Allah Yolunda Mal Harcamanın
Faziletleri Hakkında Ayetler
Allah Yolunda Mal Harcamanın
Faziletleri Hakkinda Hadisler
Beyt:
Allah
yolunda mal harcamaya teşvik ve onun
faziletleri Allah'ın yüce Kelamında
ve O'nun doğru sözlü Rasûlü,
Seyyidül beşer Hz. Muhammed
saiiaiiahu aleyhi veseiiem
efendimizin hadislerinde çok geniş
bir şekilde beyan edilmiştir. O ayet
ve hadislere bakınca paranın
kesinlikle saklanılmaması
(yığılmaması) gereken bir şey
olduğu anlaşılmaktadır. Mal ancak
Allah yolunda harcamak için
yaratılmıştır. Bu konuda ki ayet ve
hadisler o kadar çoktur ki onların
yüzde birini bile bir araya getirmek
zordur. Kendi âdetime uygun olarak
bu ayet ve hadislerden bir kaçını
örnek olarak arz ediyorum.
1) O
(Kur'an) muttakîler (Allah'tan
korkanlar) için bir yol
göstericidir./ Onlar gayba
inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar,
kendilerine verdiğimiz mallardan
Allah yolunda harcarlar, / Yine
onlar, sana indirilen kitaba ve
senden önce indirilen kitaplara iman
ederler; ahiret gününe de kesinkes
inanırlar. / İşte onlar, Rablerinden
gelen doğru bir yol üzeredirler ve
felaha erenler de ancak onlardır.
(Bakara-2,5)
İzah:
Bu
ayeti kerimede düşünülmesi gereken
birkaç husus vardır:
a) O
(Kur'an), muttakîler (Allah'tan
korkanlar) için bir yol
göstericidir. Yani bir kişi mülkün
sahibini bilmezse, O'ndan korkmazsa
ve kendini yaratanı tanımazsa, o
kimse Kur'an'ın gösterdiği yolu
nasıl görebilir? Görme sıfatına
sahip olan insan, yolu görür. Görme
organı olan göze sahip olmayan insan
neyi görsün ki? Aynı şekilde
kalbinde Allah korkusu olmayan biri
Allah celle ceiaiuhu'nun emirlerine
kulak verir mi? .
b) Namazı
dosdoğru kılarlar. Yani namazı
adabına ve şartlarına riayet ederek
sürekli bir şekilde, ihtimamla eda
ederler. Bu konuda geniş açıklama
Fezail-i Namaz risalesinde
geçmiştir. Orada İbni Abbas
radıyaiiahu anhuma'dan şöyle bir
hadis nakledilmiştir: "Namazı kaim
etmekten maksat onun rüku ve
secdelerini en güzel şekilde eda
etmek, bütün varlığı ile namaza
yönelmek, huşu ile kılmaktır."
Ka-tâde rahmetuiiahi aleyh diyor ki:
"Namazı kaim etmek, o namazı
vakitlerine riayet ederek
abdestini, rüku ve secdelerini güzel
bir şekilde eda etmek demektir."
c) Felaha
ermek çok büyük bir şeydir. Felah
kelimesi her nerede geçerse mana
olarak dünya ve ahiret saadeti ve
kurtuluşunu kapsamaktadır. İmam
Ra-ğıb dünyadaki felah, dünya
hayatını güzelleştiren şeyleri elde
etmektir" diye yazmıştır. O
güzellikler, sebat ve devamlılık,
gına (zenginlik) ve izzettir.
Ahiretteki felah ise dört şeydir:
Sonu olmayan bir hayat, fakirlik
şüphesi bulunmayan bir zenginlik,
hiçbir zilleti olmayan bir izzet,
kendisinde cehalet bulunmayan bir
ilimdir. Yukarıdaki ayeti kerimede
Felah kelimesi genel olarak
kullanıldığından hem dünya hem de
ahiretteki kurtuluşları içine
almaktadır.
2) İyilik,
yüzlerinizi doğu ve batı tarafına
çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o
kimsenin yaptığıdır ki, Allah'a,
ahiret gününe, meleklere, kitaplara,
peygamberlere inanır. Allah
sevgisinden dolayı yakınlara,
yetimlere, yoksullara, yolda
kalmışlara, dilenenlere ve kölelere
malını harcar, namaz kılar, zekât
verir. Antlaşma yaptığı
zaman sözlerini
yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve
savaş zamanlarında sabreder. İşte
doğru olanlar, bu vasıfları
taşıyanlardır. Muttakîler ancak
onlardır! (Bakara-177)
İzah:
Hz.
Katâde rahmetuiiahi aleyh buyurdular
ki: "Yahudiler batıya,
Hıristiyanlar ise doğuya doğru
namaz kılarlardı. Bunun üzerine
yukarıdaki ayet indi." Diğer bazı
zâtlardan da bu çeşit konular
nakledilmiştir.İmam
Cessas rahmetuiiahi aleyh şöyle
yazmıştır: "Bu ayetle yahudi ve
Hıristiyanların davası
reddedilmiştir." Onlar kıblenin
değişmesi üzerine (yani Beyt-ül
Mukaddes yerine Kabe'nin kıble
olmasına) itiraz ettiklerinde Allah
ceiie ceialuhu bu ayeti indirdi:
"İyilik Allah'a itaat etmektir. O'na
itaat etmeden doğuya ya da batıya
dönmek bir şey değildir"2. Ayeti
Kerimede geçen Allah sevgisi üzerine
mal harcar sözünün manası şudur:
Kişi verdiği şeyleri Allah ceiie
ceialuhu sevgisi ve rızası için
vermeli. Adı şanı şöhreti ve izzeti
için vermemelidir. Çünkü bu şekilde
mal harcamak iyiliklerin yok
olmasına ve günaha girilmesine
sebep olur. Kişi böyle yapmakla hem
malını harcamış hem de Allah ceiie
ceialuhu katında sevap yerine günah
kazanmış olur.Sevgili Peygamberimiz
saiiaiiahu aleyhi veseiiem bir
hadisi şeriflerinde: "Allah ceiie
ceialuhu sizin şekillerinize ve
mallarınıza (ne kadar harcadığınıza)
bakmaz ancak sizin amellerinize ve
kalplerinize (hangi niyet ve
iradeyle harcadığınıza) bakar buyurmaktadır.
Yine Peygamber Efendimiz saiiaiiahu
aleyhi veseiiem başka bir hadisi
şeriflerinde; "Benim sizin
hakkınızda en çok korktuğum şey
küçük şirktir." buyurdu. Bunun
üzerine Sahabe-i Kiram radıyaiiahu
anhum, "Ya Rasûlallah küçük şirk
nedir?" diye sordular. Rasûlüllah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem
efendimiz, "Gösteriş için amel
yapmaktır" buyurdu. İleride de
geleceği üzere hadislerde gösteriş
için mal harcamak hakkında pek çok
uyanlar vardır.Ayeti Kerimenin
yukarıdaki meali Allah ceiie
ceiaiuhu'nun sevgisiyle vermek kast
edildiği zamandır. Bazı alimler bu
ayetteki sevgiyi başkalarına verme
ve harcama sevgisi olarak
açıklamışlardır. Yani kişi verdiği
şeylerden dolayı sevinmeli, önce
verip de sonra "Ben neden verdim?
Nasıl da ahmaklık ettim. Param
azaldı. vs." diyerek pişman
olmamalıdır. Ulemânın
çoğunluğu ayetteki sevgiyi mal
sevgisi şeklinde açıklamışlardır.
Yani insan mala karşı olan sevgisine
rağmen malı bu sayılan yerlere
vermelidir. Bir hadisi şerifte şöyle
geçmektedir: Birisi "Ya Rasûlallah
malı sevmenin manası nedir? Malı
herkes sever" dedi. Rasûlüllah
saiiaiiahu aleyhi vo-seiiem
Efendimiz, "Sen mal harcadığında
kalbinin sana kendi ihtiyaçlarını
hatırlatması ve <Henüz ömrüm var.
Bu mala ihtiyacım olabilir diye
kalbinde ihtiyaç korkusunun
belirmesidir" buyurdu. Bir hadisi
şerifte de, "Verdiğin sadakaların en
iyisi sıhhatin yerindeyken
yaşayacağına ve bu dünyada daha uzun
zaman kalacağına ümitli olduğun
vakit harcadığındır. Sen can boğaza
dayanıp, ölüm yaklaşıncaya kadar
sadaka vermeyi geciktirme. O zaman
sen Şu kadar falancaya verilsin, bu
kadar falan yere vehlsin> demeye
başlarsın. Artık o mal falancanın
olmuştur. Yani
siz kendinizden ümit kesip, kendi
zaruret ve ihtiyaç korkunuz
kalmayınca, "Şu kadar falan camiye,
bu kadar falan medreseye verilsin"
demeye başlarsınız. Halbuki o artık
varislerin malı olmuştur. Böyie
yapmak bir atasözünde geçtiği gibi,
"Helvacı dükkanında dedenin ruhuna
hatim merasimi" yapmaya benzer. Yani
başkası-1 nın malıyla hayır yapmak
demektir. Kendi ihtiyacınız olduğu
müddetçe harcamayı başaramadığınız
mal, şimdi varislerin eline geçmeye
başlayınca siz de Allah yo-. lunda
verme cezbesi uyanmıştır. Bu nedenle
yüce İslam ölüm anında yapılacak
sadakanın mirasın üçte birinde
geçerli olabileceğini hükme
bağlamıştır. Eğer bir. . kişi ölüm
anında bütün malının sadaka
yapılmasını vasiyet edip, ölse,
mirasçıları-! nın izni olmadan
mirasın üçte birinden fazlasında
onun vasiyeti geçerli olmaz.Bu
ayette malın yetimler, yoksullar ve
başkaları üzerine harcanması
husu-sen zikredilmiş ve sonunda
zekattan ayrıca bahsedilmiştir.
Buradan şu anlaşılmaktadır:
"Verilecek olan şeyler zekatın
dışında kalan mallardandır." Bu
husustaki açıklama hadisler
bölümünde 1 numaralı hadiste
gelecektir.
3) Allah
yolunda harcayın. Kendi ellerinizle
kendinizi tehlikeye atmayın.
(Harcama ve her türlü
hareketinizde)dürüstdavranın.ÇünküAllahdürüstlerisever.
(Bakara-195)
İzah:
Hz.
Huzeyfe radıyallahu anh, "Ayette
geçen kendinizi tehlikeye atmayın
sözünün manası fakirlik korkusuyla
Allah yolunda harcamayı
bırakmaktır." buyurmaktadır, Hz.
İbni Abbas mdtyaiiahu anhuma
buyuruyor ki: "Kişinin kendini
tehlikeye atması, Allah yolunda
öldürülmesi demek değildir. Aksine
Allah yolunda harcamayı
terketmesidir." Hz. Dahhâk bin
Cübeyr rahmetuiiahı aleyh diyor ki:
"Ensar Allah yolunda harcar ve
sadaka verirlerdi. Bir sene kıtlık
oldu. Onların hayalleri ve
beklentileri boşa çıktı ve Allah
yolunda harcamayı bıraktılar. Bunun
üzerine bu ayeti kerime nazil oldu."
Hz. Eşlem rahmetuiiahi aleyh diyor
ki:"Bizler Kostantiniye
savaşındaydık. Karşımıza kafirlerden
çok büyük bir kalabalık çıktı. Bu
esnada Müslümanlardan biri kılıcını
alarak onların saflarına daldı.
Bunun üzerine diğer müslümanlar (o
kişi hakkında) Kendisini tehlikeye
attı diye konuşmaya başladılar."
Hz. Ebû Eyyub el Ensari radıyaüahu
anh de o savaşta bulunuyordu. Ayağa
kalktı ve buyurdu ki: "Kişinin
kendisini helak etmesi bu değildir.
Siz bu ayeti kerimeye böyle mana
veriyorsunuz. Aslında bu ayet bizim
hakkımızda inmişti. Şöyle bir durum
olmuştu; islam yayılmaya başlayıp
dinin koruyucuları artınca, biz
ensar arasında gizliden gizliye
şöyle bir görüş meydana çıktı: Allah
ceiie ceiaiuhu İslam'a üstünlük
nasip eyledi ve insanlar arasında
dinin yardımcıları çoğaldı.
Mallarımız ve bahçelerimiz uzun
zaman ilgilenemediğimizden berbat
oluyor. Öyleyse bizler onlara
bakalım, onları düzene sokalım İşte
bunun üzerine bu ayeti kerime indi.
Kendini tehlikeye atmak; kendi
mallarının düzeni ile meşgul olup
Allah yolunda cihadı terk etmektir.
4) Sana
iyilik yolunda ne harcayacaklarını
soruyorlar."İhtiyaç fazlasını"
de.(Bakara-219)
İzah:
Mal
aslında (hayır yolunda) harcanmak
içindir. İhtiyacı kadarı bırakılıp
geriye kalan (Allah yolunda)
harcanmalıdır. Hz. ibni Abbas
radıyattahu anhuma, "Kişinin kendi
çoluk çocuğunun masrafından artan
kısmı ihtiyaçtan fazladır"
demektedir. Hz. Ebû Umame
radıyatlahu anh, Allah Rasûlü
sailaliahu aleyhi vese/tem'İnşöyle
buyurduğunu nakletmiştir: "Ey insan,
yanında fazla olanı harca. Bu senin
için hayırlıdır. O malı yanında
alıkoyman senin için kötüdür.
Zaruret miktarı olan malda ise
kınama yoktur. Harcamaya da aile
fertlerinden olan insanlardan başla.
Yukarıdaki el, aşağıdaki elden
hayırlıdır. Yani veren el, alan
elden hayırlıdır." Hz. Atâ
rahmetuiiahi aleyhken de şöyle
rivayet olunmuştur: "Yukarıdaki
ayeti kerimede geçen ( ya.) Afv
kelimesinden maksat; ihtiyaçtan
fazla olan maldır.Hz.
Ebû Said el Hudh radıyallahu anh,
Rasûlullah sallailahu aleyhi
vesellerri\n şöyle buyurduğunu
söyledi: "Kimin yanında fazla bineği
varsa bineği olmayana versin. Fazla
azığı olan da azığı olmayana
versin." Rasûlullah sailaliahu
aleyhi veseilem bu sözün üzerinde o
kadar fazla durdu ki, biz kişinin
ihtiyacından fazla olan malında
hakkı bulunmadığını zannettik. Zaten
insan için en yüksek derece şudur:
İnsanın gerçek ihtiyaçlarından fazla
olan malt, hayır yolunda harcamak
içindir. Biriktirip bir köşeye
koymak için değildir. Bazı alimler
Afv kelimesini kolaylık şeklinde
tercüme etmişlerdir. Yani kişi
kolaylıkla hayır yolunda ne kadar
harcayabil irse har-camalıdır. Şöyle
ki, harcadıktan sonra dünyevi
sıkıntılara düşerek perişan
olmamalı, başkasının hakkını zayi
ederek ahiretteki sıkıntılara maruz
kalmamalıdır. Hz. İbni Abbas
radıyallahu an/ıuma'dan
nakledildiğine göre, bazı kimseler
öyle sadaka verirlerdi ki, yiyecek
bir şeyleri kalmazdı. Hatta
başkaları onlara sadaka verme
durumunda kalırlardı. Bunun üzerine
(yukarıda geçen) ayeti kerime nazil
oldu.Hz. Ebû Said el Hudri
radıyallahu anh şöyle buyuruyor:
Adamın biri mescide geldi.
Rasûlullah sailaliahu aleyhi
veseilem o şahsın halini görünce
hayır olarak elbise toplanmasını
emretti. Yardım olarak epeyce elbise
toplandı. Rasûlullah sailaliahu
aleyhi veseilem elbiselerden ikisini
o adama verdi. Sonra sadaka
toplanması için teşvik etti.
İnsanlar sadaka olarak mallarından
verdiler. O adam da iki parça
elbiseden birini sadaka olarak
verdi. Bunun üzerine Rasûlullah
sailaliahu aleyhi veseilem memnun
olmadığını belirterek elbisesini ona
geri verdi.Kendisi muhtaç olduğu
halde hayır, hasenat yapmaya Kur'an
da teşvik verilmiştir. Fakat bu
(teşvik) bu tür harcamalara
memnuniyetle katlananlar ve
kalplerinde gerçekten ahiretin
ehemmiyeti dünya üzerine galip
gelenler içindir. 28. ayetin
açıklamasında bu konunun tafsilatı
gelmektedir.
5) Verdiğinin
kat kat fazlasını kendisine ödemesi
için Allah'a güzel bir borç verecek
kimdir? Darlık veren de bollu kveren
de Allah'tır. Sadece O'na
döndürüleceksiniz. (Bakara-245)
İzah:
Yukarıdaki ayeti kerimede Allah
yolunda harcamanın borca
benzetilmesinin sebebi, borç alınan
(şey) mutlaka geri verilip, eda
edildiği gibi Allah yolunda
harcamanın ecir, mükafat ve
karşılığı da mutlaka elde edilir.
Bundan dolayı Allah yolunda
harcamak, borç vermeye
benzetilmiştir. Hz. Ömer radıyaiiahu
anh Allah'a borç vermekten
kastedilen şeyin Allah yolunda
harcamak olduğunu söylemiştir.Hz.
Ibni Mes'ud radıyaiiahu anh buyurdu
ki: Bu ayet indiği zaman Hz. Ebû
Dahdah Ensari radıyaiiahu anh
Peygamber Efendimiz saiiaiiahu
aleyhi veseiiem \n yanına geldi ve,
"Ey Allah'ın Rasûlü! Allah ceiie
ceiaiuhu bizden borç mu istiyor?"
dedi. Peygamber Efendimiz saiiaiiahu
aleyhi veseiiem, "Evet" deyince,
"Öyleyse elinizi bana veriniz {Ta
ki mübarek elinizi tutarak size söz
vereyim)" dedi. Peygamber Efendimiz
saiiaiiahu aleyhi veseiiem elini
uzattı. O da Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi vese/tem'İn elini anlaşma
yapmak üzere tutarak, "Ey Allah'ın
Rasûlü! Ben bağımı Rabbime borç
olarak verdim" dedi. Bahçesinde altı
yüz tane hurma ağacı vardı ve onun
çoluk çocuğu da o bahçede
kalıyorlardı. Sonra Ebû Dahdah
oradan kalkarak bahçesine geldi ve
hanımı Ümmü Dahdâh'a, "Haydi! Bu
bahçeden dışarıya çık. Bu bahçeyi
ben Rabbime verdim." diye seslendi.
Ebû Hureyre radıyaiiahu antim
rivayetine göre Allah'ın Rasûlü
saiiaiiahu aleyhi veseiiem bu
bahçeyi birkaç tane yetim arasında
taksim etti.Bir hadiste şöyle
geçmektedir: Ne zamanki"Kim bir
iyilik yaparsa ona on misli sevap
verilir" ayeti nazil oldu.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem bunun üzerine "Ya Rabbi
ümmetimin sevabını bundan daha fazla
kıl" diye dua etti. Bu duadan sonra
da yukarıda geçen ayeti nazil oldu.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem tekrar "Yâ Rab! Ümmetimin
sevabını bundan da fazla kıl" diye
dua etti. Bunu müteakip (7.sıradaki)
ayeti nazil oldu. Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem tekrar,
"Yâ Rab! Ümmetimin sevabını arttır"
diye dua etti. Bunun üzerine
"Muhakkak sabredenlere ecirleri
hesapsız ve tam olarak ödenecektir."
ayeti nazil oldu. Başka bir hadisi
şerifte şöyle buyu rul m ustur: "Bir
melek şöyle nida eder; <Bugün borç
verip, yarın karşılığını tam ve
eksiksiz olarak alacak olan
kimdir?Bir hadis-i kutsîde ise Allah
ceiie ceiaiuhu şöyle buyuruyor: "Ey
ademoğlu! Dora \/a servetini Benim
vanıma emanet olarak bırak. O
emanetinin ne yanma endişesi vardır,
ne batma ne de çalınma. Ben
emanetini senin en muhtaç olduğun
bir zamanda eksiksiz bir şekilde
sana vereceğim.
6) Ey
iman edenler! Kendisinde artık
ahş-veriş, dostluk ve (Allah'tan
izinsiz) bir şefaat bulunmayan gün
(kıyamet) gelmeden önce, size
verdiğimiz rızıktan hayır yolunda
harcayın. (Bakara-254)
İzah:
Yani
o gün alış-veriş yoktur ki, kişi
başkalarının iyiliklerini satın
alabilsin. Dostluk yoktur ki,
başkalarından iyilik isteyebilsin.
Allah'tan izinsiz kimseye şefaat
hakkı yoktur ki, ona yalvarıp,
yakararak kendisine şefaat ettirsin.
Kısacası (O gün kişinin) başkasından
yardım alabileceği bütün sebepler
yok olacaktır. O gün için bir şey
yapılacaksa bugün yapılmalı,
ekilecek olan ekilmelidir. O gün
ektiğini biçme günüdür. Ne ekilirse
o biçilecektir. İster tahıl, ister
çiçek, ister diken, ister çalı.
Herkes ne ektiğini iyice
düşünmelidir.
7) Allah
yolunda mallarını harcayanların
örneği, yedi başak bitiren bir dane
gibidir ki, her başakta yüz dane
vardır. Allah dilediğine kat kat
fazlasını verir. Allah'ın lütfü
geniştir, O herşeyi bilir.
Bakara-261)
İzah:
Bir
hadisi şerifte, "Ameller altı,
insanlar ise dört kısımdır"
buyurul-maktadır. Amellerden ikisi
vacip kılan amellerdir. İkisi
mükafatı ile eşit olan amellerdir.
Bir amelin ecri (sevabı) on kat
fazladır. Birinin de sevabı yedi yüz
kat fazladır. Vacip kılan amellerin
birincisi şudur: Kişi Allah cetfe
ceiaiuhu'na şirk koşmadan ölürse
mutlaka Cennete girecektir.
İkincisi; her kim Allah ceiie
ceiaiu-to/na şirk koşarak ölürse o
da mutlaka Cehennem'e girecektir.
Mükafatına eşit olan amel ise, bir
kimse bir iyiliğe niyet eder. Fakat
onu yapamazsa, ona bir sevap
verilir. Kim de bir günah işlerse
ona bir günah yazılır. Kim bir
iyilik yaparsa ona on misli sevap
yazılır, Allah yolunda harcayan
kimseye her harcamasına karşılık
yedi yüz kat sevap yazılır.
İnsanların dört kısmı ise şöyledir:
1-Hem dünya hem de ahirette
genişlik içinde olanlar, 2-Dünyada
genişlik, ahirette ise darlık içinde
olanlar, 3-Dünyada darlık, ahirette
ise genişlik içinde olanlar, 4-Hem
dünyada hem de ahirette darlık
içinde olanlar. Son
kısımda olan insanların dünya
yoksulluğu yanında amelleri de
bozulmuştur. Bundan dolayı ahirette
bir şey elde edemedikleri gibi dünya
ve ahiretleri berbat olmuştur.Hz.
EbÛ Hureyre raöıyallahu anh Allah'ın
Rasûiü saliallahu aleyhi veseliemln
Şöyle buyurduğunu naklediyor: "Her
kim helal maldan olmak ve haram
maldan olmamak şartıyla bir hurma
kadar sadaka verirse (Çünkü Allah
ceiie ceiaiuhu yalnız helal ve temiz
malı kabul eder) Allah ceiie
ceiaiuhu o sadakayı sizin kendi
buzağınızı büyüttüğünüz gibi
büyütür. Nihayet o sadaka büyüye
büyüye bir dağ kadar olur.Yine
başka bir hadiste şöyle
buyurulmuştur: "Kim Allah yolunda
bir hurma verirse Allah ceiie
ceiaiuhu onun sevabını o kadar
büyütür ki, Uhud Dağı'ndan daha
büyük olur." Uhud Dağı Medine-i
Münevvere'de çok büyük bir dağdır.
Bu durumda ecir ve sevab yedi
yüzden çok daha fazladır.Bir başka
hadiste geçtiğine göre; yedi yüz
misli ecir verileceği hakkındaki
a-yet nazil olduğunda Rasûluilah
saliallahu aleyhi veseiiem ecir ve
sevabın daha çok olması için Allah
ceiie ceiaiuhu'nB dua etti. Bunun
üzerine beşinci sırada geçen ayet
nazil oldu. Bu
hadise göre yedinci ayet beşinci
ayetten önce inmiştir. Başka bir
hadiste bunun aksi rivayet
olunmuştur. Bu hadis beşinci ayetin
açıklamasında geçmiştir.
8) Mallarını
Allah yolunda harcayıp da arkasından
başa kakmayan, fakirlere eziyet
etmeyen kimseler var ya, onların
Allah katında has mükâfatları
vardır. Onlar için korku yoktur,
üzüntü de çekmeyeceklerdir.
(Bakara-262)
İZAH: Bu
ayeti kerime önceki ayetten hemen
sonra gelmektedir ve bu sayfadaki
diğer ayetlerde bu konu hakkındadır.
Allah ceiie ceiaiuhu yolunda
harcamaya teşvik ve sadakayı başa
kakmak suretiyle berbat edilmemesi
hakkında tembih vardır. Eziyet
etmenin manası ise, yapmış olduğu
iyilikten dolayı birine hakir
davranmak ve onu zelil
görmektir.Rasûluilah saliallahu
aleyhi veseiiem bir hadis-i
şeriflerinde şöyle buyurmuştur:
"Bazı kimseler Cennet'e
giremeyeceklerdir. Onlardan bir
tanesi yaptığı iyiliği başa kakan,
ikincisi anne babasına karşı gelen,
üçüncüsü ise devamlı şarap içendir. İmam
Gazali rahmetuliahi aleyh İhya-i
Ulumiddin'de sadaka adabı bahsinde
"Kişi sadakasını (Eziyet).ve
(Başa kakma) ile berbat etmemelidir"
diye yazmıştır. "Menn ve Eza"
kelimelerinin tefsiri hakkında
alimlerin birkaç görüşü vardır.
Bazıları; "Menn, sadakayı verdiği
kişiye, verdiği sadakadan
bahsetmesi-dir. Ezâ ise, sadaka
verdiğini başkalarına açıklamasıdır"
demiştir. Başka bir görüşe göre
Menn, vermiş olduğu şeyin
karşılığını ondan almak, Ezâ, sadaka
verdiği kimseyi fakirliği sebebiyle
kınamaktır. Bazıları da "Menn,
vermiş olduğu sadaka sebebiyle
yoksula karşı büyüklük taslamaktır.
Ezâ ise istediği için onu
azarlamaktır" demişlerdir.İmanvı
Gazali rahmetuliahi aleyh buyurdu
ki: "Menn kelimesinin asıl manası
(sadaka verenin) verdiği kişiye
ihsanda bulunduğunu düşünmesidir"
Zaten bu sebeple yukarıda geçen
şeyler meydana gelmektedir. Halbuki
(sadakayı veren kişi) fakirin
kendine iyilik ettiğini
düşünmelidir. Çünkü o fakir
zenginden Allah'ın hakkı olan zekatı
kabul etmekle onu sorumluluktan ve
mesuliyetten kurtararak malının
temizlenmesine de sebep olur. Ayrıca
zekat verilmediğinden dolayı
yapılacak olan Cehennem azabından
onu kurtarmış olur. Meşhur
muhaddislerden İmam Şa'bi
rahmetuliahi aleyh diyor ki: Her kim
fakirin sadakaya olan ihtiyacından
daha fazla kendisini sevaba muhtaç
kabul etmezse, o kimse vermiş olduğu
sadakayı zayi etmiştir. Ayrıca
fakire vermiş olduğu sadaka da
yüzüne çarpılır. Kıyamet
günü son derece çetin, hüzünlü,
kederli ve korkunç bir gündür. Bu
husus kitabın sonunda da
gelecektir. O (kıyamet) gününde
kişinin korkudan emin olması ve
üzüntülü olmaması çok büyük bir
nimettir.
9) Eğer
sadakaları (zekât ve benzeri
hayırları) açıktan verirseniz ne
âlâ! Eğer onu fakirlere gizlice
verirseniz, işte bu sizin için daha
hayırlıdır. Allah da bu sebeple
sizin günahlarınızı örter. Allah,
yapmakta olduklarınızı bilir. (Bakara-271)
"Mallarını gece ve gündüz, gizli ve
açık hayra sarf edenler var ya,
onların mükâfatları Rableri
katındadır. Onlara korku yoktur,
üzüntü de çekmezler." (Bakara-274)
İZAH: Her
iki ayette sadakanın gizlenerek
verilmesi de açıktan verilmesi de
övülmektedir. Kur'an-ı Kerim'in bir
çok ayetlerinde riya yani gösteriş
için amel yapmanın kötülüğü
bildirilmiş ve buna şirk
denilmiştir. Riyanın sevapları yok
edici hatta günah kazanmaya sebep
olduğu bildirilmiştir. O halde
öncelikle şunu iyi anlamak lazımdır
ki, gösteriş ayrı bir şeydir. Bir
amelin açıkça yapılması illa da onda
riya olmasını gerektirmez. Oysa
riya; kişinin kendi büyüklüğünü
göstermek şöhret kazanmak
yeteneklerini göstermek ve izzet
elde etmek için yaptığı
işlerdir.Allah ceiie ceiaiuhu'nun
rızasını ve hoşnutluğunu kazanmak
için bir amel yapılır da bir
maksattan dolayı onun ilan
edilmesinden Allah razı olacaksa, bu
ameli ilan etmek riya olmaz. Bu
durumun dışında kalan her amelde,
özellikle sadaka vermekte efdal olan
onu gizlemektir. Çünkü bu şekilde
riya ihtimali de ortadan
kalkmaktadır. Ayrıca sadakayı alan
şahıs zillete düşmekten ve eziyet
görmekten korunmuş olur. Sadakayı
açıktan vermenin zararlarından biri
de verirken riya olmasa bile
cömertliği insanlar arasında
yayıldığından sadaka veren kişinin
ucub ve kendini beğenme ihtimalinin
olmasıdır. Bunun yanısıra eğer
sadaka veren kimse halk arasında
meşhur olursa o zaman pek çok
kimseler ondan istemekle onu
rahatsız ederler. Ayrıca o kimsenin
zengin olduğu duyulduğunda pek çok
dünyevi zararlar da meydana gelir.
Meselâ, hükümetin vergi koyması;
malında hırsızların gözü olması ve
haset edenlerin düşmanlığı vs. İmam
Gazali rahmetuiiahi aleyh şöyle
buyuruyor: "Sadakayı gizli vermek
riya ve şöhretten daha uzaktır."
Ayrıca Rasulullah saiiaiiabu aleyhi
veseiiem bir hadisinde buyurmuştur:
"Sadakaların en faziletlisi dar
gelirli birinin kendi gayretiyle
herhangi bir yoksula gizlice sadaka
vermesidir. Her kim vermiş olduğu
sadakadan bahsederse o kişi kendinin
meşhur olmasını isteyendir.
Kalabalık içinde sadaka veren de
riyakardır."Geçmişte büyük zatlar
sadakayı o kadar gizlemeye
çalışırlardı ki, sadaka vermiş
oldukları fakirin sadaka vereni
bilmesinden dahi hoşlanmazlardı.
Bundan dolayı bazıları âmâ fakirleri
seçerek onlara sadaka verirlerdi.
Bazıları da fakirin haberi olmasın
ve utanmasın diye başkaları
vasıtasıyla verirlerdi. Kısacası;
verilen sadakayla riya ve gösteriş
kastedilmiş ise sevaplar mahvolduğu
gibi günaha da girilmiş
olunur.İmam-ı Gazali rahmetuiiahi
aleyh şöyle yazmıştır: "Hangi amelde
kişinin niyeti gösteriş olursa o
amel boşa gider. Çünkü zekat mal
sevgisini insanın kalbinden
çıkarmak için vacib oldu.
İnsanlarda makam sevgisi mal
sevgisinden daha fazladır. Bu ikisi
ahirette insanı helak eden
şeylerdir. Cimrilik sıfatı insana
kabrinde akrep şeklinde musallat
olur. Riya ve meşhur olma isteği ise
ejderha şekline girerek (musallat
olur).Bir
hadiste, "Kişinin dini ve dünyevi
hususlarda parmakla gösterilmesi
o-nun kötülüğüne yeterli bir
sebeptir". Hz. İbrahim bin Edhem
rahmetuiiahi aleyh buyuruyor ki:
"Her kim meşhur olmayı isterse, o
kimse Allah ile doğru bir muamelede
bulunmamıştır". Eyyûb Sahtiyanı
rahmetuiiahi aleyh de; "Her kimin
Allah ile muamelesi düzgün ise
evinin nerede olduğunun halk
tarafından bilinmesini dahi
istemez" demiştir. Hz.
Ömer radıyaliahu anh bir defasında
Mescid-i Nebevi'ye geldi. Hz. Muaz
radtyallahu anh'\ Peygamber
sallallahu aleyhi vese/tem'in kabri
başında oturmuş ağlarken gördü.
Niçin ağladığını sorunca Hz. Muaz
radıyaliahu anh\ "Ben
Ra-sûlullah'tan duydum ki; Riyanın
azı da şirktir. Allah ceiie ceiaiuhu
bir köşede isim-sizlik içinde
yaşayan muttakî kullarını sever.
Eğer o kimseler bir yere gidecek
olsalar onları kimse aramaz.
Herhangi bir meclise gelseler,
onları kimse tanımaz. Onların
kalpleri hidayet kandilleridir ve
onlar tozlu, topraklı karanlık
yerlerden kurtulmuşlardırKısacası
riyayı (gösterişi) kötüleyen pek çok
ayet ve hadisler vardır. Fakat bütün
bunlara rağmen sadakayı ilan etmekte
bazen dini maslahatlar (faydalar)
bulunmaktadır. Mesela, başkalarını
teşvik etmek gerektiğinde sadaka
açıkça verilir. Şöyle ki; birkaç
kişinin sadaka vermesiyle dinin
önemli bir ihtiyacı
karşılanamıyorsa, o zaman sadakayı
açıkça vermek başkalarını sadakaya
teşvik edip o dini ihtiyacın
karşılanmasına sebep olur.Bundan
dolayı Peygamber saiiaiiahu aleyhi
veseiiem Efendimiz buyuruyor ki:
"Kur'an'ı sesli okuyan açıktan
sadaka veren gibidir. Kur'an'ı
sessiz okuyan da gizli sadaka veren
gibidir. Demek
ki Kur'an-ı Kerimi duruma göre bazen
sesli bazen de sessiz okumak
faziletli oluyor. Önce geçen ayeti
kerime hakkında pek çok ulemadan
nakledildiğine göre bu ayette farz
sadaka olan zekat ve nafile
sadakaların her ikisi de beyan
edilmektedir. Farz olan sadakayı
yani zekatı açıktan vermek daha
efdaldir. Diğer farzların hükmü de
aynıdır. Onları açıkça edâ etmek
efdaldir. Çünkü kişi açıktan
vermekle hem başkalarını sadaka
vermeye teşvik etmiş hem de "Bu adam
zekatını edâ etmiyor" şeklindeki
suçlama ve töhmeti üzerinden atmış
olur. Bunun için namazın cemaatle
kılınmasında namazın edâ
edilmesinin ilanıyla birlikte başka
faydalar da vardır. Hafız ibni Hacer
rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Allâme
Taberi rahmetuiiahi aleyh ve
diğerleri farz olan sadakanın açıkça
verilmesinin efdal olduğu, nafile
sadakanın da gizlice verilmesinin
daha üstün olduğu hakkında
alimlerin görüş birliğinde
olduklarını nakletmişlerdir."
Zeynübnü-I Münir rahmetuiiahi aleyh
diyor ki: "Bu üstünlük ahvallere
göre değişir. Mesela, idareciler
zalim olduğundan zekatı verilecek
mal gizli tutuluyorsa zekatı gizli
vermek daha uygundur. Eğer bir kimse
önder olduğundan insanlar onun
yaptığı işleri kendilerine örnek
alıyorlarsa o kişinin nafile olan
sadakayı da açıktan vermesi
efdaldir.Hz.
İbni Abbas radıyaliahu anhuma
yukarıda geçen ayeti kerimenin
tefsirinde diyor ki: "Allah ceiie
ceiaiuhu nafile sadakalar içinde
gizli verilen sadakayı açıktan
verilen sadakadan yetmiş derece
üstün kılmıştır. Farz olan
sadakalarda ise açıktan verileni
gizli verilenden yirmi beş derece
üstün kılmıştır. Diğer bütün farz ve
nafile İbadetlerde de durum
böyledir. Yani
farz olan ibadetleri aşikare yapmak
gizli yapmaktan efdaldir. Çünkü kişi
farz olan ibadeti gizli yaparsa
kendisini töhmet altında bırakmış
olur. Diğer bir zarar da o kişinin
yakın çevresi "Bu adam falanca
ibadeti hiç yapmıyor" kanaatine
varmalarıdır. Bundan dolayı onların
kalplerinde bu ibadetlerin kıymet
ve ehemmiyeti azalır. Nafile
ibadetlerde ise eğ'er kendisine
başkalarının uyacağı ve tâbi
olacağını düşünüyorsa bunları açıkça
yapması efdaldir.Hz. ibni Ömer
raüıyaiiahu anhuma dan Peygamber
saiiaiiahu aleyhi veseiiem
Efendimizin şöyle buyurduğu
naklediliyor: "Salih amelleri
gizlice yapmak aşikâre yapmaktan
efdaldir." Fakat bu (şekilde amel
yapmak) ittibaya niyet eden içindir.
Ancak insanların kendisine ittiba
ettiklerini düşünen biri amellerini
açıkça yapabilir. Hz. Ebû Umame
radıyallahu anh diyor ki: Hz. Ebû
Zer radıyallahu anh Rasûlullah
sallal-lahu aleyhi veseiiem'öen
hangi sadakanın daha faziletli
olduğunu sorunca Allah'ın Rasûlü
saüaiiahu aleyhi veseilem buyurdu
ki: "Gizlice herhangi bir fakire
birşeyler vermektir." Darlık ve
yokluk içindeki birinin sadaka
vermeye çalışması daha üstündür.
Gerçek şudur ki, nafile sadakaları
gizli olarak vermek efdaldir. Tabii
ki açıktan vermekte dini bir fayda
varsa o zaman sadakanın açıktan
verilmesi daha efdal olur. Fakat bu
noktada kişi kendi nefsinden ve
şeytandan gafil olmamalıdır. Çünkü
şeytan sadakayı berbat etmek için
"Açıkça vermekte dini bir takım
faydalar vardır" diye kalbe bir
düşünce sokar.Bunun için kişinin
sadakayı açıkça vermesinde dinen
fayda olup olmadığını dikkatlice
araştırması gerekir. Sadakayı
verdikten sonrada her gittiği yerde
bahsetmemelidir. Çünkü böyle yapmak
açıkça sadaka verme hükmüne dahil
olur. Hadisi şerifte bahsedildiği
üzere insan gizli bir amel
yaptığında o gizli amel olarak
yazılır. O kişi yaptığı gizli
amelini açıklarsa gizli yapılan amel
aşikâre yapılan amellere dönüşür.
Eğer her gittiği yerde insanlara
söylerse açıkça yapılan bir amel
hükmünden çıkıp riya ile yapılan bir
amel hükmüne dahil olur. Peygamber
saiiaiiahu aleyhi veseilem Efendimiz
buyurdu ki; "Allah'ın arşının
gölgesinden başka gölge bulunmayan o
(kıyamet gününde) Allah celie
ceiaiuhu 7 sınıf insanı kendi
arşının gölgesinde barındıracaktır.
"1 -Adil devlet reisi, 2-Allah celie
ceiaiuhu'na ibadet e-derek yetişen
genç, 3-Kalbi mescitlere bağlı olan
kimse, 4-Hiçbir dünyevi menfaat
olmaksızın sırf Allah için bir araya
gelen ve ayrılan iki kişi, 5-Soylu
ve mevki sahibi, güzel bir kadın
kendisine yöneltmek istediğinde Ben
Allah'tan korkarım> diyen kimse
{Aynı şekilde bir erkek bir kadını
kendine yöneltmek istediğinde Ben
Allah'tan korkarım> diyen kadın),
6-Sağ elinin verdiğini sol eli
duymayacak derecede gizli sadaka
veren kişi, 7-Kimsenin görmediği
tenha bir yerde Allah celie
ceiaiuhu'nu hatırlayıp ağlayan
kimse". Bu hadiste 7 sınıf insan
zikredilmiştir. Başka hadisi
şeriflerde o dehşetli günde arşın
gölgesinde bulunacakların daha fazla
olduğu bildirilmiştir. Alimler
onların seksen iki sınıf insan
olacağını bildirmişlerdir. İthaf
kitabının yazarı o kimseleri
kitabında zikretmiştir. Pek çok
hadisi şeriflerde "Gizli verilen
sadaka Allah ceiie ceiaiuhu'nun
gazabını giderir" buyurulmuştur.Hz.
Salim ibni Ebî Cağd rahmetuiiahi
aleyh diyor ki: "Bir kadın çocuğuyla
beraber yolda giderken aniden bir
kurt çocuğu kapıp götürdü. Kadın
kurdun arkasından koştu. Derken
yolda bir dilenci ile karşılaştı.
Dilenci bir şeyler isteyince kadın
yanında bulunan bir tek ekmeği ona
verdi. Bu esnada çocuğu kapan kurt
geriye geldi ve çocuğu bırakarak
gitti." Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseilem buyurdular ki: "Allah
ceiie ceiaiuhu üç kişiyi sever, üç
kişiye de gazap eder. Allahu
Teâlâ'nın sevdiği üç kişiden
birincisi, bir fakirin ihtiyacını
gören kişidir, ki o fakir hiç
tanımadığı ve akrabalığı da olmayan
bir topluluğun yanına gelir.
Yalnızca Allah için onlardan bir
şeyler ister. O kişi kalkar ve
diğerlerinden gizli olarak o fakire
bir şeyler verir ve onun verdiği
şeyden Allah'tan başka kimsenin
haberi olmaz, ikincisi] o kişidir
ki, bir topluluk bütün geceyi
seferde geçirir. Gece boyunca
yürüyen bu topluluğa uyku basınca
biraz dinlenmek için bineklerinden
inerler. O kişi yatıp istirahat
etmek yerine namaza durur ve Allah
ceiie ce/a/u/iu'nun huzurunda dua
etmeye başlar. Üçüncüsü de; o
kişidir ki, bir topluluk düşmanla
cihad ederken düşman karşısında
yenilgi baş gösterdiğinde ve
insanlar dağılmaya başladığında o
kişi tek başına göğsünü gererek
şehid olana kadar yada savaşı
kazanana kadar çarpışır. Allah'ın
gazap ettiği üç kişiden birincisi;
yaşlı (ihtiyar) olduğu halde zina
eden kimse. İkincisi; fakir olduğu
halde kibirlenen kimse. Üçüncüsü;
zengin olduğu halde zulmeden
kimsedir." (Bu hadis, hadisler
kısmının on beşinci sırasında
gelecektir). Hz. Cabir radıyaiiahu
anh diyor ki: "Allah'ın Rasûlü
saiiaiiahu aleyhi veseilem hutbe
okudu ve hutbesinde şöyle buyurdu;
Ey insanlar ölüm gelmeden evvel
günahlarınıza tevbe ediniz ve iyi
ameller işlemek de acele ediniz.
Başka işlerle uğraşarak salih
amelleri terketmeyiniz. Allah'ı çok
zikrederek gizli ve açık sadaka
vererek O'nunla yakınlık kurunuz.
Çünkü bu ameller yüzünden size rızık
verilir, size yardım edilir, sizin
bozukluğunuz ıslah edilir."Bir
hadisi şerifte "Kıyamet günü herkes,
hesaba çekilme kararı verilinceye
kadar kendi sadakasının gölgesinde
bulunacaktır" buyurulmuştur. Yani
güneşin çok yaklaşacağı o kıyamet
gününde herkes vermiş olduğu sadaka
miktarmca gölgede olacak. Ne kadar
çok sadaka vermişse o kadar fazla
gölge olacak. Başka bir hadiste
"Sadaka kabir sıcaklığını (azabını)
uzaklaştırır ve herkes kendi
sadakasıy-la gölgelenir"
buyuruluyor. Sadakanın belaları
giderdiği pek çok rivayetlerde
geçmektedir. Müslümanların (kötü)
amelleri sebebiyle her taraftan
çeşit çeşit belaların geldiği
günümüzde bol bol sadaka
verilmelidir. Özellikle ömür boyu
çalışıp biriktirilenler göz göre
göre bırakılmak zorunda kalındığına
göre, bu durumda bol bol sadaka
vermeye devam edilmesi gerekir.
Böylelikle sadaka olarak verilen mal
da zayi olmaktan korunmuş olur.
Ayrıca verilen sadaka bereketiyle
kişinin üzerine gelen belalar da
kendiliğinden uzaklaşır. Ne yazık ki
bizler bütün bu ahvalleri
gözlerimizle gördüğümüz halde bile
sadaka vermeye ihtimam etmiyoruz.Bir
hadiste "Sadaka yetmiş kötülük
kapısını kapatır" buyuruluyor. Başka
bir hadiste de "Sadaka Allah'ın
gazabını uzaklaştırır ve kötü
ölümden insanı muhafaza eder"
buyuruluyor. Bir hadisi şerifte
"Sadaka ömrü uzatır ve kötü ölümü
engeller. Kibir ve gururu giderir"
diye geçmektedir. Yine başka bir
hadiste şöyle buyuruluyor; "Allah
celie ceiaiuhu bir lokma ekmek veya
bir avuç hurma ya da buna benzer
fakirin ihtiyacını karşılayacak
basit bir şey sebebiyle üç kişiyi
Cennete koyar. Birincisi; sadakanın
verilmesini emreden ev sahibi.
İkincisi; o ekmeği yada yemeği
pişiren evin hanımı. Üçüncüsü;
sadakayı fakire ulaştıran hizmetçi."
Peygamber saiiaiia-hu aleyhi
veseilem bu hadisi söyledikten sonra
şöyle buyurdu: "Bütün hamdler bizim
hizmetçilerimizi bile sevab
hususunda unutmayan Allah'a aittir."
Bir defasında Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseilem, "En güçlü pehlivan
kimdir?" diye sordu.
Oradakiler,"Güreşte başkalarını
yenendir" dediler. Bunun üzerine
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseilem, "Asıl pehlivan kızdığı
zaman kendisine hakim olandır"
buyurdu. Daha sonra, "Kısır kimdir,
bilir misiniz?" dedi. Etrafında
bulunanlar, "Çocuğu olmayan
kişidir"' dediler. Rasûluliah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Hayır,
kısır, ileriye (ahirete) hiç bir
çocuk gönder-meyendir" buyurdu.
Sonra Allah Rasûlü, "Fakir kimdir?"
dedi. Halk, "Ya Rasûlallah malı
olmayan kimsedir." dediler.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem buyurdu ki: "Asıl fakir,
malı olduğu halde ileriye hiçbir şey
göndermeyendir. ( Çünkü o sevaba çok
ihtiyacı olduğu kıyamet gününde eli
boş kalacaktır). Hz. Ebû Hureyre
radıyaiiahu anh diyor ki: Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem, Hz. Aişe
radtyaliahu anha'ya şöyle dedi: "Bir
hurma parçasıyla da olsa nefsini
Allah ceiie ceiaiuhuöan satın al.
Ben seni Allah ceiie celaiuhu'nun
hiç bir sorgusundan kurtaramam. Ey
Aişe! Hiçbir isteyen kimse senin
yanından eli boş dönmesin, keçi
ayağı (paça) dahi olsa ver, onu boş
çevirme.İmam
Gazali rahmetuliahi a/eyh'in
yazdığına göre; "Eskiden halk bir
hurma da olsa, bir parça ekmekte
olsa sadaka verirler ve hiçbir günün
sadaka vermeden geçmesini iyi
görmezlerdi. Çünkü Peygamber
Efendimiz saiiaiiahu aleyhi
veseilem, Kıyamet günü herkes vermiş
olduğu sadakaların gölgesinde
gölgelenecek buyurmuşlardır
10) Allah
faizi tüketir, sadakaları ise
arttırır. (Bakara-276)
İZAH: Sadakaların
artması bundan önce de pek çok
rivayetlerde geçmişti. Ahirette
sadakanın sevabı dağlar gibi
olacaktır. Bu ahiretteki durumdur.
Dünyada da genellikle sadaka malı
arttırır. Şöyle ki; ihlasla, bol bol
sadaka veren kimsenin gelirlerinde
devamlı artış olmaktadır. Kimin
gönlü isterse tecrübe ederek
bakabilir. Tabii ki ihlaslı olmak
şarttır. Riya ve gösteriş
olmamalıdır. Faiz ise ahirette
zaten yok edilir. Dünyada bile
çoğunlukla berbat olur. Hz. Abdullah
bin Mes'ud radıyallahu anh
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
vesellem'm şöyle buyurduğunu
naklediyor: "Faizin arttığı gözükse
de onun sonu azalmaya doğru gider".
Mağmer rahmetuliahi aleyh diyor ki:
"Faizle kazanılan malda azalma
olduğu kırk sene içinde ortaya
çıkar". Hz. Dahhak radıyallahu anh
da diyor ki: "Faiz dünyada çoğalır,
ahirette ise yok edilir." Hz. Ebû
Berze radıyaiiahu anh diyor ki:
"Allah'ın Rasûlü saiiaiiahu aleyhi
veseilem şöyle buyurdu; İnsan bir
parça sadaka verir. O parça Allah
indinde o kadar büyür ki, Uhud Dağı
kadar olur."
11) Sevdiğiniz
şeylerden Allah için harcamadıkça
iyiliğe erişemezsiniz .(Al-i
lmran-92)
İZAH: Hz.
Enes radıyallahu anh buyurdu ki:
"Ensar içinde en fazla hurma
ağaçlan olan kişi Hz. Ebû Talha
radıyallahu anh idi. Onun Beyrûha
adlı bir bağı vardı. Hz. EbûTalha
radıyallahu anh bu bağını çok
severdi. Bu bağ Mescid-i Nebevi'nin
karşısındaydı. Peygamber saiiaiiahu
aleyhi veseilem genellikle o bağa
gider, onun çok lezzetli ve güzel
olan suyundan içerdi. Yukarıda geçen
ayet-i Celil'e indiği zaman Ebû
Talha radıyai-lahu anh Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi vesellemln yanına
geldi ve dedi ki; <Allah cette
celaluhu'Sevdiğiniz şeylerden Allah
için harcamadıkça iyiliğe
erişemezsiniz' buyuruyor. Beyrûha,
bütün mallarımın arasında bana en
sevimli olanıdır. Ben onu Allah için
(Allah yolunda) sadaka olarak
veriyorum ve onun ecir ve sevabını
da Allah ceiie ceiaiuhu'Ğan ümit
ediyorum. Siz onu nereye uygun
görürseniz, oraya
harcayabilirsi-niz? Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseilem Efendimiz
bunun üzerine, Ne güzel! Bu çok
kazançlı bir maldır ve Ben onu
akrabaların arasında taksim etmeni
uygun görüyorum buyurdu. Bunun
üzerine Ebû Talha radıyallahu anh,
Peki dedi ve Bey-rûha'yı amca
çocukları ve diğer akrabaları
arasında taksim etti. Başka bir
hadiste ise şöyle geçmektedir: Ebû
Talha radıyaiiahu anh dedi ki; "Ya
Rasûlallah benim bu maliyeti çok
yüksek olan bağım sadakadır. Eğer
ben bunu kimsenin haberi olmadan
yapabilseydim öyle yapardım. Fakat
bağ gizli tutulabilecek bir şey
değildir."Hz. ibni Ömer radıyaiiahu
anhuma diyor ki: "Ben bu Ayet-i
Kerimeyi duyduğumda Allah ceiie
celaiuhu'nun bana vermiş olduğu
bütün şeyleri düşündüm ve onlar
arasında Mercâne adındaki cariyemin
bana en sevimli olduğunu gördüm.
Allah için onu azad ettim. Bundan
sonra ben eğer Allah için verdiğim
bir şeyden tekrar istifade etmeyi
uygun bulsaydım cariyeyi
azat ettikten sonra onunla
evlenirdim. İşte
bu durum hoşuma gitrridi ve o
cariyeyi kölem Hz. Nafi radıyai anh
ile nikahladım". Başka bir hadiste
şöyle geçmektedir: "Hz. İbni Ömer
radı anhuma bir gün namaz
kılıyordu. Namazda Kur'an okurken bu
ayete ulaşınca işaretle bir
cariyesini azat etti." Allah ce/te
celaiuhu'nun ve O'nun sevgili
Rasûlü'nün sözlerinin ehemmiyetini
ve onlarla amel yapmaktaki Öncülüğü
öğrenmek isteyen varsa Sahabe-i
Kiram hazretlerinden öğrensin.
Gerçekten bu zatlar Peygamber
saiiaiiahu aleyhi vesetfem'in
sahabesi olmaya layıktılar.
Peygamber saiiai-lahu aleyhi
veseiiem'ln hizmetçisi olmak o
mübarek zatların şanına
yakışırdı.Allah onların hepsinden
razı olsun ve onları Kendinden razı
etsin.Hz. Ömer radıyaiiahu anh
kendisi için Celûlâ cariyelerinden
bir cariye satın alması için Ebû
Musa el Eşari'ye bir mektup yazdı.
Ebû Musa el-Eşari radıyallahu anh
çok kıymetli bir cariye satın alarak
ona gönderdi. Hz. Ömer radıyaiiahu
anh cariyeyi yanına çağırdı. Bu
ayeti okuduktan sonra onu azat etti.
