etmeye tesvik edince, o da diger ashâb ile birlikte hicret etmisti. Hz. Peygamber (s.a.s.) Medine'de Ensâr ile Muhâcirler arasinda kardeslikler ilân edince Abdurrahman b. Avf ile Ensâr'dan Sa'd b. Rabî'i kardes ilân etmisti

Ensâr'in ileri gelenlerinden Sa'd b. Rabî' 'Din kardesi' Abdurrahman'a sunlari söylemisti:

"Benim bir hayli malim vardir. Bunun yarisini sana veriyorum. Ayrica Iki esim vardir. Bunlardan birini bosayacagim, iddeti bitince onu nikâhlarsin." Bu büyük âlicenaplik karsisinda Abdurrahman b. Avf kardesine sunlari söylüyordu:

"Cenâb-i Allah malini ve aileni sana mübarek eylesin. Senin bu davranisina karsi Allah ecrini versin. Sen yalniz bana çarsinin yolunu göster, benim için yeterlidir."

Abdurrahman b. Avf (r.a.) ticaret hayatini çok iyi bilen Kureys içinde büyüdügü için bu isin tam bir uzmani olarak Medine çarsisinda alisverise baslamis ve Allah ona büyük servet vermisti. Abdurrahman bu ticârî hayatini söyle anlatir:

"Cenâb-i Allah bana öyle bir nimet verdi ki, bir tasi bile bir yerden kaldirip baska yere koydugumda sanki altin oluveriyordu."

Abdurrahman b. Avf (r.a.) Hz. Peygamber (s.a.s.)'in bütün gazvelerine katIlmis ve Ilk Islâm cihad hareketinden en güzel sekilde nasibini almisti.

Ashâbtan Mugîre b. Su'be (r.a.)' den rivâyet edildigine göre Hz. Peygamber (s.a.s.) çiktigi gazvelerin birinde yolda konaklamisken Ashâb'in bulundugu yerden biraz uzak bir noktaya çekilip hâcetini defederek abdest alip döndü. Rasûlullah ashâbinin yanina vardiginda ashâb Abdurrahman b. Avf'in arkasinda namaza durmustu. Mugîre hemen gidip Abdurrahman'a Rasûlullah'in geldigini haber vermek Istediyse de Rasûlullah buna engel olmus ve Abdurrahman'in arkasinda namazini kIlmisti. Böylece Hz. Peygamber'in Ilk defa arkasinda namaz kildigi kisi Abdurrahman b. Avf olmustur. Daha sonra da bilindigi gibi Rasûlullah hastaligi sirasinda Hz. Ebu Bekr'in arkasinda namaz kIlmisti.

Ibn Sa'd Tabakâtu'l-Kübrâ adli eserinde bu seferin Tebük seferi oldugunu kaydetmektedir (Ibn Sa'd Tabakât, 111, 129).

Rasûlullah (s.a.s.) Abdurrahman b. Avf'i ashâbtan yediyüz kisilik bir askerî kuvvetle H. 6 (M. 628) yili Sa'ban ayinda Dûmetu'l-Cendel'e* göndermisti. Abdurrahman, Hristiyanlarin hüküm sürdügü bu bölgeye gelip onlari Islâm'a davet etmis, büyük bir kismi buna yanasmadigi halde bölgenin ileri gelen kabile reIsleri nden el-Asbag b. Amr el-Kelbî Hristiyanken Islâm'a girmisti. Abdurrahman da el-Asbag'in kizi Tumâzar ile evlenmis ve ondan oglu Ebû Seleme dünyaya gelmisti.

Yine Ibn Sa'd'in ifâdesine göre Hz. Peygamber ashâb içinde ipek giymeyi yalniz Abdurrahman'a müsaade etmisti. Zira Abdurrahman b. Avf'in vücudunda bir kasinti (cüzzam olma ihtimali) vardi.

Hz. Peygamber'in vefatindan sonra bir gün Medine'de bir heyecan ve kalabalik meydana gelmisti. Bunun sebebini soran Hz. Âise (r.an)'ya Abdurrahman b. Avf'in kervaninin sehre yaklastigi söylenince Hz. Âise söyle demisti:

"Rasûlullah (s.a.s.) söyle buyurmustu: "Abdurrahman sirattan geçerken düser gibi oldu ama düsmedi." Hz. Âise'nin bu sözlerini haber alan Abdurrahman besyüz deve oldugu söylenen bu kervanini sirtindaki yüklerle birlikte tamamen Allah rizasi için bagIslâmisti. Develerin sirtindaki mallarin develerden çok daha degerli oldugu kaydedIlmektedir. Ashâbin en cömertlerinden biri oldugu bilinen Abdurrahman b. Avf'in birçok gazvede ve özellikle Tebük gazvesinde Allah yolunda büyük infâklarda bulundugu bilinmektedir.

Ayrica Hz. Peygamber'in vefatindan sonra Nâdirogullari* mahallesinde sahip oldugu arazisini kirkbin dinâra satarak Rasûlullah'in zevcelerine dagitmisti. Hz. Âise'ye payi getirildiginde bunu kimin gönderdigini sormus, Abdurrahman b. Avf'in gönderdigi söylenince söyle demisti: "Hz. Peygamber (s.a.s.), "Benden sonra Allah'in sabirli kullari size karsi sefkatli davranacaktir. Allah, Abdurrahman b. Avf'a Cennet pinarlarindan kana kana içmeyi nasip etsin" buyurmustu."

Hz. Ebû Bekir vefatindan önce hilâfete Ömer b. el-Hattab'in geçmesi hususunda Abdurrahman'in görüsünü sormus o da söyle demisti: "Ömer senin düsündügünden daha iyidir. Fakat otoriterligi fazladir." Hz. Ebû Bekir de söyle karsilik vermisti: "Ömer'in sertligi benim yumusakligimdan kaynaklaniyor. Isleri üzerine alirsa bu sertligi kaybolur. Bir gün ben adamin birine çok kizmistim. Ömer ise çok yumusak davranmisti. Ben yumusak davransam o çok sertlesiyor."

Hz. Ömer'in hilâfeti sirasinda büyüyen devlet ve genisleyen sinirlar karsisinda Isleri n daha rahat çözülmesi için olusturulan devlet sûrâsinda Abdurrahman b. Avf'in önemli bir yer aldigini görüyoruz. Yeni fethedilen Irak arazisinin gaziler arasinda paylasIlmasi veya devlete birakIlmasi hususunda ortaya çikan Iki görüs vardi. Hz. Ömer ashâbin diger ileri gelenleriyle birlikte bu topraklarin paylasIlmamasindan yana iken Abdurrahman b. Avf, Bilâl-i Habesi* ile birlikte buna muhalif olup fethedilen yerlerin paylasIlmasindan yana idiler.

Hz. Ömer sehid edildiginde yarim kalan namazin tamamlanmasi için Abdurrahman görevlendirIlmisti. Nihayet Hz. Ömer'in tedâvî edIlmesinin zor oldugu ve ecelinin yaklastigi anlasilinca yeni seçilecek halîfenin belirlenmesi için kurulan 'sûrâ'da Abdurrahman b. Avf da yer almisti. Sûrâda bulunanlardan Zübeyr b. Avvâm, Talha b. Ubeydullah ve Sa'd b. Ebi Vakkas haklarindan ferâgât edince Sûrâda halîfe adayi olarak üç kisi kalmisti. Hz. Ali, Hz. Osman ve Abdurrahman b. Avf. Abdurrahman da bu husustaki hakkindan ferâgât edince adaylar Ikiye düsmüstü. Abdurrahman bu hususta ashâbin ileri gelenleriyle uzun görüsmeler yapmis ve Hz. Ali ve Hz. Osman'dan karara uyacaklarina dair kesin söz aldiktan sonra bu konudaki kanaat ve karan Hz. Osman'a bey'atin yararli olacagi hususunda toplaninca, hilâfete Hz. Osman getirIlmisti.

Abdurrahman b. Avf (r.a.) artik bir hayli yaslaninca Hz. Osman devrinde çok sâkin bir hayat yasamis ve nihayet hicretin 32. yilinda Medine'de vefat etmisti.

Cenaze namazini Hz. Osman kildirmis, onu kabrine götürürken Hz. Ali söyle demisti: "Ey Avf'in oglu! Güle güle ebedî hayata git. Sen bu fânî hayatin en güzel günlerini gördün. Bu revnakli hayat bulanmadan Âhirete göçüyorsun" Sa'd b. Ebi Vakkâs da onun cenazesini tasirken: "Ey koca dag" diyerek Abdurrahman'in seciyesindeki saglamlik ve metâneti ifâde etmisti. Abdurrahman, el-Bakî'de medfundur.

Medine'de vefat ettigi kesin olarak bilindigi halde Siirt ili Pervari ilçesi yakininda bir mezarin ona izafet edIlmesi halkin yakistirmasindan baska bir sey degildir.

Abdurrahman b Avf Hz. Peygamber (s.a.s.)'den çok hadis duymus fakat titizliginden dolayi bunlarin hepsini nakletmekten çekinmistir. Hadis mecmualarinda ondan altmisbes kadar hadis nakledIlmektedir. Hz. Peygamber'in vefatindan sonra söz konusu olan mirasinin mirasçilara taksim edilemeyecegine dair Hz. Ebû Bekir'in rivâyet ettigi hadisi kendisi de aynen rivâyet etmisti. Ayni sekilde Suriye ve civarinda çikan vebâ hastaligi ile ilgili alinan 'tedbir'e dair hadisi Abdurrahman (r.a.) rivâyet etmisti:

"Bir yerde vebâ oldugunu haber alirsaniz oraya gitmeyin. Vebâ sizin bulundugunuz yerde olursa ondan kaçmak için de oradan baska yere gitmeyiniz. " (Buharî, Tip 3, Müslim, Selâm, 92, 93, 98, 100).

Ebu Ubeyde Bin el-Cerrah (r.a.)

Emînü'l-Ümme lâkabiyla anilan, ilk müslümanlardan ve asere-i mübessere 'den olan sahâbî. Asil adi Amir b. Abdullah b. el-Cerrâh'tir. Kureys kabîlesinin Fihrogullari'ndandir. Nesebi, Rasûlullah'in nesebiyle dedelerinden Fihr'de birlesir (Ibn Sa'd, et-Tabakat, III, 297; Ibnül-Esir, Üsdü'l-Gâbe, III, 84).

