FEZAİL-İ SADAKAT

Muhammed Zekeriyya Kandehlevi


İÇİNDEKİLER


Önsöz


Allah Yolunda Mal Harcamanın Faziletleri


Cimriliğin Kötülüğü Ve Zararları


Sıla-İ Rahim'in (Akraba Ve Yakinlari Gözetmenin) Faziletleri


Zekatın Önemi Ve Faziletleri


Zekatı Alıkoymakla İlgili Uyarı Ve Tehditler


Zühd, Kanaat Ve Kimseye El Açmamaya Teşvikler


Dünyaya Gönül Vermeyenlerin Ve Allah Yolunda Mal Harcayanların Kıssaları

ÖNSÖZ

FEZAİL-İ SADAKAT

 

Esirgeyen ve bağışlayan Allah'ın adıyla Allah'a hamd ve O'nun yüce Rasûlü'ne salâtu selâm olsunBu bir kaç sahife([ik kitap) Allah yolunda infak etmenin faziletleri hakkındadır. Daha önceki Fezail-i Hac adlı kitabımın başlangıcında bununla ilgili birkaçşey yaz­mıştım. Amcam[1] (Allah kabrini pürnur eylesin) bu kitabın yazılmasına çok önem verir­di. Ve hayatının son günlerinde sık sık bu hususa dikkatimi çekerdi. Bir defasında ikindi namazını kılmak üzereydi. Kamet alınıyordu. Başını saftan ileri uzatarak bu acize, "Bak sakın o kitabı unutmayasın" diye emir buyurdu. Amcam o vakit has­talığından dolayı imamlık yapamadığından cemaatin saflarında yer alıyordu. Bu kadar ısrar ve tenbihe rağmen kendi ihmalim yüzümden bu konuda bayağı gecikme •oldu. Hatta sadece gecikme değil aksine hemen hemen sonraya erteleme olmuştu.

Derken Allah'ın takdiridir kiT Şevval 1366 H. (1945 M.) tarihinde (Delhi'nin) Nizamuddin beldesinde uzun süre kalmam gerekti. Fezail-i Hac adlı eserimde de yazdığım gibi o kitabımı bitirdikten sonra Sehrenpur'a dönme imkanım olma7 di. Bunun üzerine Hicri 24 Şevval 1366 Çarşamba günü bu kitaba başladım. Allah ceiie ceiaiuhu benim günahlarıma rağmen, dünya ve ahiret itibariyle günden güne artarak devam eden lütfü, in'amı ve ikramıyla bu kitabı tamamlamayı nasip ederek, kabul buyursun."Başarım yalnız Allah'ın yardımı iledir, sadece O'na tevekkül ettim ve O'na döneceğim" (Hud-88Bu kitabımı yedi bölümde yazmayı düşünüyorum.Birinci bölüm, Allah yolunda infak etmenin (mal harcamanın) faziletleri.İkinci bölüm, cimriliğin kınanması.Üçüncü bölüm, akrabayı gözetmeye özel olarak ihtimam gösterilmesi.Dördüncü bölüm, zekatın vacibliği.Beşinci bölüm, zekatın alıkonulması halinde azab tehditleri.Altıncı bölüm, zühd, kanaat ve dilenmemenin faziletleri.Yedinci bölüm, zahidlerin ve Allah yolunda mallarını harcayan zatların hikayeleri.[2]

 



[1] Mevlana İlyas Kandehlevi rahmetuiiahı aleyh

[2] Muhammed Zekeriyya Kandehlevi, Fezail-i Sadakat (Allah Yolunda İnfak Etmenin ve Yardımlaşmanın Faziletleri), Gülistan Neşriyat:

ALLAH YOLUNDA MAL HARCAMANIN FAZİLETLERİ

Allah Yolunda Mal Harcamanın Faziletleri Hakkında Ayetler

Allah Yolunda Mal Harcamanın Faziletleri Hakkinda Hadisler

Beyt:

 

ALLAH YOLUNDA MAL HARCAMANIN FAZİLETLERİ

 

Allah yolunda mal harcamaya teşvik ve onun faziletleri Allah'ın yüce Ke­lamında ve O'nun doğru sözlü Rasûlü, Seyyidül beşer Hz. Muhammed saiiaiiahu aleyhi veseiiem efendimizin hadislerinde çok geniş bir şekilde beyan edilmiştir. O ayet ve hadislere bakınca paranın kesinlikle saklanılmaması (yığılmaması) ge­reken bir şey olduğu anlaşılmaktadır. Mal ancak Allah yolunda harcamak için yaratılmıştır. Bu konuda ki ayet ve hadisler o kadar çoktur ki onların yüzde birini bile bir araya getirmek zordur. Kendi âdetime uygun olarak bu ayet ve hadisler­den bir kaçını örnek olarak arz ediyorum. [1]

 

Allah Yolunda Mal Harcamanın Faziletleri Hakkında Ayetler

 

1) O (Kur'an) muttakîler (Allah'tan korkanlar) için bir yol göstericidir./ Onlar gayba inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar, / Yine onlar, sana indirilen kitaba ve senden önce indirilen kitaplara iman ederler; ahiret gününe de kesinkes inanırlar. / İşte onlar, Rablerinden gelen doğru bir yol üzeredirler ve felaha erenler de ancak onlardır. (Bakara-2,5)

 

İzah:

 

Bu ayeti kerimede düşünülmesi gereken birkaç husus vardır:

a) O (Kur'an), muttakîler (Allah'tan korkanlar) için bir yol göstericidir. Yani bir kişi mülkün sahibini bilmezse, O'ndan korkmazsa ve kendini yaratanı tanı­mazsa, o kimse Kur'an'ın gösterdiği yolu nasıl görebilir? Görme sıfatına sahip olan insan, yolu görür. Görme organı olan göze sahip olmayan insan neyi gör­sün ki? Aynı şekilde kalbinde Allah korkusu olmayan biri Allah celle ceiaiuhu'nun emirlerine kulak verir mi? .

b)  Namazı dosdoğru kılarlar. Yani namazı adabına ve şartlarına riayet ede­rek sürekli bir şekilde, ihtimamla eda ederler. Bu konuda geniş açıklama Fezail-i Namaz risalesinde geçmiştir. Orada İbni Abbas radıyaiiahu anhuma'dan şöyle bir ha­dis nakledilmiştir: "Namazı kaim etmekten maksat onun rüku ve secdelerini en gü­zel şekilde eda etmek, bütün varlığı ile namaza yönelmek, huşu ile kılmaktır." Ka-tâde rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Namazı kaim etmek, o namazı vakitlerine riayet ede­rek abdestini, rüku ve secdelerini güzel bir şekilde eda etmek demektir."

c)  Felaha ermek çok büyük bir şeydir. Felah kelimesi her nerede geçerse mana olarak dünya ve ahiret saadeti ve kurtuluşunu kapsamaktadır. İmam Ra-ğıb dünyadaki felah, dünya hayatını güzelleştiren şeyleri elde etmektir" diye yaz­mıştır. O güzellikler, sebat ve devamlılık, gına (zenginlik) ve izzettir. Ahiretteki fe­lah ise dört şeydir: Sonu olmayan bir hayat, fakirlik şüphesi bulunmayan bir zen­ginlik, hiçbir zilleti olmayan bir izzet, kendisinde cehalet bulunmayan bir ilimdir. Yukarıdaki ayeti kerimede Felah kelimesi genel olarak kullanıldığından hem dün­ya hem de ahiretteki kurtuluşları içine almaktadır. [2]

 

2) İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin yaptığıdır ki, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır. Allah sevgisinden dolayı yakınlara, yetimlere, yok­sullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere malını harcar, namaz kılar, zekât verir. Antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyan­lardır. Muttakîler ancak onlardır! (Bakara-177)

 

İzah:

 

Hz. Katâde rahmetuiiahi aleyh buyurdular ki: "Yahudiler batıya, Hıristi­yanlar ise doğuya doğru namaz kılarlardı. Bunun üzerine yukarıdaki ayet indi." Diğer bazı zâtlardan da bu çeşit konular nakledilmiştir.[3]İmam Cessas rahmetuiiahi aleyh şöyle yazmıştır: "Bu ayetle yahudi ve Hıristiyan­ların davası reddedilmiştir." Onlar kıblenin değişmesi üzerine (yani Beyt-ül Mukaddes yerine Kabe'nin kıble olmasına) itiraz ettiklerinde Allah ceiie ceialuhu bu ayeti indirdi: "İyilik Allah'a itaat etmektir. O'na itaat etmeden doğuya ya da batıya dönmek bir şey değildir"2. Ayeti Kerimede geçen Allah sevgisi üzerine mal harcar sözünün manası şudur: Kişi verdiği şeyleri Allah ceiie ceialuhu sevgisi ve rızası için vermeli. Adı şanı şöhreti ve izzeti için vermemelidir. Çünkü bu şekilde mal harcamak iyiliklerin yok ol­masına ve günaha girilmesine sebep olur. Kişi böyle yapmakla hem malını harcamış hem de Allah ceiie ceialuhu katında sevap yerine günah kazanmış olur.Sevgili Peygamberimiz saiiaiiahu aleyhi veseiiem bir hadisi şeriflerinde: "Allah ceiie ceialuhu sizin şekillerinize ve mallarınıza (ne kadar harcadığınıza) bakmaz ancak sizin amellerinize ve kalplerinize (hangi niyet ve iradeyle harcadığınıza) bakar[4] buyurmaktadır. Yine Peygamber Efendimiz saiiaiiahu aleyhi veseiiem başka bir hadisi şeriflerinde; "Benim sizin hakkınızda en çok korktuğum şey küçük şirktir." buyurdu. Bunun üzerine Sahabe-i Kiram radıyaiiahu anhum, "Ya Rasûlallah küçük şirk nedir?" diye sordular. Rasûlüllah saiiaiiahu aleyhi veseiiem efendimiz, "Gösteriş için amel yapmaktır" buyurdu. İleride de geleceği üzere hadislerde gösteriş için mal harcamak hakkında pek çok uyanlar vardır.Ayeti Kerimenin yukarıdaki meali Allah ceiie ceiaiuhu'nun sevgisiyle vermek kast edildiği zamandır. Bazı alimler bu ayetteki sevgiyi başkalarına verme ve har­cama sevgisi olarak açıklamışlardır. Yani kişi verdiği şeylerden dolayı sevinmeli, önce verip de sonra "Ben neden verdim? Nasıl da ahmaklık ettim. Param azaldı. vs." diyerek pişman olmamalıdır.[5] Ulemânın çoğunluğu ayetteki sevgiyi mal sevgisi şeklinde açıklamışlardır. Yani insan mala karşı olan sevgisine rağmen malı bu sa­yılan yerlere vermelidir. Bir hadisi şerifte şöyle geçmektedir: Birisi "Ya Rasûlallah malı sevmenin manası nedir? Malı herkes sever" dedi. Rasûlüllah saiiaiiahu aleyhi vo-seiiem Efendimiz, "Sen mal harcadığında kalbinin sana kendi ihtiyaçlarını hatırlat­ması ve <Henüz ömrüm var. Bu mala ihtiyacım olabilir[6] diye kalbinde ihtiyaç kor­kusunun belirmesidir" buyurdu. Bir hadisi şerifte de, "Verdiğin sadakaların en iyisi sıhhatin yerindeyken yaşayacağına ve bu dünyada daha uzun zaman kalacağına ümitli olduğun vakit harcadığındır. Sen can boğaza dayanıp, ölüm yaklaşıncaya kadar sadaka vermeyi geciktirme. O zaman sen Şu kadar falancaya verilsin, bu kadar falan yere vehlsin> demeye başlarsın. Artık o mal falancanın olmuştur.[7] Yani siz kendinizden ümit kesip, kendi zaruret ve ihtiyaç korkunuz kalmayınca, "Şu kadar falan camiye, bu kadar falan medreseye verilsin" demeye başlarsınız. Halbu­ki o artık varislerin malı olmuştur. Böyie yapmak bir atasözünde geçtiği gibi, "Hel­vacı dükkanında dedenin ruhuna hatim merasimi" yapmaya benzer. Yani başkası-1 nın malıyla hayır yapmak demektir. Kendi ihtiyacınız olduğu müddetçe harcamayı başaramadığınız mal, şimdi varislerin eline geçmeye başlayınca siz de Allah yo-. lunda verme cezbesi uyanmıştır. Bu nedenle yüce İslam ölüm anında yapılacak sadakanın mirasın üçte birinde geçerli olabileceğini hükme bağlamıştır. Eğer bir. . kişi ölüm anında bütün malının sadaka yapılmasını vasiyet edip, ölse, mirasçıları-! nın izni olmadan mirasın üçte birinden fazlasında onun vasiyeti geçerli olmaz.Bu ayette malın yetimler, yoksullar ve başkaları üzerine harcanması husu-sen zikredilmiş ve sonunda zekattan ayrıca bahsedilmiştir. Buradan şu anla­şılmaktadır: "Verilecek olan şeyler zekatın dışında kalan mallardandır." Bu hu­sustaki açıklama hadisler bölümünde 1 numaralı hadiste gelecektir. [8]

 

3) Allah yolunda harcayın. Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atma­yın. (Harcama ve her türlü hareketinizde)dürüstdavranın.ÇünküAllahdürüstlerisever. (Bakara-195)                                                            

 

İzah:

 

Hz. Huzeyfe radıyallahu anh, "Ayette geçen kendinizi tehlikeye atma­yın sözünün manası fakirlik korkusuyla Allah yolunda harcamayı bırakmaktır." buyurmaktadır, Hz. İbni Abbas mdtyaiiahu anhuma buyuruyor ki: "Kişinin kendini tehlikeye atması, Allah yolunda öldürülmesi demek değildir. Aksine Allah yolun­da harcamayı terketmesidir." Hz. Dahhâk bin Cübeyr rahmetuiiahı aleyh diyor ki: "Ensar Allah yolunda harcar ve sadaka verirlerdi. Bir sene kıtlık oldu. Onların ha­yalleri ve beklentileri boşa çıktı ve Allah yolunda harcamayı bıraktılar. Bunun üzerine bu ayeti kerime nazil oldu." Hz. Eşlem rahmetuiiahi aleyh diyor ki:"Bizler Kostantiniye savaşındaydık. Karşımıza kafirlerden çok büyük bir kalabalık çıktı. Bu esnada Müslümanlardan biri kılıcını alarak onların saflarına daldı. Bunun üzerine diğer müslümanlar (o kişi hakkında) Kendisini tehlikeye attı diye ko­nuşmaya başladılar." Hz. Ebû Eyyub el Ensari radıyaüahu anh de o savaşta bulunu­yordu. Ayağa kalktı ve buyurdu ki: "Kişinin kendisini helak etmesi bu değildir. Siz bu ayeti kerimeye böyle mana veriyorsunuz. Aslında bu ayet bizim hakkımızda in­mişti. Şöyle bir durum olmuştu; islam yayılmaya başlayıp dinin koruyucuları artın­ca, biz ensar arasında gizliden gizliye şöyle bir görüş meydana çıktı: Allah ceiie ceiaiuhu İslam'a üstünlük nasip eyledi ve insanlar arasında dinin yardımcıları ço­ğaldı. Mallarımız ve bahçelerimiz uzun zaman ilgilenemediğimizden berbat oluyor. Öyleyse bizler onlara bakalım, onları düzene sokalım İşte bunun üzerine bu ayeti kerime indi. Kendini tehlikeye atmak; kendi mallarının düzeni ile meşgul olup Allah yolunda cihadı terk etmektir.[9]

 

4) Sana iyilik yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar."İhtiyaç fazlası­nı" de.(Bakara-219)                                                                                

 

İzah:

 

Mal aslında (hayır yolunda) harcanmak içindir. İhtiyacı kadarı bıra­kılıp geriye kalan (Allah yolunda) harcanmalıdır. Hz. ibni Abbas radıyattahu anhuma, "Kişinin kendi çoluk çocuğunun masrafından artan kısmı ihtiyaçtan fazladır" demektedir. Hz. Ebû Umame radıyatlahu anh, Allah Rasûlü sailaliahu aleyhi vese/tem'İnşöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Ey insan, yanında fazla olanı harca. Bu senin için hayırlıdır. O malı yanında alıkoyman senin için kötüdür. Zaruret miktarı olan malda ise kınama yoktur. Harcamaya da aile fertlerinden olan insanlardan başla. Yukarıdaki el, aşağıdaki elden hayırlıdır. Yani veren el, alan elden hayırlıdır." Hz. Atâ rahmetuiiahi aleyhken de şöyle rivayet olunmuştur: "Yukarıdaki ayeti kerimede geçen ( ya.) Afv kelimesinden maksat; ihtiyaçtan fazla olan maldır.[10]Hz. Ebû Said el Hudh radıyallahu anh, Rasûlullah sallailahu aleyhi vesellerri\n şöyle buyurduğunu söyledi: "Kimin yanında fazla bineği varsa bineği olmayana versin. Fazla azığı olan da azığı olmayana versin." Rasûlullah sailaliahu aleyhi veseilem bu sözün üzerinde o kadar fazla durdu ki, biz kişinin ihtiyacından fazla olan malında hakkı bulunmadığını zannettik.[11] Zaten insan için en yüksek derece şudur: İnsanın gerçek ihtiyaçlarından fazla olan malt, hayır yolunda harcamak içindir. Biriktirip bir köşeye koymak için değildir. Bazı alimler Afv kelimesini kolaylık şeklinde tercüme etmişlerdir. Yani kişi kolaylıkla hayır yolunda ne kadar harcayabil irse har-camalıdır. Şöyle ki, harcadıktan sonra dünyevi sıkıntılara düşerek perişan olma­malı, başkasının hakkını zayi ederek ahiretteki sıkıntılara maruz kalmamalıdır. Hz. İbni Abbas radıyallahu an/ıuma'dan nakledildiğine göre, bazı kimseler öyle sada­ka verirlerdi ki, yiyecek bir şeyleri kalmazdı. Hatta başkaları onlara sadaka verme durumunda kalırlardı. Bunun üzerine (yukarıda geçen) ayeti kerime nazil oldu.Hz. Ebû Said el Hudri radıyallahu anh şöyle buyuruyor: Adamın biri mescide geldi. Rasûlullah sailaliahu aleyhi veseilem o şahsın halini görünce hayır olarak elbise toplanmasını emretti. Yardım olarak epeyce elbise toplandı. Rasûlullah sailaliahu aleyhi veseilem elbiselerden ikisini o adama verdi. Sonra sadaka toplanması için teşvik etti. İnsanlar sadaka olarak mallarından verdiler. O adam da iki parça elbiseden birini sadaka olarak verdi. Bunun üzerine Rasûlullah sailaliahu aleyhi veseilem memnun olmadığını belirterek elbisesini ona geri verdi.Kendisi muhtaç olduğu halde hayır, hasenat yapmaya Kur'an da teşvik verilmiştir. Fakat bu (teşvik) bu tür harcamalara memnuniyetle katlananlar ve kalplerinde gerçekten ahiretin ehemmiyeti dünya üzerine galip gelenler içindir. 28. ayetin açıklamasında bu konunun tafsilatı gelmektedir. [12]

 

5) Verdiğinin kat kat fazlasını kendisine ödemesi için Allah'a güzel bir borç verecek kimdir? Darlık veren de bollu kveren de Allah'tır. Sadece O'na döndürüleceksiniz. (Bakara-245)

 

İzah:

 

Yukarıdaki ayeti kerimede Allah yolunda harcamanın borca benzetil­mesinin sebebi, borç alınan (şey) mutlaka geri verilip, eda edildiği gibi Allah yolun­da harcamanın ecir, mükafat ve karşılığı da mutlaka elde edilir. Bundan dolayı Al­lah yolunda harcamak, borç vermeye benzetilmiştir. Hz. Ömer radıyaiiahu anh Allah'a borç vermekten kastedilen şeyin Allah yolunda harcamak olduğunu söylemiştir.Hz. Ibni Mes'ud radıyaiiahu anh buyurdu ki: Bu ayet indiği zaman Hz. Ebû Dahdah Ensari radıyaiiahu anh Peygamber Efendimiz saiiaiiahu aleyhi veseiiem \n yanı­na geldi ve, "Ey Allah'ın Rasûlü! Allah ceiie ceiaiuhu bizden borç mu istiyor?" dedi. Peygamber Efendimiz saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Evet" deyince, "Öyleyse elinizi ba­na veriniz {Ta ki mübarek elinizi tutarak size söz vereyim)" dedi. Peygamber Efendimiz saiiaiiahu aleyhi veseiiem elini uzattı. O da Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vese/tem'İn elini anlaşma yapmak üzere tutarak, "Ey Allah'ın Rasûlü! Ben bağımı Rabbime borç olarak verdim" dedi. Bahçesinde altı yüz tane hurma ağacı vardı ve onun çoluk çocuğu da o bahçede kalıyorlardı. Sonra Ebû Dahdah oradan kalkarak bahçesine geldi ve hanımı Ümmü Dahdâh'a, "Haydi! Bu bahçeden dışarıya çık. Bu bahçeyi ben Rabbime verdim." diye seslendi. Ebû Hureyre radıyaiiahu antim rivaye­tine göre Allah'ın Rasûlü saiiaiiahu aleyhi veseiiem bu bahçeyi birkaç tane yetim ara­sında taksim etti.Bir hadiste şöyle geçmektedir: Ne zamanki"Kim bir iyilik yaparsa ona on misli sevap verilir" ayeti nazil oldu. Rasûlul­lah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bunun üzerine "Ya Rabbi ümmetimin sevabını bundan daha fazla kıl" diye dua etti. Bu duadan sonra da yukarıda geçen ayeti nazil oldu. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem tekrar "Yâ Rab! Ümmetimin se­vabını bundan da fazla kıl" diye dua etti. Bunu müteakip (7.sıradaki) ayeti nazil oldu. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem tekrar, "Yâ Rab! Ümmetimin se­vabını arttır" diye dua etti. Bunun üzerine

"Muhakkak sabredenlere ecirleri hesapsız ve tam olarak ödenecektir." ayeti nazil oldu. Başka bir hadisi şerifte şöyle buyu rul m ustur: "Bir melek şöyle nida eder; <Bugün borç verip, yarın karşılığını tam ve eksiksiz olarak alacak olan kimdir?Bir hadis-i kutsîde ise Allah ceiie ceiaiuhu şöyle buyuruyor: "Ey ademoğlu! Dora \/a servetini Benim vanıma emanet olarak bırak. O emanetinin ne yanma endişesi vardır, ne batma ne de çalınma. Ben emanetini senin en muhtaç oldu­ğun bir zamanda eksiksiz bir şekilde sana vereceğim.[13]

 

6) Ey iman edenler! Kendisinde artık ahş-veriş, dostluk ve (Allah'tan izinsiz) bir şefaat bulunmayan gün (kıyamet) gelmeden önce, size verdiği­miz rızıktan hayır yolunda harcayın. (Bakara-254)

 

İzah:

 

Yani o gün alış-veriş yoktur ki, kişi başkalarının iyiliklerini satın ala­bilsin. Dostluk yoktur ki, başkalarından iyilik isteyebilsin. Allah'tan izinsiz kimseye şefaat hakkı yoktur ki, ona yalvarıp, yakararak kendisine şefaat ettirsin. Kısacası (O gün kişinin) başkasından yardım alabileceği bütün sebepler yok olacaktır. O gün için bir şey yapılacaksa bugün yapılmalı, ekilecek olan ekilmelidir. O gün ektiğini biçme günüdür. Ne ekilirse o biçilecektir. İster tahıl, ister çiçek, ister diken, ister çalı. Herkes ne ektiğini iyice düşünmelidir.

 

7) Allah yolunda mallarını harcayanların örneği, yedi başak bitiren bir dane gibidir ki, her başakta yüz dane vardır. Allah dilediğine kat kat fazlasını verir. Allah'ın lütfü geniştir, O herşeyi bilir. Bakara-261)

 

İzah:

 

Bir hadisi şerifte, "Ameller altı, insanlar ise dört kısımdır" buyurul-maktadır. Amellerden ikisi vacip kılan amellerdir. İkisi mükafatı ile eşit olan amellerdir. Bir amelin ecri (sevabı) on kat fazladır. Birinin de sevabı yedi yüz kat fazladır. Vacip kılan amellerin birincisi şudur: Kişi Allah cetfe ceiaiuhu'na şirk koşmadan ölürse mutlaka Cennete girecektir. İkincisi; her kim Allah ceiie ceiaiu-to/na şirk koşarak ölürse o da mutlaka Cehennem'e girecektir. Mükafatına eşit olan amel ise, bir kimse bir iyiliğe niyet eder. Fakat onu yapamazsa, ona bir sevap verilir. Kim de bir günah işlerse ona bir günah yazılır. Kim bir iyilik yaparsa ona on misli sevap yazılır, Allah yolunda harcayan kimseye her harcamasına karşılık yedi yüz kat sevap yazılır. İnsanların dört kısmı ise şöyledir: 1-Hem dün­ya hem de ahirette genişlik içinde olanlar, 2-Dünyada genişlik, ahirette ise darlık içinde olanlar, 3-Dünyada darlık, ahirette ise genişlik içinde olanlar, 4-Hem dün­yada hem de ahirette darlık içinde olanlar.[14] Son kısımda olan insanların dünya yoksulluğu yanında amelleri de bozulmuştur. Bundan dolayı ahirette bir şey elde edemedikleri gibi dünya ve ahiretleri berbat olmuştur.Hz. EbÛ Hureyre raöıyallahu anh Allah'ın Rasûiü saliallahu aleyhi veseliemln Şöyle buyurduğunu naklediyor: "Her kim helal maldan olmak ve haram maldan olmamak şartıyla bir hurma kadar sadaka verirse (Çünkü Allah ceiie ceiaiuhu yalnız helal ve temiz malı kabul eder) Allah ceiie ceiaiuhu o sadakayı sizin kendi buzağınızı büyüttü­ğünüz gibi büyütür. Nihayet o sadaka büyüye büyüye bir dağ kadar olur.[15]Yine başka bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Kim Allah yolunda bir hurma verirse Allah ceiie ceiaiuhu onun sevabını o kadar büyütür ki, Uhud Dağı'ndan daha büyük olur." Uhud Dağı Medine-i Münevvere'de çok büyük bir dağdır. Bu durum­da ecir ve sevab yedi yüzden çok daha fazladır.Bir başka hadiste geçtiğine göre; yedi yüz misli ecir verileceği hakkındaki a-yet nazil olduğunda Rasûluilah saliallahu aleyhi veseiiem ecir ve sevabın daha çok ol­ması için Allah ceiie ceiaiuhu'nB dua etti. Bunun üzerine beşinci sırada geçen ayet na­zil oldu.[16] Bu hadise göre yedinci ayet beşinci ayetten önce inmiştir. Başka bir hadiste bunun aksi rivayet olunmuştur. Bu hadis beşinci ayetin açıklamasında geçmiştir.

8) Mallarını Allah yolunda harcayıp da arkasından başa kakmayan, fakirlere eziyet etmeyen kimseler var ya, onların Allah katında has mükâfat­ları vardır. Onlar için korku yoktur, üzüntü de çekmeyeceklerdir.

                                                                                                       (Bakara-262)

İZAH: Bu ayeti kerime önceki ayetten hemen sonra gelmektedir ve bu sayfadaki diğer ayetlerde bu konu hakkındadır. Allah ceiie ceiaiuhu yolunda harca­maya teşvik ve sadakayı başa kakmak suretiyle berbat edilmemesi hakkında tembih vardır. Eziyet etmenin manası ise, yapmış olduğu iyilikten dolayı birine hakir davranmak ve onu zelil görmektir.Rasûluilah saliallahu aleyhi veseiiem bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur: "Bazı kimseler Cennet'e giremeyeceklerdir. Onlardan bir tanesi yaptığı iyiliği ba­şa kakan, ikincisi anne babasına karşı gelen, üçüncüsü ise devamlı şarap içen­dir.[17] İmam Gazali rahmetuliahi aleyh İhya-i Ulumiddin'de sadaka adabı bahsinde "Kişi sadakasını  (Eziyet).ve (Başa kakma) ile berbat etmemelidir" diye yazmıştır. "Menn ve Eza" kelimelerinin tefsiri hakkında alimlerin birkaç görüşü vardır. Bazıları; "Menn, sadakayı verdiği kişiye, verdiği sadakadan bahsetmesi-dir. Ezâ ise, sadaka verdiğini başkalarına açıklamasıdır" demiştir. Başka bir gö­rüşe göre Menn, vermiş olduğu şeyin karşılığını ondan almak, Ezâ, sadaka verdiği kimseyi fakirliği sebebiyle kınamaktır. Bazıları da "Menn, vermiş olduğu sadaka sebebiyle yoksula karşı büyüklük taslamaktır. Ezâ ise istediği için onu azarlamaktır" demişlerdir.İmanvı Gazali rahmetuliahi aleyh buyurdu ki: "Menn kelimesinin asıl manası (sadaka verenin) verdiği kişiye ihsanda bulunduğunu düşünmesidir" Zaten bu sebeple yukarıda geçen şeyler meydana gelmektedir. Halbuki (sadakayı veren kişi) fakirin kendine iyilik ettiğini düşünmelidir. Çünkü o fakir zenginden Allah'ın hakkı olan zekatı kabul etmekle onu sorumluluktan ve mesuliyetten kurtararak malının temizlenmesine de sebep olur. Ayrıca zekat verilmediğinden dolayı yapı­lacak olan Cehennem azabından onu kurtarmış olur.[18] Meşhur muhaddislerden İmam Şa'bi rahmetuliahi aleyh diyor ki: Her kim fakirin sadakaya olan ihtiyacından daha fazla kendisini sevaba muhtaç kabul etmezse, o kimse vermiş olduğu sadakayı zayi etmiştir. Ayrıca fakire vermiş olduğu sadaka da yüzüne çarpılır.[19] Kıyamet günü son derece çetin, hüzünlü, kederli ve korkunç bir gündür. Bu hu­sus kitabın sonunda da gelecektir. O (kıyamet) gününde kişinin korkudan emin olması ve üzüntülü olmaması çok büyük bir nimettir.