Muhammed bin Münkedir radıyaiiahu
anh diyor ki: "Bu Ayet-i Kerime
indiğinde Hz. Zeyd bin Harise
radıyallahu anh'ın yanında
herşeyinden çok sevdiği bir atı
vardı. Hz. Zeyd bin Harise
radıyatiahu anh atı alarak Peygamber
saiiaiiahu aleyhi veseiiem'in yanına
geldi ve dedi ki; Bu sadakadır
Peygamber saiiaiiahu aleyhi veseiiem
atı kabul etti ve onun oğlu Üsame
radıyaiiahu anh'a verdi. Hz. Zeyd
bin Harise radıyaliahu anh'm yüzünde
bu durumdan hoşlanmadığını gösteren
bir ifade meydana geldi. (Çünkü evin
malı evde kalmıştı. Babanın elinden
oğlunun eline geçmişti). Peygamber
saiiaiiahu aleyhi veseiiem Efendimiz
buyurdular ki; <AI!ah ceiie ceiaiuhu
senin sadakanı kabul etti. Yani
senin sadakan edâ edilmiş oldu. Ben
şimdi onu ister senin oğluna ister
başka bir akrabana, istersem
yabancı birine veririm (Çünkü sen
onu oğluna vermiyorsun ki, şahsi
menfaat olsun. Sen onu bana verdin
ben de istediğime vermekte
serbesttim".Beni Süleym kabilesinden
bir kişi şöyle diyor: Hz. Ebû Zer
Gıfâri radıyaiiahu anh Rebze adında
bir köyde kalıyordu. Orada develeri
ve o develere bakan zayıf bir çobanı
vardı. Ben de ona yakın bir yerde
kalıyordum. Ben kendisinin
hizmetinde bulunmak istediğimi
söyledim. "Sizin çobanınıza yardım
ederim. Sizin feyiz ve
bereketinizden istifade ederim. Ümit
ediyorum ki, Allah ceiie ceiaiuhu
sizin bereketinizden beni de
faydalandırır." dedim. Hz. Ebû Zer
radıyaiiahu anh dedi ki: "Benim
arkadaşım, sözümü dinleyendir (yani
böyle birini arkadaş edinebilirim).
Eğer sen buna hazırsan mesele yok,
yoksa benimle arkadaşlık niyetinden
vazgeç." Ben, "Hangi hususta size
itaat etmemi istiyorsunuz?" dedim.
O, "Ben birine bir şey verilmesini
istediğim zaman en iyisini seçip
vereceksin" dedi. Ben bunu kabul
ettim. Bir müddet onun yanında
kaldım. Su başında kalan bir
kafilenin sıkıntı içinde olduklarını
öğrendi, Develerinden bir tane
getirmemi söyledi. Ben verdiğim söze
uygun olarak develerin içinden çok
eğitimli ve terbiye edilmiş erkek
bir deveyi seçtim. Onun gibi sürüde
başka bir hayvan yoktu. Ben tam onu
götüreceğim sırada aklıma ona
burada da ihtiyaç olduğu geldi. Ben
o erkek deveyi bırakarak ondan sonra
en değerli ve en üstün olan dişi bir
deveyi alıp götürdüm. Hz. Ebû Zer
radıyaliahu anh ihtiyaçtan dolayı
bıraktığım o erkek deveyi görünce
bana "Hainlik ettin" dedi. Ben onun
maksadını anlayınca dişi deveyi geri
götürüp o erkek deveyi getirdim.
Orada bulunanlara dönerek, içinizde
sevaplı bir iş yapmak isteyen iki
kişi var mı?" dedi. Bunun üzerine
iki kişi ayağa kalkarak hazır
olduklarını söylediler. Hz. Ebû Zer
radıyaiiahu anh dedi ki: "Eğer
herhangi bir özrünüz yoksa bu
deveyi keserek bu vadide ne kadar ev
varsa onların sayısınca hisselere
ayırın ve bu devenin etinden her eve
bir hisse gönderin. Benim evime de
diğer evlere gönderdiğiniz kadar bir
hisse gönderin, fazla göndermeyin."
Bu iki kişi söyleneni kabul edip,
yaptılar. Bu işi bitirince beni
çağırdı ve "Ben hâlâ şunu
anlayamadım. Bana baştan vermiş
olduğun sözü unuttun mu? Unuttuysan
seni mazur kabul ediyorum. Yoksa
bile bile başından mı savdın?" dedi.
Ben, "Unutmamıştım. Size verdiğim
söz hatırımdaydı. Develere bakınca
bu devenin en kıymetli olduğunu
anladım. O anda sizin buna olan
ihtiyacınız hatırıma geldi. Çünkü
sizin buna ihtiyacınız vardı"
eledim. Ebû Zer Gıfârî radıyaiiahu
anh, "Sırf benim ihtiyacım için mi
bunu bıraktın?" dedi. "Evet. Sırf
sizin ihtiyacınızı düşünerek
bıraktım" dedim. O, "Ben, sana
ihtiyacımın olduğu vakti söyleyeyim
mi? Muhtaç olduğum vakit kabir
çukuruna koyulduğum vakittir. O gün
benim muhtaç olduğum gündür.Senin
her malında üç ortak vardır. Birinci
ortak; takdir edilen (bela, musibet
ve afetlerdir). Takdirin iyi malı
mı, kötü malı mı alacağı bilinmez.
Takdir malı alıp götürürken hiçbir
şeyi beklemez (yani ben bir malı iyi
faydalı ve ileride işe yarar kabul
ederek bıraktığımda o malın ileride
işime yarayıp yaramayacağını
bilemem. Öyleyse neden ahiret azığı
olarak onu Rabbimin hazinesine şimdi
yatırmayayım). İkinci ortak;
varistir ki, o her an senin bütün
malını ele geçirmek için ne zaman
kabir çukuruna gideceğini bekler.
Üçüncü ortağa gelince; o da sensin
(ki malı kendin kullanabilirsin).
Bu üç ortak arasında en az hisse
sahibi sen olma. Takdir malı alıp
götürmeden ve mal helak olmadan
veya varisin onu alıp götürmeden en
iyisi sen o malı bir an önce
Allah'ın hazinesine yatır). Bununla
birlikte Allah ceiie
ceiaiuhu;Sevdiğiniz şeylerden
harcamadıkça asla iyiliğe
ulaşamazsınız buyuruyor. Bu deve
mallarım arasında bana en
sevimliyken neden onu kendime
ayırarak muhafaza etmeyeyim ve
ileriye (ahirete) göndermeyeyim"
buyurdu.Bir hadisi şerifte Hz. Aişe
radıyaliahu anha diyor ki: Peygamber
saiiaiiahu aleyhi veseiiem
Efendimize hediye olarak bir hayvan
eti gönderildi. Allah'ın Rasûlü o
etten hoşlanmadı. Fakat başkalarının
o etten yemesini yasaklamadı. Ben,
"Ya Rasûlallah! O eti fakirlere
vereyim mi?" deyince Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Sen
yemekten hoşlanmadığın şeyleri
onlara verme." buyurdu. Hz. İbni
Ömer radıyaliahu anhuma şeker satın
alarak fakirlere dağıtırdı.
Hizmetçisi-, "Tatlı yerine yiyecek
verilmesi fakirler için daha faydalı
olur" deyince Hz. İbni Ömer
radıyaiiahu anhuma, "Doğrudur. Ben
de aynı düşüncedeyim. Fakat Allah
ceiie ceiaiuhu;<Sevdiğiniz şeylerden
harcamadıkça asla iyiliğe
ulaşamazsinız> buyuruyor. Ben ise en
çok şekeri (tatlıyı) severim" dedi. Bu
mübarek zatlar herhangi bir şeyi
daha üstün görseler bile daha çok
Allah ve Rasûlü'nün zahiri olan
sözleriyle amel etmeye çalışırlardı.
Hadisi şeriflerde bu hususta çok
örnekler vardır. Başka şeyler daha
üstün olsa da sevgilinin ağzından
çıkan sözle amel etmek, sevgi ve
muhabbetin en üstün derecesidir.
12) Rabbinizin
bağışına ve takva sahipleri için
hazırlanmış olup genişliği gökler
ve yer kadar olan cennete koşun! / O
takva sahipleri ki, bolluktada
darlıkta da Allah için harcarlar;
öfkelerini yutarlar ve insanları
affederler. Allah da güzel
davranışta bulunanları sever. (Al-i
lmran-133,134)
İZAH: Alimlerin
yazdığına göre Sahabe-i Kiram'dan
bazıları Benî İsrail'in şu durumuna
imrenmişlerdi: Onlardan biri günah
işlediği zaman kapısının üzerine
işlemiş olduğu günah ve "O günaha
keffaret olarak şu iş yapılsın" diye
yazılırdı. Mesela burnu kesilsin,
kulağı kesilsin vs. İşte Sahabeler
bu duruma imreniyorlardı. Çünkü
keffaret edâ edilince o günahın
affedildiği kesinlikle biliniyordu.
Ayrıca günahın ehemmiyeti o zatlara
göre o kadar ağırdı ki, bu çeşit
cezaları bile işlenen günahın
karşısında hafif ve imrenilmeye
layık görüyorlardı. Bu zatlar
hakkında hadis kitaplarında
anlatılan olaylar gerçekten
şöyledir: Bir beşer olmaları
sebebiyle günah işledikten sonra o
günahın ağırlığını ve önemini onlar
fazlasıyla hissediyorlardı.
Erkekler bir tarafa kadınlar da bile
bu cezbe vardı. Kadının biri zina
suçu işledi. Bizzat kendisi
Peygamber saiiaiiahu aleyhi veseiiem
Efendimizin yanına gelerek suçunu
itiraf etti. Günahtan temizlenmek
arzusu ile taşlanarak cezasının
verilmesini istedi ve taşlanarak
öldürüldü. Peki neden? Çünkü
onların kalbinde günah korkusu bu
tür bir ölümden daha fazlaydı.
Hz.
Ebû Talha radıyaüahu anh namaz
kılıyordu. Namaz esnasında kalbine
hurma bahçesinin hayali geldi. Bunun
üzerine o bahçeyi Allah yolunda
sadaka ederek rahatladı. Bunu,
sadece namazda dünya düşüncesinin
kalbine gelmesini vicdanı kabul
edemediği için yaptı. Böylece
namazda kendini meşgul eden şeyi
yanında bulundurmak istemedi. Yine
ensardan başka bir sahabinin
başından da aynı olay geçmiştir:
Hurmalar olgunlaşmak üzereydi.
Namazda iken (Ne de güzel
olgunlaşıyorlar diye) aklına geldi.
O zaman Hz. Osman radıyaliahu
anft'ın halifelik dönemiydi. (Adı
geçen sahabi) Hz. Osman radıyaliahu
an/j'ın yanına gelerek durumu arz
etti ve bahçeyi ona verdi. Hz. Osman
radıyaliahu anh da bahçeyi elli bin
dirheme satarak parasını hayır
işlerine harcadı. Bir defasında Hz.
Ebû Bekr Sıddık radıyaliahu anh
yanlışlıkla şüpheli bir lokma yedi
ve hemen ardından bol bol su içerek
kusmaya çalıştı. Ta ki şüpheli lokma
vücudunun bir parçası olmasın.O
mübarek zatlarla ilgili pek çok
kıssayı Hikayat-üs-Sahabe adlı
kitabımda yazdım. Halleri böyle olan
sahabelerin İsrail Oğullarının
günahlarının keffaretini bilmelerine
ve onunla günahlarının af
edildiğinin kendilerine
bildirilmesine imrenmeleri yersiz
değildir. Günahların bu kadar
korkunç bir şey olduğuna bizim gibi
ehil olmayanların akılları hâlâ
ulaşamamıştır. Kısacası bu zatlarda
olan istek ve arzu üzerine Allah
ceiie ceiaiuhu kendi lütfü keremi,
ayrıca sevgili peygamberi Sey-yidül
Murselin Hz. Muhammed saiiaiiahu
aleyhi veseiiemln ümmetine olan
lütuf ve ihsanı sebebiyle yukarıdaki
ayeti kerimeyi indirmiş ve (özet
olarak) "Allah'ın sizi bağışlayacağı
salih amellere koşun"
buyurmuştur.Hz. Said bin Cübeyr
radıyaliahu anh bu ayet-i kerimenin
tefsirinde şöyle buyuruyor: "İyi
ameller yoluyla Allah'ın
bağışlamasına doğru yarışın. Öyle
Cennet'-lere doğru yarışın ki, o
Cennetlerin genişliği birbirine
eklenmiş yedi kat gökler kadardır.
Bir kumaşın diğeriyle
birleştirildiği gibi aynı şekilde
Cennetin genişliği (yedi kat
göklerle birlikte) birbirine
eklenmiş yedi kat yerlerin toplam
genişliğine eşittir." Hz. İbni Abbas
radıyaliahu anhumaöan rivayet
edildiğine göre, yedi kat gökler ve
yedi kat yerler birleştirilirse
Cennetin genişliğine denk olur. Hz.
İbni Abbas radıyaliahu anhuma'nm
kölesi Hz. Küreyb rahmetullahi aleyh
diyor ki: "Hz. fbni Abbas
radıyaliahu anhuma beni bir Tevrat
aliminin yanına gönderdi. Ben ona
Tevrat da Cennet'in genişliği
hakkında neler olduğunu sordum.
Bunun üzerine o alim Hz. Musa âlâ
nebiy-yina ve aieyhissetam'm
sahifelerini çıkarıp baktı ve dedi
ki; <Cennet'in genişliği yedi kat
gökler ve yerlerin birleşimi
kadardır. Bu sadece Cennet'in
genişliğidir. Uzunluğunu ise yalnız
Allah ceiie ceiaiuhu bi!ir>". Hz.
Enes radıyaliahu anh diyor ki: Bedir
savaşında Allah'ın Rasûlü buyurdu
ki: "Ey insanlar! Genişliği yerlerle
gökler kadar olan Cennet'e
ilerleyin." Bunun üzerine ensardan
Hz. Umeyr bin Hammam radıyal-lahu
anh (hayret ederek) "Ya Rasûlallah
genişliği o kadar büyük olan Cennet
mi?" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseliem "Evet şüphesiz öyle"
buyurdu. Hz. Umeyr radıyaliahu anh
"Ahh! Ahh! Ya Rasûlaîlah. Allah'a
yemin olsun ki, ben mutlaka o
Cennet'e girenlerden olacağım" dedi.
Bunun üzerine Allah'ın Rasûlü
saiiaiiahu aleyhi veseliem
buyurdular ki: "Evet, evet. Sen de o
Cennet'e gireceklerdensin". Sonra
Hz. Umeyr radıyaliahu anh (savaşmaya
güç kazanabilmek için) devesinin
yüklüğünden biraz hurma çıkarıp
yemeye başladı ve "Bu hurmaların
bitmesini beklemek uzun bir
hayattır" diyerek elindeki hurmaları
attı ve savaş alanına gitti. Çarpışa
çarpışa şehit oldu. Yukarıdaki
ayeti kerimede, "Onlar öfkesini
yutanlar ve insanları
affedenlerdir" diye mü'minler özel
olarak övülmüş ve methedilmişlerdir.
Bu çok yüce ve hususi bir sıfattır.
Alimler şöyle yazmışlardır: Din
kardeşin bir hata yaparsa onun
yetmiş tane mazereti olduğunu düşün.
Sonra o kardeşinin bu kadar özrü
olduğunu kalbine inandır. Eğer
kalbin bu mazeretleri kabul etmezse
o zaman kardeşini değil kendi
nefsini kına ki, kardeşin sana
yetmiş tane mazeret saydığı halde
kalbin ne kadar katı ve sert ki,
onları kabul etmiyorsun. Kardeşin
sana bir mazeret beyan ederse onun
(bu mazeretini) kabul et. Çünkü
Peygamber saiiaiiahu aleyhi veseliem
hadisi şeriflerinde, "Her kim
kendisine mazeret beyan edilirde
kabul etmezse vergi memuruna verilen
günah kadar günaha girer."
Peygamber Efendimiz saiiaiiahu
aleyhi veseliem mü'minin şu sıfatını
anlatmıştır: "Mü'min çabuk
sinirlenip, çabuk affeder."
Görüldüğü gibi Peygamber saiiaiiahu
aleyhi veseliem mü'min hiç kızmaz
buyurmuyor, aksine kızgınlığı çabuk
geçer buyuruyor.İmam Şafii
rahmetullahi aleyh diyor ki:
"Kızılması gereken şeye kızmayan
kimse merkeptir. Sakinleştirdiği
halde sakinleşmeyen kimse ise
şeytandır. Bunun için Allah ceiie
ceiaiuhu ayeti kerimede öfkesini
yutanlar buyuruyor. Öfkelenmezler
demiyor. Rasûiullah
saiiaiiahu aleyhi veseliem efendimiz
buyurdu ki: "Her kim gücü yettiği
halde öfkesini yutarsa Allah ceiie
ceiaiuhu onun kalbini korkusuzluk ve
kamil iman ile doldurur. Mecbur
kalmaya her yerde sabır adı verilir.
Kişinin kemal derecesi, gücü yettiği
halde sabretmesidir. Başka bir
hadisi şerifte ise "Allah katında
kişinin yudumladığı en sevimli yudum
öfke yudumudur. Kim bu yudumu
içerse Allah ceiie ceiaiuhu onun
kalbini iman ile doldurur" diye
geçmektedir. Bir başka hadiste de
şöyle buyurulmuştur: "Her kim gücü
yettiği halde öfkesini ye-nerse,
Allah ceüe ceiaiuhu kıyamet günü onu
bütün mahlukatın önünde çağırarak
<Hangi huriyi istersen seç al>
buyuracaktır". Yine Peygamber
saiiaiiahu aleyhi vesei-iem buyurdu
ki: "Pehlivan güreşte başkalarını
yenen değildir. Asıl pehlivan
kızgınlık anında kendine hakim
olandır" buyurmuştur.İmam Hüseyin
radıyaliahu antim oğlu Hz. Ali
rahmetuiiahi aieyh'm cariyesi ona
abdest aldırıyordu. Derken ibrik
elinden düştü bu yüzden Hz. Ali
rahmetuliahi aieytiın yüzü
yaralandı. Hz. Ali öfkeli bir
şekilde cariyeye baktı. Bunun
üzerine cariye şöyle dedi: "Allah
ceiie ceiaiuhu buyuruyor ki:Öfkesini
yutanlar..Bunun üzerine Ali
rabmetuiiahi aleyh "Ben öfkemi
yuttum" dedi. Cariye ardından aynı
ayetin devamını okudu: İnsanları
affedenler.. O, "Allah seni
affetsin" dedi. Cariye tekrar aynı
ayete devam etti:Allah ihsan edenleri
sever".Bunun üzerine Ali
rahmetuiiahi aleyh, "Seni azad
ettim" dedi.1 Bir keresinde kölesi
bir misafiri
için bir tabak dolusu sıcak et
yemeği getiriyordu. Yemek onun küçük
çocuğunun başına devrildi ve çocuk
öldü. Bunun üzerine Ali rahmetuiiahi
aleyh ona, "Seni azad ettim" dedi ve
kendisi de çocuğun kefen ve defin
işleriyle meşgul oldu.
13) Mü'minler
yalnız o kimselerdir ki, Allah
anıldığı zaman kalpleri korkarak
ürperir. Allah'ın ayetleri onlara
okunduğu zaman imanlarını artırır ve
onlar yalnız Rablerine tevekkül
ederler. / Mü'minler o kimselerdir
ki, namazı gereği üzere kılarlar,
kendilerine verdiğimiz rızıklardan
Allah yolunda harcarlar. / İşte
bunlar gerçek mü'minlerdir. Onlara
Rableri katında dereceler var,
mağfiret ve (Cennet'te) güzel rızık
vardır. (Enfal-2,3,4)
İZAH: Hz.
Ebû Derda raciıyaiiahu anh buyurdu
ki: "Kalbin korkması, kurumuş hurma
yapraklarının alevlenip yanması
gibidir". Sonra talebesi olan Şehr
İbni Havşeb'e dedi ki: "Ey Şehr! sen
vücudun titremesi nedir, bilmez
misin?" Talebesi, "Bilirim"
deyince, Hz. Ebûdderda, "İşte o
zaman dua et. Çünkü o zamanki dua
kabul edilir." buyurdu. Hz. Sabit
Bünani rahmetuliahi aleyh dedi ki:
"Büyüklerden birisi şöyle buyurdu;
<Ben hangi duamın kabul olduğunu ve
hangisinin kabul olmadığını
anlarım>. Halk bunu nasıl anladığını
sorunca, <Vücudumda bir titreme,
kalbimde de bir korku olduğu ve
gözlerimden yaşlar aktığı zaman
duamın kabul olduğunu anlarım>
buyurdu". Hz. Sûddi diyor ki: "Allah
anıldığı zaman'dan maksat, bir kimse
bir başkasına zulmetmeye veya haram
olan bir işi yapmaya karar
verdiğinde ona Allah'tan kork
denilince onun kalbinde Allah
korkusunun belirmesidir". Hz. Haris
bin Malik radıyaiiahu anh ensardan
bir sahabidir. Bir keresinde
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem'm yanında bulunuyordu.
Allah Rasülü sal-lallahu aleyhi
vesellem, "Nasılsın ya Haris?"
buyurdu. Hz. Haris radıyallahu anh,
"Ey Al-lah'jn Rasûlü ben hakiki
mümin oldum" dedi. Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi vesellem, "Ya
Haris. Ne söylediğine dikkat et, Her
şeyin bir hakikati vardır. Senin
imanının hakikati nedir?" dedi.
(Yani hangi sebeple hakiki mü'min
olduğuna karar veriyorsun) Haris
radtyaiiahu anh dedi ki: "Ben
nefsimi dünyadan vazgeçirdim.
Geceleri uykusuz geçiriyorum (ibadet
ediyorum), gündüzleri susuz
kalıyorum (yani oruç tutuyorum).
Cennet'tekilerin ziyaretleşmeleri
her zaman gözümün önünde duruyor.
Cehennemliklerin gürültü,
patırtıları feryad-ü figanlarının
oluşturduğu manzara gözlerimin
önüne geliyor (yani ben her zaman
Cennet ve Cehennemi düşünüyorum)."
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
vesellem buyurdu ki: "Haris!
Gerçekten sen nefsini dünyadan
vazgeçirmişsin. Bu halini iyice
muhafaza et." Allah'ın Rasûlü
saiiaiiahu aleyhi vesellem bu sözünü
üç defa tekrar etti. Her
an Cennet ve Cehennemin manzarası
gözü önünde bulunan kimse dünyaya
nasıl kapılır?
14) Allah
yolunda ne harcarsanız, onun sevabı
eksiksiz size ödenir ve asla
haksızlığa uğratılmazsınız.
(Enfal-60)
İZAH: Bazı
ayet ve hadislerde geçen sevapların
çoğaltılarak verileceği hususu bu
ayete ters düşmez. Bu ayetin manası
ise "Bu amellerin mükafatında bir
azalma olmaz" demektir. Yoksa
sevabın miktarının ne kadar olacağı,
harcama yapılan yerin ihtiyacı,
harcama yapanın niyeti ve durumlara
göre artabilir. Bu açıklama ahiret
göz önüne alınmasına göredir. Bazen
de daha dünyadayken (yapılan
harcamanın) tam olarak karşılığı
verilir. 20 no'lu ayetin
açıklamasında ve 8 no'lu hadisin
açıklamasında geleceği gibi diğer
ayet ve hadislerde bu konu teyid
edilmiştir. Karşılığın dünyada
verileceği açısından bakılırsa,
yukarıdaki ayeti kerimenin aynı yöne
işaret ettiği ihtimali uzak bir
ihtimal değildir.
15)
İman eden kullarıma söyle:
Namazlarını dosdoğru kılsınlar,
kendisinde ne alışveriş, ne de
dostluk bulunan bir gün gelmeden
önce, kendilerine verdiğimiz
nzıklardan (Allah için) gizli ve
aşikâr olarak harcasınla
(İbrahim-31)
İZAH: Ayeti
Kerimede geçen "Gizli ve aşikâr
olarak" sö2ü ne zaman, hangi
sadakayı vermek münasipse duruma
göre her iki şekilde de sadaka
vermek gerekir manasındadır. Dokuz
no'lu ayetin açıklamasında geçtiği
gibi bundan maksat açıktan verilmesi
evla olan (zekat gibi) farz
sadakalar ve gizliden verilmesi
evla olan nafile sadakalar
kastedilmiş olabilir. "O gün" den
maksat altı numaralı ayette de
geçtiği gibi kıyamet günüdür. Bir de
bu ayette zikredilen "Namazı gereği
üzere kılma" ifadesi birinci ayette
geçmiştir.Hz. Cabir radıyallahu anh
diyor ki: Rasûlullah sallallahu
aleyhi vesellem Efendimiz bir
hutbesinde şöyle buyurdu; "Ey
insanlar ölmeden önce tevbe edin
(Sakın size ölüm gelince tevbesiz
kalmayasınız). Meşguliyetler
çoğalmadan Önce iyi ameller yapın
(sonra meşguliyetinizin çokluğundan
dolayı amel etmeye zaman
bulamazsınız). Ve Rabbinizle
aranızdaki bağı O'nu çokça
zikrederek gizli ve açıktan bol bol
sadaka vererek kuvvetlendiriniz.
Böyle yaparsanız hem sizin rızkınız
genişletilir hem size yardım edilir
hem de bozuk ahvalleriniz
düzeltilir.
16) Ey
Rasûlüm itaatkar ve mütevazı
olanları (Cennet ile) müjdele.
Bunlar o kimselerdir ki, Allah ce//e
celaluhu anılınca kalpleri titrer. /
Kendilerine isabet
eden musibetlere karşı da
sabırlıdırlar. Namaza devamlıdırlar
ve kendilerine verdiğimiz nzıklardan
bir kısmını hayır için harcarlar.
(Hac-34,35)
İZAH: (Muhbitîn)"in
açıklaması mütevazi kimse şeklinde
yapılmıştır. Alimlerin bu kelimenin
açıklaması hakkında bir çok
görüşleri vardır. Bu kelimenin asıl
manası "Aşağıya doğru gidenler"
şeklindedir. Bazı alimler bu
kelimeyi "Allah ceiie ceiaiuhu'nun
emirlerine boyun eğenler" şeklinde
tercüme etmişlerdir. Çünkü onlarda
başlarını aşağı doğru eğmektedirler.
Bazı alimler de "Tevazu
gösterenler" şeklinde tercüme
etmişlerdir. Çünkü tevazu
sahiplerinin boyunları devamlı
aşağıdadır. Hz. Mücahid rahmetuiiahi
aleyh de bu kelimeyi "Mutmain
insanlar" olarak tercüme yapmıştır.
Amr İbni Evs rahmetuiiahi aleyh ise
"Muhbitin, kimseye zulmetmeyen ve
kendilerine zulmedildiğinde intikam
almayan kimselerdir" buyuruyor.
Dahhak rahmetuiiahi aleyh ise
"Muhbitîn, tevazu sahibi
kimselerdir" demektedir. HZ.
Abdullah bin Mesud radıyallahu anh,
Rebİ bin Haysem radıyallahu an/j'l,
gördüğünde, "Seni gördüğüm zaman
muhbitîni hatırlıyorum"
buyururlardı.
17) Rablerinin
huzuruna varacaklarından yürekleri
çarparak (Allah yolunda) verenler. /
İşte bunlar hayırlıişlerdeyarış
ederler ve onlar hayır yapmak için
Öne geçerler.
(Mü'minûn-60,61)
İZAH: Allah
yolunda harcamalarına rağmen yinede
"Allah katında yaptığımız salih
ameller nasıl karşılanacak acaba
kabul edilecek mi, yoksa
edilmeyecek mi?" diye Allah'tan
korkarlar. Bu korku Allahu Teâlâ'nın
sonsuz büyüklüğü ve yüce şanından
ileri gelmektedir. Bir kimsenin ne
kadar büyük rütbesi varsa, ona karşı
duyulan korku da o derece fazla
olur. Özellikle kalbinde gerçekten
saygı bulunan kimsede korku daha
fazla olur. Bu kimseler harcama
yaparken niyetlerinin halis olup
olmamasından da endişe duyarlar.
Bazen insan nefsinin ve şeytanın
yaptığı hile yüzünden yaptığı işi
hayır zannetmektedir. Aslında o bir
hayır değildir. Kehf suresinin
sonlarında da bu konuda şöyle
buyurulmuştur:
"(Ey
Rasûlüm) de ki: <Amelleri bakımından
en çok ziyana uğrayacakları haber
vereyim mi? / Onlar dünya hayatında
yaptıkları çalışmalar boşa giden
kimselerdir. Halbuki güzel bir iş
yaptıklarını sanıyorlardı". (Kehf-103,
104)
İZAH: Hz.
Hasan Basri rahmetuiiahi aleyh diyor
ki: "Mü'min iyi amel yaptığı halde
korkar. Münafık ise kötü amel
yaptığı halde korkmaz." Fezail-i Hac
kitabında bu hususta pek çok
kıssalar anlattık. Allah'ın azamet
ve yüceliği kimin kalbine tam
olarak yerleşmiş ise o "Lebbeyk"
derken bile bu sözünün kabul
edilmeyip reddedileceğinden
korkar.Hz. Aİşe radıyallahu anha
diyor ki: Rasûlullah sallallahu
aleyhi vesellem e sordum. "Ey
Allah'ın Rasûlüayeti kerimesi;
hırsızlık yapan, zina yapan, şarap
içen, diğer günahları işleyen ve
Allah ceiie ceiaiuhu'na döneceğinden
korkan kimse hakkında mı indi? (Yani
bu kimse işlemiş olduğu günahlardan
dolayı Rabbinin huzuruna nasıl ve
hangi yüzle gideceğini düşünerek mi
Allah'tan korkmaktadır?)".
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseitem, "Hayır. (Sözü edilen)
kimseler oruç tuttukları, namaz
kıldıkları ve sadaka verdikleri
halde bu amellerinin kabul
edilmeyeceğinden korkan
kimselerdir" buyurdu. Başka bir
hadisi şerifte Hz. Aişe radıyaiiahu
anha dedi ki: "Ey Allah'ın Rasûlü,
bunlar hata yapan ve günah işleyerek
korkan kimseler midir?" Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseilem "Hayır.
Onlar namaz kıldıkları, oruç
tuttukları ve sadaka verdikleri
halde kalplerinde korku olan
kimselerdir" buyurdu.Hz. İbni Abbas
radıyaiiahu anhumadan nakledildiğine
göre, "Bu insanlar korku içinde amel
yaparlar". Said bin Cübeyr
radıyaiiahu anh da, "Onlar sadaka da
verirler ve kıyamet gününde Allah'ın
huzurunda hesap vermenin zorluğundan
da korkarlar" buyuruyor. Hz.
Hasan-ı Basri rahmetuiiahi aleyh
buyurdu ki: "Bunlar salih amel
işleyen ve bu amelleriyle dahi
azaptan kurtulamayacaklarından
korkan kimselerdir.Hz.
Zeynel Abidîn Ali bin Hüseyin
rahmetuiiahi aleyh abdest aldığında
yüzünün rengi sararır, namaz İçin
ayağa kalktığında vücudunu bir
titreme sarardı. Birisi bunun
sebebini sorunca, "Kimin huzuruna
çıktığımın farkında mısın?"
buyurdu.2 Bu konuda Fezail-i Namaz
kitabında pek çok kıssalar
anlatılmıştır. Ayrıca
Hikayat-üs-Sahabe kitabının bir
bölümü Allah ceiie ceiaiuhudan
korkanların beyanı hakkındadır.
18) İçinizden
fazilet ve servet sahibi olanlar,
akrabalara yoksullara, Allah yolunda
hicret edenlere yapa geldikleri
yardımları vermemek üzere yemin
etmesinler. (Kusurları)
bağışlasınlar, müsamahalı
davransınlar. Allah'ın sizi
affetmesini sevmez misiniz? Allah
Ğafur'dur {çok bağışlayıcıdır),
Rahim'dir (çok merhametlidir). (Nur-22)
İZAH: Hicretin
altıncı senesinde Beni Mustalik
Gazvesi denilen bir cihad yapıldı.
Bu seferde Hz. Aişe radıyaiiahu anha
da Rasûlullah sallallahu aleyhi
veseilem ile beraberdi. Hz. Aişe
radıyaiiahu anha ayrı bir deveye
biniyordu. Devenin üzerinde de
Hevdec denilen ve içinde oturulan
bir odacık vardı. Hareket saati
gelince birkaç kişi bu hevdeci
kaldırıp deveye bağlarlardı. Hz.
Aişe radıyaiiahu anhanm çok hafif
bir bedeni vardı. Öyle ki,, hevdeci
kaldıranlar, içerisinde biri olup
olmadığının farkına varmazlardı.
Çünkü hevdeci dört kişi birlikte
kaldırdığı zaman onun içinde yaşı
küçük ve kilosu hafif olan bir
kadının varlığını nasıl
hissedebilirlerdi? Sefer icabı
kafile bir yerde konaklamıştı.
Derken hareket saati geldi.
Görevliler (Hz. Aişe radıyaiiahu
anfta'nın hevdecini kaldırıp deveye
bağladılar. Kendisi o anda ihtiyaç
için gitmişti. Geri geldiğinde
boynundaki gerdanlık yoktu. Onu
aramak için tekrar geri döndü. Bu
esnada kafile hareket etti. Böylece
Hz. Aişe radıyaiiahu anha çölde tek
başına kaldı. O şöyle düşünmüştü:
"Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseilem yoldayken benim olmadığımı
öğrenince beni aramak için
göndereceği adamları buraya
gelirler." Bu düşünceyle oraya
oturdu, uykusu geldi ve orada uyudu.
Allah ceiie ceiaiuhu yapmış
oldukları iyi ameller sayesinde
onlara en yüksek derecede kalp
huzuru nasip etmişti. Zamanımızdaki
bir kadın olsaydı, bırakın gece
yalnız olarak bir çölde yatıp
uyumayı korkudan feryadı figan
ederek sabaha kadar ağlardı. Hz.
Saffan bin Muattel radıyaiiahu anh
bir yaşlı sahabi idi. Yolda düşen
veya kaybolan eşyaları kontrol etmek
için kafilenin arkasından gelirdi.
Sabahleyin oraya gelince bir insanın
yattığını gördü. O Hz. Aişe
radıyaiiahu an/ıa'yı örtünme ayeti
gelmeden önce gördüğü için tanıdı ve
yüksek sesle dedi. Onun sesiyle Aişe
radıyaiiahu anha'nm gözleri açıldı
ve hemen yüzünü örttü. Hz. Saffan
bin Muattel radıyaiiahu anh devesini
çöktürdü. Hz. Aişe radıyaiiahu anha
da deveye bindi. Adı geçen sahabi
devenin yularından çekerek yürümeye
başladı. Nihayet kafileye ulaştılar.
Münafıkların başı ve müslümanların
baş düşmanı olan Abdullah bin
Ubeyy'in eline böylece iftira etme
fırsatı geçmiş oldu. İftirayı
elinden geldiği kadar yaymaya
çalıştı. {Bu iftiraya) bazı saf
müslümanlar da katıldılar. Takdir-i
İlâhidir ki, bu konu tam bir ay
konuşuldu. Halk arasında bu hâdise
yoğun bir şekilde ağızdan ağıza
dolaşmaya başladı. (Bu süre
içerisinde) Hz. Aişe radıyai-lahu
anhanm suçsuz olduğuna dair hiçbir
ayet inmedi. Hz. Peygamber
saiiaiiahu aleyhi veseilem ve
müslümanlar bu olaydan son derece
üzülmüşlerdi. Bu durumda ne kadar
üzülmek gerektiği de ortadadır.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseilem bu konuda erkek ve
kadınlarla meşvere yaparak durumu
inceliyor fakat rahatlatıcı bir
ipucu elde edilemiyordu, Bir ay
sonra Hz. Aişe radıyaiiahu anhanm
beraati hakkında Nûr suresinin
birkaç ayeti nazil oldu. Bu
ayetlerde hiçbir delil ve ispatı
olmadan bu iftirayı yayanları Allah
ceiie ceiaiuhu büyük bir azap ile
korkutuyordu.Bu iftirayı yayma işine
karışanlardan biri de Hz. Ebû Bekr
radıyaiiahu an/i'ın akrabası olan
Hz. Mistah adında bir sahabi idi.
Hz. Ebû Bekr radıyaitahu anh onunla
ilgilenir ve yardım ederdi. Bu
iftira olayına onun da karışması Hz.
Ebû Bekr radıyaiiahu anh'ı çok
üzdü. Üzmesi de gerekirdi. Çünkü o
bir yakını olmasına rağmen
araştırmadan bu iftirayı yaymıştı.
Bu üzüntüyle Hz. Ebû Bekr Sıddık
radıyaiiahu anh bir daha Hz. Mistah
radıyaiiahu anh'a yardım etmemeye
yemin etti. İşte yukarıda geçen
ayeti kerime bu konu hakkında
inmiştir. Rivayetlerden
anlaşıldığına göre Hz. Ebû Bekr
radıyaiiahu anh ile beraber daha
başka sahabeler de bu iftira olayına
karışan ve önde görünen bazı
kimselere yardımı kesmeye karar
vermişlerdi. Hz. Aişe
radıyai-lahuanha diyor ki: "Hz.
Mistah'ın Hz. Ebû Bekr'in akrabası
olmasına rağmen bu iftiraolayında
büyük bir payı vardı. Ayrıca o Hz.
Ebû Bekr radtyaiiahu anh'm
himayesinde bulunuyordu. Benim masum
olduğuma dair ayet inince Hz. Ebû
Bekr radıyaiiahu anh adı geçen
sahabeye infak etmemeye yemin etti.
Bunun üzerinediye başlayan
yukarıdaki ayet nazil oldu. Ayetin
inişinden sonra Hz. Ebû Bekr
radtyallahu anh, Hz. Mistah
radıyallahu anh'\ tekrar himayesine
aldı."Bir başka hadiste şöyle
geçmektedir: "Hz. Ebû Bekr
radıyallahu anh bu ayetin inişinden
sonra daha önce Hz. Mistah
radiyaiiahu anh'a yaptığı harcamanın
iki katını yapmaya başladı." Başka
bir hadiste şöyle geçmektedir. "Hz.
Ebû Bekr radtyallahu anh'm
himayesinde iki tane yetim vardı.
Hz. Mistah radıyallahu anh bunlardan
biriydi. Hz. Ebû Bekr radıyallahu
anh her ikisinin de harçlığını
kesmeye yemin etmişti". Hz. İbni
Abbas radıyatiahu anhuma diyor ki:
"Sahabelerin bir kısmı bu iftira
meselesine karışmışlardı. Bu sebeple
içlerinde Hz. Ebû Bekr radıyallahu
anh'm da bulunduğu bazı Sahabeler
radıyaiiahu anhum bu iftira işine
karışan sahabelere bir daha mâli
yardım yapmamaya yemin ettiler.
Bunun üzerine <Sizden fazilet ve
servet sahibi olanlar, akrabalarına
vermemek ve önceden harcadığı gibi
harcamamak üzerine yemin etmesinler>
ayeti kerimesi nazil oldu.1 Bir adam
bir başkasının kızının iffetini
zedeleyecek yalan sözleri konuşmuş
olmasına rağmen o kişi ona yaptığı
yardımı önceki gibi, hatta öncekinin
iki misli olarak vermeye devam
etmesi ne büyük bir mücahadedir!
19) (Onlar
o kimselerdi ki geceleyin namaz
kılmak için) vücutları
yataklarından uzak kalır. Rablerine
azabından korkarak ve rahmetinden
ümit var olarak dua ederler.
Kendilerine verdiğimiz rızıklardan
da hayır yollarına harcarlar. /
Artık dünyada işledikleri salih
amellere mükafat olarak kendileri
için göz aydınlığından ne hazırlanıp
saklandığını kimse bilmez, (Secde-16,17)
İZAH: "Geceleyin
onların yanları yataklarından uzak
kalır" sözünün tefsiri hakkında
alimlerin iki görüşü vardır. Birinci
görüş; bu vakitten kastedilen akşam
yatsı arasındaki zamandır. Pek çok
delillerle de bu görüş teyid
edilmiştir. Hz. Enes radıyatiahu anh
diyor ki: "Bu ayeti kerime bizim
hakkımızda inmiştir. Biz en-sar
topluluğu akşam namazını kıldıktan
sonra Peygamber saiiaiiahu aleyhi
veseilem ile beraber yatsı namazını
kılmadan evlerimize dönmezdik. Bu
nedenle (yukarıda geçen) bu ayeti
kerime indi". Sadece Hz. Enes
radıyallahu anft'dan nakledilen bir
başka rivayette ise muhacir
sahabelerden oluşan bir cemaatin
âdeti akşam ile yatsı namazları
arasında nafile namaz kılmaktı.
Bunun üzerine bu ayeti kerime nazil
oldu. Hz. Bilal radıyaiiahu anh
diyor ki: "Bizler akşam namazından
sonra oturup beklerdik,
sahabelerden bir cemaat ise akşam
yatsı arasında namaz kılarlardı.
Bunun üzerine bu ayeti kerime indi".
Abdullah bin Isâ radıyaiiahu
an/j'dan nakledilen bir rivayete
göre ensardan bir topluluk akşamdan
yatsıya kadar nafile namaz
kılarlardı. Bunun üzerine yukarıdaki
ayet nazil oldu. İkinci görüş ise;
Bundan kastedilen teheccüd
namazıdır. Hz. Muaz radıyaiiahu
anh'dan rivayetle Rasû-lullah
saiiaiiahu aleyhi veseilem
buyurdular ki: "Bundan kastedilen
gece namazıdır." Mücahit
rahmetuiiahi aieytiöen rivayet
edilen bir hadiste de Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseilem bir defa
gece ibadetinden bahsetti.
Gözlerinden yaşlar akmaya başladı ve
sonra (yukarıda zikredilen) ayeti
okudu. Abdullah İbni Mesud
radıyaiiahu anh Tevrat'da şöyle
yazdığını söylüyor: "Gecelerini
yataklarından uzak geçiren kimselere
Allah ceiie ceiaiuhu hiçbir gözün
görmediği, hiçbir kulağın
işitmediği, hiçbir insanın kalbinden
geçmeyen, hiçbir mukarreb meleğin,
hiçbir peygamber ve rasûlün
bilmediği nimetler hazırlamıştır.
İşte o nimetler Kur'an-ı Kerim'in
(yukarıda geçen) ayetinde
zikredilmiştir." Hz. Ebû Hureyre
radıyaiiahu anh Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem"\n şöyle
buyurduğunu naklediyor: "Allah ceiie
ceiaiuhu buyuruyor ki; <Ben salih
kullarım için hiçbir gözün görmediği
hiçbir kulağın duymadığı ve hiçbir
beşerin kalbinden geçmeyen nimetler
hazırladım.>" Ravzur Reyyahin ve ona
benzer kitaplarda bütün gecelerini
Rabbinİ hatırlayıp ağlayarak geçiren
zatlara ait binlerce kıssalar
vardır. Hz. İmam Azam rahmetuiiahi
aieytiln yatsı namazının abdesti ile
sabah namazını kıldığı herkesçe
bilinen inkar edilemeyecek bir
gerçektir. Ayrıca Ramazan ayında
biri gündüz biri gece olmak üzere
hergün iki defa Kur'an-ı Kerim'i
hatmettiği de bilinmektedir.Hz.
Osman radıyaiiahu anh'm bütün gece
uyumadan bir rekatta Kur'an'ı bir
kere hatmettiği de meşhur bir
olaydır. Hz. Ömer radıyaiiahu anh
ise bazen yatsı namazını kıldıktan
sonra eve giderek sabah oluncaya
kadar namazla meşgul olurdu. Hz.
Temîmi Dâri radıyaiiahu anh meşhur
sahabelerden biridir. Kendisi bazen
bir rekatta bütün Kur'an'ı
hatmederdi. Bazen de sabaha kadar
aynı ayeti kerimeyi tekrar tekrar
okumak âdeti idi. Hz. Şeddad bin Evs
radıyaiiahu anh uyumak için
yattığında sağa sola döner "Ya Rab
Cehennem korkusu benim uykularımı
kaçırdı" der ve ayağa kalkardı ve
sabaha kadar namaz kılardı. Hz Umeyr
radıyaiiahu anh her gün bin rekat
namaz kılar ve yüz bin tesbihat
yapardı. Hz. Uveys Karni (Veysel
Karani) rahmetuiiahi aleyh meşhur
bir tabiidir. Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseilem onu övmüş ve halkı
ondan dua istemeleri için teşvik
etmiştir. Uveys Karni bazen "Bu gece
rüku gecesidir" der ve bütün geceyi
rüku ederek geçirirdi. Bazen de "Bu
gece secde yapma gecesidir" der ve
bütün geceyi secde de geçirirdi.Kısacası
o mübarek insanların Rablerinİ
anarak geçirdikleri gecelerin ve o
gecelerdeki sevgiliye olan
istekleriyle ilgili o kadar fazla
kıssalar vardır ki, onları bir araya
getirmek mümkün değildir. Hakikaten
bu zatlar (aşağıdaki) şiire
layıktırlar.Bizim işimiz, geceleri
dostu yâd eyleyip ağlamaktır. Bizim
uykumuz, sadık dostun hayali uğrunda
mahvolmaktır.Keşke Allah ceiie
ceiaiuhu bu mübarek zatlarda olan
cezbeden ufacık bir parça da bu aciz
kuluna nasip eyleseydi.
20) (Ey
Rasûlüm) de ki: "Gerçekten Rabbim
kullarından dilediği kimseye rızkı
genişletir ve dilediğine de rızkı
daraltır. Allah yolunda ne
harcarsanız, Allah onun karşılığını
verir, O rızık verenlerin en
hayırlısıdır." (Sebe-39)
İZAH: Yani
darlık ve genişliğin her ikisi de
Allah celle celaluhu/ndandır. Sizin
Allah yolunda harcamayı kısmanızla
genişlik olmaz, çok harcamanızla da
darlık olmaz. Aksine Allah yolunda
yapılan harcamaların karşılığı
ahirette kesinlikle verileceği gibi
dünyada bile genelde verilmektedir.
Bir hadisi şerifte geçtiğine göre
Hz. Cebrail aieyhisseiam Allah ceiie
ceiaiuhu'nun şöyle buyurduğunu
naklediyor: "Ey kulum Ben sana Kendi
lütfumla verdim ve senden borç
istedim. Her kim Bana kendi rıza,
istek ve memnuniyetiyle verirse, Ben
onun karşılığını dünyada hemen
veririm. Ahirette de hazine olarak
saklarım. Kim de kendi rızasıyla
vermezse, o zaman Ben vermiş olduğum
şeyi ondan cebren geri alırım. O
kulum buna sabreder ve ecrini ümit
ederse onun için Rahmetimi vacib
kılarım. Onu hidayete ermiş
kullarımdan yazarım. Dîdârımı (Beni
görmeyi) ona serbest kılarım.Allah
ceiie ceiaiuhu'nun ne kadar
ihsanıdır ki, kul kendi rızasıyla
vermediğinde ondan zorla alındığı
zaman sabrederse sevap kazanacağı
bildiriliyor. Halbuki o kişi Allah
ceiie ceiatuhu'nun kendisine vermiş
olduğu şeyi kendi isteğiyle geriye
vermeyince, cebren kendisinden geri
alınmaktadır. Bu durumda ecir
kazanmasının manası nedir? Fakat
Allah ceiie ceiaiuhunun ihsanları
(iyilikleri) hiç sayılabilir mi? Hz.
Hasan radıyallahu anh diyor ki:
"Rasûlullah satlallahu aleyhi
vesellem bu ayet hakkında buyurdu
ki; <Sizin cimrilik ve israf
yapmadan kendi çoluk çocuğunuza
harcadıklarınız Allah yolunda
harcanmıştır>". Hz. Cabir
radıyallahu anh, Rasûlullah
sallallahu aleyhi veseliem'İV) şöyle
buyurduğunu naklediyor: "Allah celle
ceiaiuhu kişinin islam ölçülerine
uyarak çoluk çocuğuna yaptığı
harcamaların (nafakanın)
karşılığını vermeyi Kendi zimmetine
almıştır. Ancak gereksiz inşaatlara
ve günahlara harcama yapılması
müstesnadır". Yine Hz. Cabir
radıyallahu anh, Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi vesellem öen
naklederek diyor ki: "Her iyilik
sadakadır. Kişinin kendine ve çoluk
çocuğuna yaptığı harcama sadakadır.
Ayrıca namus ve şerefini korumak
için harcadığı da sadakadır.
Müslüman kimsenin (dine uygun)
yaptığı bütün harcamaların
karşılığını vereceğine Allah ceiie
ceiaiuhu söz vermiştir. Fakat günah
işlemek için ve lüzumsuz inşaatlar
için harcadığı mal bunun
dışındadır."Hakîm Tirmizi
rahmetullahi aleyh bu konuda Hz.
Zübeyr radıyallahu an/ı'dan uzun bir
kıssa nakletmiştir. Bu kıssa
hadisler bölümünde, 12. hadisin
açıklamasında genişçe
zikredilecektir. Allâme Suyûti
rahmetullahi aleyh Dürrü Mensur adlı
kitabında Hakîm Tirmizi rahmetullahi
aleyh'den rivayetle geniş bir
şekilde bu kıssayı nakletmiştir.
Fakat yine kendisi Lüâii Mesnûa adlı
eserinde bu kıssayı çok kısa bir
şekilde Ibni Adiy'den rivayetle
mevzuat bölümünde beyan etmiştir.
Hz. Ebû Hureyre radıyallahu anh,
Rasûlullah sallallahu aleyhi
vesellem'm şöyle buyurduğunu
söylüyor: "Her gün sabahleyin iki
tane melek Allah ceiie ceiaiuhuna
dua ederler. Birisi şöyle der;
<Allah'ım (Şenin yolunda) harcama
yapana Sen karşılığını ver> İkincisi
şöyle dua eder; <Allah'ım vermeyip
biriktirenin malını Sen helak et>"
Bu hadis, hadisler kısmının ikinci
hadisinde gelecektir. Cömert
insanlara Allah ceiie ceiaiuhu
tarafından genişlik ve bolluk
kapılarının açıldığı genellikle
görülmüştür. Cimriliği yüzünden
malını yığan kimsenin ise genellikle
semavi bir afet, hastalık, mahkeme
masrafları, hırsızlık vs. gibi
sebeplerle senelerce biriktirdiği
serveti birkaç günde heba olup
gitmektedir. Eğer bir kimsenin iyi
niyeti ve salih amellerinden dolayı
başına böyle bir masraf çıkmasa
bile, vefasız evlad babanın
senelerce çalışarak bütün ömür
biriktirdiği serveti birkaç ayda
harcayıp bitirir. Hz. Esma
radıyallahu anha diyor ki:
RasCilulİah sallallahu aleyhi
vesellem bana dedi ki; "(Hayır ve
hasenat için) bol bol harca. Sayıp
sayıp saklama. Böyle yaparsan Allah
ceiie ceiaiuhu sana sayarak verir.
Toplayarak yığma yoksa Allah ceiie
ceiaiuhu sana vermez. Elinden
geldiği kadar ver"Bir
keresinde Rasûlullah sallallahu
aleyhi vesellem Efendimiz Hz. Bilal
radıyallahu anh'm yanına geldi. Hz.
Bilal radıyaiiahu antim yanında bir
miktar hurma vardı. Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi vesellem, "Bu
nedir?" dedi. Hz. Bilal radıyaliahu
anh ileride doğabilecek ihtiyacı
için sakladığını söyleyince
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
vesellem, "Ey Bilal. Sen bunun
dumanını Cehennem ateşinde görmekten
korkmuyor musun?" buyurdu ve "Ey
Bilal çok harcamaya bak. Arşın
Sahibi'nin sana az vereceğinden
korkma" diye ekledi.Burada zaruret
miktarında bile ilerisi için
saklamak kınanmaktadır ve Cehennem
dumanını görmek tehdidi vardır. Hz.
Bilal radıyaliahu anh'm şanına
yakışanda zaten buydu. Çünkü o öyle
manevi derecesi yüksek olan
insanlardandı ki, Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem onun
yarınını düşünmesine, bugün veren
Rabbi-nin yarın da vereceğine dair
tam bir güveni olmamasına tahammül
edemezdi. Her insanın bir makamı ve
derecesi vardır. Şöyle meşhur bir
söz söylenmiştir:Salih kulların
iyilikleri, mukarreb kulların şanına
ve makamına göre hata kabul
edilmektedirBir çok olaylar buna
örnek olarak gösterilebilir.
Kısacası mal kesinlikle saklanacak
bir şey değildir. Toplanıp yığılacak
bir şeyse hiç değildir. Mal sadece
harcanmak için yaratılmıştır. Kendi
nefsi için mümkün oldukça az,
başkalarına ise bol bol harcamak
maldan gelecek faydadır. Fakat
burada son derece önemli bir mesele
vardır ki, o da Allah ceiie ceiaiuhu
katında amellerin niyetlere göre
olmasıdır. Şu hadis çok
meşhurdur:Ameller niyetlere
göredir"Ne zaman niyet iyi olursa ve
sadece Allah için harcama yapılırsa,
bu harcama ister kendine, ister
çoluk çocuğuna, ister akrabalarına
isterse başka birilerine yapılsın
muhakkak (bu iyi niyet)
bereketlerini ve meyvelerini
gösterecektir. Eğer niyet kötü
olursa, gaye şöhret, izzet olursa,
iyi insan desinler vs. gibi diğer
menfaatler niyete karışırsa, sevap
kazanamayacağı gibi günaha girmiş
olur. Ayrıca (bu harcamada )
kesinlikle bereketten bahsedilemez.
21) Gerçekten
Allah'ın kitabını okuyanlar namazı
gereği üzere kılanlar, kendilerine
rızik olarak verdiğimiz şeylerden
gizli ve aşikar harcayanlar asla
ziyan etmeyecek bir ticaret umarlar.
/ Çünkü Allah ceiie ceiaiuhu onlara
mükafatlarını tamamen verir ve
fazlından onlara ziyadesini ihsan
eder. Muhakkak ki O Ğafur'dur (çok
bağışlayıcıdır), Şekûr'dur (az amele
çok mükafaat verendir).
(Fatır-29, 30)
İZAH: Hz.