Ebû Ubeyde, Hz. Ebû Bekir'in dâvetiyle veya Osman b. Maz'un baskanliginda arkadaslariyla Rasûlullah'a giderek müslüman olmustur (Ibn Sa'd, et-Tabakat, III, 298). Habesistan'a göç edenler arasinda ikinci kafiledendir. Medine'de Rasûlullah onunla Sa'd b. Muaz'i kardes ilân etmistir (Ibn Hacer, el-Isâbe, IV, 111). Ebû Ubeyde, kahramanligiyla tanindigi kadar, "Eminü'l-Ümme (ümmetin emini)" lâkabiyla meshur olmustur. Rasûlullah onun için: ''Her ümmetin bir emini vardir, bu ümmetin emini Ebû Ubeyde b. el-Cerrah'tir" buyurmustur (Müslim, VII, 127; Ibn Mâce, I, 136). Esasinda Rasûlullah'in bütün ashâbi emanet ve âdillikte esittir: ancak bir vasfin her insanda ayni derecede inkisaf etmeyecegi tabîidir. Iste Hz. Peygamber, emîn olma vasfinin ashâbi içinde en fazla Ebû Ubeyde'de temayüz ettigini bunun için belirtmistir. Ibn Hibbân, Enes b. Mâlik'ten rivâyet ettigine göre, Rasûlullah, "Ümmetimin en merhametlisi Ebû Bekir, en siddetlisi Ömer, en hayalisi Osman en helâl ve harami bileni Muaz b. Cebel, ferâizi en iyi bilen Zeyd b. Sâbit, en düzgün Kur'ân okuyani Übeyy b. Ka'b, en emîni Ebû Ubeyde'dir" buyurmustur.

Ebû Ubeyde de diger büyük sahâbîler gibi bütün gazalara katilmistir. Bedir gazasinda müsriklerin safinda çarpisan ve kâfir olan babasi Abdullah'la karsilasmis ve onu öldürmüstür. Islâm akîdesinin ilk yayginlastigi dönemlerde buna benzer olaylar çoktur. Meselâ, Hz. Ebû Bekir oglu ile, Mus'ab b. Umeyr kardesi ile, Hz. Ömer dayisi ile çarpismistir. Kur'ân-i Kerîm'de söyle buyurulur: "Allah'a ve âhiret gününe îman eden hiçbir kavmi, babalari, ogullari, kardesleri, hisim ve akrabalari olsalar bile Allah ve Rasûlüne meydan okumaya kalkisanlara sevgi besler bulamazsin. Iste Allah onlarin kalplerine iman yazmis ve kendilerini tarafindan bir ruh ile desteklemistir. Onlari, altlarinda irmaklar akan Cennetlere koyar ve orada ebedî kalirlar. Öyle ki, Allah onlardan onlar da Allah'tan hosnutturlar. Iste bunlar Allah taraftaridirlar. Iyi bilin ki, Allah taraftarlari hep kurtulusa erenlerdir" (el-Mücâdele, 58/22).

Ebû Ubeyde, Uhud savasinda Rasûlullah'in yüzüne batan migfer parçalarini disleriyle çekerken ön disleri kirilmis, Hendek'te, Benû Kureyza'da, Ridvan Beyatinde Hudeybiye'de, Hayber'de, en cesur savasçilardan biri olmustur (Ibn Sa'd, et-Tabakat, I, 298). Câbir (r.a.)'in naklettigine göre Ebû Ubeyde kumandanliginda kesfe gönderilen sahâbe birliginin bir dagarcik hurmasi bulunmakta; bütün gün onlar bir hurmâ ile idare etmekte veya agaç yapraklarini suyla islatarak açliklarini yatistirmaya çalismaktadirlar. Arapça'da bu yapraklara habat denildiginden, ona izâfeten Habat gazasi diye geçen bu olayda, üçyüz kisilik birlik, sâhile vardiktan sonra büyük bir balik ile karinlarini doyurmuslardir (Buhâri, Bâb-i Gazveti Seyfü'l Bahr, Tecrid-i Sarîh Tercümesi, X, 364-367).

Bu örnek olay, sahâbenin hangi zor sartlar ve yokluk altinda ilâyi kelimetullah için cihada çiktigina sadece bir tek örnektir. Yine Ebû Ubeyde'nin sahsinda, kumandanlik için nefsi tezkiye etmenin ve Rasûlullah'a kesin itaatin bir örnegini görmek mümkündür: "Rasûlullah, Beliy ve Üzre kabilelerine Amr b. el-Âs'i bir grup sahâbînin basinda kumandan olarak gönderdi. Amr'in validesi Beliy kabilesindendi. Amr, Cüzam mevkiinde "Zâtü's-Selâsil" denilen bir yerde durmus, ilerleyememis ve Rasûlullahttan yardim istemistir. Rasûlullah, içlerinde Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'in de bulundugu bir birligi Ebû Ubeyde kumandanliginda Amr'a yardima göndermistir. Ebû Ubeyde'ye: "Amr b. el-As ile aranizda ihtilâf çikmasin" diye de tenbih etmistir. Hakikaten Amr ile karsilastiginda Ebû Ubeyde, Amr'in kumandanlik hususunda bencil davrandigini görünce: "Allah Rasûlü bana 'Amr ile ihtilâf çikarma' dedi; onun için sen beni dinlemezsen, ben seni dinlerim" demistir. Ebû Ubeyde kumandanliga daha lâyik olmasina ragmen bu büyük davranisi göstermistir (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 196).

Ebû Ubeyde hicrî 9. yilda Rasûlullah tarafindan "Eminü'l-Ümme" diye övülerek, Necran hristiyanlarindan cizye almaya memur edildi. Rasûlullah Necran hiristiyanlarini Medine'ye çagirarak onlari Islâm'a dâvet etti; ancak hristiyanlar, Islâm'i kabul etmeyip sadece cizye verebileceklerini, bunu da almasi için "güvenilir" birini memur etmesini Rasûlullah'tan istediler, Rasûlullah da, "Size hakkiyla emîn bir adam gönderecegim" diyerek Ebû Ubeyde'yi gönderdi. Rasûlullah, Bahreyn ile sulh yaptiktan sonra onlardan toplanacak cizye'yi almaya da Ebû Ubeyde'yi görevlendirdi.

Ebû Ubeyde, Mekke fethinde, Taif muhasarasinda, Vedâ Hacci'nda hep Rasûlullah'in yaninda bulunmustur. Rasûlullah'in vefâtindan sonra meydana gelen Benû Saîde sakifesi olayinda Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Ebû Ubeyde birlikte hareket etmislerdir. Hz. Ebû Bekir, Ebû Ubeyde'nin elinden ve Hz. Ömer'in elinden tutarak ortalarinda durmus, sahâbeye bu iki zattan birisine bey'at etmelerini söylemis; bu sözlerin hemen ardindan Hz. Ömer, Hz. Ebû Bekir'e bey'at edince, Ebû Ubeyde de Ebû Bekir'e bey'at etmistir. Ebû Bekir, vefât ederken bu olayi animsatmis ve, "Benû Saide sakifesinde Hz. Ömer'i halifelige, Ebû Ubeyde'yi vezirlige lâyik gördügünü" söylemistir (Taberî, Târih, III, 430).

Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh, Hz. Ebû Bekir'in hilâfetinden itibaren Hz. Ömer zamaninda cihad hareketinde Suriye bölgesindeki fetihlere katildi ve kumandan olarak yer aldi. Ayrica o, Bisan, Taberiye, Baalbek, Humus, Hama, Seyre, Maarra, Lazkiye, Antarius, Banyas, Selemiye, Halep, Antakya, Menbic, Delul fetihlerinde bulunmustur.

634 yilinda (H. 13), Humus'ta Roma Imparatoru Herakleius'un muazzam ordusuna karsi Ebû Ubeyde, Yezid b. Ebî Süfyan, Surahbil, Amr b. el-Âs ve Halid b. Velid gibi kumandanlarin ordulari birleserek Ecnâdin'de savastilar. Müslümanlar üç bin sehid vererek burayi fethettiler. Suriye'nin en mühim ticaret merkezi olan Sam'i kusattiklarinda Ebû Ubeyde Câbiye kapisindan sehre saldirdi. Halid b. Velid Sam'in kendi tarafindaki bölümünü çarpisarak ele geçirirken, Ebû Ubeyde kendi bölgesini sulh ile ele geçirdi ve hristiyanlarla yapilan sulh antlasmasi bütün sehre sâmil kilindi. 635 yilinda Fahl savasi vuku buldu. Roma ordusu müslümanlarin sayica üç-dört misliydi. Iki ordu çarpismadan önce Romalilarin özel elçisi müslümanlarin karargahina gelip sulh sartlarini görüsmek istedi. Elçi, burada Ebû Ubeyde'yi komutan olarak büyük bir ihtisam içinde biri saniyordu. Ancak her tarafta birbirine benzer insanlar ve diger askerlerden farki olmayan Ebû Ubeyde'yi görünce çok sasirdi. Ebû Ubeyde, elçinin, Roma topraklarini terkederlerse askerlerine altin verme teklifini reddetti. Iki ordu çarpisti ve müslümanlar Romalilari yenilgiye ugrattilar. 635 yilinda Suriye'nin tarihî sehri Humus fethedildi. Ebû Ubeyde birçok yerleri sulh ile ele geçirip Antakya'ya yönelmisken halife Hz. Ömer'in emriyle askerlerini durdurdu ve Humus'ta yerlesti. 636'da Herakleios Roma, Istanbul, el-Cezire, Ermenistan gibi Roma vilâyetlerinden gelen askerlerle büyük bir ordu topladi ve Suriye'ye hareket etti. Ebû Ubeyde Humus ve diger fethedilen yerlerdeki kumandanlara mektup yazarak toplanan cizyelerin iâde edilmesini, geri çekileceklerini bildirdi (Ebd Yûsuf, Kitâbu'l-Harac, 81). Daha sonra Sam'a gitti ve daginik Islâm ordularini toplamak amaciyla Yermük'te karargah kurdu. Hz. Ömer'e sür'atle haber yolladi; Roma ordusunun âdeta yagarak üzerlerine geldigini bildirdi ve âcil yardim göndermesini istedi. Yardim için vakit yoktu; Hz. Ömer cevabinda, "Onlari yeneceginize inaniyoruz" diyordu. Amr b. el-Âs da Ürdün'den Yermük'e gelince müslümanlarin maneviyatlari kuvvetlendi. Yermük'e çok yaklasan Roma ordusundan bir elçi aksam namazi kilinirken geldigi zaman Ebû Ubeyde'ye sordu: "Hz. Isa için ne düsünürsünüz?" Ebu Ubeyde su cevabi verdi: Allah buyurur ki: "Ey ehl-i kitap, dininizde taskinlik etmeyin. Allah hakkinda ancak gerçegi söyleyin. Meryem oglu Isa Mesih Allah'in peygamberidir. Ayni zamanda Meryem'e ulastirdigi kelimesi ve kendinden bir ruhtur. Allah'a ve peygamberlerine inanin, "üçtür" demeyin, vazgeçin, bu hayrinizadir. Allah ancak bir tektir. Çocugu olmaktan münezzehtir, göklerde uçanlar da yerde olanlar da O'nundur" (en-Nisâ, 4/1 71). Romali elçi bu âyeti duyunca kelime-i sehâdet getirdi ve müslümanlara katildi. Yermük savasinda müslümanlar inançlariyla dev gibi Roma ordusunu korkunç bir yenilgiye ugratti.

Herakleios artik bu yenilgiden sonra Antakya'yi terketti ve Istanbul'a giderken meshur "Elveda Suriye" sözünü söyledi.