9) Eğer sadakaları (zekât ve benzeri hayırları) açıktan verirseniz ne âlâ! Eğer onu fakirlere gizlice verirseniz, işte bu sizin için daha hayırlıdır. Allah da bu sebeple sizin günahlarınızı örter. Allah, yapmakta olduklarınızı bilir.                                                                                                                                                                                                 (Bakara-271)

"Mallarını gece ve gündüz, gizli ve açık hayra sarf edenler var ya, onların mükâfatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur, üzüntü de çekmezler."                                                 (Bakara-274)

İZAH: Her iki ayette sadakanın gizlenerek verilmesi de açıktan verilmesi de övülmektedir. Kur'an-ı Kerim'in bir çok ayetlerinde riya yani gösteriş için amel yapmanın kötülüğü bildirilmiş ve buna şirk denilmiştir. Riyanın sevapları yok edi­ci hatta günah kazanmaya sebep olduğu bildirilmiştir. O halde öncelikle şunu iyi anlamak lazımdır ki, gösteriş ayrı bir şeydir. Bir amelin açıkça yapılması illa da onda riya olmasını gerektirmez. Oysa riya; kişinin kendi büyüklüğünü göstermek şöhret kazanmak yeteneklerini göstermek ve izzet elde etmek için yaptığı işlerdir.Allah ceiie ceiaiuhu'nun rızasını ve hoşnutluğunu kazanmak için bir amel yapılır da bir maksattan dolayı onun ilan edilmesinden Allah razı olacaksa, bu ameli ilan etmek riya olmaz. Bu durumun dışında kalan her amelde, özellikle sadaka vermekte efdal olan onu gizlemektir. Çünkü bu şekilde riya ihtimali de ortadan kalkmaktadır. Ayrıca sadakayı alan şahıs zillete düşmekten ve eziyet görmekten korunmuş olur. Sadakayı açıktan vermenin zararlarından biri de verir­ken riya olmasa bile cömertliği insanlar arasında yayıldığından sadaka veren kişinin ucub ve kendini beğenme ihtimalinin olmasıdır. Bunun yanısıra eğer sadaka veren kimse halk arasında meşhur olursa o zaman pek çok kimseler ondan istemekle onu rahatsız ederler. Ayrıca o kimsenin zengin olduğu duyuldu­ğunda pek çok dünyevi zararlar da meydana gelir. Meselâ, hükümetin vergi koyması; malında hırsızların gözü olması ve haset edenlerin düşmanlığı vs. İmam Gazali rahmetuiiahi aleyh şöyle buyuruyor: "Sadakayı gizli vermek riya ve şöhretten daha uzaktır." Ayrıca Rasulullah saiiaiiabu aleyhi veseiiem bir hadisinde buyurmuştur: "Sadakaların en faziletlisi dar gelirli birinin kendi gayretiyle herhangi bir yoksula gizlice sadaka vermesidir. Her kim vermiş olduğu sadakadan bahsederse o kişi kendinin meşhur olmasını isteyendir. Kalabalık içinde sadaka veren de riyakardır."Geçmişte büyük zatlar sadakayı o kadar gizlemeye çalışırlardı ki, sadaka ver­miş oldukları fakirin sadaka vereni bilmesinden dahi hoşlanmazlardı. Bundan dolayı bazıları âmâ fakirleri seçerek onlara sadaka verirlerdi. Bazıları da fakirin haberi ol­masın ve utanmasın diye başkaları vasıtasıyla verirlerdi. Kısacası; verilen sadakayla riya ve gösteriş kastedilmiş ise sevaplar mahvolduğu gibi günaha da girilmiş olunur.İmam-ı Gazali rahmetuiiahi aleyh şöyle yazmıştır: "Hangi amelde kişinin niyeti gösteriş olursa o amel boşa gider. Çünkü zekat mal sevgisini insanın kalbinden çıkar­mak için vacib oldu. İnsanlarda makam sevgisi mal sevgisinden daha fazladır. Bu ikisi ahirette insanı helak eden şeylerdir. Cimrilik sıfatı insana kabrinde akrep şeklinde musallat olur. Riya ve meşhur olma isteği ise ejderha şekline girerek (musallat olur).[20]Bir hadiste, "Kişinin dini ve dünyevi hususlarda parmakla gösterilmesi o-nun kötülüğüne yeterli bir sebeptir". Hz. İbrahim bin Edhem rahmetuiiahi aleyh buyu­ruyor ki: "Her kim meşhur olmayı isterse, o kimse Allah ile doğru bir muamelede bulunmamıştır". Eyyûb Sahtiyanı rahmetuiiahi aleyh de; "Her kimin Allah ile muame­lesi düzgün ise evinin nerede olduğunun halk tarafından bilinmesini dahi iste­mez" demiştir.[21] Hz. Ömer radıyaliahu anh bir defasında Mescid-i Nebevi'ye geldi. Hz. Muaz radtyallahu anh'\ Peygamber sallallahu aleyhi vese/tem'in kabri başında otur­muş ağlarken gördü. Niçin ağladığını sorunca Hz. Muaz radıyaliahu anh\ "Ben Ra-sûlullah'tan duydum ki; Riyanın azı da şirktir. Allah ceiie ceiaiuhu bir köşede isim-sizlik içinde yaşayan muttakî kullarını sever. Eğer o kimseler bir yere gidecek olsalar onları kimse aramaz. Herhangi bir meclise gelseler, onları kimse tanı­maz. Onların kalpleri hidayet kandilleridir ve onlar tozlu, topraklı karanlık yerlerden kurtulmuşlardır[22]Kısacası riyayı (gösterişi) kötüleyen pek çok ayet ve hadisler vardır. Fakat bütün bunlara rağmen sadakayı ilan etmekte bazen dini maslahatlar (faydalar) bulunmaktadır. Mesela, başkalarını teşvik etmek gerektiğinde sadaka açıkça verilir. Şöyle ki; birkaç kişinin sadaka vermesiyle dinin önemli bir ihtiyacı karşılanamıyorsa, o zaman sadakayı açıkça vermek başkalarını sadakaya teşvik edip o dini ihtiyacın karşılanmasına sebep olur.Bundan dolayı Peygamber saiiaiiahu aleyhi veseiiem Efendimiz buyuruyor ki: "Kur'an'ı sesli okuyan açıktan sadaka veren gibidir. Kur'an'ı sessiz okuyan da gizli sadaka veren gibidir.[23] Demek ki Kur'an-ı Kerimi duruma göre bazen sesli bazen de sessiz okumak faziletli oluyor. Önce geçen ayeti kerime hakkında pek çok ulemadan nakledildiğine göre bu ayette farz sadaka olan zekat ve nafile sa­dakaların her ikisi de beyan edilmektedir. Farz olan sadakayı yani zekatı açıktan vermek daha efdaldir. Diğer farzların hükmü de aynıdır. Onları açıkça edâ etmek efdaldir. Çünkü kişi açıktan vermekle hem başkalarını sadaka vermeye teşvik etmiş hem de "Bu adam zekatını edâ etmiyor" şeklindeki suçlama ve töhmeti üze­rinden atmış olur. Bunun için namazın cemaatle kılınmasında namazın edâ edil­mesinin ilanıyla birlikte başka faydalar da vardır. Hafız ibni Hacer rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Allâme Taberi rahmetuiiahi aleyh ve diğerleri farz olan sadakanın açıkça verilmesinin efdal olduğu, nafile sadakanın da gizlice verilmesinin daha üstün ol­duğu hakkında alimlerin görüş birliğinde olduklarını nakletmişlerdir." Zeynübnü-I Münir rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Bu üstünlük ahvallere göre değişir. Mesela, idareci­ler zalim olduğundan zekatı verilecek mal gizli tutuluyorsa zekatı gizli vermek daha uygundur. Eğer bir kimse önder olduğundan insanlar onun yaptığı işleri kendilerine örnek alıyorlarsa o kişinin nafile olan sadakayı da açıktan vermesi efdaldir.[24]Hz. İbni Abbas radıyaliahu anhuma yukarıda geçen ayeti kerimenin tefsirinde diyor ki: "Allah ceiie ceiaiuhu nafile sadakalar içinde gizli verilen sadakayı açıktan verilen sadakadan yetmiş derece üstün kılmıştır. Farz olan sadakalarda ise açık­tan verileni gizli verilenden yirmi beş derece üstün kılmıştır. Diğer bütün farz ve nafile İbadetlerde de durum böyledir.[25] Yani farz olan ibadetleri aşikare yapmak gizli yapmaktan efdaldir. Çünkü kişi farz olan ibadeti gizli yaparsa kendisini töh­met altında bırakmış olur. Diğer bir zarar da o kişinin yakın çevresi "Bu adam fa­lanca ibadeti hiç yapmıyor" kanaatine varmalarıdır. Bundan dolayı onların kalp­lerinde bu ibadetlerin kıymet ve ehemmiyeti azalır. Nafile ibadetlerde ise eğ'er kendisine başkalarının uyacağı ve tâbi olacağını düşünüyorsa bunları açıkça yapması efdaldir.Hz. ibni Ömer raüıyaiiahu anhuma dan Peygamber saiiaiiahu aleyhi veseiiem Efen­dimizin şöyle buyurduğu naklediliyor: "Salih amelleri gizlice yapmak aşikâre yapmaktan efdaldir." Fakat bu (şekilde amel yapmak) ittibaya niyet eden içindir. Ancak insanların kendisine ittiba ettiklerini düşünen biri amellerini açıkça yapabilir. Hz. Ebû Umame radıyallahu anh diyor ki: Hz. Ebû Zer radıyallahu anh Rasûlullah sallal-lahu aleyhi veseiiem'öen hangi sadakanın daha faziletli olduğunu sorunca Allah'ın Rasûlü saüaiiahu aleyhi veseilem buyurdu ki: "Gizlice herhangi bir fakire birşeyler ver­mektir." Darlık ve yokluk içindeki birinin sadaka vermeye çalışması daha üstün­dür. Gerçek şudur ki, nafile sadakaları gizli olarak vermek efdaldir. Tabii ki açık­tan vermekte dini bir fayda varsa o zaman sadakanın açıktan verilmesi daha efdal olur. Fakat bu noktada kişi kendi nefsinden ve şeytandan gafil olmamalıdır. Çünkü şeytan sadakayı berbat etmek için "Açıkça vermekte dini bir takım fayda­lar vardır" diye kalbe bir düşünce sokar.Bunun için kişinin sadakayı açıkça vermesinde dinen fayda olup olmadığı­nı dikkatlice araştırması gerekir. Sadakayı verdikten sonrada her gittiği yerde bahsetmemelidir. Çünkü böyle yapmak açıkça sadaka verme hükmüne dahil olur. Hadisi şerifte bahsedildiği üzere insan gizli bir amel yaptığında o gizli amel olarak yazılır. O kişi yaptığı gizli amelini açıklarsa gizli yapılan amel aşikâre yapı­lan amellere dönüşür. Eğer her gittiği yerde insanlara söylerse açıkça yapılan bir amel hükmünden çıkıp riya ile yapılan bir amel hükmüne dahil olur.[26] Peygamber saiiaiiahu aleyhi veseilem Efendimiz buyurdu ki; "Allah'ın arşının gölgesinden başka gölge bulunmayan o (kıyamet gününde) Allah celie ceiaiuhu 7 sınıf insanı kendi arşı­nın gölgesinde barındıracaktır. "1 -Adil devlet reisi, 2-Allah celie ceiaiuhu'na ibadet e-derek yetişen genç, 3-Kalbi mescitlere bağlı olan kimse, 4-Hiçbir dünyevi menfaat olmaksızın sırf Allah için bir araya gelen ve ayrılan iki kişi, 5-Soylu ve mevki sahibi, güzel bir kadın kendisine yöneltmek istediğinde Ben Allah'tan korkarım> diyen kimse {Aynı şekilde bir erkek bir kadını kendine yöneltmek istediğinde Ben Al­lah'tan korkarım> diyen kadın), 6-Sağ elinin verdiğini sol eli duymayacak derecede gizli sadaka veren kişi, 7-Kimsenin görmediği tenha bir yerde Allah celie ceiaiuhu'nu hatırlayıp ağlayan kimse". Bu hadiste 7 sınıf insan zikredilmiştir. Başka hadisi şerif­lerde o dehşetli günde arşın gölgesinde bulunacakların daha fazla olduğu bildiril­miştir. Alimler onların seksen iki sınıf insan olacağını bildirmişlerdir. İthaf kitabının yazarı o kimseleri kitabında zikretmiştir. Pek çok hadisi şeriflerde "Gizli verilen sadaka Allah ceiie ceiaiuhu'nun gazabını giderir" buyurulmuştur.Hz. Salim ibni Ebî Cağd rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Bir kadın çocuğuyla beraber yolda giderken aniden bir kurt çocuğu kapıp götürdü. Kadın kurdun ar­kasından koştu. Derken yolda bir dilenci ile karşılaştı. Dilenci bir şeyler isteyince kadın yanında bulunan bir tek ekmeği ona verdi. Bu esnada çocuğu kapan kurt geriye geldi ve çocuğu bırakarak gitti." Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem buyurdu­lar ki: "Allah ceiie ceiaiuhu üç kişiyi sever, üç kişiye de gazap eder. Allahu Teâlâ'nın sevdiği üç kişiden birincisi, bir fakirin ihtiyacını gören kişidir, ki o fakir hiç tanıma­dığı ve akrabalığı da olmayan bir topluluğun yanına gelir. Yalnızca Allah için onlardan bir şeyler ister. O kişi kalkar ve diğerlerinden gizli olarak o fakire bir şey­ler verir ve onun verdiği şeyden Allah'tan başka kimsenin haberi olmaz, ikincisi] o kişidir ki, bir topluluk bütün geceyi seferde geçirir. Gece boyunca yürüyen bu topluluğa uyku basınca biraz dinlenmek için bineklerinden inerler. O kişi yatıp istirahat etmek yerine namaza durur ve Allah ceiie ce/a/u/iu'nun huzurunda dua etmeye başlar. Üçüncüsü de; o kişidir ki, bir topluluk düşmanla cihad ederken düşman karşısında yenilgi baş gösterdiğinde ve insanlar dağılmaya başladığın­da o kişi tek başına göğsünü gererek şehid olana kadar yada savaşı kazanana kadar çarpışır. Allah'ın gazap ettiği üç kişiden birincisi; yaşlı (ihtiyar) olduğu hal­de zina eden kimse. İkincisi; fakir olduğu halde kibirlenen kimse. Üçüncüsü; zen­gin olduğu halde zulmeden kimsedir." (Bu hadis, hadisler kısmının on beşinci sı­rasında gelecektir). Hz. Cabir radıyaiiahu anh diyor ki: "Allah'ın Rasûlü saiiaiiahu aleyhi veseilem hutbe okudu ve hutbesinde şöyle buyurdu; Ey insanlar ölüm gelmeden evvel günahlarınıza tevbe ediniz ve iyi ameller işlemek de acele ediniz. Başka işlerle uğraşarak salih amelleri terketmeyiniz. Allah'ı çok zikrederek gizli ve açık sadaka vererek O'nunla yakınlık kurunuz. Çünkü bu ameller yüzünden size rızık verilir, size yardım edilir, sizin bozukluğunuz ıslah edilir."Bir hadisi şerifte "Kıyamet günü herkes, hesaba çekilme kararı verilinceye kadar kendi sadakasının gölgesinde bulunacaktır" buyurulmuştur. Yani güneşin çok yaklaşacağı o kıyamet gününde herkes vermiş olduğu sadaka miktarmca göl­gede olacak. Ne kadar çok sadaka vermişse o kadar fazla gölge olacak. Başka bir hadiste "Sadaka kabir sıcaklığını (azabını) uzaklaştırır ve herkes kendi sadakasıy-la gölgelenir" buyuruluyor. Sadakanın belaları giderdiği pek çok rivayetlerde geç­mektedir. Müslümanların (kötü) amelleri sebebiyle her taraftan çeşit çeşit belaların geldiği günümüzde bol bol sadaka verilmelidir. Özellikle ömür boyu çalışıp biriktiri­lenler göz göre göre bırakılmak zorunda kalındığına göre, bu durumda bol bol sadaka vermeye devam edilmesi gerekir. Böylelikle sadaka olarak verilen mal da zayi olmaktan korunmuş olur. Ayrıca verilen sadaka bereketiyle kişinin üzerine ge­len belalar da kendiliğinden uzaklaşır. Ne yazık ki bizler bütün bu ahvalleri gözle­rimizle gördüğümüz halde bile sadaka vermeye ihtimam etmiyoruz.Bir hadiste "Sadaka yetmiş kötülük kapısını kapatır" buyuruluyor. Başka bir hadiste de "Sadaka Allah'ın gazabını uzaklaştırır ve kötü ölümden insanı muhafa­za eder" buyuruluyor. Bir hadisi şerifte "Sadaka ömrü uzatır ve kötü ölümü engel­ler. Kibir ve gururu giderir" diye geçmektedir. Yine başka bir hadiste şöyle buyuru­luyor; "Allah celie ceiaiuhu bir lokma ekmek veya bir avuç hurma ya da buna benzer fakirin ihtiyacını karşılayacak basit bir şey sebebiyle üç kişiyi Cennete koyar. Birin­cisi; sadakanın verilmesini emreden ev sahibi. İkincisi; o ekmeği yada yemeği pişi­ren evin hanımı. Üçüncüsü; sadakayı fakire ulaştıran hizmetçi." Peygamber saiiaiia-hu aleyhi veseilem bu hadisi söyledikten sonra şöyle buyurdu: "Bütün hamdler bizim hizmetçilerimizi bile sevab hususunda unutmayan Allah'a aittir." Bir defasında Ra­sûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem, "En güçlü pehlivan kimdir?" diye sordu. Oradakiler,"Güreşte başkalarını yenendir" dediler. Bunun üzerine Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesei­lem, "Asıl pehlivan kızdığı zaman kendisine hakim olandır" buyurdu. Daha sonra, "Kı­sır kimdir, bilir misiniz?" dedi. Etrafında bulunanlar, "Çocuğu olmayan kişidir"' dediler. Rasûluliah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Hayır, kısır, ileriye (ahirete) hiç bir çocuk gönder-meyendir" buyurdu. Sonra Allah Rasûlü, "Fakir kimdir?" dedi. Halk, "Ya Rasûlallah malı olmayan kimsedir." dediler. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Asıl fakir, malı olduğu halde ileriye hiçbir şey göndermeyendir. ( Çünkü o sevaba çok ihtiyacı olduğu kıyamet gününde eli boş kalacaktır). Hz. Ebû Hureyre radıyaiiahu anh diyor ki: Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, Hz. Aişe radtyaliahu anha'ya şöyle dedi: "Bir hurma parçasıyla da olsa nefsini Allah ceiie ceiaiuhuöan satın al. Ben seni Allah ceiie celaiuhu'nun hiç bir sorgusundan kurtaramam. Ey Aişe! Hiçbir isteyen kimse senin yanından eli boş dönmesin, keçi ayağı (paça) dahi olsa ver, onu boş çevirme.[27]İmam Gazali rahmetuliahi a/eyh'in yazdığına göre; "Eskiden halk bir hurma da ol­sa, bir parça ekmekte olsa sadaka verirler ve hiçbir günün sadaka vermeden geç­mesini iyi görmezlerdi. Çünkü Peygamber Efendimiz saiiaiiahu aleyhi veseilem, Kıyamet günü herkes vermiş olduğu sadakaların gölgesinde gölgelenecek buyurmuşlardır[28]

10) Allah faizi tüketir, sadakaları ise arttırır.                                                          (Bakara-276)

İZAH: Sadakaların artması bundan önce de pek çok rivayetlerde geçmişti. Ahirette sadakanın sevabı dağlar gibi olacaktır. Bu ahiretteki durumdur. Dünya­da da genellikle sadaka malı arttırır. Şöyle ki; ihlasla, bol bol sadaka veren kim­senin gelirlerinde devamlı artış olmaktadır. Kimin gönlü isterse tecrübe ederek bakabilir. Tabii ki ihlaslı olmak şarttır. Riya ve gösteriş olmamalıdır. Faiz ise ahi­rette zaten yok edilir. Dünyada bile çoğunlukla berbat olur. Hz. Abdullah bin Mes'ud radıyallahu anh Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem'm şöyle buyurduğunu nak­lediyor: "Faizin arttığı gözükse de onun sonu azalmaya doğru gider". Mağmer rahmetuliahi aleyh diyor ki: "Faizle kazanılan malda azalma olduğu kırk sene içinde ortaya çıkar". Hz. Dahhak radıyallahu anh da diyor ki: "Faiz dünyada çoğalır, ahiret­te ise yok edilir." Hz. Ebû Berze radıyaiiahu anh diyor ki: "Allah'ın Rasûlü saiiaiiahu aleyhi veseilem şöyle buyurdu; İnsan bir parça sadaka verir. O parça Allah indinde o kadar büyür ki, Uhud Dağı kadar olur."

11) Sevdiğiniz şeylerden Allah için harcamadıkça iyiliğe erişemezsiniz                   .(Al-i lmran-92)

İZAH: Hz. Enes radıyallahu anh buyurdu ki: "Ensar içinde en fazla hurma ağaç­lan olan kişi Hz. Ebû Talha radıyallahu anh idi. Onun Beyrûha adlı bir bağı vardı. Hz. EbûTalha radıyallahu anh bu bağını çok severdi. Bu bağ Mescid-i Nebevi'nin karşısındaydı. Peygamber saiiaiiahu aleyhi veseilem genellikle o bağa gider, onun çok lezzetli ve güzel olan suyundan içerdi. Yukarıda geçen ayet-i Celil'e indiği zaman Ebû Talha radıyai-lahu anh Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellemln yanına geldi ve dedi ki; <Allah cette celaluhu'Sevdiğiniz şeylerden Allah için harcamadıkça iyiliğe erişemezsiniz' buyuruyor. Beyrûha, bütün mallarımın arasında bana en sevimli olanıdır. Ben onu Allah için (Allah yolunda) sadaka olarak veriyorum ve onun ecir ve sevabını da Allah ceiie ceiaiuhu'Ğan ümit ediyorum. Siz onu nereye uygun görürseniz, oraya harcayabilirsi-niz? Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem Efendimiz bunun üzerine, Ne güzel! Bu çok kazançlı bir maldır ve Ben onu akrabaların arasında taksim etmeni uygun görüyorum buyurdu. Bunun üzerine Ebû Talha radıyallahu anh, Peki dedi ve Bey-rûha'yı amca çocukları ve diğer akrabaları arasında taksim etti. Başka bir hadiste ise şöyle geçmektedir: Ebû Talha radıyaiiahu anh dedi ki; "Ya Rasûlallah benim bu maliyeti çok yüksek olan bağım sadakadır. Eğer ben bunu kimsenin haberi olma­dan yapabilseydim öyle yapardım. Fakat bağ gizli tutulabilecek bir şey değildir."Hz. ibni Ömer radıyaiiahu anhuma diyor ki: "Ben bu Ayet-i Kerimeyi duydu­ğumda Allah ceiie celaiuhu'nun bana vermiş olduğu bütün şeyleri düşündüm ve onlar arasında Mercâne adındaki cariyemin bana en sevimli olduğunu gördüm. Allah için onu azad ettim. Bundan sonra ben eğer Allah için verdiğim bir şeyden tekrar istifade etmeyi uygun bulsaydım  cariyeyi azat ettikten sonra onunla evlenirdim.[29] İşte bu durum hoşuma gitrridi ve o cariyeyi kölem Hz. Nafi radıyai­ anh ile nikahladım". Başka bir hadiste şöyle geçmektedir: "Hz. İbni Ömer radı­ anhuma bir gün namaz kılıyordu. Namazda Kur'an okurken bu ayete ula­şınca işaretle bir cariyesini azat etti." Allah ce/te celaiuhu'nun ve O'nun sevgili Rasûlü'nün sözlerinin ehemmiyetini ve onlarla amel yapmaktaki Öncülüğü öğren­mek isteyen varsa Sahabe-i Kiram hazretlerinden öğrensin. Gerçekten bu zatlar Peygamber saiiaiiahu aleyhi vesetfem'in sahabesi olmaya layıktılar. Peygamber saiiai-lahu aleyhi veseiiem'ln hizmetçisi olmak o mübarek zatların şanına yakışırdı.Allah onların hepsinden razı olsun ve onları Kendinden razı etsin.Hz. Ömer radıyaiiahu anh kendisi için Celûlâ cariyelerinden bir cariye satın alması için Ebû Musa el Eşari'ye bir mektup yazdı. Ebû Musa el-Eşari radıyallahu anh çok kıymetli bir cariye satın alarak ona gönderdi. Hz. Ömer radıyaiiahu anh cariyeyi yanına çağırdı. Bu ayeti okuduktan sonra onu azat etti. Muhammed bin Münkedir radıyaiiahu anh diyor ki: "Bu Ayet-i Kerime indiğinde Hz. Zeyd bin Harise radıyallahu anh'ın yanında herşeyinden çok sevdiği bir atı vardı. Hz. Zeyd bin Harise radıyatiahu anh atı alarak Peygamber saiiaiiahu aleyhi veseiiem'in yanına geldi ve dedi ki; Bu sadakadır Peygamber saiiaiiahu aleyhi veseiiem atı kabul etti ve onun oğlu Üsame radıyaiiahu anh'a verdi. Hz. Zeyd bin Harise radıyaliahu anh'm yüzünde bu durumdan hoşlanmadığını gösteren bir ifade meydana geldi. (Çünkü evin malı evde kalmıştı. Babanın elinden oğlunun eline geçmişti). Peygamber saiiaiiahu aleyhi veseiiem Efendimiz buyurdular ki; <AI!ah ceiie ceiaiuhu senin sadakanı kabul etti. Yani senin sadakan edâ edilmiş oldu. Ben şimdi onu ister senin oğluna ister başka bir akraba­na, istersem yabancı birine veririm (Çünkü sen onu oğluna vermiyorsun ki, şahsi menfaat olsun. Sen onu bana verdin ben de istediğime vermekte serbesttim".Beni Süleym kabilesinden bir kişi şöyle diyor: Hz. Ebû Zer Gıfâri radıyaiiahu anh Rebze adında bir köyde kalıyordu. Orada develeri ve o develere bakan zayıf bir çobanı vardı. Ben de ona yakın bir yerde kalıyordum. Ben kendisinin hizme­tinde bulunmak istediğimi söyledim. "Sizin çobanınıza yardım ederim. Sizin feyiz ve bereketinizden istifade ederim. Ümit ediyorum ki, Allah ceiie ceiaiuhu sizin bere­ketinizden beni de faydalandırır." dedim. Hz. Ebû Zer radıyaiiahu anh dedi ki: "Be­nim arkadaşım, sözümü dinleyendir (yani böyle birini arkadaş edinebilirim). Eğer sen buna hazırsan mesele yok, yoksa benimle arkadaşlık niyetinden vazgeç." Ben, "Hangi hususta size itaat etmemi istiyorsunuz?" dedim. O, "Ben birine bir şey verilmesini istediğim zaman en iyisini seçip vereceksin" dedi. Ben bunu kabul ettim. Bir müddet onun yanında kaldım. Su başında kalan bir kafilenin sıkıntı içinde olduklarını öğrendi, Develerinden bir tane getirmemi söyledi. Ben verdiğim söze uygun olarak develerin içinden çok eğitimli ve terbiye edilmiş erkek bir deveyi seçtim. Onun gibi sürüde başka bir hayvan yoktu. Ben tam onu götüre­ceğim sırada aklıma ona burada da ihtiyaç olduğu geldi. Ben o erkek deveyi bırakarak ondan sonra en değerli ve en üstün olan dişi bir deveyi alıp götürdüm. Hz. Ebû Zer radıyaliahu anh ihtiyaçtan dolayı bıraktığım o erkek deveyi görünce bana "Hainlik ettin" dedi. Ben onun maksadını anlayınca dişi deveyi geri götürüp o erkek deveyi getirdim. Orada bulunanlara dönerek, içinizde sevaplı bir iş yapmak isteyen iki kişi var mı?" dedi. Bunun üzerine iki kişi ayağa kalkarak hazır olduklarını söylediler. Hz. Ebû Zer radıyaiiahu anh dedi ki: "Eğer herhangi bir özrü­nüz yoksa bu deveyi keserek bu vadide ne kadar ev varsa onların sayısınca hisselere ayırın ve bu devenin etinden her eve bir hisse gönderin. Benim evime de diğer evlere gönderdiğiniz kadar bir hisse gönderin, fazla göndermeyin." Bu iki kişi söyleneni kabul edip, yaptılar. Bu işi bitirince beni çağırdı ve "Ben hâlâ şunu anlayamadım. Bana baştan vermiş olduğun sözü unuttun mu? Unuttuysan seni mazur kabul ediyorum. Yoksa bile bile başından mı savdın?" dedi. Ben, "Unutmamıştım. Size verdiğim söz hatırımdaydı. Develere bakınca bu devenin en kıymetli olduğunu anladım. O anda sizin buna olan ihtiyacınız hatırıma geldi. Çünkü sizin buna ihtiyacınız vardı" eledim. Ebû Zer Gıfârî radıyaiiahu anh, "Sırf benim ihtiyacım için mi bunu bıraktın?" dedi. "Evet. Sırf sizin ihtiyacınızı düşünerek bırak­tım" dedim. O, "Ben, sana ihtiyacımın olduğu vakti söyleyeyim mi? Muhtaç olduğum vakit kabir çukuruna koyulduğum vakittir. O gün benim muhtaç olduğum gündür.Senin her malında üç ortak vardır. Birinci ortak; takdir edilen (bela, musibet ve afet­lerdir). Takdirin iyi malı mı, kötü malı mı alacağı bilinmez. Takdir malı alıp götürür­ken hiçbir şeyi beklemez (yani ben bir malı iyi faydalı ve ileride işe yarar kabul ede­rek bıraktığımda o malın ileride işime yarayıp yaramayacağını bilemem. Öyleyse neden ahiret azığı olarak onu Rabbimin hazinesine şimdi yatırmayayım). İkinci or­tak; varistir ki, o her an senin bütün malını ele geçirmek için ne zaman kabir çuku­runa gideceğini bekler. Üçüncü ortağa gelince; o da sensin (ki malı kendin kullanabi­lirsin). Bu üç ortak arasında en az hisse sahibi sen olma. Takdir malı alıp götürme­den ve mal helak olmadan veya varisin onu alıp götürmeden en iyisi sen o malı bir an önce Allah'ın hazinesine yatır). Bununla birlikte Allah ceiie ceiaiuhu;Sevdiğiniz şeylerden harcamadıkça asla iyiliğe ulaşamazsınız buyuruyor. Bu deve mallarım arasında bana en sevimliyken neden onu kendime ayırarak muhafaza etmeyeyim ve ileriye (ahirete) göndermeyeyim" buyurdu.Bir hadisi şerifte Hz. Aişe radıyaliahu anha diyor ki: Peygamber saiiaiiahu aleyhi veseiiem Efendimize hediye olarak bir hayvan eti gönderildi. Allah'ın Rasûlü o etten hoşlanmadı. Fakat başkalarının o etten yemesini yasaklamadı. Ben, "Ya Rasûlallah! O eti fakirlere vereyim mi?" deyince Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Sen yemekten hoşlanmadığın şeyleri onlara verme." buyurdu. Hz. İbni Ömer radıyaliahu anhuma şeker satın alarak fakirlere dağıtırdı. Hizmetçisi-, "Tatlı yerine yi­yecek verilmesi fakirler için daha faydalı olur" deyince Hz. İbni Ömer radıyaiiahu anhuma, "Doğrudur. Ben de aynı düşüncedeyim. Fakat Allah ceiie ceiaiuhu;<Sevdiğiniz şeylerden harcamadıkça asla iyiliğe ulaşamazsinız> buyuruyor. Ben ise en çok şekeri (tatlıyı) severim" dedi.[30] Bu mübarek zatlar herhangi bir şeyi daha üstün görseler bile daha çok Allah ve Rasûlü'nün zahiri olan sözleriyle amel etmeye çalışırlardı. Hadisi şeriflerde bu hususta çok örnekler vardır. Başka şeyler daha üstün olsa da sevgilinin ağzından çıkan sözle amel etmek, sevgi ve muhabbetin en üstün derecesidir.

12) Rabbinizin bağışına ve takva sahipleri için hazırlanmış olup geniş­liği gökler ve yer kadar olan cennete koşun! / O takva sahipleri ki, bolluktada darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.                                                (Al-i lmran-133,134)

İZAH: Alimlerin yazdığına göre Sahabe-i Kiram'dan bazıları Benî İsrail'in şu durumuna imrenmişlerdi: Onlardan biri günah işlediği zaman kapısının üzeri­ne işlemiş olduğu günah ve "O günaha keffaret olarak şu iş yapılsın" diye yazılır­dı. Mesela burnu kesilsin, kulağı kesilsin vs. İşte Sahabeler bu duruma imreni­yorlardı. Çünkü keffaret edâ edilince o günahın affedildiği kesinlikle biliniyordu. Ayrıca günahın ehemmiyeti o zatlara göre o kadar ağırdı ki, bu çeşit cezaları bile işlenen günahın karşısında hafif ve imrenilmeye layık görüyorlardı. Bu zatlar hakkında hadis kitaplarında anlatılan olaylar gerçekten şöyledir: Bir beşer olma­ları sebebiyle günah işledikten sonra o günahın ağırlığını ve önemini onlar faz­lasıyla hissediyorlardı. Erkekler bir tarafa kadınlar da bile bu cezbe vardı. Kadı­nın biri zina suçu işledi. Bizzat kendisi Peygamber saiiaiiahu aleyhi veseiiem Efendi­mizin yanına gelerek suçunu itiraf etti. Günahtan temizlenmek arzusu ile taşlana­rak cezasının verilmesini istedi ve taşlanarak öldürüldü. Peki neden? Çünkü on­ların kalbinde günah korkusu bu tür bir ölümden daha fazlaydı.