Katâde radıyaiiahu anh diyor ki:
"Asla ziyan etmeyecekleri bir
tfcareften maksat Cennet'tir. Cennet
ne eskir ne de bozulur. Fazlından
onlara ziyadesini verir'Ğen maksat
ise (Kur'an'da) beyan olunan .
ile
ifade edilmiştir" Hz.
Katâde radıyaiiahu antfın işaret
ettiği ayet Kâf suresindedir. Allah
ceiie ceiaiuhu bu sûrede şöyle
buyuruyor:O Cennet ehli olanlar için
arzu ettikleri her şey vardır. Bir
de (onların arzu ettiklerinden
başka) Bizim katımızda daha fazlası
vardır (Bunlar da onlara vereceğimiz
şeylerdir) Kaf-35)
Bu
(ayeti) tefsir eden hadislerde
hayret verici şeylerden
bahsedilmektedir ki, bunlar için çok
geniş açıklamaya ihtiyaç vardır.
Onların en üstünü de Allah rızasının
ve Allahu Teâlâ'yı sık sık ziyaret
etmenin izin ve kararıdır. Bu
durumkısmetli insanlara nasip
olacaktır. Bu güzel ve büyük nimet
hiçbir meşakkati olmayan ve az bir
çalışmayla elde edilebilen ameller
sebebiyle verilmektedir. Allah cette
ceiaiuhu yolunda bol bol harcamak
namazı gereği üzere kılmak, bol bol
Kur'an okumak... Bunlar dünyada bile
son derece lezzetli şeylerdir.
Kur'an'ı çok okumakla ilgili
kıssalar bundan önce geçmişti. Bir
kısmı da Fezail-i Kur'an adlı
kitabımda zikredilmiştir. Onları
dikkatle okumak gerekmektedir.
22) Rablerine
itaate icabet edenler, namazı gereği
üzere kılanlar, (ö-nemli işleri)
aralarında meşvere ile yürütenler,
kendilerine verdiğimiz rızik-tan
(Allah yolunda) harcayanlar (için
Allah katındaki nimetler dünya
malından daha hayırlı ve daha
devamlıdır). (Şurâ-38)
İZAH: Bu
ayetlerde kâmil insanların pek çok
sıfatlarından bahsedilmiştir. Allah
ceiie ce/a/uftu'nun onlar için kendi
katında hazırlayıp vaad ettiği
nimetler dünya nimetlerinden çok
daha hayırlıdır. Alimler Şura
suresinin,"Bu mükafat iman edenler
ve Rablerine güvenenler içindir"
(Şurâ-36) ayeti ve ondan sonra gelen
ayetleri hakkında şöyle
yazmışlardır: Bu ayetler de
sırasıyla Hulefa-i Raşidîn
radıyaiiahu anhum ecma/n'in hususi
sıfatları ve onların zamanına ait
hadiselere işaret edilmiştir. Hz.
Ebû Bekr radıyaiiahu ann'öan
başlayarak Hz. Ali, hatta Hz. Hasan
ve Hz. Hüseyin radıyaiiahu anhum'un
zamanlarına kadar olan ahvallerle
halifeliğin tertibine işaret
edilmiştir. O zevatın halifelik
tertibine göre sıfatlan ve ahvalleri
üzerine dikkat çekilmiştir. Aynı
zamanda bu ayetlerde Hulefa-i
Raşidîn radıyaiiahu anhum için
ahirette pek çok nimetlerin
hazırlandığına işaret edilmiştir.
Ayrıca kelimelerin umûmi manada
kullanılmasıyla bu sıfatlara sahip
olmaya gayret edenlerin de aynı
mükafatlara nail olacakları vaad
edilmiştir.Keşke biz müslümanlarda
da dini yaşamaya karşı bir şevk
olsaydı. Kur'an ve hadislerin
bildirmiş olduğu o güzel ahlakı
araştırıp, yaşama cezbesi olsaydı.
Ancak bizim ahlakımız o kadar
bozulmakta ki, hatta o kadar
bozulmuştur ki, gayri müslimler
bize bakarak İslam'dan nefret
etmektedirler. O zavallılar bugünkü
müslümanların İslâm ahlâkını
yaşamadıklarından haberleri yoktur.
Onlar müslü-manların şimdiki
ahlâkına bakarak onu İslamî Ahlâk
zannetmektedirler
Şikayetlerimiz ancak Allah'adır
23) Onların
mallarında isteyenin ve (ihtiyacını
açıklayamayan) yoksulun hakkı
vardır.
(Zariyat-19)
İZAH: Yukarıdan
beri kâmil iman sahiplerinin özel
sıfatları beyan edilmektedir. O
sıfatlardan biri de onlar sadakayı o
kadar bol ve özenerek verirler ki,
sanki bu (sadaka işi) onların
üzerinde bir hak olmuştur. Hz. İbni
Abbas radıyaiiahu anhuma buyuruyor
ki: "Onların mallarında hak vardır
demek; zekatın dışında onlar bu mal
ile sıla-i rahm (akrabayı gözetmek),
misafirlere
yemek yedirmek ve mahrum kimselere
yardım etmek gibi harcamalar
yaparlar demektir." Mücahid
rahmetuliahi aleyh de "Bundan kasıt
zekatın dışındaki harcamadır"
demektedir. İbrahim rahmetuliahi
aleyh, "O kimseler zekatın dışında
mallarında başka bir hak olduğunu
kabul ederler" demiştir. İbni Abbas
radıyatiahu anhuma diyor ki:
"(Ayette geçen) mahrum kişi,
dünyayı kazanmak için çalıştığı
halde dünya ondan yüz çevirir.
İnsanlardan da bir şey istemez."
Yine ondan nakledilen bir hadiste
şöyle geçmektedir: "Mahrum, Beytül
mal'de hiçbir payı olmayan
kimsedir".Hz. Aişe radıyaiiahu anha
diyor ki: "Mahrum, kazancı kendisine
yetmeyip, darlık içinde olan
kimsedir." Ebû Kılâbe rahmetuliahi
aleyh diyor ki: "Yemâme'de bir adam
vardı. Bir kere sel geldi ve onun
malını, mülkünü alıp götürdü.
Sahabeden birisi; <lşte o kimseye
mahrum denir. Ona yardım
edilmelidir> dedi." Hz. Ebû Hureyre
redıyaiiahu anh, Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem'öen
naklederek diyor ki: "Bir lokma
(yiyecek) için kapı kapı dolaşan
yani dilenen kimse miskin değildir.
Asıl miskin, elinde kendi ihtiyacını
karşılayacak malı olmayan ve halkın
yardım edebilmek için durumundan
haberleri olmadığı kişidir. İşte
asıl mahrum kişi budur". Fatıma
Binti Kays radıyallahu anha
yukarıdaki ayet hakkında Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi vesellem'e sorunca
Allah'ın Rasûlü saiiaiiahu aleyhi
veseiiem, "Malda, zekattan başka da
hak vardır" buyurdu. Bu
hadis, bu bölümün hadisler kısmında
16. numarada gelecektir. Ondan sonra
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem şu ayeti kerimeyi okudu:Bu
ayetin bir kısmı 2 nolu ayette
geçmiştir. Bu ayette yoksullar ve
diğerlerine sadaka vermekle, zekat
vermek ayrı ayrı zikredilmiştir.
Ayette sadece zekat vermekle
yetinilmemesi hakkında teşvik
verilmiştir. Kişi malından zekat
dışında Allah yolunda bol bol
harcamalıdır.Ne yazık ki bugün
bizlere zekat vermek dahi zor
gelmektedir. Zekatını dahi vermeyen
nice müslümanlar vardır. Elbette
düğün ve törenleföeki boş ve çirkin
âdetler (gelenek ve görenekler) için
gerekirse ev dahi rehin olarak
verilir. Böyle yapmakla hem dünyada
mal berbat olur hem de ahirette bu
günahın vebali yüklenilmiş olur.
24)
Allah'a ve Rasûlü'ne iman edin ve
sizi vekili kıldığı maldan {Allah
yolunda) harcayın. İçinizden iman
edip de (Allah yolunda) harcayanlar
için büyük bir mükafat vardır.
(Hadid-7)
İZAH: Mala
vekil olmanın manası şudur: Mal
önceleri bir başkasının elindeydi.
Şimdiyse bir kaç günlüğüne senin
elinde bulunmaktadır. Sen gözlerini
kapayınca bir başkasının eline
geçecektir. Hâl böyleyken malı
toplayıp yığmak faydasız bir iştir.
Bu yüzsüz (vefasız) mal asırlar boyu
ne kimsenin elinde kaldı ne de
kalacaktır. Onu elde tutmanın
çaresini bulan kimse ne bahtiyar
kişidir! O çarede malı ancak
Allah'ın hazinesine yatırmaktır,
Orada ne zayi olma endişesi vardır
ne de kaybolma tehlikesi. Ma!
dünyada kaldığı müddetçe devamlı
tehlikelerle karşı karşıyadır. Bu
günlerde ise İlâhi Kudret bizlere
gösterdi ki, büyük köşkler, geniş
araziler ve kıymetli ev eşyalarının
hepsi göz göre göre elden çıkarak
başkalarının eline geçmiştir. Daha
düne kadar ortaksız olarak sahip
olduğumuz binalarda bugün
başkalarının kendi yerimize
geçtiklerini gözlerimizle görmekte,
fakat yine de bundan ders
almamaktayız.
25) Size
ne oluyor ki, Allah ceiie ceiaiuhu
yolunda mallarınızı
harcamıyorsunuz. Halbuki göklerin
ve yerin mirası Allah'ındır.
Mekke'nin fethinden evvel Allah
yolunda harcayıp savaşanlarınız
diğerleri ile bir olmaz. Onlar
sonradan malını harcayıp
savaşanlardan fazilet ve derece
yönünden daha büyüktür. Allah ceiie
ceiaiuhu hepsine de mükafat vaad
etmiştir. Allah ceiie ceiaiuhu bütün
yaptıklarınızdan haberdardır.
(Hadîd-10)
İZAH; Yer
ve göklerin Allah ceiie ceiaiuhu'nun
mirası olmasının manası şudur:
Bütün insanlar öldüğünde en sonunda
yer ve gökler, mal, mülk ve her şey
Allah ceiie ceiaiuhu'na kalacaktır.
Çünkü O yüce Zat'tan başka bir şey
bakî kalmayacaktır. Madem ki herkes
her şeyini bırakıp gidecek, o halde
neden kendi eliyle ve rızasıyla
harcamasın? Ta ki ahirette onun
sevabına kavuşsun. Ondan sonra ayeti
kerimede şu konuya dikkat
çekilmiştir: Mekke'nin fethinden
önce Allah yolunda harcayan veya
cihad edenlerin dereceleri Mekke'nin
fethinden sonra
tasadduk eden veya cihad edenlerin
derecelerinden daha üstündür. Çünkü
fetihten önce ihtiyaç fazlaydı. Bir
şey ihtiyacın çok olduğu zaman
harcanırsa o kadar çok sevap olur.
Hadisler bölümünde 13. sıradaki
hadiste geleceği üzere insanların
ihtiyaç anlarına çok dikkat etmek
gerekir, başkaların muhtaç oldukları
zamanları kendi yapacağı
tasadduklar için en güzel fırsat
bilmelidir. Allah ceiie ceiaiuhu
sahabeler arasında da bu ayırımı
yapmıştır. Yani Mekke'nin fethinden
önce harcama (tasadduk) yapanların
sevaplarını çok fazla arttırmıştır.
İhtiyaç anında birine yardım
yapmanın sevabı çok büyüktür. Bunu
devamlı hatırda bulundurmak gerekir.
26) Kimdir
ahiretteki mükafatını umarak Allah
yolunda malını harcasın da böylece
Allah onun mükafatını kat kat
versin. Onun için ahirette de çok
iyi bir mükafat vardır.
(Hadid-11)
İZAH: 5
numarada geçen ayet de aynı
manadaydı. Önemine binaen aynı konu
burada da tekrar zikredilmiştir.
Kur'an-ı Kerim'de sık sık şu hususta
uyarı yapılmaktadır: Allah yolunda
harcama günü bugündür, harcayacağını
harca, öldükten sonra pişmanlıktan
başka bir şey yoktur.
27) Şüphesiz
sadaka veren erkeklere ve sadaka
veren kadınlara (ki bunlar) Allah'a
güzel bir ödünç vermiş oluyorlar.
Onlara mükafatları kat kat verilir.
Ahirette de büyük ecir vardır. (Hadid-18)
İZAH: İnsanlar
sadaka vermekle aslında Allah ceiie
ce/a/u/ıı/na borç vermiş oluyorlar.
Çünkü bu kimselere vermiş oldukları
sadakalar aynen bir borç gibi tekrar
geriye ödeniyor. İşte bu verilen
sadakalar, sadaka veren kişi son
derece muhtaç ve mecbur durumda iken
büyük bir bedel ve karşılıkla geri
iade edilecektir. İnsanlar
yapacakları düğün, yolculuk ve diğer
ihtiyaçları için azar azar
biriktirip bir kenara koyuyorlar.
Böylece falanca ihtiyacın zamanı
yaklaşıyor veya çocuğun düğünü
olacak gibi şeyleri düşünüp
duruyorlar. Zamanı gelince sıkıntıya
düşmemek için ellerine imkan
geçtikçe biraz elbise, biraz altın
takılar vs. satın alarak bir kenara
koyuyorlar. Ta ki zamanı gelince
sıkıntıya düşmesinler. Ahiret ise
öyle ihtiyaç ve zaruret vaktidir ki,
o zaman ne kimseden bir şey satın
alınabilir, ne borç alınabilir ne de
kimseden bir şey istenebilir. Bu
kadar mühim ve zor bir zaman için
elden geldiğince mümkün olduğu kadar
fazla biriktirmek ileri görüşlülük
ve yararlı bir iştir. Azar azar
biriktirmek burada (dünyada)
anlaşılmasa da orada (ahirette)
dağlar büyüklüğünde (ecir ve sevap)
olarak elde edilecektir.
28) (Ganimet
mallarında bir de şu kimselerin
hakkı vardır) Daha önceden
Medine'yi yurt edinmiş ve
gönüllerine imanı yerleştirmiş olan
kimseler, kendilerine göç edip
gelenleri severler ve onlara
verilenlerden dolayı içlerinde bir
rahatsızlık hissetmezler. Kendileri
zaruret içinde bulunsalar bile
onları kendilerine tercih ederler.
Kim nefsinin cimriliğinden
korunursa, işte onlar kurtuluşa
erenlerdir.
(Haşr-9)
İZAH: Yukarıdaki
ayette beytül malda haklan
bulunanlardan bahsedilmektedir. Bu
ayeti kerimede hak sahipleri
arasında ensar da zikredilmiştir.
Ayrıca en-sarın hususi sıfatlarına
işaret edilmiştir. O sıfatlardan
biri de onların kendi evlerinde
kalarak iman ve güzel sıfatları elde
etmeleridir. Genellikle insanın
kendi evinde oturarak bu gibi güzel
sıfatları elde etmesi zordur.
Dünyevi işler ve diğer meşguliyetler
çoğu zaman insana engel
olmaktadır.Ensarm ikinci özel sıfatı
ise muhacirleri son derece
sevmeleridir. İslam'ın (başlangıç)
tarihini bilenler ensarın hallerine
ve sevgiyle ilgili olaylarına hayran
kalmaktadırlar. Bununla ilgili
birkaç kıssa Hikayât-üs Sahabe adlı
kitapta geçmiştir. Burada örnek
olarak bir kıssayı yazıyorum.
Rasûlullah saüaiiahu aleyhi veseilem
hicret ederek Medine-i Münevvere'ye
geldiğinde ensar ve muhacirler
arasında bir muhaciri bir ensara
katmak suretiyle özel bir kardeşlik
bağı kurmuş ve her bir muhaciri bir
ensara kardeş yapmıştı. Çünkü
muhacirler yabancı olduklarından
bilmedikleri yerde pek çok
sıkıntılarla karşılaşabilirlerdi.
Ensar ise oranın yerlileriydi. Eğer
onlar muhacirlerle ilgilenir ve
onlara yardımcı olurlarsa o zaman
muhacirler için kolaylık olurdu.
Peygamber saüaiiahu aleyhi veseilem
Efendimizin uyguladığı bu tertip ne
kadar güzeldi. Böylece muhacirler
için her türlü kolaylık sağlanmış,
ensar için de bir zorluk olmamıştı.
Çünkü bir kişiyle ilgilenmek herkes
için kolaydı.
Bu
hususta Abdurrahman bin Avf
radıyaiiahu anh başından geçeni
şöyle anlatıyor: Biz (muhacirler)
Medine'ye geldiğimizde Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseilem benimle
Sa'd bin Rebî arasında kardeşlik
bağı kurdu. Sa'd bin Rebî bana, "Ben
ensarın en zenginiyim. Malımın
yansını sen al. Benim iki hanımım
var. Hangisini beğenirsen ben onu
boşayayım. Iddeti bitince onunla
nikahlanırsın." dedi.Yezid bin Esam
rahmetullahi aleyh diyor ki: Ensar
Rasûlullah sallallahu aleyhi
veseiiem'e, "Bizim tarlalarımızı
muhacirlerle aramızda yarı yarıya
paylaştırınız" dediler. Peygamber
Efendimiz sallallahu aleyhi veseilem
bunu kabul etmedi ve buyurdu ki:"Bağ
ve bahçelerde bunlar (muhacirler)
çalışacaklar, mahsulde de paylan
olacak.' Onların çalışmasından siz,
sizin topraklarınızdan onlar
faydalanacak.Sadece
din kardeşliğinden dolayı böylesine
bir bağlılık ve sevgiyi bugünkü
akılların alması zordur. Takdir-i
llahi'ye bakınız ki, başkalarını
kendine tercih etmek ve onların
derdiyle dertlenmek müslümanın özel
alâmeti iken, bugünkü Müslüman
sadece kendi çıkarını düşünen ve
nefsine köle olmuş bir durumdadır.
Başkası ne kadar eziyet çekerse
şeksin yeter ki kendisi rahat etsin
düşüncesindedir. Bir zamanlar
müslümanın şiarı, kendisi eziyet
çekerek başkasını rahat
et-tirmesiydi. Müslümanların tarihi
bu tür olaylarla doludur. Mesela
büyük zatlardan birinin hanımının
ahlakı çok kötüydü. Her zaman
kocasına eziyet ederdi. Biri o zata
"Efendim bunu boşayınız" deyince o
zat "ben bunu boşarsam korkarım ki
bu başkasıyla evlenir. O evlendiği
adamda bundan eziyet görür" dedi.Buradaki
inceliğe bakınız. Acaba bizden
birisi başkası eziyet çekmesin diye
eziyete katlanmaya hazır olabilir
mi?Yukarıdaki ayette ensarın üçüncü
sıfatı şöyle beyan edilmektedir:
Muhacirler herhangi bir yerden
ganimet malı vs. elde ettiklerinde
ensarın buna canı sıkılmaz yada
heves etmezlerdi. Hasan Basri
rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Bu
ayetin maksadı şudur: "Muhacirlerin
ensar üzerine genel olarak faziletli
kılınmasından dolayı ensar
üzülmezlerdi."Ayeti kerimede beyan
edilen dördüncü sıfat şudur: Onlar
ihtiyaç ve yokluk içinde olmalarına
rağmen başkalarını kendilerine
tercih etmişlerdir. Bununla ilgili
kıssalar onların hayatlarını anlatan
tarih kitaplarında çok sayıda
mevcuttur. Onlardan bir kaç
tanesini Hikayât-üs Sahabe adlı
kitabımın Sahabelerin din
kardeşlerini kendilerine tercih
etmeleri ve yardımlaşmaları adlı
bölümünde yazdım. Bu olaylardan
birisi olan ve aynı zamanda bu
ayetin inmesine sebep olan kıssa
şöyledir: Birisi Peygamber
saiiaiiahu aleyhi veseiiem m yanına
gelerek fakirliğinden ve açlığından
şikayet etti. Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem hanımlarının
evlerine adam gönderdi. Fakat hiç
birinin yanında yiyecek bir şey
çıkmadı. Bunun üzerine Allah Rasûlü
saiiaiiahu aleyhi veseiiem ashabına,
"Bunu misafir
edecek biri var mı?" buyurdu. Bazı
rivayetlerde ismi Ebû Talha
radıyaiiahu anh olan ensari bir
sahabe o misafiri
alıp evine götürdü. Hanımına, "Bak
bu Rasûlullah'ın misafiridir.
Ona ikramda kusur etme ve evde olan
hiçbir şeyi ondan saklama" dedi.
Hanımı, "Evde sadece çocuklara
yetecek kadar yiyecek var. Ondan
başka hiçbir şey yoktur" dedi. Hz.
Ebû Talha, "Çocukları avutarak uyut.
Biz yemeğe oturduğumuzda sen
düzeltme bahanesiyle kalkarak ışığı
söndür. Ta ki biz yemeyelim de misafir
yesin" dedi. Hanımı aynen öyle
yaptı. Sabahleyin Rasûiullah
saiiaiiahu aleyhi vesel-tem'in
yanına geldiklerinde Allah Rasûlü
saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu
ki: "Allahceiie ceiaiuhu bu
karı-kocanın davranışlarını çok
beğendi ve bu ayeti kerime nazil
oldu" buyurdu.Hadisler
bölümünde gelecek olan 13. sıradaki
hadis, bu ayetin tefsiri
hakkındadır. Ondan sonra Allah
ceiie ceiaiuhu yüce kelamında şöyle
buyurmuştur: "Her kim nefsinin
hırsından korunursa işte onlar
kurtuluşa erenlerdir". Bu ayette
)Şuhh'un manası; insanın fıtratında
olan hırs ve cimriliktir. Yani insan
bil fiil cimrilik etmese de
tabiatında cimriliğin bulunmasıdır,
Bundan dolayı bu kelimenin
açıklaması hakkında alimlerden
değişik sözler nakledilmiştir. Bunu
"Hırs" ve "Tamah" olarak ifade etmek
doğrudur. Bu ise kişinin hem kendi
malına hem de başkasının malına
karşı olur. Adamın biri Hz. Abdullah
İbni Mesud'un yanına gelerek, "Ben
helak oldum" dedi. O, "Niçin?"
deyince, adam şöyle dedi: "Allah
ceiie ceiaiuhu buyuruyor ki; <Her
kim şuhh'dan korunursa, işte
kurtuluşa eren odur>. Halbuki bende
bu hastalık bulunmaktadır. Gönlüm
elimden bir şey çıkmasını
istemiyor". Hz. İbni Mesud
radıyaiiahu anh dedi ki: "Bu şuhh
değil cimriliktir. Gerçi cimrilikte
iyi bir şey değildir. Şuhh ise
başkasının malını haksız olarak
yemektir."Hz. İbni Ömer radıyaliahu
an/ıuma'dan da buna yakın bir mana
nakledilmiştir. O buyuruyor ki:
"Şuhh kişinin malını harcamaması
demek değildir. Böyle yapmak
cimriliktir. Aslında cimrilik de çok
kötü bir şeydir. Şuhh ise başkasının
malına göz dikmektir". Hz. Tavus
rahmetuiiahi aleyh diyor ki:
"Cimrilik kişinin malını
harcamamasıdır. Şuhh ise başkasının
malında cimrilik yapmaktır. Yani
başkası malını harcarken bundan
rahatsızlık duymaktır". Hz. İbni
Ömer radıyaiiahu anhu-maöan
nakledildiğine göre; "Şuhh,
cimrilikten daha kötüdür. Çünkü
cimri sadece kendi malını harcamaz.
Şahîh (yani açgözlü) ise kendi
malını harcamadığı gibi başkasının
elinde olanın da kendi eline
geçmesini ister".Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi vese/fem'den
nakledilen bir hadisi şerifte; "Her
kim de şu üç şey varsa, o şuhhdan
kurtulmuştur: 1-Malının zekatını
veriyorsa, 2-Mi-safire ikram
ediyorsa, 3-İnsanlara musibet
anlarında yardım ediyorsa". Başka
bir hadiste ise Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu
ki: "Şuhh'un Islamı yok ettiği gibi
hiçbir şey yok etmez (zarar
vermez)". Yine başka bir hadiste
şöyle geçmektedir: "Allah yolunun
tozu ile Cehennem ateşi bir kimsenin
bedeninde birleş-mediği gibi, iman
ve şuhh da bir kalpte birleşmez.Bir
hadiste Hz. Cabir radıyallahu anh,
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
vesellemin şöyle buyurduğunu
nakletmiştir: "Zulüm (yapmaktan)
sakının, çünkü zülüm kıyamet
gününde zifiri karanlık olacaktır.
(Yani zülüm yapmak öyle şiddetli
karanlık oluşturacak ki karanlıklar
birbirine girmiş olacaktır). Şuhhdan
da sakınınız, çünkü şuhh
(açgözlülük) sizden öncekileri helak
etti. Bu yüzden onlar başkalarının
kanını döktüler yine aynı sebeple
mahrem olan kadınlarıyla zina
ettiler".Hz. Ebû Hûreyre radıyallahu
anh Rasûlullah sallailahu aleyhi
vesellem'İn şöyle buyurduğunu
naklediyor: "Kendinizi şuhh ve bûhl
(cimrilik)'den koruyun. Çünkü bu
(ikisi) sizden öncekilerin akrabalık
bağlarını kopardı, onları kendi
mahrem kadınlarıyla zina yapmaya
sevk etti ve onlara kan döktürdü.
Şöyle ki; bir erkek yabancı bir
kadınla zina yapacak olsa o kadına
bir şeyler vermesi gerekir. Aksine
kendi kızıyla zina ederse bedavadan
fuhuş yapmış olur. Mal için soygun
yapmak ve adam öldürmek zaten
bilinen bir şeydir".Hz. Enes
radıyaiiahu anh diyor ki: "Adamın
biri vefat etti. Haîk; <Bu Cennetlik
biriydi> demeye başladılar.
Rasûlullah sallailahu aleyhi
veseiiem; <Siz onun her halini
biliyor musunuz? Belki de o diiiyle
boş laf konuşmuştur. Belki de
kendisine faydası olmayan bir şeyde
cimrilik yapmıştır> buyurdu". Başka
bir hadiste bu olay şöyle
nakledilmiştir: "Uhud savaşında bir
adam şehid oldu. Kadının biri onun
yanına gelerek, <Oğlum şehitlik sana
mübarek oisun> dedi. Bunun üzerine
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem buyurdu ki; <Sen biliyor
musun? Belki de o boş bir kelime
konuşmuştur ya da ihtiyacı olmayan
bir şeyde cimrilik yapmıştır>".1
Böyle basit bir şey de cimrilik
yapmak ancak hirs ve açgözlülük
sebebiyle olur. Yoksa zararı
dokunmayan basit bir şey de cimrilik
olmaz
29) Ey
iman edenler! Mallarınız ve
çocuklarınız sizi Allah'ı anmaktan
alıkoymasın. Kim böyle yaparsa işte
onlar hüsrana uğrayanlardır. /
Sizden birinize ölüm (alâmetleri)
gelip de, "Ey Rabbim beni yakın bir
zamana kadar geciktirsen de, sadaka
versem ve salihlerden olsam"
demezden önce size nzık olarak
verdiğimiz şeylerden (Allah yolunda)
harcayın. / Halbuki Allah, bir
kimseyi, eceli geldiği zaman asla
geciktirmez. Ve Allah bütün
yaptıklarınızdan haberdardır. (Münafıkûn-9,10,11)
İZAH:
Mal-mülk ve çoluk-çocuk meşguliyeti
kişinin Allah ceiie ceiaiuhu'nun
emirlerini yerine getirmekte kusur
işlemesine sebep olan şeylerdir.
Fakat kimse ölüm vaktinin ne zaman
geleceğini kesinlikle bilmemektedir.
İşte o zaman pişmanlık ve üzüntüden
başka insanın elinden bir şey
gelmez. Göz göre göre çoluk çocuğu,
malı mülkü ve herşeyi bırakıp gitmek
zorunda kalacaktır. Bugün fırsat
eldeyken ne yapılabilirse
yapılmalıdır.Yazmam boya çabuk,
saçını örüp bağla Yâ, sen hangi
şeylerle uğraşmaktasın hâlâ Sevgili
ne zaman çağıracak kim bilir? O
vakit şaşıp kalacaksın gün ortasında
Hz. İbni Abbas radıyallahu anhuma
diyor ki: "Rasûlullah sallailahu
aleyhi veseiiem buyurdu ki; <Her
kimin hac yapacak kadar malı varsa,
ona zekat vacip olduğu halde
zekatını vermezse ölüm zamanı o
kimse tekrar dünyaya dönmek
isteyecektir. Birisi İbni Abbas
radıyallahu anhumaya, "Dünyaya
dönmeyi kafir ister. Müslüman kişi
istemez" deyince, Hz. İbni Abbas
radıyatiahu anhuma (yukarıda gecen)
ayeti okuyarak, "Bu ayette Allah
ceiie ceiaiuhu Müslümanlara hitap
etmiştir" dedi.Başka bir hadiste Hz.
İbni Abbas radıyallahu an/ıuma'nın
şöyle dediği nakledilmiştir. "Bu
ayette zikredilen kişi mü'min
kişidir. Bu kişinin ölüm zamanı
geldiğinde, zekat farz olacak kadar
malı olur da onun zekatını eda
etmemiş olursa, kendisine hac farz
olmuşken hac yapmamış olursa ya da
Allah ceiie ceiaiuhu'nun haklarından
bir hakkı ödememiş olursa, ölüm
anında zekat ve sadaka verebilmek
için dünyaya geri dönmek
isteyecektir. Fakat Allah ceiie
ceiaiuhu ölüm vakti gelen kişinin
ecelinin geciktirilmeyeceğini beyan
etmiştir"Kur'an-ı
Kerim'de her insanın ölüm vaktinin
belirlendiği sık sık vurgulanmıştır.
Bu vakitte zerre miktarı ileri-geri
oynama olamaz. İnsan "Falanca şeyi
sadaka edeceğim, filanca şeyi vakf
edeceğim, filancılar için vasiyet
yazacağım" diye düşünüp durur. Bu
düşünceler içindeyken öbür taraftan
bir anda elektrik hattının düğmesine
basılır, bu kimse yürürken,
otururken veya uyurken ölüm gelir.
Öyleyse yapılan meşvere ve
kararlarda böyle hayırlı işleri asla
geciktirmemek gerekir. Mümkün olduğu
kadar Allah yolunda harcamakta ve
Allah katında yatırım yapmakta acele
etmek gerekir.
Allah
başarıya
ulaştırandıryaptıklarınızdan
haberdardır. / O kimseler gibi
olmayın ki, Allah'ı unutmuşlar.
(Bunun cezası olarak) Allah da
onları kendilerine unutturmuştur.
İşte bunlar fasık olanlardır. /
Cehennem'lik olanlarla Cennetlikler
bir olmaz. Cennet ehli olanlar
kurtulanlardır.
(Haşr-18,19,20)
İZAH: "Allah
ce//e ceiaiuhu da onları kendilerine
unutturdu" sözünün manası; "O
kimselerin akılları öyle alınmıştır
ki, kendi kâr ve zararlarını bile
anlamamakta ve kendilerini helak
edici şeyleri seçmektedirler."Hz.
Cabir radtyailahu anh diyor ki: Ben
öğlen vakti Rasûlullah sallallahu
aleyhi veseiiem'ln yanındaydım.
Mudar kabilesinden bir cemaat geldi.
Onların ayakları çıplak, vücutları
çıplak ve karınları açtı. Rasûluliah
saüaiiahu aleyhi veseiiem onların bu
yokluk halini görünce nurlu yüzü
değişti. Kalktı odasına gitti.
Galiba evde onlara uygun bir şeyler
bakmak için gitmişti. Sonra tekrar
mescide geldi. Hz. Bilal
radı-yaiiahuanh'a ezan okumasını
söyledi. Öğlen namazını kıldı. Ondan
sonra minbere çıkarak Allah ceite
ceiaiuhu'ya hamd-u sena ettikten
sonra Kur'an'dan birkaç ayet okudu.
O ayetlerden birisi de yukarıda
geçen ayetti. Daha sonra Rasûlullah
sallallahu aleyhi veseiiem sahabeye
sadaka vermelerini emretti ve şöyle
buyurdu: "Sadaka veremeyeceğiniz
günden evvel sadaka veriniz. Sadaka
vermekten aciz kalmadan önce sadaka
veriniz. Kim ne verebilirse onu
versin. Dirhem verebilen dirhem,
elbise verebilen elbise, buğday
verebilen buğday, arpa verebilen
arpa, hurma verebilen hurma hatta
bir hurma parçası verebilen de onu
versin". Bunun üzerine ensari bir
sahabî zorla kaldırabüdiği dolu bir
torba getirdi. Rasûlullah sallallahu
aleyhi veseiiem e verdi. Rasûlullah
sallallahu aleyhi veseiiem'İn nurlu
yüzü sevinç-ten parlıyordu.
Buyurdular ki: "Her kim hayırlı bir
yol açarsa onun sevabını aldığı gibi
o yolda amel yapanların sevabını da
alır. Amel yapanların sevabından da
bir şey eksilmez. Aynı şekilde her
kim de kötü bir yol açarsa günahı
ona olduğu gibi, üstelik onunla amel
yapanların hepsinin günahı da kendi
boynuna olur. Bu durum günah
işleyenlerin günahından bir şey
eksiltmez". Daha sonra halk dağılıp
gitti. Kimi dinar getirmişti. Kimi
dirhem, kimi tahıl... Kısacası
Rasûlullah'm yanında yiyecek ve
giyeceklerden oluşan iki yığın
meydana gelmişti. Rasûlullah
sallallahu aleyhi veseiiem bunların
hepsini Mudar kabilesinden gelenlere
taksim etti.Bir
hadisi şerifte şöyle buyuruluyor:
"Ey insanlar kendiniz için ileriye
(âhirete) bir şeyler gönderin. Öyle
bir gün gelecek ki arada hiçbir
aracının ve hiçbir perdenin olmadığı
bir halde Allah celle ceiaiuhu şöyle
buyuracak; <Sana emirlerimi
ulaştıran bir elçi gelmedi mi? Ben
sana mal vermedim mi? İhtiyacından
fazla şeyler vermedim mi? Kendin
için ileriye ne gönderdin?>. O kimse
sağına soluna bakınacak bir şey
göremeyecek gözlerinin önünde
Cehennem'-den başka bir şey
olmayacak. Her kim Cehennem'den
kurtulabilirse kurtulmaya çalışsın.
İsterse yarım hurma tanesiyle olsun"O
günün manzarası çok korkunç
olacaktır. Çok çetin bir sorgulama
olup, alevler saçan Cehennem kişinin
karşısında bulunacak ve her an o
Cehennem'e atılma korkusu olacaktır.
İşte o gün kişi dünyadayken her
şeyini Allah için harcamadığına
pişman olacaktır. Bugün biz hayali
ihtiyaçlardan dolayı Allah yolunda
harcamaktan elimizi çekiyoruz. Ancak
şu gün gözümüz (dünyaya) kapansa
ihtiyaçlarımızın hepsi bitecek,
sadece Cehennem'den kurtulmanın
şiddetli ihtiyacı başımıza
binecektir.Hz. Ebû Bekr Sıddık
radıyaliahu anh bir kere hutbede
şöyle buyurdu: "Şunu iyice bilin ki,
sizler sabah akşam ne zaman biteceği
size gizli olan bir zaman içinde
yürümektesiniz. Elinizden geliyorsa
bu zamanı dikkatli geçiriniz. Bunu
da yalnız Allah'ın dilemesiyle
yapabilirsiniz. Bir kavim
zamanlarını kendilerine faydalı
olmayan işlerle geçirdiler. Allah
celle ceiaiuhu sizi onlar gibi
olmaktan menetmiş ve şöyle
buyurmuştur;AIIah'ı unutan,
Allah'ında kendilerini, kendilerine
unutturduğu kimseler gibi olmayın
(Haşr-19). Nerede sizin tanıdığınız
o kardeşleriniz? Onlar ömürlerini
tamamlayıp göçtüler (gittiler). Ve
onların amelleri de bitti. Şimdi
onlar nasıl amel yapmışlarsa o
amellerine kavuştular (iyi ameller
yapmışlarsa, zevk ve sefa içindeler,
kötü amel yapmışlarsa cezasını
çekiyorlar)"Nerede eskiden koca koca
şehirler imar eden zâlim insanlar?
Nerede yüksek (kale) duvarlarıyla
kendilerini muhafaza edenler? Şimdi
onlar taş ve toprak yığınları
altında yatıyorlar. Bu Allah celle
ce/a/uhu'nun kelamıdır. Ne onun
hikmetleri biter ne de nuru söner.
O karanlık günler için bugün o
nurdan istifade et. Ve Allah'ın
kelamından nasihat al. Allah celle
ceiaiuhu bir kavmi överek buyurdu
ki:"Onlar hayırlı işlere koşarlar,
rahmetimizi umarak ve azabımızdan
korkarak bize dua ederlerdi. Onlar
bize huşu ile itaat ederlerdi". (Enbiya-90)
Allah
rızasının kastedilmediği bir sözde
hiçbir hayır yoktur. Allah yolunda
harcanmayan bir malda da hiçbir
hayır yoktur. Hilm'i (yani
yumuşaklığı), öfkesini bastırmayan
kişi de iyi bir insan değildir.
Allah rızasına karşılık kınayanların
kınamasını dikkate alan (kınama
korkusuyla ameli terkeden) kişide
hayırlı insan değildir.
31) Her
türlü halde mallarınız ve
çocuklarınız (sizin için) birhandır.
(Kim onlarla meşgulken Allah'ı
anarsa onun için) A mükâfat vardır.
/ Gücünüz yettiği kadar Allah'tan
korkun. ÖğütleriniEmirlerine itaat
edin. Mallarınızı Allah yolunda
harcayın. Bu sizin için daha
hayırlıdır. Kim nefsinin
cimriliğinden korunursa, işte bunlar
kurtuluşa erenlerdir. (Teğabun-15,16)
İZAH: 28
numaralı ayetin izahında da geçtiği
gibi şuhh cimriliğin en üst
derecesidir. Mallar ve evlatların
bir imtihan olmasının manası ise
şunu ayırt etmektir: Kim bunlarla
meşgulken Allah ceiie ce/a/u/ıu'nun
emirlerini terk edip, Allah'ın
zikrinden gafil olmakta kim de bu
meşguliyetlerle birlikte Allah'a
itaat ederek O'nu hatırlamaktadır.
Örnek olarak Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem'm hayatı
önümüzdedir. Günümüzde birinin bir
veya iki hanımı varsa Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem'inln
dokuz tane hanımı vardı. Erkek ve
kız çocukları da vardı. Ayrıca
torunları da vardı.Rasûlullah
saiiaüahu aleyhi veseiiem Efendimize
ilave olarak Sahabe-i Kiram
radtyaiiahu anhum'un durumları da
gözler önündedir. Ayrıca gayet geniş
bir şekilde kitaplarda yazılıdır.
Hz, Enes radıyatiahu antim
çocuklarının sayısını bilmek güçtür.
Bir keresinde şöyle buyurmuştur:
"Benim torunlarımı bir kenara
bırakın kendi öz çocuklarımdan yüz
yirmi beşini kendim defnettim. Hayatta
kalanlar ve onların çocukları bunun
dışındadır". Bütün bunlara rağmen
Hz. Enes radıyaiiahu anh
kendisinden en çok hadis rivayet
edilen sahabiler arasındadır.
Genellikle cihada katılırdı. Çoluk
çocuğunun bu kadar kalabalık olması
onu ne ilimle meşgul olmaktan ne de
cihada gitmekten alıkoymuyordu.Hz.
Zübeyr mdıyaiiahu anh şehit
olduğunda dokuz oğlan çocuğu dokuz
kız çocuğu ve dört tane hanımı
vardı.Torunlarından bazıları yaş
bakımından kendi oğullarından
büyüktü. Kendisi
hayattayken vefat eden çocukları ise
bunun dışındadır. Bütün bunlara
rağmen ne bir iş ne de başka bir
meslekle meşgul oldu. Ömrünü
ci-hadla geçirdi. Sahabelerden pek
çoğunun durumu da aynıdır. Ne
malları onların dinine engel olurdu
ne de evlatlarının çokluğu.
Ticaretle uğraşanların ticaretleri
de onların din işlerine engel
olmazdı. Allah ceiie ceiaiuhu bizzat
Kur'an'da onları övmektedir.
"Onlar Öyle kimselerdir ki
ticaretleri onları Allah'ın
zikrinden, namazını kaim etmekten,
zekat eda etmekten alıkoymaz. Ve
onlar gözlerin ve kalplerin
döneceği o (kıyamet) gününden
korkarlar. Netice itibariyle Allah
onlara amellerinin karşılığını çok
güzel bir şekilde verecektir. Ve
onlara kendi fazlından (sevap ve
ecirden başka ikram olarak) daha da
verecektir" (Nûr-37,38
Bu
ayetin tefsirinde pek çok sahabenin
sözlerinde şu ifade geçmektedir:
"Ticaret yapan kimseleri yaptıkları
ticaret Allah ceiie ceiaiunu'yu
anmaktan alıkoy-mazdı. Ezanı
duyduklarında hemen dükkanlarını
bırakarak namaza giderlerdi
32) Eğer
Allah'a güzel bir borç verirseniz.
Allah onu size kat ka artırıp verir.
Ve günahlarınızı bağışlar. Allah
Şekur'dur (azıcık bir iyiliğe çok
sevap verir). Halim'dir (azap
vermekte acele etmez). / O gizliyi
de aşikarı da bilendir. Her şeye
galiptir. Hikmet sahibidir. (Teğabun-17,18*
İZAH: Ayetler
bölümünde 25, 26 ve 27 numaralı
ayetlerde bu mevzu geçmişti. Bu
Allah ceiie ceiaiuhu'nun hususi
lütuf ve ikramıdır ki, bizim
iyiliğimiz ve kullarına karşı olan
kereminden dolayı çok mühim ve
gerekli olan şeyleri onlara sık sık
üzerinde durarak anlatmaktadır.
Bizler ise o ayetleri tekrar tekrar
okuyarak çok sevap kazandık diye
mutmain olmaktayız. O Kerim olan
Zat'ın ihsan ve ikramdandır ki, yüce
kelamını sadece okumakla da sevap
vermektedir. Ancak bu yüce kelam
yalnızca okumak için inmemiştir.
Okumanın yanı sıra içindeki yüce
emirlerle amel yapılması gerekir.
Yaratıcımız, Razikımız, Mürebbimiz,
İhsan Edicimiz, Sahibimiz ve Mülkün
Sahibi olan Rabbimiz bir şeyi bize
tekrar tekrar emretsin de bizler "Ya
Rabbi! Tamam Sen'in emrini okuduk,
bu yeter" diyelim öyle mi? Bu bizim
yaptığımız büyük bir haksızlıktır.
33) Namazı
kılın, zekatı verin. Allah'a güzel
bir ödünç verin. Kendiniz için
hazırlayıp ahirete gönderdiğiniz
amellerin sevabını Allah katında
daha hayırlı ve mükafat bakımından
daha büyük bulacaksınız. Bir de
Allah'tan mağfiret dileyin. Çünkü O
Ğafur'dur (mağfireti çok boldur),
Rahim'dir (çok merhametlidir). {Muzzemmil-20)
İZAH: "Onun
sevabını Allah katında daha hayırlı
bulacaksınız"ın manası şudur:
Dünyevi eşyalar satın almak yada
beşeri ihtiyaçlar için yapılan
harcamaların karşılığı dünyada elde
edilir. Mesela; bir miktar paraya
dünyada iki kilo buğday alınır.
Ahiretteki karşılığı dünya karşılığı
ile kıyaslamamak gerekir. Allah
yolunda harcanan şeylere karşılık
ahirette verilecek mükafat dünyada
elde edilenlerden hem miktar hem de
kalite bakımından çok çok üstün
olacaktır. Bu bölümdeki yedi
numaralı ayetin izahında da geçtiği
gibi helal bir maldan ihlasla bir
hurma tanesi dahi sadaka verilse
Allah ceiie ceiaiuhu onun sevabını
(büyüterek) Uhud dağı kadar
yapar.Keşke bizler bu kadar fazla
mükâfat veren Kerim olan Rabbimizin
kadrini bil-sek de O'nun katındaki
hesaba mümkün olduğu kadar fazla
yatırım yapsak ve o yatırdığımız
mal da çok şiddetli ihtiyaç
günümüzde bizlere fazlasıyla
verilse. Bunun yanı sıraAllah celle
ceiaiuhu bu ayette buyuruyor ki:
"İlerisi için siz ne (amel)
gönderirseniz, onun karşılığını
aynen bulursunuz". Fezail-i Zikir
(Zikrin Faziletleri) adlı kitapta
çok geniş olarak şu rivayetler
geçmiştir. Bir defa Subhanallah,
Elhamdülillah, La
ilahe illallah ve Allahuekber
söylemenin sevabı Allah ceiie
ceiaiuhu katında Uhud Dağı'ndan
büyük olarak elde edilecektir. Yeter
ki ihlasla söylenilsin. Zaten
ahiretle ilgili her işte ihlas
şarttır. İhlas olmadan hiç bir amel
geçerli olmayacaktır. Bu (ihiası)
elde etmek için Allah dostlarına
hizmet etmek gerekir. Çünkü bu
nimet, onların ayaklarına kapanarak
(onların sohbetleriyle) elde edilir.
34) Muhakkak
ki iyi insanlar (Cehnet'te) katığı
kâfur olan (şarap) dolu bir kadehten
içerler. / Bu bir kaynaktır ki,
ondan Allah'ın kulları içerler.
İstedikleri yere onu kolayca
akıtırlar. / Onlar adaklarını yerine
getirirler ve şiddeti yaygın olan
bir günden korkarlar. / Yoksula
yetime, esire Allah'a olan
sevgilerinden dolayı yemek
yedirirler. / (Sonra da şöyle
derler): Size ancak Allah rızası
için yedîriyoruz. Sizden ne bir
hediye isteriz ne de bir teşekkür. /
Çünkü biz Rabbimîzden korkarız. Bed
çehreli, çatık suratlı bir günün
azabından... / Allah da onları o
günün azabından korur ve yüzlerine
güzellik ve sevinç verir. /
Sabırlarına karşılıkta Cennet ve
ipek elbiseler ihsan eder. / Orada
koltuklarüzerine dayanmış bir
haldedirler. Orada ne bir güneşin
sıcaklığım görürler ne de soğuk... /
Cennet'teki ağaçların gölgeleri
üzerlerine sarkmış, meyvelerinin
koparılması kolaylaştırılmıştır. /
Onlara (hizmet için) etraflarında
gümüşten kaplar ve billurdan
sürahiler dolaştırılır. / Gümüşten
billurlar ki, onları dolduranlar
miktarını (Cennet halkına göre)
ayarlamışlardır (ne fazla ne eksik).
/ Orada kendilerine katığı zencefil
olan (Cennet şarabından, dolu) bir
kadehte içirilir. / (Zencefil)
Cennet'te bir kaynaktır ki, ona
selsebîl adı verilir. / (Cennet
ehlinin) etraflarında Cennet'te
ebedi kalacak çocuklar dolaşırlar
ki, sen onları gördüğün zaman
saçılmış inciler sanırsın. / Orada
her nereye baksan bol nimet ve pek
büyük bir mülk görürsün. /
Üstlerinde ince ve kalın ipekten
yeşil elbiseler vardır. Ve gümüşten
bileziklerle süslenmişlerdir.
Rableri de onlara tertemiz bir şarap
içirmiştir. / (Cennetliklere şöyle
denir): İşte bu nimetler sizin
dünyadaki amellerinizin mükafatıdır.
Ameliniz makbul olmuştur. (İnsan-5-22)
İZAH: Bu
yüce ayetlerde şarap üç yerde
zikredilmiştir. Her üç yerde de
şarabın çeşitleri ve kullanma
şekilleri ayrı ayrıdır.
Birincisinde, şarabı içen kimsenin
bizzat kendisinin içmesidir.
İkincisi, hizmetçilerin şarap
içirmeleri söz konusudur. Üçüncüsü,
içirme işi bizatihi mülkün sahibi
Allah ceiie celaluhuna nispet
edilmiştir. Bu şarap çeşitlerinin
Ebrar denilen iyi insanlara ait olan
alt, orta ve üst derecesine göre
taksim edilmiş olması ihtimalden
uzak değildir.Bu ayetlerde güzel
işler yapanların faziletleri ve
onlara yapılacak izzet ve ikram
beyan edilmektedir. Özelikle de
Allah ceiie ceiaiuhu'nun rızası için
yedirenler zikredilmektedir. Bizde
eğer imanın kemal derecesi olsaydı,
bu müjdelerden sonra hangimiz Hz.
Ebû Bekr radıyaiiahu anh gibi evinde
sedece Allah ve Rasûlü'nün isminden
başka bir şey bırakabilirdi? Bu
ayetlerde düşünülmesi gereken birkaç
husus vardır:
1. İlk
olarak (su) kaynaklarından
bahsedildi. Cennetlikler bu
kaynakları istedikleri yere
götüreceklerdir. Mücahid
rahmetuliahi aleyh bunun tefsirinde
yazıyor ki: "O kimseler bu
kayakları diledikleri yere çekip
götüreceklerdir". Katâde
rahmetuliahi aleyh diyor ki: "Onlar
için kâfur, karışık, misk ile
mühürlenmiş kaynaklar olacak. O
kaynakları ne tarafa götürmek
isterseler onun suyu o tarafa akmaya
başlayacaktır". İbni Şevzeb
rahmetuliahi aleyh diyor ki: "O
Cennetliklerin yanında altından
âsâlar olacak. Onlar bu asalarla
nereye işaret ederlerse o nehirler o
tarafa doğru akacaktır".
2. Katâde
rahmetuliahi aieyh'ten
nakledildiğine göre, Adaklarını
yerine getirenler* 6en kasıt Allah
ceiie ce/a/u/?u'nun bütün
hükümlerini yerine getirenlerdir. Bu
sebeple öncelikle onlardan
bahsedilirken ebrar kelimesi
kullanılmıştır". Mücahid
rahmetuliahi aleyh diyor ki:
"Burada kastedilen adaklar, Allah
hakkı için yapılan adaklardır (yani
birinin oruç tutmayı adaması,
itikafa girmeyi adaması ve buna
benzer diğer ibadetleri adaması
gibi...). İkrime rahmetuliahi aleyh
diyor ki: "Burada kastedilen şükür
için yapılan adaklardır". Hz. İbni
Abbas radıyaiiahu anftuma'dan
nakledildiğine göre; "Rasûlullah
saiiallahu aleyhi veseiiemin yanına
bir adam geldi ve <Ben Allah ce/fe
ceiaiuhu için kendimi boğazlamayı
adamıştım> dedi. Rasûlullah
saiiallahu aleyhi veseiiem o anda
bir şeyle meşgul olduğundan iltifat
etmedi. Bu sahabi Rasûlullah'ın
susmasını izin zannetti. (Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem q bu
sözü söyledikten sonra) kalktı.
Uzak bir yere giderek kendini
boğazlamaya hazırlandı. Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem durumdan
haberdar olunca buyurdu ki;
<Ümmetimden adağını yerine getirmeye
bu kadar önem veren birini yaratan
Allah cette ce/a/u/ıu'ya şükürler
olsun>. Sonra (Rasûlullah satlallahu
aleyhi veseiiem adamın kendisini
boğazlamasını yasakladı ve) buyurdu
ki; <Nefsinin fidyesi olarak Alİah
için yüz deve kurban kes (çünkü
kişinin kendisini boğazlaması caiz
değildir. Bir kişinin fidyesi ise
diyet olarak 100 devedir>"
3. Ayette
geçen esiri yedirmekten maksat kafir
esirlerdir. Çünkü o zaman esirlerin
hepsi kafirlerdendi. Müslüman esir
yoktu. Kafir olan esirleri
yedirmenin karşılığında bu
kadar sevap olursa müslüman esirleri
yedirmenin sevabı bundan çok daha
fazla olur. Mücahid rahmetutiahi
aleyh diyor ki: "Rasûlullah
sai-laiiahu aleyhi veseilem Bedir'de
(kafir) esirler yakalanıp
getirilince, sahabeden yedi kişi
(Hz. Ebû Bekr, Hz. Ömer, Hz. Ali,
Hz. Zübeyr, Hz. Abdurrahman, Hz.
Sa'd, Hz. Ebû Ubeyde Allah hepsinden
razı olsun) özelikle bu esirlere
harcama yaptılar. Bunun üzerine
ensar <Biz Allah için bunlarla
çarpıştık, siz ise bunlara bu kadar
fazla harcama yapıyorsunuz> dediler.
Bunun üzerine 'dan itibaren 19.
ayete kadar olan ayetler nazil oldu
(indi)."Hz. Hasan rahmetuiiahi aleyh
diyor ki: "Bu ayetler indiğinde
esirler müşriklerdendi". Katâde
rahmetullahi aleyh diyor ki: "Allah
celle celaluhu bu ayetlerde
esirlere iyi davranmayı emrediyor.
Halbuki o zaman esirler müşriktiler.
Öyleyse senin üzerinde müslüman olan
esirin hakkı daha fazladır".İbni
Cüreyc diyor ki: "O devirde müslüman
esir yoktu. Bu ayet müşrik esirler
hakkında inmişti. Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem bu
esirlere iyi davranılmasını
emrederdi". Ebû Rezîn rahmetullahi
aleyh diyor ki: Ben Şakîk bin Seleme
rahme-tuiiahi aleytiin yanındaydım.
Oradan birkaç tane müşrik esir
geçti. Şakik rahmetullahi aleyh
onlara sadaka vermemi emretti ve
yukarıdaki ayeti kerimeyi okudu.