Ebû Ubeyde tekrar Humus'a döndü. Kinnesrin, Halep, Antakya Islâm hakimiyeti altina alindi. Halid b. Velid Maras'i fethetti. Nihayet Kudüs 637 tarihinde kusatildiginda Kudüs halki ve din adamlari sehri, Hz. Ömer'e teslim etmek istediklerini söylediler. Hz. Ömer Cabiye'ye gelerek onlarla antlasma imzaladi. 638 yilinda Halid b. Velid'i baskumandanliktan azleden Hz. Ömer yerine Ebû Ubeyde'yi tayin etti. Bu sirada Rumlar tekrar yeni bir orduyla saldirdilar. Ebû Ubeyde komutasindaki Islâm ordusu Rumlari Humus'ta bir defa daha yenilgiye ugratti. Ebû Ubeyde, Sam ve çevresinin fütuhâti tamamlandiktan sonra "Sam emiri, adaleti" deyimiyle Rumlar arasinda bile hayirla anilmistir. Hicretin 18. yilinda Hicaz bölgesinde kitlik basgösterince Ebû Ubeyde Medine'ye büyük miktarda yiyecek yardimi gönderdi. Ayni yil, veya 17. yilin sonlarinda- Suriye, Misir ve Irak'i Amvas (Amevas) Tâunu diye tarihe geçen veba salgini istilâ etmis, birçok sahâbî bu salginda vefât etmisti. Ebû Ubeyde de, Hz. Ömer'in Sam'dan ayrilmasi israrlarina ragmen sehirde kalmis ve vebaya yakalanmistir. Yerine Muâz b. Cebel'i birakan Ebû Ubeyde söyle vasiyette bulundu: "Size bir vasiyyetim var. Onu kabul ederseniz hayra erersiniz: Namazinizi kilin, orucunuzu tutun, sadakanizi verin, haccinizi ifâ edin, birbirinizi gözetin, emirlerinize itaat edin ve onlari aldatmayin. Dünya sizi aldatmasin. Bir insan bin sene de yasasa âkibet su neticeye varir: Allah insanlarin alnina ölümü yazmistir, onun için hepsi ölürler. Insanlarin en akillisi Allah'a en çok itaat eden, âhiret için çok çalisandir. Hepinize Allah'in selâm ve rahmetini, lütûf ve bereketini niyâz ederim. Haydi Muâz! Cemaate namaz kildir." Ebû Ubeyde'nin kabri Sam'da Anta köyü civarinda Gavr Beysan'dadir. Tarihçilerin nakline göre Hz. Ömer ve ashâb salgin yerine gelip durumu gördükten sonra hemen oradan ayrilmak istemisler, Ebû Ubeyde Ömer'e, "Ya Ömer, Allah'in kaderinden mi kaçiyorsun?" demis, Ömer de, "Evet, Allah'in kazâsindan kaderine kaçiyorum" demistir.

Ebu Ubeyde, züht ve takvâ sahibi, "ümmetin emîni", cesur, savasçi, adaletle hükmeden, itaatkâr bir sahâbîdir. Diger birçok sahâbî gibi o da, fütuhat sonunda ele geçirilen mal ve mülke ragbet etmeyerek sade bir hayat sürdü. Hz. Ömer onun odasinin esyasiz bir keçe, bir kirba, birkaç lokma yiyecekten ibaret oldugunu görünce aglamis ve, "Dünya herkesi degistirdi, yalniz seni degistiremedi" demistir. Yine Ömer, "Allah'a hamdolsun, müslümanlar içinde böyle insanlar var..." diye onu övmüstür. Ebû Ubeyde, bir müslümanin kendisine iltica eden birini himaye edebilecegini söylemistir (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 195). Asere-i Mübessere denilen, cennetle müjdelenmis on kisiden biri olan Ebû Ubeyde, Rasûlullah ile devamli birlikte oldugu halde ondan çok az hadis rivâyet etmistir. Orta boylu, zayif, güzel yüzlü, zekî, merhametli diye anilan bu sahâbî, Sam emiri iken, bütün Sam halki onun âdil bir yönetici oldugunda ittifak etmistir. Onun az hadis rivâyet etmesi, tipki Ebû Bekir, Zübeyr b. el-Avvâm, Abbâs b. Abdülmuttalib gibi birçok büyük sahâbî -Mukillin- gibi, Rasûlullah'in mâiyetinde bulunmalarina ve onun vefâtindan sonra yasamalarina ragmen, hadis rivâyeti hususunda çok titiz, bunun büyük bir sorumluluk oldugunun bilincinde oldugundan kaynaklaniyordu. Ebu Ubeyde Rasûlullah'tan ondört hadis rivâyet etmistir (Ahmed Naîm, Tecrid-i Sarîh Tercümesi, Mukaddime, 1, 60). Bu Mukillin ashâb, sünnetin birer uygulayicisi, canli birer numûnesi olduklarindan, sünneti yasamaya daha ziyade önem vermisler, sünneti "anlatma"yi ise baska sahâbîlere birakmislârdir. Ebû Ubeyde'nin râvileri arasinda Câbir, Ebû Ümâme, Abdurrahman b. Ganem bulunmaktadir.

Sa'd Bin Ebi Vakkas (r.a.)

Sa'd b. Ebî Vakkas Malik b. Vuheyb b. Abdi Menaf b. Zühre. Babasi Malik b. Vuheyb'dir. Malik'in künyesi Ebî Vakkas olup, Sa'd bu künyeye nisbetle Ibn Ebî Vakkas olarak çagrilirdi. Rasûlüllah (s.a.s)'in annesi Zuhreogullarindan oldugu için, anne tarafindan da nesebi Rasûlüllah (s.a.s) ile birlesmektedir. Sa'd'in annesi Hamene binti Süfyan b. Ümeyye'dir. Sa'd (r.a), Ilk iman edenlerden biridir. Kendisinden yapilan rivayetlere göre o Islâmi üçüncü kabul eden kimsedir. Ancak, Hz. Hatice, Hz. Ebu Bekr, Hz. Ali ve Zeyd b. Harise'den sonra müslüman olmussa besinci müslüman olmus oluyor. Sa'd (r.a), müslüman oldugu gün henüz namazin farz kilinmamis oldugunu ve o zaman on yedi yasinda bulundugunu söylemektedir (Ibn Sa'd, Tabakâtül-Kübrâ, Beyrut (t.y), III, 139).

Sa'd (r.a) Islâma girisine sebep olan olayi söyle anlatir: "Müslüman olmadan önce rüyamda kendimi hiç bir seyi göremedigim karanlik bir yerde gördüm. Bu arada ay dogdu ve ben onun aydinligina tabi oldum. Benden önce bu aya kimlerin uymus olduguna bakiyordum. Onlar, Zeyd b. Harise, Ali b. Ebî Talib ve Ebû Bekir'di. Onlara ne kadar zamandan beri burada olduklarini sordugumda, onlar; "Bir saat kadardir" dediler. Arastirdigimda ögrendim ki, Rasûlüllah (s.a.s) gizlice Islâm'a davette bulunmaktadir. Ona Ecyad tepesi taraflarinda rastladim. Ikindi namazini kiliyordu. Orada Islâmi kabul ettim. Benden önce bu kimselerden baskasi imân etmemisti" (Ibnül-Esir, Üsdül-Gâbe, II, 368).

Sa'd'in müslüman oldugunu ögrenen annesi, buna çok üzülmüs ve oglunu atalarinin dinine döndürebIlmek için çareler aramaya baslamisti. Sa'd'a, eger girdigi dinden dönmezse, yemeyip içmeyecegine dair yemin etmisti. Sa'd, annesine, bunu yapmamasini, çünkü dininden dönmeyecegini söyledi. Yeminini uygulamaya koyan annesi, bir zaman sonra açlik ve susuzluktan bayIlmisti. Ayildiginda Sa'd ona; "Senin bin tane canin olsa ve bunlari bir bir versen, ben yine de dinimden dönmeyecegim" demisti. Onun kararliligini gören annesi yemininden vazgeçmisti (Üsdül-Gabe, ayni yer). Sa'd (r.a) annesine çok düskündü ve ona bir zarar gelmesini asla kabul edemezdi. Ancak imanla alakali bir konuda Rabbine isyan edip baskalarinin heva ve heveslerine de tabi olamazdi. Sa'd (r.a) ve benzerlerinin karsilasacagi bu gibi durumlari çözümlemek ve iman edenleri rahatlatmak için Allah Teâlâ su âyet-i kerimeyi göndermisti: "Bununla beraber eger, hakkinda bilgi sahibi olmadigin bir seyi bana ortak kosmak için seninle ugrasirlarsa, o zaman onlara itaat etme. Dünya Isleri nde onlara iyi davran..." (Lokman, 31 / 15).

Sa'd (r.a), Medine'ye hicrete kadar Mekke'de kalmistir. Dolayisiyla müsrikler tarafindan ugradiklari bütün saldiri ve iskencelere diger müslümanlarla birlikte Mekke dönemi boyunca muhatab oldugu muhakkaktir. Mekke'de müslümanlar, Mekke zorbalarinin saldirilarindan emin olmak için Ibâdetlerini gizli ve tenha yerlerde ifa ediyorlardi. Bir gün Sa'd (r.a) arkadaslariyla birlikte Ibâdet ederlerken müsriklerden bir grup onlara satasarak Islâmla alay etmisler ve onlara saldirmislardi. Sa'd eline geçirdigi bir deve sirt kemigini alip müsriklere karsilik vermis ve onlardan birini yaralayarak kanlar içerisinde birakmisti. Iste Islâm'da Allah için Ilk akitilan kan budur (Üsdü'l-Gâbe, II, 367).

Sa'd (r.a) kardesi Ümeyr (r.a) ile Medine'ye hicret ettigi zaman, kan davasi yüzünden Mekke'den kaçip buraya yerlesmis olan diger kardesleri Utbe'nin evinde kalmaya baslamislardi. Muahat olayinda Rasûlüllah (s.a.s), Sa'd'i Mus'ab b. Umeyr ile kardes ilân etmisti. Baska bir rivayete göre de kardes ilân edildigi kimse Sa'd b. Mu'az'dir (Ibn Sa'd, a.g.e., III, 139-140).

Medine'ye hicretle birlikte Islâm devlet olmus ve kendini tehdit eden güçlere karsi askerî faaliyetler baslamisti. Bu çerçevede Mekke kervanlarina yönelik askerî birlikler (seriyye) sevkediliyordu. Ilk seriyye, Hicretin yedinci ayinda Mekke kervaninin yolunu kesmek için otuz kisiden olusan Hz. Hamza komutasindaki seriyyedir. Sa'd (r.a)'da bu Ilk askerî birlige katilanlardandir (Ibn Sad, ayni yer) Bir ay sonra Ubeyde b. Haris komutasinda gönderilen seriyye Kureys kervaniyla karsilastiginda Ilk oku Sad b. Ebi Vakkas (r.a) atarak çatismayi baslatmisti. Mekke'de Allah yolunda Ilk kan akitan kimse olma serefi Sa'd (r.a)'a ait oldugu gibi, yine Allah yolunda Ilk ok atma serefi de böylece ona nasip olmustur. Sa'd (r.a) söyle demektedir: "Araplardan Allah yolunda Ilk ok atan kimse benim" (Ibn Sa'd, ayni yer).