Hz. Ebû Talha radıyaüahu anh namaz kılıyordu. Namaz esnasında kalbine hurma bahçesinin hayali geldi. Bunun üzerine o bahçeyi Allah yolunda sadaka ederek rahatladı. Bunu, sadece namazda dünya düşüncesinin kalbine gelmesini vicdanı kabul edemediği için yaptı. Böylece namazda kendini meşgul eden şeyi yanında bulundurmak istemedi. Yine ensardan başka bir sahabinin başından da aynı olay geçmiştir: Hurmalar olgunlaşmak üzereydi. Namazda iken (Ne de gü­zel olgunlaşıyorlar diye) aklına geldi. O zaman Hz. Osman radıyaliahu anft'ın halife­lik dönemiydi. (Adı geçen sahabi) Hz. Osman radıyaliahu an/j'ın yanına gelerek durumu arz etti ve bahçeyi ona verdi. Hz. Osman radıyaliahu anh da bahçeyi elli bin dirheme satarak parasını hayır işlerine harcadı. Bir defasında Hz. Ebû Bekr Sıddık radıyaliahu anh yanlışlıkla şüpheli bir lokma yedi ve hemen ardından bol bol su içerek kusmaya çalıştı. Ta ki şüpheli lokma vücudunun bir parçası olmasın.O mübarek zatlarla ilgili pek çok kıssayı Hikayat-üs-Sahabe adlı kitabımda yazdım. Halleri böyle olan sahabelerin İsrail Oğullarının günahlarının keffaretini bilmelerine ve onunla günahlarının af edildiğinin kendilerine bildirilmesine imren­meleri yersiz değildir. Günahların bu kadar korkunç bir şey olduğuna bizim gibi ehil olmayanların akılları hâlâ ulaşamamıştır. Kısacası bu zatlarda olan istek ve arzu üzerine Allah ceiie ceiaiuhu kendi lütfü keremi, ayrıca sevgili peygamberi Sey-yidül Murselin Hz. Muhammed saiiaiiahu aleyhi veseiiemln ümmetine olan lütuf ve ihsanı sebebiyle yukarıdaki ayeti kerimeyi indirmiş ve (özet olarak) "Allah'ın sizi bağışlayacağı salih amellere koşun" buyurmuştur.Hz. Said bin Cübeyr radıyaliahu anh bu ayet-i kerimenin tefsirinde şöyle bu­yuruyor: "İyi ameller yoluyla Allah'ın bağışlamasına doğru yarışın. Öyle Cennet'-lere doğru yarışın ki, o Cennetlerin genişliği birbirine eklenmiş yedi kat gökler kadardır. Bir kumaşın diğeriyle birleştirildiği gibi aynı şekilde Cennetin genişliği (ye­di kat göklerle birlikte) birbirine eklenmiş yedi kat yerlerin toplam genişliğine eşittir." Hz. İbni Abbas radıyaliahu anhumaöan rivayet edildiğine göre, yedi kat gökler ve ye­di kat yerler birleştirilirse Cennetin genişliğine denk olur. Hz. İbni Abbas radıyaliahu anhuma'nm kölesi Hz. Küreyb rahmetullahi aleyh diyor ki: "Hz. fbni Abbas radıyaliahu anhuma beni bir Tevrat aliminin yanına gönderdi. Ben ona Tevrat da Cennet'in ge­nişliği hakkında neler olduğunu sordum. Bunun üzerine o alim Hz. Musa âlâ nebiy-yina ve aieyhissetam'm sahifelerini çıkarıp baktı ve dedi ki; <Cennet'in genişliği yedi kat gökler ve yerlerin birleşimi kadardır. Bu sadece Cennet'in genişliğidir. Uzun­luğunu ise yalnız Allah ceiie ceiaiuhu bi!ir>". Hz. Enes radıyaliahu anh diyor ki: Bedir savaşında Allah'ın Rasûlü buyurdu ki: "Ey insanlar! Genişliği yerlerle gökler kadar olan Cennet'e ilerleyin." Bunun üzerine ensardan Hz. Umeyr bin Hammam radıyal-lahu anh (hayret ederek) "Ya Rasûlallah genişliği o kadar büyük olan Cennet mi?" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseliem "Evet şüphesiz öyle" buyurdu. Hz. Umeyr radıyaliahu anh "Ahh! Ahh! Ya Rasûlaîlah. Allah'a yemin olsun ki, ben mutlaka o Cennet'e girenlerden olacağım" dedi. Bunun üzerine Allah'ın Rasûlü saiiaiiahu aley­hi veseliem buyurdular ki: "Evet, evet. Sen de o Cennet'e gireceklerdensin". Sonra Hz. Umeyr radıyaliahu anh (savaşmaya güç kazanabilmek için) devesinin yüklüğün­den biraz hurma çıkarıp yemeye başladı ve "Bu hurmaların bitmesini beklemek uzun bir hayattır" diyerek elindeki hurmaları attı ve savaş alanına gitti. Çarpışa çarpışa şehit oldu.[31] Yukarıdaki ayeti kerimede, "Onlar öfkesini yutanlar ve insan­ları affedenlerdir" diye mü'minler özel olarak övülmüş ve methedilmişlerdir. Bu çok yüce ve hususi bir sıfattır. Alimler şöyle yazmışlardır: Din kardeşin bir hata ya­parsa onun yetmiş tane mazereti olduğunu düşün. Sonra o kardeşinin bu kadar özrü olduğunu kalbine inandır. Eğer kalbin bu mazeretleri kabul etmezse o za­man kardeşini değil kendi nefsini kına ki, kardeşin sana yetmiş tane mazeret saydığı halde kalbin ne kadar katı ve sert ki, onları kabul etmiyorsun. Kardeşin sana bir mazeret beyan ederse onun (bu mazeretini) kabul et. Çünkü Peygamber saiiaiiahu aleyhi veseliem hadisi şeriflerinde, "Her kim kendisine mazeret beyan edilir­de kabul etmezse vergi memuruna verilen günah kadar günaha girer." Peygam­ber Efendimiz saiiaiiahu aleyhi veseliem mü'minin şu sıfatını anlatmıştır: "Mü'min ça­buk sinirlenip, çabuk affeder." Görüldüğü gibi Peygamber saiiaiiahu aleyhi veseliem mü'min hiç kızmaz buyurmuyor, aksine kızgınlığı çabuk geçer buyuruyor.İmam Şafii rahmetullahi aleyh diyor ki: "Kızılması gereken şeye kızmayan kimse merkeptir. Sakinleştirdiği halde sakinleşmeyen kimse ise şeytandır. Bu­nun için Allah ceiie ceiaiuhu ayeti kerimede öfkesini yutanlar buyuruyor. Öfkelen­mezler demiyor.[32] Rasûiullah saiiaiiahu aleyhi veseliem efendimiz buyurdu ki: "Her kim gücü yettiği halde öfkesini yutarsa Allah ceiie ceiaiuhu onun kalbini korkusuzluk ve kamil iman ile doldurur.[33] Mecbur kalmaya her yerde sabır adı verilir. Kişinin kemal derecesi, gücü yettiği halde sabretmesidir. Başka bir hadisi şerifte ise "Al­lah katında kişinin yudumladığı en sevimli yudum öfke yudumudur. Kim bu yudu­mu içerse Allah ceiie ceiaiuhu onun kalbini iman ile doldurur" diye geçmektedir. Bir başka hadiste de şöyle buyurulmuştur: "Her kim gücü yettiği halde öfkesini ye-nerse, Allah ceüe ceiaiuhu kıyamet günü onu bütün mahlukatın önünde çağırarak <Hangi huriyi istersen seç al> buyuracaktır". Yine Peygamber saiiaiiahu aleyhi vesei-iem buyurdu ki: "Pehlivan güreşte başkalarını yenen değildir. Asıl pehlivan kızgın­lık anında kendine hakim olandır" buyurmuştur.İmam Hüseyin radıyaliahu antim oğlu Hz. Ali rahmetuiiahi aieyh'm cariyesi ona abdest aldırıyordu. Derken ibrik elinden düştü bu yüzden Hz. Ali rahmetuliahi aieytiın yüzü yaralandı. Hz. Ali öfkeli bir şekilde cariyeye baktı. Bunun üzerine cariye şöyle dedi: "Allah ceiie ceiaiuhu buyuruyor ki:Öfkesini yutanlar..Bunun üzerine Ali rabmetuiiahi aleyh "Ben öfkemi yuttum" dedi. Cariye ardından aynı ayetin devamını okudu: İnsanları affedenler.. O, "Allah seni affetsin" dedi. Cariye tekrar aynı ayete devam etti:Allah ihsan edenleri sever".Bunun üzerine Ali rahmetuiiahi aleyh, "Seni azad ettim" dedi.1 Bir keresinde kölesi bir misafiri için bir tabak dolusu sıcak et yemeği getiriyordu. Yemek onun küçük çocuğunun başına devrildi ve çocuk öldü. Bunun üzerine Ali rahmetuiiahi aleyh ona, "Seni azad ettim" dedi ve kendisi de çocuğun kefen ve defin işleriyle meşgul oldu.

13) Mü'minler yalnız o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri korkarak ürperir. Allah'ın ayetleri onlara okunduğu zaman imanlarını artırır ve onlar yalnız Rablerine tevekkül ederler. / Mü'minler o kimselerdir ki, na­mazı gereği üzere kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızıklardan Allah yolunda harcarlar. / İşte bunlar gerçek mü'minlerdir. Onlara Rableri katında dere­celer var, mağfiret ve (Cennet'te) güzel rızık vardır.                                                                                                                                     (Enfal-2,3,4)

İZAH: Hz. Ebû Derda raciıyaiiahu anh buyurdu ki: "Kalbin korkması, kurumuş hurma yapraklarının alevlenip yanması gibidir". Sonra talebesi olan Şehr İbni Havşeb'e dedi ki: "Ey Şehr! sen vücudun titremesi nedir, bilmez misin?" Tale­besi, "Bilirim" deyince, Hz. Ebûdderda, "İşte o zaman dua et. Çünkü o zamanki dua kabul edilir." buyurdu. Hz. Sabit Bünani rahmetuliahi aleyh dedi ki: "Büyüklerden birisi şöyle buyurdu; <Ben hangi duamın kabul olduğunu ve hangisinin kabul olmadığını anlarım>. Halk bunu nasıl anladığını sorunca, <Vücudumda bir tit­reme, kalbimde de bir korku olduğu ve gözlerimden yaşlar aktığı zaman duamın kabul olduğunu anlarım> buyurdu". Hz. Sûddi diyor ki: "Allah anıldığı zaman'dan maksat, bir kimse bir başkasına zulmetmeye veya haram olan bir işi yapmaya karar verdiğinde ona Allah'tan kork denilince onun kalbinde Allah korkusunun belirmesidir". Hz. Haris bin Malik radıyaiiahu anh ensardan bir sahabidir. Bir kere­sinde Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm yanında bulunuyordu. Allah Rasülü sal-lallahu aleyhi vesellem, "Nasılsın ya Haris?" buyurdu. Hz. Haris radıyallahu anh, "Ey Al-lah'jn Rasûlü ben hakiki mümin oldum" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem, "Ya Haris. Ne söylediğine dikkat et, Her şeyin bir hakikati vardır. Senin imanının hakikati nedir?" dedi. (Yani hangi sebeple hakiki mü'min olduğuna karar veriyor­sun) Haris radtyaiiahu anh dedi ki: "Ben nefsimi dünyadan vazgeçirdim. Geceleri uykusuz geçiriyorum (ibadet ediyorum), gündüzleri susuz kalıyorum (yani oruç tutuyorum). Cennet'tekilerin ziyaretleşmeleri her zaman gözümün önünde duru­yor. Cehennemliklerin gürültü, patırtıları feryad-ü figanlarının oluşturduğu man­zara gözlerimin önüne geliyor (yani ben her zaman Cennet ve Cehennemi düşü­nüyorum)." Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "Haris! Gerçekten sen nefsini dünyadan vazgeçirmişsin. Bu halini iyice muhafaza et." Allah'ın Rasûlü saiiaiiahu aleyhi vesellem bu sözünü üç defa tekrar etti.[34] Her an Cennet ve Cehen­nemin manzarası gözü önünde bulunan kimse dünyaya nasıl kapılır?

14) Allah yolunda ne harcarsanız, onun sevabı eksiksiz size ödenir ve asla haksızlığa uğratılmazsınız.                                                     

(Enfal-60)

İZAH: Bazı ayet ve hadislerde geçen sevapların çoğaltılarak verileceği hususu bu ayete ters düşmez. Bu ayetin manası ise "Bu amellerin mükafatında bir azalma olmaz" demektir. Yoksa sevabın miktarının ne kadar olacağı, harca­ma yapılan yerin ihtiyacı, harcama yapanın niyeti ve durumlara göre artabilir. Bu açıklama ahiret göz önüne alınmasına göredir. Bazen de daha dünyadayken (yapılan harcamanın) tam olarak karşılığı verilir. 20 no'lu ayetin açıklamasında ve 8 no'lu hadisin açıklamasında geleceği gibi diğer ayet ve hadislerde bu konu teyid edilmiştir. Karşılığın dünyada verileceği açısından bakılırsa, yukarıdaki ayeti kerimenin aynı yöne işaret ettiği ihtimali uzak bir ihtimal değildir.

15) İman eden kullarıma söyle: Namazlarını dosdoğru kılsınlar, kendi­sinde ne alışveriş, ne de dostluk bulunan bir gün gelmeden önce, kendi­lerine verdiğimiz nzıklardan (Allah için) gizli ve aşikâr olarak harcasınla

(İbrahim-31)

İZAH: Ayeti Kerimede geçen "Gizli ve aşikâr olarak" sö2ü ne zaman, han­gi sadakayı vermek münasipse duruma göre her iki şekilde de sadaka vermek gerekir manasındadır. Dokuz no'lu ayetin açıklamasında geçtiği gibi bundan maksat açıktan verilmesi evla olan (zekat gibi) farz sadakalar ve gizliden veril­mesi evla olan nafile sadakalar kastedilmiş olabilir. "O gün" den maksat altı nu­maralı ayette de geçtiği gibi kıyamet günüdür. Bir de bu ayette zikredilen "Na­mazı gereği üzere kılma" ifadesi birinci ayette geçmiştir.Hz. Cabir radıyallahu anh diyor ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz bir hutbesinde şöyle buyurdu; "Ey insanlar ölmeden önce tevbe edin (Sakın size ölüm gelince tevbesiz kalmayasınız). Meşguliyetler çoğalmadan Önce iyi ameller yapın (sonra meşguliyetinizin çokluğundan dolayı amel etmeye zaman bulamaz­sınız). Ve Rabbinizle aranızdaki bağı O'nu çokça zikrederek gizli ve açıktan bol bol sadaka vererek kuvvetlendiriniz. Böyle yaparsanız hem sizin rızkınız genişle­tilir hem size yardım edilir hem de bozuk ahvalleriniz düzeltilir.[35]

16) Ey Rasûlüm itaatkar ve mütevazı olanları (Cennet ile) müjdele. Bunlar o kimselerdir ki, Allah ce//e celaluhu anılınca kalpleri titrer. / Kendileri­ne isabet eden musibetlere karşı da sabırlıdırlar. Namaza devamlıdırlar ve kendilerine verdiğimiz nzıklardan bir kısmını hayır için harcarlar. (Hac-34,35)

İZAH: (Muhbitîn)"in açıklaması mütevazi kimse şeklinde yapılmış­tır. Alimlerin bu kelimenin açıklaması hakkında bir çok görüşleri vardır. Bu keli­menin asıl manası "Aşağıya doğru gidenler" şeklindedir. Bazı alimler bu kelimeyi "Allah ceiie ceiaiuhu'nun emirlerine boyun eğenler" şeklinde tercüme etmişlerdir. Çünkü onlarda başlarını aşağı doğru eğmektedirler. Bazı alimler de "Tevazu gös­terenler" şeklinde tercüme etmişlerdir. Çünkü tevazu sahiplerinin boyunları de­vamlı aşağıdadır. Hz. Mücahid rahmetuiiahi aleyh de bu kelimeyi "Mutmain insanlar" olarak tercüme yapmıştır. Amr İbni Evs rahmetuiiahi aleyh ise "Muhbitin, kimseye zulmetmeyen ve kendilerine zulmedildiğinde intikam almayan kimselerdir" buyu­ruyor. Dahhak rahmetuiiahi aleyh ise "Muhbitîn, tevazu sahibi kimselerdir" demek­tedir. HZ. Abdullah bin Mesud radıyallahu anh, Rebİ bin Haysem radıyallahu an/j'l, gördüğünde, "Seni gördüğüm zaman muhbitîni hatırlıyorum" buyururlardı.

17) Rablerinin huzuruna varacaklarından yürekleri çarparak (Allah yolunda) verenler. / İşte bunlar hayırlıişlerdeyarış ederler ve onlar hayır yapmak için Öne geçerler.                                                        

(Mü'minûn-60,61)

İZAH: Allah yolunda harcamalarına rağmen yinede "Allah katında yaptığı­mız salih ameller nasıl karşılanacak acaba kabul edilecek mi, yoksa edilmeye­cek mi?" diye Allah'tan korkarlar. Bu korku Allahu Teâlâ'nın sonsuz büyüklüğü ve yüce şanından ileri gelmektedir. Bir kimsenin ne kadar büyük rütbesi varsa, ona karşı duyulan korku da o derece fazla olur. Özellikle kalbinde gerçekten saygı bulunan kimsede korku daha fazla olur. Bu kimseler harcama yaparken niyetlerinin halis olup olmamasından da endişe duyarlar. Bazen insan nefsinin ve şeytanın yaptığı hile yüzünden yaptığı işi hayır zannetmektedir. Aslında o bir hayır değildir. Kehf suresinin sonlarında da bu konuda şöyle buyurulmuştur:

"(Ey Rasûlüm) de ki: <Amelleri bakımından en çok ziyana uğrayacakları ha­ber vereyim mi? / Onlar dünya hayatında yaptıkları çalışmalar boşa giden kimselerdir. Halbuki güzel bir iş yaptıklarını sanıyorlardı".                                                                                                       (Kehf-103, 104)

İZAH: Hz. Hasan Basri rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Mü'min iyi amel yaptığı halde korkar. Münafık ise kötü amel yaptığı halde korkmaz." Fezail-i Hac kita­bında bu hususta pek çok kıssalar anlattık. Allah'ın azamet ve yüceliği kimin kal­bine tam olarak yerleşmiş ise o "Lebbeyk" derken bile bu sözünün kabul edilmeyip reddedileceğinden korkar.Hz. Aİşe radıyallahu anha diyor ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem e sordum. "Ey Allah'ın Rasûlüayeti kerimesi; hırsızlık yapan, zina yapan, şarap içen, diğer günahları işleyen ve Allah ceiie ceiaiuhu'na döneceğinden korkan kimse hakkında mı indi? (Yani bu kimse işlemiş olduğu günahlardan dolayı Rabbinin huzuruna nasıl ve hangi yüz­le gideceğini düşünerek mi Allah'tan korkmaktadır?)". Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseitem, "Hayır. (Sözü edilen) kimseler oruç tuttukları, namaz kıldıkları ve sadaka verdikleri halde bu amellerinin kabul edilmeyeceğinden korkan kimse­lerdir" buyurdu. Başka bir hadisi şerifte Hz. Aişe radıyaiiahu anha dedi ki: "Ey Al­lah'ın Rasûlü, bunlar hata yapan ve günah işleyerek korkan kimseler midir?" Ra­sûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem "Hayır. Onlar namaz kıldıkları, oruç tuttukları ve sadaka verdikleri halde kalplerinde korku olan kimselerdir" buyurdu.Hz. İbni Abbas radıyaiiahu anhumadan nakledildiğine göre, "Bu insanlar korku içinde amel yaparlar". Said bin Cübeyr radıyaiiahu anh da, "Onlar sadaka da verirler ve kıyamet gününde Allah'ın huzurunda hesap vermenin zorluğundan da korkar­lar" buyuruyor. Hz. Hasan-ı Basri rahmetuiiahi aleyh buyurdu ki: "Bunlar salih amel iş­leyen ve bu amelleriyle dahi azaptan kurtulamayacaklarından korkan kimselerdir.[36]Hz. Zeynel Abidîn Ali bin Hüseyin rahmetuiiahi aleyh abdest aldığında yüzü­nün rengi sararır, namaz İçin ayağa kalktığında vücudunu bir titreme sarardı. Birisi bunun sebebini sorunca, "Kimin huzuruna çıktığımın farkında mısın?" buyurdu.2 Bu konuda Fezail-i Namaz kitabında pek çok kıssalar anlatılmıştır. Ayrıca Hikayat-üs-Sahabe kitabının bir bölümü Allah ceiie ceiaiuhudan korkanla­rın beyanı hakkındadır.

18) İçinizden fazilet ve servet sahibi olanlar, akrabalara yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere yapa geldikleri yardımları vermemek üzere yemin etmesinler. (Kusurları) bağışlasınlar, müsamahalı davransınlar. Al­lah'ın sizi affetmesini sevmez misiniz? Allah Ğafur'dur {çok bağışlayıcıdır), Rahim'dir (çok merhametlidir).                                                                                                                                                                  (Nur-22)

İZAH: Hicretin altıncı senesinde Beni Mustalik Gazvesi denilen bir cihad yapıldı. Bu seferde Hz. Aişe radıyaiiahu anha da Rasûlullah sallallahu aleyhi veseilem ile beraberdi. Hz. Aişe radıyaiiahu anha ayrı bir deveye biniyordu. Devenin üzerinde de Hevdec denilen ve içinde oturulan bir odacık vardı. Hareket saati gelince birkaç kişi bu hevdeci kaldırıp deveye bağlarlardı. Hz. Aişe radıyaiiahu anhanm çok hafif bir bedeni vardı. Öyle ki,, hevdeci kaldıranlar, içerisinde biri olup olmadığının farkına varmazlardı. Çünkü hevdeci dört kişi birlikte kaldırdığı zaman onun içinde yaşı küçük ve kilosu hafif olan bir kadının varlığını nasıl hissedebilirlerdi? Sefer icabı kafile bir yerde konaklamıştı. Derken hareket saati geldi. Görevliler (Hz. Aişe radıyaiiahu anfta'nın hevdecini kaldırıp deveye bağladılar. Kendisi o anda ihtiyaç için gitmişti. Geri geldiğinde boynundaki gerdanlık yoktu. Onu aramak için tekrar geri döndü. Bu esnada kafile hareket etti. Böylece Hz. Aişe radıyaiiahu anha çölde tek başına kaldı. O şöyle düşünmüştü: "Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem yoldayken benim olmadığımı öğrenince beni aramak için göndereceği adamları buraya gelirler." Bu düşünceyle oraya oturdu, uykusu geldi ve orada uyudu. Allah ceiie ceiaiuhu yapmış oldukları iyi ameller sayesinde onlara en yüksek dere­cede kalp huzuru nasip etmişti. Zamanımızdaki bir kadın olsaydı, bırakın gece yalnız olarak bir çölde yatıp uyumayı korkudan feryadı figan ederek sabaha kadar ağlardı. Hz. Saffan bin Muattel radıyaiiahu anh bir yaşlı sahabi idi. Yolda düşen veya kaybolan eşyaları kontrol etmek için kafilenin arkasından gelirdi. Sabahleyin oraya gelince bir insanın yattığını gördü. O Hz. Aişe radıyaiiahu an/ıa'yı örtünme ayeti gelmeden önce gördüğü için tanıdı ve yüksek sesle dedi. Onun sesiyle Aişe radıyaiiahu anha'nm gözleri açıldı ve hemen yüzünü örttü. Hz. Saffan bin Muattel radıyaiiahu anh devesini çöktürdü. Hz. Aişe radıyaiiahu anha da deveye bindi. Adı geçen sahabi devenin yularından çekerek yürümeye başladı. Nihayet kafileye ulaştılar. Münafıkların başı ve müslümanların baş düşmanı olan Abdullah bin Ubeyy'in eline böylece iftira etme fırsatı geçmiş oldu. İftirayı elinden geldiği kadar yaymaya çalıştı. {Bu iftiraya) bazı saf müslümanlar da katıldılar. Takdir-i İlâhidir ki, bu konu tam bir ay konuşuldu. Halk arasında bu hâdise yoğun bir şekilde ağızdan ağıza dolaşmaya başladı. (Bu süre içerisinde) Hz. Aişe radıyai-lahu anhanm suçsuz olduğuna dair hiçbir ayet inmedi. Hz. Peygamber saiiaiiahu aleyhi veseilem ve müslümanlar bu olaydan son derece üzülmüşlerdi. Bu durumda ne kadar üzülmek gerektiği de ortadadır. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem bu konuda erkek ve kadınlarla meşvere yaparak durumu inceliyor fakat rahatlatıcı bir ipucu elde edilemiyordu, Bir ay sonra Hz. Aişe radıyaiiahu anhanm beraati hakkında Nûr suresinin birkaç ayeti nazil oldu. Bu ayetlerde hiçbir delil ve ispatı olmadan bu iftirayı yayanları Allah ceiie ceiaiuhu büyük bir azap ile korkutuyordu.Bu iftirayı yayma işine karışanlardan biri de Hz. Ebû Bekr radıyaiiahu an/i'ın akrabası olan Hz. Mistah adında bir sahabi idi. Hz. Ebû Bekr radıyaitahu anh onunla ilgilenir ve yardım ederdi. Bu iftira olayına onun da karışması Hz. Ebû Bekr radıyaiia­hu anh'ı çok üzdü. Üzmesi de gerekirdi. Çünkü o bir yakını olmasına rağmen araş­tırmadan bu iftirayı yaymıştı. Bu üzüntüyle Hz. Ebû Bekr Sıddık radıyaiiahu anh bir daha Hz. Mistah radıyaiiahu anh'a yardım etmemeye yemin etti. İşte yukarıda geçen ayeti kerime bu konu hakkında inmiştir. Rivayetlerden anlaşıldığına göre Hz. Ebû Bekr radıyaiiahu anh ile beraber daha başka sahabeler de bu iftira olayına karışan ve önde görünen bazı kimselere yardımı kesmeye karar vermişlerdi. Hz. Aişe radıyai-lahuanha diyor ki: "Hz. Mistah'ın Hz. Ebû Bekr'in akrabası olmasına rağmen bu iftiraolayında büyük bir payı vardı. Ayrıca o Hz. Ebû Bekr radtyaiiahu anh'm himayesinde bulunuyordu. Benim masum olduğuma dair ayet inince Hz. Ebû Bekr radıyaiiahu anh adı geçen sahabeye infak etmemeye yemin etti. Bunun üzerinediye başlayan yukarıdaki ayet nazil oldu. Ayetin inişinden sonra Hz. Ebû Bekr radtyallahu anh, Hz. Mistah radıyallahu anh'\ tekrar himayesine aldı."Bir başka hadiste şöyle geçmektedir: "Hz. Ebû Bekr radıyallahu anh bu ayetin inişinden sonra daha önce Hz. Mistah radiyaiiahu anh'a yaptığı harcamanın iki katını yapmaya başladı." Başka bir hadiste şöyle geçmektedir. "Hz. Ebû Bekr radtyallahu anh'm himayesinde iki tane yetim vardı. Hz. Mistah radıyallahu anh bunlardan biriydi. Hz. Ebû Bekr radıyallahu anh her ikisinin de harçlığını kesmeye yemin etmişti". Hz. İbni Abbas radıyatiahu anhuma diyor ki: "Sahabelerin bir kısmı bu iftira meselesine karışmışlardı. Bu sebeple içlerinde Hz. Ebû Bekr radıyallahu anh'm da bulunduğu bazı Sahabeler radıyaiiahu anhum bu iftira işine karışan saha­belere bir daha mâli yardım yapmamaya yemin ettiler. Bunun üzerine <Sizden fazilet ve servet sahibi olanlar, akrabalarına vermemek ve önceden harcadığı gibi harcamamak üzerine yemin etmesinler> ayeti kerimesi nazil oldu.1 Bir adam bir başkasının kızının iffetini zedeleyecek yalan sözleri konuşmuş olmasına rağmen o kişi ona yaptığı yardımı önceki gibi, hatta öncekinin iki misli olarak vermeye devam etmesi ne büyük bir mücahadedir!

 19) (Onlar o kimselerdi ki geceleyin namaz kılmak için) vücutları yatak­larından uzak kalır. Rablerine azabından korkarak ve rahmetinden ümit var olarak dua ederler. Kendilerine verdiğimiz rızıklardan da hayır yollarına har­carlar. / Artık dünyada işledikleri salih amellere mükafat olarak kendileri için göz aydınlığından ne hazırlanıp saklandığını kimse bilmez,                                                                               (Secde-16,17)

İZAH: "Geceleyin onların yanları yataklarından uzak kalır" sözünün tefsiri hakkında alimlerin iki görüşü vardır. Birinci görüş; bu vakitten kastedilen akşam yatsı arasındaki zamandır. Pek çok delillerle de bu görüş teyid edilmiştir. Hz. Enes radıyatiahu anh diyor ki: "Bu ayeti kerime bizim hakkımızda inmiştir. Biz en-sar topluluğu akşam namazını kıldıktan sonra Peygamber saiiaiiahu aleyhi veseilem ile beraber yatsı namazını kılmadan evlerimize dönmezdik. Bu nedenle (yukarıda geçen) bu ayeti kerime indi". Sadece Hz. Enes radıyallahu anft'dan nakledilen bir başka rivayette ise muhacir sahabelerden oluşan bir cemaatin âdeti akşam ile yatsı namazları arasında nafile namaz kılmaktı. Bunun üzerine bu ayeti kerime nazil oldu. Hz. Bilal radıyaiiahu anh diyor ki: "Bizler akşam namazından sonra otu­rup beklerdik, sahabelerden bir cemaat ise akşam yatsı arasında namaz kılar­lardı. Bunun üzerine bu ayeti kerime indi". Abdullah bin Isâ radıyaiiahu an/j'dan nakledilen bir rivayete göre ensardan bir topluluk akşamdan yatsıya kadar nafile namaz kılarlardı. Bunun üzerine yukarıdaki ayet nazil oldu. İkinci görüş ise; Bun­dan kastedilen teheccüd namazıdır. Hz. Muaz radıyaiiahu anh'dan rivayetle Rasû-lullah saiiaiiahu aleyhi veseilem buyurdular ki: "Bundan kastedilen gece namazıdır." Mücahit rahmetuiiahi aieytiöen rivayet edilen bir hadiste de Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem bir defa gece ibadetinden bahsetti. Gözlerinden yaşlar akmaya başladı ve sonra (yukarıda zikredilen) ayeti okudu. Abdullah İbni Mesud radıyaiiahu anh Tevrat'da şöyle yazdığını söylüyor: "Gecelerini yataklarından uzak geçiren kimselere Allah ceiie ceiaiuhu hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği, hiçbir insanın kalbinden geçmeyen, hiçbir mukarreb meleğin, hiçbir peygamber ve rasûlün bil­mediği nimetler hazırlamıştır. İşte o nimetler Kur'an-ı Kerim'in (yukarıda geçen) ayetinde zikredilmiştir." Hz. Ebû Hureyre radıyaiiahu anh Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem"\n şöyle buyurduğunu naklediyor: "Allah ceiie ceiaiuhu buyuruyor ki; <Ben sa­lih kullarım için hiçbir gözün görmediği hiçbir kulağın duymadığı ve hiçbir beşerin kalbinden geçmeyen nimetler hazırladım.>" Ravzur Reyyahin ve ona benzer kitaplarda bütün gecelerini Rabbinİ hatırlayıp ağlayarak geçiren zatlara ait binlerce kıssalar vardır. Hz. İmam Azam rahmetuiiahi aieytiln yatsı namazının abdesti ile sabah namazını kıldığı herkesçe bilinen inkar edilemeyecek bir gerçektir. Ayrıca Rama­zan ayında biri gündüz biri gece olmak üzere hergün iki defa Kur'an-ı Kerim'i hatmettiği de bilinmektedir.Hz. Osman radıyaiiahu anh'm bütün gece uyumadan bir rekatta Kur'an'ı bir kere hatmettiği de meşhur bir olaydır. Hz. Ömer radıyaiiahu anh ise bazen yatsı namazını kıldıktan sonra eve giderek sabah oluncaya kadar namazla meşgul olurdu. Hz. Temîmi Dâri radıyaiiahu anh meşhur sahabelerden biridir. Kendisi bazen bir rekatta bütün Kur'an'ı hatmederdi. Bazen de sabaha kadar aynı ayeti kerimeyi tekrar tekrar okumak âdeti idi. Hz. Şeddad bin Evs radıyaiiahu anh uyumak için yattığında sağa sola döner "Ya Rab Cehennem korkusu benim uykularımı kaçırdı" der ve ayağa kalkardı ve sabaha kadar namaz kılardı. Hz Umeyr radıyaiiahu anh her gün bin rekat namaz kılar ve yüz bin tesbihat yapardı. Hz. Uveys Karni (Veysel Karani) rahmetuiiahi aleyh meşhur bir tabiidir. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem onu övmüş ve halkı ondan dua istemeleri için teşvik etmiştir. Uveys Karni bazen "Bu gece rüku gecesidir" der ve bütün geceyi rüku ederek geçirirdi. Bazen de "Bu gece secde yapma gecesidir" der ve bütün geceyi secde de geçirirdi.[37]Kısacası o mü­barek insanların Rablerinİ anarak geçirdikleri gecelerin ve o gecelerdeki sevgiliye olan istekleriyle ilgili o kadar fazla kıssalar vardır ki, onları bir araya getirmek mümkün değildir. Hakikaten bu zatlar (aşağıdaki) şiire layıktırlar.Bizim işimiz, geceleri dostu yâd eyleyip ağlamaktır. Bizim uykumuz, sadık dostun hayali uğrunda mahvolmaktır.Keşke Allah ceiie ceiaiuhu bu mübarek zatlarda olan cezbeden ufacık bir parça da bu aciz kuluna nasip eyleseydi.