4. "Sizden
ne bir karşılık isteriz ne de bir
teşekkür" sözünün manası ise
şöyledir.O mübarek insanlar
yaptıkları iyiliklerin karşılığı
olarak kendilerine teşekkür veya dua
kabilinden bir şeyin dahi dünyada
verilmesinden hoşlanmazlardı. Bu
zatlar bütün karşılık ve
mükafatlarını yalnız ahirette almak
istiyorlardı. Hz. Aişe ve Hz. Ümmü
Seleme radıyaiiahu anhuma'mn şöyle
bir âdetleri olduğu naklediliyor:
Onlar ihtiyaç sahibi bir fakire
birşeyler gönderdiklerinde elçiye
(hizmetçiye) şöyle derlerdi; "O
fakirin ne dediğini gizlice dinle".
Hizmetçi dönünce o fakirin
söylediği dua vs.yi söylerdi.
Onlarda aynı dualarla o fakire dua
ederler ve "Onların yaptığı duaya
karşılık biz de onlara dua ettik. Tâ
ki bizim sadakamız yalnız ahirete
kalsın" derlerdi. Hz. Ömer ve oğlu
Hz. Abdullah radtyaliahu anhuma'nm
da âdetlerinin böyle olduğu
nakledilmiştir.Hz.
Zeynel Âbidin rahmetullahi aleyh
diyor ki: "Sadaka vermek için
kendisinden birşeyler isteyen birini
bekleyen kişi cömert değildir
Cömert, Allah'ın açıkladığı hakları,
kendi elleriyle O'nun kullarına
ulaştıran ve onlardan teşekkür dahi
beklemeyendir. Çünkü o Allah ceiie
celaluhu[nun vereceği sevaba kesin
olarak iman etmiştir.
5. Ayetteki
"Cennet meyveleri onlara tâbi
olacak" sözünün manası, Cennet'in
salkımları onların isteklerine tâbi
olacak demektir. Hz. Berâ Bin Azib
radıyaiiahu ann diyor ki:
"Cennetlikler Cennet'teki meyveleri
ayakta, oturarak ve yatarak (nasıl
arzu ederlerse o şekilde)
yiyebileceklerdir".Mücahid
rahmetullahi aleyh diyor ki:
"Cennetlikler ayağa kalktığında
meyveler de yukarı kalkacak,
oturduklarında meyveler aşağıya
doğru sarkacaklardır. Eğer onlar
yatacak olurlarsa, meyveler daha
fazla sarkacaklardır". Yine ondan
nakledilen başka bir rivayette ise
şöyle geçmektedir: "Cennet'in tabanı
gümüşten, toprağı ise misktendir.
Cennet ağaçlarının kökleri altından
dalları ve yaprakları inci ve
zebercettendir. Ve onların arasında
meyveler asılı olacaktır.
Cennetlikler o meyveleri ayakta
rahatlıkla yiyebileceği gibi
oturarak veya yatarak yemek
istediğinde meyveler onların yanına
kadar sarkacaklardır".
6. "Gümüşten
billurlar" sözünün manası ise,
"Gümüş cam gibi yapılacaktır"
demektir. Hz. İbni Abbas
radıyaiiahu anhuma diyor ki:
"Dünyada bir gümüş alınıp sineğin
kanadı kadar inceltilse yinede onun
içine konulan su görünmez. Fakat
Cennet'teki sürahiler gümüşten
olmasına rağmen cam gibi şeffaf
olacaklardır". Başka bir rivayette
de, "Cennet'teki her şeyin benzeri
dünyada vardır. Fakat gümüşten
yapılmış bu sürahilerin benzeri
dünyada yoktur" diye geçmektedir.
Katade rahmetuiiahi aleyh diyor ki:
"Dünyadaki bütün insanlar toplanıp,
içindeki madde şişedeki gibi
görünecek şekilde gümüşten bir kap
yapmak isteseler yapamazlar".1
Hz.
ibni Abbas radıyaiiahu anhuma'nm bir
rivayetinden anlaşıldığına göre bu
ayetin iniş sebebi Hz. Ali ve Hz.
Fatıma radıyaiiahu anhuma'n\n
başından geçen bir olaydır. Bu olay
inşallah bu kitabın son kısmındaki
kıssalar bölümünde 43 numaralı
kıssada beyan edilecektir. Bir
ayetin inmesine birkaç olayın sebep
olması uzak görülecek bir şey
değildir. Bazı defa aynı zamanda
birçok olay olmuş ve o zaman
içerisinde de bir ayet inmişdir. Bu
ayeti kerime bütün bu olaylarla
ilgili olabilir.
35) Gerçekten
kurulmuştur temizlenen / ve Rabbinin
ismini anıp da namaz kılan. / Fakat
siz dünya hayatını tercih
ediyorsunuz. / Halbuki ahiret, daha
hayırlı ve daha devamlıdır. (Hadid-18)
İZAH: Ayetteki
"Temizlenmiştir" sözünün alimler
tarafından pek çok tefsiri beyan
edilmiştir. Alimlerin büyük bir
kısmı bundan maksadın fıtır
sadakasını edâ etmek olduğunu
söylemişlerdir. Bu konu hakkında
başka rivayetler de vardır. Bir çok
aümler bunun manasının umumi
olduğunu beyan etmişlerdir. Said bin
Cübeyr rahmetuiiahi aleyh diyor ki:
"Temizlendi sözünün manası kendi
malının (şerrinden) temizlendi
demektir". Katade rahmetuiiahi aleyh
de bu sözü açıklarken "Malını
(Allah) yolunda harcamak suretiyle)
Allah'ı razı eden kişi muradına
ermiştir" demiştir.Hz. Ebûl Ehvas
rahmetuiiahi aleyh "Allah celle
celaluhu sadaka veren sonra namaz
kılan kimseye rahmet eder" buyurdu
ve yukarıdaki ayeti okudu. Yine
kendisinden nakledilen bir
rivayette "Namaza başlamadan evvel
sadaka verebilen sadaka versin sonra
namaza dursun" buyurmuştur. Hz. İbni
Mesud radıyaiiahu anh "Namaz kılmaya
niyet eden kimse namaza başlamadan
önce biraz sadaka verse ne zararı
olur" demiş ve yukarıdaki ayeti
okumuştu.Arfece radıyaiiahu anh
diyor ki; "Ben Abdullah bin Mesud
radıyaiiahu an/j'dan Âla suresini
okumasını istedim, o da okumaya
başladı.ayetine ulaşınca okumayı
bırakarak halka döndü ve <Biz
dünyayı ahiret (hayatına) tercih
ettik> dedi. Halk sessizlik içinde
oturuyordu. Sonra tekrar <Biz dünya
(hayatını) ahirete tercih ettik.
Çünkü bizler dünyanın süsünü,
kadınlarını, onun yiyecek
içeceklerini gördük. Ahiretteki
nimetler bizden gizliydi. Bizler bu
önümüzde mevcut olanlarla meşgul
olduk. Bize (ahirette) vaad edilen
şeyleri bıraktık (unuttuk)>
dedi".Katâde rahmetuiiahi aleyh
diyor ki: "Bütün insanlar hazır olan
(yani dünyadaki eşyalar)la meşgul
oldular ve onu seçtiler. Ancak
Allahu Teâlâ'nın kendilerini
koruduğu kimseler müstesna. Halbuki
ahiret nimetler bakımından daha
üstün ve ebedî kalıcıdır".Hz. Enes
radıyaiiahu anh, Rasûlullah
sallallahu aleyhi vesellemln bir
hadisini naklederek diyor ki
kelimesi, dünya ahirete tercih
edilmediği müddetçe insanları
Allahu Teâlâ'nın gazabından muhafaza
eder. Dünya ahirete tercih
edildiğinde in kelimesi kendini
söyleyenlere geri iade edilir ve
<Sizler yalan söylüyorsu-nuz>
denilir". Başka bir hadiste ise "Her
kim
kelimesine şahadet ederek gelirse
Cennet'e girer yeter ki ona başka
bir şey karıştırmasın (yani bu
kelimede kusur yapmasın veya bu
kelimeye başka bir şey
bulaştırmasın)". Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem bu sözünü
üç defa tekrar etti.Topluluk suskun
bir şekilde oturuyordu (Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem herhalde
topluluktan birinin bir şey
sormasını bekliyordu. Topluluk ise
ona olan saygısı ve onun heybetinden
dolayı suskundu). Derken uzaktan
birisi, "Anam babam sana feda olsun
ey Allah'ın Rasûlü! Ona başka bir
şey karıştırmanın manası nedir?"
dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem, "Dünyayı sevmek, onu
(ahirete) tercih etmek, onun için
mal toplayıp yığmak ve zalimler gibi
davranmaktır" buyurdu.Yine başka bir
hadiste Peygamber Efendimiz
saiiaiiahu aleyhi veseiiem "Kim
dünyayı severse o ahiretine zarar
vermiş olur. Kim de ahireti severse
dünyasına zarar vermiş olur. Öyleyse
siz baki ve kalıcı olanı (ahireti)
fani ve geçici olana (yani dünya
üzerine) tercih edin" buyurdu. Yine
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem bir hadislerinde, "Dünya,
ahirette evi olmayanın evidir ve
ahirette malı olmayanın malıdır.
Dünya için mal toplayan kişi aklı
olmayan kişidir" buyurmuştur. Diğer
bir hadiste, "Allah ceiie celaluhu
yaratıkları arasında dünyaya buğz
ettiği kadar hiçbir şeye buğz etmez.
Allah ceiie celaluhu dünyayı
yarattığından beri ona asla iltifat
nazarıyla bakmadı" buyurulmuştur.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem'den nakledilen bir hadiste
ise "Her hatanın başı dünya
sevgisidir" diye geçmektedir.Kitabın
sonunda altıncı bölümde dünya ve
ahiret hakkında pek çok ayet ve
hadisler kısaca gelecektir. Şu ana
kadar zikredilen ayetlere ilave
oiarak pek çok ayette Allah ceiie
celaluhu yolunda harcamaya teşvik
vardır. Allahu Teâlâ'nın kendi yüce
kelamında sık sık değişik ifadelerle
ve değişik şekillerde teşvik verdiği
bir şeyin önemini sormaya ne hacet
vardır?! Özelikle bizde olan herşey
O'nun ihsanıdır. Bir adam
hizmetçisine bir miktar para
vererek, "Sen bu parayı kendi
ihtiyaçlarına harca. Ama ondan biraz
ayırarak filanca yere harcarsan
sevinirim. Eğer böyle yaparsan şu
an sana verdiğimden çok daha
fazlasını veririm" dese, böyle bir
durumda kendisine verilen maldan bir
miktar ayırarak daha fazla kazanmak
ümidiyle denilen yere kim harcamaz
ki? Bunu herkes anlayabilir.
Allah
ceite ceiaiuhu'v\un bu kadar
buyruklarından sonra hadisleri
zikretmeye ihtiyaç kalmamıştır.
Fakat hadisi şerifler Allah'ın yüce
kelamının tefsiri ve izahı
olmasından dolayı, tamamlayıcı
olması bakımından burada birkaç
hadis tercümesi yapılmıştır.
1) Ebu Hureyre
radıyallahu anh'dan RaSÛIullah
sallallahu aleyhi veseilem buyurdu
ki: "Yanımda Uhud dağı kadar altın
olup üzerinden üç gün geçtiği halde
ondan az da olsa bir şey kalmasını
istemem. Ancak borç (ödemek) için
ayırdığım az bir şey müstesna". , (Buhari,
İZAH: Uhud
Medine-i Münevvere'nin çok büyük ve
meşhur bir dağıdır. Ra-sûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseilem buyuruyor
ki: "Uhud dağı kadar yanımda altın
olsa üç gün içinde hepsini taksim
etmek isterim ve elimde hiç bir
şeyin kalmasını istemem". Hadiste
geçen üç gün kaydı şart değildir.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseilem üç günü şu sebeple
buyurmuştur: Bu kadar büyük bir malı
dağıtmak için elbette az da olsa bir
zaman gereklidir. Şüphesiz bir kişi
borçlu ise ve alacaklı kişi de o
anda yoksa onun borcunu ödemek
sadaka vermekten önde geldiğinden o
borcu ödemek için biraz para ayırmak
ve saklamak gerekiyorsa bu ayrı bir
konudur.Bu hadisi şerifte bir
taraftan sadaka vermeye teşvik
edilirken diğer taraftan borcu
ödemenin bundan daha önemli olduğu
ispatlanmış olmaktadır. Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi vesetfem'in
kendine has âdetlerinden biri de
kesinlikle malı biriktirip
saklamamasıydı. Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm her an
hizmetinde bulunan hUSUSİ hizmetçisi
Hz. Enes radıyallahu anh diyor ki:
"Rasûlullah sallallahu aleyhi
veseilem yarın için hiçbir şey
ayırıp saklamazdı".Başka bir hadiste
Hz. Enes radıyallahu anadan şöyle
nakledilmiştir: Rasûlullah
sallallahu aleyhi veseilem
Efendimize bir yerden hediye olarak
3 tane kuş getirildi, Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseilem onlardan
bir tanesini hizmetçisine verdi.
Ertesi gün hizmetçi o kuşu alarak
Rasûlullah'ın yanına geldi.
Rasûlullah sallallahu aleyhi
veseilem: "Ben seni yarın için bir
şey saklamaktan men etmemiş miydim?
Yarınki rızkı yine Allah ceiie
ceiaiuhu verecektir" buyurdu. Hz,
Semure radıyallahu anh Peygamber
Efendimizin şöyle buyurduğunu
naklediyor: "Ben bazı defa sadece
şunun için ambara gidiyorum ki,
orada bir şey kalmış olmasın ve
(mal) yanımday-ken ölüm bana
gelmesin"Hz.
Ebû Zer Gıfâri radıyallahu anh
meşhur bir sahabidir. Büyük
zahidlerden-dir. Maldan
hoşlanmadığına dair onun pek çok
ilginç kıssaları vardır. Onlardan
hayret verici bir kıssa da on bir
numaralı ayetin izahında geçmişti.
Ondan şu hadis naklediliyor: Hz.
Ebû Zer Gıfâri radıyallahu anh diyor
ki; "Bir defasında Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseilem ile
beraberdim. Uhud dağına bakarak
şöyle buyurdu; <Bu dağ altın olsa
ondan bir dinarın dahi üç günden
fazla yanımda kalmasını istemem
ancak ödenecek bir borç için
ayırdığım dinar müstesna>. Daha
sonra Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseilem, <Çoğu zenginlerin
genellikle sevabı az olur ancak
şöyle yapan kişi müstesna> buyurdu.
Hadisi rivayet eden kişi {şöyle
yapan) sözünü anlatmak için iki
elini birleştirerek sağa ve sola
çevirdi. Yani kişi avuçlarını
doldurarak sağ ve sol
tarafındakilere vermeli kısacası
herkese bol boi dağıtmalıdırYine
Hz. Ebû Zer radıyallahu anti\n başka
bir kıssası Mişkat'ta geçmektedir.
Kendisi Hz. Osman radıyaiiahu anh'm
halifeliği zamanında Hz. Osman
radıyallahu anh'm yanına geldi. Hz.
Osman radıyallahu anh Hz. Ka'b
radıyallahu anh'a dedi ki:
"Ab-durrahman vefat etti ve miras
olarak mal bıraktı. Bu hususta senin
görüşün nedir? Bir uygunsuzluk
olmadı değil mi?". Bunun üzerine
Ka'b radıyallahu anh, "Eğer o
maldaki Allah'ın hakkını edâ
ediyorsa bu malın ne sakıncası
vardır?" dedi. Hz. Ebû Zer
radıyallahu anh'm elinde bir ağaç
çubuğu vardı. Onunla Hz. Ka'b
radıyaiiahu anh'a vurmaya başladı ve
"Ben Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseilem'den işittim ki; <Eğer şu
dağ altın olsa. Ben de onun hepsini
dağıtsam ve bu da kabul olsa. Ondan
altı Ûkiye dahi
benden sonrakilere kalmasını
istemem>" dedi. Ondan sonra Hz. Ebû
Zer radıyallahu anh Hz. Osman
radıyaiiahu anh'a, "Ben sana Allah
adına soruyorum. Sen bu hadisi
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
vese/tem'den üç defa işittin mi?"
dedi. Hz Osman radıyaiiahu anh "Evet
elbette işittim" buyurdu.Bu
sahabinin bir başka kıssası Buhari
şerif ve diğer kitaplarda şöyle
geçmektedir: Ahnef bin Kays
rahmeuiiahi aleyh diyor ki; Ben
Medine'de Kureyşli bir toplulukla
oturuyordum. O sırada birisi geldi.
Saçları karışık (bakımsız),
elbiseleri de kalındı. Görünüşü de
sıradan ve basitti. Topluluğun
yanına gelerek selam verdi ve sonra
şöyle dedi: "Mal yığanlara Cehennem
ateşinde kızdırılmış bir taşı
müjdele. O taş onların göğüsleri
üzerine konulacak. Onun sıcaklığının
şiddetinden etleri pişerek
omuzlarının üzeri kaynamaya
başlayacak, sonra o taş omuzlarına
konacak ve ne varsa hepsi
göğüslerinden akmaya başlayacaktır".
Bunları söyledikten sonra camiye
giderek bir direğin dibine oturdu.
Ben onun hangi büyük zat olduğunu
bilmiyordum sözlerini dinleyince
peşinden gittim ve onun oturduğu
direğin dibine bende oturdum ve "Bu
topluluktakiler sizin bu sözlerinize
iltifat göstermediler. Üstelik bu
sözlerden hoşlanmadılar" dedim.
Bunun üzerine, "Bunlar ahmaktır, bir
şey anlamıyorlar. Bunu en çok
sevdiğim kişi buyurmuştu" dedi.
Ahnef, "Sizin sevdiğiniz kişi
kimdir?" diye sordu. O, "Rasûlullah
sa//a//a/ju a/ey-hi veseilem'Ğ\r.
Bir gün bana <Ey Ebû Zer Uhud dağını
görüyor musun?> deyince, ben <Her
halde beni bir iş için bir yere
göndermek istiyor ve akşama ne kadar
zaman kaldığını anlatmak istiyor>
diye düşündüm ve <Evet görüyorum>
dedim. Bunun üzerine Rasûluİlah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem, <Yanımda
bu dağ kadar altın olsa gönlüm onun
hepsini sadaka olarak vermek İster.
Yalnız üç dinar müstes-na>
buyurdu" dedikten sonra Ebû Zer
radıyaiiahu anh şöyle devam etti;
"Bu insanlar anlamıyorlar. Dünyayı
toplayıp duruyorlar. Allah'a yemin
olsun ki, ben ne onların dünyasını
istiyorum ne de onlara dini (bir
mesele) soruyorum. O halde açık açık
söylemekten niçin çekineyim ki?"Hz.
Ebû Zer radıyailahu anft'ın başka
bir kıssası ikinci bölümün ayetler
kısmının 5 numaralı ayetinde
gelecektir.
2) Ebû
Hureyre radıyailahu anh'dan
Rasûluİlah sallaîiahu aleyhi
veseiiem bu-yurdu ki: "Her gün sabah
iki melek gökyüzünden iner. Onlardan
biri şöyle dua eder; <Allah'ım infak
edene Sen karşılığını ver> diğeri
şöyle dua eder; <Allah'im malını
tutup saklayanın malını berbat et>". (Mişkât)
İZAH: Ayetler
bölümündeki 20 numaralı ayet bu
konuyu desteklemektedir. O ayetin
manası şöyledir: "Siz her ne
harcarsanız Allah ceiie ceiaiuhu
onun bedelini size verecektir". Bu
konuyu destekleyen başka rivayetler
daha önce de geçmişti. Hz. Ebû
Derda raciıyaiiahu an/i'dan rivayete
göre Rasûluİlah saiiaiiahu aleyhi
ve-seiiem şöyle buyurdu: "Güneşin
her doğuşunda onun iki tarafında iki
tane melek şöyle nida ederler
(onların ilanını insanlar ve
cinlerden başka herkes duyar); <Ey
insanlar haydi Rabbinize doğru
gidin. Yetecek kadar az bir şey,
Allah'tan gafil eden çok şeyden daha
hayırlıdır>. Güneş batınca onun iki
tarafında bulunan iki melek yüksek
sesle şöyle dua ederler; <Ya Rab!
Harcayana (sadaka verene) Sen
karşılığını ver ve vermeyip yığanın
malını da berbâd et>" Başka
bir hadiste şöyle geçmektedir.
"Güneş doğunca onun iki tarafında
buiunan iki melek şöyle nida
ederler; <Allah'ım! Harcayana
karşılığını çabuk nasip et ve
Allah'ım! Vermeyip tutanın malını
çabuk berbat et>". Yine başka bir
hadiste şöyle buyuruluyor: "
Gökyüzünde iki melek vardır ki,
onlar sadece dua ederler, başka bir
görevleri yoktur. Onlardan birisi
şöyle der; <Allah'ım! Harcayana Sen
karşılığını ver>. Diğeri de şöyle
der; <Vermeyip yığanın malını helak
et>"Bundan
anlaşılıyor ki sabah ve akşam
(vaktinin) bir özelliği yoktur.
Onların her zaman duaları böyledir.
Ancak birinci rivayetten şu
anlaşılıyor. Bu melekler güneşin
doğuşunda ve batışında özelikle bu
duayı yapmaktadırlar. Müşahede ve
tecrübeler de bunu tasdik ediyor ki;
mal toplayıp yığanların başına
genellikle bütün mallarını zayi
edecek şeyler gelmektedir.
Bazılarının başına mahkemeler bela
olmakta, bazılarına başıboşluk
musallat olmakta ve bazılarının
peşine de hırsızlar
düşmektedir.Hafız İbni Hacer
rahmetuiiahi aleyh şöyle yazıyor:
Bazen malın kendisi helak olur.
Bazen malın sahibi yani o kişinin
kendisi ahirete gider. Bazen de (o
kişinin yaptığı) güzel ameller zayi
olur. Yani o kişi malın içine
batmakla güzel amelden uzaklaşır.
Buna karşılık kim Allah yolunda
harcarsa, onun malında bereket olur.
Hatta bir hadisi şerifte; "Kim çokça
sadaka verirse Allah ceiie ceiaiuhu
onun ölümünden sonra geride
bıraktıklarına en güzel şekilde
vekâlet eder" diye
geçmektedir. Yani ölümünden sonra
malını varisleri berbat etmez ve boş
işlerde zayi etmezler. Çünkü
genellikle zengin çocuklarının
babalarından kalan mirası nasıl heba
ettikleri herkesçe bilinmektedir.
İmam Nevevi rahmetuiiahi aleyh
yazıyor ki: "Allah'ın
sevdiği harcamalar; Hayırlı işlere
yapılan, çoluk çocuğun nafakasına
yapılan veya misafirleri
(ağırlamak için) yapılan harcamalar
yada diğer ibadetler için yapılan
harcamalardır". Kurtubi rahmetuiiahi
aleyh diyor ki: "Bu (meleklerin
duası) gerek farz gerekse nafile
ibadetleri içine alır. Fakat nafile
sadakaları terkeden (meleklerin)
bedduasına girmez. Ancak birinin
mizacını farz olan sadakaları bile
gönül hoşluğuyla vermeyecek kadar
cimrilik kuşattıysa o bedduayı hak
eder". Aşağıdaki hadis ise bunun
genel olduğuna yani hem farz hem de
nafile sadakaları içine aldığına
işaret etmektedir.
3) Ebû
Ûmame radıyailahu anh'dan nakledilen
bir hadiste Rasûluİlah sallallahu
aleyhi veseiiem buyurdular ki: "Ey
Ademoğlu ihtiyacından fazla malını
harcaman senin için daha hayırlıdır.
O malı alıkoyman ise senin için
kötüdür. İhtiyacın için alıkoyduğun
mat için kınama yoktur. Bakmakla
mükellef olduğun kimselerden
harcamaya başla (çünkü onlara
harcaman başkalarından önde gelir). (Mişkât,
İZAH: Bu
konu geride geçen dört numaralı
ayetle teyid edilmişti. Orada Allah
ceiie ceiaiuhu bizzat kendisi
ihtiyaçtan fazlasının harcanmasını
buyurmuştu. Orada bu hadisi şerif de
geçmişti. Önemine binaen ve konuya
açıklama getirmek için burada tekrar
zikredilmiştir. Gerçek şudur ki,
ihtiyaçtan fazla olan mal kesinlikle
alıkonup, saklamak için değildir. O
mal için yapılacak en güzel şey onu
Allah'ın hazinesinde muhafaza
etmektir. Orada zayi olmaz, ona bir
afet isabet
etmez. Öyle şiddetli bir musibet
anında işe yarar ki, o günün yanında
şimdiki ihtiyaçlar hiçbir şey
değildir. Ayrıca orada sevap
kazanmakta mümkün değildir. Kişinin
azığı ise sadece kendi kazanıp
götürdüğü olacaktır. Bu hadiste
beyan edilen ikinci husus ise
ihtiyaç miktarı mal saklamakta bir
sakınca olmamasıdır. Yani gerçekten
ihtiyaç miktarı mal demek; onsuz
geçimin zor olması veya başkalarına
el açmak durumunda kalınması
demektir. O miktardaki malı
saklamakta kınama olmaz. Geçimi
kendi üzerine olan çoluk çocuğun ve
diğer insanların rızkını, hatta
(beslemek için) bağlayıp alıkoyduğu
hayvanın rızkını zayi etmek ve
berbat etmek günah ve vebaldir.
Çünkü Peygamber Efendimiz saiiaiiahu
aleyhi veseüem buyurdu ki:
"Rızkından sorumlu olduğu kişinin
hakkını zayi etmesi insana günah
olarak yeterAbdullah
bin Sâmit rahmetullahi aleyh diyor
ki: Ben Hz. Ebû Zer radıyaltahu anh
ile beraberdim. Beytül malda olan
maaşını aldı. İhtiyaçlarını satın
almak için gidiyordu. Ona yardım
eden cariyesi de yanındaydı,
ihtiyaçlarını gördükten sonra geriye
yedi altın kaldı. Ebû Zer
radtyaiiahu anh cariyesine, "Bu
altınları paraya çevir de dağıtalım"
dedi, Ben, "Siz şimdilik bu
altınları harcamayınız. Çünkü başka
ihtiyaçlarınız olur devamlı misafirleriniz
geliyor" dedim. Buyurdu ki; "Dostum
Hz. Muhammed saiiaiiahu aleyhi
veseiiem benden söz almıştı ki,
Aİiah yolunda harcanmayan, bağlanıp
saklanan altın ve gümüşler sahibi
için ateş parçasıdır"Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem kişinin
ihtiyacından fazla olan şeyi
dağıtması konusunda o kadar teşvik
vermişti ki, Sahabe-İ Kiram insanın
ihtiyaçtan fazla bir şey saklama
hakkının asla olmadığını
zannetmişlerdi. Hz. Ebû Said Hudri
radıyallahu anh buyuruyor ki:
"Bizler bir yolculukta Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem ile
beraber gidiyorduk. Adamın biri
devesini bir o tarafa bir bu tarafa
sürüyordu. Bunun üzerine Allah'ın
Rasûlü saiiaiiahu aleyhi veseilem,
<Fazla bineği olan, bineği olmayana
versin. Fazla azığı olan da olmayana
versin> buyurdu. Hatta bizler
insanın ihtiyaçtan fazla olan şeyde
kendi hakkı olmadığını zannettik"Bahsi
geçen zâtın devesini öteye beriye
sürmesi ya tekebbür ve övünmek
içindi -ki bu durumda Rasûlullah'ın
muhatabı bu zattı-. Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm bu
sözünün özeti şudur: İhtiyaçtan
fazla olan şey övünmek için
değildir. Başkalarına yardım
içindir. Bazı alimler şöyle dediler:
O kişinin deveyi öteye beriye
dolaştırmasının maksadı sözle
anlatılamayacak kadar kötü olan
halini göstermek için isteyici bir
tavır takınmaktı. Bu durumda
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem'in sözünün muhatabı (orada
bulunan) diğer insanlardır.
4) Ukbe
bin Haris radıyallahu anh diyor ki:
"Ben Medine-i Münevvere'-de
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem'ın arkasında ikindi
namazını kıldım.Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseilem selam
verdi. Biraz sonra kalktı ve süratle
cemaatin omuzları üzerinden geçerek
hanımlarından birinin odasına gitti.
Halk Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
vese/tem'in bu şekilde süratle
kalkıp gitmesinden dolayı (acaba ne
oldu diye) endişelendiler.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseilem (odasından) çıktı, onların
yanına geldi. Acelesinden dolayı
halkın hayret içinde olduğunu
görünce şöyle buyurdu; "Evde kalmış
olan bir parça altını hatırladım.
(Ölüm gelip de onun evde kalmasını,
sonra mahşer meydanında onun
cevabını ve hesabını vermenin) beni
alıkoymasını istemediğimden hemen
dağıtılmasını emrettim". (Buhari,
Mişkat)
İZAH: Bu
olayla ilgili başka bir hadiste ise
şöyle geçmektedir: "O altın
parçasını unutup da geceleyin
yanımda kalması benim hoşuma
gitmedi". Bunun da ötesinde bir
hadiste geçen bir başka olay
şöyledir. Hz. Aişe radıyaliahu anha
diyor ki; Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem'm hastalığı
sırasında onun yanında altı yedi
tane altın vardı. (Herhalde o anda
bir yerden gelmişti) Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseilem onları
hemen dağıtmamı emretti. Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi vese/tem'in
hastalığının ağır olmasından dolayı
onları dağıtma fırsatı bulamadım.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseilem, "O altınları dağıttın mı?"
buyurdu. Ben "Sizin hastalığınız
bana fırsat vermedi" dedim. "Onları
bana getir" buyurdu. Altınları
ovucuna koydu ve "Bunlar yanında
iken Rabbine kavuşursa halinin nasıl
olacağı hakkında Allah'ın Nebî'si
ne düşünür? (yani ne kadar pişman
olacaktır)" buyurdu.Başka
bir hadiste Hz. Aişe radıyailahu
anha'öan buna benzer şöyle bir kıssa
daha rivayet edilmiştir. "O altınlar
henüz geceleyin bir yerden gelmişti.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem'ıu uykusu kaçtı. Ancak
gecenin sonuna doğru onlarr
dağıtınca Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseilem uyuyabildi" Hz.
Sehl radıyallahu anh diyor ki:
"Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseilem m yanında yedi tane altın
vardı. Onları Hz. Aişe radıyallahu
anha'nin yanına koymuştu. Rasülullah
saiiaiiahu aleyhi veseilem Hz. Aişe
radıyallahu anha'ya onları Hz. Ali
radıyallahu anh'a göndermesini
söyledi. Bu sözü söyledikten sonra
kendisine baygınlık hali geldi. Hz.
Aişe onunla meşgul olurken az sonra
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseilem kendine geldi ve aynı şeyi
söyledi. Hemen akabinde baygınlık
hali oldu. Sık sık kendinden
geçiyordu. Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi vese/fem'in bir biri üzerine
emretmesi sonucu nihayet Hz. Aişe
radıyallahu anha o altınları Hz.
Ali radıyallahu anh'a gönderdi. O da
bu altınları dağıttı. Bu olay gündüz
vakti cereyan etmişti. O günün
akşamı Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
ve-senemin son gecesi olan Pazartesi
gecesiydi. O akşam Hz. Aişe
radıyallahu anha-nın evindeki
kandilde yağ dahi yoktu. Kandili bir
kadına gönderdi ve "Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi vese/tem'in
sıhhati çok ciddi durumda ahirete
göç etme zamanı yaklaştı bu kandile
yağ koyda yakalım" dedi.Hz.
Ümmü Seleme radtyaiiahu an/ıa'dan da
bu hususta başka bir kıssa
nakledilmiştir. Buyuruyor ki: "Allah
Rasûlü saiiaiiahu aleyhi yeseiiem
bir keresinde gelmişti. Mübarek
yüzlerinde bir değişik hal vardı.
Bir şeye üzüldüğü belliydi. Ben
Rahatsız olduğunu zannettim ve "Ey
Allah'ın Rasûlü mübarek yüzünüzde
üzüntülü bir hal var. Bir şey mi
oldu?" dedim. Buyurdular ki;
"Geceleyin gelen yedi dinar halen
yatağın bir köşesinde duruyor hâlâ
taksim edilmedi"Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem'e her
zaman hediyeler gelirdi. Fakat ister
gündüz olsun, ister gece, ister
sıhhatli olsun ister hasta onları
taksim etmedikçe üzerinde bir yük
hissederdi. Dahası var, evinde ağır
hasta olduğu halde gece kandili
yakacak yağı dahi yoktu. Ancak
yanında yedi altın olmasına rağmen
evin ihtiyaçlarını ne Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseliem
düşünmüştü ne de biraz kandil yağı
ısmarlamayı mü'minlerin annesi Hz.
Aişe radıyaiiahuanha
hatırlamıştı.Ben babamın (Allah
kabrini nurlandırsın) şu güzel
âdetine çok defa şahit olmuşumdur:
Kendisi geceleyin mülkiyetinde gümüş
veya para bulundurmak istemezdi.
Hayatı boyunca başı borçtan
kurtulamadı. Hatta vefatı sırasında
yedi sekiz bin rupye (gümüş) borcu
vardı. Bu nedenle gece yanında biraz
rupye olursa onu alacaklılara
gönderir. Eğer para olursa onları da
çocuklarından birine verirdi. Sonra
şöyle derdi; "Gönlüm bu pisliklerin
gece boyunca yanımda kalmasını
istemiyor. Çünkü ölüme güvenilmez".
Ben bundan daha ötesini zahitlerin
önderi olan Şah Abdurrahİm Efendi
(Allah kabrini nurlandırsın)
hakkında duydum. O da şudur;
kendisine çok miktarda hediyeler
gelirdi. Bir şeyler birikince onu
büyük bir dikkatle hayır yerlerine
harcardı, Ondan sonra tekrar bir
yerden bir şeyler geldiğinde mübarek
yüzünde üzüntü belirtileri meydana
gelir ve <Yine geldi> buyururdu.
Sonunda bu zât giymekte olduğu
elbiseleri de dağıtmıştı. Kendisinin
Özel hizmetçisi Mevlana Abdulkadir
Efendi'ye, <Yeter artık bundan sonra
senden emanet olarak elbise alıp
giyeceğim> buyurdu".Allah
dostlarının şan ve davranışları
insanı hayrete düşürmektedir.
Onların bir arzuları da bu dünyaya
ait hiçbir şeyin mülkiyetlerinde
bulunmadığı bir halde, geldikleri
gibi (dünyadan) gitmektir.
5) Ebû
Hûreyre radıyaiiahu anh diyor ki:
Adamın biri; "Ey Allah'ın Rasûlü
sevap bakımından hangi sadaka daha
büyüktür" dedi. Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseUem, "Senin
sıhhatin yerinde, mal hırsı kalbinde
iken, fakirliktenkorktuğun ve zengin
olmayı temenni ettiğin zaman
verdiğin sadakadır. Can boğaza
dayanana kadar (ölüm anı
yaklaşıncaya kadar) sadaka vermeyi
ihmal etme. O zaman şöyle dersin,
<Şu kadar mal falanca (cami) için şu
kadarı filanca (medrese) için>.
Halbuki mal şimdi falancanın
(varisin) olmuştur" buyurdu. (Muttefekün
Aleyh, Mişkat)
İZAH: Hadiste
geçen "Mal varisin oldu" sözünün
manası "Mirasçının o malda hakkı
var" demektir. Çünkü vasiyet sadece
malın üçte birinde geçerli olur.
Aynı şekilde kişi vefatı sırasında
malının üçte birini sadaka olarak
verebilir. Ölmek üzere olan kişinin
bundan fazla hakkı yoktur. Bundan
dolayı Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseliem başka bir hadisi şerifte
buyuruyor ki: "İnsanoğlu malım,
malım der durur. Halbuki onun malı
sadece 3 şeyden ibarettir. Yediği
veya giyindiği yahut sadaka vererek
Allah'ın hazinesine yatırdığıdır.
Bunların dışında kalan diğer mallar
başkasına gidicidir. Yani bu adam
kalan malını diğer insanlara
bırakacaktır"Başka
bir hadiste, "Kişinin hayattayken
bir dirhem sadaka vermesi ölüm
anında yüz dirhem sadaka vermesinden
hayırlıdır" buyurulmaktadır. Gerçekten
ölmekte olan bir kişi bir bakıma
başkasının malını sadaka
vermektedir. Halbuki artık onun neyi
kaldı ki? O kişi artık o malı
bırakıp gidecektir. Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseliem bir başka
hadiste, "Ölüm anında sadaka veren
kişinin misali;
karnını tıka basa doldurduktan sonra
artan yemeği hediye olarak başka
birisine götüren kimse gibidir"
buyurmuştur. Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseliem asıl
sadakanın kişinin sıhhatli ve
sağlam olduğu zaman vermesi
gerektiğini çeşitli misallerle
açıklamıştır. Çünkü kişinin
nefsiyle asıl mücadelesi işte o
zamandır. Ancak bütün bu hadisler
<Ölüm anında yapılan vasiyet ve
sadakalar faydasızdır> manasına
gelmez. Bunların da sevabı vardır
ve bunlarda ahiret azığı olurlar.
Ancak tabii ki ihtiyacına ve
rahatına rağmen yapılan sadakalar
kadar sevabı olmaz.Allah ceiie
ceiaiuhu buyuruyor ki:
"Sizden birine Ölüm alametleri
belirdiği zaman eğer geriye mal
bırakacak-sa, babasına, anasına ve
akrabasına malının üçte birinden çok
olmayacak şekilde vasiyet etmek farz
kılındı. Bu vasiyet ebeveyn ve
akrabasını mahrum etmemek için
takva sahiplerine hak oldu" (Bakara-180)
Bu
ayette zikredilen hüküm İslam'ın ilk
zamanlarındaydı. O devirde ana-baba
için vasiyette bulunmak farzdı. Daha
sonra miras hükmü inince anne, baba
ve şeriatın hakkını belirlediği
diğer akrabalar için vasiyet etme
emri mensuh (geçersiz) kılınmıştır.
Fakat şeriatın hakkını belirtmediği
diğer akrabalar için malın üçte
birini vasiyet etme hakkı devam
etmektedir. Miras hükmü inmeden önce
vasiyette bulunmak farzdı. Şimdi ise
farz değildir.Hz. İbni Abbas
radıyaiiahu anhuma buyuruyor ki: "Bu
ayetin hükmüne göre varis olanlara
yapılacak vasiyet mensuh (geçersiz)
olmuştur. Varis olmayanlar hakkında
ise vasiyet geçerlidir". Katâde
rahmetuiiahi aleyh de diyor ki: "Bu
ayetin hükmüne göre vasiyet sadece
varis olmayanlar hakkında
geçerlidir. İster akraba olsun
isterse olmasın"Bir
Hadisi Kudsi'de Allahu Teâlâ şöyle
buyuruyor: "Ey Ademoğlu! Sen
hayattayken cimriydin ölürken israf
etmeye başladın. İki kötülüğü bir
araya toplama. Birincisi;
hayattayken yaptığın (cimrilik)dir.
İkincisi ise ölürken yaptığın
(is-rafytır. Fakir olduğu halde
senin mirasında payı olmayan
akrabalarını araştır ve onlar için
de bir şeyler vasiyet ederek git"Ayetler
kısmının iki numaralı ayetinde de bu
konuya işaret edilmiştir. Şöyle ki;
mal sevgisi insanı yakıp kavururken
yapılan sadaka, kalp maldan
soğuduktan sonra yapılan sadakadan
daha üstündür. Bir hadisi şerifte
buyuruluyor ki: "Allah cette
ceiaiuhu hayatında cimri olup ölüm
anında cömert olan kişiden
hoşlanmaz"Öyleyse
insanların sadaka vermek yada
birşeyler vakf etmek için ölümü
beklemeleri hoş bir şey değildir.
Çünkü ölümün insana nasıl ve nerede
geleceğini kimse bilemez. İbret
alınacak çeşitli olaylara şahit
olmuşumdur. İnsanlar ölüm döşeğinde
pek çok sadaka ve vakıf yapmayı
düşünüyorlardı. Fakat hastalık
onları öyle yakalamıştı ki, onlara
fırsat vermedi. Bazıları felç oldu,
bazılarının dili tutuldu,
bazılarının hizmetinde bulunan
varisleri ona engel oldular. Eğer
bütün bu engellerden kurtularak
(sadaka vs.) verme fırsatı bulabilse
-ki bu çok az bulunur-yinede
(sıhhatli zamanında) arzularını
kırarak yaptığı sadakanın sevabını
alamazlar. Tabii ki kişi
hayattayken gafleti sebebiyle hayır
hasenat yapamadıysa ölüm anını
fırsat bilip değerlendirmelidir.
Yoksa öldükten sonra kimse kimseyi
arayıp sormaz. Herkes birkaç gün
ağlayıp unutur. Bunlar hergün
görülen olaylardır. Götüreceğin ne
varsa kendin yanında götür ki işine
yarasın.
6) Ebû
HÛreyre radıyaiiahu an/i'dan
RaSÛlullah sallallahu aleyhi
vesellem buyurdu ki: "(Beni
İsrail'den) adamın biri (kendi
kendine), <Bu gece (gizlice) sadaka
vereceğim> dedi. Nitekim sadakasını
çıkardı ve (geceleyin) bir hırsızın
eline koydu. Sabahleyin halk, <Bir
hırsıza bu gece sadaka verilmiş>
diye konuşmaya başladılar. Bunun
üzerine sadakayı veren kişi,
<Allah'ım bir hırsıza da olsa sadaka
verdiğim için Sana hamd olsun (ben o
sadakayı daha kötü birine vermiş
olabilirdim o zaman elimden ne
gelirdi ki)> dedi. Adam
(birincisinin boşa gittiğini
düşünerek) <Bu gece tekrar sadaka
verece-ğim> dedi. Gece sadaka
vereceği malı alıp çıktı ve onu
fahişe bir kadına vererek döndü
(herhalde kadının hırsızlık
yapmayacağını düşündü). Sabah olunca
halk, <Bu gece fahişe bir kadına
sadaka verildi> diye konuşuyorlardı.
Adam bunun üzerine, <Ey Allah'ım
fahişeye de sadaka verdiğim için
Sana hamd olsun (benim malım
aslında buna da layık değildi)>
dedi. Sonra üçüncü defa, <Bu gece
mutlaka sadaka vereceğim> diye niyet
etti. (Gece olunca) sadakasını
alarak çıktı ve bir zengine verdi,
sabahleyin, <Bu gece zengin birine
sadaka verildi> diye halk konuşmaya
başladılar. Bunun üzerine adam şöyle
dedi; <Allah'ım hırsıza, zina eden
kadına ve zengine vermiş olduğum
sadakalardan dolayı Sana hamd
olsun>. Geceleyin rüyasında şöyle
bir nida işitti; <Sadakalarının
hepsi kabul oldu. Sana hırsıza
sadaka verdîrilmesinin sebebi
şudur; olur ki o hırsız bu kötü
işten vazgeçer ve tevbe eder. Zina
eden kadın da işlediği zinadan
tevbe eder ve bu çirkin işi yapmadan
da Allah'ın kendine lütufta
bulunduğunu görünce bu işten
utanarak vazgeçer. Zengine gelince,
o da Allah'ın kullan nasıl da
gizlice sadaka veriyorlar diye ibret
alır ve Allah'ın kendine vermiş
olduğu maldan sadaka verir>". (Muttefekun
aleyh, Mişkat)
İZAH: Bir
hadisi şerifte bu olay başka bir
şekilde anlatılmıştır. Belki de o
ayrı bir kıssadır. Çünkü buna benzer
bir çok olayın meydana gelmesi hiçte
zor değildir. Şayet o kıssa bu
(anlatılan kıssanın aynısı ise o
zaman bu kıssa i e o kıssa biraz
açıklanmış olmaktadır.Tâûs
rahmetuiiahi aleyh diyor ki; Adamın
biri, "Bu mahallede ilk önce kimi
görürsem ona sadaka vereceğim" diye
adakta bulundu. Nitekim ilk
karşılaştığı bir kadın idi.
Sadakasını o kadına verdi. Orada
bulunanlar, "Bu çok kötü bir
kadındır" dediler. Sadakayı veren
kişi bundan sonra ilk gördüğü birine
sadaka verdi. Halk, "Bu çok kötü
birisidir" dediler. Ondan sonra adam
ilk gördüğü birine sadaka verdi.
İnsanlar, "Bu çok zengin biridir"
dediler. Sadaka veren adam çok
üzüldü. Rüyasında ona "Allah ce//e
ceiaiuhu senin vermiş olduğun
sadakaların üçünü de kabul etti. O
kadın fahişe idi. Ancak yalnız
fakirliğinden dolayı bu kötü işi
yapıyordu. Sen ona mal verince bu
çirkin işi bıraktı. İkinci adam
hırsızdı. O da fakirliğinden dolayı
hırsızlık yapıyordu. Sen ona mal
verdiğinden beri hırsızlığı bıraktı.
Üçüncü adam zengin idi. Hiç sadaka
vermezdi. Senin ona sadaka vermen
ona ibret oldu. <Ben bu adamdan daha
zenginim o halde benim daha fazla
sadaka vermem gerekir> dedi ve artık
ona da sadaka vermek nasip oldu"
denildi.Bu
hadisten şu konu açıklığa kavuşmuş
oldu ki, sadaka verenin niyetinde
ihlas olursa ve buna rağmen sadakası
uygun olmayan bir yere ulaşırsa
bunda da Allah ceiie ceiaiuhu nun
bir hikmeti vardır. Buna üzülmemek
gerekir.İnsana düşen, kendi niyetini
ihlaslı kılmaktır. Çünkü asıl olan
kişinin kendi niyeti ve amelidir.
Ayrıca (yukarıdaki hadiste) sadaka
veren o zatın büyüklüğü de
anlaşılmış oldu. Şöyle ki; bütün
gayretine rağmen sadakası uygunsuz
yere sarf olduğu -halde ümitsizliğe
düşerek sadaka verme niyetinden
vazgeçmedi. Üstelik İkinci, üçüncü
defa da olsa sadakayı uygun yere
vermeye gayret etti. İşte onun bu
ihlası ve samimiyeti sebebiyle hem
sadakaları kabul edildi hem de
rüyasında kabul edilme müjdesi
verildi. Hafız İbni Hacer
rahmetuliahi aleyh diyor ki: "Bu
hadisten anlaşılıyor ki; eğer
sadaka görünüş itibariyle yerini
bulmamışsa onu tekrar vermek
müstehabtır. Tekrar sadaka vermekten
bıkmamak gerekir. Bazı Allah
dostları şöyle demişlerdir; <Kabul
edilmediğinin alametlerini görsen de
hizmeti terk etme>".Allâme Aynî
rahmetuliahi aleyh buyurdu ki: "Bu
hadisten şu hususta
anlaşılmaktadır; Allah ceiie
ceiaiuhu kişiye iyi niyetinin
karşılığını mutlaka verir. Söz
konusu sadaka veren kişiler yalnız
Allah için sadaka vermeye
kararlıydılar (onun için geceleyin
gizlice veriyorlardı). Allah ceiie
ceiaiuhu da onların sadakalarını
kabul etti. Uygun yere verilmedi
diye red olunmadı".
7) Hz.
Ali radıyallahu anh'dan Rasûlullah
saltallahu aleyhi vesellem buyurdu
ki: "Sadaka vermekte acele edin.
Çünkü belâ sadakayı aşamaz' (Rezın,Mişkat)
İZAH: Eğer
herhangi bela yada musibet gelecek
olsa, sadaka vermekle o musibet geri
gider. Zayıf bir hadiste şöyle
geçmektedir: "Sadaka kötülüğün
yetmiş tane kapısını kapatır". Bir
hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
vesellem, "Mallarınızı zekat vererek
temizleyiniz. Hastalarınızı sadaka
ile tedavi ediniz. Musibet
dalgalarını dua ile karşılayınız"
buyurmuştur.Kenzül UmmaF'yn pek çok
hadislerinde, "Hastalarınızı sadaka
ile tedavi ediniz" cümlesi
geçmiştir. Tecrübeyle de görülmüştür
ki çok sadaka vermek hastalıklara
şifadır. Bir hadisi şerifte şöyle
buyurulmuştur: "Sadaka
ile hastalarınızı tedavi edin. Zira
sadaka kişiden zilleti de
hastalıkları da uzaklaştırır.
İyililikleri artırır ve ömrü uzatır" Bir
hadisi şerifte geçtiğine göre:
"Sadaka vermek yetmiş belayı defeder
ki onların en hafifi cüzzam ve baras
hastalığıdır"Yine
bir hadiste şöyle buyuruluyor:
"Düşünce ve üzüntülerinizi sadaka
vermekle telafi ediniz. Sadaka ile
Allah çete ceiaiuhu size zararı olan
şeyleri sizden uzaklaştırır ve
düşmanlarınıza karşı size yardım
eder Başka
bir sahih hadiste ise şöyle geçiyor
"Bir şahıs bir müslümana elbise
giydirirse, o elbiseden bir parça
giyen kişinin bedeninde kaldığı
müddetçe giydiren kişi Allah ceiie
ceiaiuhu'nun koruması altında
kalır". İbni Ebil Ca'd rahmetuliahi
aleyh diyor ki: "Sadaka yetmiş
kötülüğün kapısını kapatır
Bir
hadisi şerifte şöyle buyurulmuştur:
"Sabah erkenden sadaka verin çünkü
belalar sadakayı geçemezler" Ayetler
bölümünde dokuz numaralı ayetin izah
kısmında İbni Ebil Ca'd rahmetuliahi
a/eytften (bir kurt'un çocuğu
kaçırmasıyla ilgili) bir kıssa
geçmişti. Yine aynı konuda değişik
rivayetler geçmiştir. Hz. Enes
radıyallahu anh Rasûlullah
sallallahu aleyhi vese/tem'in şöyle
buyurduğunu naklediyor: "Sadaka
Allah ceiie cefe/u/ıı/nun gazabını
uzaklaştırır ve kötü ölümü defeder"Alimlerin
yazdığına göre sadaka kişiyi ölüm
anında şeytanın vereceği vesveseden
korur. Hastalığın şiddetinden dolayı
isyan kelimeleri söylemekten
muhafaza eder. Aniden gelecek
ölümlere de mani olur. Kısaca
(sadaka) imanlı ölmeye vesile olur.
Bir hadisi şerifte, "Sadaka kabir
azabını yok eder. Herkes kıyamet
gününde kendi sadakasının gölgesinde
olacaktır" buyurulmuştur. Yani
kişi ne kadar çok sadaka verirse o
kadar büyük gölgeye sahip
olacaktır.Hz. Muaz radıyallahu anh
Rasûlullah sallallahu aleyhi
vesellem e, "Ya RaSÛlallah! Beni
Cehennem'den uzaklaştırıp Cennet'e
koyacak bir amel söyleyiniz" dedi.
Rasûlullah sallallahu aleyhi
vesellem, "Sen çok büyük bir şey
sordun. O Allah'ın kolay ettiği
kimse için çok kolaydır. O şey
şudur; Allah ceiie ceiaiuhu'na
ihlasla ibadet et, hiçbir şeyi ona
ortak koşma, namazını kıl, zekatı
ver, mübarek ramazan ayında oruç
tut, Beytullah'ı hac et" dedi. Sonra
Rasûlullah sallallahu aleyhi
vesellem buyurdu ki: "Ben sana hayır
kapılarını haber vereyim mi? (Yani
insan o kapılardan hayırlı şeylere
ulaşabilir). O hayır kapıları
şunlardır; Oruç kalkandır (insan
kalkanıyla düşmanın hamlelerine
karşı koyduğu gibi oruçla da
şeytanın hamlelerini engeller).
Suyun ateşi söndürdüğü gibi
sadakada hataları yok eder. Ayrıca
gecenin yansında kılınan tehec-cüd
namazı da (böyledir)". Sonra
Rasûlullah saüaiiahu aleyhi veseilem
şu ayeti okudu:(Bu ayeti kerime
ayetler kısmının on dokuzuncu
ayetinin izahında geçmişti). Daha
sonra Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseilem buyurdu ki: "Ben size bütün
işlerin başını, direğini ve onların
zirvesini söyleyeyim mi? Hepsinin
başı İslam'dır (çünkü o olmadan
hiçbir şey muteber değildir). Onun
direği namazdır {direk olmadan
binanın ayakta durması zor olduğu
gibi namazsız islam'ın da ayakta
durması zordur). Ve onun zirvesi
cihaddır (yani cihad ile din
yükselir)". Daha sonra Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseilem buyurdu
ki: "Bütün bunların temelini
söyleyeyim mi? (çünkü binanın tamamı
temelin üzerine kurulur)". Efendimiz
saiiaiiahu aleyhi veseilem eliyle
mübarek dilini tutarak, "Buna sahip
ol" buyurdu. Hz. Muaz radıyaliahu
anh diyor ki: Ben, "Ey Allah'ın
Rasûlü bizler dilimizle konuştuğumuz
sözlerden de hesaba çekilecek
miyiz?" dedim. "Annen sana ağlasın
Ey Muâz! İnsanları yüzüstü sürünerek
Ce-hennem'e atan dilinden başka bir
şey midir" buyurdu."Annen
sana ağlasın" sözü Arapça'da birinin
dikkatini çekmek için söylenen bir
deyimdir. Hadisin özeti şudur:
(Canımızın istediği) gibi
kullandığımız dillerimizden
çıkanların hepsi amellerin
tartıldığı terazide tartılacak,
konuşulanlardan boş, faydasız ve
caiz olmayanlar kişinin Cehennem'e
girmesine sebep olacaktır. Bir
başka hadiste şöyle buyuruluyor:
"Kişi diliyle Allah'ın razı olduğu
bir söz söyler. Söylediği kelimeyi
pek önemsemez. Ancak Allah ceiie
ceiaiuhu o kelime yüzünden o kişinin
Cennetteki derecesini yükseltir.
Aynı şekilde bir kimse Allah'ın razı
olmadığı bir kelimeyi söyler.