Ayni yilin ZIlkade ayinda Rasûlüllah (s.a.s), Sa'd b. Ebi Vakkas'i yirmi kisilik bir askerî birlige komutan tayin ederek el-Harrar mevkiine göndermisti. Bu seriyyenin gayesi de Mekkelilere ait kervani vurmakti. Ancak kervan bir gün önceden bu yerden hareket etmis oldugu için, bir çatisma çikmamisti. Rasûlüllah (s.a.s), sadece seriyyeler göndermekle yetinmiyor, bizzat ordusunun basina geçerek seferler düzenliyordu. Bunlardan biri olan ve II. Hicrî yilin Rebiu'l-Evvel ayinda gerçeklestirilen Buvat gazvesinde, ordu sancagini Sa'd tasimaktaydi (Taberi, Tarih, Beyrut 1967, II, 407). Pesinden tehlikeli bir görevle Mekke ile Taif arasindaki Nahle mevkiine kesif maksadiyla gönderilen Abdullah b. Cahs seriyyesine katilan Sa'd b. Ebi Vakkas (r.a)'in bütün cihad faaliyetlerine aktif bir sekilde istirak ettigi görülmektedir.

Bedir savasinda müsrik süvari birliginin komutani olan Sa'id b. el-As'i öldürüp kilicini Rasûlüllah (s.a.s)'e getirmisti. O, Zülkife adindaki bu kilici ganimetlerin dagitilisinda Sa'd'a vermisti.

Uhud savasinda, müsriklerin üstünlügü ele geçirdigi ve müslümanlarin panige kapilarak dagildigi esnada Rasûlüllah (s.a.s)'in yanindan ayrIlmayip gövdelerini siper ederek onu korumaya çalIsan bir kaç kisiden birisi Sa'd b. Ebi Vakkas (r.a) idi. O, cesaretinden hiç bir sey kaybetmeden ok atmaya devam ediyordu. Sa'd (r.a) ok atmakta mahirdi ve hedefini sasirmiyordu. Rasûlüllah (s.a.s) ona ok veriyor ve söyle diyordu: "At Sa'd Anam babam sana feda olsun " (Müslim, Fezâilü's-Sahabe, 5; Ibn Sa'd, a.g.e., III,141; Ibnül-Esîr, el-Kâmil,)i't-Tarih, Beyrut 1979, II, 155). Rasûlüllah (s.a.s), övgü, riza ve hosnutlugu ifade eden bu kelimeleri, ana ve babasini bir arada zikrederek baska hiç kimse için kullanmamistir (Ibn Sa'd, ayni yer).

Sa'd (r.a)'in Uhud günü gördügü hizmet ve gösterdigi kahramanlik gerçekten çok büyüktü. Onun bu günde tek basina bin ok attigi rivayet edIlmektedir (Üsdül-Gâbe, II, 367).

O, Hendek, Hudeybiye, Hayber, Mekke'nin fethi ve diger gazvelerin tamamina katIlmistir (Ibn Sa'd, a.g.e., 111, 142).

Rasûlüllah (s.a.s)'in vefatindan sonra Hz. Ebu Bekir (r.a)'a bey'at eden Sa'd (r.a), Hz. Ömer döneminde aktif olarak devlet idaresinde görevler almistir. Bu dönemde onun en önemli görevlerinden birisi, asrin emperyalist süper güçlerinden birisi olan 0ran Imparatorlugunu çökerten Kadisiye ordusunun kumandanligidir.

Bizansa yönelik askerî faaliyetler sürerken, 0ran topraklarina da seferler yapiliyordu. Hz. Ebû Bekir (r.a) döneminde 0 ranlilarin elinde olan Irak'in büyük bir bölümü fethedIlmisti. Hz. Ömer (r.a) is basina geçtigi zaman 0ran'a karsi kapsamli ve netice alici bir askerî sefer düzenlenmesi için çalismalara basladi. Yapilan istIsareler sonucunda Sa'd b. Ebî Vakkas'in hazirlanan orduya komutan tayin edIlm esi kararlastirildi. Havâzin kabilelerinden zekât toplamak için bu bölgede bulunan Sa'd, Medine'ye çagrilarak ordu ona teslim edildi. Sa'd ordusuyla Irak'a dogru yürüyüse geçerek Kadisiye mevkiinde kârargah kurdu. 0ran sahi, müslümanlara karsi savasmak üzere ünlü komutani Rüstem'i görevlendirmisti. Yapilan savasi müslümanlar kazanmis ve 0ran topraklari Islâm tebligine açIlmisti. Sa'd hasta oldugu için bizzat savasa istirak edememis ve yüksekçe bir yerden, savastin orduyu idare etmisti. Kadisiye ialeri Islâm ordularinin kazandigi en parlak ve kesin zaferlerden biri olarak tarihe geçmistir.

Daha sonra Sa'd (r.a), Celula'ya yönelmis ve burasini fethetmisti (H 16). Celula'nin fethi bölgede büyük bir ihtida hareketini de pesinden getirmisti. Daha sonra 0ran Imparatorluk merkezi olan Medâin Iki aylik bir kusatmadan sonra düsmüs, büyük meblaglarda ganimet ele geçmis ve Kisra III. Yezducerd buradan Hulvan'a kaçmisti. Sa'd b. Ebi Vakkas, bir ordu göndererek sulh yoluyla burayi fethetmisti. Yezducerd ise 0sfahan bölgesine kaçarak orada tutunmaya çalismistir.

Sa'd (r.a), Medâin'e yerleserek, fethedilen topraklarin idarî yapisini olusturmaya çalisti. Medâin'in havasi, askerlerin sihhatini olumsuz yönde etkiledigi için, Hz. Ömer (r.a)'in onayi alinarak yerlesime ve ordunun askerî stratejisine uygun bir konumda olan Küfe, ordugâh sehir haline getirildi. Sa'd bölge valisi olarak Kûfe'de üç buçuk yil kalmistir. O, tekrar toparlanip kaybettikleri yerleri geri almak için hazirliklara girisen 0ranlil arin hareketlerini takip ediyor ve gerekli askerî önlemleri almaya çalisiyordu. Ancak tam bu siralarda Kûfe'de bir topluluk, Hz. Sa'd'i ganimetleri adil dagitmadigi ve gaza Isleri nde gevsek davrandigi yolunda iddialarla Hz. Ömer (r.a)'a sikayet etti. Ayrica onun namaz kildiris tarzini da begenmiyorlardi. Hz. Ömer (r.a) meseleyi inceletmis; yapilan sikayetlerin asilsiz oldugunu anlamis olmakla birlikte, maslahati gözeterek onu geri çagirmisti (Asr-i Saadet, I, 432 vd.).

Hz. Ömer (r.a), kendisinden sonra halife seçimini gerçeklestirmek için alti kisilik bir sûra olusturmustu. Sa'd (r.a) da bunlar arasindaydi. Hz. Ömer (r.a)'in vefatindan sonra halife tayini için müzakereler basladigi zaman Sa'd, Abdurrahman b. Avf lehine adayliktan çekildigini açiklamistir.

Hz. Osman (r.a), halife seçildigi zaman; Ömer (r.a)'in vasiyetine uyarak Sa'd'i Küfe valiligine tayin etti. Ancak, bu seferki Küfe valiligi de fazla sürmemistir. O, hazineden borç olarak almis oldugu bir miktar parayi geri ödemekte zorluk çekince, hazine emini Abdullah Ibn Mes'ud tarafindan Halifeye sikayet edIlmis; bu sikayet üzerine Osman (r.a), onu Küfe valiliginden azletmisti. Bunun üzerine Sa'd (r.a) Medine yakinlarindaki Akik vadisinde bulunan çiftligindeki evine yerlesmis ve ziraatle ugrasmaya baslamistir.

Sa'd (r.a), Hz. Osman (r.a)'in sehid edilisiyle baslayan fitne ve ihtilaflardan tamamen uzak kalmaya gayret etmistir. O, müslümanlar arasinda kan dökülmesinden çok rahatsiz oluyor ve taraflardan kendisine gelen teklifleri geri çeviriyordu. O, ümmetin üzerinde anlastigi bir halife ortaya çIkincaya kadar kendisine hiç bir seyden bahsedIlmemesini Istemisti. Sa'd (r.a), gruplar arasinda verilen mücadelelerde kimin hakli kimin haksiz oldugunun açikliga kavusturulmasinin mümkün olmadigini bildigi ve haksiz yere bir müslümanin kanini akitmaktan çekindigi için böyle davraniyordu. O, kendisine gelenlere söyle diyordu: "Bana, Iki gözü, dili ve Iki dudagi olan ve su kâfirdir, su mü'mindir diyen bir kiliç getirilinceye kadar asla kimseyle savasmam" (Ibn Sa'd, a.g.e., III,143; Üsdül-Gâbe, II, 368).

Sa'd (r.a), güçlü bir kisilige ve siyasî destege sahip oldugu halde, riyaset çekismelerinin içine girmekten ömrünün son günlerine kadar kaçinmistir. Oglu Ömer ve kardesinin oglu Hasim gidip ona; "Yüz bin kilis sahibi var ki, hepsi seni hilafet için en liyakatli adam taniyor" dediklerinde onun buna verdigi cevap su olmustu:

"Bu sizin yüz bin kilicinizdan daha kuvvetli tek bir kiliç, mü'mine çekilince onu kesmeyen, kâfire karsi siyrilinca onu kesen kiliçtir" (Asri Saadet, I, 436). Onun bu anlamli sözleri, müslümanlarin birbirlerine zarar vermelerine karsi ne kadar hassas oldugunu ifade etmektedir.

Sa'd (r.a), Hicrî 55 yilinda ikâmet etmekte oldugu Medine'nin disindaki Akik vadisinde vefat etmistir. Onun vefat tarihi hakkinda, 54 ila 58 tarihleri arasinda degisen farkli rivâyetler bulunmaktadir (Üsdül-Gâbe, II, 369).

Sa'd (r.a)'in cenazesi Medine'ye on mil kadar uzaklikta olan Akik vadisindeki evinden alinarak Medine'ye getirIlmis ve Mescid-i Nebi de kilinan namazdan sonra, Bâkî mezarligina defnedIlmistir (Ibn Sa'd, III,148). Cenaze namazini Emevilerin Medine valisi Mervan b. Hakem kildirmistir. Rasûlüllah (s.a.s)'in zevceleri de namaza istirak etmislerdi (Üsdül-Gâbe, ayni yer).

Sa'd (r.a), vefat edecegini anladigi zaman yünden mamül cübbesini getirtmis ve ölünce onunla kefenlenmesini vasiyet etmisti. Bunun sebebi olarak, Bedir gününde müsriklerle karsilastigi zaman onu giymekte oldugunu ve bundan dolayi bu cübbesini çok sevdigini söylemistir (Üsdül-Gâbe, ayni' yer). Ibnül Esir'in kaydettigi, Sa'd (r.a)'in oglu Âmir'den nakledilen rivayete göre Sa'd (r.a) Muhacirlerden en son vefat eden kimsedir (Üsdül-Gâbe, ayni yer).