20) (Ey Rasûlüm) de ki: "Gerçekten Rabbim kullarından dilediği kimse­ye rızkı genişletir ve dilediğine de rızkı daraltır. Allah yolunda ne harcarsanız, Allah onun karşılığını verir, O rızık verenlerin en hayırlısıdır."                                                                                                                (Sebe-39)

İZAH: Yani darlık ve genişliğin her ikisi de Allah celle celaluhu/ndandır. Sizin Allah yolunda harcamayı kısmanızla genişlik olmaz, çok harcamanızla da darlık olmaz. Aksine Allah yolunda yapılan harcamaların karşılığı ahirette kesinlikle ve­rileceği gibi dünyada bile genelde verilmektedir. Bir hadisi şerifte geçtiğine göre Hz. Cebrail aieyhisseiam Allah ceiie ceiaiuhu'nun şöyle buyurduğunu naklediyor: "Ey kulum Ben sana Kendi lütfumla verdim ve senden borç istedim. Her kim Bana kendi rıza, istek ve memnuniyetiyle verirse, Ben onun karşılığını dünyada hemen veririm. Ahirette de hazine olarak saklarım. Kim de kendi rızasıyla vermezse, o zaman Ben vermiş olduğum şeyi ondan cebren geri alırım. O kulum buna sabre­der ve ecrini ümit ederse onun için Rahmetimi vacib kılarım. Onu hidayete ermiş kullarımdan yazarım. Dîdârımı (Beni görmeyi) ona serbest kılarım.[38]Allah ceiie ceiaiuhu'nun ne kadar ihsanıdır ki, kul kendi rızasıyla vermediğin­de ondan zorla alındığı zaman sabrederse sevap kazanacağı bildiriliyor. Halbuki o kişi Allah ceiie ceiatuhu'nun kendisine vermiş olduğu şeyi kendi isteğiyle geriye vermeyince, cebren kendisinden geri alınmaktadır. Bu durumda ecir kazanma­sının manası nedir? Fakat Allah ceiie ceiaiuhunun ihsanları (iyilikleri) hiç sayılabilir mi? Hz. Hasan radıyallahu anh diyor ki: "Rasûlullah satlallahu aleyhi vesellem bu ayet hakkında buyurdu ki; <Sizin cimrilik ve israf yapmadan kendi çoluk çocuğunuza harcadıklarınız Allah yolunda harcanmıştır>". Hz. Cabir radıyallahu anh, Rasûlullah sallallahu aleyhi veseliem'İV) şöyle buyurduğunu naklediyor: "Allah celle ceiaiuhu kişinin islam ölçülerine uyarak çoluk çocuğuna yaptığı harcamaların (nafakanın) karşılı­ğını vermeyi Kendi zimmetine almıştır. Ancak gereksiz inşaatlara ve günahlara harcama yapılması müstesnadır". Yine Hz. Cabir radıyallahu anh, Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem öen naklederek diyor ki: "Her iyilik sadakadır. Kişinin kendine ve çoluk çocuğuna yaptığı harcama sadakadır. Ayrıca namus ve şerefini korumak için har­cadığı da sadakadır. Müslüman kimsenin (dine uygun) yaptığı bütün harcamaların karşılığını vereceğine Allah ceiie ceiaiuhu söz vermiştir. Fakat günah işlemek için ve lüzumsuz inşaatlar için harcadığı mal bunun dışındadır."Hakîm Tirmizi rahmetullahi aleyh bu konuda Hz. Zübeyr radıyallahu an/ı'dan uzun bir kıssa nakletmiştir. Bu kıssa hadisler bölümünde, 12. hadisin açıklama­sında genişçe zikredilecektir. Allâme Suyûti rahmetullahi aleyh Dürrü Mensur adlı kitabında Hakîm Tirmizi rahmetullahi aleyh'den rivayetle geniş bir şekilde bu kıssayı nakletmiştir. Fakat yine kendisi Lüâii Mesnûa adlı eserinde bu kıssayı çok kısa bir şekilde Ibni Adiy'den rivayetle mevzuat bölümünde beyan etmiştir. Hz. Ebû Hureyre radıyallahu anh, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem'm şöyle buyurduğunu söylüyor: "Her gün sabahleyin iki tane melek Allah ceiie ceiaiuhuna dua ederler. Birisi şöyle der; <Allah'ım (Şenin yolunda) harcama yapana Sen karşılığını ver> İkincisi şöyle dua eder; <Allah'ım vermeyip biriktirenin malını Sen helak et>" Bu hadis, hadisler kısmının ikinci hadisinde gelecektir. Cömert insanlara Allah ceiie ceiaiuhu tarafından genişlik ve bolluk kapılarının açıldığı genellikle görülmüştür. Cimriliği yüzünden malını yığan kimsenin ise genellikle semavi bir afet, hastalık, mahkeme masrafları, hırsızlık vs. gibi sebeplerle senelerce biriktirdiği serveti birkaç günde heba olup gitmektedir. Eğer bir kimsenin iyi niyeti ve salih amelle­rinden dolayı başına böyle bir masraf çıkmasa bile, vefasız evlad babanın se­nelerce çalışarak bütün ömür biriktirdiği serveti birkaç ayda harcayıp bitirir. Hz. Esma radıyallahu anha diyor ki: RasCilulİah sallallahu aleyhi vesellem bana dedi ki; "(Hayır ve hasenat için) bol bol harca. Sayıp sayıp saklama. Böyle yaparsan Allah ceiie ceiaiuhu sana sayarak verir. Toplayarak yığma yoksa Allah ceiie ceiaiuhu sana vermez. Elinden geldiği kadar ver"[39]Bir keresinde Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz Hz. Bilal radıyallahu anh'm yanına geldi. Hz. Bilal radıyaiiahu antim yanında bir miktar hurma vardı. Rasûlul­lah saiiaiiahu aleyhi vesellem, "Bu nedir?" dedi. Hz. Bilal radıyaliahu anh ileride doğabilecek ihtiyacı için sakladığını söyleyince Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem, "Ey Bilal. Sen bu­nun dumanını Cehennem ateşinde görmekten korkmuyor musun?" buyurdu ve "Ey Bilal çok harcamaya bak. Arşın Sahibi'nin sana az vereceğinden korkma" diye ekledi.Burada zaruret miktarında bile ilerisi için saklamak kınanmaktadır ve Ce­hennem dumanını görmek tehdidi vardır. Hz. Bilal radıyaliahu anh'm şanına yakı­şanda zaten buydu. Çünkü o öyle manevi derecesi yüksek olan insanlardandı ki, Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem onun yarınını düşünmesine, bugün veren Rabbi-nin yarın da vereceğine dair tam bir güveni olmamasına tahammül edemezdi. Her insanın bir makamı ve derecesi vardır. Şöyle meşhur bir söz söylenmiştir:Salih kulların iyilikleri, mukarreb kulların şanına ve makamına göre hata kabul edilmektedirBir çok olaylar buna örnek olarak gösterilebilir. Kısacası mal kesinlikle saklanacak bir şey değildir. Toplanıp yığılacak bir şeyse hiç değildir. Mal sadece harcanmak için yaratılmıştır. Kendi nefsi için mümkün oldukça az, başkalarına ise bol bol harcamak maldan gelecek faydadır. Fakat burada son derece önemli bir mesele vardır ki, o da Allah ceiie ceiaiuhu katında amellerin niyetlere göre olma­sıdır. Şu hadis çok meşhurdur:Ameller niyetlere göredir"Ne zaman niyet iyi olursa ve sadece Allah için harcama yapılırsa, bu harcama ister kendine, ister çoluk çocuğuna, ister akrabalarına isterse başka birilerine yapılsın muhakkak (bu iyi niyet) bereketlerini ve meyvelerini göstere­cektir. Eğer niyet kötü olursa, gaye şöhret, izzet olursa, iyi insan desinler vs. gibi diğer menfaatler niyete karışırsa, sevap kazanamayacağı gibi günaha girmiş olur. Ayrıca (bu harcamada ) kesinlikle bereketten bahsedilemez.

21) Gerçekten Allah'ın kitabını okuyanlar namazı gereği üzere kılan­lar, kendilerine rızik olarak verdiğimiz şeylerden gizli ve aşikar harcayanlar asla ziyan etmeyecek bir ticaret umarlar. / Çünkü Allah ceiie ceiaiuhu onlara mükafatlarını tamamen verir ve fazlından onlara ziyadesini ihsan eder. Muhakkak ki O Ğafur'dur (çok bağışlayıcıdır), Şekûr'dur (az amele çok mükafaat verendir).                                                                         

(Fatır-29, 30)

İZAH: Hz. Katâde radıyaiiahu anh diyor ki: "Asla ziyan etmeyecekleri bir tfcareften maksat Cennet'tir. Cennet ne eskir ne de bozulur. Fazlından onlara zi­yadesini verir'Ğen maksat ise (Kur'an'da) beyan olunan    .

ile ifade edilmiştir"[40] Hz. Katâde radıyaiiahu antfın işaret ettiği ayet Kâf suresindedir. Allah ceiie ceiaiuhu bu sûrede şöyle buyuruyor:O Cennet ehli olanlar için arzu ettikleri her şey vardır. Bir de (onların arzu ettiklerinden başka) Bizim katı­mızda daha fazlası vardır (Bunlar da onlara vereceğimiz şeylerdir) Kaf-35)

Bu (ayeti) tefsir eden hadislerde hayret verici şeylerden bahsedilmektedir ki, bunlar için çok geniş açıklamaya ihtiyaç vardır. Onların en üstünü de Allah rızasının ve Allahu Teâlâ'yı sık sık ziyaret etmenin izin ve kararıdır. Bu durumkısmetli insanlara nasip olacaktır. Bu güzel ve büyük nimet hiçbir meşakkati olmayan ve az bir çalışmayla elde edilebilen ameller sebebiyle verilmektedir. Allah cette ceiaiuhu yolunda bol bol harcamak namazı gereği üzere kılmak, bol bol Kur'an okumak... Bunlar dünyada bile son derece lezzetli şeylerdir. Kur'an'ı çok okumakla ilgili kıssalar bundan önce geçmişti. Bir kısmı da Fezail-i Kur'an adlı kitabımda zikredilmiştir. Onları dikkatle okumak gerekmektedir.

22) Rablerine itaate icabet edenler, namazı gereği üzere kılanlar, (ö-nemli işleri) aralarında meşvere ile yürütenler, kendilerine verdiğimiz rızik-tan (Allah yolunda) harcayanlar (için Allah katındaki nimetler dünya malın­dan daha hayırlı ve daha devamlıdır).                                                                      (Şurâ-38)

İZAH: Bu ayetlerde kâmil insanların pek çok sıfatlarından bahsedilmiştir. Allah ceiie ce/a/uftu'nun onlar için kendi katında hazırlayıp vaad ettiği nimetler dün­ya nimetlerinden çok daha hayırlıdır. Alimler Şura suresinin,"Bu mükafat iman edenler ve Rablerine güvenenler içindir" (Şurâ-36) ayeti ve ondan sonra gelen ayetleri hakkında şöyle yazmışlardır: Bu ayetler de sıra­sıyla Hulefa-i Raşidîn radıyaiiahu anhum ecma/n'in hususi sıfatları ve onların zamanı­na ait hadiselere işaret edilmiştir. Hz. Ebû Bekr radıyaiiahu ann'öan başlayarak Hz. Ali, hatta Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin radıyaiiahu anhum'un zamanlarına kadar olan ahvallerle halifeliğin tertibine işaret edilmiştir. O zevatın halifelik tertibine göre sıfatlan ve ahvalleri üzerine dikkat çekilmiştir. Aynı zamanda bu ayetlerde Hule­fa-i Raşidîn radıyaiiahu anhum için ahirette pek çok nimetlerin hazırlandığına işaret edilmiştir. Ayrıca kelimelerin umûmi manada kullanılmasıyla bu sıfatlara sahip ol­maya gayret edenlerin de aynı mükafatlara nail olacakları vaad edilmiştir.Keşke biz müslümanlarda da dini yaşamaya karşı bir şevk olsaydı. Kur'an ve hadislerin bildirmiş olduğu o güzel ahlakı araştırıp, yaşama cezbesi olsaydı. Ancak bizim ahlakımız o kadar bozulmakta ki, hatta o kadar bozulmuştur ki, gay­ri müslimler bize bakarak İslam'dan nefret etmektedirler. O zavallılar bugünkü müslümanların İslâm ahlâkını yaşamadıklarından haberleri yoktur. Onlar müslü-manların şimdiki ahlâkına bakarak onu İslamî Ahlâk zannetmektedirler

Şikayetlerimiz ancak Allah'adır

23) Onların mallarında isteyenin ve (ihtiyacını açıklayamayan) yoksu­lun hakkı vardır.                                                                                 

(Zariyat-19)

İZAH: Yukarıdan beri kâmil iman sahiplerinin özel sıfatları beyan edilmek­tedir. O sıfatlardan biri de onlar sadakayı o kadar bol ve özenerek verirler ki, sanki bu (sadaka işi) onların üzerinde bir hak olmuştur. Hz. İbni Abbas radıyaiiahu anhuma buyuruyor ki: "Onların mallarında hak vardır demek; zekatın dışında onlar bu mal ile sıla-i rahm (akrabayı gözetmek), misafirlere yemek yedirmek ve mah­rum kimselere yardım etmek gibi harcamalar yaparlar demektir." Mücahid rahmetul­iahi aleyh de "Bundan kasıt zekatın dışındaki harcamadır" demektedir. İbrahim rahmetuliahi aleyh, "O kimseler zekatın dışında mallarında başka bir hak olduğunu kabul ederler" demiştir. İbni Abbas radıyatiahu anhuma diyor ki: "(Ayette geçen) mah­rum kişi, dünyayı kazanmak için çalıştığı halde dünya ondan yüz çevirir. İnsanlar­dan da bir şey istemez." Yine ondan nakledilen bir hadiste şöyle geçmektedir: "Mahrum, Beytül mal'de hiçbir payı olmayan kimsedir".Hz. Aişe radıyaiiahu anha diyor ki: "Mahrum, kazancı kendisine yetmeyip, dar­lık içinde olan kimsedir." Ebû Kılâbe rahmetuliahi aleyh diyor ki: "Yemâme'de bir adam vardı. Bir kere sel geldi ve onun malını, mülkünü alıp götürdü. Sahabeden birisi; <lşte o kimseye mahrum denir. Ona yardım edilmelidir> dedi." Hz. Ebû Hureyre redıyaiiahu anh, Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'öen naklederek diyor ki: "Bir lokma (yiyecek) için kapı kapı dolaşan yani dilenen kimse miskin değildir. Asıl miskin, elinde kendi ihtiyacını karşılayacak malı olmayan ve halkın yardım edebilmek için durumundan haberleri olmadığı kişidir. İşte asıl mahrum kişi budur". Fatıma Binti Kays radıyallahu anha yukarıdaki ayet hakkında Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem'e sorunca Allah'ın Rasûlü saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Malda, zekattan başka da hak var­dır" buyurdu.[41] Bu hadis, bu bölümün hadisler kısmında 16. numarada gelecektir. Ondan sonra Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şu ayeti kerimeyi okudu:Bu ayetin bir kısmı 2 nolu ayette geçmiştir. Bu ayette yoksullar ve diğerlerine sadaka vermekle, zekat vermek ayrı ayrı zikredilmiştir. Ayette sadece zekat vermekle yetinilmemesi hakkında teşvik verilmiştir. Kişi malından zekat dışında Allah yolunda bol bol harcamalıdır.Ne yazık ki bugün bizlere zekat vermek dahi zor gelmektedir. Zekatını dahi vermeyen nice müslümanlar vardır. Elbette düğün ve törenleföeki boş ve çirkin âdetler (gelenek ve görenekler) için gerekirse ev dahi rehin olarak verilir. Böyle yapmakla hem dünyada mal berbat olur hem de ahirette bu günahın vebali yüklenilmiş olur.

24) Allah'a ve Rasûlü'ne iman edin ve sizi vekili kıldığı maldan {Allah yolunda) harcayın. İçinizden iman edip de (Allah yolunda) harcayanlar için büyük bir mükafat vardır.                                                                      

(Hadid-7)

İZAH: Mala vekil olmanın manası şudur: Mal önceleri bir başkasının elin­deydi. Şimdiyse bir kaç günlüğüne senin elinde bulunmaktadır. Sen gözlerini kapayınca bir başkasının eline geçecektir. Hâl böyleyken malı toplayıp yığmak faydasız bir iştir. Bu yüzsüz (vefasız) mal asırlar boyu ne kimsenin elinde kaldı ne de kalacaktır. Onu elde tutmanın çaresini bulan kimse ne bahtiyar kişidir! O çarede malı ancak Allah'ın hazinesine yatırmaktır, Orada ne zayi olma endişesi vardır ne de kaybolma tehlikesi. Ma! dünyada kaldığı müddetçe devamlı tehlike­lerle karşı karşıyadır. Bu günlerde ise İlâhi Kudret bizlere gösterdi ki, büyük köşkler, geniş araziler ve kıymetli ev eşyalarının hepsi göz göre göre elden çıka­rak başkalarının eline geçmiştir. Daha düne kadar ortaksız olarak sahip olduğu­muz binalarda bugün başkalarının kendi yerimize geçtiklerini gözlerimizle gör­mekte, fakat yine de bundan ders almamaktayız.

25) Size ne oluyor ki, Allah ceiie ceiaiuhu yolunda mallarınızı harcamı­yorsunuz. Halbuki göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Mekke'nin fethinden evvel Allah yolunda harcayıp savaşanlarınız diğerleri ile bir olmaz. Onlar sonradan malını harcayıp savaşanlardan fazilet ve derece yönünden daha büyüktür. Allah ceiie ceiaiuhu hepsine de mükafat vaad etmiştir. Allah ceiie ceiaiuhu bütün yaptıklarınızdan haberdardır.                                      

(Hadîd-10)

İZAH; Yer ve göklerin Allah ceiie ceiaiuhu'nun mirası olmasının manası şu­dur: Bütün insanlar öldüğünde en sonunda yer ve gökler, mal, mülk ve her şey Allah ceiie ceiaiuhu'na kalacaktır. Çünkü O yüce Zat'tan başka bir şey bakî kalma­yacaktır. Madem ki herkes her şeyini bırakıp gidecek, o halde neden kendi eliyle ve rızasıyla harcamasın? Ta ki ahirette onun sevabına kavuşsun. Ondan sonra ayeti kerimede şu konuya dikkat çekilmiştir: Mekke'nin fethinden önce Allah yo­lunda harcayan veya cihad edenlerin dereceleri Mekke'nin fethinden sonra

tasadduk eden veya cihad edenlerin derecelerinden daha üstündür. Çünkü fetih­ten önce ihtiyaç fazlaydı. Bir şey ihtiyacın çok olduğu zaman harcanırsa o kadar çok sevap olur. Hadisler bölümünde 13. sıradaki hadiste geleceği üzere insanla­rın ihtiyaç anlarına çok dikkat etmek gerekir, başkaların muhtaç oldukları zaman­ları kendi yapacağı tasadduklar için en güzel fırsat bilmelidir. Allah ceiie ceiaiuhu sahabeler arasında da bu ayırımı yapmıştır. Yani Mekke'nin fethinden önce har­cama (tasadduk) yapanların sevaplarını çok fazla arttırmıştır. İhtiyaç anında biri­ne yardım yapmanın sevabı çok büyüktür. Bunu devamlı hatırda bulundurmak gerekir.

26) Kimdir ahiretteki mükafatını umarak Allah yolunda malını har­casın da böylece Allah onun mükafatını kat kat versin. Onun için ahirette de çok iyi bir mükafat vardır.                                                              

(Hadid-11)

İZAH: 5 numarada geçen ayet de aynı manadaydı. Önemine binaen aynı konu burada da tekrar zikredilmiştir. Kur'an-ı Kerim'de sık sık şu hususta uyarı yapılmaktadır: Allah yolunda harcama günü bugündür, harcayacağını harca, öldükten sonra pişmanlıktan başka bir şey yoktur.

27) Şüphesiz sadaka veren erkeklere ve sadaka veren kadınlara (ki bunlar) Allah'a güzel bir ödünç vermiş oluyorlar. Onlara mükafatları kat kat verilir. Ahirette de büyük ecir vardır.                                (Hadid-18)                                        

İZAH: İnsanlar sadaka vermekle aslında Allah ceiie ce/a/u/ıı/na borç vermiş oluyorlar. Çünkü bu kimselere vermiş oldukları sadakalar aynen bir borç gibi tekrar geriye ödeniyor. İşte bu verilen sadakalar, sadaka veren kişi son derece muhtaç ve mecbur durumda iken büyük bir bedel ve karşılıkla geri iade edilecektir. İn­sanlar yapacakları düğün, yolculuk ve diğer ihtiyaçları için azar azar biriktirip bir kenara koyuyorlar. Böylece falanca ihtiyacın zamanı yaklaşıyor veya çocuğun düğünü olacak gibi şeyleri düşünüp duruyorlar. Zamanı gelince sıkıntıya düşme­mek için ellerine imkan geçtikçe biraz elbise, biraz altın takılar vs. satın alarak bir kenara koyuyorlar. Ta ki zamanı gelince sıkıntıya düşmesinler. Ahiret ise öyle ihtiyaç ve zaruret vaktidir ki, o zaman ne kimseden bir şey satın alınabilir, ne borç alınabilir ne de kimseden bir şey istenebilir. Bu kadar mühim ve zor bir zaman için elden geldiğince mümkün olduğu kadar fazla biriktirmek ileri görüşlülük ve yararlı bir iştir. Azar azar biriktirmek burada (dünyada) anlaşılmasa da orada (ahirette) dağlar büyüklüğünde (ecir ve sevap) olarak elde edilecektir.

28) (Ganimet mallarında bir de şu kimselerin hakkı vardır) Daha ön­ceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kim­seler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.                                                               

(Haşr-9)

İZAH: Yukarıdaki ayette beytül malda haklan bulunanlardan bahsedilmek­tedir. Bu ayeti kerimede hak sahipleri arasında ensar da zikredilmiştir. Ayrıca en-sarın hususi sıfatlarına işaret edilmiştir. O sıfatlardan biri de onların kendi evle­rinde kalarak iman ve güzel sıfatları elde etmeleridir. Genellikle insanın kendi evinde oturarak bu gibi güzel sıfatları elde etmesi zordur. Dünyevi işler ve diğer meşguliyetler çoğu zaman insana engel olmaktadır.Ensarm ikinci özel sıfatı ise muhacirleri son derece sevmeleridir. İslam'ın (başlangıç) tarihini bilenler ensarın hallerine ve sevgiyle ilgili olaylarına hayran kal­maktadırlar. Bununla ilgili birkaç kıssa Hikayât-üs Sahabe adlı kitapta geçmiştir. Burada örnek olarak bir kıssayı yazıyorum. Rasûlullah saüaiiahu aleyhi veseilem hicret ederek Medine-i Münevvere'ye geldiğinde ensar ve muhacirler arasında bir muha­ciri bir ensara katmak suretiyle özel bir kardeşlik bağı kurmuş ve her bir muhaciri bir ensara kardeş yapmıştı. Çünkü muhacirler yabancı olduklarından bilmedikleri yerde pek çok sıkıntılarla karşılaşabilirlerdi. Ensar ise oranın yerlileriydi. Eğer onlar muhacirlerle ilgilenir ve onlara yardımcı olurlarsa o zaman muhacirler için kolaylık olurdu. Peygamber saüaiiahu aleyhi veseilem Efendimizin uyguladığı bu tertip ne kadar güzeldi. Böylece muhacirler için her türlü kolaylık sağlanmış, ensar için de bir zorluk olmamıştı. Çünkü bir kişiyle ilgilenmek herkes için kolaydı.

Bu hususta Abdurrahman bin Avf radıyaiiahu anh başından geçeni şöyle anlatıyor: Biz (muhacirler) Medine'ye geldiğimizde Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem benimle Sa'd bin Rebî arasında kardeşlik bağı kurdu. Sa'd bin Rebî bana, "Ben ensarın en zenginiyim. Malımın yansını sen al. Benim iki hanımım var. Hangisini beğenirsen ben onu boşayayım. Iddeti bitince onunla nikahlanırsın." dedi.Yezid bin Esam rahmetullahi aleyh diyor ki: Ensar Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem'e, "Bizim tarlalarımızı muhacirlerle aramızda yarı yarıya paylaştırınız" dedi­ler. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi veseilem bunu kabul etmedi ve buyurdu ki:"Bağ ve bahçelerde bunlar (muhacirler) çalışacaklar, mahsulde de paylan olacak.' Onların çalışmasından siz, sizin topraklarınızdan onlar faydalanacak.[42]Sadece din kardeşliğinden dolayı böylesine bir bağlılık ve sevgiyi bugünkü akılların alması zordur. Takdir-i llahi'ye bakınız ki, başkalarını kendine tercih etmek ve onların derdiyle dertlenmek müslümanın özel alâmeti iken, bugünkü Müslüman sadece kendi çıkarını düşünen ve nefsine köle olmuş bir durumdadır. Başkası ne kadar eziyet çekerse şeksin yeter ki kendisi rahat etsin düşüncesin­dedir. Bir zamanlar müslümanın şiarı, kendisi eziyet çekerek başkasını rahat et-tirmesiydi. Müslümanların tarihi bu tür olaylarla doludur. Mesela büyük zatlardan birinin hanımının ahlakı çok kötüydü. Her zaman kocasına eziyet ederdi. Biri o zata "Efendim bunu boşayınız" deyince o zat "ben bunu boşarsam korkarım ki bu başkasıyla evlenir. O evlendiği adamda bundan eziyet görür" dedi.[43]Buradaki inceliğe bakınız. Acaba bizden birisi başkası eziyet çekmesin diye eziyete katlanmaya hazır olabilir mi?Yukarıdaki ayette ensarın üçüncü sıfatı şöyle beyan edilmektedir: Muha­cirler herhangi bir yerden ganimet malı vs. elde ettiklerinde ensarın buna canı sıkılmaz yada heves etmezlerdi. Hasan Basri rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Bu ayetin maksadı şudur: "Muhacirlerin ensar üzerine genel olarak faziletli kılınmasından dolayı ensar üzülmezlerdi."Ayeti kerimede beyan edilen dördüncü sıfat şudur: Onlar ihtiyaç ve yokluk içinde olmalarına rağmen başkalarını kendilerine tercih etmişlerdir. Bununla ilgili kıssalar onların hayatlarını anlatan tarih kitaplarında çok sayıda mevcuttur. On­lardan bir kaç tanesini Hikayât-üs Sahabe adlı kitabımın Sahabelerin din kar­deşlerini kendilerine tercih etmeleri ve yardımlaşmaları adlı bölümünde yazdım. Bu olaylardan birisi olan ve aynı zamanda bu ayetin inmesine sebep olan kıssa şöyledir: Birisi Peygamber saiiaiiahu aleyhi veseiiem m yanına gelerek fakirliğinden ve açlığından şikayet etti. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem hanımlarının evlerine adam gönderdi. Fakat hiç birinin yanında yiyecek bir şey çıkmadı. Bunun üzerine Allah Rasûlü saiiaiiahu aleyhi veseiiem ashabına, "Bunu misafir edecek biri var mı?" buyurdu. Bazı rivayetlerde ismi Ebû Talha radıyaiiahu anh olan ensari bir sahabe o misafiri alıp evine götürdü. Hanımına, "Bak bu Rasûlullah'ın misafiridir. Ona ik­ramda kusur etme ve evde olan hiçbir şeyi ondan saklama" dedi. Hanımı, "Evde sadece çocuklara yetecek kadar yiyecek var. Ondan başka hiçbir şey yoktur" dedi. Hz. Ebû Talha, "Çocukları avutarak uyut. Biz yemeğe oturduğumuzda sen düzeltme bahanesiyle kalkarak ışığı söndür. Ta ki biz yemeyelim de misafir ye­sin" dedi. Hanımı aynen öyle yaptı. Sabahleyin Rasûiullah saiiaiiahu aleyhi vesel-tem'in yanına geldiklerinde Allah Rasûlü saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Allahceiie ceiaiuhu bu karı-kocanın davranışlarını çok beğendi ve bu ayeti kerime nazil oldu" buyurdu.[44]Hadisler bölümünde gelecek olan 13. sıradaki hadis, bu ayetin tefsiri hak­kındadır. Ondan sonra Allah ceiie ceiaiuhu yüce kelamında şöyle buyurmuştur: "Her kim nefsinin hırsından korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerdir". Bu ayette )Şuhh'un manası; insanın fıtratında olan hırs ve cimriliktir. Yani insan bil fiil cimrilik etmese de tabiatında cimriliğin bulunmasıdır, Bundan dolayı bu kelimenin açıklaması hakkında alimlerden değişik sözler nakledilmiştir. Bunu "Hırs" ve "Tamah" olarak ifade etmek doğrudur. Bu ise kişinin hem kendi malına hem de başkasının malına karşı olur. Adamın biri Hz. Abdullah İbni Mesud'un yanına ge­lerek, "Ben helak oldum" dedi. O, "Niçin?" deyince, adam şöyle dedi: "Allah ceiie ceiaiuhu buyuruyor ki; <Her kim şuhh'dan korunursa, işte kurtuluşa eren odur>. Halbuki bende bu hastalık bulunmaktadır. Gönlüm elimden bir şey çıkmasını istemiyor". Hz. İbni Mesud radıyaiiahu anh dedi ki: "Bu şuhh değil cimriliktir. Gerçi cimrilikte iyi bir şey değildir. Şuhh ise başkasının malını haksız olarak yemektir."Hz. İbni Ömer radıyaliahu an/ıuma'dan da buna yakın bir mana nakledilmiştir. O buyuruyor ki: "Şuhh kişinin malını harcamaması demek değildir. Böyle yapmak cimriliktir. Aslında cimrilik de çok kötü bir şeydir. Şuhh ise başkasının malına göz dikmektir". Hz. Tavus rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Cimrilik kişinin malını harcamamasıdır. Şuhh ise başkasının malında cimrilik yapmaktır. Yani başkası malını harcarken bundan rahatsızlık duymaktır". Hz. İbni Ömer radıyaiiahu anhu-maöan nakledildiğine göre; "Şuhh, cimrilikten daha kötüdür. Çünkü cimri sadece kendi malını harcamaz. Şahîh (yani açgözlü) ise kendi malını harcamadığı gibi başkasının elinde olanın da kendi eline geçmesini ister".Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vese/fem'den nakledilen bir hadisi şerifte; "Her kim de şu üç şey varsa, o şuhhdan kurtulmuştur: 1-Malının zekatını veriyorsa, 2-Mi-safire ikram ediyorsa, 3-İnsanlara musibet anlarında yardım ediyorsa". Başka bir hadiste ise Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Şuhh'un Islamı yok ettiği gibi hiçbir şey yok etmez (zarar vermez)". Yine başka bir hadiste şöyle geçmek­tedir: "Allah yolunun tozu ile Cehennem ateşi bir kimsenin bedeninde birleş-mediği gibi, iman ve şuhh da bir kalpte birleşmez.Bir hadiste Hz. Cabir radıyallahu anh, Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellemin şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Zulüm (yapmaktan) sakının, çünkü zülüm kıya­met gününde zifiri karanlık olacaktır. (Yani zülüm yapmak öyle şiddetli karanlık oluşturacak ki karanlıklar birbirine girmiş olacaktır). Şuhhdan da sakınınız, çünkü şuhh (açgözlülük) sizden öncekileri helak etti. Bu yüzden onlar başkalarının ka­nını döktüler yine aynı sebeple mahrem olan kadınlarıyla zina ettiler".Hz. Ebû Hûreyre radıyallahu anh Rasûlullah sallailahu aleyhi vesellem'İn şöyle buyurduğunu naklediyor: "Kendinizi şuhh ve bûhl (cimrilik)'den koruyun. Çünkü bu (ikisi) sizden öncekilerin akrabalık bağlarını kopardı, onları kendi mahrem kadınlarıyla zina yapmaya sevk etti ve onlara kan döktürdü. Şöyle ki; bir erkek yabancı bir kadınla zina yapacak olsa o kadına bir şeyler vermesi gerekir. Aksi­ne kendi kızıyla zina ederse bedavadan fuhuş yapmış olur. Mal için soygun yapmak ve adam öldürmek zaten bilinen bir şeydir".Hz. Enes radıyaiiahu anh diyor ki: "Adamın biri vefat etti. Haîk; <Bu Cennetlik biriydi> demeye başladılar. Rasûlullah sallailahu aleyhi veseiiem; <Siz onun her halini biliyor musunuz? Belki de o diiiyle boş laf konuşmuştur. Belki de kendisine fay­dası olmayan bir şeyde cimrilik yapmıştır> buyurdu". Başka bir hadiste bu olay şöyle nakledilmiştir: "Uhud savaşında bir adam şehid oldu. Kadının biri onun yanına gelerek, <Oğlum şehitlik sana mübarek oisun> dedi. Bunun üzerine Ra­sûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki; <Sen biliyor musun? Belki de o boş bir kelime konuşmuştur ya da ihtiyacı olmayan bir şeyde cimrilik yapmıştır>".1 Böyle basit bir şey de cimrilik yapmak ancak hirs ve açgözlülük sebebiyle olur. Yoksa zararı dokunmayan basit bir şey de cimrilik olmaz

29) Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah'ı anmaktan alıkoymasın. Kim böyle yaparsa işte onlar hüsrana uğrayanlardır. / Sizden birinize ölüm (alâmetleri) gelip de, "Ey Rabbim beni yakın bir zamana kadar geciktirsen de, sadaka versem ve salihlerden olsam" demezden önce size nzık olarak verdiğimiz şeylerden (Allah yolunda) harcayın. / Halbuki Allah, bir kimseyi, eceli geldiği zaman asla geciktirmez. Ve Allah bütün yaptık­larınızdan haberdardır.                                                                                   (Münafıkûn-9,10,11)

İZAH: Mal-mülk ve çoluk-çocuk meşguliyeti kişinin Allah ceiie ceiaiuhu'nun emirlerini yerine getirmekte kusur işlemesine sebep olan şeylerdir. Fakat kimse ölüm vaktinin ne zaman geleceğini kesinlikle bilmemektedir. İşte o zaman piş­manlık ve üzüntüden başka insanın elinden bir şey gelmez. Göz göre göre çoluk çocuğu, malı mülkü ve herşeyi bırakıp gitmek zorunda kalacaktır. Bugün fırsat eldeyken ne yapılabilirse yapılmalıdır.Yazmam boya çabuk, saçını örüp bağla Yâ, sen hangi şeylerle uğraşmaktasın hâlâ Sevgili ne zaman çağıracak kim bilir? O vakit şaşıp kalacaksın gün ortasında Hz. İbni Abbas radıyallahu anhuma diyor ki: "Rasûlullah sallailahu aleyhi veseiiem buyurdu ki; <Her kimin hac yapacak kadar malı varsa, ona zekat vacip olduğu halde zekatını vermezse ölüm zamanı o kimse tekrar dünyaya dönmek isteye­cektir. Birisi İbni Abbas radıyallahu anhumaya, "Dünyaya dönmeyi kafir ister. Müs­lüman kişi istemez" deyince, Hz. İbni Abbas radıyatiahu anhuma (yukarıda gecen) ayeti okuyarak, "Bu ayette Allah ceiie ceiaiuhu Müslümanlara hitap etmiştir" dedi.Başka bir hadiste Hz. İbni Abbas radıyallahu an/ıuma'nın şöyle dediği nakle­dilmiştir. "Bu ayette zikredilen kişi mü'min kişidir. Bu kişinin ölüm zamanı geldi­ğinde, zekat farz olacak kadar malı olur da onun zekatını eda etmemiş olursa, kendisine hac farz olmuşken hac yapmamış olursa ya da Allah ceiie ceiaiuhu'nun haklarından bir hakkı ödememiş olursa, ölüm anında zekat ve sadaka verebil­mek için dünyaya geri dönmek isteyecektir. Fakat Allah ceiie ceiaiuhu ölüm vakti gelen kişinin ecelinin geciktirilmeyeceğini beyan etmiştir"[45]Kur'an-ı Kerim'de her insanın ölüm vaktinin belirlendiği sık sık vurgulanmıştır. Bu vakitte zerre miktarı ileri-geri oynama olamaz. İnsan "Falanca şeyi sadaka edece­ğim, filanca şeyi vakf edeceğim, filancılar için vasiyet yazacağım" diye düşünüp du­rur. Bu düşünceler içindeyken öbür taraftan bir anda elektrik hattının düğmesine ba­sılır, bu kimse yürürken, otururken veya uyurken ölüm gelir. Öyleyse yapılan meşvere ve kararlarda böyle hayırlı işleri asla geciktirmemek gerekir. Mümkün olduğu kadar Allah yolunda harcamakta ve Allah katında yatırım yapmakta acele etmek gerekir.