Söylediği bu kelimeleri de pek
önemsemez. Ancak bu kelime yüzünden
Cehennem'e atılır". Bir hadiste
geçtiğine göre o kişi Ce-hennem'deki
doğu ile batı arasındaki mesafe
kadar uzak bir yere atılır". Başka
bir hadiste, "İnsan iki şeyi
muhafaza edeceğine söz versin.
Birincisi, iki dudak arasm-dakini
(yani dilini) ikincisi ise iki
bacağı arasındakini (yani avret
yerini) ben de onun Cennete
gireceğine kefil olayım"
buyurulmuştur. Bir başka hadiste,
"İnsanları çoğunlukla Cehennem'e
sokan bu. iki şeydir"
buyurulmaktadır. Yine bir hadisi
şerifte şöyle buyurulmuştur: "İnsan
diliyle bir söz söyler. Bunu
söylerken de insanlar biraz
gülsünler, eğlence oisun diye yapar.
Ancak o sözün vebali yüzünden
Cehen-nem'de uzaklığı yerle gök
arası kadar bir yere atılır".Hz.
Süfyan-I Sekafi radıyaliahu anh
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseilem e, "Ya Rasûl-allah!
Ümmetiniz hakkında en çok neden
korkuyorsunuz?" dedi. Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseilem mübarek
dilini tutarak, "Bundan" buyurdu.Bunlara
ilave olarak pek çok rivayetlerde
değişik başlıklar altında bu konu
geçmiştir. (Ne yazık ki) bizler bu
hususta büyük bir gaflet içindeyiz.
İnsan kesinlikle şuna çok dikkat
etmelidir: Diliyle söylediği
sözlerin kendisine bir kârı yoksa en
azından bir âfet ve musibete
uğramasın.Hz. Süfyan-ı Sevri
rahmetuiiahi aleyh meşhur bir hadis
ve fıkıh imamıdır. Diyor ki: "Benden
bir günah sâdır olmuştu. O yüzden
beş ay teheccüt kılmaktan mahrum
oldum". Birisi sordu: "Efendim o
hangi günahtı?". Buyurdu ki: "Adamın
biri ağlıyordu. Ben kalbimden, <Bu
adam gösteriş için ağlıyor> diye
geçirdim. Bu
kalpten geçirmenin mahrumiyetidir.
Bizler insanlar hakkında bundan daha
ağır sözleri dilimizle
söylemekteyiz. Üstelik herhangi bir
sebep olmadan bunu yapmaktayız. Hele
bir de aramızda ihtilaf varsa, o
zaman ona iftira etmekte hiç kusur
etmeyiz. Ondaki her hüneri ayıp her
ayıbı da olduğundan fazla göstererek
(her tarafa) yayarız.
8) Ebû
HÛreyre radıyallahu anft'dan
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseilem buyuruyor ki: "Sadaka
vermek malı eksiltmez. Hatası olan
birinin hatasını affeden kulun Allah
izzetini arttırır. Her kim de
Allah'ın (rızasını kazanmak) için
alçak gönüllü olursa Allah ceiie
ceiaiuhu onu yükseltir".(Müslim,
Mişkat)
İZAH: Bu
hadisi şerifte üç konu geçmektedir.
Dışarıdan bakıldığında sadaka
vermekle mal azalıyor gibi gözükse
de aslında sadaka vermekle malda bir
azalma olmaz. Aksine sadakanın
karşılığı en güzel bir bedel olarak
ahirette verilir. Şimdiye kadar ki
(beyan ettiğimiz) ayet ve
hadislerden de anlaşıldığı gibi
dünyada da çoğu zaman o (sadakanın)
karşılığı verilir. Ondördüncü ayette
buna işaret edilmiş, yirminci ayette
de bu konuya açıkça değinilmiştir.
Şöyle ki; siz (Allah yolunda) ne
harcarsanız Allah cette ceiaiuhu
onun karşılığını verir. O ayetin
izah kısmında ise Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm bunu
teyid eden pek çok hadisleri
geçmiştir. Hadisler bölümünün iki
numaralı hadisinde Rasûlullah
sallallahu aleyhi vesei-tem'İn şöyle
bir buyruğu geçmiştir: "Her gün iki
melek şöyle dua ederler; <Allah'ım
harcayana Sen daha iyisini ver,
(harcamayıp) yığanın da malını
berbat et>".Hz. Ebû Kebşe
radıyaliahu anh diyor ki: Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseilem bu-yurdu
ki: "Ben size üç şeyi yeminle
söylüyorum. Ondan sonra bir şeyi de
hususen söyleyeceğim onu hafızanıza
çok güzel yerleştirin üzerine yemin
ettiğim şeylere gelince; onlardan
birincisi, hiç kimsenin malı sadaka
vermekle eksilmez. İkincisi, bir
kimseye zulmedilir de o da buna
sabrederse Allah ceiie ceiaiuhu bu
sabrı sebebiyle onun şerefini
artırır. Üçüncüsü, her kim
insanlardan isteme kapısını açarsa
Allah ceiie ceiaiuhu da ona
fakirlik kapısını açar. Bu üç şeyden
sonra bir şey daha size haber
veriyorum. Onu hafızanıza
yerleştirin. O şudur; Dünyada dört
çeşit insan vardır. Birincisi Allah
ceiie ce/aMıu'nun hem mal hem de
ilim verdiği kimsedir. O
(ümisebebiyle) malı konusunda
Allah'tan korkarda (Allah'ın razı
olmadığı yerlere malını harcamaz)
akrabalarını gözetir, o mal ile
Allah için güzel ameller yapar ve o
malın hakkını edâ eder. Bu kimse en
yüksek derecelerdedir. İkinci kişi
Allah ceiie ce/a/uto/nun ilim verip
de mal vermediği kimsedir. Onun da
niyeti sağlamdır. O eğer <Malım
olsaydı ben de filanca gibi
(hayırlı işlere) harcardım> diye
temenni eder. Allah ceiiece-laiuhu
onun niyetinden dolayı birinci
kişiye verdiği sevabın aynısını ona
da verir. Bu iki kişi sevap
bakımından aynı seviyede olurlar.
Üçüncü kişi Allah ceiie ceiaiuhunun
mal verip ilim vermediği kimsedir ki
malını berbat eder. (Yersiz) oyun
eğlence ve şehvani istekler için
harcar. Malı hususunda ne Allah'tan
korkar ne de akrabasını gözetir.
Hakka uygun bir harcama yapmaz. Bu
kişi (kıyamet gününde) en kötü yerde
olacaktır. Dördüncü kişiye gelince,
o Allah ceiie ceiaiuhu'nun kendine
ne mal ne de ilim verdiği kişidir.
O da şöyle arzu eder; <Eğer malım
olsaydı ben de falanca (üçüncü
kişi) gibi harcardım>. Ona kötü
niyetinin günahı yazılır. Günah
bakımından bu adam ve üç numaralı
adam eşittir". (Hadisi Tirmizi
rivayet etti ve "Hadis sahihtir"
dedi).Hz.
İbni Abbas radıyaliahu anhumaöan
rivayete göre Rasûlullah saiialiahu
aleyhi veseiiem şöyle buyurdu;
"Sadaka malı eksiltmez Bir kişi
sadaka vermek için elini uzatınca o
mal fakirin eline geçmeden önce yüce
Allah'ın kudret eline geçer (yani
kabul olur). Kimseden bir şey
istemeden işi yolunda gittiği halde
insanlara el açana Allah fakirlik
kapısını açar"Hz.
Kays Bin Sila Ensari radıyaliahu anh
diyor ki: "Kardeşlerim beni
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem'e şikayet ederek, <Ya
Rasûlailah bu adam çok israf
ediyor, malını gereksiz yerlere
harcıyor> dediler. Ben, <Ey Allah'ın
Rasülü Ben bağımdan kendi payımı
alıp hem Allah yolunda harcıyor hem
de beni ziyarete gelen misafirleri
yediriyorum> dedim. Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem mübarek
elini göğsüme vurarak üç defa şöyle
buyurdu; <Harcamaya devam et ki
Allah ceiie ceiaiuhu da sana
karşılığını versin>. Bu olaydan kısa
bir süre sonra ben bir cihada
çıkmıştım, Bineğimde vardı. Kendi
akrabalarım arasında en çok serveti
olanda bendim (yani ölçülü
harcayanların elinde benim gibi
çekinmeden korkusuzca harcayan biri
kadar mal yoktuHz.
Cabir radıyaliahu anh diyor ki: "Bir
keresinde Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem Efendimiz hutbesinde
şöyle buyurdu; <Ey insanlar size
ölüm gelmeden önce Allah'a tevbe
edin. Onunla bununla meşgul olmadan
Önce hayırlı işlerde acele edin.
Allah ceiie ceiaiuhu ile aranızdaki
bağı kurun. Allahu Teâlâ'yı bol bol
zikredin. Açıkça ve gizlice bol bol
sadaka verin ki, bu sebeble
nzıklanırsınız, size yardım edilir
ve sizin eksikleriniz tamamlanıp- Başka
bir hadisi şerifte, "Sadaka ile
rızık (kolaylığı) için Allah'tan
yardım isteyin" buyurulmuştur. Diğer
bir hadiste ise şöyle buyuruluyor:
"Sadaka ile rızık indirin". Yine bir
hadiste ise, "Sadakayla malda artış
olur" buyurulmuştur.Hz.
Abdurrahman bin Avf radıyaliahu
an/ı'dan Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem Efendimiz buyurdu
ki: "Üç şey vardır ki nefsim kudret
elinde olan Allah'a yemin olsun ki
ben onlar üzerine yemin ederim.
Onların birincisi, sadaka vermekle
mal eksilmez. Öyleyse bol bol sadaka
veriniz. İkincisi, bir kula
zulmedi-lirde o da o (zulmedeni) af
ederse Allah ceiie ceiaiuhu kıyamet
gününde onun şerefini arttırır.
Üçüncüsü ise, kim başkasından isteme
kapısını açarsa, Allah ceiie
ceiaiuhu ona fakirlik kapısını açar"Hz.
Ebû Seleme radıyaliahu an/j'dan
nakledilen bir hadiste Rasûlullah
saiiaiia-hu aleyhi veseiiem
buyuruyor ki: "Sadaka vermekle mal
eksilmez öyleyse sadaka vermeye
devam edin"Eksilmemenin
zahiri manası, "Allah ceiie ceiaiuhu
o (sadakanın) karşılığını en güzel
bir şekilde ve en kısa bir zamanda
verir" demektir. Hz. Habib Acemi
rahmetuiiahi aleyh meşhur bir Allah
dostudur. Bir keresinde hanımı hamur
yoğurup komşuya ateş almaya gitti.
Arkasından bir dilenci geldi. Hz.
Habib rahmetuiiahi aleyh o hamuru
dilenciye verdi. Hanımı ateş alıp
geldiğinde hamur yoktu. Kocasına
hamurun ne olduğunu sordu. Kocası,
"O pişmeye gönderildi" dedi. Hanımı
inanmadı. Israrla sormaya devam
etti. Kocası, "Hamuru sadaka olarak
verdim" deyince hanım, "Subhanallah!
Sen hiç düşünmedin mi ki, unun hepsi
o kadardı. Şimdi ev halkı ne
yiyecek. Halbuki bizim de
ihtiyacımız vardı" dedi. O böyle
söylenirken bir adam elinde et dolu
büyük bir tabak ve ekmekle geldi.
Hanımı onu getiren adama, "Ekmeği ne
çabuk pişirip getirdin. Üstelik
yanında fazladan yemek de getirdin"
dedi.Genellikle
bu tür olaylar meydana gelir. Ancak
Allah ceiie ceiaiuhu'na bağlı
olmadığımız için bu nimetin neyin
karşılığı olarak verildiğini hiç
düşünmeyiz. "Falanca şey tesadüfen
elimize geçti. Yoksa halimiz ne
olurdu?" diye düşünürüz. Halbuki o
şey verdiğimiz sadakalardan dolayı
elimize geçmiştir.
9) Ebû
Hûreyre radıyallahu anh'dan
RaSÛlulİah sallallahu aleyhi
vesellem buyur-du ki: "Bir adam
çölde bir buluttan Falancanın bağını
sula dîye bir ses duydu. O sesten
sonra bulut hemen bir yöne doğru
hareket etti. Kayalık bir araziye
yağan suyun hepsi oradaki akarsu
yollarından birinde toplanıp akmaya
başladı. Buluttan gelen sesi duyan
adam suyu takibe koyuldu. Bir de ne
görsün bir adam elindeki kürekle
bağına su veriyordu. Adam bağın
sahibine, <Ey Allah'ın kulu adın
ne?> dedi. Bağın sahibi <Falanca>
diyerek ismini söyledi. Adamın
söylediği isim ile buluttan İşittiği
isim aynıydı. Bağ sahibi <Ey
Allah'ın kulu benim adımı neden
soruyorsun?> deyince, <Ben bu suyun
geldiği buluttan filanca adamın
bahçesini sula diye bir ses
işitmiştim. Buluttan duyduğum senin
adındı. Sen bu bahçede ne yapıyorsun
-ki filancanın bahçesini sula
diye-buluta emir veriliyor> dedi.
Bunun üzerine bahçenin sahibi, <Ben
bu bahçeden ne kadar mahsul
çıktığına bakarım (ve onu üç kısma
ayırırım). Üçte birini hemen Allah
yolunda tasadduk ederim, üçte birini
ben ve çoluk çocuğum yer. Kalan üçte
birini de bahçenin ihtiyacı için
bahçeye harcarım> dedi". (Müslim,
Mişkat)
İZAH: Mahsulün
sadece üçte birini Allah celle
ceiaiuhu yolunda harcamanın
bereketine bakınız ki, gayb
örtüsünün ardında onun bahçesinin
yetişmesi ve gelişmesi için sebepler
hazırlanıyor. Bu olay önceki hadiste
geçen "Sadaka vermekle mal eksilmez"
sözüne apaçık bir örnektir. Şöyle
ki; adam mahsulün üçte birini sadaka
olarak vermişti. Bundan dolayı
bahçeden tekrar mahsul gelmesi için
(Allah tarafından) gaybî olarak
intizam yapılmaktadır. Buradan
alınması gereken çok mühim bir ders
daha vardır; o da kişinin gelirinin
belli bir kısmını Allah ceiie
ceiaiuhu yolunda harcamak için
ayırmasının çok faydalı olduğudur.
Ayrıca tecrübe şunu göstermiştir ki;
eğer bir adam, "Ben malımın şu
kadarını Allah yolunda
harcayacağım" derse, o zaman harcama
yapacağı pek çok hayır yerleri ve
fırsatları karşısına çıkar. Yok,
eğer "Bir hayırlı iş karşıma çıkarsa
o zaman düşünürüz" derse, bu gibi
durumlarda hayırlı işlerin neler
olduğu pek anlaşılmaz ve her
fırsatta nefis ve şeytan "Bu öyle
önemli bir harcama değildir" diye
kalbe vesvese verir. O kişinin
karşısına mal harcamak için çok
hayırlı olan önemli bir iş çıksada
bu sefer o kişinin elinde para olmaz
veya parası olsa bile kendi
ihtiyaçları karşısına çıktığı için
mümkün olduğu kadar az sadaka vermek
ister.Daha ay başından itibaren maaş
alındığı an bir miktar para ayrılıp
bir kenara konulsa veya günlük
ticarette ki gelirden bir kısmı
kasanın bir tarafına konulsa ve "Bu
yalnız Allah yolunda harcanacaktır"
dense, harcama vakti gelince kalpte
sıkıntı olmaz. Çünkü zaten o
miktarın harcanacağı kesinlik
kazanmıştır. Bu pek çok h,ir
rörptpdir nilpupn hirkar. aün
tecrübe edip baksın.Ebû Vâil
rahmetuliahi aleyh diyor ki:
"Abdullah bin Mesud radıyallahu anh
beni Kurayza tarafına gönderdi ve
oraya gidince Beni İsrail'den salih
bir adamın yaptığı işi yapmamı
(yani malın üçte birini sadaka
vermemi üçte birini oraya bırakmamı
ve üçte birini de onun yanına
getirmemi) söyledi" Bundan
anlaşılıyor ki Sahabe-i Kiram da bu
reçete ile amel yaparlardı.
10) Ebû
Hûreyre radıyallahu an/j'dan
RaSÛlulİah sallallahu aleyhi
vesellem bu-yurdu ki: "Fahişe bir
kadın yolda giderken bir kuyunun
başında susuzluktan ölmek üzere olan
bir köpek gördü. Köpeğin dili
susuzluktan dışarıya sarkmıştı.
Kadın ayakkabısını çıkarıp
başörtüsüne bağlayarak kuyudan su
çekti ve köpeğe içirdi. Bundan
dolayı onun günahları affedildi".
Bunun üzerine Rasülullah sallallahu
aleyhi vesetiem'e, "Hayvanlara
yaptığımız iyiliklerden de sevap
alır mıyız? diye soruldu. Rasülullah
sallallahu aleyhi vesellem, "Her
ciğer sahibine (ister müslüman
olsun, ister kafir olsun, ister
hayvan olsun, her canlıya) yapılan
iyilikte sevap vardır" buyurdu. (Müttefekun
aleyh, Mişkat)
İZAH: Bazı
rivayetlerde açıklandığına göre bu
kıssa Beni İsrail'den bir fahişeye
aittir. Buhari şerif ve diğer hadis
kitaplarında buna benzer bir erkeğin
kıssası geçmektedir. Rasülullah
sallallahu aleyhi vesellem buyurdu
ki; "Adamın biri sahrada yürüyordu.
Şiddetli susuzluk onu perişan
etmişti. Bir kuyuya indi. Su içip
dışarı çıkınca susuzluktan bitkin
düşmüş bir köpek gördü. Köpek
susuzluğun şiddetinden çamurları
yalıyordu. Bu durumu gören adam <Bu
hayvan da benim gibi susuzluktan
yanıyor> diye düşündü. Su çıkaracak
bir şeyi yoktu. Ayağında ki
ayakkabıyı.çıkarıp kuyuya indi. Onu
doldurdu ayakkabıyı ağzıyla tutarak
iki elinin yardımıyla yukarı
tırmandı ve suyu köpeğe içirdi.
Allah ceiie ceiaiuhu onun bu
davranışını beğenerek onu
bağışladı". Sahabeler, "Ya
Rasûlallah hayvanlara yapılan
iyiliklere de sevap var mı?"
dediler. Rasülullah sallallahu
aleyhi vesellem, "Her ciğer sahibi
(yani canlı) için sevap vardır"
buyurdu.Bir
hadisi şerifte, "Her sıcak ciğer
taşıyana yapılan iyilikte sevap
vardır" bu-yurulmuştur. Ayakkabıya
su doldurmasının izahı şöyledir:
Arap diyarında genellikle teriden
yapılan ayakkabı kullanılır. Bundan
dolayı içine konulan suyu fazla
akıtmaz. Ağzıyla ayakkabıyı tutma
ihtiyacı ise şundan dolayıdır:
Sahradaki kuyulara genellikle
duvardan biraz çıkık vaziyette
{merdiven şeklinde) birkaç tuğla
vs.yerleştirilir. Böylece ipi ve
kovası olmayan biri kuyuya inebilir.
Fakat kuyuya inip çıkarken yardımcı
olarak mutlaka elleri kullanmak
gerekir. Bundan dolayı ayakkabıyı
ağzıyla tutması gerekmiştir. Bu
kitabın sonundaki Hikayeler
bölümünün 47 numaralı hikayesinde
bir zalimle ilgili olay da aynı
şekildedir. O zalim uyuz bir köpeği
barındırmış, bunun üzerine Allah
ceiie ceiaiuhu bu amelini beğenmiş
(ve o zalimi affetmiştir). Bu
hadislerin her ikisinde de köpek
gibi zelil bir hayvana iyilik
yapılmasının karşılığı böyle olursa
yaratılmışların en şereflisi olan
insana yapılan iyiliklerin acaba ne
gibi mükafatı olacaktır?!Bazı
alimler öldürülmesi müstehap olan
(yılan, akrep vs. gibi) hayvanlar
bunun dışındadır demişlerdir. Ancak
diğer alimler şöyle demişlerdir: O
hayvanları öldürmek demek susuz
oldukları anlaşıldığı halde onlara
su içirilmemesi demek değildir.
Çünkü biz müslümaniara verilen emir
şöyledir: Herhangi bir sebepten
dolayı öldürülmesi gereken bir
canlıya iyi davranmaya dikkat
gösterilmelidir. Bu yüzden
öldürülmesi gereken (insanın) el,
ayak vs. gibi azalarının kesilmesi
yasaklanmıştır.Bu
iki hadisten ve diğer pek çok
hadsilerden çok ince bir nokta
anlaşılmaktadır: Şöyle ki; Allah
ceiie ceiaiuhu bir kimsenin her
hangi bir amelini beğenirse o amelin
bereketiyle ömür boyu işlediği bütün
günahları affeder. O'nun lütuf ve
kereminin yanında bu bir şey
değiidir. Yeter ki o ameli Allah
beğenip kabul etsin. Her günahkarın
günahının su içirmekle ya da başka
bir iyilikle affedilmesi gerekmez.
Elbette birinin her hangi bir ameli
kabul edilirse onun bağışlanması
için de bir engel yoktur. O halde
insan son derece ihlasla amel
yapmaya devam etmelidir. Allah
bilir, hangi amelimiz O'nun katında
beğenilir de kurtulanlardan
oluruz.Önemli olan şey ihlastır.
Yani sırf Allah için bir işi
yapmaktır. O amele bir menfaat
karıştırmamak gerekir. Ne ondan
dünya kazanmayı düşünmeli ne de
şöhret ve mevki istenmelidir. Eğer
bunlardan biri işe karışırsa o zaman
bütün yapılanları berbat eder. Eğer
bir iş yalnız Allah için olursa,
(isterse çok basit bir şey olsun) o
iş dağlardan daha ağırdır. Hz.
Lokman aleyhisselam oğluna nasihat
ederken, "Oğlum günah işlediğinde
sadaka ver" demiştir. Çünkü
(sadaka) günahı temizler ve Allah
ceiie ceiaiuhu'nun gazabını
uzaklaştırır.
11) Hz.
Ali radıyallahu an/j'dan RaSÛlullah
sallallahu aleyhi vesellem şöyle
buyurdu: "Muhakkak Cennet'te öyle
köşkler vardır ki, onların (cam
gibi) içinden dışı, dışından da içi
gözükür". Sahabeler, "Ya Rasûlallah!
Bu köşkler kimler içindir?"
dediklerinde Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi vesellem, "Güzel söz
söyleyenler (yani konuşurken çatık
kaşlı olmayan yüzünü eksilmeyenler)
insanlara, yemek yedirenler, devamlı
oruç tutanlar, insanlar uykudayken
gece vakti teheccüt namazı kılanlar
içindir" buyurdu.
(bniEbi Şeybe.Tirmizi)
İZAH: Abdullah
bin Selam radıyallahu anh müslüman
olmadan önceki bir hatırasını şöyle
anlatıyor: Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi vesellem hicret edip
Medine'ye gelmişti. Ben bunu duyar
duymaz derhal onun yanına gittim.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiemln mübarek yüzünü görünce
kendi kendime, "Bu mübarek yüz
yalancı birinin yüzü olamaz" dedim.
Medine'ye varınca Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi ve-seliem'm
mübarek ağzından çıkan ilk söz
şuydu; "Ey insanlar aranızda selamı
yayınız. Yemek yediriniz. Akrabanızı
ziyaret ediniz. İnsanlar uykudayken
gece vakti namaz kılınız. Selametle
Cennet'e girersiniz".Ayetler
kısmının 34 numarasındaki uzun
ayette bu konu şu şekilde geçmişti:
Allah'a olan sevgilerinden dolayı
miskinlere, yetimlere ve esirlere
yemek yedirirler ve şöyle derler;
"Biz yalnızca Allah rızası için size
yemek yediriyoruz. Sizden ne bir
karşılık ne de bir teşekkür
istiyoruz". Bir hadiste, "Her kim
bir kardeşini doyuracak şekilde
yedirir, susuzluğunu giderecek
şekilde içirirse, Allah ceiie
ceiaiuhu onunla Cehennem arasında
yedi hendek açar. Her bir hendeğin
genişliği yediyüz senelik yol
kadardır" buyuruimuştur. Başka
bir hadisi şerifte de şöyle
geçmektedir: "Bütün mahlukat Allah
ceiie ceiaiuhu'nun ehli iyâli
gibidir. Allah ceiie ceiaiuhu'nun en
çok sevdiği kimse ise O'nun ehli
iyâline en çok faydası olandır". Diğer
bir hadisi şerifte de, "Her iyilik
bir sadakadır. Kardeşini güler yüzle
karşılaman ve kendi kovandan
komşunun kovasına su dökmen de bu
iyiliklerdendir" buyurulmuştur.
Güzel konuşmanın en önemli bir
parçası da biriyle konuşurken güler
yüzle konuşulmalı, asık suratlı ve
yüzü eksilterek konuşulmamalı-dır.
Yine bir hadisi şerifte şöyle
buyurulmuştur: "İyiliğin hiç bir
parçası küçümsen-mez. Müslüman
kardeşini güler yüzle karşılamak
dahi olsa (bunu yap)". Bir hadiste
buyuruldu ki: "Hiçbir kimse iyiliğin
hiçbir türünü küçük görmesin.
Elinden hiçbir şey gelmese bile
kardeşine güler yüz göstersin" Bir
hadisi şerifte buyuruldu ki:
"Kardeşini güler yüzle karşılaman da
sadakadır. İyiliği emretmen ve
kötülükten men etmen de sadakadır.
Yolunu kaybetmiş birine yol
göstermen de sadakadır. Yol
üzerindeki (diken vs. gibi) zarar
verici şeyleri uzaklaştırman da
sadakadır. Kendi kabından başkasının
kabına su dökmen de sadakadır"Bir
hadisi şerifte, "Kıyamet gününde
Cehennemlikler bir safa dizilecekler
ve onların bulunduğu yerden
(Cennetlik) bir mü'min geçecektir.
Cehennemliklerin safından biri ona,
"<Bana Allah katında şefaat et>
diyecek. Bunun üzerine mü'-min ona,
<Sen kimsin?> diye soracaktır. O,
<Sen beni tanımadın mı? Sen
dünyadayken bir kere benden su
istemiştin de ben de sana su
içirmiştim> diye cevap verecektir.
Bunun üzerine Cennet'lik olan kişi
ona şefaat edecek (ve onun şefaati
kabul edilecektir. Aynı şekilde
başka birisi, <Sen benden falanca
şey istemiştin, ben de sana
vermiştim> diyecektir.Başka
bir hadiste de şöyie geçmektedir:
"Cehennemliklerin safının yanından
Cennet'lik olan biri geçecek,
Cehennemliklerden biri ona
seslenerek şöyle diyecektir; <Sen
beni tanımadın mı? Ben sana filanca
gün su içirmiştim, falanca gün de
abdest suyu vermiştim>" Başka
bir hadiste şöyle geçmektedir:
"Kıyamet günü Cennet ve
Cehennemliklerin safları meydana
geldiğinde Cehennemliklerin
safından bir adam Cennetliklerin
safında olan bir adamı görecek ve
ona dünyada yaptığı bir iyililiği
hatırlatacak. Bunun üzerine
Cennet'lik olan kimse o adamın
elinden tutup Allah ceile ceiaiuhu
nun huzurunda, <Ya Rabbi! Bu adam
bana falanca iyilikte bulundu>
diyecek. Bunun üzerine Allah ceile
ceialuhu, <Benim Rahmetim ile o
adam Cennet'e konulsun>
buyuracaktır.Bir
hadiste Rasûlullah saiiatiahu aleyhi
veseilem "Fakirlerle sıkı bağ kurun
ve onlara iyilikte bulunun. Onların
elinde çok büyük bir hazine vardır"
buyurdu. Oradakilerden birisi, "Ya
Rasûlallah o hazine nedir?" diye
sorunca Rasûlullah saiiaiia-hu
aleyhi veseilem buyurdu ki: "Onlara
kıyamet gününde şöyle denilecektir;
<Dünya-da size bir lokma yedirenin
veya su içirenin yada elbise
giydirenin elinden tutup Cennet'e
götürün>". Bir hadisi şerifte ise
şöyle geçmektedir: "Allah ceile
ceiaiuhu kıyamet gününde bir insanın
diğer bir insandan özür dilediği
gibi fakir kuluna mazerette
bulunacak ve buyuracak ki; <İzzet ve
Celalime yemin olsun ki, Ben dünyayı
senden katımda zelil olduğun için
uzaklaştırmadım. Aksine bugün sana
büyük bir ikramım olduğu için
dünyayı senden uzaklaştırdım. Ey
kulum! Şu Cehennemliklerin saflarına
git. Her kim sana Benim rızam için
yemek yedirdi ise veya elbise
verdiyse o senindir>. Bu kişi
Cehennem'lik kimselerin saflarına
vardığında onları ağızlarına kadar
terlere batmış vaziyette bulacak
(kendisine dünyada iyilik yapanları
tanıyıp Cennete sokacaktır)Başka
bir hadiste şöyle buyuruluyor:
"Kıyamet gününde şöyle bir ilan
yapılacaktır; <Muhammed saiiaiiahu
aleyhi veseiiem"\n ümmetinin
fakirleri nerededir? Kalkın ve
insanları mahşer meydanında arayın.
Her kim benim rızam için sizden
birine bir lokma vermişse yada
benim rızam için bir yudum su
içirmişse veya benim rızam için
yeni veya eski bir elbise vermişse,
onları, ellerinden tutarak Cennet'e
götürün>. Bunun üzerine ümmetin
fakirleri kalkıp bazı kimselerin
elinden tutacak ve <Ya Rabbi! Bu
adam dünyadayken bana yemek
yedirmişti, bu da bana su içirmişti>
diyecekler. Bunun üzerine ümmetin
fakirlerinden büyük olsun yada küçük
olsun onları (kendilerine iyilikte
bulunanları) Cennet'e sokmayan kimse
kalmayacaktır" Bir
hadiste, "Her kim aç olan bir
canlıya yemek yedirirse, Allah ceile
ceiaiuhu ona Cennetin nefis
yemeklerinden yedirecektir"
buyuruimuştur. Başka
bir hadiste ise, "İnsanlara yemek
yedirilen eve hayır gelmesi, bıçağın
devenin hörgücünü kesmesinden daha
hızlıdır" diye geçmektedir. Hz.
Abdullah İbni Mübarek rahmetuiiahi
aleyh hurmaların iyilerini
başkalarına yedirir ve, "Kim çok
yerse ona her hurma için bir dirhem
verilecektir" derdi. Diğer bir
hadiste, "Kıyamet gününde bir münâdi
şöyle ilan edecek; <Fakir ve
miskinlere ikram edenler nerededir?
Sizler bugün korkusuz ve üzüntüsüz
olarak Cennet'e giriniz>. Başka bir
münâdi de şöyle ilan edecek; <Fakir
ve garip hastalan ziyaret edenler
nerededir? Onlar bugün nurdan
minberler üzerinde oturup Allah
ceile ceiaiuhu ile konuşacaklar,
diğer insanlar ise şiddetli hesaba
mübtela olacaklardır>" Başka
bir hadiste ise şöyle geçmektedir:
"Nice huriler vardır ki, onların
mehri sadece bir avuç hurmayı veya o
kadar başka bir şeyi (sadaka olarak)
vermektir". Yine bir hadiste şöyle
geçmektedir: "Aç bir kimseye yemek
yedirmekten daha üstün bir sadaka
yoktur" Bir
hadisi şerifte ise, "Bağışlanmayı
vacib kılan şeylerden birisi de
açlara yemek yedirmektir"
buyuruimuştur. Diğer
bir hadiste buyuruldu ki: "Ameller
içinde Allah ceile ceiaiuhuyu en çok
razı eden amel herhangi bir
müslümanı sevindirmek veya onun bir
sıkıntısını gidermek veya onun
borcunu ödemek veya açken ona
yedirmektir" Yani
bu amellerin hepsi sevimlidir. Ne
kadar yapılabilirse yapılmalıdır.
Yine bir hadiste buyuruldu ki:
"Şunlar bağışlanmayı vacip kılan
şeylerdendir; Bir müslümanı
sevindirmek, onun açlığını gidermek
ve ona ulaşan bir musibeti
uzaklaştırmaktır" Başka
bir hadiste şöyle buyuruimuştur "Bir
kimse müslüman kardeşinin dünyalık
ihtiyacını görürse Allah çete
ceiaiuhu o kimsenin yetmiş iki
ihtiyacını giderir. Onların en
basiti onun günahlarını
affetmesidir"Yani
diğer ihtiyaçlar günahların
bağışlanmasından da büyüktür
demektir. Ayrıca on üç numaralı
hadiste bu konunun açıklaması
gelecektir.
12) Hz.
Esma radıyallahu anha diyor ki:
"Rasûlullah saflallahu aleyhi
veseilem buyurdu ki; <Allah yolunda
saymadan (bol bol) harca. (Eğer
sayacak olursan)Allah da sana
sayarak verir. Saklayıp yığma,
(eğer) öyle yaparsan, Allah da
senden saklar (yani az verir).
Verebildiğin kadar Müttefekun aleyh,
Mişkat)
İZAH: (Hadiste
adı geçen) Esma, Hz. Aişe
radıyaiiahu anha'nm kız kardeşidir.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem bu hadisinde fazla sadaka
vermeye değişik şekillerde
teşvikler vermiştir. İlk önce bol
bol sadaka verilmesini açıkça
emretmiştir. Ancak şu açıktır ki,
sevilen harcama yüce şeriata uygun
olan ve Allah celie ceiaiuhu'nun
razı olduğu şeylere harcamadır.
Şeriata aykırı harcama yapmak sevap
değil günahtır. Bundan sonra
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem \r\ sayarak vermeyi
yasaklaması önceki konuyu teyid
etmektedir. Alimler bunun iki
manasının olduğunu söylemişlerdir.
Birincisi; sayarak yığmak ve
toplamaktır. Yani, eğer sen sayarak
bir köşeye koyarsan Allah celie
ceiaiuhu da sana vereceği rızkı
daraltır. Ne ekersen onu biçersin.
İkinci mana şudur; fakire verirken
sayma ki, Allahu Teâlâ'dan hesapsız
karşılık ve sevap alabilirsin.
Bundan sonra Peygamber saiiaiiahu
aleyhi veseiiem bu konunun üzerine
basarak buyurdu ki: "Saklayıp bir
köşeye koyma. Eğer malını Allah
yolunda harcamak yerine saklarsan
Allah celie ceiaiuhu da sana kendi
nimetlerini, ihsanlarını ve
keremini artırmayı durdurur". Bundan
sonra konuya dikkatleri daha çok
çekerek buyurdu ki: "Elinden geldiği
kadar harca (yani azma çoğuna bakma)
<Bu kadar fazla vermek uygun değil>
veya <Bu da çok az niye vereyim>
diye düşünme. Elinden geldiği ve
gücünün yettiği kadar harcama da
kusur etme".Başka hadislerde de bu
konu pek çok defa zikredilmiştir.
Nitekim bir hadiste şöyle
buyurulmuştur: "Cehennem azabından
sadaka vererek korunun ve kendinizi
muhafaza edin. O sadaka isterse bir
parça hurma olsun. O da Cehennem
ateşinden kurtulmaya sebeptir".
Buhari Şerifin bir başka hadisinde
ise Hz. Esma radiyaiia-huanha
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem e şöyle sordu; "Ya
Rasûlallah yanımda bana ait hiçbir
şey yoktur. Sadece (kocam) Hz.
Zübeyr'in vermiş olduğu şeyler
bulunuyor. Bu maldan sadaka vereyim
mi?". Bunun üzerine Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu
ki: "Evet sadaka vermeye devam et ve
kaplara koyup saklama. (Eğer böyle
yaparsan) Allah ceiie ceiaiuhu da
nimetlerini senden saklar (yani
kısar)". Bu hadiste bahsi geçen Hz.
Zübeyr radıyaiiahu anti\n Hz.
Esma'ya mal vermesinden maksat, onu
mal sahibi yapmak ise o zaman o mal
zaten Hz. Esma radıyaiiahu anha'nın
malı olmuş olur. O halde istediği
şekilde malını harcar. Bu hususta o
serbesttir. Eğer Hz. Zübeyr'in
vermesinden maksat evin
masraflarının karşılanması ise o
zaman Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem'\n mübarek sözlerinin
manası şu şekilde olur: Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem malından
sadaka verildi diye Hz. Zübeyr
radıyaiiahu an/ı'm alınmayacağını
onun mizacından dolayı tahmin
etmiştir.Bunun sebebi şu da
olabilir: Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem Hz. Zübeyr
radıyaiiahu an/i'ı özellikle sadaka
vermeye teşvik etmiş ve
tenbihlemisti. Bu yüce sahabi-ler
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
vese//em'in genel olarak yaptıkları
teşviklerine canı gönülden feda
oluyorlardı. Ama eğer sahabeden
birine özel olarak bir teşvik ya da
nasihatte bulunmuşsa artık o
sahabinin ne kadar kadirbilir ve
vefakar olduğunu sormayane hacet
vardır! Yüzlerce değil binlerce olay
buna şahittir. Hikayat-üs-Sahabe
kitabının dokuzuncu bölümünde örnek
olarak bu hususla ilgili birkaç
kıssa yazmıştım.Allâme Suyûtî
rahmetuiiahi aleyh Dürrü Mensur
İsimli eserinde Hz. Zübeyr
radıyaiiahu an/Vdan Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiemin
kendisine harcama yapması için özel
teşvik verdiği kıssayı şöyle
naklediyor. Hz. Zübeyr radıyaiiahu
anh diyor ki; Ben bir keresinde
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem'in huzuruna geldim ve
karşısına oturdum. Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem konunun
önemine dikkatimi çekmek için
sarığımın arka ucunu tutarak şöyle
buyurdu; "Ey Zübeyr! Ben Allah celie
cela-luhu tarafından hususi olarak
size ve umumi olarak insanlara
gönderilen bir elçiyim (yani bu sözü
Allah celie ceiaiuhu tarafından özel
olarak size iletiyorum). Siz bilir
misiniz ki, Allah ceiie ceiaiuhu ne
buyurdu?". Ben "Allah ve Rasûlü daha
iyi bilir" dedim. Bunun üzerine
buyurdu ki; "Allah coiie ceiaiuhu
arşına tecelli ettiğinde kullan
tarafına (kerem nazarı ile) baktı ve
buyurdu ki; <Ey kullarım! Sizler
Benim yara-tıklarımsınız. Ben ise
sizin Rabbinizim. Sizin nzıklarınız
Benim elimdedir. Zimmetime aldığım
bir hususta siz kendinizi zahmet ve
sıkıntıya sokmayın. Rızkınızı
Ben'den isteyin>". Daha sonra
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem şöyle buyurdu: "Rabbinizin
başka ne buyurduğunu söyleyeyim mi?
<Ey kulum sen insanlara ver, Ben de
sana vereyim. Sen insanlara bolluk
göster, Ben de sana bolluk
göstereyim. Sen (insanlara)
yapacağın harcamayı kısma ki, Ben de
sana vereceğim şeyleri kısmayayım.
Sen malını insanlardan saklayıp
yığma ki, Ben de senden
(nimetlerimi) saklamayayım. Sen
stok yapıp yığma ki, Ben de sana
nimet kapılarımı kapamayayım^ Rızık
kapısı yedi kat göklerin üzerinde
açık ve arşa bitişiktir. O, ne gece
kapanır ne de gündüz. Allah celie
ceiaiuhu herkese o kapıdan niyetine,
verdiği sadakaya, verdiği bağışlara
ve onun yaptığı diğer harcamalara
göre devamlı rızık indirir. Kim çok
harcarsa ona çok rızık indirilir.
Kim de az harcarsa ona eksiltme
yapılır. Kim de vermez tutarsa ona
da verilmez. Ey Zübeyr! Sen ye,
başkalarına da yedir. Bağlayıp
saklama kiT senden de saklanılmasın.
(Sadaka verirken) sayarak verme ki,
sana da verilirken sayılarak
verilmesin. Darlık gösterme ki, sana
da darlık gösterilmesin. Halkı
meşakkate sokma ki, (Allah
tarafından) sen de meşakkate
sokulmayasm. Ey Zübeyr! Allah celie
ceiaiuhu harcamayı sever, cimriliği
sevmez. Cömertlik (Allah celie
ceiaiuhuya olan) kamil imanla
oluşur. Cimrilik de (O'nun Zatına)
şüphe ile meydana gelir. Her kim
Allah ceiie ceiaiuhu'nun Zatına ve
sıfatlarına kâmil bir yakın ile iman
etmişse, o kimse Cehennem'e
girmeyecektir. Kim de şek (şüphe)
ederse, o da Cennete giremeyecektir.
Ey Zübeyr! Allah ceiie ceiaiuhu bir
hurma parçası ile olsa bile yapılan
cömertliği sever. Bir yılan yada
akrebi öldürmek olsa bile Allah
cesaretli olmayı sever. Ey Zübeyr!
Allah ce//e ceiaiuhu zelzele ve afet
zamanlarında sabırlı olmayı sever.
Şehvetlerin galip olduğu zamanlarda
(vücudun) her yerine sirayet eden
ve şehvetini tatmin etmekten insanı
alıkoyan kuvvetli imanı sever. Dinde
şüpheler meydana geldiğinde kamil
olan aklı sever. Haram ve pis
şeylerle karşılaşıldığında takvayı
sever. Ey Zübeyr! Kardeşlerine saygı
göster. Salih kişilere hürmetini
arttır ve iyi insanlara izzet
göster. Komşularına iyi davran.
Fâsık insanlarla yolda bile yürüme.
Kim bunlara dikkat ederse hesapsız
ve azapsız Cennete girer. Bunlar
Allah ceiie ceiaiuhu r\ur\ bana olan
nasihati, benim de size
nasihatimdir".Ayetler kısmında yirmi
numaralı ayetin açıklamasında bu
kıssaya özet olarak işaret
edilmiştir. Ayrıca bu olayın senedi
hakkında ki sözlere de yer
verilmiştir. Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi vesellem'm bu geniş
sözlerinden sonra Hz. Zübeyr
radıyaliahu enh'm duygularının nasıl
olacağı bellidir. Bu durumda
Peygamber satlallabu aleyhi
vesellem'm Hz. Esma radıyaliahu
anha'ya kocası Hz. Zübeyr
radıyaliahu anh'm malından rahatça
harcamasını emretmesi yersiz
değildir. Hz. Zübeyr aynı zamanda
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
vesellem'm halasının oğludur. Eğer
akraba ile bağlar kuvvetliyse o
zaman bu türlü harcamalar akrabalık
bağlarının artmasına ve
kuvvetlenmesine sebep olur. İçinde
bulunduğumuz asırda bile böyle
olaylara şahit olunmakta ve tecrübe
edilmektedir. Bütün bunların yanı
sıra Hz. Zübeyr radıyaliahu anh'm
cömertliğine ne demelidir?Isabe adlı
eserin sahibinin yazdığına göre Hz.
Zübeyr'in bin tane kölesi vardı.
Onlar kazançlarından kendisine
belirli bir miktar mal verirlerdi.
Hz. Zübeyr radıyaliahu anh bütün bu
malları sadaka olarak verdiği için
evine en ufak bir şey girmezdi.
İşte bu cömertliği neticesinde
vefatı sırasında iki milyon iki yüz
bin (2.200.000) dirhem borcu vardı.
Bu olayın tafsilatı Buhari Şerifte
zikredilmiştir. Borçlanma sebebine
gelince. Emanete riayet ederdi ve
çok ihtiyatlı davranırdı. Halk ona
emanetlerini getirdiğinde o, "Benim
emanetlerinizi koyacak bir yerim
yok, bana borç olarak verin.
İhtiyacınız olduğu zaman alırsınız"
derdi. Böylece gelen mallan emanet
yerine borç olarak alır ve
harcardı.Sadece Hz. Zübeyr değil
diğer bütün sahabelerin halleri de
böyleydi. Bu (mübarek) zatlara göre
mal kesinlikle saklanacak bir şey
değildi. Hz. Ömer radı-yaiiahu anh
bir keresinde dörtyüz dinarı bir
torbaya doldurarak kölesine, "Bunu
Ebû Ubeyde radıyaliahu anh'a götür
de ihtiyaçları için harcasın" dedi.
Şunu da ilave1 etti "Dinarları
verdikten sonra orada birşeyler ile
meşgul ol ve onları ne yapacağına
bak". Köle dinarları götürüp. Hz.
Ebû Ubeyde'ye verdi. Ebû Ubeyde
dirhemleri alınca Hz. Ömer
radıyaliahu anh'a çok dua etti. Daha
sonra cariyesini çağırarak onun
vasıtasıyla 7 tane falancaya, 5 tane
filancaya, şu kadar şuna, bu kadar
buna, derken oracıkta dirhemlerin
hepsini dağıtıp bitirdi. Köle
döndüğünde olan bitenleri Hz. Ömer
radıyaliahu anh'a anlattı. Sonra Hz.
Ömer radıyaliahu anh kölesinin
eliyle bir c kadar dinarı Hz. Muaz
radıyaliahu anh'a gönderdi ve
kölesine, "Orada bir şeylerle
meşgul ol ki, ne yapacağını
görebilesin" dedi. Hz. Muaz
radıyaiiahu anh aynı şekilde
cariyesi vasıtasıyla şu kadar falan
eve, bu kadar filan eve diyerek
göndermeye başladı. Bu esnada
hanımı çıka geldi ve, "Biz de
fakiriz ve ihtiyaç sahibiyiz. Bize
de bir şeyler ver" dedi. Hz, Muaz
radıyaliahu anh torbayı hanımına
attı. Torbada 2 dinar kalmış gerisi
hep taksim edilmişti. Kölesi Hz.
Ömer radıyaliahu anh'm yanına
dönünce olup bitenleri anlattı. Hz.
Ömer radıyaliahu anh çok sevindi ve
dedi ki: "Bunların hepsi kardeştir
(yani birbirlerinin benzeridirler)".
13) Ebû
Said radıyaliahu anh'dan Rasûlullah
sallallahu aleyhi veseilem buyurdu
ki: "Bir müslüman elbisesi olmayan
bir müslümana elbise giydirirse,
Allah celle ceiaiuhu ona Cennet'in
yeşil elbiselerinden giydirir. Bir
müslüman aç olan bir müslümanı
yedirirse, Allah ce/te ceiaiuhu o
kimseye Cennet'in meyvelerinden
yedirir. Bir
müslüman susuz kalmış bir müslümana
su içirirse, Allah
ce//ece-/a/u/ju'da o kimseye
Cennet'in (tertemiz) mühürlenmiş
şarabından içirir".
(Tirmizi, Ebû Dâvûd, Mişkat)
İZAH: Mühürlenmiş
şarabtan öyle temiz bir şaraba
işaret edilmiştir ki, Kur'an-ı
Kerim'de bu şarabın iyi kimselere
tahsis edileceği bildirilmiştir.
Nitekim Allah celle ceiaiuhu
Mutaffifin suresinde şöyle
buyuruyor:
"Muhakkak (Allah'a itaat eden) iyi
kimseler nimetleri devamlı olan Naim
Cennet'lerinde, / koltuklar üzerinde
(neşe ile etrafı) seyrederler. /
Öyle ki, nimetlenmelerinin zevkini
yüzlerinde tanırsın. / Onlara (el
değmemiş) mühürlü, saf bir şarabdan
içirilir. / Onun (içinde şarab
bulunan kabın) mühürü misktir. /
Artık hırs gösterenlerin bunlara
hırs göstermeleri gerekir (yani hırs
gösterilecek şeyler bunlardır)."
(Mutaffifîn-22-26)
Mücahid rahmetuiiahi aleyh diyor ki:
"Rahik miskten yaratılan ve
kendisinde tesnim karışımı olan
Cennet şaraplarından bir şaraptır.
Bu sûrede ve bu ayetin devamında
tesnimden bahsedilmektedir". Katâde
rahmetuiiahi aleyh diyor ki:
"Tesnim, Cennet şaraplarının en
üstünüdür. Mukarreb olan kullar o
şarabı halis olarak içerler. Diğer
derecelerdeki Cennetliklerin
şarabına bundan karıştırılır". Hz.
Hasan Basri rahmetuliahi a/ey/ı'den
de nakledildiği gibi, Rahik, Cennet
şaraplarından biridir ve ona tesnim
karıştırılmıştır.Yukarıda ki hadiste
beyan edilen fazilet, çıplaklık,
açlık ve susuzluk halinde giydirmek
yedirmek ve İçirmenin faziletidir.
Bu haller verene mi yoksa kendisine
verilene mi aittir bilinmemektedir.
Bu durumda her iki ihtimalde
olabilir.Birinci ihtimale göre
hadisi şerifin manası şöyle olur:
Kendisi çıplak yani el-biseve
ihtivacı olduğu halde bir başkasına
elbise giydirir. Kendisi aç iken
eline biraz yiyecek geçerse, bunu
bir başkasına verir. Kendisi susuz
iken su bulursa, kendisi içeceği
yerde başkasına içirir. Bu durumda
bu hadis, ayetler bölümündeki 28
numaralı şu ayetin tefsin olmuş
olur:Muhtaç olduklan halde bu
kimseler başkalarını kendileri
üzerine tercih eder.İkinci ihtimale
göre bütün bu (açlık, susuzluk ve
çıplaklık gibi) haller kendilerine
harcama yapılan kimselere aittir. Bu
ihtimale göre hadisi şerifin manası
şöyle olur: Bir şey ne kadar ihtiyaç
anında verilirse o kadar sevab olur.
Fakirin birine elbise verilmesinde
zaten sevab vardır. Fakat vücudunda
elbise olmayan yada eskimiş ve
yıpranmış elbise giyen birine elbise
giydirmek sıradan bir fakire elbise
giydirmenin sevabından kat kat
fazladır. Fakire yemek yedirmek her
zaman için sevaptır. Fakat açlıktan
güçsüz düşmüş birine yemek
yedirmenin sevabı daha fazladır.
Aynı şekilde herkese su içirmek
sevabtır. Fakat susuzluktan kavrulan
birine su vermek o kadar çok
sevaptır -ki bazen kişinin ömür boyu
işlediği günahların bir çoğuna
keffaret olur-. On numaralı hadiste
de geçtiği gibi susamış bir köpeğe
su vermesi yüzünden fahişe bir
kadının bütün ömrü boyunca işlediği
günahları affedilmiştir. 23 numaralı
ayetin izahında Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi vesellem'in şu
hadisi geçmişti: "Miskin, bir-iki
lokma için kapı kapı dolaşan kimse
değildir. Asıl miskin kazancı
ihtiyaçlarını karşılamayan ve
durumunu bilmediklerinden dolayı
halkın kendisine yardım edemediği
kimsedir. İşte asıl mahrum
budur".Onbir numaralı hadisin
izahında açları doyurmanın
faziletleri hakkındaRasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm pek çok
sözleri zikredilmiştir.Hz. Ibnİ Ömer
radiyailahu anhuma'Öan Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi vesellem şöyle
buyurdu: "Her kim bir müslüman
kardeşinin ihtiyacını karşılamakla
meşgul olursa, Allah celle ceiaiuhu
da o kimsenin ihtiyaçlarını
karşılamaya yönelir. Her kim de bir
müslümandan bir sıkıntıyı giderirse,
Allah ceiie ceiaiuhu da kıyamet
musibetlerinden bir musibeti ondan
uzaklaştırır. Kim bir müslümanın
(kusurlarını veya bir elbise ile
bedenini) örterse, Allah ceiie
ceiaiuhu da kıyamet günü (aynı
şekilde) onu örter"Buna
benzer konular birçok sahabelerden
değişik rivayetlerle
nakledilmiştir. Bir hadiste şöyle
buyurulmuştur: "Her kim örtülmesi
gereken şeyi (beden veya kusuru)
gördüğünde onu örterse, canlı olarak
kabire gömülen bir adamı kabirden
çıkarmış gibi ona sevab verilir. Ayetler
kısmının 25 numaralı ayetinde Allah
ceiie ceiaiuhu şöyle buyurmuştu:
"Sizden, Mekke'nin fethinden önce
Allah yolunda malını harcayıp
savaşanlarla, daha sonra infakta
bulunup savaşanlar bir değildir". (Hadîd-10)
Alimler bunun sebebini şöyle
açıklıyorlar: Mekke'nin fethinden
önce ihtiyaç fazlaydı. Bundan
dolayı fetihten önce sadaka vermenin
derecesi Mekke'nin fethinden sonra
verilen sadakadan daha üstün
olmuştur.Cemel tefsirinin yazarı
diyor ki: Bunun sebebi o kimselerin
İslam'ın ve müs-lümanların izzet
zamanından önce harcama
yapmalarıdır. O vakitte müslümanlar
malî ve bedenî yardıma çok
muhtaçtılar. İşte Muhacir ve
Ensar'dan sâbikîn ve evvelin denilen
zatlar bunlardır. Onlar hakkında
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
vesellem şöyle buyurmuştur:
"Sizlerin Uhud dağı kadar altın
tasadduk etmeniz, onların vereceği
bir müdd yada yarım müdd miktarına
eşit olamaz.Bunlara
ilave olarak daha başka pek çok
rivayetlerde değişik ifadelerle
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
vesellem ihtiyaç sahibini tercih
etmeye teşvik etmiş ve uyarıda
bulunmuştur. Velime (düğün yemeği)
davetini kabul etmeye teşvik eden
pek çok rivayetler vardır. Ancak bir
hadisi şerifte Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi vesei-lem, "En kötü yemek
zenginlerin çağrılıp, fakirlerin
terk edildiği velime yemeğidir"
buyurmuştur. Yani
zenginlerin davetli olduğu ve
fakirlerin davet edilmediği bir
tarzda düzenlenen bir velime yemeği
en kötü yemektir. Eğer böyle bir
durum söz konusu değilse velime
yemeği sünnettir. Bir hadisi şerifte
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
vesellem buyuruyor ki: "Kim suyun
bulunduğu yerde bir müslümana su
içirirse, bir köle azad etmiş gibi
sevab kazanır. Her kim de su
bulunmayan bir yerde birine su
içirirse, sanki onu diriltmiş gibi
olur. Yani sanki ölmekte olan birini
ölümden kurtarmış gibi olur" Bir
hadiste, "En. iyi sadaka aç olan
(insan veya hayvan)a yemek
yedirmektir" buyurulmuştur. Yine bir
hadisi şerifte şöyle geçmektedir:
"Allah ceiie ceiaiuhu katında en
sevimli amel aç olan bir fakire
yemek yedirmek veya onun borcunu
ödemek yada onun sıkıntısını
gidermektir"Ubeyd
bin Umeyr raöıyaiiahu anh diyor ki:
Kıyamet gününde insanlar çırıl
çıplak ve son derece aç ve susuz
olarak haşrolacaklardır. Her kim
dünyada Allah rızası için birine
yemek yedirmişse, Allah cem ceiaiuhu
o gün ahirette onun karnını
doyuracaktır. Kim Allah için birine
su içirmişse, Allah celle ceiaiuhu
da o kimseye su içirecek-tir. Kim de
birine elbise giydirmişse, Allah
ceiie ceiaiuhu da ona elbise
giydirecektir"
14) Ebu Hureyre
radıyallahu anh'dan Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseltem buyurdu
ki: "Kocasız kadının ve miskinin
ihtiyacını gidermek için çalışan
kişi Allah yolunda çalışan (cihad
eden) kimse gibidir". Zannediyorum
(Allah'ın Rasûlü) şunu da ilave
etti: "O kimse bütün gece aralıksız
ibadet eden ve iftar etmeden devamlı
gündüzleri oruç tutan gibidir". (Mişkat)
İZAH: Kocasız
kadının genel manası, kocası ölmüş
olan veya hiç evlene-memiş kadındır.