Sa'd (r.a), Ashabin seçkinlerinden biri olup sagliginda Cennetle müjdelenen on kisi arasindadir. Yine tarihe sûrâ olayi olarak geçen ve Hz. Osman (r.a)'in halife seçIlmesini gerçeklestiren Hz. Ömer (r.a)'in olusturdugu alti kisilik sûrânin içinde bulunmaktaydi. O, Ilk iman eden bir kaç kisiden biri olarak Mekke döneminin sIkintilarina Rasûlüllah (s.a.s)'in yanindan ayrIlmayarak gögüs germisti. Kiyamete kadar devam edecek olan cihad hareketi için, müslümanlari taciz eden kâfirlere saldirarak Ilk kani akitan odur. Yine Medine döneminin baslarinda kâfirlere karsi Ilk oku atan kimse olma serefi de ona aittir. Sa'd (r.a), Rasûlüllah (s.a.s)'in bütün gazalarina, katIlmis, Bedir'de büyük yararliliklar göstermistir. Allah yolunda, Islâm disi nizamlari yok etmek için canini feda etmeye her zaman hazir oldugunu pratik bir sekilde ortaya koymustur. Uhud gününde müslümanlar dagildigi zaman Rasûlüllah (s.a.s)'i canlarini feda etme pahasina sonuna kadar korumaya çalIsan bir kaç kisiden biri de odur. O, müsriklerin Rasûlüllah (s.a.s)'i öldürmek için yaptiklari hamleleri, attigi oklarla sonuçsuz birakmisti. Iste Rasûlüllah (s.a.s) bu kritik anda onun gösterdigi sebat ve yararliliktan dolayi onu baska hiç bir kimseyi övmedigi bir sekilde "Ânam babam sana feda olsun, At" (Müslim, Fezailu's-Sahabe, 5) diyerek övmüs ve bunu defalarca tekrarlamisti. Ve yine onun için dua ederek söyle demisti: "Allahim! Sa'd dua ettigi zaman onun duasini kabul et ". Bu dua çerçevesinde Sa'd (r.a)'in yaptigi bütün dualar gerçeklesmekteydi (Üsdül-Gâbe, II, 366-369; Ibn Sa'd, III,139 vd.).

Sa'd (r.a), Rasûlüllah (s.a.s)'i korumak ve ona gelebilecek zararlari engellemek için sürekli gayret içerisinde bulunmaktaydi. Aise (r.an) söyle anlatmaktadir: "Rasûlüllah (s.a.s) Medine'ye gelisinde bir gece uyuyamadi ve; "Keske ashabimdan Salih bir zat bu gece beni korusa"dedi. Biz bu durumda iken dIsaridan bir silah hisirtisi duyduk. Rasûlüllah (s.a.s); "Kim o?" dedi. Gelen zat; "Sa'd b. Ebi Vakkas'im" karsiligini verdi. Rasûlüllah (s.a.s), ona; "Neden buraya geldin?" diye sordugunda Sa'd, söyle cevap verdi: "0çime Rasûlüllah (s.a.s) hakkinda bir korku düstü de onu korumak için geldim". Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.s) ona dua etti ve sonra da uyudu" (Müslim, Fedâilu's-Sahabe, 5). Iste Rasûlüllah (s.a.s)'in kendisi için duydugu endiseyi Allah Teâlâ bu seçkin Insanin kalbine ilham etmis ve onu Rasûlünü korumak için harekete geçirmisti. Buradan, Sa'd (r.a)'in, Islâm davasini yüceltmek ve düsman güçlerin ona karsi komplolarini engellemek için o kadar büyük bir özveriyle çatistigi açikça anlasIlmaktadir. Onun Rasûlüllah (s.a.s)'e karsi duydugu sevginin sinirsizligi, Uhud'da oldugu gibi daha sonralari da onu kendi nefsini feda ederek korumaya sevketmistir.

Sa'd (r.a), hakkinda âyet nazil olan sahabilerden biri olma serefine de sahiptir. O, "Benim hakkimda dört âyet nazil olmustur" (Müslim, Fedailu's-Sahabe, 5) demektedir. Bu âyetlerden bir tanesi, Mekkeli müsriklerin Rasûlüllah (s.a.s)'den yanindaki, ona iman etmis güçsüz kimseleri kovmasini Istemeleri üzerine nazil olan, Allah rizasini dileyerek aksam sabah ona dua eden kimseleri kovma" ayetidir (el-Enam, 6/52; Müslim, Fedailu's-Sahabe, 5; diger âyetler sunlardir: el-Enfal, 8/1; Lokman, 31/15; el-Maide, 5/9).

Sa'd (r.a), devrin putperest-müsrik süper güçlerinden biri olan 0ran Imparatorlugunu çökerten ve böylece Islâmin kitlelere tebligi önündeki büyük engellerden birisini ortadan kaldiran Islâm tarihinin en önemli savaslarindan biri olan Kadisiye savasinin komutaniydi. O, kendisine verilen görevi hakkiyla yerine getirip, Kisranin saraylarini ve hazinelerini ele geçirmis ve yapilacak fetih hareketlerine yeni bir boyut kazandirmisti. Böyle güçlü bir askerî yetenege ve siyasî güce sahip olmasina ragmen; bu, onun sade ve zahidâne yasayisina hiç bir tesirde bulunamamisti. Her zaman, ümmetin gerçek temsilcileri olan idarecilerin verdigi görevleri hakkiyla yerine getirmeye çalismis, bu görevlerden azledildigi zaman kalbinde hiç bir eziklik ve kirginlik hissetmeden kösesine çekIlmistir. Sunu söylemek mümkündür ki; Sa'd (r.a), Islâm binasinin saglam temeller üzerine oturtulmasindaki temel taslardan birisidir.

Sa'd (r.a)'dan çok sayida hadis rivayet edIlmistir. Ondan, Ibn Ömer, Ibn Abbas, Cabir b. Semure, Sâib b. Yezid, Aise (r.a), Said Ibn Müseyyeb, Ebu Osman en-Nehdî, 0brahim b. Abdurrahman b. Avf, Kays b. Ebi Hazm ve digerleri hadis rivayet etmislerdir. Ayrica, Amir, Mus'ab, Muhammed, 0brahim ve A ise'de babalari olan Sa'd (r.a)'dan hadis rivayetinde bulunmuslardir (Üsdül-Gâbe, II, 369). O hadis rivayeti konusunda çok itimat edilenlerden birisidir. Rasûlüllah (s.a.s)'e atfedilen hadisler hakkinda çok titiz ve hassas davranan Hz. Ömer (r.a)'in ogluna söyledigi; "Oglum, sa'd, Rasûlûllah'dan bir rivayette bulundu mu, artik o meseleyi bir baskasina sorma" sözü onun bu konudaki güvenilirligini açikça ortaya koymaktadir (Asri Saadet, I, 437-438). Sa'd (r.a), orta boylu, güçlü, büyük kafali, sert elli bir vücud yapisina sahip olup, sempatik bir kisiligi vardi (Asri Saadet, I, 440; farkli bir rivayet için bk. Üsdü'l-Gâbe, II, 368).

Sa'd (r.a), sekiz evlilik yapmis olup; bu evliliklerinde, on yedisi kiz, on yedisi de erkek olmak üzere otuz dört çocuga sahip olmustu (Asr-i Saadet, I, 441).

Talha Bin Ubeydullah (r.a.)

Talha b. Ubeydullah b. Osman b. Amr b. Sa'd b. Teym b. Mürre b. Katb b. Lüeyy b. Gâlib el-Kurasî et-Teymî. Künyesi, Ebu Muhammed'dir.

Talha, Cennetle müjdelenen on kisiden biri, Islâm'a giren Ilk sekiz kisiden ve Hz. Ebubekir araciligiyla müslüman olan bes kisiden biridir. Ayrica, halife seçimini gerçeklestirmeleri için olusturulan alti kisilik Ashab-i ,Surâ arasinda yer almis meshur bir sahâbdir. Annesi, es-Sa'be bint Abdillah b. Mâlik el-Hadramiyye'dir (Ibn HIsam, "es-Sîretü'n-Nebeviyye", I, 251, Misir 1955; el-Askalânî, "el-Isâbe fî Temyîzi's-Sahâbe", III, 290;Ibnü'l-Esîr, "Üsdü'l-Gâbe fî Ma'rifeti's-Sahâbe", III, 85 vd. 1970).

Rivayete göre, Talha b. Ubeydullah, Busra panayirinda bulundugu bir sirada, oradaki bir manastirin rahibi: "Sorun bakayim, bu panayir halki arasinda, ehl-i Harem'den bir kimse var mi?" diye seslenir. Talha da: "Evet var! Ben Mekke halkindanim" diye cevap verir. Bunun üzerine rahip: "Ahmed zuhur etti mi?" diye sorar. Talha: "Ahmed de kim?" der. Rahip: "Abdullah b. Abdulmuttalib'in ogludur. Bu ay O'nun çikacagi aydir. O, peygamberlerin sonuncusudur. Haremden çikarilacak; hurmalik, taslik ve çorak bir yere hicret edecektir. Sakin O'nu kaçirma" der.

Rahibin söyledikleri Talha'nin kalbine yer eder. Oradan alelacele ayrilarak Mekke'ye döner ve yakinda herhangi bir olayin meydana gelip gelmedigini sorar. Abdullah'in oglu Muhammedü'l-Emîn'in peygamberligini ilan etmis oldûgunu ve Ebubekir'in de O'na tabi oldugunu ögrenir. Hemen Ebubekir'in yanina vararak rahibin anlattiklarini haber verir. Sonunda her Ikisi birlikte Resulullah (s.a.v.)'a giderler. Talha oracikta müslüman olur. (Ibn Sa 'd, "et- Tabakâtü'l Kübrâ", III, 215, Beyrut; el-Askalânî, a.g.e., III, 291).

Birçok müslüman gibi, Talha b. Ubeydullah da Islam'a girdikten sonra müsriklerin eziyetlerine maruz kalmis, ama yolundan dönmemistir. Islâm'in azili düsmanlarindan Nevfel b. Huveylid, Talha'nin müslüman oldugunu duyunca, Ebubekir'le onu bir iple biribirlerine baglamis, uzun süre iplerini çözmemis, Teymogullari da bu duruma seyirci kalmislardir. (Ibn Hisam, a.g.e., I, 709; el-Askalânî, a.g.e., III, 291; Ibnü'l-Esîr, a.g.e., III, 86).

Talha ile Zübeyr müslüman olunca, Resulullah (s.a.v.) onlari kardes ilan etti. Hicretten sonra da Medine'de, Talha ile Ubeydullah b. Ka'b'i, baska bir rivayete göre ise Talha ile Saîd b. Zeyd'i kardes ilan etmisti.