Allah başarıya ulaştırandıryaptıklarınızdan haberdardır. / O kimseler gibi olmayın ki, Allah'ı unut­muşlar. (Bunun cezası olarak) Allah da onları kendilerine unutturmuştur. İşte bunlar fasık olanlardır. / Cehennem'lik olanlarla Cennetlikler bir olmaz. Cennet ehli olanlar kurtulanlardır.                                              

(Haşr-18,19,20)

İZAH: "Allah ce//e ceiaiuhu da onları kendilerine unutturdu" sözünün manası; "O kimselerin akılları öyle alınmıştır ki, kendi kâr ve zararlarını bile anlamamakta ve kendilerini helak edici şeyleri seçmektedirler."Hz. Cabir radtyailahu anh diyor ki: Ben öğlen vakti Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem'ln yanındaydım. Mudar kabilesinden bir cemaat geldi. Onların ayakları çıplak, vücutları çıplak ve karınları açtı. Rasûluliah saüaiiahu aleyhi veseiiem onların bu yokluk halini görünce nurlu yüzü değişti. Kalktı odasına gitti. Galiba evde onlara uygun bir şeyler bakmak için gitmişti. Sonra tekrar mescide geldi. Hz. Bilal radı-yaiiahuanh'a ezan okumasını söyledi. Öğlen namazını kıldı. Ondan sonra minbere çıkarak Allah ceite ceiaiuhu'ya hamd-u sena ettikten sonra Kur'an'dan birkaç ayet okudu. O ayetlerden birisi de yukarıda geçen ayetti. Daha sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem sahabeye sadaka vermelerini emretti ve şöyle buyurdu: "Sadaka veremeyeceğiniz günden evvel sadaka veriniz. Sadaka vermekten aciz kalmadan önce sadaka veriniz. Kim ne verebilirse onu versin. Dirhem verebilen dirhem, elbise verebilen elbise, buğday verebilen buğday, arpa verebilen arpa, hurma verebilen hurma hatta bir hurma parçası verebilen de onu versin". Bunun üzerine ensari bir sahabî zorla kaldırabüdiği dolu bir torba getirdi. Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem e verdi. Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem'İn nurlu yüzü sevinç-ten parlıyordu. Buyurdular ki: "Her kim hayırlı bir yol açarsa onun sevabını aldığı gibi o yolda amel yapanların sevabını da alır. Amel yapanların sevabından da bir şey eksilmez. Aynı şekilde her kim de kötü bir yol açarsa günahı ona olduğu gibi, üstelik onunla amel yapanların hepsinin günahı da kendi boynuna olur. Bu durum günah işleyenlerin günahından bir şey eksiltmez". Daha sonra halk dağılıp gitti. Kimi dinar getirmişti. Kimi dirhem, kimi tahıl... Kısacası Rasûlullah'm yanında yiyecek ve giyeceklerden oluşan iki yığın meydana gelmişti. Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem bunların hepsini Mudar kabilesinden gelenlere taksim etti.[46]Bir hadisi şerifte şöyle buyuruluyor: "Ey insanlar kendiniz için ileriye (âhirete) bir şeyler gönderin. Öyle bir gün gelecek ki arada hiçbir aracının ve hiçbir perdenin olmadığı bir halde Allah celle ceiaiuhu şöyle buyuracak; <Sana emirlerimi ulaştıran bir elçi gelmedi mi? Ben sana mal vermedim mi? İhtiya­cından fazla şeyler vermedim mi? Kendin için ileriye ne gönderdin?>. O kimse sağına soluna bakınacak bir şey göremeyecek gözlerinin önünde Cehennem'-den başka bir şey olmayacak. Her kim Cehennem'den kurtulabilirse kurtulmaya çalışsın. İsterse yarım hurma tanesiyle olsun"[47]O günün manzarası çok korkunç olacaktır. Çok çetin bir sorgulama olup, alevler saçan Cehennem kişinin karşısında bulunacak ve her an o Cehennem'e atılma korkusu olacaktır. İşte o gün kişi dünyadayken her şeyini Allah için harcamadığına pişman olacaktır. Bugün biz hayali ihtiyaçlardan dolayı Allah yolunda harcamaktan elimizi çekiyoruz. Ancak şu gün gözümüz (dünyaya) kapansa ihtiyaçlarımızın hepsi bitecek, sade­ce Cehennem'den kurtulmanın şiddetli ihtiyacı başımıza binecektir.Hz. Ebû Bekr Sıddık radıyaliahu anh bir kere hutbede şöyle buyurdu: "Şunu iyice bilin ki, sizler sabah akşam ne zaman biteceği size gizli olan bir zaman içinde yürü­mektesiniz. Elinizden geliyorsa bu zamanı dikkatli geçiriniz. Bunu da yalnız Allah'ın dilemesiyle yapabilirsiniz. Bir kavim zamanlarını kendilerine faydalı olmayan işlerle geçirdiler. Allah celle ceiaiuhu sizi onlar gibi olmaktan menetmiş ve şöyle buyurmuştur;AIIah'ı unutan, Allah'ında kendilerini, kendilerine unutturduğu kimseler gibi olmayın (Haşr-19). Nerede sizin tanıdığınız o kardeşleriniz? Onlar ömürle­rini tamamlayıp göçtüler (gittiler). Ve onların amelleri de bitti. Şimdi onlar nasıl amel yapmışlarsa o amellerine kavuştular (iyi ameller yapmışlarsa, zevk ve sefa içindeler, kötü amel yapmışlarsa cezasını çekiyorlar)"Nerede eskiden koca koca şehirler imar eden zâlim insanlar? Nerede yük­sek (kale) duvarlarıyla kendilerini muhafaza edenler? Şimdi onlar taş ve toprak yığınları altında yatıyorlar. Bu Allah celle ce/a/uhu'nun kelamıdır. Ne onun hikmet­leri biter ne de nuru söner. O karanlık günler için bugün o nurdan istifade et. Ve Allah'ın kelamından nasihat al. Allah celle ceiaiuhu bir kavmi överek buyurdu ki:"Onlar hayırlı işlere koşarlar, rahmetimizi umarak ve azabımızdan korkarak bize dua ederlerdi. Onlar bize huşu ile itaat ederlerdi".                                                                                                                  (Enbiya-90)

Allah rızasının kastedilmediği bir sözde hiçbir hayır yoktur. Allah yolunda har­canmayan bir malda da hiçbir hayır yoktur. Hilm'i (yani yumuşaklığı), öfkesini bas­tırmayan kişi de iyi bir insan değildir. Allah rızasına karşılık kınayanların kınama­sını dikkate alan (kınama korkusuyla ameli terkeden) kişide hayırlı insan değildir.[48]

31) Her türlü halde mallarınız ve çocuklarınız (sizin için) birhandır. (Kim onlarla meşgulken Allah'ı anarsa onun için) A mükâfat vardır. / Gücünüz yettiği kadar Allah'tan korkun. ÖğütleriniEmirlerine itaat edin. Mallarınızı Allah yolunda harcayın. Bu sizin için daha ha­yırlıdır. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte bunlar kurtuluşa erenlerdir.                                                                              (Teğabun-15,16)

İZAH: 28 numaralı ayetin izahında da geçtiği gibi şuhh cimriliğin en üst derecesidir. Mallar ve evlatların bir imtihan olmasının manası ise şunu ayırt et­mektir: Kim bunlarla meşgulken Allah ceiie ce/a/u/ıu'nun emirlerini terk edip, Allah'­ın zikrinden gafil olmakta kim de bu meşguliyetlerle birlikte Allah'a itaat ederek O'nu hatırlamaktadır. Örnek olarak Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm hayatı önümüzdedir. Günümüzde birinin bir veya iki hanımı varsa Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'inln dokuz tane hanımı vardı. Erkek ve kız çocukları da vardı. Ayrı­ca torunları da vardı.Rasûlullah saiiaüahu aleyhi veseiiem Efendimize ilave olarak Sahabe-i Kiram radtyaiiahu anhum'un durumları da gözler önündedir. Ayrıca gayet geniş bir şekilde kitaplarda yazılıdır. Hz, Enes radıyatiahu antim çocuklarının sayısını bilmek güçtür. Bir keresinde şöyle buyurmuştur: "Benim torunlarımı bir kenara bırakın kendi öz çocuklarımdan yüz yirmi beşini kendim defnettim.[49] Hayatta kalanlar ve onların çocukları bunun dışındadır". Bütün bunlara rağmen Hz. Enes radıyaiiahu anh kendi­sinden en çok hadis rivayet edilen sahabiler arasındadır. Genellikle cihada katı­lırdı. Çoluk çocuğunun bu kadar kalabalık olması onu ne ilimle meşgul olmaktan ne de cihada gitmekten alıkoymuyordu.Hz. Zübeyr mdıyaiiahu anh şehit olduğunda dokuz oğlan çocuğu dokuz kız ço­cuğu ve dört tane hanımı vardı.Torunlarından bazıları yaş bakımından kendi oğul­larından büyüktü.[50] Kendisi hayattayken vefat eden çocukları ise bunun dışındadır. Bütün bunlara rağmen ne bir iş ne de başka bir meslekle meşgul oldu. Ömrünü ci-hadla geçirdi. Sahabelerden pek çoğunun durumu da aynıdır. Ne malları onların di­nine engel olurdu ne de evlatlarının çokluğu. Ticaretle uğraşanların ticaretleri de on­ların din işlerine engel olmazdı. Allah ceiie ceiaiuhu bizzat Kur'an'da onları övmektedir.

"Onlar Öyle kimselerdir ki ticaretleri onları Allah'ın zikrinden, namazını kaim etmekten, zekat eda etmekten alıkoymaz. Ve onlar gözlerin ve kalplerin dö­neceği o (kıyamet) gününden korkarlar. Netice itibariyle Allah onlara amel­lerinin karşılığını çok güzel bir şekilde verecektir. Ve onlara kendi fazlından (sevap ve ecirden başka ikram olarak) daha da verecektir"                                                                      (Nûr-37,38

Bu ayetin tefsirinde pek çok sahabenin sözlerinde şu ifade geçmektedir: "Ticaret yapan kimseleri yaptıkları ticaret Allah ceiie ceiaiunu'yu anmaktan alıkoy-mazdı. Ezanı duyduklarında hemen dükkanlarını bırakarak namaza giderlerdi[51]

32) Eğer Allah'a güzel bir borç verirseniz. Allah onu size kat ka artırıp verir. Ve günahlarınızı bağışlar. Allah Şekur'dur (azıcık bir iyiliğe çok sevap verir). Halim'dir (azap vermekte acele etmez). / O gizliyi de aşikarı da bilendir. Her şeye galiptir. Hikmet sahibidir.                                                                 (Teğabun-17,18*

İZAH: Ayetler bölümünde 25, 26 ve 27 numaralı ayetlerde bu mevzu geç­mişti. Bu Allah ceiie ceiaiuhu'nun hususi lütuf ve ikramıdır ki, bizim iyiliğimiz ve kul­larına karşı olan kereminden dolayı çok mühim ve gerekli olan şeyleri onlara sık sık üzerinde durarak anlatmaktadır. Bizler ise o ayetleri tekrar tekrar okuyarak çok sevap kazandık diye mutmain olmaktayız. O Kerim olan Zat'ın ihsan ve ikramdandır ki, yüce kelamını sadece okumakla da sevap vermektedir. Ancak bu yüce kelam yalnızca okumak için inmemiştir. Okumanın yanı sıra içindeki yüce emirlerle amel yapılması gerekir. Yaratıcımız, Razikımız, Mürebbimiz, İhsan Edicimiz, Sahibimiz ve Mülkün Sahibi olan Rabbimiz bir şeyi bize tekrar tekrar emretsin de bizler "Ya Rabbi! Tamam Sen'in emrini okuduk, bu yeter" diyelim öyle mi? Bu bizim yaptığımız büyük bir haksızlıktır.

33) Namazı kılın, zekatı verin. Allah'a güzel bir ödünç verin. Kendiniz için hazırlayıp ahirete gönderdiğiniz amellerin sevabını Allah katında daha hayırlı ve mükafat bakımından daha büyük bulacaksınız. Bir de Allah'tan mağfiret dileyin. Çünkü O Ğafur'dur (mağfireti çok boldur), Rahim'dir (çok merhametlidir).                                                                                                                                                                {Muzzemmil-20)

İZAH: "Onun sevabını Allah katında daha hayırlı bulacaksınız"ın manası şudur: Dünyevi eşyalar satın almak yada beşeri ihtiyaçlar için yapılan harcamala­rın karşılığı dünyada elde edilir. Mesela; bir miktar paraya dünyada iki kilo buğday alınır. Ahiretteki karşılığı dünya karşılığı ile kıyaslamamak gerekir. Allah yolunda harcanan şeylere karşılık ahirette verilecek mükafat dünyada elde edilenlerden hem miktar hem de kalite bakımından çok çok üstün olacaktır. Bu bölümdeki yedi numa­ralı ayetin izahında da geçtiği gibi helal bir maldan ihlasla bir hurma tanesi dahi sa­daka verilse Allah ceiie ceiaiuhu onun sevabını (büyüterek) Uhud dağı kadar yapar.Keşke bizler bu kadar fazla mükâfat veren Kerim olan Rabbimizin kadrini bil-sek de O'nun katındaki hesaba mümkün olduğu kadar fazla yatırım yapsak ve o yatır­dığımız mal da çok şiddetli ihtiyaç günümüzde bizlere fazlasıyla verilse. Bunun yanı sıraAllah celle ceiaiuhu bu ayette buyuruyor ki: "İlerisi için siz ne (amel) gönderirseniz, onun karşılığını aynen bulursunuz". Fezail-i Zikir (Zikrin Faziletleri) adlı kitapta çok geniş olarak şu rivayetler geçmiştir. Bir defa Subhanallah, Elhamdülillah,  La ilahe illallah ve  Allahuekber söylemenin sevabı Allah ceiie ceia­iuhu katında Uhud Dağı'ndan büyük olarak elde edilecektir. Yeter ki ihlasla söyle­nilsin. Zaten ahiretle ilgili her işte ihlas şarttır. İhlas olmadan hiç bir amel geçerli olmayacaktır. Bu (ihiası) elde etmek için Allah dostlarına hizmet etmek gerekir. Çünkü bu nimet, onların ayaklarına kapanarak (onların sohbetleriyle) elde edilir.

34) Muhakkak ki iyi insanlar (Cehnet'te) katığı kâfur olan (şarap) dolu bir kadehten içerler. / Bu bir kaynaktır ki, ondan Allah'ın kulları içerler. İste­dikleri yere onu kolayca akıtırlar. / Onlar adaklarını yerine getirirler ve şiddeti yaygın olan bir günden korkarlar. / Yoksula yetime, esire Allah'a olan sevgile­rinden dolayı yemek yedirirler. / (Sonra da şöyle derler): Size ancak Allah rı­zası için yedîriyoruz. Sizden ne bir hediye isteriz ne de bir teşekkür. / Çünkü biz Rabbimîzden korkarız. Bed çehreli, çatık suratlı bir günün azabından... / Allah da onları o günün azabından korur ve yüzlerine güzellik ve sevinç verir. / Sabırlarına karşılıkta Cennet ve ipek elbiseler ihsan eder. / Orada koltuklarüzerine dayanmış bir haldedirler. Orada ne bir güneşin sıcaklığım görürler ne de soğuk... / Cennet'teki ağaçların gölgeleri üzerlerine sarkmış, meyveleri­nin koparılması kolaylaştırılmıştır. / Onlara (hizmet için) etraflarında gümüşten kaplar ve billurdan sürahiler dolaştırılır. / Gümüşten billurlar ki, onları doldu­ranlar miktarını (Cennet halkına göre) ayarlamışlardır (ne fazla ne eksik). / Orada kendilerine katığı zencefil olan (Cennet şarabından, dolu) bir kadehte içirilir. / (Zencefil) Cennet'te bir kaynaktır ki, ona selsebîl adı verilir. / (Cennet ehlinin) etraflarında Cennet'te ebedi kalacak çocuklar dolaşırlar ki, sen onları gördüğün zaman saçılmış inciler sanırsın. / Orada her nereye baksan bol ni­met ve pek büyük bir mülk görürsün. / Üstlerinde ince ve kalın ipekten yeşil elbiseler vardır. Ve gümüşten bileziklerle süslenmişlerdir. Rableri de onlara tertemiz bir şarap içirmiştir. / (Cennetliklere şöyle denir): İşte bu nimetler sizin dünyadaki amellerinizin mükafatıdır. Ameliniz makbul olmuştur.                                              (İnsan-5-22)

İZAH: Bu yüce ayetlerde şarap üç yerde zikredilmiştir. Her üç yerde de şarabın çeşitleri ve kullanma şekilleri ayrı ayrıdır. Birincisinde, şarabı içen kim­senin bizzat kendisinin içmesidir. İkincisi, hizmetçilerin şarap içirmeleri söz konu­sudur. Üçüncüsü, içirme işi bizatihi mülkün sahibi Allah ceiie celaluhuna nispet edilmiştir. Bu şarap çeşitlerinin Ebrar denilen iyi insanlara ait olan alt, orta ve üst derecesine göre taksim edilmiş olması ihtimalden uzak değildir.Bu ayetlerde güzel işler yapanların faziletleri ve onlara yapılacak izzet ve ik­ram beyan edilmektedir. Özelikle de Allah ceiie ceiaiuhu'nun rızası için yedirenler zikre­dilmektedir. Bizde eğer imanın kemal derecesi olsaydı, bu müjdelerden sonra han­gimiz Hz. Ebû Bekr radıyaiiahu anh gibi evinde sedece Allah ve Rasûlü'nün isminden başka bir şey bırakabilirdi? Bu ayetlerde düşünülmesi gereken birkaç husus vardır:

1. İlk olarak (su) kaynaklarından bahsedildi. Cennetlikler bu kaynakları istedikleri ye­re götüreceklerdir. Mücahid rahmetuliahi aleyh bunun tefsirinde yazıyor ki: "O kimse­ler bu kayakları diledikleri yere çekip götüreceklerdir". Katâde rahmetuliahi aleyh diyor ki: "Onlar için kâfur, karışık, misk ile mühürlenmiş kaynaklar olacak. O kaynakları ne tarafa götürmek isterseler onun suyu o tarafa akmaya başlayacaktır". İbni Şevzeb rahmetuliahi aleyh diyor ki: "O Cennetliklerin yanında altından âsâlar olacak. Onlar bu asalarla nereye işaret ederlerse o nehirler o tarafa doğru akacaktır".

2.   Katâde rahmetuliahi aieyh'ten nakledildiğine göre, Adaklarını yerine getirenler* 6en kasıt  Allah ceiie ce/a/u/?u'nun bütün hükümlerini yerine getirenlerdir. Bu sebeple öncelikle onlardan bahsedilirken ebrar kelimesi kullanılmıştır". Mücahid rahmetul­iahi aleyh diyor ki: "Burada kastedilen adaklar, Allah hakkı için yapılan adaklardır (yani birinin oruç tutmayı adaması, itikafa girmeyi adaması ve buna benzer diğer ibadetleri adaması gibi...). İkrime rahmetuliahi aleyh diyor ki: "Burada kastedilen şükür için yapılan adaklardır". Hz. İbni Abbas radıyaiiahu anftuma'dan nakledildiğine göre; "Rasûlullah saiiallahu aleyhi veseiiemin yanına bir adam geldi ve <Ben Allah ce/fe ceiaiuhu için kendimi boğazlamayı adamıştım> dedi. Rasûlullah saiiallahu aleyhi veseiiem o anda bir şeyle meşgul olduğundan iltifat etmedi. Bu sahabi Rasûlullah'ın susmasını izin zannetti. (Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem q bu sö­zü söyledikten sonra) kalktı. Uzak bir yere giderek kendini boğazlamaya hazır­landı. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem durumdan haberdar olunca buyurdu ki; <Ümmetimden adağını yerine getirmeye bu kadar önem veren birini yaratan Allah cette ce/a/u/ıu'ya şükürler olsun>. Sonra (Rasûlullah satlallahu aleyhi veseiiem adamın kendisini boğazlamasını yasakladı ve) buyurdu ki; <Nefsinin fidyesi olarak Alİah için yüz deve kurban kes (çünkü kişinin kendisini boğazlaması caiz değildir. Bir kişinin fidyesi ise diyet olarak 100 devedir>"

3.  Ayette geçen esiri yedirmekten maksat kafir esirlerdir. Çünkü o zaman esirle­rin hepsi kafirlerdendi. Müslüman esir yoktu. Kafir olan esirleri yedirmenin karşılığında    bu kadar sevap olursa müslüman esirleri yedirmenin sevabı bundan çok daha fazla olur. Mücahid rahmetutiahi aleyh diyor ki: "Rasûlullah sai-laiiahu aleyhi veseilem Bedir'de (kafir) esirler yakalanıp getirilince, sahabeden yedi kişi (Hz. Ebû Bekr, Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Zübeyr, Hz. Abdurrahman, Hz. Sa'd, Hz. Ebû Ubeyde Allah hepsinden razı olsun) özelikle bu esirlere harcama yaptılar. Bunun üzerine ensar <Biz Allah için bunlarla çarpıştık, siz ise bunlara bu kadar fazla harcama yapıyorsunuz> dediler. Bunun üzerine 'dan itibaren 19. ayete kadar olan ayetler nazil oldu (indi)."Hz. Hasan rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Bu ayetler indiğinde esirler müşrikler­dendi". Katâde rahmetullahi aleyh diyor ki: "Allah celle celaluhu bu ayetlerde esirle­re iyi davranmayı emrediyor. Halbuki o zaman esirler müşriktiler. Öyleyse senin üzerinde müslüman olan esirin hakkı daha fazladır".İbni Cüreyc diyor ki: "O devirde müslüman esir yoktu. Bu ayet müşrik esirler hakkında inmişti. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bu esirlere iyi davranılmasını emrederdi". Ebû Rezîn rahmetullahi aleyh diyor ki: Ben Şakîk bin Seleme rahme-tuiiahi aleytiin yanındaydım. Oradan birkaç tane müşrik esir geçti. Şakik rahmetul­lahi aleyh onlara sadaka vermemi emretti ve yukarıdaki ayeti kerimeyi okudu.

4. "Sizden ne bir karşılık isteriz ne de bir teşekkür" sözünün manası ise şöyledir.O mübarek insanlar yaptıkları iyiliklerin karşılığı olarak kendilerine teşekkür veya dua kabilinden bir şeyin dahi dünyada verilmesinden hoşlanmazlardı. Bu zatlar bütün karşılık ve mükafatlarını yalnız ahirette almak istiyorlardı. Hz. Aişe ve Hz. Ümmü Seleme radıyaiiahu anhuma'mn şöyle bir âdetleri oldu­ğu naklediliyor: Onlar ihtiyaç sahibi bir fakire birşeyler gönderdiklerinde elçiye (hizmetçiye) şöyle derlerdi; "O fakirin ne dediğini gizlice dinle". Hizmetçi dö­nünce o fakirin söylediği dua vs.yi söylerdi. Onlarda aynı dualarla o fakire dua ederler ve "Onların yaptığı duaya karşılık biz de onlara dua ettik. Tâ ki bizim sadakamız yalnız ahirete kalsın" derlerdi. Hz. Ömer ve oğlu Hz. Abdullah radtyaliahu anhuma'nm da âdetlerinin böyle olduğu nakledilmiştir.[52]Hz. Zeynel Âbidin rahmetullahi aleyh diyor ki: "Sadaka vermek için kendisinden birşeyler isteyen birini bekleyen kişi cömert değildir Cömert, Allah'ın açıkladığı hakları, kendi elleriyle O'nun kullarına ulaştıran ve onlardan teşekkür dahi bekleme­yendir. Çünkü o Allah ceiie celaluhu[nun vereceği sevaba kesin olarak iman etmiştir.

5.  Ayetteki "Cennet meyveleri onlara tâbi olacak" sözünün manası, Cennet'in salkımları onların isteklerine tâbi olacak demektir. Hz. Berâ Bin Azib radıyaiiahu ann diyor ki: "Cennetlikler Cennet'teki meyveleri ayakta, oturarak ve yatarak (nasıl arzu ederlerse o şekilde) yiyebileceklerdir".Mücahid rahmetullahi aleyh diyor ki: "Cennetlikler ayağa kalktığında meyve­ler de yukarı kalkacak, oturduklarında meyveler aşağıya doğru sarkacaklar­dır. Eğer onlar yatacak olurlarsa, meyveler daha fazla sarkacaklardır". Yine ondan nakledilen başka bir rivayette ise şöyle geçmektedir: "Cennet'in tabanı gümüşten, toprağı ise misktendir. Cennet ağaçlarının kökleri altından dalları ve yaprakları inci ve zebercettendir. Ve onların arasında meyveler asılı olacak­tır. Cennetlikler o meyveleri ayakta rahatlıkla yiyebileceği gibi oturarak veya yatarak yemek istediğinde meyveler onların yanına kadar sarkacaklardır".

6.  "Gümüşten billurlar" sözünün manası ise, "Gümüş cam gibi yapılacaktır" de­mektir. Hz. İbni Abbas radıyaiiahu anhuma diyor ki: "Dünyada bir gümüş alınıp sineğin kanadı kadar inceltilse yinede onun içine konulan su görünmez. Fa­kat Cennet'teki sürahiler gümüşten olmasına rağmen cam gibi şeffaf olacak­lardır". Başka bir rivayette de, "Cennet'teki her şeyin benzeri dünyada vardır. Fakat gümüşten yapılmış bu sürahilerin benzeri dünyada yoktur" diye geç­mektedir. Katade rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Dünyadaki bütün insanlar toplanıp, içindeki madde şişedeki gibi görünecek şekilde gümüşten bir kap yapmak isteseler yapamazlar".1

Hz. ibni Abbas radıyaiiahu anhuma'nm bir rivayetinden anlaşıldığına göre bu ayetin iniş sebebi Hz. Ali ve Hz. Fatıma radıyaiiahu anhuma'n\n başından geçen bir olaydır. Bu olay inşallah bu kitabın son kısmındaki kıssalar bölümünde 43 numa­ralı kıssada beyan edilecektir. Bir ayetin inmesine birkaç olayın sebep olması uzak görülecek bir şey değildir. Bazı defa aynı zamanda birçok olay olmuş ve o zaman içerisinde de bir ayet inmişdir. Bu ayeti kerime bütün bu olaylarla ilgili olabilir.