Bu hadisi şerifte söylenen faziietve
sevab bu iki kadının ihtiyacına
koşanlar içindir. Onun gayretleri
netice versin veya vermesin önemli
değildir. Bir hadiste şöyle
buyurulmuştur: "Kim bir müslüman
kardeşinin ihtiyacını gidermek veya
ona faydalı olmak için yürürse, ona
Allah yolunda cihad edenlerin sevabı
verilir" Başka
bir hadiste ise, "Kim darda kalmış
bir kardeşine yardım ederse, Allah
ceiie ceiaiuhu dağların bile
yerinden oynadığı o (kıyamet)
gününde onun ayaklarını sabit
kılacaktır" denmiştir. Yani
dağların bile yerinde duramayacağı
o günde bu kişi sebat edecektir. Bu
hadisi şeriften şöyle ince bir nokta
daha meydana çıkıyor. İnsanların
imdadına koşan ve onlara yardım
edenler, insanların ayağı kaymaya
başladığı fitne ve fesat devrinde
(bugünlerde olduğu gibi) (din
üzerinde) sabit kalırlar. Bir
hadisi şerifte de, "Bir kimse bir
müslüman kardeşinin dünyevi
ihtiyaçlarından birini giderirse,
Allah da onun yetmiş hacetini
giderir. Onların en aşağı derecesi
onun günahlarının bağışlanmasıdır"
diye geçmektedir.Bir
hadisi şerifte şöyle buyurulmuştur:
"Kim müslüman kardeşinin
ihtiyacının hükümete (yetkililere)
ulaşmasına aracı olur ve bu yolla
ona bir fayda ulaşır veya bir
sıkıntısı yok olursa, Allah ceite
ceiaiuhu aracı olan kişiye kıyamet
günü Sırat Köprüsü'nde insanların
ayaklarının kaymakta olduğu zaman
oradaki yürüyüşünde yardım eder". Bu
sebeple idarecilerle görüşebilen
veya işadamları ve patronlarla
irtibatı olanlar özellikle bu
hadisteki müjdeden istifade
etmelidirler. İşçilerin, memurların
ve halkın ihtiyaçlarını tespit
ederek patronlara ve idarecilere
kadar ulaştırmak gerekir. "Niçin
boşu boşuna el-âlemin işine
burnumuzu sokalım ki?" diye
düşünmeyelim. Sırat köprüsünü geçmek
çok çetin ve çok zor bir iştir. Bu
basit gayretle insanlar için ne
büyük kolaylıklar meydana
gelmektedir. Ancak her yerde
niyetin yalnız Allah için olması
şarttır. Şan, şöhret ve insanlar
arasında izzet sahibi olmak niyeti
olmamalıdır. Gerçi bir işi yalnız
Allah rızası için yapmakla sayılan
bütün bu şeyler elde edilmiş
olacaktır. Hatta kendi istek ve
irademizle olması gerekenden daha
fazla bir ölçüde olacaktır. Fakat
kişinin bu şeylere (şan, şöhret,
izzet vs.'ye) niyet etmesi bu
yaptığı iyiliği ve çalışmayı Yüce
Mevlâ için olmaktan çıkarmaktadır.
15) Ebu
Zer radıyailahu anh'dan Rasûlullah
satlallahu aleyhi vesellem
buyurdular ki: "Allah üç sınıf
insanı sever. Üç kısım insana da
buğz eder. Allah'ın sevdiği kimseler
şunlardır; Bir topluluğun yanına
(ihtiyaç sahibi) birisi gelir ve
sırf Allah için onlardan bir şeyler
ister. Bir akrabalıktan dolayı
istemez (zaten o kimsenin o
toplulukla arasında bir akrabalık
bağı yoktur). O top-luluktakiler de
ona bir şey vermezler. Topluluğun
arasından birisi kalkar ve onlardan
gizlice o fakire bir şeyler verir.
Allah'tan ve o fakirden başka
kimsenin haberi olmaz. (İşte bu
insan Allah'a çok sevimlidir.
İkincisi o kimsedir ki,) bir
topluluk bütün gece sefer yaptıktan
sonra uyku onlar için her şeyden
daha sevimli olur. Biraz uyumak için
başlarını koyup uzanırlar. Onlardan
bir tanesi namaza durarak Allah'ın
huzurunda hıçkırarak ağlamaya ve
Kur'an okumaya başlar, (üçüncüsü)
bir toplulukla cihada katılan
kimsedir ki, düşmanla karşılaşıp da
arkadaşları yenilince göğsünü
düşmana çevirerek tek başına ileri
atılır şehit edilir veya galip
gelir.Allah'ın buğz ettiği üç kişiye
gelince. Onlardan birincisi;
yaşlıyken zina eden ihtiyar.
İkincisi; kibirli olan fakir.
Üçüncüsü ise; zulüm yapan
zengindir."
(Tirmizi, Neseî, Mişkat)
İZAH: Bu
altı kişi hakkında buna benzer
konularda pek çok ve değişik
rivayetler gelmiştir. Bu hadis
dokuz numaralı ayetin açıklamasında
geçmişti. Bazı rivayetler de bu
kimselerden sadece biri zikredilmiş,
bazılarında da birden fazla kişi
zikredilmiştir. Bir hadisi şerifte
şöyle geçmektedir: "Üç yerde kulun
duası reddedilmez. Yani mutlaka
kabul edilir. Onlardan birincisi;
hiç kimsenin kendisini görmediği
bir sahrada veya ormanda olan ve
orada ayağa kalkarak namaz kılan
kimse (işte o zaman onun duası
mutlaka kabul olur). İkincisi; bir
toplulukla savaşa katılan ve
arkadaşları kaçtığı halde kendisi
tek başına kalıp (düşmana karşı
koyan) kimsedir. Üçüncüsü; gecenin
sonuna doğru Allah'ın huzurunda
duran kimsedir.Başka
bir hadisi şerifte de şöyle
geçmektedir: "Üç kimse vardır ki
Allah ceiie ceiaiuhu kıyamet gününde
onlarla konuşmaz, onları temize
çıkarmaz ve rahmet nazarıyla onlara
bakmaz. Onlar İçin acıklı bir azab
vardır. Bunlar; 1-Zinaeden ihtiyar,
2-Yalancı deviet başkanı, 3-Kibirli
fakirdir Temize
çıkarmaz sözünün manası şu da
olabilir: Onları günahlarından
temizlemez veya onlara tanışık
muamelesi yapmaz. Bir diğer hadisi
şerifte şöyle buyurulmuştur. "Allah
ceiie ceiaiuhu kıyamet günü üç sınıf
insana rahmet nazarıyla bakmaz.
Onlar için acıklı ve çetin bir azab
vardır: Bunlar; 1-Yaşlı olduğu halde
zina eden ihtiyar, 2-Kibirli fakir,
3-Alış verişinde her vakit yemin
eden kimsedir. O hem satın alırken
hem de satarken yemin eder (yani
yerli yersiz, gerekli gereksiz, sık
sık yemin eder. Böyle yapmak
Allah'ın yüce şanına yapılan bir
saygısızlıktır)". Diğer bir hadisi
şerifte buyurulmak-tadır ki: "Yarın
kıyamet gününde Allah ceiie ceiaiuhu
üç sınıf insanın yüzüne bakmaz.
Birincisi; Zina eden yaşlı.
İkincisi; yemin etmeyi kendine
sermaye edinmiş, her doğru ve yanlış
için yemin eden kimse. Üçüncüsü;
böbürlenen kibirli fakirdirBir
hadisi şerifte de şöyle
buyurulmuştur: "Allah celie ceiaiuhu
üç kimseyi sever ve üç kişiye de
buğz eder. Sevdiklerinden birincisi;
herhangi bir toplulukla cihada
katılan, düşmanın karşısında savaşı
kazanana veya şehit olana kadar
göğsünü gererek duran kimsedir.
İkincisi; bir cemaatle sefere
çıkarak gecenin büyük bir bölümü
geçtikten sonra topluluk biraz
dinlenmek için yattıkları sırada
ayağa kalkarak namaza duran ve kısa
bir zaman sonra yola devam etmek
için arkadaşlarını uyandıran
(kendisi ise hiç uyumayan) kimsedir.
Üçüncüsü; komşusu kendisine eziyet
verdiği halde onun eziyetine ölüm
veya bir yolculuk sebebiyle
komşusundan ayrılana kadar sabreden
kimsedir (yani komşusuyla beraber
kaldığı müddetçe ondan gelecek
eziyetlere sabreder), Allah'ın buğz
ettiği üç kişiye gelince: Onlardan
biri devamlı yemin eden tüccar,
ikincisi; kibirli fakir. Üçüncüsü
ise sadaka verdikten sonra
sadakasını başa kakan cimri
kimsedir.
16) Fatima
bintî Kays radıyallahu anfta'dan
RaSUİUİlah sallallahu aleyhi
vesel-lem buyurdular ki: "Muhakkak
malda zekattan başka da hak vardır".
Sonra sözünü teyid etmek için Bakara
suresinden şu ayeti sonuna kadar
okudu:
(Tirmizİ, İbni Mace)
İZAH: Bu
ayetin açıklaması ayetler bölümünün
ikinci ayetinde geçmişti. Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem Efendimiz
malda zekattan başka da hak
bulunduğuna bu ayeti kerime ile
karar vermiştir. Bu kararın veriliş
sebebi açıktır. Şöyle ki, ayeti
kerimede kendi malını akrabalara,
yetimlere, fakirlere, misafirlere
ve isteyen (dilencilere) ve bir de
esir ve köleleri kurtarmak için
harcamaya özel olarak teşvik
edilmiştir. Bütün bunlardan sonra
zekat vermek ayrıca
zikredilmiştir.Müslim bin Yesâr
rahmetuliahi aleyh şöyle diyor:
"Namaz iki kısımdır. Farz ve nafile.
Aynı şekilde zekat da iki kısımdır
(farz ve nafile). Kur'an'da buların
her ikisi de zikredilmiştir. Ben
size bunları söyleyeyim mi?" Halkın
sorması üzerine yukarıda geçen ayeti
okudu. Malın zikredilen yerlere
harcanmasından bahseden ayetin
başlangıç bölümünü okudu ve
"Bunların hepsi nafiledir" buyurdu.
Sonra zekatla ilgili kısmı okuyarak,
"İşte bu farzdır" buyurdu.Allame
Tîbî rahmetuliahi aleyh diyor ki:
"Bu hadisi şerifte bahsedilen Hak
kelimesinden maksat kişi
(kendisinden bir şeyler) isteyeni ve
kendisinden borç isteyeni mahrum
etmemeli, evindeki basit eşyaları
ödünç olarak isteyeni de geri
çevirmemelidir. Mesela biri tencere,
tabak vs. isterse vermemezlik
yapmamalı, su, tuz ve ateş
isteyenleri de
reddetmemelidir."Aüame Kâri
rahmetuliahi aleyh buyuruyor ki:
"Rasûlullah sallallahu aleyhi
vesel-/em'in bu hadiste okuduğu
ayeti kerimede zekatın dışında
zikredilen şeyler kastedilmiştir.
Mesela; akrabayı gözetmek, yetimlere
ihsanda bulunmak, miskin, misafir
ve dilencilere vermek, insanları
azad ederek kurtarmak gibi.Mezahirül
Hak'km yazarı diyor ki: "Zekat
farzdır. Mutlaka verilmesi gerekir.
Zekatın dışında kalan nafile
sadakalarda müstehabdır. Oların da
verilmesi gerekir. O sadakalar
şunlardır" Bu sözlerden sonra yazar
Allâme Tîbî rahmetuliahi aleyh ve
Allâme Kârî rahmetuliahi aieyh'm
sözlerinin tercümelerini yapmış ve
şöyle yazmıştır: "Bu ayeti
Rasûlullah sallallahu aleyhi
veseiiem kendi sözüne delil olarak
okumuştur. Şöyle ki, bu ayette
Allah ceiie ceiaiuhu önce
yakınlarına, yetimlere ve
diğerlerine mal veren mü'minleri
övmüştür. Bununla beraber namaz
kılan ve zekat veren mü'minleri de
övmüştür. Hülâsa, bu ayetten
anlaşılan zekat dışında mal
vermektir. İşte bu da nafile
sadakadır".özet olarak Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem'\n
yukarıdaki hadiste buyurduğu, "Mal
da zekattan başka da hak vardır"
sözü bu ayetle sabit olmuştur. Şöyle
ki, önce nafile sadaka zikredilmiş
daha sonra vacib olan sadaka (yani
zekat) zikredilmiştir. Allâme Cessâs
Râzi rahmetuliahi aleyh'in yazdığına
göre bazı alimler bu ayetten vacib
olan haklar manasını çıkarmışlardır.
Akrabadan birini şiddetli ihtiyaç
halinde gördüğünde onu gözetmek veya
zaruret kendisini helak olma
derecesine getirmiş olan bir ihtiyaç
sahibine harcamak gibi. Bu durumda
onun açlığını giderecek kadar vermek
vacibtir. Daha sonra Allâme Râzi,
"Mal da zekattan başka da hak
vardır" hadisini naklederek şöyle
dedi: "Bundan hâkimin nafakasının
karşılanmasına karar verdiği yoksul
akrabalara harcama yapmak da
kastedilmiş olabilir. Zor durumda ve
çaresiz kalmış kimseye vermek de
olabilir. Nafile haklar da olabilir.
Çünkü Hak kelimesi vacib ve nafile
olan hakların her ikisi için
kullanılır."Fetâvâ-i Alemgiriye de
şöyle geçmektedir: Çalışmak için
dışarı çıkmaktan ve dinlenmekten
aciz olan muhtaç birini yedirmek
halkın üzerine vacibtir. Bu konu üç
kısma ayrılır:
1. Muhtaç
kişi dışarı çıkmaktan aciz kalınca
onun durumunu bilen herkese onu
yedirmek farz olur. Yemeğin miktarı
muhtaç olan kimsenin dışarı
çıkabileceği ve farzları edâ
edebileceği ölçüde olması gerekir.
Tabii ki bu yedirme işi muhtaç
olanın halini bilen ve yedirmeye de
gücü yeten kişinin görevidir. Eğer
yedirmeye gücü yetmiyorsa o zaman
başkalarına haber vermesi gerekir.
Eğer yedirmeye gücü yetmez ve
başkalarına da bildirmezse ve bunun
sonucunda o muhtaç kimse ölürse,
onun halini bilen herkes günahkar
olur.
2. Muhtaç
olan kişi eğer dışarı çıkabiliyor
ancak çalışıp kazanmaya gücü
yetmiyorsa, onun bu durumunu
bilenler ona vacib olan sadakalarını
vererek yardım etmelidirler. Eğer o
kişinin çalışmaya gücü yetiyorsa
artık onun insanlardan istemesi
caiz değildir.
3. Eğer
o muhtacın dışarı çıkmaya gücü
yetiyor da kazanmaya gücü
yetmiyorsa, onun çıkarak
insanlardan istemesi (dilenmesi)
gerekir. Eğer istemezse günahkar
olur.
17) Hz.
Büheyse radıyaiiahu anha diyor ki:
Babam, "Ya Rasûlallah Hangi şeyi
(isteyene) vermemek helal değildir"
dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
ve-seiiem, "Suyu" buyurdu. Babam,
"Ey Allah'ın Nebisi hangi şeyi
vermemek helal değildir" deyince
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseihm, "Tuzu" buyurdu. Babam, "Ey
Allah'ın Nebisi hangi şeyi vermemek
helal değildir" dedi. Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Sen
kimeiyilikyaparsano enin için
hayırlıdır" buyurdu. (EbûDavûd,
Mişkat)
İZAH: Hadisi
şerifte geçen su'dan kasıt kuyudan
su almak ve tuz'dan kasıt tuz
madeninden tuz almaksa, islam'a göre
de kimseyi bu şeylerden menetme
hakkı yoktur. Ancak eğer su veya tuz
kişinin kendi mülkiyetinde olursa o
zaman Rasûlullah saiiatiahu aleyhi
veseiiem yukarıdaki hadisi şerifte
şuna dikkatleri çekmek istemiştir:
Böyle basit şeyleri isteyen kimsenin
talebi asla geri çevirilmemelidir.
Bu gibi şeyleri vermekle veren
hiçbir şey kaybetmez ama isteyenin
büyük bir ihtiyacı karşılanmış olur.
Tabi şu da var ki, verecek kimsenin
aynı derecede o şeye ihtiyacı
olmamalıdır. Ancak genellikle bu
gibi şeyler evlerde devamlı
bulunmaktadır. Kişinin ani bir
ihtiyacı da bu maddelere bağlı
değildir. Öyleyse birinin
tenceresindeki yemek tuzsuz ise
biraz tuz katmakla onun bütün
yemeğine tat gelir. Sizin ele bir
kaybınız olmaz. Suyun durumu da
aynıdır.Hz. Aişe radıyallahu
anha'Ğan rivayete göre Rasûlullah
saüallahu aleyhi veseiiem buyurdu
ki: "Üç şeyi vermemek caiz değildir.
Onlar; su, tuz ve ateştir". Ben, "Ya
Rasûlallah biz suyu anladık (ki
gerçekten çok lazım olan bir
şeydir). Ancak tuz ve ateşte ne
vardır" dedim. Buyurdu ki: "Ey
Hümeyrâ, bir şahıs birine ateş
verirse sanki o şahıs o ateşte pişen
bütün yiyecekleri sadaka vermiş
gibidir. Kim tuz verirse, sanki o
tuzla tatlanmış olan şeyleri sadaka
olarak vermiş gibidir" Bir
bakıma bu iki şeyde (ateş ve tuzda)
basit bir harcama yapmakla başkasına
büyük fayda sağlanmış
olur.Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem yukarıdaki hadiste örnek
olarak iki şeyi zikrettikten sonra
şöyle bir kaide söylemiştir: "Kime
hangi iyiliği yaparsan o senin için
hayırlıdır."
"İyilik istersen iyilik yap "Gerçek
şudur ki; insan birine herhangi bir
iyilikte bulunursa o görünüşte
başkasına iyiliktir, hakikatte ise
kendi kendine iyiliktir. Ayetler
bölümünde 20. ayette Allah celle
celaluhu şöyle buyurmuştu: "Allah
yolunda her ne harcarsanız Allah
onun karşılığını verir". Hadisler
bölümündeki 2. hadiste de şöyle
geçmişti: "Her gün iki melek şöyle
dua ederler; <Allah'ım malını hayra
harcayanlara karşılığını nasip eyle.
Malını harcamayıp tutanın da malını
berbat eyle>". Bu durumda kim birine
bir iyilik yaparsa, o malını berbat
etmekten korumuş, onun karşılığında
Allahu Teâlâ'nın hazinesinden kendi
hesabına mükafat almayı hak
etmiştir. Basiret gözüyle bakmak
nasip olursa görülür ki, bu yapılan
gerçekten başkalarına en ufak bir
iyilik değildir. Aksine kendisine
iyilik yaptığın o kişi sanki senin
evini soygundan ve yağmadan korumuş
olur. Bu açıdan bakılınca o sana
iyilik yapmış olur, sen ona değil...
18) Hz.
Sa'd bin Ubâde radıyaiiahu anh şöyle
dedi: "Ya Rasûlallah annem Ummü Sa'd
vefat etti. (Onun ruhuna bağışlamak
için) hangi sadaka dahaüstündür?"
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem, "Su (en üstün sadakadır)"
buyurdu. Bunun üzerine Hz. Sa'd
radıyaiiahu anh sevabını annesine
bağışlamak i-çin bir kuyu kazdı ve
"Bu Ümmü Sa'd içindir" dedi. (Malik,
Ebö Dâvûd, Neseî, Mişkât)
İZAH: Medine-i
Münevvere'de suya fazla ihtiyaç
olduğu için Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem suyun en üstün
sadaka olduğunu söylemiştir. Birinci
sebep, sıcak ülkelerin her yerinde
özellikle suya ihtiyaç
duyulmaktadır. Bir de o vakit
Medine-i Münevvere'de su azdı. Diğer
bir sebepte şudur: Suyun faydası
çoktur ve herkesin ihtiyacıdır. Bir
hadiste şöyle buyurulmuştur: "Bir
kimse su akıtırsa ve Ölürse,
insanlar veya cinler yada kuşlar o
sudan içerlerse, kıyamete kadar onun
sevabı ölen kimseye yazılır."Hz.
Abdullah İbni Mübarek mhmetuiiahi
aleytim yanına bir adam geldi ve
"Benim dizimde bir yara var, Yedi
seneden beri her türlü ilaç ve
tedaviyi denedim, hiç birinden bir
fayda göremedim. Büyük doktorlara da
başvurdum" dedi. Hz. Abdullah İbni
Mübarek rahmetuiiahi aleyh ona şöyle
dedi: "Suyun az bulunduğu bir yere
kuyu açtır. Ben Allah'tan ümit
ediyorum ki kuyudan su çıktığında
senin dizindeki çıban kapanacaktır".
Nitekim adam denileni aynen yaptı ve
dizindeki yara iyileşti.Meşhur
muhaddis Ebû Abdullah Hâkim
rahmetuiiahi aleytiın yüzünde bir
yara çıkmıştı. Her türlü tedaviyi
uyguladı ama hiçbir faydası olmadı.
Bir seneyi bu durumda geçirdi. Bir
defasında Üstad Ebû Osman Sabûni
rahmetuiiahi aieytiöen dua talep
etti. Günlerden Cuma idi. O zat uzun
süre dua etti. Oradaki cemaat "Amin"
dediler. Ondan sonraki Cuma günü bir
kadın geldi ve elindeki bir kağıt
parçasını o meclise takdim etti. O
kağıtta şöyle yazıyordu: "Ben geçen
Cuma günü eve döndüğümde Hâkim için
büyük bir ihtimamla dua ettim. Sonra
rüyamda Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem'\ gördüm. Buyurdu
ki; <Hâkim'e söyle. Müslümanlara
suyu bollaştırsın>". Hâkim bunu
duyunca evinin kapısına bir sebil
yaptı. Ona ihtimamla su dolduruyor
ve içine de buz atıyordu. Henüz bir
hafta olmuştu ki yüzündeki bütün
yaralar tamamen iyileşti. Yüzü
öncekinden daha güzel bir şekil
aldı.Bir
hadiste Hz. Sa'd radtyaliahu anh'm
şöyle dediği geçmektedir: "Ya
Rasûl-allah annem hayatta iken benim
malımla hac ederdi. Benim malımdan
sadaka verir, akrabayı gözetir ve
insanlara yardım ederdi. Artık o
ahirete intikal etti. Bütün bu
işleri onun adına biz yapsak ona bu
amellerin sevabı ulaşır rnı?" Bunun
üzerine Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem, "Evet ulaşır" buyurdu.Bir
hadiste şöyle geçmektedir: Bir kadın
Rasûlullah satiaiiahu aleyhi
veseiiem'e şöyle bir soru sordu;
"Annem aniden öldü. Eğer aniden
ölmeseydi bir miktar sadaka
verecekti. Ben onun adına biraz
sadaka versem, o sadaka vermiş
sayılır mı?" Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem, "Evet. Sen onun
adına sadaka ver" buyurdu.Vefat
etmiş olan kimse ana, baba, koca,
hanım, bacı, evlat ve diğer
akrabalardan ise bilhassa ölen
kişiden kendisine mal hissesi düşmüş
veya ölen kişiden özel olarak
iyilikler görmüş ise (mesela hocalar
ve mürşidler gibi...) onların
ruhlarına sevab bağışlamak için çok
gayret edilmelidir. Kişi onların
malından yararlansın, onlar
hayattayken onların iyiliklerinden
faydalansın ama o kişiler ne zaman
(vefat edip) yaptıkları iyiliklere
ve hediyelere muhtaç olunca bu kişi
onları unutuversin. Bu büyük bir
yüzsüzlüktür.İnsan ölünce ameli
biter. Ancak Sadaka-i Cariye
bıraktıysa veya Sadaka-i Cariye
hükmünde olan bir amel işlediyse, o
müstesnadır. Bu konu ileride
gelecektir. İnsan öldükten sonra
başkalarının sevab bağışlama, dua
vs. ile imdadına yetişmelerine
muhtaç olur ve bunu bekler.Bir
hadiste şöyle buyurulmuştur: "Ölü
kabrinde su da boğulmakta olan ve
bir kurtarıcı bekleyen adama benzer.
Babasından, kardeşinden ve diğer
yakınlarından bir dostunun en
azından bir dua etmek suretiyle
yardım ulaştırmasını bekler.
Kendisine böyle bir yardım ulaşınca
bu onun için bütün dünyadan daha
sevimli olur"Bişr
bin Mansûr rahmetuiiahi aleyh diyor
ki: Tâûn salgını olduğu zamanlarda
bir adam sık sık cenaze namazlarına
katılır, akşam üstü de kabristanın
kapısında durarak şu duayı
yapardı;"Allah yalnızlığınızı,
alışkanlığa çevirsin. Garipliğinize
merhamet etsin. Hatalarınıza
müsamaha göstersin. İyiliklerinizi
kabul etsin". Bu duadan sonra evine
dönerdi. Bir gün Allah'ın hikmeti bu
duayı okumaya sıra gelmeden doğruca
eve geldi. Rüyasında büyük bir
topluluğun yanına geldiğini gördü ve
"Siz kimsiniz, niçin geldiniz?"
dedi. Onlar "Biz kabristanda
kalanlarız. Senden her akşam bize
hediyeler gelirdi. Sen bizi bunlara
alıştırdın" dediler. O, "Hangi
hediye" diye sorunca, onlar "Hergün
akşamleyin yaptığın dualar bize
hediye şeklinde ulaşıyordu"
dediler. O şahıs diyor ki; "Ben bir
daha asla o duayı terk
etmedim"Beşşâr bin Galib Necrânî
diyor ki: Ben Râbia Basriyye
rahmetuiiahi aieyha için çok dua
ederdim. Bir defasında onu rüyamda
gördüm. Şöyle diyordu: "Ey Beşşâr,
senin hediyelerin bize nurdan
tepsiler içinde üzerlerinde ipek
örtüler olduğu halde ulaşıyor". Ben,
"Bunun sebebi nedir?" diye sorunca
dedi ki: "Müslümanların ölüler için
yaptıkları dualar kabul edilince o
dua nur tepsileri içinde üzerleri
ipekle örtülmüş bir vaziyette ölünün
yanına götürülür ve <Bunu falan
şahıs sana hediye olarak gönderdi>
denilirİlerideki
hadisin açıklamasında da buna benzer
bir çok olaylar gelecektir. İmam
Nevevî rahmetuiiahi aleyh Müslim-i
Şerifin şerhinde şöyle yazıyor:
"Sadakanın sevabının ölüye ulaşması
konusunda müslümanlar arasında görüş
ayrılığı yoktur. Bu mezheb (görüş)
haktır. Bazıları şöyle yazmışlardır;
<Kişi öldükten sonra ona sevab
ulaşmaz>. Bu görüş kesinlikle
bâtıldır ve açık bir hatadır. Bu
görüş Kur'an-ı Kerim'e ters
düşmektedir. Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiemln hadislerine ters
düşmektedir. İcma-i Ümmete de ters
düşmektedir. Bundan dolayı bu söz
asla iltifat edilmeye layık değildirŞeyh
Takıyyuddîn rahmetuiiahi aleyh
buyuruyor ki: "Kim, <lnsana sadece
kendi işlediği amelin sevabı
vehlir> diye düşünürse, o İcma-i
Ümmet'e ters düşmüştür. Çünkü
ümmet, <insana başkasının duası
fayda verir> diye icma etmiştir.
İşte bu başkasının ameliyle olan bir
faydadır. Bir de Peygamberimiz
saiiaiiahu aleyhi veseilem mahşer
meydanında şefaat edecektir. Aynı
şekilde diğer peygamberler ve
salihler şefaat edeceklerdir. Bütün
bunlar başkasının ameileriyle olan
faydalardır. Ayrıca melekler
mü'minler için duâ ve istiğfar
ederler (Mü'min süresinin 7.
ayetinde geçtiği gibi). Bu
başkasının amelinden istifadedir.
Bir de Allahu Teâlâ yalnız kendi
rahmetiyle pek çok insanın günahını
affedecektir. Bu da kişinin kendi
çalışması ve amelinin dışında kalan
bir faydadır. Aynı şekilde
mü'minlerin evlatları kendi
ebeveynleri ile Cennete
gireceklerdir (Tur süresinin 21.
ayetinde geçtiği gibi). Bu da
başkasının amelinden istifadedir.
Birde Haccı Bedel yapmakla ölünün
üzerine farz olan hac edâ edilmiş
olur. Bu da başkasının amelinin
fayda-sıdır. Kısacası bu konu
hakkında sayılamayacak kadar delil
ve hüccet vardır.Bir
Allah dostu şöyle diyor: Kardeşim
vefat etti. Ben onu rüyamda gördüm
ve "Sen kabre konduktan sonra
başından neler geçti?" diye sordum.
Kardeşim "O an yanıma ateşten bir
alev geldi. Ancak hemen onunla
birlikte bir şahsın duası da bana
kadar ulaştı. Eğer o duâ olmasaydı o
alev beni yakacaktı."Ali Bin Musa
Haddâd rahmetuiiahi aleyh diyor ki:
Ben Ahmed bin Hanbel rah-metuiiahi
aleyh ile birlikte bir cenazeye
katılmıştım. Muhammed bin Kudâme
Cevheri rahmetuiiahi aleyh de
bizimle birlikteydi. Cenaze defin
edilince bir âmâ adam gelip kabrin
yanına oturdu. Kur'an-ı Kerim
okumaya başladı. Hz. İmam Ahmed bin
Hanbel rahmetuiiahi aleyh "Kabrin
yanında oturup Kur'an okumak
bid'attir" buyurdu. Biz oradan
dönmek üzereyken yolda Muhammed bin
Kudâme rahmetuiiahi aleyh Hz. imam
Ahmed'e "Size göre Mübeşşir bin
İsmail Halebi nasıl biridir?" dedi.
İmam "O muteber bir adamdır"
buyurdu. Ibni Kudâme rahmetuiiahi
aleyh "Siz ondan da ilim elde
ettiniz mi?" dedi. O "Evet ben ondan
bir çok hadis tahsii ettim"
buyurunca jbni Kudâme rahmetuiiahi
aleyh şöyle dedi: "Mübeşşir bana
anlattı ki, Abdurrahman bin Alâ bin
Leclâc babasından şunu nakletmiştir;
<Babası, vefatı yaklaştığında şöyle
bir vasiyet yapmıştı: Onun kabrinin
başucunda Bakara süresinin
evvelinden ve sonundan
okunacaktı>". İbni Kudâme bunu
dedikten sonra şöyle buyurdu: "Ben
Abdullah Ibni Ömer'in de böyle bir
vasiyet yaptığını duymuştum". Hz.
İmam Ahmed bu kıssayı duyunca İbni
Kudâme'ye "Kabristana geri dön ve
oradaki âmâ adama söyle; Kur'an
okusun" buyurdu. Muhammed bin Ahmed
Mervezî rahmetuiiahi afey/j diyor
ki: Ben Hz. İmam Ahmed bin
Hanbel'den işittim. Buyurdu ki: "Siz
kabristana gidince Elhamdü,
Kulhuvallahü, Kul eûzü birabbil
felak ve Kul eûzü birabbinnas
okuyup, kabirdekilere onların
sevabını bağışlayın onun sevabı
onlara ulaşır.Hanbeli
Fıkhının meşhur kitabı olan Muğnfn\n
yazarı yukarıdaki olayı nakletmiş
ve bu konuda daha başka rivayetleri
de nakletmiştir. Bezlül MechucFöa
Bahr adlı eserden şöyle
nakledilmiştir "Kim oruç tutar veya
namaz kılar veya sadaka verir de
sevabını ölü veya diri olan birine
bağışlarsa, onun sevabı ona ulaşır.
Bağışlanan kişinin diri veya ölü
olması bir şeyi değiştirmez."Ebû
Dâvûd da, Hz. Ebû Hûreyre
rad-.yaiiahuantim şöyle buyurduğu
nakledilmiştir: "(Basra'ya yakın
olan) Mescid-i Aşşâr'a gidip iki
veya dört rekat namaz kılıp <Bu
namaz(ın sevabı) Ebû Hureyre'nindir>
demeyi zimmetine alacak kimse var
mı?"İnsan vefat eden yakınlarına
onların haklarından başka sevap
ulaştırmaya çok özen göstermelidir.
Yakında (öldükten sonra) onlarla
görüşülecek. Onların haklarını,
onların iyiliklerini ve onların
bıraktığı malları kendi işlerini
görmek için harcayıp da onları
hatırlamayan insan ne kadar
utanacaktır.
19) Ebû
Hûreyre radıyaliahu anh'dan
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseilem şöyle buyurdu: "İnsan
öldüğü zaman onun amelinin sevabı
sona erer. Ancak üç şey vardır ki
onların sevabı öldükten sonra da
devam eder. Birincisi; sadaka-i
câriye. İkincisi; insanların
istifade ettiği ilim. Üçüncüsü; ona
öldükten sonra dua eden salih
evlat." (Müslim,
Ebû Dâvûd, Neseî, Mişkât)
İZAH: Allahu
Teâlâ'nm ne kadar büyük ikram ve
ihsanı, lütfü ve keremidir ki, insan
ölüp de amel yapma zamanı sona
erdikten ve amel yapamaz duruma
geldikten sonra bile eğer kabrinde
tatlı tatlı uyumak ve güzel
amellerinin artmasını istiyorsa,
bunun yolunu da Allah ceiie ceiaiuhu
lütfü ile ortaya koymuştur.Bu
yollardan üçünü Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseilem
yukarıdaki hadiste zikredilmiştir.
Onlardan birincisi Sadaka-i
Câr/ye'dir. Yani kişinin, faydası
(ölümden sonra) devam edecek olan
herhangi bir sadaka yapmasıdır.
Mesela içinde insanların namaz
kılabilecekleri bir mescid (cami)
yapmak gibi. O caminin içinde namaz
kılındığı müddetçe sevabı, onu yapan
kişiye ulaşacaktır. Aynı şekilde bir
misafirhane
veya dini işlerde kullanılmak üzere
bir mekan yapıp vakfetmekte aynıdır.
Bunlarla müslümanlara yada dini
işlere menfaat ulaştığı müddetçe o
kişiye de sevap. ulaşır. Halkın
refahı için bir kuyu kazdırmakta
böyledir ki, insanlar ondan su
içtikleri ve abdest aldıkları
müddetçe öldükten sonra da o kişiye
sevabı ulaşacaktır.Bir başka hadiste
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem şöyle buyurdu: "İnsan
öldükten sonra sevabı kendisine
ulaşan şeyler şunlardır: 1-Birine
öğrettiği ve yaydığı ilim, 2-Geriye
bıraktığı salih evlad, 3-Miras
olarak bıraktığı Kur'an-ı Kerim,
4-Yaptırdığı cami ve misafirhane,
5-Akıttığı nehir, 6-Öldükten sonra
sevabı kendisine ulaşacak bir
şekilde sıhhatli iken hayatında
verdiği sadaka.Hadiste
geçen "Sevabı devam eder"
cümlesinden maksat sadaka-i câriye
olarak bir şeyi vermektir. Mesela
vakfetmek gibi... İlmin
yayılmasından maksat, herhangi bir
medreseye yardım etmek veya dini bir
kitap telif etmek veya okuyanlara
kitap dağıtmak yada camilere ve
medreselere Kur'an-ı Kerim ve dini
kitaplar vakfetmektir.Başka bir
hadiste şöyle buyurulmuştur: "İnsan
öldüğü zaman yedi şeyin sevabı ona
devamlı ulaşır. 1-Birine ilim
okutması, 2-Bir nehir akıtması,
3-Bir kuyu açması, 4-Bir ağaç
dikmesi, 5-Bir cami yapması, 6-Miras
olarak Kur'an~ı Kerim bırakması,
7-Kendisine devamlı mağfiret duası
yapacak bir evlat bırakmas Bütün
bunların meydana gelmesinde kişinin
bu işlerin hepsini tek başına
yapması gerekmez. Aksine bir şeyin
meydana gelmesinde az-çok katkıda
bulunursa, kendi hissesi kadar
sevap alır.Yukarıdaki hadiste geçen
ikinci şey insanlara yararı dokunan
din ilmidir. Mesela herhangi bir
medreseye bir kitap vakfetmek
gibi... o kitap kaldığı müddetçe
insanlar ondan istifade
edeceklerdir. Sevabı da
kendiliğinden vakfedene
yazılacaktır. Bir talebenin
masraflarını karşılayarak onu hafız
veya alim yapmak da bu konuya girer.
Onun ilminden ve hafızlığından
istifade edildiği müddetçe (o hafız
ve alim hayatta olsun veya olmasın
farketmez) o (masrafları karşılayan)
a-dama onların sevabı verilecektir.
Mesela bir adam birini hafız yaptı.
O da onbeş-yirmi talebeye Kur'an-ı
Kerim'i okuttu ve vefat etti. Bu
çocuklar Kur'an okudukları ve
okuttukları müddetçe o hafıza başii
başına sevap verilecek, o hafızı
yetiştirene (yani sebep olana) da
ayrıca sevap verilecektir. O
talebelerin okuma ve okutma
silsilesi kıyamete kadar devam
ederse ilk baştan o hafızı
yetiştiren (veya sebep olan)
kimseye kendiliğinden sevap
ulaşacaktır. O insanlar ona ister
sevap bağışlasınlar ister
bağışlamasınlar fark etmez. Bir
kişiyi alim olarak yetiştirmekte
aynen yukarıdaki gibidir. Aracı
olmadan ve aracılar vasıtasıyla onun
ilminden istifade zinciri devam
ettiği sürece önce onu alim
yapanlara hepsinin sevabı verilir.
Daha öncede söylediğimiz gibi burada
da illa da tek başına tam bir hafız
ve tam bir alim yetiştirmesi
gerekmez. Eğer bir hafızın,
hafızlığına bir yardım yapabilmiş,
bir alimin ilim tahsiline herhangi
bir yardım etmiş ise, yardımı
ölçüsünde kıyamete kadar sevap
zinciri devam edecektir.İlmin
yayılması, dinin devamı ve Kur'an-ı
Kerim'in ezberlenmesi uğrunda
herhangi bir şekilde malı ve
canıyla çalışan kimselere ne mutlu!
Dünya hayatı rüyadan öte bir şey
değildir. Bilinmez ki, ne zaman bu
alemden bir anda gideceğiz. Kim
kendisi için ne kadar hayır
sermayesi bırakıp giderse, işte o
sağlam ve kârlı bir iş (yapmış
olur). Sevenler, yakınlar, dostlar,
akrabalar hepsi birkaç gün ağlayıp
hatırlayıp kendi işleriyle meşgul
olup unutacaklardır. İşe yarayacak
olan şeyler ise insanın hayattayken
kendi hesabına (bitmez, tükenmez
bankaya) bir şeyler yatırmasıdır.
Böylece sermayesi muhafaza altında
olup, geliri de kıyamete kadar devam
eder.Yukarıdaki hadiste zikredilen
üçüncü şey ölümden sonra kişiye dua
eden salih evlattır. Öncelikle
çocukları salih olarak yetiştirmek
başlı başına bir sadaka-i cariyedir.
O ne zaman iyi bir iş yapsa onun
sevabı kendiliğinden ana-babasına
ulaşacaktır. Bir de eğer iyi evlad
ebeveyni için dua ederse -ki, salih
evlad zaten dua eder- bu da ana-baba
için ayrıca bir ahiret
sermayesidir.Ravz adlı eserde Allah
dostu Bâhiye adlı bir kadın hakkında
şöyle bir kıssa geçmektedir: O çok
ibadet ederdi. Vefat edeceği sırada
başını göğe doğru çevirerek şöyle
dedi: "Ey kendisiyle daima beraber
olduğum, hayatımda ve ölümümde
kendisine güvendiğim yüce Zât! Beni
ölüm anında rüsvay etme. kabrimde
beni yalnız bırakma". Onun
vefatından sonra oğlu her Cuma günü
annesinin kabrine gitmeye ve orada
Kur'an okuyup, sevabını annesine ve
bütün kabristan-dakilere bağışlamaya
ihtimam gösteriyordu. Bir gün o,
anasını rüyada gördü ve "Anneciğim
nasılsın?" diye sordu. Anası, "Oğlum
ölümün şiddeti çok çetindir. Ben
Allah'ın rahmeti sayesinde kabrimde
çok rahatım. Altıma reyhan serilmiş,
ipekten yastıklar konmuştur.
Kıyamete kadar bana böyle
davranılacaktır" dedi. Oğlu "Benim
yapabileceğim bir hizmet varsa
söyleyiver" dedi. Anası, "Sen her
Cuma günü yanıma gelip Kur'an
okuyorsun. Bunu bırakma. Sen
geldiğin zaman bütün
kabristan-dakiler seviniyorlar ve
<Senin oğlun geldi> diye bana
müjdelemeye geliyorlar. Ben de senin
gelmene çok seviniyorum. Onlar da
çok seviniyorlar" dedi. Çocuk diyor
ki: "Ben her Cuma aynı şekilde
kabristana gitmeye özen
gösteriyordum. Bir gün rüyamda
gördüm ki erkek ve kadınlardan
oluşan bir topluluk yanıma geldiler.
Ben, <Siz kimsiniz, niçin geldiniz?>
dedim. Onlar, <Biz falanca
kabristanın sakinleriyiz. Sana
teşekkür etmeye geldik. Sen her Cuma
bizim yanımıza geliyorsun ve bizim
bağışlanmamız için dua ediyorsun.
Biz buna çok seviniyoruz. Bunu devam
ettir> dediler. Ondan sonra ben daha
bir gayretle Kur'an okumaya devam
ettim."Bir başka âlim buyurdu ki:
Bir adam rüyasında kabristandaki
mezarların bir anda varıldığını,
içlerinden ölülerin dışarı çıkıp
yerden acele olarak bir şey
topladıklarını gördü. Ancak bir adam
rahatça oturuyor, bir şey
toplamıyordu. Ben onun yanma giderek
selam verdim ve "Bu insanlar ne
topluyorlar" dedim. O, "İnsanlar,
sadaka, dua vs. gibi hayır yapıp
sevabını bu kabristanda bulunanlara
gönderiyorlar. Onların
bereketlerini topluyorlar" dedi.
Ben, "Sen neden toplamıyorsun?"
dedim. O, "Benim ihtiyacım yok.
Çünkü benim bir oğlum var. Falanca
pazarda Zelâbiye satıyor.
O hergün bana bir Kur'an okur (hatim
eder), bağışlar" dedi. Ben sabah
kalkınca adı geçen çarşıya gittim.
Orada bir genç gördüm. Zelâbiye
helvası satıyor, dudakları da
kıpırdıyordu. Bu olaydan bir müddet
sonra ben rüyamda o kabristandaki
adamları ve daha önce kendisiyle
görüştüğüm şahsı aynı şekilde bir
şeyler toplarken gördüm. Sonra
gözlerim açıldı. Hayretler
içindeydim. Sabah kalkınca aynı
çarşıya gittim. Araştırmam sonucu
öğrendim ki o çocuk vefat etmiş.Hz.
Salih Merî rahmetuiiahi aleyh
buyurdu ki: Ben bir kere Cuma
gecesinin son vaktinde camiye
gidiyordum. Sabah namazını orada
kılmak istiyordum. Henüz sabah
vakti girmemişti. Yolda bir
kabristan vardı. Orada bir kabrin
yanına oturdum. Oturur oturmaz
gözlerime bir uyku çöktü. Rüyamda
bütün kabirlerin varıldığını gördüm.
Onlardan ölüler çıkıp aralarında
gülüp eğlenerek konuşuyorlardı.
Kabrinden çıkan bir genç de onların
arasındaydı. Elbisesi kirli, kendisi
üzüntülü bir vaziyette bir köşeye
oturdu. Biraz sonra gökten pek çok
melek indi. Ellerinde tepsiler
vardı. Üzerleri nurdan mendillerle
örtülmüştü. Melekler her şahsa bir
tepsi veriyorlardı. Tepsiyi alan
kendi kabrine gidiyordu. Hepsi
alınca bu genç eli boş olarak
kabrine gitmeye başladı. Ben ona,
"Ne oldu? Sen niçin bu kadar
üzüntülüsün? Bu tepsiler nedir?"
diye sordum. O şöyle dedi: "Bu
tepsilerde hayatta olanların kendi
ölülerine gönderdikleri hediyeler
vardır. Benim ise gönderecek kimsem
yoktur. Bir annem var, o da dünyaya
dalmış. İkinci evliliğini yaptı.
Kendi kocasıyla meşgul oluyor. Beni
hiç hatırlamıyor". Ben ona annesinin
adresini sordum ve sabahleyin o
adrese gidip, annesini çağırıp perde
arkasından çocuğu hakkında bilgi
aldım ve gördüğüm rüyayı anlattım.
Kadın şöyle dedi: "Şüphesiz o benim
oğlumdu. Benim ciğerparemdi. Benim
kucağım onun yatağıydı". Ondan sonra
o kadın bana bin dirhem verdi ve
"Bunu benim oğlum ve benim gözümün
nuru için sadaka ver. Ben bundan
sonra devamlı dua ederek ve sadaka
vererek onu hatırlayacağım, asla
unutmayacağım" dedi. Hz. Salih
rahmetuiiahî aleyh buyurdu ki: Ben
rüyamda tekrar o topluluğu aynı
şekilde gördüm. O genci de çok güzel
bir elbise içinde son derece
sevinçli bir halde gördüm. Koşarak
bana doğru geldi ve "Salih! Allahu
Teâlâ sana hayırlı mükafat nasip
eylesin. Senin hediyen bana ulaştı"
dedi.Kitaplarda
buna benzer binlerce olaylar vardır.
Bazıları bundan önceki hadiste
geçmiştir. Öyleyse kim, "Benim
evladım, ben öldükten sonra da bana
faydalı olsun" diyorsa, gücünün
yettiği kadar onu hayırlı ve salih
yetiştirmek için çalışmalıdır. Bu
aslında evladın iyiliğini
düşünmektir ve kendisi için de
yararlıdır. Allah celle ceiaiuhu
yüce kelamında şöyle buyuruyor:"Ey
İman edenler, kendinizi ve ailenizi
Cehennem ateşinden koruyun" (Tahrim-6)
Zeyd
bin Eşlem rahmetuliahî aleyh diyor
ki: Rasûluliah sallailahu aleyhi
vesellem bu ayeti okuyunca Sahabe-i
Kiram "Ailemizi ve çocuklarımızı
ateşten nasıl koruyacağız?"
dediler. Rasûluliah saiiaiiahu
aleyhi vesellem buyurdu ki: "Onlara
Allah'ın razı olacağı işleri
emredin. Allah'ın sevmediği
şeylerden onları alıkoyun". Bu
ayetin tefsiri hakkında Hz. Ali
kerremailahu vechehunun şöyle
buyurduğu nakledilmiştir: "Kendine
ve aile fertlerine devamlı hayırlı
şeyleri öğret ve onları uyar.Rasûluliah
saiiaiiahu aleyhi vesellem şöyle
buyurmuştur: "Evladının kendisine
güzel muamele yapmasına yardımcı
olan babaya Allah rahmet etsin".
Yani baba kendisine karşı gelmesine
sebep olacak şekilde oğluna
davranmamalıdır. İyi
evlat yetiştirmek de buna dahildir.
Eğer evlat iyi olmazsa (iyi
yetiştirilmezse) ana-babasına ne
yaparsa yerindedir.Bir hadiste şöyle
buyurulmuştur. "Çocuk yedi günlük
olunca akika kurbanı kesilmeli ve
ona isim konulmalıdır. Altı yaşına
girince ona âdâblar öğretilmelidir.
Dokuz yaşına girince yatağı
ayrılmalıdır (yani başkalarının
yanında yatmamalıdır). On üç yaşına
basınca namaz kılmazsa dövülmelidir.
Onaltı yaşına girince nikahı
yapılmalıdır. Ondan sonra baba onun
elinden tutup şöyle demelidir; <Ben
sana âdap öğrettim, seni eğittim,
nikahını da yaptım. Artık ben
dünyada senin fitnenden ve ahirette
senin yüzünden azaba uğramaktan
Allah'a sığınırım Hadiste
"Senin yüzünden azaba uğramak"
ifadesinin maksadı şudur: Pek çok
hadislerde çeşitli başlıklarla
Rasûluliah saiiaiiahu aleyhi
vese/tem'in şu hadisi varid
olmuştur: "Kim kötü bir yol seçerse
bu işine karşılık ona günah yazılır.
Ayrıca ne kadar İnsan onun yüzünden
o kötülükle amel ederse, onların
günahları da ona yazılır. O kötülüğü
işleyenlerin günahından bir şey
eksiltilmez. Onlara yapmış
oldukları kötülükten dolayı ayrı
ayrı günah yazılır. Bir de onu
(kötülüğe başlatana) sebep ve aracı
olduğundan dolayı ayrıca günah
yazılır". O halde çocuklar kendi
büyüklerinin kötü davranışlarını,
onların amelidir diye benimserlerse,
onların bütün günahları büyüklerine
ele yazılır. Öyleyse kendinden
küçüklerin yanında kötü
davranışlarda bulunmaktan özelikle
sakınmak gerekir.Bu hadiste on üç
yaşında namaz kılmayan çocuğu dövme
emri geçmektedir. Daha pek çok
hadislerde şöyle buyurulmuştur:
"Çocuk yedi yaşına girince ona
namazı emrediniz. On yaşına girince
namaz kılmazsa dövünüz". Bu
rivayetler kendi sıhhat ve
çoklukları yönünden diğerlerinden
öncelik kazanmaktadırlar. Hepsinin
neticesi şudur: Çocuk namaz
kılmadığından dolayı babaya onu
dövmesi emredilmiştir. Buna rağmen
namaz konusunda çocuğu uyarmamak
babanın suçudur. Buna karşılık
çocuğunu namaz, oruç ve dini
hükümlere bağlı ve
alışkınyetiştirmekle onun işlediği
amel-i şalinin sevabı babasına
yazılmakla birlikte o salih bir
evlat olup ana-babasına dua
ettiğinde ana-babasına devamlı
olarak çok fazla ecir ve sevap
verilecektir.İbni Malik rahmetuiiahi
aleyh diyor ki: Yukarıdaki hadiste
evlad sözünün yanına salih olması
kaydı konmuştur. Çünkü salih olmayan
evladın sevabı ebeveynine ulaşmaz.
Ayrıca hadiste salih evladın dua
etmesinden bahsedilmiştir. Bu dua
etmeleri için evlatlara bir
teşviktir. Nitekim denilmiştir ki,
salih evladın amelinin sevabı
kendiliğinden babasına ulaşır. İster
evlat dua etsin ister etmesin. Bu
şuna benzer: Bir adam halkın refahı
için bir ağaç diker, insanlar onun
meyvesinden yerlerse, onların
yemelerinin sevabı o ağacı dikene
ulaşır. O insanlar ister ona dua
etsinler isterse etmesinler.Âllâme
Münâvî rahmetuiiahi aleyh diyor ki:
"Babayı dua ile birlikte
zikretmesinin sebebi, evladın ona
dua etmesi için bir tenbih ve
teşviktir. Yoksa herkesin duası
faydalıdır. Dua eden ister evlat
olsun veya bir başkası". Bu hadisi
şerifte önemine binaen üç şey
zikredilmiştir. Bunlardan başka
hadislerde sevabı devamlı olan bazı
şeyler de zikredilmiştir. Bir çok
hadislerde şu ifade geçmektedir:
"Kim güzel bir yol (adet) icad
ederse, o kişiye, o işin sevabı
verilir. Aynı şekilde ne kadar insan
onunla amel ederse, onların hepsinin
amelinin sevabı ona verilecek ve
onlarında sevabından bir şey
eksiltilmeyecektir. Kim de kötü bir
yol açarsa, ona bu yaptığının günahı
verilecek. Bir de ne kadar insan
onunla amel ederse onların hepsinin
amelinin günahı ona yüklenecektir.
Onların günahlarında bu yüzden bir
azalma olmayacaktır."Buna benzer bir
hadiste şöyle buyurulmuştur: "Her
şahsın amelinin sevabı ölümden sonra
sona erer. Ancak Allah yolunda
sınırları koruyan kimsenin sevabı
kıyamete kadar artmaya devam eder.Bunlardan
başka hadislerde bunlara ilave
olarak bazı ameller zikredilmiştir.