Talha, Bedir savasina istirak etmemesine ragmen Resulullah (s.a.v.) kendisine ganimetten pay vermistir. Kimi rivayetlere göre, bu sirada ticaret için Sam'da bulunuyordu. Akla daha yatkin olan bir baska rivayete göre ise, Kureys kervani hakkinda bilgi toplamak üzere, Resulullah (s.a.v.) tarafindan Sam yoluna gönderIlmisti. Nitekim, dönüste Talha'nin ganimetten pay Istemesi bunu gösteriyor (Ibn Sa'd, a.g.e., III, 216; Ibnü'l-Esîr, a.g.e., III, 86).

Bedir'den sonraki birçok savasa katIlmistir. Uhud günü Peygamber (s.a.v.)'i kahramanca müdafaa etmis, O'na bir sey olmasin diye atilan oklara, indirilen kiliç darbelerine karsi vücudunu siper etmistir. Sonuçta birçok kiliç ve ok yarasi almis, aldigi yara neticesi bir kolu çolak kalmis, yine Resulullah'i müdafaadan geri durmamistir (Ibn HIsam, a.g.e., II, 80; Ibnü'l Esîr, a.g.e., III, 86; el-Askalânî, a.g.e., III, 291).

Hz. Osman'in sehid edIlmesinden sonra, müslümanlarin büyük bir kisminin Hz. Ali'ye bey'at ettigini biliyoruz. Bu bey'atte bulunanlardan biri de Talha b. Ubeydullah'tir. Ancak, bey'atten kIsa bir süre sonra, Talha ile Zübeyr Ibnü'l-Avvam'in, Hz. Ali'ye karsi çikan Hz. Âîse'nin yaninda yer almislardir. Neticede ez-Zübeyr, Hz. Ali'ye karsi çiktigina pisman olarak savas meydanini terketmistir. Talha ise mücadeleye devam etmis, nihayet Cemel günü (h. 36), Mervan b. Hakem tarafindan öldürülmüstür. Vefat ettigi zaman tahminen 60-64 yaslarindaydi (Ibn HIsam, a.g.e., 1, 251; Ibn Sa'd, a.g.e., III, 224; Ibnü'l-Esir, a.g.e., 111, 87; el-Askalânî, a.g.e., 111, 292; Ibn Cerîr, Tarîhü'l-Ümemi ve'lMülûk, XI, 50' Beyrut).

Talha, Peygamber Efendimizin bacanagiydi. Hanimlarindan dört tanesi Resulullah (s.a.v.)'in zevcelerinin kiz kardesleriydi. Bunlardan Ümmü Gülsüm, Hz. Âîse'nin; Hamne, Zeynep bint Cahs'in; el-Fâria, Ümmü Habibe'nin ve Rukiyye, Ümmü Seleme'nin kizkardesi idi (el-Askalânî, a.g.e., III, 292).

Talha b. Ubeydullah'in, onbiri erkek, Ikisi kiz olmak üzere onüç çocugu vardi. Erkek çocuklarin herbirine bir peygamber ismi vermisti. Bunlar: es-Seccâd diye bilinen ve Cemel vak'asinda babasiyla birlikte öldürülen Muhammed, Imran, Musa, Ya'kub (Harre günü öldürüldü), Ismail, Ishak, Zekeriyyâ, Yusuf, Isâ, Yahya, Salih idi. Kizlari ise Aise ve Meryem idi (Ibn Sa'd, a.g.e., III, 214; Ibn HIsam,.a.g.e., 1,-307).

Talha, dogrudan Resulullah (s.a.v.)'dan rivayette bulundugu gibi, Hz. Ebubekir'le Hz. Ömer'den de hadis nakletmistir. Kendisinden de, ogullari; Yahya, Musa ve Isa ile Kays b. Ebi Hâzim, Ebu Seleme b. Abdirrahman, el-Ahnef, Mâlik b. Ebî Âmir ve baskalari rivayet etmislerdir (Ibn Sa'd, a.g.e., III, 219; el-Askalânî, a.g.e., 111, 290).

Talha; orta boylu, genis gögüslü, genis omuzlu ve iri ayakli idi. Esmer benizli, sik saçli fakat saçlari ne kIsa kivircik ne de düz ve uzundu. Güler yüzlü, ince burunlu idi. Saçlarini boyamazdi. Yürüdügü zaman sür'atli yürür, bir yere yöneldigi vakit tüm vucudu ile dönerdi (Ibn Sa'd, a.g.e., 111, 219; el-Askalânî, a.g.e., 111, 291).

Ashâbin zenginlerindendi. Zengin oldugu kadar da cömertti. Cömertligi sebebiyle kendisine "el-Fayyâd" denirdi. Vefat ettigi zaman, miras olarak bir hayli gayrimenkul, nakit para ve degerli esya birakmistir. Rivâyete göre gayri menkullerinin tutari otuz milyon dirhem, nakitlerinin tutari Iki milyon Ikiyüz dirhem ve Ikiyüz bin dinar idi. Sadece Irak'tan gelen yillik geliri yüzbin dirhem civarindaydi (Ibn Sa'd, a.g.e., 111, 221 vd.; Ibnü'l-Esîr, a.g.e., 111, 85).

Zübeyr Bin el-Avvam (r.a.)

Zübeyr b. el-Avvam b. Huveylid b. Esed b. Abdi'l-Uzza b. Kusayy b. Kilâb b. Mürre b. Ka'b. b. Lüeyy el-Kurasî el-Esedî. Büyük oglu Abdullah'tan dolayi "Ebû Abdillah" diye çagrilirdi. Peygamber (s.a.s)'in dostu ve havarisi (yardimcisi), ayni zamanda halasi Safiyye binti Abdulmuttalib'in ogludur.

Cennetle müjdelenen on kisiden biridir. Hz. Ömer'in vefatindan sonra, halife seçimini gerçeklestirmeleri için tayin ettigi alti kisilik "Ashabü's sûra" (danisma kurulu) üyelerindendir. Annesi kendisini "Ebu't-Tâhir" diye çagirirdi. Fakat Zübeyr (r.a) kendisini oglu Abdullah ile künyelendirmis ve bu künye ile taninmistir (el-Askalânî, el-Isâbe fi Temyizi's Sahâbe, Beyrut, t.y., III, 5; Ibn Hisâm, Sîre, Misir 1955, I, 250; Buharî, Fedâilü Ashâbi'n-Nebî, 13; Ibn Abdi'l-Berr, el-Istiâb fî Ma'rifeti'l-Ashâb, Kahire, t.y., II, 510; Ibn Sait Tabakâtü'l-Kübra, Beyrut,1957, III, 100).

Zübeyr, Hz. Ebu Bekir'in Islâm'a girmesinden kIsa bir müddet sonra müslüman olmustur. Ilk müslümanlarin dördüncüsü veya besincisidir. Ancak ne dogum tarihi, ne de kaç yasindayken müslüman oldugu kesin olarak bilinmemektedir. Muhtelif kaynaklar, müslüman oldugu sirada onun 8-16 yaslari arasinda bulundugu söylerse de bu tahminlerin dogrulugu süphelidir. Zira babasi Avvam b. Huveyfid'in Ficar savaslarindan birinde (kuvvetli bir ihtimalle dördüncü ve son savasta) öldürüldügü, onu öldürenin de Mürre b. Muatab es-Sakafi oldugu kabul edIlmektedir. Bazi kaynaklarda Zübeyr (r.a)'in Hz. Afi, Talha ve Sa'd b. Ebi Vakkas ile ayni yilda dogdugu ifade edIlmektedir (el-Endelüsî, el-Ikdü'l-Ferîd, Beyrut, t.y., VI, 92; Ibn Kuteybe, el-Maârif, Lübnan,1970, 96; el-Askalânî, a.g.e., III, 5; Ibnü'l-Esir, Üsdü'l-Gâbe fî Ma'ifeti's-Sahabe, Kahire, 1970, II, 250; Ziriklî, el-A'lâm, Beyrut, 1969, III, 74; Ibn Abdi'l-Berr, a.g.e., II, 510-511; Ibnü'l-Cevzi, Safvetü's Safve, Haleb,1969, I, 342; Butrus el-Bustânî, Dâiretü'l-Maarif, IX, 177).

Son Ficar savasi, Hire hükümdari dördüncü Münzir'in oglu Numan Ebû Kâbûs'un saltanati (585-614) sirasinda meydana gelmistir. Ficar savasi basladigi zaman, kimi rivayetlere göre Peygamber (s.a.s),14-15 yaslarinda, kimi rivayetlere göre ise daha küçük yaslardaydi. Son Ficar savasinda ise O'nun 14-20 yaslarinda oldugu gelen rivayetler arasindadir (Ibn Hisâm, a.g.e., II, 89; Ibnü'l-Esîr, el-Kâmil fi't-Tarih, trc. Istanbul 1986, I, 511).

Son Ficar savasi ile Peygamber (s.a.s)'in Mekke'lileri Islâm'a davet etmeye basladigi 610 yili arasinda yirmi küsûr yil vardir. Buna göre Ilk müslümanlardan olan Zübeyr (r.a)'in bu tarihte, yirmi yasindan büyük olmasi gerekir.

Zübeyr'in babasi ölünce, amcasi Nevfel onun velâyetini üstlenmisti. Küçük yasta yetim kalan Zübeyr'i, annesi çok döverdi. Amcasi da onu savunur, dövmesine engel olmaya çalisirdi. Ancak Zübeyr büyüyüp müslüman olunca, onu karsi bu sevgisi öfkeye dönüstü. Öyle ki, Islâm'dan dönmesi için onu bir hasira baglayip asar ve ates yakarak dumanla ona iskence ederdi (el-Askalâni, a.g.e., III, 5; Ibn Sa'd, a.g.e., III, 101).

Zübeyr, 615 yilinda Mekkeli müslümanlarla birlikte Habesistan'a hicret etmistir. Medine'ye hicretten sonra muhacirlerle ensâr arasinda kardeslik tesis edildigi zaman Zübeyr ile Seleme b. Selâme b. Vaks kardes ilan edIlmisti (Ibn Abdi'l-Berr, a.g.e., II, 511). Baska rivayetlerde ise, Rasûlüllah'in; Abdullah Ibn Mes'ûd veya Talha ya da Ka'b b. Mâlik'le Zübeyr arasinda kardeslik tesis ettigi ifade edIlmektedir (Ibn Sa'd, a.g.e., III, 102; Ibn HIsam, a.g.e., I, 505).

Bedir günü müslümanlarin sayili birkaç ati vardi. Bunlardan biri de Zübeyr'in Ya'sub adli ati idi. O gün bir çok müsrIki öldürmüstür ki, bunlardan biri "Kureys'in aslani, Muttalibogullari aslani" diye bilinen amcasi Nevfel idi (Ibn HIsam, a.g.e., I, 666, 708; Ibn HIsam, Cemheretü Ensâbi'l-Arab, Kahire, 1982, 120).