35) Gerçekten kurulmuştur temizlenen / ve Rabbinin ismini anıp da namaz kılan. / Fakat siz dünya hayatını tercih ediyorsunuz. / Halbuki ahiret, daha hayırlı ve daha devamlıdır.                                    (Hadid-18)                                                                            

İZAH: Ayetteki "Temizlenmiştir" sözünün alimler tarafından pek çok tefsiri beyan edilmiştir. Alimlerin büyük bir kısmı bundan maksadın fıtır sadakasını edâ etmek olduğunu söylemişlerdir. Bu konu hakkında başka rivayetler de vardır. Bir çok aümler bunun manasının umumi olduğunu beyan etmişlerdir. Said bin Cübeyr rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Temizlendi sözünün manası kendi malının (şerrinden) te­mizlendi demektir". Katade rahmetuiiahi aleyh de bu sözü açıklarken "Malını (Allah) yolunda harcamak suretiyle) Allah'ı razı eden kişi muradına ermiştir" demiştir.Hz. Ebûl Ehvas rahmetuiiahi aleyh "Allah celle celaluhu sadaka veren sonra namaz kılan kimseye rahmet eder" buyurdu ve yukarıdaki ayeti okudu. Yine ken­disinden nakledilen bir rivayette "Namaza başlamadan evvel sadaka verebilen sadaka versin sonra namaza dursun" buyurmuştur. Hz. İbni Mesud radıyaiiahu anh "Namaz kılmaya niyet eden kimse namaza başlamadan önce biraz sadaka verse ne zararı olur" demiş ve yukarıdaki ayeti okumuştu.Arfece radıyaiiahu anh diyor ki; "Ben Abdullah bin Mesud radıyaiiahu an/j'dan Âla suresini okumasını istedim, o da okumaya başladı.ayetine ulaşınca okumayı bırakarak halka döndü ve <Biz dünyayı ahiret (haya­tına) tercih ettik> dedi. Halk sessizlik içinde oturuyordu. Sonra tekrar <Biz dünya (hayatını) ahirete tercih ettik. Çünkü bizler dünyanın süsünü, kadınlarını, onun yiyecek içeceklerini gördük. Ahiretteki nimetler bizden gizliydi. Bizler bu önümüz­de mevcut olanlarla meşgul olduk. Bize (ahirette) vaad edilen şeyleri bıraktık (unuttuk)> dedi".Katâde rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Bütün insanlar hazır olan (yani dünyadaki eşyalar)la meşgul oldular ve onu seçtiler. Ancak Allahu Teâlâ'nın kendilerini ko­ruduğu kimseler müstesna. Halbuki ahiret nimetler bakımından daha üstün ve ebedî kalıcıdır".Hz. Enes radıyaiiahu anh, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellemln bir hadisini nakle­derek diyor ki kelimesi, dünya ahirete tercih edilmediği müddetçe insan­ları Allahu Teâlâ'nın gazabından muhafaza eder. Dünya ahirete tercih edildiğinde in kelimesi kendini söyleyenlere geri iade edilir ve <Sizler yalan söylüyorsu-nuz> denilir". Başka bir hadiste ise "Her kim

kelimesine şahadet ederek gelirse Cennet'e girer yeter ki ona başka bir şey ka­rıştırmasın (yani bu kelimede kusur yapmasın veya bu kelimeye başka bir şey bulaştırmasın)". Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bu sözünü üç defa tekrar etti.Topluluk suskun bir şekilde oturuyordu (Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem herhal­de topluluktan birinin bir şey sormasını bekliyordu. Topluluk ise ona olan saygısı ve onun heybetinden dolayı suskundu). Derken uzaktan birisi, "Anam babam sana feda olsun ey Allah'ın Rasûlü! Ona başka bir şey karıştırmanın manası ne­dir?" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Dünyayı sevmek, onu (ahirete) ter­cih etmek, onun için mal toplayıp yığmak ve zalimler gibi davranmaktır" buyurdu.Yine başka bir hadiste Peygamber Efendimiz saiiaiiahu aleyhi veseiiem "Kim dünyayı severse o ahiretine zarar vermiş olur. Kim de ahireti severse dünyasına zarar vermiş olur. Öyleyse siz baki ve kalıcı olanı (ahireti) fani ve geçici olana (yani dünya üzerine) tercih edin" buyurdu. Yine Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bir hadislerinde, "Dünya, ahirette evi olmayanın evidir ve ahirette malı olmayanın malıdır. Dünya için mal toplayan kişi aklı olmayan kişidir" buyurmuştur. Diğer bir hadiste, "Allah ceiie celaluhu yaratıkları arasında dünyaya buğz ettiği kadar hiçbir şeye buğz etmez. Allah ceiie celaluhu dünyayı yarattığından beri ona asla iltifat nazarıyla bakmadı" buyurulmuştur. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'den nakledi­len bir hadiste ise "Her hatanın başı dünya sevgisidir" diye geçmektedir.[53]Kitabın sonunda altıncı bölümde dünya ve ahiret hakkında pek çok ayet ve hadisler kısaca gelecektir. Şu ana kadar zikredilen ayetlere ilave oiarak pek çok ayette Allah ceiie celaluhu yolunda harcamaya teşvik vardır. Allahu Teâlâ'nın kendi yüce kelamında sık sık değişik ifadelerle ve değişik şekillerde teşvik verdiği bir şeyin önemini sormaya ne hacet vardır?! Özelikle bizde olan herşey O'nun ihsanıdır. Bir adam hizmetçisine bir miktar para vererek, "Sen bu parayı kendi ihtiyaçlarına harca. Ama ondan biraz ayırarak filanca yere harcarsan sevi­nirim. Eğer böyle yaparsan şu an sana verdiğimden çok daha fazlasını veririm" dese, böyle bir durumda kendisine verilen maldan bir miktar ayırarak daha fazla kazanmak ümidiyle denilen yere kim harcamaz ki? Bunu herkes anlayabilir.

 

Allah Yolunda Mal Harcamanın Faziletleri Hakkinda Hadisler

 

Allah ceite ceiaiuhu'v\un bu kadar buyruklarından sonra hadisleri zikretmeye ihtiyaç kalmamıştır. Fakat hadisi şerifler Allah'ın yüce kelamının tefsiri ve izahı olmasından dolayı, tamamlayıcı olması bakımından burada birkaç hadis tercü­mesi yapılmıştır.

1) Ebu  Hureyre radıyallahu anh'dan RaSÛIullah sallallahu aleyhi veseilem buyurdu ki: "Yanımda Uhud dağı kadar altın olup üzerinden üç gün geçtiği halde ondan az da olsa bir şey kalmasını istemem. Ancak borç (ödemek) için ayırdığım az bir şey müstesna".                                   ,                                  (Buhari,

İZAH: Uhud Medine-i Münevvere'nin çok büyük ve meşhur bir dağıdır. Ra-sûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem buyuruyor ki: "Uhud dağı kadar yanımda altın olsa üç gün içinde hepsini taksim etmek isterim ve elimde hiç bir şeyin kalmasını iste­mem". Hadiste geçen üç gün kaydı şart değildir. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem üç günü şu sebeple buyurmuştur: Bu kadar büyük bir malı dağıtmak için elbette az da olsa bir zaman gereklidir. Şüphesiz bir kişi borçlu ise ve alacaklı kişi de o anda yoksa onun borcunu ödemek sadaka vermekten önde geldiğinden o borcu ödemek için biraz para ayırmak ve saklamak gerekiyorsa bu ayrı bir konudur.Bu hadisi şerifte bir taraftan sadaka vermeye teşvik edilirken diğer taraftan borcu ödemenin bundan daha önemli olduğu ispatlanmış olmaktadır. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesetfem'in kendine has âdetlerinden biri de kesinlikle malı biriktirip saklamamasıydı. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm her an hizmetinde bulunan hUSUSİ hizmetçisi Hz. Enes radıyallahu anh diyor ki: "Rasûlullah sallallahu aleyhi vesei­lem yarın için hiçbir şey ayırıp saklamazdı".Başka bir hadiste Hz. Enes radıyallahu anadan şöyle nakledilmiştir: Rasûlul­lah sallallahu aleyhi veseilem Efendimize bir yerden hediye olarak 3 tane kuş getirildi, Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem onlardan bir tanesini hizmetçisine verdi. Ertesi gün hizmetçi o kuşu alarak Rasûlullah'ın yanına geldi. Rasûlullah sallallahu aleyhi veseilem: "Ben seni yarın için bir şey saklamaktan men etmemiş miydim? Yarınki rızkı yine Allah ceiie ceiaiuhu verecektir" buyurdu. Hz, Semure radıyallahu anh Pey­gamber Efendimizin şöyle buyurduğunu naklediyor: "Ben bazı defa sadece şu­nun için ambara gidiyorum ki, orada bir şey kalmış olmasın ve (mal) yanımday-ken ölüm bana gelmesin"[54]Hz. Ebû Zer Gıfâri radıyallahu anh meşhur bir sahabidir. Büyük zahidlerden-dir. Maldan hoşlanmadığına dair onun pek çok ilginç kıssaları vardır. Onlardan hayret verici bir kıssa da on bir numaralı ayetin izahında geçmişti. Ondan şu ha­dis naklediliyor: Hz. Ebû Zer Gıfâri radıyallahu anh diyor ki; "Bir defasında Rasûlul­lah saiiaiiahu aleyhi veseilem ile beraberdim. Uhud dağına bakarak şöyle buyurdu; <Bu dağ altın olsa ondan bir dinarın dahi üç günden fazla yanımda kalmasını is­temem ancak ödenecek bir borç için ayırdığım dinar müstesna>. Daha sonra Ra­sûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem, <Çoğu zenginlerin genellikle sevabı az olur ancak şöyle yapan kişi müstesna> buyurdu. Hadisi rivayet eden kişi {şöyle yapan) sözü­nü anlatmak için iki elini birleştirerek sağa ve sola çevirdi. Yani kişi avuçlarını dol­durarak sağ ve sol tarafındakilere vermeli kısacası herkese bol boi dağıtmalıdır[55]Yine Hz. Ebû Zer radıyallahu anti\n başka bir kıssası Mişkat'ta geçmektedir. Kendisi Hz. Osman radıyaiiahu anh'm halifeliği zamanında Hz. Osman radıyallahu anh'm yanına geldi. Hz. Osman radıyallahu anh Hz. Ka'b radıyallahu anh'a dedi ki: "Ab-durrahman vefat etti ve miras olarak mal bıraktı. Bu hususta senin görüşün ne­dir? Bir uygunsuzluk olmadı değil mi?". Bunun üzerine Ka'b radıyallahu anh, "Eğer o maldaki Allah'ın hakkını edâ ediyorsa bu malın ne sakıncası vardır?" dedi. Hz. Ebû Zer radıyallahu anh'm elinde bir ağaç çubuğu vardı. Onunla Hz. Ka'b radıyaiiahu anh'a vurmaya başladı ve "Ben Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem'den işittim ki; <Eğer şu dağ altın olsa. Ben de onun hepsini dağıtsam ve bu da kabul olsa. Ondan altı Ûkiye[56] dahi benden sonrakilere kalmasını istemem>" dedi. Ondan sonra Hz. Ebû Zer radıyallahu anh Hz. Osman radıyaiiahu anh'a, "Ben sana Allah adına soruyorum. Sen bu hadisi Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vese/tem'den üç defa işittin mi?" dedi. Hz Osman radıyaiiahu anh "Evet elbette işittim" buyurdu.Bu sahabinin bir başka kıssası Buhari şerif ve diğer kitaplarda şöyle geçmektedir: Ahnef bin Kays rahmeuiiahi aleyh diyor ki; Ben Medine'de Kureyşli bir toplulukla oturuyordum. O sırada birisi geldi. Saçları karışık (bakımsız), elbise­leri de kalındı. Görünüşü de sıradan ve basitti. Topluluğun yanına gelerek selam verdi ve sonra şöyle dedi: "Mal yığanlara Cehennem ateşinde kızdırılmış bir taşı müjdele. O taş onların göğüsleri üzerine konulacak. Onun sıcaklığının şiddetin­den etleri pişerek omuzlarının üzeri kaynamaya başlayacak, sonra o taş omuz­larına konacak ve ne varsa hepsi göğüslerinden akmaya başlayacaktır". Bunları söyledikten sonra camiye giderek bir direğin dibine oturdu. Ben onun hangi bü­yük zat olduğunu bilmiyordum sözlerini dinleyince peşinden gittim ve onun otur­duğu direğin dibine bende oturdum ve "Bu topluluktakiler sizin bu sözlerinize ilti­fat göstermediler. Üstelik bu sözlerden hoşlanmadılar" dedim. Bunun üzerine, "Bunlar ahmaktır, bir şey anlamıyorlar. Bunu en çok sevdiğim kişi buyurmuştu" dedi. Ahnef, "Sizin sevdiğiniz kişi kimdir?" diye sordu. O, "Rasûlullah sa//a//a/ju a/ey-hi veseilem'Ğ\r. Bir gün bana <Ey Ebû Zer Uhud dağını görüyor musun?> deyince, ben <Her halde beni bir iş için bir yere göndermek istiyor ve akşama ne kadar zaman kaldığını anlatmak istiyor> diye düşündüm ve <Evet görüyorum> dedim. Bunun üzerine Rasûluİlah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, <Yanımda bu dağ kadar altın olsa gönlüm onun hepsini sadaka olarak vermek İster. Yalnız üç dinar[57] müstes-na> buyurdu" dedikten sonra Ebû Zer radıyaiiahu anh şöyle devam etti; "Bu insan­lar anlamıyorlar. Dünyayı toplayıp duruyorlar. Allah'a yemin olsun ki, ben ne on­ların dünyasını istiyorum ne de onlara dini (bir mesele) soruyorum. O halde açık açık söylemekten niçin çekineyim ki?"[58]Hz. Ebû Zer radıyailahu anft'ın başka bir kıssası ikinci bölümün ayetler kısmının 5 numaralı ayetinde gelecektir.

2) Ebû Hureyre radıyailahu anh'dan Rasûluİlah sallaîiahu aleyhi veseiiem bu-yurdu ki: "Her gün sabah iki melek gökyüzünden iner. Onlardan biri şöyle dua eder; <Allah'ım infak edene Sen karşılığını ver> diğeri şöyle dua eder; <Allah'im malını tutup saklayanın malını berbat et>".                              (Mişkât)

İZAH: Ayetler bölümündeki 20 numaralı ayet bu konuyu desteklemektedir. O ayetin manası şöyledir: "Siz her ne harcarsanız Allah ceiie ceiaiuhu onun bede­lini size verecektir". Bu konuyu destekleyen başka rivayetler daha önce de geç­mişti. Hz. Ebû Derda raciıyaiiahu an/i'dan rivayete göre Rasûluİlah saiiaiiahu aleyhi ve-seiiem şöyle buyurdu: "Güneşin her doğuşunda onun iki tarafında iki tane melek şöyle nida ederler (onların ilanını insanlar ve cinlerden başka herkes duyar); <Ey insanlar haydi Rabbinize doğru gidin. Yetecek kadar az bir şey, Allah'tan gafil eden çok şeyden daha hayırlıdır>. Güneş batınca onun iki tarafında bulunan iki melek yüksek sesle şöyle dua ederler; <Ya Rab! Harcayana (sadaka verene) Sen karşılığını ver ve vermeyip yığanın malını da berbâd et>"[59] Başka bir hadis­te şöyle geçmektedir. "Güneş doğunca onun iki tarafında buiunan iki melek şöyle nida ederler; <Allah'ım! Harcayana karşılığını çabuk nasip et ve Allah'ım! Verme­yip tutanın malını çabuk berbat et>". Yine başka bir hadiste şöyle buyuruluyor: " Gökyüzünde iki melek vardır ki, onlar sadece dua ederler, başka bir görevleri yoktur. Onlardan birisi şöyle der; <Allah'ım! Harcayana Sen karşılığını ver>. Di­ğeri de şöyle der; <Vermeyip yığanın malını helak et>"[60]Bundan anlaşılıyor ki sabah ve akşam (vaktinin) bir özelliği yoktur. Onların her zaman duaları böyledir. Ancak birinci rivayetten şu anlaşılıyor. Bu melekler güneşin doğuşunda ve batışında özelikle bu duayı yapmaktadırlar. Müşahede ve tecrübeler de bunu tasdik ediyor ki; mal toplayıp yığanların başına genellikle bütün mallarını zayi edecek şeyler gelmektedir. Bazılarının başına mahkemeler bela olmakta, bazı­larına başıboşluk musallat olmakta ve bazılarının peşine de hırsızlar düşmektedir.Hafız İbni Hacer rahmetuiiahi aleyh şöyle yazıyor: Bazen malın kendisi helak olur. Bazen malın sahibi yani o kişinin kendisi ahirete gider. Bazen de (o kişinin yaptığı) güzel ameller zayi olur. Yani o kişi malın içine batmakla güzel amelden uzaklaşır. Buna karşılık kim Allah yolunda harcarsa, onun malında bereket olur. Hatta bir hadisi şerifte; "Kim çokça sadaka verirse Allah ceiie ceiaiuhu onun ölümün­den sonra geride bıraktıklarına en güzel şekilde vekâlet eder"[61] diye geçmektedir. Yani ölümünden sonra malını varisleri berbat etmez ve boş işlerde zayi etmezler. Çünkü genellikle zengin çocuklarının babalarından kalan mirası nasıl heba ettikleri herkesçe bilinmektedir. İmam Nevevi rahmetuiiahi aleyh yazıyor ki: "[62]Allah'ın sevdiği harcamalar; Hayırlı işlere yapılan, çoluk çocuğun nafakasına yapılan veya misafirleri (ağırlamak için) yapılan harcamalar yada diğer ibadetler için yapılan harcamalardır". Kurtubi rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Bu (meleklerin duası) gerek farz gerekse nafile ibadetleri içine alır. Fakat nafile sadakaları terkeden (meleklerin) bedduasına gir­mez. Ancak birinin mizacını farz olan sadakaları bile gönül hoşluğuyla vermeyecek kadar cimrilik kuşattıysa o bedduayı hak eder". Aşağıdaki hadis ise bunun genel olduğuna yani hem farz hem de nafile sadakaları içine aldığına işaret etmektedir.

3) Ebû Ûmame radıyailahu anh'dan nakledilen bir hadiste Rasûluİlah sallallahu aleyhi veseiiem buyurdular ki: "Ey Ademoğlu ihtiyacından fazla malını harcaman senin için daha hayırlıdır. O malı alıkoyman ise senin için kötüdür. İhtiyacın için alıkoyduğun mat için kınama yoktur. Bakmakla mükellef olduğun kimselerden harcamaya başla (çünkü onlara harcaman başkalarından önde gelir).                                                                                              (Mişkât,

İZAH: Bu konu geride geçen dört numaralı ayetle teyid edilmişti. Orada Allah ceiie ceiaiuhu bizzat kendisi ihtiyaçtan fazlasının harcanmasını buyurmuştu. Orada bu hadisi şerif de geçmişti. Önemine binaen ve konuya açıklama getirmek için burada tekrar zikredilmiştir. Gerçek şudur ki, ihtiyaçtan fazla olan mal kesinlikle alıkonup, saklamak için değildir. O mal için yapılacak en güzel şey onu Allah'ın hazinesinde muhafaza etmektir. Orada zayi olmaz, ona bir afet isabet etmez. Öyle şiddetli bir musibet anında işe yarar ki, o günün yanında şimdiki ihtiyaçlar hiçbir şey değildir. Ayrıca orada sevap kazanmakta mümkün değildir. Kişinin azı­ğı ise sadece kendi kazanıp götürdüğü olacaktır. Bu hadiste beyan edilen ikinci husus ise ihtiyaç miktarı mal saklamakta bir sakınca olmamasıdır. Yani gerçekten ihtiyaç miktarı mal demek; onsuz geçimin zor olması veya başkalarına el açmak durumunda kalınması demektir. O miktardaki malı saklamakta kınama olmaz. Ge­çimi kendi üzerine olan çoluk çocuğun ve diğer insanların rızkını, hatta (beslemek için) bağlayıp alıkoyduğu hayvanın rızkını zayi etmek ve berbat etmek günah ve vebaldir. Çünkü Peygamber Efendimiz saiiaiiahu aleyhi veseüem buyurdu ki: "Rız­kından sorumlu olduğu kişinin hakkını zayi etmesi insana günah olarak yeter[63]Abdullah bin Sâmit rahmetullahi aleyh diyor ki: Ben Hz. Ebû Zer radıyaltahu anh ile beraberdim. Beytül malda olan maaşını aldı. İhtiyaçlarını satın almak için gidiyordu. Ona yardım eden cariyesi de yanındaydı, ihtiyaçlarını gördükten sonra geriye yedi altın kaldı. Ebû Zer radtyaiiahu anh cariyesine, "Bu altınları paraya çevir de dağıtalım" dedi, Ben, "Siz şimdilik bu altınları harcamayınız. Çünkü başka ihtiyaçlarınız olur devamlı misafirleriniz geliyor" dedim. Buyurdu ki; "Dostum Hz. Muhammed saiiaiiahu aleyhi veseiiem benden söz almıştı ki, Aİiah yolunda harcan­mayan, bağlanıp saklanan altın ve gümüşler sahibi için ateş parçasıdır"[64]Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem kişinin ihtiyacından fazla olan şeyi dağıt­ması konusunda o kadar teşvik vermişti ki, Sahabe-İ Kiram insanın ihtiyaçtan fazla bir şey saklama hakkının asla olmadığını zannetmişlerdi. Hz. Ebû Said Hudri radıyallahu anh buyuruyor ki: "Bizler bir yolculukta Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem ile beraber gidiyorduk. Adamın biri devesini bir o tarafa bir bu tarafa sürüyordu. Bunun üzerine Allah'ın Rasûlü saiiaiiahu aleyhi veseilem, <Fazla bineği olan, bineği olmayana versin. Fazla azığı olan da olmayana versin> buyurdu. Hatta bizler insanın ihtiyaçtan fazla olan şeyde kendi hakkı olmadığını zannet­tik"[65]Bahsi geçen zâtın devesini öteye beriye sürmesi ya tekebbür ve övünmek içindi -ki bu durumda Rasûlullah'ın muhatabı bu zattı-. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm bu sözünün özeti şudur: İhtiyaçtan fazla olan şey övünmek için değil­dir. Başkalarına yardım içindir. Bazı alimler şöyle dediler: O kişinin deveyi öteye beriye dolaştırmasının maksadı sözle anlatılamayacak kadar kötü olan halini göstermek için isteyici bir tavır takınmaktı. Bu durumda Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'in sözünün muhatabı (orada bulunan) diğer insanlardır.

4) Ukbe bin Haris radıyallahu anh diyor ki: "Ben Medine-i Münevvere'-de Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'ın arkasında ikindi namazını kıldım.Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem selam verdi. Biraz sonra kalktı ve süratle cemaatin omuzları üzerinden geçerek hanımlarından birinin odasına gitti. Halk Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vese/tem'in bu şekilde süratle kalkıp gitmesin­den dolayı (acaba ne oldu diye) endişelendiler. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi ve­seilem (odasından) çıktı, onların yanına geldi. Acelesinden dolayı halkın hayret içinde olduğunu görünce şöyle buyurdu; "Evde kalmış olan bir parça altını hatırladım. (Ölüm gelip de onun evde kalmasını, sonra mahşer meydanında onun cevabını ve hesabını vermenin) beni alıkoymasını iste­mediğimden hemen dağıtılmasını emrettim".                      (Buhari, Mişkat)

İZAH: Bu olayla ilgili başka bir hadiste ise şöyle geçmektedir: "O altın parçasını unutup da geceleyin yanımda kalması benim hoşuma gitmedi". Bunun da ötesinde bir hadiste geçen bir başka olay şöyledir. Hz. Aişe radıyaliahu anha diyor ki; Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm hastalığı sırasında onun yanında altı yedi tane altın vardı. (Herhalde o anda bir yerden gelmişti) Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem onları hemen dağıtmamı emretti. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vese/tem'in hastalığının ağır olmasından dolayı onları dağıtma fırsatı bulamadım. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem, "O altınları dağıttın mı?" buyurdu. Ben "Sizin hastalığınız bana fırsat vermedi" dedim. "Onları bana getir" buyurdu. Altınları ovucuna koydu ve "Bunlar yanında iken Rabbine kavuşursa halinin nasıl olacağı hakkında Al­lah'ın Nebî'si ne düşünür? (yani ne kadar pişman olacaktır)" buyurdu.[66]Başka bir hadiste Hz. Aişe radıyailahu anha'öan buna benzer şöyle bir kıssa daha rivayet edilmiştir. "O altınlar henüz geceleyin bir yerden gelmişti. Rasûlul­lah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'ıu uykusu kaçtı. Ancak gecenin sonuna doğru onlarr dağıtınca Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem uyuyabildi"[67] Hz. Sehl radıyallahu anh diyor ki: "Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem m yanında yedi tane altın vardı. Onları Hz. Aişe radıyallahu anha'nin yanına koymuştu. Rasülullah saiiaiiahu aleyhi veseilem Hz. Aişe radıyallahu anha'ya onları Hz. Ali radıyallahu anh'a göndermesini söyledi. Bu sö­zü söyledikten sonra kendisine baygınlık hali geldi. Hz. Aişe onunla meşgul olur­ken az sonra Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem kendine geldi ve aynı şeyi söyledi. Hemen akabinde baygınlık hali oldu. Sık sık kendinden geçiyordu. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vese/fem'in bir biri üzerine emretmesi sonucu nihayet Hz. Aişe radıyal­lahu anha o altınları Hz. Ali radıyallahu anh'a gönderdi. O da bu altınları dağıttı. Bu olay gündüz vakti cereyan etmişti. O günün akşamı Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi ve-senemin son gecesi olan Pazartesi gecesiydi. O akşam Hz. Aişe radıyallahu anha-nın evindeki kandilde yağ dahi yoktu. Kandili bir kadına gönderdi ve "Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vese/tem'in sıhhati çok ciddi durumda ahirete göç etme zamanı yak­laştı bu kandile yağ koyda yakalım" dedi.[68]Hz. Ümmü Seleme radtyaiiahu an/ıa'dan da bu hususta başka bir kıssa nakledilmiştir. Buyuruyor ki: "Allah Rasûlü saiiaiiahu aleyhi yeseiiem bir keresinde gel­mişti. Mübarek yüzlerinde bir değişik hal vardı. Bir şeye üzüldüğü belliydi. Ben Rahatsız olduğunu zannettim ve "Ey Allah'ın Rasûlü mübarek yüzünüzde üzün­tülü bir hal var. Bir şey mi oldu?" dedim. Buyurdular ki; "Geceleyin gelen yedi dinar halen yatağın bir köşesinde duruyor hâlâ taksim edilmedi"[69]Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'e her zaman hediyeler gelirdi. Fakat ister gündüz olsun, ister gece, ister sıhhatli olsun ister hasta onları taksim etmedikçe üzerinde bir yük hissederdi. Dahası var, evinde ağır hasta olduğu halde gece kan­dili yakacak yağı dahi yoktu. Ancak yanında yedi altın olmasına rağmen evin ihti­yaçlarını ne Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseliem düşünmüştü ne de biraz kandil yağı ısmarlamayı mü'minlerin annesi Hz. Aişe radıyaiiahuanha hatırlamıştı.Ben babamın (Allah kabrini nurlandırsın) şu güzel âdetine çok defa şahit olmuşumdur: Kendisi geceleyin mülkiyetinde gümüş veya para bulundurmak istemezdi. Hayatı boyunca başı borçtan kurtulamadı. Hatta vefatı sırasında yedi sekiz bin rupye (gümüş) borcu vardı. Bu nedenle gece yanında biraz rupye olursa onu alacaklılara gönderir. Eğer para olursa onları da çocuklarından birine verirdi. Sonra şöyle derdi; "Gönlüm bu pisliklerin gece boyunca yanımda kalma­sını istemiyor. Çünkü ölüme güvenilmez". Ben bundan daha ötesini zahitlerin önderi olan Şah Abdurrahİm Efendi (Allah kabrini nurlandırsın) hakkında duy­dum. O da şudur; kendisine çok miktarda hediyeler gelirdi. Bir şeyler birikince onu büyük bir dikkatle hayır yerlerine harcardı, Ondan sonra tekrar bir yerden bir şeyler geldiğinde mübarek yüzünde üzüntü belirtileri meydana gelir ve <Yine geldi> buyururdu. Sonunda bu zât giymekte olduğu elbiseleri de dağıtmıştı. Kendisinin Özel hizmetçisi Mevlana Abdulkadir Efendi'ye, <Yeter artık bundan sonra senden emanet olarak elbise alıp giyeceğim> buyurdu".Allah dostlarının şan ve davranışları insanı hayrete düşürmektedir. Onla­rın bir arzuları da bu dünyaya ait hiçbir şeyin mülkiyetlerinde bulunmadığı bir hal­de, geldikleri gibi (dünyadan) gitmektir.

5) Ebû Hûreyre radıyaiiahu anh diyor ki: Adamın biri; "Ey Allah'ın Rasûlü sevap bakımından hangi sadaka daha büyüktür" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseUem, "Senin sıhhatin yerinde, mal hırsı kalbinde iken, fakirliktenkorktuğun ve zengin olmayı temenni ettiğin zaman verdiğin sadakadır. Can boğaza dayanana kadar (ölüm anı yaklaşıncaya kadar) sadaka vermeyi ihmal etme. O zaman şöyle dersin, <Şu kadar mal falanca (cami) için şu ka­darı filanca (medrese) için>. Halbuki mal şimdi falancanın (varisin) olmuş­tur" buyurdu.                                                                                  (Muttefekün Aleyh, Mişkat)

İZAH: Hadiste geçen "Mal varisin oldu" sözünün manası "Mirasçının o mal­da hakkı var" demektir. Çünkü vasiyet sadece malın üçte birinde geçerli olur. Ay­nı şekilde kişi vefatı sırasında malının üçte birini sadaka olarak verebilir. Ölmek üzere olan kişinin bundan fazla hakkı yoktur. Bundan dolayı Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseliem başka bir hadisi şerifte buyuruyor ki: "İnsanoğlu malım, malım der durur. Halbuki onun malı sadece 3 şeyden ibarettir. Yediği veya giyindiği yahut sadaka vererek Allah'ın hazinesine yatırdığıdır. Bunların dışında kalan diğer mal­lar başkasına gidicidir. Yani bu adam kalan malını diğer insanlara bırakacaktır"[70]Başka bir hadiste, "Kişinin hayattayken bir dirhem sadaka vermesi ölüm anında yüz dirhem sadaka vermesinden hayırlıdır" buyurulmaktadır.[71] Gerçekten ölmekte olan bir kişi bir bakıma başkasının malını sadaka vermektedir. Halbuki artık onun neyi kaldı ki? O kişi artık o malı bırakıp gidecektir. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseliem bir başka hadiste, "Ölüm anında sadaka veren kişinin misali; karnını tıka basa doldurduktan sonra artan yemeği hediye olarak başka birisine götüren kimse gibidir" buyurmuştur.[72] Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseliem asıl sadakanın kişi­nin sıhhatli ve sağlam olduğu zaman vermesi gerektiğini çeşitli misallerle açıkla­mıştır. Çünkü kişinin nefsiyle asıl mücadelesi işte o zamandır. Ancak bütün bu hadisler <Ölüm anında yapılan vasiyet ve sadakalar faydasızdır> manasına gel­mez. Bunların da sevabı vardır ve bunlarda ahiret azığı olurlar. Ancak tabii ki ih­tiyacına ve rahatına rağmen yapılan sadakalar kadar sevabı olmaz.Allah ceiie ceiaiuhu buyuruyor ki:

"Sizden birine Ölüm alametleri belirdiği zaman eğer geriye mal bırakacak-sa, babasına, anasına ve akrabasına malının üçte birinden çok olmayacak şekilde vasiyet etmek farz kılındı. Bu vasiyet ebeveyn ve akrabasını mah­rum etmemek için takva sahiplerine hak oldu"                                            (Bakara-180)

Bu ayette zikredilen hüküm İslam'ın ilk zamanlarındaydı. O devirde ana-baba için vasiyette bulunmak farzdı. Daha sonra miras hükmü inince anne, baba ve şeriatın hakkını belirlediği diğer akrabalar için vasiyet etme emri mensuh (geçersiz) kılınmıştır. Fakat şeriatın hakkını belirtmediği diğer akrabalar için malın üçte birini vasiyet etme hakkı devam etmektedir. Miras hükmü inmeden önce vasiyette bulunmak farzdı. Şimdi ise farz değildir.Hz. İbni Abbas radıyaiiahu anhuma buyuruyor ki: "Bu ayetin hükmüne göre varis olanlara yapılacak vasiyet mensuh (geçersiz) olmuştur. Varis olmayanlar hakkında ise vasiyet geçerlidir". Katâde rahmetuiiahi aleyh de diyor ki: "Bu ayetin hükmüne göre vasi­yet sadece varis olmayanlar hakkında geçerlidir. İster akraba olsun isterse olmasın"[73]Bir Hadisi Kudsi'de Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor: "Ey Ademoğlu! Sen ha­yattayken cimriydin ölürken israf etmeye başladın. İki kötülüğü bir araya topla­ma. Birincisi; hayattayken yaptığın (cimrilik)dir. İkincisi ise ölürken yaptığın (is-rafytır. Fakir olduğu halde senin mirasında payı olmayan akrabalarını araştır ve onlar için de bir şeyler vasiyet ederek git"[74]Ayetler kısmının iki numaralı ayetinde de bu konuya işaret edilmiştir. Şöy­le ki; mal sevgisi insanı yakıp kavururken yapılan sadaka, kalp maldan soğuduktan sonra yapılan sadakadan daha üstündür. Bir hadisi şerifte buyuruluyor ki: "Allah cette ceiaiuhu hayatında cimri olup ölüm anında cömert olan kişiden hoşlanmaz"[75]Öyleyse insanların sadaka vermek yada birşeyler vakf etmek için ölümü beklemeleri hoş bir şey değildir. Çünkü ölümün insana nasıl ve nerede geleceği­ni kimse bilemez. İbret alınacak çeşitli olaylara şahit olmuşumdur. İnsanlar ölüm döşeğinde pek çok sadaka ve vakıf yapmayı düşünüyorlardı. Fakat hastalık onları öyle yakalamıştı ki, onlara fırsat vermedi. Bazıları felç oldu, bazılarının dili tutuldu, bazılarının hizmetinde bulunan varisleri ona engel oldular. Eğer bütün bu engellerden kurtularak (sadaka vs.) verme fırsatı bulabilse -ki bu çok az bulunur-yinede (sıhhatli zamanında) arzularını kırarak yaptığı sadakanın sevabını ala­mazlar. Tabii ki kişi hayattayken gafleti sebebiyle hayır hasenat yapamadıysa ölüm anını fırsat bilip değerlendirmelidir. Yoksa öldükten sonra kimse kimseyi arayıp sormaz. Herkes birkaç gün ağlayıp unutur. Bunlar hergün görülen olaylar­dır. Götüreceğin ne varsa kendin yanında götür ki işine yarasın.