Mesela bir ağaç dikmek veya bir
nehir akıtmak gibi. Bu gibi amelleri
Allâme Suyûtî rahmetuiiahi aleyh bir
araya toplamış ve on bir tane
olduğunu söylemiştir. İbni Imâd
rahmetuiiahi aleyh on üç tane
olduğunu tesbit etmiştir. Ancak
onlardan çoğu (yukarıdaki hadiste
geçen) üç şeyin içine girmektedir.
Mesela ağaç dikmek veya nehir açmak
sadaka-i cariye'ye dahildir.
20) Hz.
Aişe radıyaiiahu anha'dan rivayete
göre bir defasında Peygamber
saitaiiahu aleyhi vese//em'in ev
halkı veya Sahabe-i Kiram bir keçi
kestiler (ve onun etini dağıttılar).
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem "Ondan geriye ne kaldı?"
buyurdu. Hz. Aişe radıyaiiahu anha
"Sadece bir butu kaldı (diğerlerinin
hepsi dağıtıldı)" dedi. Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem "O
(dağıtılmayan) buttan başka hepsi
kaldı" buyurdu. (Vmiizi,
Mişkat)
İZAH: Hadiste
geçen ifadeden maksat şudur: Allah
için harcanan bir şey hakikaten
bakidir. Onun sevabı daimi ve
kalıcıdır. Harcanmayıp geriye
bırakılanlar ise fanidir. Geriye
kalanların ebedi kalıcı bir yere
harcanıp harcanmayacağı
bilinmemektedir. Mezahir adlı eserin
yazarı diyor ki: Bu hadis Allahu
Teâlâ'nın şu sözüne işaret
etmektedir:"Sizin elinizdeki şeyler
tükenir. Allah katındakiler ise
bakidir." (Nahl-96)Bir hadiste
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseilem şöyle buyuruyor: "Kul der
ki; <Benim malım, benim malım>.
Ancak onun malı, yiyip bitirdiği,
giyip eskittiği veya Allah yolunda
harcayıp kendisi için ahiret
sermayesi yaptığıdır. Geri kalanlar
ise başkalarına gidicidir. Kişi onu
insanlara bırakıp gidecektir.Bir
hadiste şöyle geçmektedir:
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem bir defasında Sahabe-i
Kiram'a "Sizden hanginiz varisinin
malını kendi malından daha çok
sever?" buyurdu. Sahabe-i Kiram
radıyaiiahu anhum "Ya Rasûlallah
öyle yapacak kimse yok, herkese
kendi malı sevimlidir" dediler.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem buyurdu ki: "İnsanın kendi
malı (sermaye yapmak için) ileri
gönderdiğidir. Bıraktığı mal ise
mirasçısının malıdır.Bir
sahabi diyor ki: Ben Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem\r\
huzuruna gittim. Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem
Elhaküm-üt-Tekasür suresini okudu
ve_şöyle buyurdu: "<İnsan benim
malım, benim malım> diyor. Ey insan
yiyip bitirdiğinden, giyip
eskittiğinden ve sadaka verip
(Allah'ın hazinesinde saklı dursun
diye) ileri gönderdiğinden başka
hiçbir şey senin değildir.Bir
çok Sahabe-i Kiram'dan içinde buna
benzer ifadeler bulunan rivayetler
nakledilmiştir. İnsanlar dünya
bankalarına para yatırmaya büyük
önem veriyorlar. Ancak o para
insanla birlikte kalacak mıdır? Her
ne kadar insanın hayatında malına
bir afet gelmese de öldükten sonra o
zaten işe yaramayacaktır. Fakat
Allah'ın hazinesine yatırılan para
ebedi olarak işe yarayacaktır. Ona
ne bir afet gelecek ne de zeval...
Üstelik o para asla
tükenmeyecektir.Hz. Sehl bin
Abdullah Tüsteri rahmetuiiahi aleyh
malını Allah yolunda bol bol
harcardı. Annesi ve kardeşleri onu
Abdullah İbni Mübarek rahmetuiiahi
aleyh 'e şikayet ettiler ve "Bu
herşeyi harcamak istiyor. Onun
birkaç günde muhtaç duruma
düşmesinden korkuyoruz" dediler, Hz.
Abdullah İbni Mübarek, Hz. Sehl'e
durumu sordu. Hz. Sehl şöyle
buyurdu: "Bana söyler misiniz?
Medine-i Münevve-re'de oturan bir
adam eğer Rustak'ta1 arazi satın
alsa ve oraya taşınmak istese, o
Medine-i Münevvere'de hiçbir şeyini
bırakır mı?" O "Hayır" dedi. Hz.
Sehl "Tamam. İşte durum aynen
böyledir" dedi. Halk onun
cevabından, yerleşim bölgesini
değiştirmeye niyetlendiğini
zannettiler.Halbuki
onun gayesi başka bir aleme
(ahîrete) intikal etmekti.
Zamanımızda ise her şahıs şunu
tecrübe etmiştir. Bir insan
Hindistan'dan Pakistan'a yada
Pakistan'dan Hindistan'a yerleşmek
arzusuyla göç etmek istediğinde,
oraya gitmeden önce kendi
arazisine, evine ve diğer tüm
varlığına karşılık gideceği ülkeden
aynı şeyleri atmak için ne kadar
gayret eder. Bu iş bitmeden bütün
sıkıntılara katlandığı hal-de göç
etmek istemez. Bir de elinde
olmadan, mecburi olarak, herşeyini
bir yerde bırakarak başka bir yere
taşınan birinin hasret ve
üzüntüsünün ne sonu var ne de
nihayeti vardır. Her ferdin bu
alemden göç etmesinin manzarası da
aynıdır. Henüz her şahsın kendi
eşyalarını gayri menkul ve buna
benzer herşeyini (gideceği yere)
taşıma serbestliği vardır. Ancak
ölüm halinde mecburen (bütün mallar)
elden çıkacaktır. Ne varsa hepsi bu
alemde kalacaktır. Bir bakıma sanki
resmî olarak mallarına et
konulacaktır. Henüz vakit var.
Akıllı insanlar kendi eşyalarını
öbür aleme taşısınlar.
21) Ebû
HÛreyre radıyallahu anh'dan
Rasûlullah sallallahu aleyhi
vesetlem şöyle buyurdu: "Allah'a ve
ahiret gününe iman eden kimse misafirine
ikram etsin. Allah'a ve ahiret
gününe iman eden kimse komşusuna
eziyet etmesin. Allah'a ve ahiret
gününe iman eden kimse ya hayır
söylesin yada sussun. Allah'a ve
ahiret gününe iman eden kimse
akrabasını gözetsin."
(Müttefakun aleyh, Mişkat)
İZAH: Bu
hadisi şerifte Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem bir çok konu
üzerinde durmuş ve her konuyu "Kim
Allah'a ve ahiret gününe iman
ederse" ifadesiyle zikretmiştir.
Her cümlenin yanında bu ifadeyi
kullanmasının maksadı, bu konuların
önemini belirtmek ve pekiştirmektir.
Bu şuna benzer; bir adam
çocuklarından birine "Sen benim
oğlumsan falan işi yap" demesi
gibidir. Hadisi şerifteki tembihten
maksatta.şudur: Bu sayılan şeyler
kamil imanın şubeleridir. Kim onlara
önem vermezse, onun imanı kâmil
değildir.Hadisi
şerifte Allah ve ahiret gününe
imanın özelikle zikredilmesinin
sebebi galiba şudur: Allah'a iman
etmeden hiçbir iyiliğin ahirette
mükafatı yoktur. Ahirete iman etmek,
Allah'a iman etmenin içinde zaten
vardır. O halde onu özel olarak
zikretmenin sebebi galiba bir uyarı
ve sevap kazanmaya niyet etmek için
bir teşviktir. Çünkü hadiste geçen
konuların hakiki mükafatı ve sevabı
ahiret günü verilecektir. O gün
dünyanın basit ve küçücük amellerine
karşılık Allah indinde ne kadar
büyük ecir ve sevap verileceği malum
olacaktır.Sonra Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem bu hadisi
şerifte dört şeyi tembih etmiştir.
Bunlardan birincisi misafire
ikramdır. Benim bu rivayeti, burada
zikretmemin gayesi de budur. Bunun
izahı ilerideki hadiste gelecektir.
Hadisteki ikinci konu komşuya eziyet
vermemekle ilgilidir. Bu hadisi
şerifte komşuya eziyet edilmesin
diye en aşağı derecedeki bir hüküm
bildirilmiştir. Bu en aşağı
derecedir. Yoksa başka rivayetlerde
komşu hakkı üzerinde çok fazla
durulmuştur. Şey-heyn'in {yani İmam
Buhari ve Müslim'in) bazı
rivayetlerinde, "Komşusuna
ikram etsin"diye geçmiştir.
Şeyheyn'in başka rivayetlerinde ise"Komşusuna
iyilik etsin"diye geçmiştir. Onun
muhtaç olduğu şeylerde ona yardım
etsin, ondan kötülüğü gidersin. Bir
hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem şöyle buyurdu: "Komşu
haklarının neler olduğunu biliyor
musunuz? Eğer o borç isterse ona
borç ver. Eğer muhtaç ise ona yardım
et. Eğer hasta ise onu ziyaret et.
Eğer ölürse onun cenazesiyle
birlikte yürü. Eğer sevineceği bir
durum olursa onu tebrik et. Eğer
musibete uğrarsa taziye et (teselli
et). Onun izni olmadan evini onun
evinden yüksek yapma. Böyle yapmakla
onun havasının önü kesilmiş olur.
Bir meyve satın aldığın zaman ona
da hediye et. Eğer buna gücün
yetmiyorsa o zaman o meyveyi o-nun
görmeyeceği şekilde eve getir. Senin
çocukların o meyveyi alıp dışarı
çıkarmasınlar. Böylece komşunun
çocukları onu görüp de üzülmesinler.
Evinden çıkan ocak dumanıyla komşuna
eziyet etme. Ancak bir şartla; o da
ocakta pişirdiğinden ona da bir pay
ayırmalısın. Siz biliyor musunuz
komşunun hakkı nedir? Canım kudret
elinde olan Allah'a yemin olsun ki,
komşunun hakkını ancak Allah'ın
kendisine merhamet ettiği kimse
bilir". Bu hadisi İmam Gâzâli
rahmetuiiahi aleyh Erbaîn'de rivayet
etmiştir.Hafız
İbni Hacer rahmetuiiahi aleyh Fethul
Bâri'de de bu hadisi zikret-mistir.
Başka hadiste şöyle geçiyor:
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem (üç defa şöyle buyurdu;)
"Allah'a yemin olsun ki mümin
değildir. Allah'a yemin olsun mümin
değildir. Allah'a yemin olsun mümin
değildir." Bir sahabi "Ya Rasûlallah
o kimdir?" dedi. Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu
ki: "Komşusu kendisinin musibet ve
kötülüklerinden emin olmayan
kimsedir. Bir
başka hadiste şöyle buyurulmuştur:
"Komşusu eziyetinden emin olmayan
kimse Cennet'e giremez". Hz. ibni
Ömer radıyallahu anh ve Hz. Aişe
radıyallahu anha Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem \n Şöyle
bu-yurduğunu nakletmişlerdir: "Hz.
Cebrail aieyhisseiam bana komşu
hakkında o kadar ısrarlı konuştu ki,
ben, onun bu ısrarından komşuyu
varis kılacağından korktum"Allahu
Subhanehu ve Tekaddes şöyle
buyuruyor:"Allah'a ibadet edin. O'na
hiç birşeyi ortak koşmayın.
Ana-babaya iyilik edin akrabaya,
yetimlere, yoksullara, yakın komşuya
uzak komşuya, yanında bulunan
arkadaşa ve yolcuya da iyilik edin"
(Nisa-36)
Yakın
komşu'öan kasıt evi yakın olan
demektir. Uzak komşu'dan maksat da
evi uzak olandır. Hasan Basri
rahmetuiiahi aieytie biri "Komşuluk
sınırı nereye kadardır?" dedi. O
"Ön taraftan 40 ev, arka taraftan 40
ev, sağdan 40 ev, soldan 40 evdir"
buyurdu. Hz. Ebû Hureyre radıyaiiahu
anadan şöyle nakledilmiştir:
"Yardıma uzak komşudan başlanmamalı,
yakın komşudan başlanmalıdır" Hz.
Aişe radıyallahu anha Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem's sordu
ki: "Benim iki komşum var, kime ilk
önce vereyim?" Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem, "Kapısı senin
kapına yakın olandan başla"
buyurdu. Hz. İbni Abbas radıyallahu
anhumadan çeşitli yollarla
nakledilen rivayete göre, "Yakın
komşu, akraba olan komşudur. Uzak
komşusu ise akraba olmayan
komşudur." Nevf Sami rahmetuiiahi
aleyh'6eu şöyle nakledilmiştir:
"Yakın komşu, müs-lüman komşudur.
Uzak komşu ise yahudi ve
hristiyanlardır. Yani gayri
müslimlerdirMüsned-i
Bezzar ve diğerleri Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi vesellem'm şöyle
buyurduğunu nakletmişlerdir "Komşu
üç kısımdır:1-Üç hakkı olan
komşudur; Komşuluk hakkı, akrabalık
hakkı, İslam hakkı. 2-lki hakkı olan
komşudur; Komşuluk hakkı ve islam
hakkı. 3-Yalnız bir hakkı olan
komşudur; O da gayri müslim
komşudur.Bir
bakıma komşular sırayla üç dereceye
ayrılmış oldu. İmam Gâzâli
rahmetuiiahi aleyh de bu hadisi
nakletmiş ve sonra şöyle
buyurmuştur: "Bakınız bu hadisi
şerifte sadece komşu olmasından
dolayı bir müşriğin bile müslürrtan
üzerinde hakkının sabit olduğu
beyan edilmiştir."Bir başka hadiste
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiemln şöyle buyurduğu
nakledilmiştir: "Kıyamet günü ilk
önce iki komşu arasında karar
verilecektir". Bir şahıs Hz.
Abdullah İbni Mesud radıyallahu
antim yanma geldi ve komşusundan bol
bol dert yandı. Hz. ibni Mesud
radıyallahu anh ona şöyle dedi: "Git
(kendi işine bak). Eğer o (sana
eziyet ederek) senin hakkında
Allah'a isyan ettiyse, sen bari onun
hakkında Allah'a isyan etme".Bir
sahih hadiste şöyle geçmektedir.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem'm yanında bir kadının hali
beyan edildi. Şöyle ki, o kadın bol
bol oruç tutuyor, teheccüd namazı da
kılıyor. Ancak komşularına eziyet
veriyordu. Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi ve-seiiem buyurdu ki: "O
Cehennem'e girecektir". Yani
cezasını çektikten sonra
Ce-hennem'den çıkacaktır. İmam
Gâzâli rahmetuiiahi aleyh buyurdu
ki: "Komşu hakkı sadece ona eziyet
etmemek değildir. Doğrusu onun hakkı
onun eziyetine katlanmaktır. Hz.
İbnül Mukaffa rahmetuiiahi aleyh
çoğu zaman kendi komşusunun
duvarının gölgesinde otururdu. Bir
gün komşusunun borçlandığını ve
borcunu ödemek için de evini satmak
istediğini öğrendi. Buyurdu ki: "Biz
onun evinin gölgesinde devamlı
oturduk. O gölgenin hakkını
ödemedik." Böyle dedikten sonra evin
değeri olan parayı ona bağışladı ve
"Sen evinin değerini aldın, artık
evi satmaktan vazgeç" dedi.Hz. İbni
Ömer radıyaliahu anhuma'nm kölesi
bir keçi kesti. İbni Ömer
radıyallahu anhuma ona, "Derisini
yüzdükten sonra onun etinden ilk
önce benim yahudi komşuma ver"
dedi. Bu sözü birkaç defa
tekrarladı. Kölesi "Efendim siz daha
ne kadar bu sözü
tekrarlayacaksınız?" deyince Hz.
ibni Ömer radıyallahu anhuma
buhurdu ki: "Ben Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem'in şöyle
buyurduğunu işittim; <Hz. Cebrail
aieyhisseiam bana komşu hakkıyla
ilgili sık sık tembihte bulunmuştur.
(Bundan dolayı ben de tekrar tekrar
söylüyorum)Hz. Aişe radıyallahu anha
buyurdu ki: Güzel ahlak on şeydir.
Bazen bu şeyler oğulda olur, babada
olmaz. Kölede olur, efendisinde
olmaz. Allah'ın bir lütfudur ki,
kime isterse ona verir. Bunlar;
1-Doğru konuşmak, 2-İnsanlara dürüst
davranmak (aldatmamak), 3-İsteyene
vermek, 4-lyiliğe karşılık vermek,
5-Akrabayı gözetmek, 6-Emaneti
korumak, 7-Komşunun hakkını eda
etmek, 8-Arkadaşın hakkını eda
etmek, 9-Misafirin
hakkını eda etmek, 10-Bütün bunların
kaynağı ve aslı hayadırİlk
başta geçen hadiste anlatılan üçüncü
husus şudur: "Kim Allah'a ve ahiret
gününe iman ediyorsa ya hayır
söylesin ya da sussun". Hafız İbni
Hacer rahmetuiiahi aleyh diyor ki:
"Peygamber saiiaiiahu aleyhi
veseiiem'in bu yüce irşadı bir çok
manaları içinde toplayan bir
ifadedir. Çünkü bir insan ne
söylerse söylesin ya hayırdır ya da
şer. İster farz ister müstehab olsun
söylenmesi istenilen şeyler hayra
dahildir. Bundan başka sözler ise
serdir" Yani
dış itibariyle hayır yada şer olduğu
anlaşılmayan sözler Hafız İbni
Hacer'in bu sözüne göre şerre
dahildir. Çünkü söylenilen sözden
bir fayda kastedilmiyorsa o söz
boştur. Boş söz ise zaten serdir.Hz.
Ümmü Habİbe radıyallahu anha
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
vesellem'in şöyle buyurduğu
naklediyor: "iyiliği emretmek,
kötülükten nehyetmek veya Allah'ı
zikretmenin dışında kişinin her
sözü kendi üzerine vebaldir. Hiçbir
faydası yoktur." Bu hadisi duyunca
bir adam, "Bu hadis çok şiddetli"
dedi. Hz. Süfyanı Sevri
rahmetuiiahi aleyh buyurdu ki:
Hadisin şiddetli olması ne demek,
bunu bizzat Allah ceiie ceiaiuhu
Kur'an-ı Kerim'de şöyle
buyuruyor:"Onların fısıldaşmalannm
çoğunda hayır yoktur. Ancak sadaka
vermeyi veya iyilik etmeyi yahut
insanların arasını düzeltmeyi
emreden(in fısıldaş-ması) müstesna.
Her kim bu işleri Allah'ın rızasını
arayarak yaparsa, Biz ona yakında
büyük bir mükafat vereceğiz" (Nİsâ-114)Hz.
Ebû Zer Glfari radıyallahu anh diyor
ki: Ben Rasûlullah sallallahu aleyhi
veseiiem'e "Bana biraz nasihatte
bulunun" dedim. Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu
ki; "Sana Allah'tan korkmanı vasiyet
ederim. Bu senin her işinin
süsüdür". Ben "Biraz daha" dedim.
Peygamber saiiaiiahu aleyhi vesei/em
buyurdu ki: "Kur'an-ı Kerim okumaya
ve Allah'ın zikrine ihtimam göster.
Bu senin göklerde anılmana sebeptir
ve yeryüzünde senin için nurdur".
Ben biraz daha arttırmasını
söyleyince buyurdu ki: "Çoğu zaman
sükut et, çünkü sükut etmek şeytanın
uzak durmasına, dini işlerde
kuvvetlenmeye sebeptir". Ben daha
fazla vasiyet etmesini isteyince
buyurdu ki: "Çok gülmekten sakın,
bununla kalp ölür ve yüzün nuru
azalır". Ben daha fazla vasiyet
talep edince buyurdu ki: "Acı da
olsa hakkı (doğruyu) söyle". Ben
daha arttırmasını isteyince buyurdu
ki: "Allah'a karşı olan muamelende
kimseden korkma". Ben daha
arttırmasını istedim, buyurdu ki:
"Kendi kusurlarını düşünmen seni,
insanların kusurlarını görmekten
alıkoysun.İmam
Gazali rahmetuiiahi aleyh buyurdu
ki: "Dil Allahu Teâlâ'nın büyük
nimetlerinden bindir. O'nun acayip
ve ince sanatlarından bir sanattır.
Dilin cüssesi küçük ama onun itaat
ve günahı çok büyüktür. Hatta itaat
ve günahın en son haddi olan İslam
ve küfür ondan meydana çıkmaktadır".
Ondan sonra İmam Gazali rahmetuiiahi
aleyh dilin pek çok afetlerini
saymıştır. O âfetler şunlardır: Boş
konuşmak. Faydasız sözler
sarfetmek. Kavga-dövüş. Ağzını
gererek konuşmak. Kafiyeli ibareler
ve düzgün konuşmada tekellüf
göstermek. Fuhuş sözler sarf etmek.
Sövmek. Lanet etmek. Şiir ve
şairliğe (haddinden fazla) dalmak.
Bir kimse ile alay etmek. Birinin
sırrını açıklamak. Yalan yere söz
vermek. Yalan konuşmak. Yalan yere
yemin etmek. Birini üstü kapalı
tenkit etmek. Söz dokundurmak için
yalan söylemek. Gıybet etmek.
Koğuculuk yapmak. İki yüzlü
konuşmak. Yersiz yere birini övmek.
Uygunsuz talepte bulunmak vs.Bu
kadar çok afetler bu küçük organa
bağlıdır. O halde onun durumu çok
tehlikelidir. Bundan dolayı
Peygamberimiz saiiaiiahu aleyhi
veseiiem susmaya çok teşvik
etmiştir. Nitekim şöyle buyurmuştur:
"Kim susarsa o kurtuluşa
ermiştir".Bir sahabi, "Ya
Rasûlallah! Bana İslam hakkında öyle
bir şey söyle ki, senden sonra
kimseye sormak zorunda kalmayayım"
dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem buyurdu ki: "Allah'a iman
et ve bu imanda istikamet üzere ol".
Osahabi, "Ya Rasûlallah ben hangi
şeyden sakınayım?" dedi. Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem,
"Dilinden" buyurdu. Yine bir sahabi,
"Ya Rasûlallah! Kurtuluşun çaresi
nedir?" dedi. Rasûiullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Dilini
tut. Evinde otur (lüzumsuz yere
dışarıda dolaşma) ve hatalarına
ağla". Bir hadiste Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle
buyurmuştur: "Bir kimse iki şeye
kefil olursa, ben de onun için
Cennet'e kefil olurum. Bunlardan
biri dil diğeri avret mahallidir".
Başka bir hadiste Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem'e şöyle
bir soru soruldu: "Kişiyi Cennet'e
sokan şeylerin en önemlisi
hangisidir?" Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Allah
korkusu ve güzel âdetlerdir". Tekrar
soruldu ki: "Cehennem'e sokan
şeylerden hangisi daha önemlidir?"
Buyurdu ki: "Ağız ve avret
yeridir."Hz. Abdullah İbni Mes'ud
radıyallahu anh Safa ile Merve
arasında Sa'y ederken. Kendi diline
hitap ederek şöyle diyordu: "Ey dil!
Güzel söz söyle ki kazana-sın. Şer
konuşma ki selamete eresin. Bütün
bunları utanacak bir duruma
düşmeden yapmalısın". Biri dedi ki:
"Sen bu söylediklerini kendinden mi
söylüyorsun, yoksa bu konuda
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
vese/fem'den bir şeyler mi duydun?"
Bunun üzerine buyurdu ki: "Ben
Rasûluliah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem'Ğen işittim ki; <lnsanın
günahlarının çoğu dilindendir>". Hz.
Abdullah ibni Ömer radıyallahu
anhu-ma, Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseliemln şöyle buyurduğunu
naklediyor: "Kim diline sahip
olursa, Allah ceiie ceiaiuhu onun
ayıbını örter. Kim öfkesini yenerse,
Allah cei-ie ceiaiuhu onu azabından
korur. Kim de Allah'ın huzurunda
mazeret beyan ederse, Allah onun
özrünü kabul eder".Hz. Muaz
radıyallahu anh, "Ya Rasûlallah bana
bir vasiyette bulununuz" dedi.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem buyurdu ki: "Allah'ı görür
gibi ibadet et. Kendini ölülerden
say. Eğer istersen bunları yapmak
için sana en fazla güç verecek olan
şeyi söyleyeyim". Peygamber
saiiaiiahu aleyhi veseiiem bu sözü
söyledikten sonra kendi diline
işaret etti.Hz.
Süleyman ali nebiyyina ve
aleyhisselamöan şöyle bir söz
nakledilmiştir: "Konuşmak gümüş ise
sükût altındır". Hz. Lokman Hekim
hikmeti ve bilgisiyle dünyaca meşhur
birisidir. Bir siyah köle idi. Güzel
bir çehresi yoktu. Ama
hikmetlerinden dolayı dünyanın
önderi olmuştu. Biri ona "Sen falan
adamın kölesi değil misin?" dedi. O
"Şüphesiz öyleyim" dedi. Adam "Sen
falan dağın eteğinde koyun güdüyor
muydun?" dedi. O "Doğrudur" dedi.
Adam "Öyleyse sana bu makam hangi
şeyden dolayı verildi" deyince o
şöyle cevap verdi: "Dört şeyden
dolayı verildi; Allah korkusu, doğru
sözlü olmak, emaneti tam olarak eda
etmek ve faydasız söz konuşmayıp
sükut etmek". Daha başka bir çok
rivayetlerde onun özel âdetinin çok
susmak olduğu zikredilmiştir.Hz.
Berâ radıyaiiahu anh diyor ki: Bir
Bedevi gelip Peygamber saiiaiiahu
aleyhi veseiiem'e "Ya Rasûlallah
bana öyle bir amel söyle ki Cennet'e
götürsün" dedi.Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Acıkanı
yedir. Susayana su içir. insanlara
iyiliği emret, kötülükten men et.
Bunu yapamazsan dilini iyi şeylerin
dışında konuşmaktan alıkoy". Yine
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseüem
buyurdu ki: "Dilini hayırdan başka
şeylerden koru ki, şeytana galip
gelesin."Bu birkaç rivayeti kısaca
zikrettim. Bunlardan başka İmam
Gazali rahme-tuiiahî aieyti'm
zikretmiş olduğu pek çok rivayetler
ve sahabe kıssaları vardır. Onları
Âllâme Zübeydi rahmetuiiahi aleyh ve
Hafız Irâki rahmetuliahi aleyh
tahric etmişlerdir. Onlardan
anlaşıldığına göre dil meselesi
kendisinden gafil olduğumuz çok
önemli bir meseledir. İstediğimiz
her şeyi hemen dilimizle söylüyoruz.
Halbuki her an, gece ve gündüz, sağ
ve sol omuzlarımızda Allah ceiie
ce/a/u/?u'nun iki gözcüsü
bulunmaktadır. Onlar her iyiliği ve
kötülüğü yazmaktadırlar. Bütün
bunlara rağmen sânı yüce olan
Allah'ın ve O'nun yüce Rasûlü'nün
hangi ihsan ve iyiliğini zikredelim
ki?... İnsanın dilinden, farkında
olmadan mutlaka boş söz çıkar.
Rasûlullah aaiiaiiahu aleyhi
veseiiem buyurdu ki: "Bir mecliste
konuşulanların keffareti, oradan
kalkmadan önce üç defa şu duayı
okumaktır Bir hadiste geçtiğine göre
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem ömrünün son zamanlarında bu
kelimeleri okurdu. Biri, "Ya
Rasûlallah! Siz daha önce bu
kelimeleri okumazdınız" dedi.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem buyurdu ki: "Bu kelimeler
meclisin keffaretidir". Bir başka
hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem şöyle buyurdu: "Birkaç
kelime vardır ki, kim meclisten
kalkarken üç defa onları okursa, o
mecliste konuşulanlara keffaret
olur. Eğer hayırlı bir mecliste bu
kelimeler okunursa, o meclis
(hayırlı olduğu hususunda) sona eren
bir mektubun mühürlendiği gibi o
kelimelerle mühürlenir. O kelimeler
şunlardır:"İlk baştaki hadiste
anlatılan dördüncü husus, akrabayı
gözetmekle ilgilidir. Bunun geniş
açıklaması ilerideki bölümlerde
gelecektir.
22) Ebî
Şüreyh el-Ka'bî'den Rasûlullah
sallallahu aleyhi veseiiem buyurdu
ki: "Allah'a ve ahiret gününe iman
eden kimse misafirine
ikram etsin. Misafirin
caizesi bir gün bir gecedir. Misafirin
ziyafeti üç gündür. Ondan sonrası
sadakadır. Misafirin
ev sahibini zora sokacak kadar
kalması caiz değildir".
(Müttefekun aleyh, Mişkat)
İZAH: Bu
hadisi şerifte Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi vesetlem iki adâb
söylemiştir. Biri misafiri
ağırlayan için biri de misafirle
ilgilidir. Misafir
ağırlayan kimseyle ilgili adâb
şudur: Eğer o Allah'a ve ahiret
gününe iman ediyorsa (önceki hadiste
de geçtiği gibi) misafirine
ikram etsin. Misafire
ikram şudur; Ona bolluk göstermek,
güzel ahlaklı davranmak, yumuşak
konuşmak.Bir
hadiste geçtiğine göre sünnet olan
davranış, kişinin misafıriyle
beraber onu yolculamak için kapıya
kadar gitmesidir.Hz.
Ukbe radıyallahu anh, Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi vesellem'm şöyle
buyurdu-ğunu söyledi: "Misafirini
ağırlamayan kimsede hiç bir hayır
yoktur". Hz. Semüre radıyaitahu anh
diyor ki: "Rasûlullah saiiatiahu
aleyhi veseiiem misafirin
yedirilmesini emrederdi" Bir
adam Hz. Ali radıyallahu antim
ağladığını görünce sebebini sordu.
Hz. Ali radıyallahu anh, "Yedi
günden beri hiç misafir
gelmedi. Acaba Allahu Teâla beni
zelil yapmayı mı diledi diye
korkuyorum" buyurdu.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem yukarıdaki hadiste misafire
ikramı emrettikten sonra misafirin
caize 'sinin bir gün ve bir gece
olduğunu buyurdu. Bu sözün
tefsirinde Ûlema-i Kiram'ın birkaç
görüşü vardır:
1) Hz.
İmam Malik rahmetuiiahi aleyh
câ/ze'den kastın misafire
izzet, ikram ve hediye olduğunu
söylemiştir. Yani bir gün ve bir
gece misafire
saygı ve ikram olarak güzel yemek
hazırlamak, diğer günlerde normal
yemek vermektir. Bundan sonra
alimler bu (misafirlik
müddeti konusunda) iki görüş
belirtmişlerdir: a) Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi vese//em'İn
hadiste buyurduğu misafiri
üç gün ağırlamak o bir günlük
câ/ze'den sonradır. Böylece misafirin
hakkı dört gün olmuş olur. b) Misafire
saygı olarak onu bir gün özel olarak
ağırlamak da bu üç güne dahildir.
2) Hadiste
geçen câ/ze'den maksat bir günlük
yol azığıdır. Sonuç olarak eğer misafir
kalırsa, üç gün ağırlanır. Eğer
kalamıyorsa bir günlük azık verilir.
3) Câ/ze"den
maksat sadece azıktır. Ancak alimler
bunun üç günlük ağırlama ve
dördüncü günü yolculuk vaktinde bir
günlük azık olduğunu yazmışlardır.
4) Hadiste
geçen caize kelimesinden maksat
uğramaktır. O takdirde hadisin
manası şudur; Bir şahıs yalnızca
görüşmek için gelirse onun hakkı üç
gün kalmaktır. Bir adam yolda
giderken (bir yerde geçici olarak)
konaklarsa (şöyle ki; onun maksadı
ileri gitmekti ama bu yer yolunun
üstünde olduğu için burada
konakladı). O halde onun konaklama
hakkı sadece bir gündür.Bütün
bu görüşlerin sonucu çeşitli
yönleriyle misafire
ikram etmeye önem vermektir. Şöyle
ki; bir gün ona özel olarak yemek
yedirmeye ihtimam gösterilmeli ve
gideceği zaman azık verilmelidir.
Özellikle yemek bulunamayan yollarda
yolculuk yapanlar için azık
konulmalıdır.Hadisi şerifte
zikredilen ikinci adâb ise misafirle
ilgilidir. Misafir
gittiği yerde ev sahibini darlığa ve
zorluğa sokacak kadar uzun müddet
kalmamalıdır. Bir başka hadiste bu
ifadenin yerine şu ifade
kullanılmıştır: "Ev sahibini günaha
sokacak kadar kalmamalıdır". Yani misafirin
uzun müddet kalmasından dolayı ev
sahibi onu gıybet etmeye başlar veya
misafire
eziyet edecek bir davranışta bulunur
yada misafire
karşı herhangi bir kötü zanda
bulunur. Bütün bu işler ev sahibini
günahkar kılan şeylerdir. Ancak
bütün bunlar ev sahibi tarafından misafirin
kalmasında ısrar ve istek olmadığı
zaman veya misafirde
"Yanında kalmam ev sahibine ağır
gelmiyor" kanaati galip geldiği
zamandır.Bir hadiste şöyle
geçmektedir: Bir adam "Ya Rasûlallah
ev sahibini günaha sokan şey nedir?"
dedi. Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem buyurdu ki: "Ev sahibinin
yanında yedirecek bir şey
kalmayıncaya kadar onun yanında
kalmaktır". Hafız rahmetuliahi
aleyh diyor ki: "Bu konuda Hz.
Selman radıyaliahu anh ve misafiri
arasında bir olay meydana gelmişti. Hafız
rahmetuliahi aleyhİn işaret ettiği
bu kıssayı imam-ı Gazali
rahmetuliahi aleyh şöyle
nakletmiştir: Hz. Ebu Vâil
radıyallahu anh diyor ki: "Ben ve
bir arkadaşım Hz. Selman'ı ziyarete
gittik. Önümüze arpa ekmeği, yarı
kızarmış köfte ve tuz koydu.
Arkadaşım <Eğer bununla birlikte
sa'ter (bir çeşit nane) olsaydı ne
lezzetli olurdu> dedi. Hz. Selman
radıyallahu anh gitti, abdest
ibriğini rehin vererek sa'ter satın
aldı ve getirdi. Bunu yedikten sonra
arkadaşım,<Bütün hamdler bizi hazır
olan rızka kanaat ettiren Allah'a
aittir> dedi. Bunun üzerine Hz.
Selman, <Eğer sen hazır olan rızka
kanaat etseydin benim ibriğim rehin
verilmezdi>" buyurdu.Kısaca
ev sahibini zorluğa sokacak şeyleri
ondan talep etmek hadisteki "Ev
sahibini darlandırma"ya girer. Başka
birinin evine gidip onu-bunu seçmek
"Bunu isterim, şunu isterim" demek
doğru değildir. Ev sahibi ne
hazırlarsa onu sabır, şükür ve
memnuniyetle yemek gerekir.
(İstediği her şeyi) sipariş buyurmak
bazen ev sahibinin zorlanmasına ve
dadanmasına sebep olur. Ancak eğer
ev sahibinin bu gibi isteklerden
hoşlandığı tahmin ediliyorsa, mesela
bu istekleri yapan sevilen biriyse
ve kendisinden istenilen de onun can
dostu ise o zaman istediği şeyi
talep edebilir.Hz. İmam Şafii
rahmetuliahi aleyh Bağdat'ta
Zaferani rahmetuliahi aieyh'ln misafiriydi.
O İmam-ı Şafii'nin hatırına her gün,
içinde yemek listesi bulunan bir
kağıt yazıp cariyesine verirdi. İmam
Şafii rahmetuliahi aleyh bir
defasında cariyeden o ka-öıdı alıp
baktı ve ona kendi kalemiyle bir şey
daha ilave etti. Zaferani
rahmetuliahi aleyh sofrada o şeyi
görünce cariyesine, "Ben bunun
pişirilmesini yazmamıştım" diye
çıkıştı. Cariye o kağıdı alarak
efendisinin yanına geldi. Kağıdı
göstererek, "Bu şeyi İmam hazretleri
bizzat kendi kalemiyle ilave
etmişti" dedi. Zaferani rahmetuliahi
aleyh kağıda baktı ve İmam Şafii
rahmetuliahi a/ey/ı'in kalemiyle
yazmış olduğu ilaveye gözü ilişince
sevincinden uçtu. Bu sevinçle o
cariyeyi azad etti. Eğer
misafir
böyle olur ve onu ağırlayan da
böyle olursa kesinlikle (bu gibi)
istekler bir lütuftur.
23) Ebû
Said radıyallahu an/ı'dan rivayete
göre, o Peygamber saiiaiiahu aleyhi
vese//em'in şöyle buyurduğunu
işitti: "Mü'minden başkasıyla
beraber olma (arkadaşlık etme).
Yemeğini de muttaki olan kimseden
başkası yemesin."
(Tirmizi, Ebû Dâvûd, Dârimi, Mişkat)
İZAH: Bu
hadisi şerifte Rasûluilah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem iki âdâb beyan
etmiştir. Birincisi şudur: "Gayri
müslimle arkadaşlık etme ve onunla
oturup kalkma". Eğer hadiste kamil
müslümanla beraber olmak
kastediliyorsa mana şöyle olur:
"Fasık ve facir insanlarla beraber
oturma". İkinci cümlede Muttaki
sözcüğü zikrolunduğundan bu mana
daha da kuvvet kazanmaktadır. Bir de
şu hadis bu manayı teyid
etmektedir. Rasûluilah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem bir hadiste buyurdu
ki: "Senin evine muttakî-lerden
başkası girmesin" Hadiste
geçen Mü'min lafzından genel olarak
müslüman-lar kastediliyorsa, o zaman
mana şudur: Gereksiz yere kafirlerle
oturulmamalıdır.Hangi mânâ alınırsa
alınsın maksat güzel arkadaşlık
kurmak için bir uyandır. Çünkü
insan hangi tip insanlarla oturup
kalkarsa onda, onların tesiri
meydana gelir. Bu esasa göre
Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem biraz önce geçen hadisinde
"Senin evine muttakîlerden başkası
girmesin" buyurmuştur. Yani onlarla
görüşüp, buluşma olduğu sürece
onlardan etkilenme olacaktır.
Rasûluilah saiiaiia-hu aleyhi
veseiiem buyurdu ki: "İyi arkadaş
misk satan kimseye benzer. Onun
yanında oturursan sana koku ikram
eder veya ondan satın alırsın. Bu
iki şey olmasa bile onun yanında
oturmaktan dolayı güzel kokular
koklarsın (böylece için ferahlar).
Kötü arkadaşın misali
demirci körüğünün yanına oturan
kimse gibidir ki, eğer onun
körüğünden bir kıvılcım sıçrasa ve
elbiseye dokunsa, onu yakar. Eğer
böyle olmasa bile kötü kokusu ve
dumanı devamlı mevcuttur
Bir
başka hadiste şöyle buyurulmuştur:
"Kişi dostunun dini üzeredir,
Öyley-e sizden biri kiminle dostluk
yaptığına iyice baksın"Yani
yakın oturmanın ve arkadaşlığın
tesiri farkında olmadan ağır ağır
insana bulaşır. Nihayet insan
arkadaşının dinine girer. Bundan
dolayı yanında oturduğumuz
kimselerin dini yaşantısına iyi
dikkat etmeliyiz. Dini
yaşamayanların yanında çok oturmakla
insan dinden git gide uzaklaşır. Her
gün tecrübe etmekteyiz ki, şarap
içenler ve satranç oynayanların
yanında birkaç gün sık sık oturup
kalkmakla insana aynı hastalık
bulaşmaktadır.Rasûlullah sallallahu
aleyhi veseliem Hz. Ebu Rezin
radıyallahu onh'a, "Dünya ve ahiret
hayırlarına sebep olan şeye güç
kazandıracak bir şeyi sana
söyleyeyim; Allah'ı zikredenlerin
meclisine katıl. Yalnız kaldığın
zaman gücün yettiği kadar dilini
Allah'ın zikriyle hareket ettir.
Allah için dost ol ve Allah için
düşman ol". buyurdu. Yani
biriyle olan dostluk veya
düşmanlığın sadece Allah'ın rızasını
kazanmak için olsun. Kendi nefsin
için olmasın.İmam Gazali
rahmetuiiahi aleyh şöyle buyurdu:
Kendisiyle arkadaşlık yapılacak
kişide beş şey olmalıdır;
1. Akıl
sahibi olmalıdır. Çünkü akıl asıl
sermayedir. Ahmakla arkadaşlık
yapmanın bir faydası yoktur. Bunun
sonucu vahşet ve yakınlarla ilgiyi
kesmektir. Hz. Süfyan-ı Sevri
rahmetuiiahi aieytiöen şöyle bir söz
nakledilmiştir: "Ahmak birinin
yüzüne bakmak bile hatadır"
2. Arkadaşın
ahlakı güzel olmalıdır. Çünkü
insanın ahlakı kötü olunca bu durum
bazen onun aklına galip gelmektedir.
Mesela bir adam anlayışlıdır.
Meseleyi iyi anlamaktadır. Ancak
öfke, şehvet, cimrilik vs. gibi
şeyler çoğunlukla onun aklının
çalışmasını engellemektedir.
3. Arkadaş
fasık olmamalıdır. Çünkü Allahu
Teâlâ'dan bile korkmayan kimsenin
dostluğuna asla güvenilmez. İnsanı
nerede, hangi musibete düşüreceği
bilinmez.
4. Arkadaş
bid'at ehlinden olmamalıdır. Çünkü
onunla olan münasebetten dolayı
ondaki bid'atten etkilenme endişesi
ve ondaki uğursuzluğun diğerine
geçme korkusu vardır. Bid'atçi ile
daha önce münasebetler varsa onlar
da kesilmelidir. Çünkü o bunu hak
etmiştir. Onunla yeni ilişkiler ve
münasebetler de kurulmamalıdır.
5. Dünya
kazanma hırsı olmamalıdır. Zira
onunla arkadaşlık öldürücü zehirdir.
Çünkü insanın tabiatı bir başkasına
benzemek ve ona uymaya mecbur
kalmaktadır. Farkında olmadan
başkasından etkilenmektedir.Hz.
İmam Bâgır rahmetuiiahi aleyh
buyurdu ki: Babam Zeyn-ül Abidîn
rahmetuiiahi aleyh bana şöyle
vasiyet etti; "Beş insanla beraber
olma. Onlarla konuşma. Hatta yolda
onlarla birlikte yürüme. 1-Fasık
kimse ki, o bir lokma veya belki de
bir lokmadan az bir şeye seni
satar". Ben "Bir lokmadan az bir
şeye satması ne demektir?" dedim.
Buyurdu ki: "Bir lokma kazanırım
ümidiyle seni satar, sonra ümit
ettiği lokmayı da bulamaz {sadece
bir ümit üzerine seni satmış olur).
2-Cim-ri olan kimsenin yanına
uğrama. Çünkü o kendisine çok fazla
muhtaç olduğunzaman seninle ilişkiyi
keser. 3-Yalancının yanına gitme.
Çünkü aldatma yoluyla yakını uzak,
uzağı yakın gösterir. 4-Ahmağın
yanından geçme, o sana yararlı
olmak isteyecek ama zararı
dokunacaktır. 5-Akrabasıyla
ilişkisini kesen kimsenin yanına
uğrama. Ben Kur'an-ı Kerim'de ona üç
yerde lanet edildiğini gördüm.Başkasından
tesir almak insanlara has değildir.
Bilakis insanın en fazla ne ile
teması olursa onun etkisi gizlice
insanın içine sirayet eder.
Rasûlullah sallallahu aleyhi
veseliem buyurdu ki: "Koyun
sahiplerinde alçak gönüllülük olur.
At sahiplerinde ise övünme ve
tekebbür olur". Deve ve sığır
sahiplerinde şiddet ve sertlik
olduğuna dair rivayetler vardır.
Bir çok rivayetlerde kaplan derisi
üzerine oturarak yolculuk yapmak men
edilmiştir. Alimler diğer sebepler
arasında şu sebebi de saymışlardır:
Onun üzerine oturmaktan dolayı
kişide vahşilik ve canavarlık sıfatı
oluşur.Yukarıdaki
hadiste geçen ikinci edep şudur:
"Senin yemeğini sadece muttaki
insanlar yesin". Bu konu bir çok
rivayetlerde geçmiştir. Bir hadiste
şöyle geçmektedir: "Yemeğini ancak
mattaki insanlara yedir. Mü'minleri
ihsan ve ikramının uğrak yeri yap"Alimler
bu yemekten maksadın davet yemeği
olduğunu, ihtiyaç yemeği olmadığını
yazmışlardır. Nitekim bir hadiste
şöyle geçmiştir: "Kendi yemeğinden,
Allah için sevdiğin kimseye ziyafet
ver" ihtiyacı
gidermek için olan yemek konusunda
Allahu Teâlâ esirleri yedirmeyi bile
övmüştür. O devirdeki esirler
kafirdiler. Ayetler
bölümündeki 24. ayette bu konu
geçmiştir. Hadisler bölümündeki 10
numaralı hadiste şöyle geçmiştir:
Bir fahişe kadın, sadece susamış
bir köpeğe su içirdiğinden dolayı
bağışlanmıştır.Daha bir çok
rivayetlerde geçen çeşitli
ifadelerle bu konu teyid edilmiştir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi
veseliem "Her canlı(ya yapılan
iyilik)te ecir vardır" buyurarak
ortaya bir kaide ve usul koymuştur.
Bu kaidenin içine muttaki
olan-muttakî olmayan,
müslüman-kafir, insan-hayvan vs.
hepsi dahildir. O halde ihtiyaç ve
zaruret icabı yenen yemekte bu
konulara bakılmaz. Bu gibi hallerde
ihtiyacın şiddetine ve ihtiyaç
maddelerinin azlığına bakılır. Ne
kadar fazla ihtiyaç varsa sevap o
kadar fazla olur. Hadiste geçen
yemek ise davet yemeği ve sevgi
yemeğidir. Bunda da eğer dine
faydalı olacak bir şey veya hayırlı
bir niyet varsa, fayda ve hayır
derecesine göre ecir verilir. Ancak,
eğer dini bir fayda yoksa, o zaman
yemek yiyen ne kadar muttaki ise o
kadar ecire sebep olur.Sahib-i
Mezâhir ve İmam Gazali rahmetuiiahi
aleyh şöyle yazmışlardır:
"Mut-takîlere yedirmek tâat ve
iyiliğe destektir. Fasıklara
yedirmek günaha ve ahlaksızlığa
destektir. Şu açıktır ki, muttaki ve
salih bir insan ne kadar güçlü ve
kuv-Stli olursa ibadetlerle daha çok
meşgul olur. Fasık ve facir güzel
yemeklerle ne kadar kuvvetlenirse
oyun, eğlence ile fısk ve fücurda
(günahlarda) ileriye gidecektir.
Ona yedirmekle bu hususta ona destek
verilmiş olur".Bir Allah dostu
yemeğini sadece fakir sûfilere
yedirirdi. Biri ona "Eğer siz bütün
fakirlere yedirseniz daha iyi olur"
deyince o şöyle cevap verdi:
"Onların bütün teveccühleri
Allah'adır. Onlar yoklukla
karşılaşınca teveccühleri
dağılmaktadır. Benim bir şahsın
Allah'a olan teveccühünü devam
ettirmem, bütün teveccühlerini
dünyaya vermiş olan bin kişiye
yardım etmemden daha hayırlıdır".
Hz. Cüneyd-i Bağdadi rahmetullahi
aleyh bu sözü duyunca çok hoşlandı.Bir
terzi Hz. Abdullah Ibni Mübarek
rahmetuitahi aieytie şöyle sordu:
"Ben zalim padişahların elbisesini
dikiyorum. Sizin görüşünüze göre ben
de zalimlere yardım etmiş olur
muyum?" Abdullah İbni Mübarek
buyurdu ki: "Hayır sen yardım
edenlerden değilsin. Zira sen kendin
zalimsin. Zalime yardım edenlerse,
sana iğne iplik satanlardır".
Bir
hadiste şöyle buyuruluyor: "Kim
şerefli ve muhterem birine iyilik
ederse onu kendine köle yapar. Kim
de zelil (alçak) birine ihsan ederse
onun düşmanlığını kazanır" Başka
bir hadiste Rasûlullah saiiallahu
aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur:
"Yemeğini muttaki insanlara yedir.
İyiliğini müminlere yap" Böyle
yapmak, en uygun ve en faydalı
davranış olmakla birlikte müminlere
saygı ve ikram da vardır. Bu da
başlı başına mendub ve emrolunan
işlerdendir. Bundan dolayı
Rasûlullah saiiallahu aleyhi
veseiiem hadisi şeriflerinde
fasıkların yemek davetini kabul
etmeyi yasaklamıştır" Diğer
sebeplerle birlikte bir sebep de
şudur: Fası-ğın davetini kabul etmek
ona saygı ve ikram demektir.
24) Hz.
Ebu Hureyre radıyallahu anh,
Rasûlullah saiiallahu aleyhi
vesellem'e, "Ya Rasûlallah hangi
sadaka efdaldir?" diye sordu.
Rasûlullah saiiallahu aleyhi veselhm
buyurdu ki: "Yoksulun gayret
etmesidir. Bakımı senin üzerine olan
kimseden (harcamaya) başla." (Ebu
Dâvûd, Mişkat)
İZAH: Bir
kimsenin ihtiyacı olduğu halde,
fakir ve yoksul olduğu halde kendi
gayretiyle kendini zorlayarak vermiş
olduğu sadaka en efdal sadakadır.
Hz. Bişr rahmetullahi aleyh diyor
ki: "Üç amel çok zordur. Yani onlar
büyük bir azim işidir;
1.Yoksullukta cömertlik,
2.Yalnızlıkta takva ve Allah
korkusu, 3.Kendisinden
korkulan yada menfaat umulan
kimsenin karşısında hakkı söylemek" Yani
kendisi ile menfaat ilişkileri
olan, "Eğer ona hakkı söylersem
benim ihtiyaçlarımı görmez. Bana
bir zararı dokunur" diye kendisinden
endişe edilen (kimsenin karşısında
hakkı söylemektir). Allahu Teâlâ
Yüce kelamında bu yöne işaret
etmiştir. Ayetler bölümünde 28.
ayette geçtiği gibi sahabeler kendi
ihtiyaç ve fakirliklerine rağmen
başkalarını kendilerine tercih
ederlerdi. (Bu ayetin izahında bu
konu biraz tafsilatlı olarak
geçmiştir).Hz. Ali kerremallahu
vechehu buyurdu ki: Üç kişi
Rasûlullah saiiallahu aleyhi
ve-seiiem'm yanına geldiler.
Onlardan biri şöyle dedi; "Ya
Rasûlallah, benim yüz dinarım
vardı. On dinarını Allah için sadaka
verdim". İkinci şahıs da "Benim on
dinarım vardı. Ben onun bir
dinarını sadaka verdim" dedi. Üçüncü
şahıs ise "Benim bir dinarım vardı.
Onun onda birini sadaka verdim"
dedi. Rasûlullah saiiallahu aleyhi
veseiiem buyurdu ki: "Üçünüzün de
sevabı eşittir. Çünkü herkes malının
onda birini sadaka etmiş oldu"Bir
başka hadiste buna benzer bir kıssa
daha zikredilmiştir. Onda da
Rasûlullah saiiallahu aleyhi
veseiiem cevaben şöyle buyurmuştur:
"Siz hepiniz sevap bakımından
eşitsiniz. Zira sizden her biri
malının onda birini sadaka
vermiştir". Bu hadiste bu sözlerden
sonra Rasûlullah saiiallahu aleyhi
vese/tem'in şu ayeti okuduğu
geçmektedir:"Varlıklı
kimse nafakasını varlığı ölçüsünde
versin. Rızkı dar olan da Allah'ın
kendisine verdiği kadar versin (yani
zengin kendine göre, fakir de
kendine göre harcasın). Allah kişiyi
ancak verdiği şeyle mükellef tutar.
(Öyleyse yoksul kişi harcarken
hiçbir şey kalmaz diye korkmasın)
Allah darlıktan sonra genişlik de
verecektir.(Talak-7)Allâme Suyûtî
rahmetullahi aleyh Dürrü Mensur da
bu ayeti kerimenin altında Hz. Ali
kerremaiiahu vechehu'nun rivayetiyle
aynı mana da olan başka bazı
sahabelerin de rivayetlerini
nakletmiştir. Bu rivayetlerden daha
üstün olan bir sahih hadiste
Rasûlullah saiiallahu aleyhi
vesetlem şöyle buyurmaktadır: "Bir
dirhem, sevap bakımından yüzbin
dirhemden daha büyüktür. Şöyle ki;
bir adamın yalnız iki dirhemi
vardır. Onun bir tanesini sadaka
olarak verir. Diğer şahsın da çok
yüklü malı vardır. Bu kadar çok
malından yüz bin dirhem sadaka
verir. İşte o bir dirhemin sevabı,
yüzbin dirhemin sevabından daha
fazla olur."Allâme Suyûtî
rahmetullahi aleyh Cami-üs Sağir de
Hz. Ebû Zer radıyallahu anh ve Ebû
Hureyre radıyaiiahu anh'm rivayet
ettikleri bir hadisi zikretmiş ve
sahih olduğunu yazmıştır. O hadis
şöyledir: "Yoksulun gayret etmesi
şudur: Yanında sadece iki dirhembulunan
bir kimsenin bunlardan birini sadaka
vermesidir." Bu rivayetten daha
üstünü İmam Buhâri rahmetuiiahi
ateyti\n rivayet ettiği şu hadistir:
Hz. AbdUİlah İbni Mes'ud radiyattahu
anh diyor ki: "Rasullah sallallahu
aleyhi vesellem bize sadaka
vermemizi emrettiği zaman bizden
bazıları pazara gidip hamallık
yaparlar ve ücret olarak bir müdd kazanırlardı.