Zübeyr'in oglu Abdullah, babasi ile ilgili olarak su olayi anlatiyor: "Ahzâb günü, ben ve Ebû Seleme'nin oglu Ömer (çocuk oldugumuzdan) kadinlarin yaninda birakIlmistik. Bir de baktim ki babam Zübeyr, atinin üstünde Iki yahut üç kere Kurayza ogullarina gidip geldi. Evimize döndügümüzde babama: Babacigim! Ben seni Benî Kurayza yurduna gidip gelirken gördüm dedim. Babam: Sen beni öyle gördün mü evlâdim? dedi. Ben de Evet, dedim. Babam: Rasûlüllah (s.a.s); "Benî Kurayza ya kim gider de onlarin haberini bana getirir" dedi. Ben de gittim. Döndügümde, Rasûlüllah, anasi ile babasini bir arada zikrederek Ânam babam sana feda olsun" dedi (Buharî, Fedâilü Ashâbi'n-Nebi, 13).

Yermük Vakasi gününde Peygamber'in sahâbîleri, Zübeyr'e hitaben:

"Ey Zübeyr! Rumlara siddetli bir saldiri yapmazmisin ki, biz de seninle beraber siddetli bir saldiri yapalim" dediler. Bunun üzerine Zübeyr (r.a) Rumlar üzerine siddetli hamleler yapti. Bu hamleler sirasinda, Rumlar, Zübeyr'in omuz köküne Iki darbe vurdular. Bu Iki genis yara arasinda Bedir'de yedigi bir darbenin çukurlugu vardi ki, oglu Urve; "Ben çocukken bu darbenin yerine parmaklarimi sokar, oynardim" demistir (Buharî, Fedâilü Ashâbi'n-Nebi, 13).

Zübeyr, Misir fethinde de önemli bir rol oynamistir. Nitekim halife Hz. Ömer, 642'de Misir'in Babilin kalesini kusatan Amr Ibnü'l-Âs'a yardim için onu onbin kisilik bir kuvvetle göndermistir. Misir'in o zamanki hükümet merkezi olan Heliopolis de Zübeyr tarafindan alinmistir (Ibnü'l-Esîr, el-Kâmil, Istanbul 1985, II, 5 15, vd; 0A, XIII, 635).

Zübeyr'in, Hz. Osman'a bas kaldiran Misirlilarin, Medine'de gerçeklestirdikleri hareketlerde, Osman'in sehid edilisine kadar, ise aktif olarak karismadigi, bazi rivayetlere göre; hem kendisinin hem de Hz. Ali'nin, Hz. Osman'i korumak üzere ogullarini gönderdikleri ifade edIlmistir.

Hz. Osman'in sehid edIlmesinden sonra, ashabin büyük bir çogunlugu Hz. Ali'ye bey'at etmislerdir. Zübeyr ile Talha da bey'at edenler arasindadir. Bazi rivayetlere göre bu Ikisinin Hz. Ali'ye Istemeyerek bey'at ettikleri görülüyor.

Anlatildigina göre, Zübeyr ve Talha, bey'at isi bittikten sonra Hz. Ali'ye gelerek; "Sana hangi hususta bey'at ettigimizi biliyor musun?" derler. Hz. Ali: "Evet; dinlemek ve itaat etmek üzere. Ebû Bekir, Ömer ve Osman'a hangi hususta bey'at ettiyseniz onun üzerine" der. Onlar ise: "Hayir, biz sana Iste ortak olmak üzere bey'at ettik" derler. Hz. Ali onlarin bu Isteklerini reddeder. Bu defa Kureys'ten rastladiklari bir cemaata Hz. Ali hakkinda ileri geri konusurlar. Bu dedikodulari duyan Hz. Ali, Abdullah b. Mes'ud'u çagirtarak onun görüsünü sorar. Abdullah; "Görüyorum ki, valilik istiyorlar. Sen de Zübeyr'e Basra valiligini, Talha'ya da Kûfe valiligini ver" diyerek Hz. Ali'ye tavsiyede bulunur. Hz. Ali bunu siddetle reddeder. Bilahare, Zübeyr'le Talha, Hz. Ali'ye gelerek umre yapmak üzere Mekke'ye gitmek için izin Isterler. Hz. Ali asil maksadlarini bildigi halde onlara izin verir (Ibn Kuteybe, el-Imameti ve's-Siyâse, 51; Ibnü'l-Esîr, a.g.e., III, 195 vd).

Bundan sonra, Zübeyr, Talha ve Hz. Âise'nin, Siffin Savasinda Hz. Ali'ye karsi cephe aldiklari görülmektedir. Hz. Ali, onlari karsisinda görmek Istemediginden ikna etme yollarini ariyordu. Bir ara Zübeyr'le karsilasinca ona; "Ey Abdullah'in babasi! Seni buraya getiren nedir?" diye sordu Zübeyr: "Osman'in kanini Istemeye geldim" dedi. Hz. Ali; "Osman'in kanini mi istiyorsun? Allah, Osman'i öldüreni kahretsin. Ey Zübeyr! Rasûlüllah'in sana; "Sen Haksiz oldugun halde Ali ile savasacaksin " dedigini hatirliyor musun?" deyince, Zübeyr; "Allah sahidimdir ki bu dogrudur" der. Hz. Ali; "Öyleyse benimle ne diye savasiyorsun?" diye sorunca Zübeyr "Vallahi bunu unutmustum, sayet hatirlasaydim sana karsi çikmazdim, seninle savasmazdim" dedi (Ibn Kuteybe, a.g.e., 68).

Bu konusmadan sonra Zübeyr savastan çekilerek geri döndü. Medine yolunda Temîm kabilesine ait bir su basina vardiginda orada bulunan Amr b. Cürümüz, onu takibe basladi. Vâdi's-Sibâ' denilen mevkide bir firsatini bularak Zübeyr'i sehid etti (H. 36) (Ibn Kuteybe, a.g.e., 69; Ibn Abdi'l-Berr a.g.e., II, 515; Ibn Sa'd a.g.e., III, 112; el-Askalâni, a.g.e., III, 6).

Sehid edildigi zaman yasi, kimi kaynaklarda 66 veya 67 kimi kaynaklarda 64 kimi kaynaklarda ise 70 olarak kayitlidir (Ibn HIsam, I, 251; Ibn Abdi'l-Berr, a.g.e., II, 516; Ibn Sa'd a.g.e., III, 113; Butrus el-Bustânî, a.g.e., IX, 177).

Zübeyr, sehid edildigi zaman miras olarak geriye epey mal birakmistir. Bu cümleden olarak Medine'de genis bir arazi ve onbir ev, Basra'da Iki ev, Kûfe'de bir ev ve Misir'da bir ev birakmisti. Toplam mirasi yaklasik 52.000.000 (elli Iki milyon) idi. Bazi rivayetlere göre; Misir, 0skenderiye, Kûfe'de arazileri, Baksra'da da evleri vardi. Ayrica Medine'deki arazilerinden de gelir sagliyordu ( Ibn Sa'd, a.g.e., III, 108 vd).

Zübeyr (r.a) kimi rivayetlere göre uzun boyludur. Kimi rivayetlere göre ise orta boylu, esmer benizli, seyrek sakallidir (el-Askalânî, a.g.e., III, 5; Ibn Sa'd, a.g.e., III, 107).

Ashâbdan en çok fetva verenler yedi kisidir. Bunlar; Ömer, Ali, Ibn Mes'ud, Ibn Ömer, Ibn Abbas, Zeyd b. Sabit ve Âise'dir. Bunlardan sonra Ikinci derecede yer alan yirmi sahabeden biri de Zübeyr (r.a)'dir (el-Askalânî, a.g.e., I, 9).

Zübeyr'in çocuklari: Onun onbiri erkek toplam yirmi çocugu vardi. Abdullah, Urve, Münzir, Âsim, Muhacir, Hadicetü'l-Kübra, Ümmü'l-Hasan ve Âise, hanimi Esmâ bint Ebî Bekr'den; Halid, Amr, Habîbe, Sevde ve Hind adli çocuklari Ümmü Halid adindaki hanimindan dünyaya gelmislerdir. Ümmeti Halid'in asil adi, Emetü binti Hafid b. Saîd b. el-Âs'dir.

Diger çocuklari; Mus'ab, Hamza ve Remle, er-Rebâb binti Üneyf isimli hanimindan; Übeyde ve Cafer, Zeyneb binti Mersed isimli hanimindan; Zeyneb adindaki kizi, Ümmü Külsüm binti Ukbe adli hanimindan; Hadicetü's-Sugra adindaki kizi da el-Halâl binti Kays adindaki hanimindan dünyaya gelmislerdir. O, çocuklarina sehid sahabîlerin isimlerini vermekteydi.

Zübeyr sehid edildigi zaman dört hanimi vardi. Bunlardan biri de Âtike binti Zeyd b. Amr b. Nüfeyl'dir. Bu hanim, Ilk önce Abdullah b. Ebi Bekr'le evlenmis, onun sehid edIlmesinden sonra Ömer b. el-Hattâb'la onun da sehid edIlmesi üzerine Zübeyr (r.a) ile evlenmisti. Bunun için Medine halki: "Kim sehâdet istiyorsa Âtike binti Zeyd'le evlensin" diyorlardi (Ibn Sa'd a.g.e., III, 112).

Zübeyr (r.a), cesur ve gözüpek bir müslümandi. Mekke'de, Allah için Ilk defa kiliç çeken odur. Medine'ye hicret ettikten sonra da yapilan tüm savaslara katIlmis, bütün sIkintili zamanlarda daima Peygamber (s.a.s)'in yaninda bulunmustur. Savasta gösterdigi üstün basaridan ve çok iyi ok attigindan Allah Rasûlü onun, Hadi at! Anam babam sana feda olsun " diyerek memnuniyetini ifade etmistir. Yine onun hakkinda; "iler peygamberin bir havarisi vardir, benim ki de Zübeyr'dir" buyurmuslardir (Ibn Abdi'l-Berr, a.g.e., II, 511, 512, 513; Buharî, Fedâilü Ashâdi'n-Nebî, 13).

Hz. Said b. Zeyd (r.a.)

Hayattayken Cennetle müjdelenen on sahabiden biri. Babasi Zeyd b. Amr olup, nesebi Ka'b da Rasûlüllah (s.a.s) ile birlesmektedir. Künyesi Ebul-A'ver'dir. Ebu Tür olarak da çagrilirdi (Ibnül-Esir, Üsdül-Gâbe, II, 387). Annesi Fatima binti Ba'ce'dir. Babasi Zeyd, Mekke müsriklerinin dinlerini akil disi bularak cansiz putlara tapinmanin anlamsizligi karsisinda gerçek dine ulasmak için arastirma yapmaya baslamis ve bunun için Suriye taraflarina giderek yahudi ve hristiyan âlimleriyle görüsmelerde bulunmustu. Ancak onlarin verdikleri dini bilgiler Zeyd'i tatmin etmemisti. Zeyd'in bu durumunu gören bir papaz ona, sirkten ve hurâfelerden uzak, Hz. 0brahim (a.s)'in dini olan Haniflige tabi olmasini tavsiye etmisti. Zeyd, Hanifligin ne oldugunu ögrendigi zaman aradigi dini buldugunu anlamis ve Mekke'ye dönmüstü. O, Kâbe'ye yönelerek Ibâd et eder, Mekke'de 0brahim'in dini üzere bulunan tek kimse oldugunu Kureys müsriklerine karsi iftihar ederek söyler ve onlarin putlar adina kurban kesmelerini ayiplardi. Zeyd, Ismail (a.s)'in neslinden bir peygamberin gelecegini ögrenmisti. Arkadasi Amr b. Rabî'a'ya kendisinin bu peygambere kavusamayacagini zannettigini, eger ona ulasirsa kendi selamini ona iletmesini söylemisti (Ibn Sa'd, Tabakâtül-Kübra, Beyrut (t.y), III, 379). Zeyd, Rasûlüllah (s.a.s)'in Peygamberlikle görevlendirIlmesinden önce vefat etti.