6) Ebû HÛreyre radıyaiiahu an/i'dan RaSÛlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "(Beni İsrail'den) adamın biri (kendi kendine), <Bu gece (gizli­ce) sadaka vereceğim> dedi. Nitekim sadakasını çıkardı ve (geceleyin) bir hırsızın eline koydu. Sabahleyin halk, <Bir hırsıza bu gece sadaka verilmiş> diye konuşmaya başladılar. Bunun üzerine sadakayı veren kişi, <Allah'ım bir hırsıza da olsa sadaka verdiğim için Sana hamd olsun (ben o sadakayı daha kötü birine vermiş olabilirdim o zaman elimden ne gelirdi ki)> dedi. Adam (birincisinin boşa gittiğini düşünerek) <Bu gece tekrar sadaka verece-ğim> dedi. Gece sadaka vereceği malı alıp çıktı ve onu fahişe bir kadına vere­rek döndü (herhalde kadının hırsızlık yapmayacağını düşündü). Sabah olunca halk, <Bu gece fahişe bir kadına sadaka verildi> diye konuşuyorlardı. Adam bunun üzerine, <Ey Allah'ım fahişeye de sadaka verdiğim için Sana hamd ol­sun (benim malım aslında buna da layık değildi)> dedi. Sonra üçüncü defa, <Bu gece mutlaka sadaka vereceğim> diye niyet etti. (Gece olunca) sadaka­sını alarak çıktı ve bir zengine verdi, sabahleyin, <Bu gece zengin birine sa­daka verildi> diye halk konuşmaya başladılar. Bunun üzerine adam şöyle dedi; <Allah'ım hırsıza, zina eden kadına ve zengine vermiş olduğum sada­kalardan dolayı Sana hamd olsun>. Geceleyin rüyasında şöyle bir nida işitti; <Sadakalarının hepsi kabul oldu. Sana hırsıza sadaka verdîrilmesinin sebe­bi şudur; olur ki o hırsız bu kötü işten vazgeçer ve tevbe eder. Zina eden ka­dın da işlediği zinadan tevbe eder ve bu çirkin işi yapmadan da Allah'ın ken­dine lütufta bulunduğunu görünce bu işten utanarak vazgeçer. Zengine gelin­ce, o da Allah'ın kullan nasıl da gizlice sadaka veriyorlar diye ibret alır ve Allah'ın kendine vermiş olduğu maldan sadaka verir>".                                                                   (Muttefekun aleyh, Mişkat)

İZAH: Bir hadisi şerifte bu olay başka bir şekilde anlatılmıştır. Belki de o ayrı bir kıssadır. Çünkü buna benzer bir çok olayın meydana gelmesi hiçte zor değildir. Şayet o kıssa bu (anlatılan kıssanın aynısı ise o zaman bu kıssa i e o kıssa biraz açıklanmış olmaktadır.Tâûs rahmetuiiahi aleyh diyor ki; Adamın biri, "Bu mahallede ilk önce kimi gö­rürsem ona sadaka vereceğim" diye adakta bulundu. Nitekim ilk karşılaştığı bir kadın idi. Sadakasını o kadına verdi. Orada bulunanlar, "Bu çok kötü bir kadındır" dediler. Sadakayı veren kişi bundan sonra ilk gördüğü birine sadaka verdi. Halk, "Bu çok kötü birisidir" dediler. Ondan sonra adam ilk gördüğü birine sadaka verdi. İnsanlar, "Bu çok zengin biridir" dediler. Sadaka veren adam çok üzüldü. Rüya­sında ona "Allah ce//e ceiaiuhu senin vermiş olduğun sadakaların üçünü de kabul etti. O kadın fahişe idi. Ancak yalnız fakirliğinden dolayı bu kötü işi yapıyordu. Sen ona mal verince bu çirkin işi bıraktı. İkinci adam hırsızdı. O da fakirliğinden dolayı hırsızlık yapıyordu. Sen ona mal verdiğinden beri hırsızlığı bıraktı. Üçüncü adam zengin idi. Hiç sadaka vermezdi. Senin ona sadaka vermen ona ibret oldu. <Ben bu adamdan daha zenginim o halde benim daha fazla sadaka vermem gerekir> dedi ve artık ona da sadaka vermek nasip oldu" denildi.[76]Bu hadisten şu konu açıklığa kavuşmuş oldu ki, sadaka verenin niyetinde ihlas olursa ve buna rağmen sadakası uygun olmayan bir yere ulaşırsa bunda da Allah ceiie ceiaiuhu nun bir hikmeti vardır. Buna üzülmemek gerekir.İnsana düşen, kendi niyetini ihlaslı kılmaktır. Çünkü asıl olan kişinin kendi niyeti ve amelidir. Ayrıca (yukarıdaki hadiste) sadaka veren o zatın büyüklüğü de anlaşılmış oldu. Şöyle ki; bütün gayretine rağmen sadakası uygunsuz yere sarf olduğu -halde ümitsizliğe düşerek sadaka verme niyetinden vazgeçmedi. Üstelik İkinci, üçüncü defa da olsa sadakayı uygun yere vermeye gayret etti. İşte onun bu ihlası ve samimiyeti sebebiyle hem sadakaları kabul edildi hem de rüyasında kabul edilme müjdesi verildi. Hafız İbni Hacer rahmetuliahi aleyh diyor ki: "Bu hadisten anla­şılıyor ki; eğer sadaka görünüş itibariyle yerini bulmamışsa onu tekrar vermek müstehabtır. Tekrar sadaka vermekten bıkmamak gerekir. Bazı Allah dostları şöy­le demişlerdir; <Kabul edilmediğinin alametlerini görsen de hizmeti terk etme>".Allâme Aynî rahmetuliahi aleyh buyurdu ki: "Bu hadisten şu hususta anlaşıl­maktadır; Allah ceiie ceiaiuhu kişiye iyi niyetinin karşılığını mutlaka verir. Söz konu­su sadaka veren kişiler yalnız Allah için sadaka vermeye kararlıydılar (onun için geceleyin gizlice veriyorlardı). Allah ceiie ceiaiuhu da onların sadakalarını kabul etti. Uygun yere verilmedi diye red olunmadı".

7) Hz. Ali radıyallahu anh'dan Rasûlullah saltallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "Sadaka vermekte acele edin. Çünkü belâ sadakayı aşamaz'                                                     (Rezın,Mişkat)

İZAH: Eğer herhangi bela yada musibet gelecek olsa, sadaka vermekle o musibet geri gider. Zayıf bir hadiste şöyle geçmektedir: "Sadaka kötülüğün yet­miş tane kapısını kapatır". Bir hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem, "Mallarınızı zekat vererek temizleyiniz. Hastalarınızı sadaka ile tedavi ediniz. Musibet dal­galarını dua ile karşılayınız" buyurmuştur.Kenzül UmmaF'yn pek çok hadislerinde, "Hastalarınızı sadaka ile tedavi ediniz" cümlesi geçmiştir. Tecrübeyle de görülmüştür ki çok sadaka vermek has­talıklara şifadır. Bir hadisi şerifte şöyle buyurulmuştur:[77] "Sadaka ile hastalarınızı tedavi edin. Zira sadaka kişiden zilleti de hastalıkları da uzaklaştırır. İyililikleri artırır ve ömrü uzatır"[78] Bir hadisi şerifte geçtiğine göre: "Sadaka vermek yetmiş belayı defeder ki onların en hafifi cüzzam ve baras hastalığıdır"[79]Yine bir hadiste şöyle buyuruluyor: "Düşünce ve üzüntülerinizi sadaka vermek­le telafi ediniz. Sadaka ile Allah çete ceiaiuhu size zararı olan şeyleri sizden uzaklaştırır ve düşmanlarınıza karşı size yardım eder[80] Başka bir sahih hadiste ise şöyle geçi­yor "Bir şahıs bir müslümana elbise giydirirse, o elbiseden bir parça giyen kişinin be­deninde kaldığı müddetçe giydiren kişi Allah ceiie ceiaiuhu'nun koruması altında kalır". İbni Ebil Ca'd rahmetuliahi aleyh diyor ki: "Sadaka yetmiş kötülüğün kapısını kapatır[81]

Bir hadisi şerifte şöyle buyurulmuştur: "Sabah erkenden sadaka verin çün­kü belalar sadakayı geçemezler"[82] Ayetler bölümünde dokuz numaralı ayetin izah kısmında İbni Ebil Ca'd rahmetuliahi a/eytften (bir kurt'un çocuğu kaçırmasıyla ilgili) bir kıssa geçmişti. Yine aynı konuda değişik rivayetler geçmiştir. Hz. Enes radıyallahu anh Rasûlullah sallallahu aleyhi vese/tem'in şöyle buyurduğunu naklediyor: "Sadaka Allah ceiie cefe/u/ıı/nun gazabını uzaklaştırır ve kötü ölümü defeder"[83]Alimlerin yazdığına göre sadaka kişiyi ölüm anında şeytanın vereceği ves­veseden korur. Hastalığın şiddetinden dolayı isyan kelimeleri söylemekten mu­hafaza eder. Aniden gelecek ölümlere de mani olur. Kısaca (sadaka) imanlı öl­meye vesile olur. Bir hadisi şerifte, "Sadaka kabir azabını yok eder. Herkes kıya­met gününde kendi sadakasının gölgesinde olacaktır" buyurulmuştur.[84] Yani kişi ne kadar çok sadaka verirse o kadar büyük gölgeye sahip olacaktır.Hz. Muaz radıyallahu anh Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem e, "Ya RaSÛlallah! Be­ni Cehennem'den uzaklaştırıp Cennet'e koyacak bir amel söyleyiniz" dedi. Rasûlul­lah sallallahu aleyhi vesellem, "Sen çok büyük bir şey sordun. O Allah'ın kolay ettiği kimse için çok kolaydır. O şey şudur; Allah ceiie ceiaiuhu'na ihlasla ibadet et, hiçbir şeyi ona ortak koşma, namazını kıl, zekatı ver, mübarek ramazan ayında oruç tut, Beytullah'ı hac et" dedi. Sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "Ben sana hayır kapılarını haber vereyim mi? (Yani insan o kapılardan hayırlı şeylere ulaşabilir). O hayır kapıları şunlardır; Oruç kalkandır (insan kalkanıyla düşmanın hamleleri­ne karşı koyduğu gibi oruçla da şeytanın hamlelerini engeller). Suyun ateşi sön­dürdüğü gibi sadakada hataları yok eder. Ayrıca gecenin yansında kılınan tehec-cüd namazı da (böyledir)". Sonra Rasûlullah saüaiiahu aleyhi veseilem şu ayeti okudu:(Bu ayeti kerime ayetler kısmının on dokuzuncu ayetinin izahında geçmişti). Daha sonra Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem buyurdu ki: "Ben size bütün işlerin başını, direğini ve onların zirvesini söyleyeyim mi? Hepsinin başı İslam'dır (çünkü o ol­madan hiçbir şey muteber değildir). Onun direği namazdır {direk olmadan binanın ayakta durması zor olduğu gibi namazsız islam'ın da ayakta durması zordur). Ve onun zirvesi cihaddır (yani cihad ile din yükselir)". Daha sonra Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem buyurdu ki: "Bütün bunların temelini söyleyeyim mi? (çünkü binanın tamamı temelin üzerine kurulur)". Efendimiz saiiaiiahu aleyhi veseilem eliyle mübarek dilini tutarak, "Buna sahip ol" buyurdu. Hz. Muaz radıyaliahu anh diyor ki: Ben, "Ey Allah'ın Rasûlü bizler dilimizle konuştuğumuz sözlerden de hesaba çekilecek miyiz?" dedim. "Annen sana ağlasın Ey Muâz! İnsanları yüzüstü sürünerek Ce-hennem'e atan dilinden başka bir şey midir" buyurdu.[85]"Annen sana ağlasın" sözü Arapça'da birinin dikkatini çekmek için söyle­nen bir deyimdir. Hadisin özeti şudur: (Canımızın istediği) gibi kullandığımız dil­lerimizden çıkanların hepsi amellerin tartıldığı terazide tartılacak, konuşulanlar­dan boş, faydasız ve caiz olmayanlar kişinin Cehennem'e girmesine sebep ola­caktır. Bir başka hadiste şöyle buyuruluyor: "Kişi diliyle Allah'ın razı olduğu bir söz söyler. Söylediği kelimeyi pek önemsemez. Ancak Allah ceiie ceiaiuhu o kelime yüzünden o kişinin Cennetteki derecesini yükseltir. Aynı şekilde bir kimse Allah'ın razı olmadığı bir kelimeyi söyler. Söylediği bu kelimeleri de pek önemsemez. An­cak bu kelime yüzünden Cehennem'e atılır". Bir hadiste geçtiğine göre o kişi Ce-hennem'deki doğu ile batı arasındaki mesafe kadar uzak bir yere atılır". Başka bir hadiste, "İnsan iki şeyi muhafaza edeceğine söz versin. Birincisi, iki dudak arasm-dakini (yani dilini) ikincisi ise iki bacağı arasındakini (yani avret yerini) ben de onun Cennete gireceğine kefil olayım" buyurulmuştur. Bir başka hadiste, "İnsanları ço­ğunlukla Cehennem'e sokan bu. iki şeydir" buyurulmaktadır. Yine bir hadisi şerifte şöyle buyurulmuştur: "İnsan diliyle bir söz söyler. Bunu söylerken de insanlar biraz gülsünler, eğlence oisun diye yapar. Ancak o sözün vebali yüzünden Cehen-nem'de uzaklığı yerle gök arası kadar bir yere atılır".Hz. Süfyan-I Sekafi radıyaliahu anh Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem e, "Ya Rasûl-allah! Ümmetiniz hakkında en çok neden korkuyorsunuz?" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem mübarek dilini tutarak, "Bundan" buyurdu.[86]Bunlara ilave olarak pek çok rivayetlerde değişik başlıklar altında bu konu geçmiştir. (Ne yazık ki) bizler bu husus­ta büyük bir gaflet içindeyiz. İnsan kesinlikle şuna çok dikkat etmelidir: Diliyle söyle­diği sözlerin kendisine bir kârı yoksa en azından bir âfet ve musibete uğramasın.Hz. Süfyan-ı Sevri rahmetuiiahi aleyh meşhur bir hadis ve fıkıh imamıdır. Diyor ki: "Benden bir günah sâdır olmuştu. O yüzden beş ay teheccüt kılmaktan mahrum oldum". Birisi sordu: "Efendim o hangi günahtı?". Buyurdu ki: "Adamın biri ağlıyor­du. Ben kalbimden, <Bu adam gösteriş için ağlıyor> diye geçirdim.[87] Bu kalpten ge­çirmenin mahrumiyetidir. Bizler insanlar hakkında bundan daha ağır sözleri dilimiz­le söylemekteyiz. Üstelik herhangi bir sebep olmadan bunu yapmaktayız. Hele bir de aramızda ihtilaf varsa, o zaman ona iftira etmekte hiç kusur etmeyiz. Ondaki her hüneri ayıp her ayıbı da olduğundan fazla göstererek (her tarafa) yayarız.

8) Ebû HÛreyre radıyallahu anft'dan Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem buyuruyor ki: "Sadaka vermek malı eksiltmez. Hatası olan birinin hatasını affeden kulun Allah izzetini arttırır. Her kim de Allah'ın (rızasını kazanmak) için alçak gönüllü olursa Allah ceiie ceiaiuhu onu yükseltir".(Müslim, Mişkat)

İZAH: Bu hadisi şerifte üç konu geçmektedir. Dışarıdan bakıldığında sada­ka vermekle mal azalıyor gibi gözükse de aslında sadaka vermekle malda bir azalma olmaz. Aksine sadakanın karşılığı en güzel bir bedel olarak ahirette verilir. Şimdiye kadar ki (beyan ettiğimiz) ayet ve hadislerden de anlaşıldığı gibi dünyada da çoğu zaman o (sadakanın) karşılığı verilir. Ondördüncü ayette buna işaret edilmiş, yirminci ayette de bu konuya açıkça değinilmiştir. Şöyle ki; siz (Allah yo­lunda) ne harcarsanız Allah cette ceiaiuhu onun karşılığını verir. O ayetin izah kısmın­da ise Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm bunu teyid eden pek çok hadisleri geç­miştir. Hadisler bölümünün iki numaralı hadisinde Rasûlullah sallallahu aleyhi vesei-tem'İn şöyle bir buyruğu geçmiştir: "Her gün iki melek şöyle dua ederler; <Allah'ım harcayana Sen daha iyisini ver, (harcamayıp) yığanın da malını berbat et>".Hz. Ebû Kebşe radıyaliahu anh diyor ki: Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem bu-yurdu ki: "Ben size üç şeyi yeminle söylüyorum. Ondan sonra bir şeyi de hususen söyleyeceğim onu hafızanıza çok güzel yerleştirin üzerine yemin ettiğim şeylere gelince; onlardan birincisi, hiç kimsenin malı sadaka vermekle eksilmez. İkincisi, bir kimseye zulmedilir de o da buna sabrederse Allah ceiie ceiaiuhu bu sabrı sebe­biyle onun şerefini artırır. Üçüncüsü, her kim insanlardan isteme kapısını açarsa Al­lah ceiie ceiaiuhu da ona fakirlik kapısını açar. Bu üç şeyden sonra bir şey daha size haber veriyorum. Onu hafızanıza yerleştirin. O şudur; Dünyada dört çeşit insan vardır. Birincisi Allah ceiie ce/aMıu'nun hem mal hem de ilim verdiği kimsedir. O (ümisebebiyle) malı konusunda Allah'tan korkarda (Allah'ın razı olmadığı yerlere malını harcamaz) akrabalarını gözetir, o mal ile Allah için güzel ameller yapar ve o malın hakkını edâ eder. Bu kimse en yüksek derecelerdedir. İkinci kişi Allah ceiie ce/a/uto/nun ilim verip de mal vermediği kimsedir. Onun da niyeti sağlamdır. O eğer <Malım ol­saydı ben de filanca gibi (hayırlı işlere) harcardım> diye temenni eder. Allah ceiiece-laiuhu onun niyetinden dolayı birinci kişiye verdiği sevabın aynısını ona da verir. Bu iki kişi sevap bakımından aynı seviyede olurlar. Üçüncü kişi Allah ceiie ceiaiuhunun mal verip ilim vermediği kimsedir ki malını berbat eder. (Yersiz) oyun eğlence ve şehva­ni istekler için harcar. Malı hususunda ne Allah'tan korkar ne de akrabasını gözetir. Hakka uygun bir harcama yapmaz. Bu kişi (kıyamet gününde) en kötü yerde olacak­tır. Dördüncü kişiye gelince, o Allah ceiie ceiaiuhu'nun kendine ne mal ne de ilim ver­diği kişidir. O da şöyle arzu eder; <Eğer malım olsaydı ben de falanca (üçüncü ki­şi) gibi harcardım>. Ona kötü niyetinin günahı yazılır. Günah bakımından bu adam ve üç numaralı adam eşittir". (Hadisi Tirmizi rivayet etti ve "Hadis sahihtir" dedi)[88].Hz. İbni Abbas radıyaliahu anhumaöan rivayete göre Rasûlullah saiialiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu; "Sadaka malı eksiltmez Bir kişi sadaka vermek için elini uzatınca o mal fakirin eline geçmeden önce yüce Allah'ın kudret eline geçer (yani kabul olur). Kimseden bir şey istemeden işi yolunda gittiği halde insanlara el açana Allah fakirlik kapısını açar"[89]Hz. Kays Bin Sila Ensari radıyaliahu anh diyor ki: "Kardeşlerim beni Rasûlul­lah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'e şikayet ederek, <Ya Rasûlailah bu adam çok israf edi­yor, malını gereksiz yerlere harcıyor> dediler. Ben, <Ey Allah'ın Rasülü Ben ba­ğımdan kendi payımı alıp hem Allah yolunda harcıyor hem de beni ziyarete ge­len misafirleri yediriyorum> dedim. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem mübarek elini göğsüme vurarak üç defa şöyle buyurdu; <Harcamaya devam et ki Allah ceiie ceiaiuhu da sana karşılığını versin>. Bu olaydan kısa bir süre sonra ben bir cihada çıkmıştım, Bineğimde vardı. Kendi akrabalarım arasında en çok serveti olanda bendim (yani ölçülü harcayanların elinde benim gibi çekinmeden korkusuzca harcayan biri kadar mal yoktu[90]Hz. Cabir radıyaliahu anh diyor ki: "Bir keresinde Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem Efendimiz hutbesinde şöyle buyurdu; <Ey insanlar size ölüm gelmeden önce Allah'a tevbe edin. Onunla bununla meşgul olmadan Önce hayırlı işlerde acele edin. Allah ceiie ceiaiuhu ile aranızdaki bağı kurun. Allahu Teâlâ'yı bol bol zikredin. Açıkça ve gizlice bol bol sadaka verin ki, bu sebeble nzıklanırsınız, size yardım edilir ve sizin eksikleriniz tamamlanıp-[91] Başka bir hadisi şerifte, "Sadaka ile rızık (kolaylığı) için Allah'tan yardım isteyin" buyurulmuştur. Diğer bir hadiste ise şöyle buyuruluyor: "Sadaka ile rızık indirin". Yine bir hadiste ise, "Sadakayla malda artış olur" buyurulmuştur.[92]Hz. Abdurrahman bin Avf radıyaliahu an/ı'dan Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesei­iem Efendimiz buyurdu ki: "Üç şey vardır ki nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin olsun ki ben onlar üzerine yemin ederim. Onların birincisi, sadaka ver­mekle mal eksilmez. Öyleyse bol bol sadaka veriniz. İkincisi, bir kula zulmedi-lirde o da o (zulmedeni) af ederse Allah ceiie ceiaiuhu kıyamet gününde onun şe­refini arttırır. Üçüncüsü ise, kim başkasından isteme kapısını açarsa, Allah ceiie ceiaiuhu ona fakirlik kapısını açar"[93]Hz. Ebû Seleme radıyaliahu an/j'dan nakledilen bir hadiste Rasûlullah saiiaiia-hu aleyhi veseiiem buyuruyor ki: "Sadaka vermekle mal eksilmez öyleyse sadaka vermeye devam edin"[94]Eksilmemenin zahiri manası, "Allah ceiie ceiaiuhu o (sada­kanın) karşılığını en güzel bir şekilde ve en kısa bir zamanda verir" demektir. Hz. Habib Acemi rahmetuiiahi aleyh meşhur bir Allah dostudur. Bir keresinde hanımı hamur yoğurup komşuya ateş almaya gitti. Arkasından bir dilenci geldi. Hz. Ha­bib rahmetuiiahi aleyh o hamuru dilenciye verdi. Hanımı ateş alıp geldiğinde hamur yoktu. Kocasına hamurun ne olduğunu sordu. Kocası, "O pişmeye gönderildi" dedi. Hanımı inanmadı. Israrla sormaya devam etti. Kocası, "Hamuru sadaka olarak verdim" deyince hanım, "Subhanallah! Sen hiç düşünmedin mi ki, unun hepsi o kadardı. Şimdi ev halkı ne yiyecek. Halbuki bizim de ihtiyacımız vardı" dedi. O böyle söylenirken bir adam elinde et dolu büyük bir tabak ve ekmekle geldi. Hanımı onu getiren adama, "Ekmeği ne çabuk pişirip getirdin. Üstelik ya­nında fazladan yemek de getirdin" dedi.[95]Genellikle bu tür olaylar meydana gelir. Ancak Allah ceiie ceiaiuhu'na bağlı olmadığımız için bu nimetin neyin karşılığı olarak verildiğini hiç düşünmeyiz. "Falanca şey tesadüfen elimize geçti. Yoksa halimiz ne olurdu?" diye düşünürüz. Halbuki o şey verdiğimiz sadakalardan dolayı elimize geçmiştir.

9) Ebû Hûreyre radıyallahu anh'dan RaSÛlulİah sallallahu aleyhi vesellem buyur-du ki: "Bir adam çölde bir buluttan Falancanın bağını sula dîye bir ses duydu. O sesten sonra bulut hemen bir yöne doğru hareket etti. Kayalık bir araziye ya­ğan suyun hepsi oradaki akarsu yollarından birinde toplanıp akmaya başladı. Buluttan gelen sesi duyan adam suyu takibe koyuldu. Bir de ne görsün bir adam elindeki kürekle bağına su veriyordu. Adam bağın sahibine, <Ey Allah'ın kulu adın ne?> dedi. Bağın sahibi <Falanca> diyerek ismini söyledi. Adamın söylediği isim ile buluttan İşittiği isim aynıydı. Bağ sahibi <Ey Allah'ın kulu be­nim adımı neden soruyorsun?> deyince, <Ben bu suyun geldiği buluttan filan­ca adamın bahçesini sula diye bir ses işitmiştim. Buluttan duyduğum senin adındı. Sen bu bahçede ne yapıyorsun -ki filancanın bahçesini sula diye-buluta emir veriliyor> dedi. Bunun üzerine bahçenin sahibi, <Ben bu bahçe­den ne kadar mahsul çıktığına bakarım (ve onu üç kısma ayırırım). Üçte birini hemen Allah yolunda tasadduk ederim, üçte birini ben ve çoluk çocuğum yer. Kalan üçte birini de bahçenin ihtiyacı için bahçeye harcarım> dedi".                                                                                                                                                       (Müslim, Mişkat)

 

İZAH: Mahsulün sadece üçte birini Allah celle ceiaiuhu yolunda harcamanın bereketine bakınız ki, gayb örtüsünün ardında onun bahçesinin yetişmesi ve gelişmesi için sebepler hazırlanıyor. Bu olay önceki hadiste geçen "Sadaka vermekle mal eksilmez" sözüne apaçık bir örnektir. Şöyle ki; adam mahsulün üçte birini sadaka olarak vermişti. Bundan dolayı bahçeden tekrar mahsul gel­mesi için (Allah tarafından) gaybî olarak intizam yapılmaktadır. Buradan alınması gereken çok mühim bir ders daha vardır; o da kişinin gelirinin belli bir kısmını Allah ceiie ceiaiuhu yolunda harcamak için ayırmasının çok faydalı olduğudur. Ayrıca tecrübe şunu göstermiştir ki; eğer bir adam, "Ben malımın şu kadarını Al­lah yolunda harcayacağım" derse, o zaman harcama yapacağı pek çok hayır yerleri ve fırsatları karşısına çıkar. Yok, eğer "Bir hayırlı iş karşıma çıkarsa o za­man düşünürüz" derse, bu gibi durumlarda hayırlı işlerin neler olduğu pek anla­şılmaz ve her fırsatta nefis ve şeytan "Bu öyle önemli bir harcama değildir" diye kalbe vesvese verir. O kişinin karşısına mal harcamak için çok hayırlı olan önemli bir iş çıksada bu sefer o kişinin elinde para olmaz veya parası olsa bile kendi ihtiyaçları karşısına çıktığı için mümkün olduğu kadar az sadaka vermek ister.Daha ay başından itibaren maaş alındığı an bir miktar para ayrılıp bir kena­ra konulsa veya günlük ticarette ki gelirden bir kısmı kasanın bir tarafına konulsa ve "Bu yalnız Allah yolunda harcanacaktır" dense, harcama vakti gelince kalpte sı­kıntı olmaz. Çünkü zaten o miktarın harcanacağı kesinlik kazanmıştır. Bu pek çok  h,ir rörptpdir nilpupn hirkar. aün tecrübe edip baksın.Ebû Vâil rahmetuliahi aleyh diyor ki: "Abdullah bin Mesud radıyallahu anh beni Kurayza tarafına gönderdi ve oraya gidince Beni İsrail'den salih bir adamın yap­tığı işi yapmamı (yani malın üçte birini sadaka vermemi üçte birini oraya bırak­mamı ve üçte birini de onun yanına getirmemi) söyledi"[96] Bundan anlaşılıyor ki Sahabe-i Kiram da bu reçete ile amel yaparlardı.

10) Ebû Hûreyre radıyallahu an/j'dan RaSÛlulİah sallallahu aleyhi vesellem bu-yurdu ki: "Fahişe bir kadın yolda giderken bir kuyunun başında susuzluktan ölmek üzere olan bir köpek gördü. Köpeğin dili susuzluktan dışarıya sark­mıştı. Kadın ayakkabısını çıkarıp başörtüsüne bağlayarak kuyudan su çekti ve köpeğe içirdi. Bundan dolayı onun günahları affedildi". Bunun üzerine Rasülullah sallallahu aleyhi vesetiem'e, "Hayvanlara yaptığımız iyiliklerden de sevap alır mıyız? diye soruldu. Rasülullah sallallahu aleyhi vesellem, "Her ciğer sahibine (ister müslüman olsun, ister kafir olsun, ister hayvan olsun, her canlıya) yapılan iyilikte sevap vardır" buyurdu.                                                                                               (Müttefekun aleyh, Mişkat)

İZAH: Bazı rivayetlerde açıklandığına göre bu kıssa Beni İsrail'den bir fahi­şeye aittir. Buhari şerif ve diğer hadis kitaplarında buna benzer bir erkeğin kıssası geçmektedir. Rasülullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki; "Adamın biri sahrada yürüyordu. Şiddetli susuzluk onu perişan etmişti. Bir kuyuya indi. Su içip dışarı çıkınca susuzluktan bitkin düşmüş bir köpek gördü. Köpek susuzluğun şiddetin­den çamurları yalıyordu. Bu durumu gören adam <Bu hayvan da benim gibi su­suzluktan yanıyor> diye düşündü. Su çıkaracak bir şeyi yoktu. Ayağında ki ayak­kabıyı.çıkarıp kuyuya indi. Onu doldurdu ayakkabıyı ağzıyla tutarak iki elinin yar­dımıyla yukarı tırmandı ve suyu köpeğe içirdi. Allah ceiie ceiaiuhu onun bu dav­ranışını beğenerek onu bağışladı". Sahabeler, "Ya Rasûlallah hayvanlara yapılan iyiliklere de sevap var mı?" dediler. Rasülullah sallallahu aleyhi vesellem, "Her ciğer sahibi (yani canlı) için sevap vardır" buyurdu.[97]Bir hadisi şerifte, "Her sıcak ciğer taşıyana yapılan iyilikte sevap vardır" bu-yurulmuştur. Ayakkabıya su doldurmasının izahı şöyledir: Arap diyarında genellikle teriden yapılan ayakkabı kullanılır. Bundan dolayı içine konulan suyu fazla akıt­maz. Ağzıyla ayakkabıyı tutma ihtiyacı ise şundan dolayıdır: Sahradaki kuyulara genellikle duvardan biraz çıkık vaziyette {merdiven şeklinde) birkaç tuğla vs.yerleştirilir. Böylece ipi ve kovası olmayan biri kuyuya inebilir. Fakat kuyuya inip çıkarken yardımcı olarak mutlaka elleri kullanmak gerekir. Bundan dolayı ayak­kabıyı ağzıyla tutması gerekmiştir. Bu kitabın sonundaki Hikayeler bölümünün 47 numaralı hikayesinde bir zalimle ilgili olay da aynı şekildedir. O zalim uyuz bir köpeği barındırmış, bunun üzerine Allah ceiie ceiaiuhu bu amelini beğenmiş (ve o zalimi affetmiştir). Bu hadislerin her ikisinde de köpek gibi zelil bir hayvana iyilik yapılmasının karşılığı böyle olursa yaratılmışların en şereflisi olan insana yapılan iyiliklerin acaba ne gibi mükafatı olacaktır?!Bazı alimler öldürülmesi müstehap olan (yılan, akrep vs. gibi) hayvanlar bu­nun dışındadır demişlerdir. Ancak diğer alimler şöyle demişlerdir: O hayvanları öl­dürmek demek susuz oldukları anlaşıldığı halde onlara su içirilmemesi demek de­ğildir. Çünkü biz müslümaniara verilen emir şöyledir: Herhangi bir sebepten dolayı öldürülmesi gereken bir canlıya iyi davranmaya dikkat gösterilmelidir. Bu yüzden öl­dürülmesi gereken (insanın) el, ayak vs. gibi azalarının kesilmesi yasaklanmıştır.[98]Bu iki hadisten ve diğer pek çok hadsilerden çok ince bir nokta anlaşıl­maktadır: Şöyle ki; Allah ceiie ceiaiuhu bir kimsenin her hangi bir amelini beğenirse o amelin bereketiyle ömür boyu işlediği bütün günahları affeder. O'nun lütuf ve kereminin yanında bu bir şey değiidir. Yeter ki o ameli Allah beğenip kabul etsin. Her günahkarın günahının su içirmekle ya da başka bir iyilikle affedilmesi gerek­mez. Elbette birinin her hangi bir ameli kabul edilirse onun bağışlanması için de bir engel yoktur. O halde insan son derece ihlasla amel yapmaya devam etmeli­dir. Allah bilir, hangi amelimiz O'nun katında beğenilir de kurtulanlardan oluruz.Önemli olan şey ihlastır. Yani sırf Allah için bir işi yapmaktır. O amele bir menfaat karıştırmamak gerekir. Ne ondan dünya kazanmayı düşünmeli ne de şöhret ve mevki istenmelidir. Eğer bunlardan biri işe karışırsa o zaman bütün yapılanları berbat eder. Eğer bir iş yalnız Allah için olursa, (isterse çok basit bir şey olsun) o iş dağlardan daha ağırdır. Hz. Lokman aleyhisselam oğluna nasihat ederken, "Oğlum günah işlediğinde sadaka ver" demiştir.[99] Çünkü (sadaka) güna­hı temizler ve Allah ceiie ceiaiuhu'nun gazabını uzaklaştırır.