Sonra onu sadaka olarak verirlerdi" Bazı
rivayetlerde şöyle geçmektedir:
"Bizlerden bazılarının yanında bir
dirhem dahi olmazdı. Pazara gider
ve insanlardan iş talep ederdi.
Sırtında yük taşıyarak bir müdd
kadar para kazanırdı". Bu hadisi
rivayet eden kişi diyor ki: "Bizim
kanaatimize göre Abdullah İbni
Mes'ud bununla kendi halini beyan
etmektedir". Hz. İmam Buhari
rahmetutiahi aleyh bu konu hakkında
şöyle bir bölüm zikretmiştir: "Bu
bâb sırtında yük taşıyarak kazandığı
parayı sadaka vermek için işçilik
yapan kişi hakkındadır."Bugün bizim
hangimiz böyle bir coşkuya sahiptir
ki? İstasyona gitsin ve sadece
"Birkaç kuruş kazanayım da sadaka
vereyim" niyetiyle yük taşısın.
Onlar, bizim her an dünya
yemeklerini düşündüğümüz gibi ahiret
yemeğini düşünürlerdi. Biz bugün
evimizde yiyecek bir şey yoktur
diyerek çalışıyoruz. Onlar ise bugün
ahirete gönderecek bir şey yapamadım
diye çalışıyorlardı. İslam'ın ilk
yıllarında bazı münafıklar bu gibi
insanları ayıplıyorlardı. Onlar
meşakkat çekerek kazanırlar ve azar
azar sadaka verirlerdi. Allahu Teâlâ
o münafıkları şu ayette
azarlamıştır:"(Münafıklar) o
kimselerdir ki, nafile sadaka veren
müslümanları sadakaları konusunda
ayıplarlar. (Bilhassa) güçlerinin
yetebileceğinden başkasını
bulamayanları da ayıplarlar.
Onlarla alay ederler. Allah onları
maskaraya çevirecektir (ahirette de
onlarla alay edilecektir). Onlar
için acıklı bir azab
vardır."(Tevbe-79)Müfessirler bu
ayeti kerimenin peşinden bu gibi
rivayetler zikretmişlerdir. Şöyle
ki; söz konusu sahabeler geceleri
hamallık yaparak ücret alırlar ve
onu sadaka olarak verirlerdi.
Evlerinde az-çok ne varsa onların
nazarında hepsi sadaka içindi.
Zaruretleri kadar kendileri de biraz
kullanırlardı.Bir defasında Hz. Ali
radıyaiiahu anh'ın yanına bir
dilenci geldi. Hz. Ali radıyaiiahu
anh oğluna (Hz. Hasan yada Hz.
Hüseyin radıyaiiahu anh'a) dedi ki:
"Annene (Hz. Fatma radıyaiiahu
an/ia'ya) söyle de ona bıraktığım
altı dirhemden birini versin". Oğlu
gitti ve şu cevabı getirdi: "Siz o
dirhemleri un almak için
koymuştunuz". Hz. Ali radıyaiiahu
anh, insan kendi yamndakinden daha
çok Allah katında olana itimat
etmediği müddetçe imanında sadık
olamaz. Annene söyle, o altı
dirhemin hepsini versin" buyurdu.
Hz. Fatma radıyaiiahu anha sadece
bir hatırlatma olsun diye
söylemişti. O halde bu hususta enine
boyuna düşünebilir miydi? Bundan
dolayı dirhemleri verdi. Hz. Ali
radıyaiiahu anh onların hepsini
dilenciye verdi. Hz. Ali radıyaiiahu
anh henüz yerinden kalkmamıştı ki
bir adam devesini satmak için geldi.
Hz. Ali radıyaiiahu anh fiyatını
sordu. Adam, "140 dirhem" dedi. Hz.
Ali radıyaiiahu anh ileride ödemeye
söz vererek deveyi veresiye satın
aldı. Biraz sonra bir adam geldi ve
deveye baktı. Sonra, "Bu kimin?"
dedi. Hz. Ali radıyaiiahu anh,
"Benim" dedi. O, "Bunu satıyor
musun?" dedi. Hz. Ali radıyaiiahu
anh, "Evet" dedi. Adam fiyatını
sordu. Hz. Ali radıyaiiahu anh iki
yüz dirhem fiyat verdi. Adam o
deveyi satın alıp gitti. Hz. Ali
radıyaiiahu anh bunun 140 dirhemini
borçlu olduğu kimseye yani devenin
ilk sahibine verdi. 60 dirhemi de
götürüp Hz. Fatma radıyaiiahu
anha'ya verdi. Hz. Fatma radıyaiiahu
anha, "Bu nereden geldi?" deyince
Hz. Ali radıyaliahu anh, "Allah
celle celaluhu Kendi Peygamberi
sallallahu aleyhi vesellem yoluyla
şöyle söz verdi; <Kim bir iyilik
yaparsa, ona karşılığı on kat
verilipBu
da fedakarlık dolu bir meşakkattir.
Paranın tamamı 6 dirhemdi. O da un
almak için ayrılmıştı. Allahu
Teâlâ'ya tam itimat ederek onları
harcadı ve dünyada on kat
karşılığını elde etti. O yüce
insanların Allah'a tam itimat ederek
herşeylerini Allah yolunda
harcamaları İle ilgili daha pek çok
olaylar vardır.Hz. Ebû Bekr
radıyaiiahu antim Tebûk
Gazvesi'ndeki kıssası meşhur ve
maruftur. Rasûlullah sallallahu
aleyhi vesellem Allah yolunda sadaka
vermeyi emredince evinde ne varsa
hepsini getirip takdim etti.
Peygamber saiiaiiahu aleyhi
veseiiem'm, "Evinde ne bıraktın?"
sorusuna, "Allah ve Rasülünü (yani
onların rızasını) bıraktım" diye
cevap vermişti. Alimler "Hz. Ebû
Bekir radıyaiiahu anh iman ettiğinde
40 bin altını vardı" diye
yazmışlardır.Muhammed
bin Abbâd Muhellebî rahmetuiiahi
aleyh diyor ki: "Babam Padişah
Me'mûn Reşidin yanına gitti. Padişah
ona hediye olarak yüz bin dirhem
verdi. Babam oradan dönünce hepsini
sadaka olarak dağıttı. Me'mûn bunu
öğrendi. İkinci defa babamla
buluştuğunda Me'mûn kırgın olduğunu
söyleyince Babam, <Ey Emîr el
Mü'minin mevcut olanı tutmak
Ma'bud'a karşı kötü zan ve şüphe
beslemektir> buyurdu" Yani
var olan bir şeyi harcamamak, "Eğer
bu biterse nereden gelecek?"
korkusundan kaynaklanmaktadır. Sanki
önceden ona veren sahibi ikinci
defa vermekte zorluk
çekecektir!Selefi salihin ve din
büyüklerinin başından böyle çok
kıssalar geçmiştir. Şöyle ki; yokluk
içinde bile elde, avuçta ne varsa
hepsini vermişlerdi. Ancak bütün bu
rivayetler ve olayların tam aksine
hadislerde şöyle bir ifade
geçmektedir: Rasûlullah sallallahu
aleyhi vesellem şöyle
buyurmuştur;"En hayırlı sadaka
bollukta (kimseye muhtaç olmadan)
verilen sadakadır"Ebû Dâvûd-u
Şerifte şöyle bir kıssa geçmiştir:
Hz. Câbir radıyaiiahu anh diyor ki:
Biz Rasûlullah saliaiiahu aleyhi
veseiiem'm yarımdaydık. Bir adam
geldi ve bir yumurta büyüklüğünde
altın takdim ederek, "Ya Rasûlallah,
bunu bir madenden elde ettim. Bundan
başka da bir şeyim yok" dedi.
Rasûiullah saiiaiiahu aleyhi
vesellem ondan yüzünü çevirdi. Adam
diğer yönden gelip aynı isteğini
tekrarladı. Rasûlullah saliaiiahu
aleyhi vesellem o taraftan da yüzünü
çevirdi. Bu durum birkaç defa
tekrarlandı. Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi vesellem o parçayı alarak
öyle kuvvetli bir şekilde attı ki
eğer adama değseydi onu yaralardı.
Sonra Rasûlullah saliaiiahu aleyhi
vesellem şöyle buyurdu: "Bazı
insanlar bütün malını sadaka olarak
veriyorlar sonrada halkın önünde el
açıyorlar. En hayırlı sadaka
bollukta (kimseye muhtaç olmadan)
verilen sadakadır".Ebû Said Hudri
radıyaiiahu anh hazretleri diyor ki:
"Bir adam mescide geldi. Rasûlullah
saliaiiahu aleyhi vesellem (onun
kötü durumunu görünce) halka sadaka
olarak elbise vermelerini söyledi.
Oradakiler bir miktar elbise
verdiler. Rasûlullah saliaiiahu
aleyhi vesellem elbiselerden ikisini
mescide giren adama verdi. Bundan
sonra başka bir münasebetle
Rasûlullah saliaiiahu aleyhi
vesellem sahabeleri tekrar sadaka
vermeye teşvik etti. O adam da iki
elbisesinden birini sadaka olarak
verdi. Rasûluilah saliaiiahu aleyhi
vesellem onu uyardı ve elbisesini
geri verdi" Bir
başka hadiste Rasûlullah saliaiiahu
aleyhi vesellem bu olayla ilgili
şöyle buyurmuştur: "Bu adam çok kötü
bir vaziyette mescide gelmişti. Ben
ümid ediyordum ki siz onun haline
bakarak onunla bizzat
ilgilenirsiniz. Ancak siz bunu
düşünmeyince benim <Sadaka getirin>
diye söylemem gerekti. Siz sadaka
getirdiniz. Ona iki elbise verdim.
Sonra ben başka bir defa sadaka
verilmesini teşvik edince bu adam da
iki elbisesinden birini, <Alın,
kendi elbisenizi geri alın>
dercesine sadaka vermek istediDiğer
bîr hadiste Rasûlullah saliaiiahu
aleyhi vesellem şöyle buyurdu: "Bazı
insanlar bütün malını sadaka olarak
veriyorlar. Sonra oturup halkın
eline bakıyorlar. En hayırlı sadaka
bollukta (kimseye muhtaç olmadan)
verilen sadakadır". Bir başka
hadiste Rasûlullah saliaiiahu aleyhi
vesellem şöyle buyurmuştur: "Bolluk
içinde olmadan (başkalarına
muhtaçken) yapılan sadaka, sadaka
değildir'Bu
rivayetler görünüşte önceki
rivayetlere ters düşmektedir. Ama
gerçekte hiçbir terslik yoktur.
Çünkü bu rivayeti erdeki yasağın
sebebine bizzat Rasûlullah
saliaiiahu aleyhi vesellem kendisi
işaret etmiştir. Şöyle ki; bazı
insanlar bütün malını sadaka verip
sonra insanların eline
bakmaktadırlar. Böyle insanların
bütün mallarını sadaka olarak
vermeleri kesinlikle uygun değildir.
Hatta son derece yersizdir. Ancak
yanında bulunan maldan daha fazla
Allah'ın Kabza-i Kudret'inde
bulunan mala itimad ederse, böyle
zâtların bütün mallarını sadaka
etmelerinde bir sakınca yoktur (Hz.
Ali radıyaiiahu anti\n biraz önceki
kıssasında geçtiği gibi Hz.
EbûBekr'in durumu ise ondan daha
üstündür). Ancak şu kadarı var ki,
kişi kendi halinin o zatların haline
benzemesi için ve o zâtlar gibi
dünyaya gönül vermek ve Allahu
Teâlâ'ya itimad oluşturmak için
mutlaka çalışmalıdır. İnsan herhangi
bir iş için çalışırsa, Allah o şeyi
ona mutlaka lütfeder. Bu konuda bir
atasözü vardır."Kim çalışırsa
karşılığını bulur"Bir Allah dostuna
biri sormuş: "Ne kadar malda, ne
kadar zekat vardır?" O zât cevap
vermiş: "Avam için 200 dirhemde 5
dirhem yani kırkta bir şeriatın
hükmüdür. Ancak bize malın tamamını
sadaka vermek vaciptir" Hadisler
bölümünün birinci hadisinde bu
konuda Rasûlullah saliaiiahu aleyhi
veseiiem"\n şöyle bir beyanı
geçmiştir: "Eğer Uhud Dağı'nın
tamamı altın olsa ondan bir dirhem
dahi saklamaya gönlüm razı olmaz.
Ancak borcumu ödemek için ayırdığım
müstesna", İşte bundan dolayıdır ki
Rasûlullah saliaiiahu aleyhi
vesellem ikindi namazından sonra çok
acele olarak evine gitmiş ve
farkında olmadan evde kalmış bulunan
bir altın parçasının sadaka olarak
verilmesini emir buyurarak geri
dönmüştür. 4 no'lu hadiste geçtiği
gibi hasta bir durumdayken birkaç
altın paranın yanında bulunmasından
dolayı huzursuz olmuştur. Hz. İmam
Buhâri rahmetuiiahî aleyh, Sahih-i
Buhâri Şerifinde şöyle buyurmuştur:
"Sadaka bolluk olmadan olmaz. Kim
kendisi muhtaç olduğu halde veya
çoluk çocuğu muhtaç olduğu halde
veya borçlu olduğu halde sadaka
verirse önce borcunu ödemesi
gerektiğinden onun sadakası iade
edilir. Ancak bir kimse sabretmekle
tanınıyorsa ve Hz. Ebû Bekr
rahmetuiiahi aieyh'in yaptığı gibi
veya Ensa-rın Muhacirleri
kendilerine tercih ettikleri gibi,
ihtiyacına rağmen başkasını kendi
üzerine tercih ederse onun bütün
malını tasadduk etmesinde bir
sakınca yoktur".Allâme Taberî
rahmetuiiahi aleyh diyor ki:
"Cumhur-u Ulemâ'nın mezhebi şudur
ki; bir adam bütün malını şu
şartlarda sadaka olarak verebilir:
Borcu olmaması, yokluğa dayanması,
çoluk çocuğu olmaması eğer varsa
onların da onun gibi sabredenlerden
olması gerekir. O zaman bütün malı
tasadduk etmekte bir sakınca
yoktur. Eğer bu şartlardan biri
bulunmazsa malın tamamını sadaka
vermek mekruhtur.Bizim
büyüklerimizden Hakîmül Ümmet Şah
Veliyyullah hazretleri (Allah
kabrini pür nur eylesin) buyurdu ki:
"Rasûlullah saliaiiahu aleyhi
veseiiem\r\ <En hayırlı sadaka
zenginken verilendir> sözünden
maksat kalp zenginliğidir. Bu
yönüyle de bu hadisler önceki
hadislere ters düşmemektedir. Bizzat
hadislerde Rasûluilah saliaiiahu
aleyhi veseiiem'm şu ifadesi
geçmiştir: "Zenginlik malın çokluğu
değildir. Asıl zenginlik kalp
zenginliğidir"Yukarıda
altın parçası olayı anlatılmıştı. O
olayda da işaret yoluyla aynı konu
anlatılmaktadır. Şöyle ki; o adam
"Bunun hepsini sadaka olarak
veriyorum ve benim ondan başka bir
şeyim yoktur" diye S|k sık arz
etmesi, kalbinin o mala bağlı
olduğuna işaret etmektedir.Mezâhir
eserin yazan diyor ki: Sadakanın
zenginlikle olması gerekir. Bu
zenginlik isterse gönül zenginliği
olsun, yani Allahu Teâlâ'ya tam
olarak iti-mad edilmelidir. Mesela
Ebû Bekr Sıddîk radıyaiiahu anh
bütün malını Allah yolunda
verdiğinde Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem'm, "Çoluk-çocuğuna
ne bıraktın?" sorusuna, "Allah'ı ve
O'nun Rasûlü'nü" demiştir. Bunun
üzerine Rasûlullah saiiat-lahu
aleyhi veseiiem onu övmüştür. Eğer
bir kimse bu dereceyi elde
edememişse o zaman mal zenginliği
bakî kalmalıdır.Özet olarak kişide
kâmil bir tevekkül varsa, isterse
malının tamamını harcasın. Eğer
tevekkül kâmil değilse,
çoluk-çocuğun hakkını öne almak
gerekir. Ancak
kendi kalbini, kendi hatasından
dolayı uyarmaya devam etmeli ve,
"Sen şu pis dünyaya güvendiğinin
yarısı ya da üçte biri kadar Allah'a
güvenmiyorsun" diyerek onu gayrete
getirmelidir. İnşallah onun sık sık
uyarmasından dolayı mutlaka tesir
olur. Keşke Allahu Teâlâ o büyük
zatların tevekkül ve itimadının bir
parçasını bu âcize ele ihsan etse...
25) Hz.
Aişe radıyallahu anha'dan rivayete
göre Rasûlullah sallaltahu aleyhi şöyle
buyurmuştur: "Kadın evinin
yemeğinden (israf vs. ile) onu
bozmadan sadaka verirse, ona infak
etme sevabı verilir. Kocasına da onu
kazandığından dolayı sevap verilir.
Yemeği tertipleyen (kadın olsun,
erkek olsun) ona da sevap verilir.
Birinin sevabı diğerininkinden bir
şey eksiltmez."
(Müttefekun aleyh, Mişkât)
İZAH: Bu
hadisi şerifte iki konu geçmektedir.
Biri hanımın infak etmesiyle
ilgilidir, diğeri ise yiyecekleri
koruyan kilerci ve yemek işlerini
idare eden kimseyle ilgilidir. Her
iki konuda da pek çok rivayetler
zikredilmiştir. Şeyheyn'in bir başka
rivayetinde Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem'ln şöyle buyurduğu
zikredilmiştir: "Hanım kocasının
kazandığından kocası emretmeden
infak ederse kendisine yarım sevap
verilir.Hz.
Sa'd radıyallahu anh diyor ki:
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem kadınlar topluluğu ile biat
ettiğinde uzun boylu bir kadın ayağa
kalktı. Mudar kabilesinden olduğu
anlaşılıyordu. Çünkü o kabile
insanlarının boyları uzundu. Kadın
şöyle dedi: "Ya Rasûlaüah biz
kadınlar babamızın üzerine yüküz.
Çocuklarımızın üzerine de yüküz.
Kocalarımızın üzerine de yüküz.
Bizim onların malından hangi şeyi
alma haklarımız vardır?". Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu
ki: "Taze ve yaş malzemeler -ki
onları saklamakta bozulma endişesi
vardır-. Böyle şeyleri hem
yiyebilirsiniz hem de başkalarına
verebilirsiniz'.1
Bir başka hadiste Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle
buyurdu: "Allah celle celaluhu bir
lokma ve bir avuç hurma yüzünden üç
kişiyi Cennet'e koyar; 1.Ev sahibini
yani kocayı, 2.Yemeği pişiren
hanımı, 3.Yemeği fakirin kapısına
götürüp veren hizmetçiyi.Hz.
Aişe radıyaiiahu anfia'nın kız
kardeşi olan Hz. Esma radıyaiiahu
anha şöyle dedi: "Ya Rasûlallah
(kocam) Hz. Zübeyr'in bana
verdiğinden başka hiçbir şeyim yok.
Ben ondan (hayır yolunda)
harcayabilir miyim?" Bunun üzerine
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem buyurdu ki: "Bol bol harca,
sarıp saklama. Eğer saklarsan (sana
verilenler) kesilir" Bu
rivayet ve aynı manadaki bir çok
rivayetler biraz önce geçmiştir.Bir
rivayete göre Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur:
"Bir kadın kocasının kazandığından,
onun emri olmadan hayra harcarsa,
kocasına sevabın yansı verilir" Biraz
önce geçen rivayette bunun aksi
zikredilmiştir. Şöyle ki; böyle bir
durumda kadın için sevabın yarısı
vardır. Ancak dikkatli bakılınca
kocanın kazancını harcamanın iki
şekli olduğu anlaşılmaktadır.
Birinci şekil şudur; Koca kazandığı
maldan bir hisseyi hanımına tamamen
verir ve onu malın sahibi yapar.
Eğer kadın böyle bir malı hayra
harcarsa kendisine tam sevap
verilir, kocasına da yarım sevap
verilir. Çünkü şu açıktır ki, koca
kesin olarak kendi malını hanımına
vermiştir. Artık hanımı malı
harcadığında gerçekten kocasının
malından har-camayıp, kendi malından
harcamaktadır. Ancak malı kazanan
koca olduğu için ona da Allah'ın
lütuf ve keremiyle hanımın verdiği
sadakadan yarım sevab verilir.
Ayrıca hanımına mal verdiğinden
dolayı kocaya önceden özel olarak
sevabı verilmişti.İkinci şekilde
şudur: Koca malı kazandıktan sonra
hanımını mal sahibi yapmaz. Aksine
evin günlük masrafları için ona
verir. İşte o maldan verilen
sadakadan dolayı kocaya tam sevap
verilir. Çünkü malın asıl sahibi
o'dur. Kadına ise yarım sevap
verilir. Çünkü bu sadakadan dolayı
ev harcamalarındaki darlık ve
sıkıntıyı kadın da çekecektir.
Bunlardan başka daha bir çok
rivayetlerde çeşitli başlıklarla
kadınların yiyecek ve gıda
maddelerinden Allah yolunda
harcamaları teşvik edilmiştir.
Hanımlar basit bir şey verecekleri
zaman "Beyimden izin almadım" diye
bahane aramamalıdır. Tabi bütün bu
rivayetlere karşılık bazı
rivayetlerde böyle yapmak men
edilmiştir.Hz. Ebû Umâme radıyallahu
anh diyor ki: Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem Haccet-ül Veda
hutbesinde diğer sözlerinin yanı
sıra şunu da söylemiştir; "Hiçbir
kadın kocasının evinden (yani onun
malından) onun izni olmadan
harcamasın". Bir adam, "Ya
Rasûlallah yemeği de izinsiz
vermesin mi?" deyince Rasûlullah
satiailahu aleyhi veseiiem, "Yemek
en güzel maldır" buyurdu. Yani
onu da izinsiz sadaka olarak
vermesin demektir. Bu rivayetin
önceki rivayetle gerçekte hiçbir
çelişkisi yoktur. Önce geçen bütün
rivayetler genel durumlar ve örf ve
âdetlere göredir. Evlerdeki örf ve
âdetler her yerde genellikle
böyledir ve böyle olmaktadır. Şöyle
ki; evin masrafları için verilen
para veya ihtiyaç maddeleri gibi
şeylerden hanımların biraz sadaka
vermeleri veya fakirlere biraz yemek
vermelerine kocaları itiraz
etmezler. Aksine kocaların böyle
şeyleri didiklemeleri, sorup
araştırmaları, cimrilik ve aşağılık
bir davranış olarak sayılmaktadır.
Ancak bütün bu örf ve geleneklere
rağmen bir cimri adam, malından
birine bir şey verilmesine izin
vermezse, hanımının onun malından
sadaka ve hediye vermesi caiz
değildir. Şüphesiz kadın kendi
malından istediğini hayır olarak
verebilir.
Bir
adam, "Ya Rasûlallah! Hanımım benim
iznim olmadan malımdan hayır
yolunda harcıyor" dedi, Rasûlullah
saitaiiahu aleyhi veseiiem, "Onun
sevabı ikinize de verilecektir"
buyurdu. Adam, "Ben onu böyle
yapmaktan alıkoyuyorum" dedi.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem buyurdu ki: "Sana
cimriliğinin karşılığı, ona da
iyiliğinin mükafatı verilecektir"Bundan
anlaşılıyor ki, kocaların böyle
basit şeyleri yasaklamaları
cimriliktir. Kocası yasakladığı
halde onun malından vermesi kadın
için caiz değildir. Şüphesiz ki
kadının gönlü hayır yapmak istiyor
da kocasının zorlamasından dolayı
bunu yapamıyorsa, ona niyetinden
dolayı devamlı sadaka sevabı
verilir.Allâme Aynî rahmetuiiahi
aleyh diyor ki: "Gerçek şudur ki bu
gibi şeylerde her şehrin örf ve
âdetleri değişiktir. Kocaların da
hâli çeşit çeşittir. Bazıları
(hanımının harcamasını) sever,
bazıları sevmez. Bunun gibi harcanan
şeye göre de durumlar değişir. Bir
defa basit şeylere göz yumulur. Bazı
şeylerde vardır ki kocanın gözünde
çok önemlidir. Bunun gibi bazı
şeyler vardır ki onları saklamakta
bozulma endişesi vardır. Bazı
şeylerde vardır ki onları saklamakta
bir zarar yoktur". Hafız Ibni Hacer
rahmetuiiahi aleyh şöyle
nakletmiştir: "Kadını harcamaktan
alıkoymanın şu şartında alimler
ittifak etmişlerdir. Kadın
harcamakta fesad çıkarıcı
olmamalıdır".Bazı alimler şöyle
demişlerdir: "Kadınların hayır
yolunda harcamaları için teşvikler
Hicaz bölgesinin geleneklerine uygun
olarak gelmiştir. Çünkü genellikle
orada hanımların bu gibi
tasarruflarına izin verilirdi. Onlar
fakirlere, misafirlere,
komşu kadınlara, dilencilere yemek
ve başka şeyler verirlerdi.
Rasûlullah saiiaiia-hu aleyhi
veseiiemin bu hadislerinden maksat
Arapların bu güzel sıfatını almaları
için ümmetine teşvik vermektir" Nitekim
bizim diyarımızda da pek çok evlerde
şu gelenek vardır. Hanımlar
tarafından bir dilenciye, bir
akrabaya, bir ihtiyaç sahibine veya
aç bir kimseye yiyecek ve içecek
verilirse kocalara göre bu durum ne
izin alınması gereken bir şeydir ne
de üzüntüyü gerektiren bir
şey.Yukarıdaki hadiste ki ikinci
konu muhafız ve hazinedar
hakkındadır. Çoğu kere asıl mal
sahibi birine bir hediye vermek veya
sadaka vermek ister fakat hazine
görevlileri ve koruma sorumluları o
işi bozarlar. Özellikle devlet
idarecileri ve padişahlar çoğu zaman
sadaka ve yardım fermanı
yayınlarlar. Ama katip ve
danışmanları buna imkan olmadığına
dair devamlı mazeret uydururlar.
Bundan dolayı Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem bir çok hadislerinde
bu işle görevli olanların son
derece gönül hoşluğu ve memnuniyetle
mal sahibinin ve amirinin emrini
yerine getirmeleri için teşvik
vermiştir. Eğer böyle yaparlarsa
onlara sadece aracı ve vasıta
olduklarından dolayı Allah'ın lütuf
ve ikramı sayesinde ayrıca sevap
verilecektir. Yukarıdaki konu da bu
mükafatla ilgili bir çok hadis
geçmiştir.Bir hadiste şöyle
buyurulmuştur: "Müslüman ve
güvenilir bir hazinedar (maliye
görevlisi) mal sahibinin emrinitam
olarak memnuniyet ve gönül rızasıyla
uygularsa, ne kadar vermesi
emredildiyse o kadar verirse, o da
sadaka verenlerden sayılır" Bir
başka hadiste şöyle buyurulmuştur:
"Eğer sadaka (bilfarz) 70 milyon
insanın elinden geçerek yerine
ulaşsa en son kişiye birinci kişiye
verilen sevabın aynısı verilir" Yani
örnek olarak bir devlet reisi
(muhtaçlara) yardım yapılmasını
emretse, bu yardımın yerine
ulaşmasında devlet çalışanlarından
ne kadar insan vasıta olursa,
hepsine sevap verilir. Yani yardım
edenle, yardımı ulaştırmakta aracı
olanların hepsi ecir ve sevap
yönünden aynı şeye müstahak-tırlar.
Bir bakıma her ikisinin sevabında
derece farkı vardır. Ancak sevaptaki
derece farkı sadece mal sahibinin
sevabının fazla olmasını
gerektirmez. Bazen mal sahibinin
sevabı ziyade olur. Mesela
hizmetçiye veya kasadara, "Kapıdaki
veya yanındaki falan şahsa yüz lira
ver" diye emretmesi gibi. Bu şekilde
kesinlikle mal sahibine fazla sevap
verilir. Bir de (mesela) şöyle der:
"Falan mahalledeki hastaya bir nar
ver de gel". O kadar uzağa gitmek
meşakkat yönünden bir narın
değerini geçerse o zaman bu aracı
kişinin sevabı asıl mal sahibinden
daha fazla olur." Aynı şekilde malın
muhafızı ve hazinedarı olan kişi mal
tahsil etmekte çok zorluk çekiyorsa
ve mal sahibi malı zorluk çekmeden
bedavadan elde ediyorsa, böyle bir
malı sadaka vermekle o muhafıza
şüphesiz daha fazla sevap
verilir.Ecir ve sevap, çekilen
meşakkate göredirİşte bu, yüce İslam
dininin apayrı bir kaidesidir. Ancak
kocasının izni olmadan hanımının
malda tasarruf etmesinde sınırlı bir
hakkı varsa da mal muhafızı ve
kasadar için mal sahibinden izinsiz
onun malında hiçbir tasarruf caiz
değildir. Tabii ki eğer mal sahibi
tarafından ona tasarruf izni
verilirse o zaman bir sakınca
yoktur.
26) İbni
Abbas radtyaliahu anhuma'dan merfu
olarak nakledilen bir hadiste
Rasûlullah saliailahu aleyhi
veseiiem şöyle buyurdu: "Her iyilik
sadakadır. Bir hayra delalet edene
(teşvik verene) o hayrı işleyene
verilen kadar sevap verilir. Allahu
Teâlâ felaketzedeye yardım
edilmesini sever" (Ei-Mekâsıd-oı
Hasene)
İZAH: Bu
hadisi şerifte üç konu vardır.
Birincisi; her iyilik sadakadır.
Yani sadaka için illa da mal vermek
gerekli değildir. Sadaka sadece mal
ile sınırlı değildir. Aksine kime
bir iyilik yapılırsa o sevap
itibariyle sadakadır.Bir rivayette
şöyle geçmektedir: "İnsanda 360
eklem vardır. Öyleyse insan her
eklem için günde bir sadaka vermesi
gerekir". Sahâbe-i Kiram, "Ya
Rasûlal-lah! Kimin buna (günde 360
sadaka vermeye) gücü yeter" dediler.
Rasûlullah sai-laüahu aleyhi
veseiiem buyurdu ki: "Mescidde bir
tükürük varsa onu temizleyin, bu bir
sadakadır. Yolda eziyet verici bir
şey duruyorsa onu giderin, bu da
sadakadır. Hiçbir şey bulamazsanız
iki rekat kuşluk namazı hepsinin
yerine geçer" Çünkü
namazda her eklem Allah'a ibadet
halinde hareket etmektedir.
Bir
hadiste şöyle buyurulmuştur: "Her
gün güneş doğduğunda insana her
eklemi karşılığında bir sadaka
vacip olur. iki adamın arasında
adaletle karar vermeniz bir
sadakadır. Bineğine binmekte olan
bir adama yardım etmeniz bir
sadakadır. Onun yükünü kaldırıp
kendisine vermeniz bir sadakadır,
Kelime-i Tayyibe (Lâ ilahe illallah
demek) de bir sadakadır. Namaz için
atılan her adım sadakadır. Birine
yol göstermeniz sadakadır. Yoldan
eziyet veren şeyi gidermeniz de
sadakadır.Başka
bir hadiste şöyle buyurulmuştur:
"Her gün her eklemi karşılığında
insanın bir sadaka vermesi gerekir,
Her namaz sadakadır. Oruç sadakadır.
Hacc sadakadır. Subhanallah demek
sadakadır. Elhamdülillah demek
sadakadır. Alla-huekber demek
sadakadır". Diğer bir hadiste de
şöyle geçmektedir: "Yolda
rastladığına selam vermek
sadakadır, iyiliği emretmek
sadakadır. Kötülükten alıkoymak
sadakadır" Buna
benzer pekçok hadisler varid
olmuştur. Onlardan anlaşıldığına
göre (Allah rızası olmak şartıyla)
her iyilik, her güzel iş, her ihsan
sadakadır.Baştaki hadiste zikredilen
ikinci konu şudur. Kim birini
hayırlı bir işe teşvik ederse, ona
da o işi yapan gibi sevap verilir.
Bu hadis meşhurdur. Pek çok
Sahâbe-iKiram radtyatlahu anhum
ecmaîn'den rivayet edildiğine göre
Rasûlullah saliailahu aleyhi
veseiiem şöyle buyurmuştur: "İyiliğe
yol gösteren o iyiliği yapan
gibidir". Allahu Teâlâ Şanûhu'nun
ihsanı, ikramı, in'âmı ve
bahşişlerinin bir sınırı var mı ki?!
O'nun nimetleri ve O'nun lütuf lan
yorulmadan elde edilmektedir. Ancak
biz almak istemiyorsak bunun çaresi
nedir? Bir şahıs çok fazla nafile
namaz kılamı-yorsa, o başkasına
teşvik vererek nafile namaz
kıldırmalıdır ki ona verilen sevap
kendisine de verilsin. Kendi yoksul
olduğundan ya da başka bir sebepten
dolayı hayır yolunda bol bol mal ha
reayamı yorsa başkasına teşvik
verip, mal harcatsın ve mal
harcayanların sevabına bizzat ortak
olsun. Bir şahıs kendisi oruç
tutamıyor, hacc yapamıyor, cihad
edemiyor ve herhangi bir ibadeti
yapamıyor ama başkalarını bu gibi
şeylere teşvik ediyor ve böylece
kendisi bütün bunlara ortak oluyor.
Çok dikkatli düşünülmesi ve
anlaşılması gereken bir husustur ki,
eğer insan bütün bu ibadetleri
yalnız başına yaparsa sadece bir
sevap alacaktır. Ancak yüz kişiye bu
şeyleri anlatıp, teşvik eder ve amel
ettirirse, yüzünün de sevabını alır.
Eğer bin, iki bin ve daha fazla
insanın ameline vesile olursa,
ibadetlere yönelttiği insanların
hepsinin sevabını almaya devam
edecektir, İşin hoş tarafı da şudur;
eğer o kişi ölse bile amel
yapanların amellerinin sevabı
ölümden sonrada kendisine ulaşır.
Allah'ın ihsan ve ikramlarının bir
sınırı var mı ki?! Hayatında
yüzbinler-ce insanı dinî işlere
başlatan (amel etmelerini
sağlayanlar ne kısmetli insanlardır!
Ve şimdi onlar ölümlerinden sonra o
amel yapan insanların sevabına
ortaktırlar.Amcam Mevlânâ İlyas
Efendi (Allah kabrini pür nûr etsin)
şöyle derdi: "İnsanlar
kendilerinden sonra birkaç kişi
bırakarak (ahirete) gidiyorlar. Ben
ise bir memleket ahâlisini bırakarak
gidiyorum". Onun bu sözünün maksadı
şuydu: Me-vat bölgesinde onun
çalışması sayesinde yüzbinlerce
insan namaz kılmaya başladı.
Binlerce insan teheccüt namazı
kılmaya başladı. Binlercesi Kur'an
hafızı oldu. Onların hepsinin sevabı
inşallah ona nasib olacaktır. Artık
şimdi bu güzel kısmetli cemaat Arap
ve Acem diyarlarında tebliğ
yapmaktadırlar. Onların
çalışmasıyla ne kadar insan
herhangi bir din işine sarılır,
namaz kılar ve Kur'an okurlarsa
onların hepsinin sevabı o
çalışanlara ve "Ben arkamda bir
memleket ahâlisi bırakıp gidiyorum"
diye sevinen o zat'a
verilecektir.Hayat mutlaka sona
erecektir. Ölümden sonra insanın
hayatında yaptıkları işe
yarayacaktır. Ömrün şu anlarını çok
büyük bir ganimet bilmelidir. Ahiret
azığı yapılabilecek bir şeyde
eksiklik yapılmamalıdır. En hayırlı
şeyler sevabı ölümden sonra devam
edenlerdir.Dostlarım ve büyüklerim!
Vaktinizi ganimet bilin. Yanınızda
götüreceğinizi götürün. Ölümden
sonra hiç kimse ne oğlunu sorar ne
babasını. Hepsi birkaç gün
ağladıktan sonra susarlar. En güzel
şey sadaka-i cariyedir.Baştaki
hadiste üçüncü olarak şu konu
zikredilmiştir. Allahu Teâlâ
musibete uğramış insanların
feryadına kulak verenleri sever. Bir
hadiste şöyle buyurulmuştur:
"Allahu Teâlâ insanlara merhamet
etmeyene merhamet etmez". Bir
hadiste şöyle buyuru İm ustur:
"Musibete uğramış kadınlara veya
fakirlere yardım eden kimse, cihada
koşan gibidir". Buna ilave olarak
şöyle de buyurdu: "O kişi gece boyu
hiç gevşeklik yapmadan namaz kılan
ve hiç iftar etmeden devamlı oruç
tutan gibidir" Bir
başka hadiste de şöyle
buyurulmuştur: "Bir kimse bir
mü'minden dünyanın herhangi bir
musibetini giderirse Allah celle
ceiaiuhu da ondan Kıyamet Günü'nün
musibetini giderir. Bir kimse
zorluğa düşen birine kolaylık
gösterirse, Allah celle ceiaiuhu
ona dünya ve ahiret kolaylığı nasib
eder. Bir kimse bir Müslümanın
dünyada kusurunu örterse, Allah
celle ceiaiuhu da dünya ve ahirette
onun kusurunu örter" Diğer
bir hadiste şöyle buyurulmuştur:
"Kim bir Müslüman kardeşinin
ihtiyacını görürse, o, Allahu
Teâlâ'ya bütün ömür boyu hizmet
etmiş (yani ibadet etmiş) gibi sevap
kazanır". Yine bir hadiste şöyle
buyurulmuştur: "Bir kimse Müslüman
bir kardeşinin hacetini idarecilere
ulaştınrsa, Sırat Köprüsü'nde
ayakların kaydığı günde yürümesinde
ona yardım edilir".Bir hadisi
şerifte şöyle geçmektedir: "Allah'ın
bazı kullan vardır ki Allahu Teâlâ
onları halkın ihtiyaçlarını
gidermeleri ve onların işlerine
yardım etmeleri için yaratmıştır.
İşte onlar kıyametin şiddetli
gününde rahat olacaklardır. Onlarda
hiçbir korku olmayacaktır". Yine bir
hadiste şöyle buyurulmuştur: "Kim
çaresiz kalmış kardeşine yardım
ederse Hak Teâlâ Şânûhû dağların
bile yerlerinde duramadığı gün
(kıyamet günü) onun ayağını sabit
kılacaktır". Diğer bir hadiste şöyle
geçmektedir: "Kim bir müslüman
kardeşine bir sözle yardımcı olursa
veya ona yardım etmek için adım
atarsa, Allahu Teâlâ ona yetmiş üç
rahmet indirir. Bunlardan biriyle
onun dünya ve ahireti düzelir.
Yetmiş ikisi de ahirette
derecesinin yükselmesi için bir
azıktır.Kenz-ül Ummal kitabının
yazarı, bunlardan başka daha pek çok
hadisler-deki bu çeşit konuları
nakletmiştir. Bir hadiste şöyle
buyurulmuştur: "Müslümanlar
birbirine merhamet etmekte,
birbirine olan bağlılıkta, birbirine
olan şefkatte bir beden gibidirler.
Bir uzuv acı çekerse bütün âzâlar
onunla birlikte uyanık kalır ve
ateşlenirler" Yani
bir uzun acısından dolayı bütün
azalar huzursuz olurlar. Mesela el
yaralandığında artık hiçbir âzânın
uykusu gelmez. Hepsinin uyanık
kalması gerekir. Bundan daha ötesi,
elin sancısından dolayı bütün bedeni
ateş kaplar. Aynen bu şekilde bir
müslümanın acısından dolayı herkesin
huzursuz olması gerekir.Bir hadiste
şöyle buyurulmuştur: "Merhamet eden
insanlara Rahman (olan Allah) da
merhamet eder. Siz yeryüzündeki
insanlara merhamet edin ki,
gökyü-zündekiler de size merhamet
etsinler". Bu sözden maksat, Allahu
Teâlâ Şânûhû da olabilir melekler
de. Başka bir hadiste şöyle
geçmektedir: "Müslümanların en
hayırlı evi içinde yetim olup da ona
güzel davranılan evdir. En kötü ev
İse içinde yetim olup da o yetime
kötü davranılan evdir" Yine
bir hadiste buyuruldu ki:"Benim
ümmetimden birini sevindirmek için
onun ihtiyacını gören kimse, beni
sevindirir. Kim beni sevindirirse,
Allah'ı sevindirir. Kim Allah'ı
sevindirirse Allah onu Cennet'e
koyar". Diğer bir hadiste şöyle
buyurulmuştur: "Kim musibete
uğrayan bir insana yardım ederse
onun için yetmiş üç mağfiret
derecesi yazılır. Onlardan bir
derece ile o kişi düzelir (yani
hatalarının affına sebep olur).
Geriye kalan 72 derece o kişinin
derecelerinin artmasına sebep olur".
Yine bir hadiste şöyle
buyurulmuştur: "Yaratıkların hepsi
Allah'ın lyâlidir (yakınlarıdır).
İnsanların Allahu Teâlâ'ya en
sevgili olanı onun lyâline güzel
davranandır""Yaratıkların
hepsi Allah'ın lyâlidir" sözü meşhur
bir hadistir. Bir çok Sahâ-be-i
Kiram tarafından nakledilmiştir.
Alimler şöyle yazmışlardır,
"insanlar kendi çoluk çocuğunun
rızkını temin etmeye önem verdiği
gibi Allahu Teâlâ da bütün
mah-lukatına rızık verir. Bu açıdan
yaratıklara Allah'ın tyâli
denmiştir" Allah'ın
lyâli olma sıfatı sadece müslümana
ait değildir. Bu hususta Müslüman ve
kafir ortaktır. Hatta bütün canlılar
buna dahildir. Çünkü hepsi Allahu
Teâlâ'nın yaratıkları ve
lyâli-dirler. Kim hepsiyle güzel
geçinir ve güzel davranırsa o
Allah'ın en sevgili kulu olur.
27) Şeddad
bin Evs radıyaliahu anh diyor ki:
Ben Rasûlullah sailallahu aleyhi
vese//em'in şöyle buyurduğunu
işittim; "Kim gösteriş niyetiyle
namaz kılarsa o şirk koşmuş olur.
Kim gösteriş için oruç tutarsa şirk
koşmuş olur. Kim gösteriş için
sadaka verirse şirk koşmuş olur". (Ahmed,
Mişkât)
İZAH: Şirk
koşmuş olur demek; kişi bu
ibadetlerinde başkalarını Allah'a
ortak koşmuş olur demektir. Allah'a
ortak koştuğu kimseler kendilerine
gösteriş yapmayı maksat edindiği
kimselerdir. O kimse ibadetini
sadece Allah için yapmamış olup
aksine onun ibadeti bir ortaklık
ibadeti olmuştur. Onun ibadetinin
gayesine gösteriş yapmak istediği
kimselerin de hisseleri
katılmıştır.Bu konu çok önemlidir.
Bu konu üzerinde durarak bu bölümü
kapatıyorum. Maksat şudur; hangi
ibadetsolursa olsun yalnız Allah
rızası için olmalıdır. Onda hiçbir
bozuk gaye, riya, şöhret, itibar vs.
asla olmamalıdır. Çünkü bu niyetler
insanın iyilikleri berbat olup
günahı kesinleşir. Hadislerde sık
sık riya konusunda tehdit ve
tenbihler geçmektedir.Bir Hadis-i
Kudsi'de Cenab-ı Hak Subhanehû şöyle
buyurmaktadır: "Ben bütün ortaklar
arasında ortaklığa hiç muhtaç
değilim. Kim ibadetinde
başkasınıBana ortak koşarsa, Ben onu
ortak koştuğu ile baş başa
bırakırım"Yani
o kendiamelinin karşılığını ortak
koştuğundan alsın, onun Benimle
hiçbir ilgisi yoktur. Bir başka
hadiste şöyle buyurulmuşiur:
"Kıyamet günü bir münadi şöyie ilan
edecektir; <Kim herhangi bir
amelinde bir başkasını Allah'a ortak
koştuysa, o ortak koştuğundan
sevabını istesin. Allah ceiie
celaluhu ortaklığa muhtaç değildirHz.
Ebû Said Hudri radıyaliahu anh diyor
ki: Bir defasında Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem yanımıza
geldiler. Biz o esnada deccaldan
bahsediyorduk. Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Ben
sizin hakkınızda Deccal'den daha çok
korktuğum bir şeyi söyleyeyim mi?"
Bizler, "Şüphesiz söyleyiniz" dedik.
Rasûlullah saiiaitahu aleyhi
veseiiem "O, şirki hafîdir" buyurdu.
Mesela bir adam namaz kılar. (Namaza
ihiasla başlamıştır. Bir şahıs onun
namaz kılışına bakmaya başlar). Onun
bakmasından dolayı namazını
uzatır.Bir başka sahabi Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiemln şöyle
buyurduğunu nakletmiştir: "Benim
sizin hakkınızda en fazla korktuğum
şey gizli şirktir". Sahabi, "Gizli
şirk nedir?" deyince Rasuİullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem "Riyadır"
buyurdu. Bir hadiste bu İfadelerden
sonra şu ilave vardır: "Allahu
Teâlâ, kullarına, yaptıkları
amellerin karşılığını vereceği gün
onlara şöyle diyecektir;
<Kendilerine göstermek için amel
yaptığınız kimselere gidin, bakın
onların yanında sizin amellerinizin
karşılığı var mı?Kur'an-ı
Kerim'de Allahu Zülcelal şöyle
buyuruyor:"Kim Rabbine kavuşmayı
arzu ediyorsa (O'nun sevgilisi ve
yakını olmak istiyorsa) salih amel
işlesin ve Rabbine ibadette hiçbir
kimseyi ortak koşmayın"(Kehf-110)Hz.
İbni Abbas radıyaliahu anhuma diyor
ki: Bir adam Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem'e şöyle dedi; "Ben
bazı (dini işlerde) Allah rızası
için ayağa kalkıyorum ama gönlüm
istiyor ki benim bu çalışma mı
insanlar görsün". Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem ona
hiçbir cevap vermedi nihayet
yukarıdaki ayet nazil oldu.Hz. Mücahİd
rahmetullahi aleyh diyor ki: BİT
adam Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseliem'ln
huzuruna geldi ve "Ben sadaka
veriyorum. Maksadım sadece Allah
rızası oluyor. Ancak gönlümden,
<insanlar bana iyi desinler> diye
geçiyor" dedi. Bunun üzerine
yukarıdaki ayeti kerime nazil
oldu.Bir Hadis-i Kudsi'de Allah
ceiie celaluhu şöyle buyuruyor: "Kim
amelinde bir başkasını Bana ortak
koşarsa, Ben onun ameiinin tamamını
bırakırım (kabul etmem). Ben, ancak
Benim rızam için olan ameli kabul
ederim". Bundan sonra Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem
yukarıdaki ayeti kerimeyi okudu. Bir
başka hadiste şöyle buyurulmuştur:
"Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor; <Ben
arkadaşımla bölüşmeyi en güzel
şekilde yapanım. Şöyle ki; bir şahıs
ibadetinde Bana başkasını ortak
koşarsa, Ben Kendi hissemi de o
ortağa veririm>". Bir hadiste şöyle
buyurulmuştur: "Cehennem'de bir
vadi vardır ki, Cehennem'in kendisi
dahi günde 400 defa ondan (Allah'a)
sığınır. O vadi riyakâr Kur'an
okuyucuları içindir". Bir başka
hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem şöyle buyurmuştur: "Cübbül
Hüzn'den (yani Cehennem'deki hüzün
kuyusundan) Allah'a sığının".
Sahâbe-i Kiram, "Ya Rasûlallah orada
hangi insanlar kalacaklardır?"
dediler. Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem, "Kendi amellerinde
gösteriş yapanlar" buyurdu.Bir
sahabi diyor ki: "Bu ayeti kerime
(yani Kehf suresinin 110. ayeti)
Kur'an-ı Kerim ayetleri arasında en
son inmiştir.Kur'an-ı
Kerim'de bir başka yerde şöyle
buyurulmuştur:
"Ey
iman edenler! Malını gösteriş için
harcayan ve Allah'a, ahiret gününe
iman etmeyen kimse gibi, başa
kakarak ve eziyet yaparak
sadakalarınızı boşa çıkarmayın.
Böyle bir kimsenin durumu, üzerinde
toprak bulunan kayaya benzer, ki ona
şiddetli bir yağmur isabet
eder. Üzerindekini götürüp çıplak
bir taş bırakır. (Aynı şekilde başa
kakanlar ve eziyet edenler ve
gösteriş yapanların sadaka
vermeleri tamamen boşa
gidecektir ve kıyamet günü)
bu kimseler kazandıklarından hiçbir
şey elde edemezler". (Bakara-264)
Kur'an-ı Kerimin başka bir çok
yerinde gösteriş yapmak kötü len m
iştir. Bir hadiste buyuruluyor ki:
Kıyamet günü ilk önce haklarında
karar verilecek olanlardan biri
şehittir. O çağrılacak ona dünyada
Allah'ın verdiği nimetler
hatırlatılacak. Ondan sonra ona, "Bu
nimetlerin içinde yaşayarak hangi
iyi ameli yaptın?" denecektir. O
"Ya Rabbi, Senin rızan için cihad
ettim. Nihayet şehid oldum (Sen'in
uğrunda feda oldum)" diyecektir.
Allahu Teâlâ, "Yalan söyledin. Sen
insanlar, <Çok yiğit biriymiş>
desinler diye cihad ettin. Nitekim
öyle denildi. (Amelinin gayesi
yerine gelmiş oldu)" buyuracak
sonra onun Cehennem'e atılması
emredilecektir. Emir üzerine o yüz
üstü sürüklenerek Cehennem'e
atılacaktır. İkinci şahıs bir alim
olacaktır. O çağrılacak, Allah'ın
nimetleri ve ikramları sayıldıktan
sonra ona, "Allah'ın bu nimetleri
arasında sen ne amel yaptın?"
denilecek, o "Ben ilim öğrendim ve
insanlara öğrettim. Sen'in rızan
için Kur'an okudum" diyecek. Allahu
Teâlâ, "Bunların hepsi yalan. Sen
bütün bunları halk sana <Büyük alim
ve güzel Kur'an okuyan biridir>
desinler diye yaptın. Nitekim halk
da böyle dedi. (Senin bu Çalışmanın
maksadı elde edilmiş oldu)"
buyuracak ve sonra onun
Cehennem'eatılması için emir
verilecek, o da yüz üstü
sürüklenerek Cehennem'e atılacaktır.
Üçüncü şahıs bir cömert adam olacak.
Allah ona dünya da çok bolluk ve
genişlik vermişti. Her türlü malı
ihsan etmişti. O çağrılacak ve
Allahu Teâlâ'nın dünyada verdiği
nimetler kendisine hatırlatılacak
sonra "Bu nimetlerin içinde senin
yaptığın işler nedir?" diye
sorulacak. O "Ben Sen'in rızan için
Senin razı olduğun hayır
yerlerinden yardım etmediğim hiçbir
yer bırakmadım" diyecek. Bunun
üzerine Allahu Teâlâ, "Yalan
söyledin. Sen sadece insanlar <Çok
cömert adammış> desinler diye
harcadın, nitekim denildi" buyuracak
ve sonra onun da Cehennem'e atılması
emredilecek, o da yüzüstü
sürüklenerek Cehennem'e atılacaktır.Bu
hadiste ve buna benzer diğer
hadislerde, nerede şahıslar tek tek
zikre-diliyorsa onlardan bir sınıf
insan kastedilmiştir. Yani maksat bu
muamele sadece üç kişiye yapılacak
demek değildir. Aksine maksat şudur;
üç sınıf insan sorguya çekilecektir.
Hadiste örnek olsun diye her
sınıftan birer adam
zikredilmiştir.Bunlardan başka daha
bir çok hadiste sık sık bu konuda
uyanlar yapılmıştır. Rasûlullah
saitaiiahu aleyhi veseiiem çok büyük
bir ehemmiyetle ümmetinin dikkatini
şuna çekmiştir: Yapılan her iş
sadece Allah için yapılmalıdır.
Niyete, riya, isim yapmak, şöhret ve
gösterişin lekesinin dahi
bulaşmaması için elden gelen bütün
ihtimam gösterilmelidir. Ancak bu
noktada şeytanın bir büyük
hilesinden gafil kalmamak gerekir.
Düşman güçlü olunca çeşitli
şekillerde düşmanlığını ortaya
koyar. Şeytan çoğu defa insana,
"Zaten bende ihlas yok" vesvesesi
verir ve bu yüzden insanı önemi çok
büyük olan ibadetlerden
alıkoyar.İmam Gazali rahmetuiiahi
aleyh buyurdu ki: "Şeytan önce iyi
işlerden alıkoyar. O işi yapmaya
niyet bile edilmesin diye kalbe bir
takım düşünceler koyar. Ancak insan
gayret ederek ona karşı koyar ve
onun engellemesiyle o işten
vazgeçmezse, şeytan, <Sende zaten
ihlas yok, senin ibadet ve mihnetin
boşunadır. Madem ki ihlas yoktur,
böyle bir ibadeti yapmanın ne
faydası var ki?> der. Buna benzer
vesveseler vererek insanı iyi işler
yapmaktan engeller. İnsan o iyi işi
yapmaktan vazgeçince şeytanın
maksadı yerine gelmiş olur" O
halde ihlasım yoktur diye iyi iş
yapmaktan geri durulmamalıdır.
Aksine iyi işlerde ihlaslı olmak
için devamlı çalışılmalıdır. Bir de
şöyle dua edilmelidir: "Allahu Teâlâ
yalnız Kendi lütfü ile bize yardım
etsin de din çalışmamız ve
uğraşmamız berbad ve zayi
olmasın""Bu, hiçbir zaman Allah'a
zor değildir." (Fatır-17)