Said, babasi Zeyd'in kendisine telkin ettigi hanif dininin bilincinde olarak yetismisti. Rasûlüllah (s.a.s), Islâm dinini teblige basladigi zaman, onun çagirdigi dinin babasinin söyledigi prensiplerle ayni oldugunu gördü ve ona tabi olmakta gecikmedi. Rivayetlere göre o, Rasûlüllah (s.a.s)'in az sayidaki ashabiyla Erkam'in evinde gizlice toplanmaya baslamasindan önce iman etmistir. Dogum tarihi kaynaklarda zikredIlmemektedir. Ancak, onun Hicri 50 veya 51 yilinda öldügü zaman yetmis yasini asmis oldugu (Ibnül-Esir, Üsdül-Gâbe, II, 389) gözönünde bulundurulursa Hicretten yirmi bes yil önce dogmus olabilecegi söylenebilir. Said (r.a); Hz. Ömer'in kizkardesi Fatima ile evli idi. Hz. Ömer (r.a) da Said'in kizkardesi Atîke ile evli bulunmaktaydi (Ibnül-Esir, a.g.e., II, 387). Hz. Ömer, onlarin yeni dine girdiklerini ögrendigi zaman son derece kizmis ve yaptiklarinin hesabini sormak için hemen evlerine gitmisti. Ancak olay Ömer (r.a)'in iman etmesi sonucunu doguracak bir sekilde gelismisti (bk. Ömer Ibn et-Hattab mad.).

Medine'ye hicret edildigi zaman Said, Rifaa b. Abdul-Munzir (r.a)'in evinde mIsafir olmustur. Muâhât olayinda bir rivayete göre Ebu Lübabe baska bir rivayete göre de Rafi' b. Malik ile kardes ilan edIlmisti (Ibn Sad, III, 382). Ibnül-Esîr ise, Ubey b. Ka'b ile kardes ilan edildigini kaydetmektedir (Üsdül-Gabe, II, 387).

Saîd b. Zeyd, Bedir savasi hariç, Uhud, Hendek ve Rasûlullah (s.a.s)'in diger bütün savaslarina katIlmistir.

Rasûlüllah (s.a.s), Said ile Talha b. Ubeydullah (r.a)'i, Suriye taraflarina giden Kureys kervaninin dönüsü hakkinda bilgi toplamak ve bu bilgileri hizli bir sekilde Medine'ye ulastirmakla görevlendirdi. Böylece, Ebu Süfyan'in baskanligindaki bu kervan Suriye dönüsünde yakalanabilecekti. Said, Talha ile birlikte el-Havra denilen yere kadar gitmis ve kervanin dönüsünü beklemeye baslamisti. Ancak onlarin bu kervanin dönüsü hakkindaki haberi Medine'ye ulastirmadan önce Rasûlüllah (s.a.s) baska kaynaklardan gerekli bilgileri almis ve Medine'den Ensar ve Muhacirlerden olusan ordusuyla yola çikmisti. Onlar Medine'ye Bedir savasinin vuku buldugu gün ulasabildiler. Rasûlüllah (s.a.s)'in, kervanin yolunu kesmek için Medine'den ayrIlmis oldugunu gören Said ve Talha derhal ona katIlmak için Bedir'e dogru yola çiktilar. Onlar Turban denilen yere geldikleri zaman Bedir'den dönmekte olan Rasûlüllah (s.a.s)'le karsilastilar. Bedir savasina fiilen istirak edememis olmalarina ragmen Rasûlüllah (s.a.s) onlari savasa katIlmis sayarak ganimetten diger mücahitler gibi pay vermisti (Ibn Sa'd, III, 382-383). Said (r.a), Hz. Ömer zamaninda Suriye bölgesinde sürdürülen askerî harekâtlara katIlmis; Dimask muhasarasi ve Yermuk savasinda bulunmustur (Ibnül-Esir, a.g.e., II, 388; Ibn ül-0mad el-Hanbelî, Sezerâtu'z-Zeheb, Beyrut (t.y), I, 57).

Said (r.a), ömrünün son günlerini, Medine'nin disinda bulunan Akik vadisindeki çiftliginde geçirdi ve burada yetmis yasini geçmis oldugu halde Hicrî 50 veya 51 yilinda vefat etti. Abdullah Ibn Ömer onun öldügünü ögrendigi zaman dogruca Akik vadisindeki evine gitti ve cenazesiyle ilgilendi. Said (r.a)'in cenazesi Medine'ye tasindi ve Sa'd b. Ebi Vakkas tarafindan yikandi. Medine'de defnedilen Said (r.a)'in cenaze namazini Ibn Ömer kildirdi ve onu mezara Sa'd b. Ebi Vakkas ile birlikte indirdi (Ibn Sa'd, III, 384; Ibnül-Esir, II, 389). Onun Medine'de vefat etmis oldugu kesin olarak bilinmekle beraber, Küfeliler, Muaviye döneminde Kufe'de vefat ettigini ve cenazesinin Küfe valisi olan Mugîre b. Su'be tarafindan kildirildigini iddia etmislerdir (Ibn Sa'd, III, 381).

Said (r.a), Hz. Osman (r.a)'in sehid edIlmesiyle baslayan fitne olaylarina sahid olmustur. O, ümmetin içine sürüklendigi fitne belasindan ve kendini bIlmez bazi kimselerin ileri gelen ashabdan bazilarina dil uzatmalarimdan asiri derecede izdirap duymustur. Said (r.a), bir gün Küfe camiine gitmis, orada Muaviye'nin Küfe valisi Mugîre b. Su'be'yi, etrafinda Kûfelilerden bir takim Insanlarla otururken görmüstü. Mugîre ona saygi göstererek yanina oturtmustu. O esnada bir adam birilerini kastederek kötü sözler sarfetti. Said, Mugîre'ye; "Bu adam kime küfrediyor" diye sordugu zaman; "Ali b. Ebi Talib'e" cevabini alinca son derece üzüldü ve Mugîre'ye; "Mugîre, Mugîre! Rasûlüllah (s.a.s)'in Ashabi senin önünde sövülüyor ve sen buna susuyor ve bir harekette bulunmuyorsun öyle mi? Ben Rasûlüllah (s.a.s)'i; "Ebu Bekir Cennettedir, Ömer Cennettedir, Ali Cennettedir, Osman Cennettedir, Talha Cennettedir, Zübeyr Cennettedir, Abdurrahman b. Avf Cennettedir. Sa'd b. Ebi Vakkas Cennettedir" derken duydum dedi ve sunu ekledi; "Bunlarin dokuzuncusunu da gerekirse sayarim". Ertesi gün Küfeliler etrafini sarmis ve dokuzuncu kimsenin kim oldugunu söylemesi için çok israr etmislerdi. Bunun üzerine o; "Dokuzuncu benim, onuncu da Rasûlüllah (s.a.s)'dir" dedi ve sonra da etrafindaki Insanlara bakarak sahabilerin Islâm'daki seçkin konumlarini; "Bir kimsenin, Rasûlüllah (s.a.s) ile bir arada bulunarak yüzünün tozlanmasi, sizin herhangi birinizin Hz. Nuh kadar yasasa bile, bu müddet zarfinda amellerinden daha hayirlidir" sözüyle vurgulamistir (Ahmed b. Hanbel, I, 187).

Onun hakkinda kaynaklar söyle bir olay zikretmektedir: "Erva adindaki bir kadin, Medine valisi Mervan b. Hakem'e giderek Said b. Zeyd'in kendi arazisine tecavüzde bulundugunu sikayet etti. Mervan, memurlarini Akik vadisindeki çiftliginde bulunan Said (r.a)'a göndererek sikayet konusu olayi sorusturdu. Said (r.a) gelenlere; "Ona haksizlik ettigimi zannediyorsunuz degil mi? Rasûlüllah (s.a.s)'in söyle dedigini duydum:

"Haksiz yere her kim bir karis topragi gasbetse, kiyamet gününde yedi kat yerin dibinde dahi olsa o toprak boynuna dolanir". Sonra söyle ekledi: "Allahim bu kadin yalan söylüyorsa gözleri kör olmadan canini alma ve kuyusunu ona mezar yap". Rivayet edildigine göre bu kadin, daha sonra kör oldu ve evine yürürken kuyuya düserek öldü. Bu olaydan dolayi Medineliler birisine kizdiklari zaman ona, "Allah seni Erva gibi kör etsin" diyerek beddua etmekteydi (Ibn Hacer el-Askalanî, el-Isabe fi Temyizi's-Sahabe, Bagdat (t.y), II, 46; Ibnül-Esîr, Üsdül-Gabe, II, 388; ayrica bk. Ahmed b. Hanbel, I, 188-189).

Said (r.a)'dan bazi hadisler rivayet edIlmistir. Bunlardan birisi, Cennetle müjdelenen on kisi hakkinda olanidir. Abdullah b. Zalim el-Mazinî, Said b. Zeyd'den söyle rivayet etmektedir:

"Muaviye Kufe'den ayrildigi zaman, Mugîre b. Su'be'yi vali tayin etmisti. Hatipler minberlere çikarak Ali (r.a)'a hakaretlerde bulunuyordu. Ben Sâid b. Zeyd'in yanindaydim. O, kizdi ve kalkti. Benim de elimden tutmustu. Ben de ona uydum, o bana; "Su nefsine zulmeden adami görüyor musun? Cennet ehlinden olan bir adama lânet edIlmesini emrediyor. Ben sahitlik ederim ki dokuz kisi vardir ki onlar Cennettedirler. Onuncusuna da sahitlik etsem günah islemis olmam" dedi. Ve sormam üzerine söyle devam etti; "Rasûlüllah (s.a.s) (sarsilan Hira dagina); "Hira, yerinde dur! Senin üzerinde nebi, siddik ve sehidden baskasi bulunmuyor" dedi ve arkasindan Cennetle müjdeledigi sahabileri saydi" (Ahmed b. Hanbel, I, 189; Ibnül-Esir, a.g.e., II, 389; Sa'd b. Zeyd'in rivayet ettigi diger hadisler için bk. Ibn Hanbel, I, 187).

Sa'd b. Habib, Sa'îd b. Zeyd'in de aralarinda bulundugu, Cennetle müjdelenmis kimselerin isimlerini zikrederek söyle demektedir: "Onlar her zaman savasta Rasûlüllah (s.a.s)'in önünde, namazda ise arkasinda durmuslardir" (Ibn Hacer, el-Askalanî, a.g.e., II, 46) demektedir.

Kitap İçeriği