11) Hz. Ali radıyallahu an/j'dan RaSÛlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: "Muhakkak Cennet'te öyle köşkler vardır ki, onların (cam gibi) içinden dışı, dışından da içi gözükür". Sahabeler, "Ya Rasûlallah! Bu köşkler kimler içindir?" dediklerinde Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem, "Güzel söz söyleyenler (yani konuşurken çatık kaşlı olmayan yüzünü eksilmeyenler) insanlara, yemek yedirenler, devamlı oruç tutanlar, insanlar uykudayken gece vakti teheccüt namazı kılanlar içindir" buyurdu.       

(bniEbi Şeybe.Tirmizi)

İZAH: Abdullah bin Selam radıyallahu anh müslüman olmadan önceki bir hatırasını şöyle anlatıyor: Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem hicret edip Medine'ye gelmişti. Ben bunu duyar duymaz derhal onun yanına gittim. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiemln mübarek yüzünü görünce kendi kendime, "Bu mübarek yüz ya­lancı birinin yüzü olamaz" dedim. Medine'ye varınca Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi ve-seliem'm mübarek ağzından çıkan ilk söz şuydu; "Ey insanlar aranızda selamı yayınız. Yemek yediriniz. Akrabanızı ziyaret ediniz. İnsanlar uykudayken gece vakti namaz kılınız. Selametle Cennet'e girersiniz".[100]Ayetler kısmının 34 numarasındaki uzun ayette bu konu şu şekilde geç­mişti: Allah'a olan sevgilerinden dolayı miskinlere, yetimlere ve esirlere yemek yedirirler ve şöyle derler; "Biz yalnızca Allah rızası için size yemek yediriyoruz. Sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür istiyoruz". Bir hadiste, "Her kim bir kardeşini doyuracak şekilde yedirir, susuzluğunu giderecek şekilde içirirse, Allah ceiie ceiaiuhu onunla Cehennem arasında yedi hendek açar. Her bir hendeğin genişliği yediyüz senelik yol kadardır" buyuruimuştur.[101] Başka bir hadisi şerifte de şöyle geçmektedir: "Bütün mahlukat Allah ceiie ceiaiuhu'nun ehli iyâli gibidir. Allah ceiie ceiaiuhu'nun en çok sevdiği kimse ise O'nun ehli iyâline en çok faydası olan­dır".[102] Diğer bir hadisi şerifte de, "Her iyilik bir sadakadır. Kardeşini güler yüzle karşılaman ve kendi kovandan komşunun kovasına su dökmen de bu iyilikler­dendir"[103] buyurulmuştur. Güzel konuşmanın en önemli bir parçası da biriyle konu­şurken güler yüzle konuşulmalı, asık suratlı ve yüzü eksilterek konuşulmamalı-dır. Yine bir hadisi şerifte şöyle buyurulmuştur: "İyiliğin hiç bir parçası küçümsen-mez. Müslüman kardeşini güler yüzle karşılamak dahi olsa (bunu yap)". Bir hadis­te buyuruldu ki: "Hiçbir kimse iyiliğin hiçbir türünü küçük görmesin. Elinden hiçbir şey gelmese bile kardeşine güler yüz göstersin"[104] Bir hadisi şerifte buyuruldu ki: "Kardeşini güler yüzle karşılaman da sadakadır. İyiliği emretmen ve kötülükten men etmen de sadakadır. Yolunu kaybetmiş birine yol göstermen de sadakadır. Yol üzerindeki (diken vs. gibi) zarar verici şeyleri uzaklaştırman da sadakadır. Kendi kabından başkasının kabına su dökmen de sadakadır"[105]Bir hadisi şerifte, "Kıyamet gününde Cehennemlikler bir safa dizilecekler ve onların bulunduğu yerden (Cennetlik) bir mü'min geçecektir. Cehennemliklerin safından biri ona, "<Bana Allah katında şefaat et> diyecek. Bunun üzerine mü'-min ona, <Sen kimsin?> diye soracaktır. O, <Sen beni tanımadın mı? Sen dün­yadayken bir kere benden su istemiştin de ben de sana su içirmiştim> diye ce­vap verecektir. Bunun üzerine Cennet'lik olan kişi ona şefaat edecek (ve onun şefaati kabul edilecektir. Aynı şekilde başka birisi, <Sen benden falanca şey istemiştin, ben de sana vermiştim> diyecektir.[106]Başka bir hadiste de şöyie geçmektedir: "Cehennemliklerin safının yanın­dan Cennet'lik olan biri geçecek, Cehennemliklerden biri ona seslenerek şöyle diyecektir; <Sen beni tanımadın mı? Ben sana filanca gün su içirmiştim, falanca gün de abdest suyu vermiştim>"[107] Başka bir hadiste şöyle geçmektedir: "Kıyamet günü Cennet ve Cehennemliklerin safları meydana geldiğinde Cehennemlikle­rin safından bir adam Cennetliklerin safında olan bir adamı görecek ve ona dün­yada yaptığı bir iyililiği hatırlatacak. Bunun üzerine Cennet'lik olan kimse o ada­mın elinden tutup Allah ceile ceiaiuhu nun huzurunda, <Ya Rabbi! Bu adam bana falanca iyilikte bulundu> diyecek. Bunun üzerine Allah ceile ceialuhu, <Benim Rah­metim ile o adam Cennet'e konulsun> buyuracaktır.[108]Bir hadiste Rasûlullah saiiatiahu aleyhi veseilem "Fakirlerle sıkı bağ kurun ve onlara iyilikte bulunun. Onların elinde çok büyük bir hazine vardır" buyurdu. Ora­dakilerden birisi, "Ya Rasûlallah o hazine nedir?" diye sorunca Rasûlullah saiiaiia-hu aleyhi veseilem buyurdu ki: "Onlara kıyamet gününde şöyle denilecektir; <Dünya-da size bir lokma yedirenin veya su içirenin yada elbise giydirenin elinden tutup Cennet'e götürün>". Bir hadisi şerifte ise şöyle geçmektedir: "Allah ceile ceiaiuhu kıyamet gününde bir insanın diğer bir insandan özür dilediği gibi fakir kuluna mazerette bulunacak ve buyuracak ki; <İzzet ve Celalime yemin olsun ki, Ben dünyayı senden katımda zelil olduğun için uzaklaştırmadım. Aksine bugün sana büyük bir ikramım olduğu için dünyayı senden uzaklaştırdım. Ey kulum! Şu Cehennemliklerin saflarına git. Her kim sana Benim rızam için yemek yedirdi ise veya elbise verdiyse o senindir>. Bu kişi Cehennem'lik kimselerin saflarına var­dığında onları ağızlarına kadar terlere batmış vaziyette bulacak (kendisine dün­yada iyilik yapanları tanıyıp Cennete sokacaktır)[109]Başka bir hadiste şöyle buyuruluyor: "Kıyamet gününde şöyle bir ilan yapı­lacaktır; <Muhammed saiiaiiahu aleyhi veseiiem"\n ümmetinin fakirleri nerededir? Kal­kın ve insanları mahşer meydanında arayın. Her kim benim rızam için sizden bi­rine bir lokma vermişse yada benim rızam için bir yudum su içirmişse veya be­nim rızam için yeni veya eski bir elbise vermişse, onları, ellerinden tutarak Cen­net'e götürün>. Bunun üzerine ümmetin fakirleri kalkıp bazı kimselerin elinden tutacak ve <Ya Rabbi! Bu adam dünyadayken bana yemek yedirmişti, bu da bana su içirmişti> diyecekler. Bunun üzerine ümmetin fakirlerinden büyük olsun yada küçük olsun onları (kendilerine iyilikte bulunanları) Cennet'e sokmayan kimse kalmayacaktır"[110] Bir hadiste, "Her kim aç olan bir canlıya yemek yedirirse, Allah ceile ceiaiuhu ona Cennetin nefis yemeklerinden yedirecektir" buyuruimuştur.[111] Baş­ka bir hadiste ise, "İnsanlara yemek yedirilen eve hayır gelmesi, bıçağın devenin hörgücünü kesmesinden daha hızlıdır" diye geçmektedir.[112] Hz. Abdullah İbni Müba­rek rahmetuiiahi aleyh hurmaların iyilerini başkalarına yedirir ve, "Kim çok yerse ona her hurma için bir dirhem verilecektir" derdi. Diğer bir hadiste, "Kıyamet gününde bir münâdi şöyle ilan edecek; <Fakir ve miskinlere ikram edenler nerededir? Sizler bugün korkusuz ve üzüntüsüz olarak Cennet'e giriniz>. Başka bir münâdi de şöy­le ilan edecek; <Fakir ve garip hastalan ziyaret edenler nerededir? Onlar bugün nurdan minberler üzerinde oturup Allah ceile ceiaiuhu ile konuşacaklar, diğer insan­lar ise şiddetli hesaba mübtela olacaklardır>"[113] Başka bir hadiste ise şöyle geç­mektedir: "Nice huriler vardır ki, onların mehri sadece bir avuç hurmayı veya o kadar başka bir şeyi (sadaka olarak) vermektir". Yine bir hadiste şöyle geçmektedir: "Aç bir kimseye yemek yedirmekten daha üstün bir sadaka yoktur"[114] Bir hadisi şe­rifte ise, "Bağışlanmayı vacib kılan şeylerden birisi de açlara yemek yedirmektir" buyuruimuştur.[115] Diğer bir hadiste buyuruldu ki: "Ameller içinde Allah ceile ceiaiuhuyu en çok razı eden amel herhangi bir müslümanı sevindirmek veya onun bir sıkıntısını gidermek veya onun borcunu ödemek veya açken ona yedirmektir"[116] Yani bu amel­lerin hepsi sevimlidir. Ne kadar yapılabilirse yapılmalıdır. Yine bir hadiste buyuruldu ki: "Şunlar bağışlanmayı vacip kılan şeylerdendir; Bir müslümanı sevindirmek, onun açlığını gidermek ve ona ulaşan bir musibeti uzaklaştırmaktır"[117] Başka bir hadiste şöyle buyuruimuştur "Bir kimse müslüman kardeşinin dünyalık ihtiyacını görürse Allah çete ceiaiuhu o kimsenin yetmiş iki ihtiyacını giderir. Onların en basiti onun gü­nahlarını affetmesidir"[118]Yani diğer ihtiyaçlar günahların bağışlanmasından da bü­yüktür demektir. Ayrıca on üç numaralı hadiste bu konunun açıklaması gelecektir.

12) Hz. Esma radıyallahu anha diyor ki: "Rasûlullah saflallahu aleyhi veseilem buyurdu ki; <Allah yolunda saymadan (bol bol) harca. (Eğer sayacak olursan)Allah da sana sayarak verir. Saklayıp yığma, (eğer) öyle yaparsan, Allah da senden saklar (yani az verir). Verebildiğin kadar Müttefekun aleyh, Mişkat)

İZAH: (Hadiste adı geçen) Esma, Hz. Aişe radıyaiiahu anha'nm kız kardeşidir. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bu hadisinde fazla sadaka vermeye değişik şekil­lerde teşvikler vermiştir. İlk önce bol bol sadaka verilmesini açıkça emretmiştir. An­cak şu açıktır ki, sevilen harcama yüce şeriata uygun olan ve Allah celie ceiaiuhu'nun razı olduğu şeylere harcamadır. Şeriata aykırı harcama yapmak sevap değil gü­nahtır. Bundan sonra Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem \r\ sayarak vermeyi yasakla­ması önceki konuyu teyid etmektedir. Alimler bunun iki manasının olduğunu söyle­mişlerdir. Birincisi; sayarak yığmak ve toplamaktır. Yani, eğer sen sayarak bir köşe­ye koyarsan Allah celie ceiaiuhu da sana vereceği rızkı daraltır. Ne ekersen onu biçer­sin. İkinci mana şudur; fakire verirken sayma ki, Allahu Teâlâ'dan hesapsız karşılık ve sevap alabilirsin. Bundan sonra Peygamber saiiaiiahu aleyhi veseiiem bu konunun üzerine basarak buyurdu ki: "Saklayıp bir köşeye koyma. Eğer malını Allah yolun­da harcamak yerine saklarsan Allah celie ceiaiuhu da sana kendi nimetlerini, ihsan­larını ve keremini artırmayı durdurur". Bundan sonra konuya dikkatleri daha çok çekerek buyurdu ki: "Elinden geldiği kadar harca (yani azma çoğuna bakma) <Bu kadar fazla vermek uygun değil> veya <Bu da çok az niye vereyim> diye düşün­me. Elinden geldiği ve gücünün yettiği kadar harcama da kusur etme".Başka hadislerde de bu konu pek çok defa zikredilmiştir. Nitekim bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Cehennem azabından sadaka vererek korunun ve kendinizi muhafaza edin. O sadaka isterse bir parça hurma olsun. O da Cehennem ateşin­den kurtulmaya sebeptir". Buhari Şerifin bir başka hadisinde ise Hz. Esma radiyaiia-huanha Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem e şöyle sordu; "Ya Rasûlallah yanımda ba­na ait hiçbir şey yoktur. Sadece (kocam) Hz. Zübeyr'in vermiş olduğu şeyler bulu­nuyor. Bu maldan sadaka vereyim mi?". Bunun üzerine Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Evet sadaka vermeye devam et ve kaplara koyup saklama. (Eğer böyle yaparsan) Allah ceiie ceiaiuhu da nimetlerini senden saklar (yani kısar)". Bu hadiste bahsi geçen Hz. Zübeyr radıyaiiahu anti\n Hz. Esma'ya mal vermesinden maksat, onu mal sahibi yapmak ise o zaman o mal zaten Hz. Esma radıyaiiahu anha'nın malı olmuş olur. O halde istediği şekilde malını harcar. Bu hususta o ser­besttir. Eğer Hz. Zübeyr'in vermesinden maksat evin masraflarının karşılanması ise o zaman Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'\n mübarek sözlerinin manası şu şe­kilde olur: Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem malından sadaka verildi diye Hz. Zübeyr radıyaiiahu an/ı'm alınmayacağını onun mizacından dolayı tahmin etmiştir.Bunun sebebi şu da olabilir: Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem Hz. Zübeyr radı­yaiiahu an/i'ı özellikle sadaka vermeye teşvik etmiş ve tenbihlemisti. Bu yüce sahabi-ler Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vese//em'in genel olarak yaptıkları teşviklerine canı gönül­den feda oluyorlardı. Ama eğer sahabeden birine özel olarak bir teşvik ya da nasi­hatte bulunmuşsa artık o sahabinin ne kadar kadirbilir ve vefakar olduğunu sormayane hacet vardır! Yüzlerce değil binlerce olay buna şahittir. Hikayat-üs-Sahabe ki­tabının dokuzuncu bölümünde örnek olarak bu hususla ilgili birkaç kıssa yazmıştım.Allâme Suyûtî rahmetuiiahi aleyh Dürrü Mensur İsimli eserinde Hz. Zübeyr radıyaiiahu an/Vdan Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiemin kendisine harcama yapması için özel teşvik verdiği kıssayı şöyle naklediyor. Hz. Zübeyr radıyaiiahu anh diyor ki; Ben bir keresinde Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'in huzuruna geldim ve karşısı­na oturdum. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem konunun önemine dikkatimi çekmek için sarığımın arka ucunu tutarak şöyle buyurdu; "Ey Zübeyr! Ben Allah celie cela-luhu tarafından hususi olarak size ve umumi olarak insanlara gönderilen bir elçiyim (yani bu sözü Allah celie ceiaiuhu tarafından özel olarak size iletiyorum). Siz bilir misiniz ki, Allah ceiie ceiaiuhu ne buyurdu?". Ben "Allah ve Rasûlü daha iyi bilir" dedim. Bunun üzerine buyurdu ki; "Allah coiie ceiaiuhu arşına tecelli ettiğinde kullan tarafına (kerem nazarı ile) baktı ve buyurdu ki; <Ey kullarım! Sizler Benim yara-tıklarımsınız. Ben ise sizin Rabbinizim. Sizin nzıklarınız Benim elimdedir. Zim­metime aldığım bir hususta siz kendinizi zahmet ve sıkıntıya sokmayın. Rızkınızı Ben'den isteyin>". Daha sonra Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Rabbinizin başka ne buyurduğunu söyleyeyim mi? <Ey kulum sen insanlara ver, Ben de sana vereyim. Sen insanlara bolluk göster, Ben de sana bolluk göstereyim. Sen (insanlara) yapacağın harcamayı kısma ki, Ben de sana vereceğim şeyleri kısmayayım. Sen malını insanlardan saklayıp yığma ki, Ben de senden (nimetle­rimi) saklamayayım. Sen stok yapıp yığma ki, Ben de sana nimet kapılarımı ka­pamayayım^ Rızık kapısı yedi kat göklerin üzerinde açık ve arşa bitişiktir. O, ne gece kapanır ne de gündüz. Allah celie ceiaiuhu herkese o kapıdan niyetine, verdiği sadakaya, verdiği bağışlara ve onun yaptığı diğer harcamalara göre devamlı rızık indirir. Kim çok harcarsa ona çok rızık indirilir. Kim de az harcarsa ona eksiltme yapılır. Kim de vermez tutarsa ona da verilmez. Ey Zübeyr! Sen ye, başkalarına da yedir. Bağlayıp saklama kiT senden de saklanılmasın. (Sadaka verirken) saya­rak verme ki, sana da verilirken sayılarak verilmesin. Darlık gösterme ki, sana da darlık gösterilmesin. Halkı meşakkate sokma ki, (Allah tarafından) sen de meşak­kate sokulmayasm. Ey Zübeyr! Allah celie ceiaiuhu harcamayı sever, cimriliği sevmez. Cömertlik (Allah celie ceiaiuhuya olan) kamil imanla oluşur. Cimrilik de (O'nun Zatına) şüphe ile meydana gelir. Her kim Allah ceiie ceiaiuhu'nun Zatına ve sıfatlarına kâmil bir yakın ile iman etmişse, o kimse Cehennem'e girmeyecektir. Kim de şek (şüphe) ederse, o da Cennete giremeyecektir. Ey Zübeyr! Allah ceiie ceiaiuhu bir hurma par­çası ile olsa bile yapılan cömertliği sever. Bir yılan yada akrebi öldürmek olsa bile Allah cesaretli olmayı sever. Ey Zübeyr! Allah ce//e ceiaiuhu zelzele ve afet zamanla­rında sabırlı olmayı sever. Şehvetlerin galip olduğu zamanlarda (vücudun) her yeri­ne sirayet eden ve şehvetini tatmin etmekten insanı alıkoyan kuvvetli imanı sever. Dinde şüpheler meydana geldiğinde kamil olan aklı sever. Haram ve pis şeylerle karşılaşıldığında takvayı sever. Ey Zübeyr! Kardeşlerine saygı göster. Salih kişilere hürmetini arttır ve iyi insanlara izzet göster. Komşularına iyi davran. Fâsık insanlar­la yolda bile yürüme. Kim bunlara dikkat ederse hesapsız ve azapsız Cennete gi­rer. Bunlar Allah ceiie ceiaiuhu r\ur\ bana olan nasihati, benim de size nasihatimdir".Ayetler kısmında yirmi numaralı ayetin açıklamasında bu kıssaya özet olarak işaret edilmiştir. Ayrıca bu olayın senedi hakkında ki sözlere de yer veril­miştir. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem'm bu geniş sözlerinden sonra Hz. Zübeyr radıyaliahu enh'm duygularının nasıl olacağı bellidir. Bu durumda Peygamber satlallabu aleyhi vesellem'm Hz. Esma radıyaliahu anha'ya kocası Hz. Zübeyr radıyaliahu anh'm malından rahatça harcamasını emretmesi yersiz değildir. Hz. Zübeyr aynı zamanda Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem'm halasının oğludur. Eğer akraba ile bağlar kuvvetliyse o zaman bu türlü harcamalar akrabalık bağlarının artmasına ve kuvvetlenmesine sebep olur. İçinde bulunduğumuz asırda bile böyle olaylara şahit olunmakta ve tecrübe edilmektedir. Bütün bunların yanı sıra Hz. Zübeyr radıyaliahu anh'm cömertliğine ne demelidir?Isabe adlı eserin sahibinin yazdığına göre Hz. Zübeyr'in bin tane kölesi vardı. Onlar kazançlarından kendisine belirli bir miktar mal verirlerdi. Hz. Zübeyr radıyaliahu anh bütün bu malları sadaka olarak verdiği için evine en ufak bir şey gir­mezdi. İşte bu cömertliği neticesinde vefatı sırasında iki milyon iki yüz bin (2.200.000) dirhem borcu vardı. Bu olayın tafsilatı Buhari Şerifte zikredilmiştir. Borçlanma sebebine gelince. Emanete riayet ederdi ve çok ihtiyatlı davranırdı. Halk ona emanetlerini getirdiğinde o, "Benim emanetlerinizi koyacak bir yerim yok, bana borç olarak verin. İhtiyacınız olduğu zaman alırsınız" derdi. Böylece gelen mallan emanet yerine borç olarak alır ve harcardı.Sadece Hz. Zübeyr değil diğer bütün sahabelerin halleri de böyleydi. Bu (mübarek) zatlara göre mal kesinlikle saklanacak bir şey değildi. Hz. Ömer radı-yaiiahu anh bir keresinde dörtyüz dinarı bir torbaya doldurarak kölesine, "Bunu Ebû Ubeyde radıyaliahu anh'a götür de ihtiyaçları için harcasın" dedi. Şunu da ilave1 etti "Dinarları verdikten sonra orada birşeyler ile meşgul ol ve onları ne yapacağına bak". Köle dinarları götürüp. Hz. Ebû Ubeyde'ye verdi. Ebû Ubeyde dirhemleri alınca Hz. Ömer radıyaliahu anh'a çok dua etti. Daha sonra cariyesini çağırarak onun vasıtasıyla 7 tane falancaya, 5 tane filancaya, şu kadar şuna, bu kadar buna, derken oracıkta dirhemlerin hepsini dağıtıp bitirdi. Köle döndüğünde olan biten­leri Hz. Ömer radıyaliahu anh'a anlattı. Sonra Hz. Ömer radıyaliahu anh kölesinin eliyle bir c kadar dinarı Hz. Muaz radıyaliahu anh'a gönderdi ve kölesine, "Orada bir şey­lerle meşgul ol ki, ne yapacağını görebilesin" dedi. Hz. Muaz radıyaiiahu anh aynı şekilde cariyesi vasıtasıyla şu kadar falan eve, bu kadar filan eve diyerek gön­dermeye başladı. Bu esnada hanımı çıka geldi ve, "Biz de fakiriz ve ihtiyaç sahi­biyiz. Bize de bir şeyler ver" dedi. Hz, Muaz radıyaliahu anh torbayı hanımına attı. Torbada 2 dinar kalmış gerisi hep taksim edilmişti. Kölesi Hz. Ömer radıyaliahu anh'm yanına dönünce olup bitenleri anlattı. Hz. Ömer radıyaliahu anh çok sevindi ve dedi ki: "Bunların hepsi kardeştir (yani birbirlerinin benzeridirler)".[119]

13) Ebû Said radıyaliahu anh'dan Rasûlullah sallallahu aleyhi veseilem buyurdu ki: "Bir müslüman elbisesi olmayan bir müslümana elbise giydirirse, Allah celle ceiaiuhu ona Cennet'in yeşil elbiselerinden giydirir. Bir müslüman aç olan bir müslümanı yedirirse, Allah ce/te ceiaiuhu o kimseye Cennet'in meyvelerinden yedirir. Bir müslüman susuz kalmış bir müslümana su içirirse, Allah ce//ece-/a/u/ju'da o kimseye Cennet'in (tertemiz) mühürlenmiş şarabından içirir".

(Tirmizi, Ebû Dâvûd, Mişkat)

İZAH: Mühürlenmiş şarabtan öyle temiz bir şaraba işaret edilmiştir ki, Kur'an-ı Kerim'de bu şarabın iyi kimselere tahsis edileceği bildirilmiştir. Nitekim Allah celle ceiaiuhu Mutaffifin suresinde şöyle buyuruyor:

"Muhakkak (Allah'a itaat eden) iyi kimseler nimetleri devamlı olan Naim Cennet'lerinde, / koltuklar üzerinde (neşe ile etrafı) seyrederler. / Öyle ki, nimetlenmelerinin zevkini yüzlerinde tanırsın. / Onlara (el değmemiş) mü­hürlü, saf bir şarabdan içirilir. / Onun (içinde şarab bulunan kabın) mühürü misktir. / Artık hırs gösterenlerin bunlara hırs göstermeleri gerekir (yani hırs gösterilecek şeyler bunlardır)."                                        

(Mutaffifîn-22-26)

Mücahid rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Rahik miskten yaratılan ve kendisinde tesnim karışımı olan Cennet şaraplarından bir şaraptır. Bu sûrede ve bu ayetin devamında tesnimden bahsedilmektedir". Katâde rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Tes­nim, Cennet şaraplarının en üstünüdür. Mukarreb olan kullar o şarabı halis ola­rak içerler. Diğer derecelerdeki Cennetliklerin şarabına bundan karıştırılır". Hz. Hasan Basri rahmetuliahi a/ey/ı'den de nakledildiği gibi, Rahik, Cennet şarapla­rından biridir ve ona tesnim karıştırılmıştır.Yukarıda ki hadiste beyan edilen fazilet, çıplaklık, açlık ve susuzluk ha­linde giydirmek yedirmek ve İçirmenin faziletidir. Bu haller verene mi yoksa ken­disine verilene mi aittir bilinmemektedir. Bu durumda her iki ihtimalde olabilir.Birinci ihtimale göre hadisi şerifin manası şöyle olur: Kendisi çıplak yani el-biseve ihtivacı olduğu halde bir başkasına elbise giydirir. Kendisi aç iken eline biraz yiyecek geçerse, bunu bir başkasına verir. Kendisi susuz iken su bulur­sa, kendisi içeceği yerde başkasına içirir. Bu durumda bu hadis, ayetler bö­lümündeki 28 numaralı şu ayetin tefsin olmuş olur:Muhtaç olduklan halde bu kimseler başkalarını kendileri üzerine tercih eder.İkinci ihtimale göre bütün bu (açlık, susuzluk ve çıplaklık gibi) haller kendi­lerine harcama yapılan kimselere aittir. Bu ihtimale göre hadisi şerifin manası şöyle olur: Bir şey ne kadar ihtiyaç anında verilirse o kadar sevab olur. Fakirin birine elbise verilmesinde zaten sevab vardır. Fakat vücudunda elbise olma­yan yada eskimiş ve yıpranmış elbise giyen birine elbise giydirmek sıradan bir fakire elbise giydirmenin sevabından kat kat fazladır. Fakire yemek yedir­mek her zaman için sevaptır. Fakat açlıktan güçsüz düşmüş birine yemek ye­dirmenin sevabı daha fazladır. Aynı şekilde herkese su içirmek sevabtır. Fakat susuzluktan kavrulan birine su vermek o kadar çok sevaptır -ki bazen kişinin ömür boyu işlediği günahların bir çoğuna keffaret olur-. On numaralı hadiste de geçtiği gibi susamış bir köpeğe su vermesi yüzünden fahişe bir kadının bütün ömrü boyunca işlediği günahları affedilmiştir. 23 numaralı ayetin izahında Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem'in şu hadisi geçmişti: "Miskin, bir-iki lokma için kapı kapı dolaşan kimse değildir. Asıl miskin kazancı ihtiyaç­larını karşılamayan ve durumunu bilmediklerinden dolayı halkın kendisine yardım edemediği kimsedir. İşte asıl mahrum budur".Onbir numaralı hadisin izahında açları doyurmanın faziletleri hakkındaRasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm pek çok sözleri zikredilmiştir.Hz. Ibnİ Ömer radiyailahu anhuma'Öan Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: "Her kim bir müslüman kardeşinin ihtiyacını karşılamakla meşgul olursa, Allah celle ceiaiuhu da o kimsenin ihtiyaçlarını karşılamaya yönelir. Her kim de bir müslümandan bir sıkıntıyı giderirse, Allah ceiie ceiaiuhu da kıyamet musibetlerinden bir musibeti ondan uzaklaştırır. Kim bir müslümanın (kusurlarını veya bir elbise ile bedenini) örterse, Allah ceiie ceiaiuhu da kıyamet günü (aynı şekilde) onu örter"[120]Buna benzer konular birçok sahabelerden değişik rivayetlerle nakledilmiş­tir. Bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Her kim örtülmesi gereken şeyi (beden ve­ya kusuru) gördüğünde onu örterse, canlı olarak kabire gömülen bir adamı kabir­den çıkarmış gibi ona sevab verilir.[121] Ayetler kısmının 25 numaralı ayetinde Allah ceiie ceiaiuhu şöyle buyurmuştu:

"Sizden, Mekke'nin fethinden önce Allah yolunda malını harcayıp savaşan­larla, daha sonra infakta bulunup savaşanlar bir değildir".                                                                           (Hadîd-10)

Alimler bunun sebebini şöyle açıklıyorlar: Mekke'nin fethinden önce ihti­yaç fazlaydı. Bundan dolayı fetihten önce sadaka vermenin derecesi Mekke'nin fethinden sonra verilen sadakadan daha üstün olmuştur.Cemel tefsirinin yazarı diyor ki: Bunun sebebi o kimselerin İslam'ın ve müs-lümanların izzet zamanından önce harcama yapmalarıdır. O vakitte müslümanlar malî ve bedenî yardıma çok muhtaçtılar. İşte Muhacir ve Ensar'dan sâbikîn ve evvelin denilen zatlar bunlardır. Onlar hakkında Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Sizlerin Uhud dağı kadar altın tasadduk etmeniz, onların vereceği bir müdd yada yarım müdd miktarına eşit olamaz.[122]Bunlara ilave olarak daha başka pek çok rivayetlerde değişik ifadelerle Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem ihtiyaç sahibini tercih etmeye teşvik etmiş ve uyarıda bulunmuştur. Velime (düğün yemeği) davetini kabul etmeye teşvik eden pek çok rivayetler vardır. Ancak bir hadisi şerifte Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesei-lem, "En kötü yemek zenginlerin çağrılıp, fakirlerin terk edildiği velime yemeğidir" buyurmuştur.[123] Yani zenginlerin davetli olduğu ve fakirlerin davet edilmediği bir tarzda düzenlenen bir velime yemeği en kötü yemektir. Eğer böyle bir durum söz konusu değilse velime yemeği sünnettir. Bir hadisi şerifte Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem buyuruyor ki: "Kim suyun bulunduğu yerde bir müslümana su içirirse, bir köle azad etmiş gibi sevab kazanır. Her kim de su bulunmayan bir yerde birine su içirirse, sanki onu diriltmiş gibi olur. Yani sanki ölmekte olan birini ölümden kurtarmış gibi olur"[124] Bir hadiste, "En. iyi sadaka aç olan (insan veya hayvan)a yemek yedirmektir" buyurulmuştur. Yine bir hadisi şerifte şöyle geçmektedir: "Allah ceiie ceiaiuhu katında en sevimli amel aç olan bir fakire yemek yedirmek veya onun borcunu ödemek yada onun sıkıntısını gidermektir"[125]Ubeyd bin Umeyr raöıyaiiahu anh diyor ki: Kıyamet gününde insanlar çırıl çıplak ve son derece aç ve susuz olarak haşrolacaklardır. Her kim dünyada Allah rızası için birine yemek yedirmişse, Allah cem ceiaiuhu o gün ahirette onun karnını doyura­caktır. Kim Allah için birine su içirmişse, Allah celle ceiaiuhu da o kimseye su içirecek-tir. Kim de birine elbise giydirmişse, Allah ceiie ceiaiuhu da ona elbise giydirecektir"[126]

14)  Ebu  Hureyre radıyallahu anh'dan  Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseltem buyurdu ki: "Kocasız kadının ve miskinin ihtiyacını gidermek için çalışan kişi Allah yolunda çalışan (cihad eden) kimse gibidir". Zannediyorum (Al­lah'ın Rasûlü) şunu da ilave etti: "O kimse bütün gece aralıksız ibadet eden ve iftar etmeden devamlı gündüzleri oruç tutan gibidir".                                                                                        (Mişkat)

İZAH: Kocasız kadının genel manası, kocası ölmüş olan veya hiç evlene-memiş kadındır. Bu hadisi şerifte söylenen faziietve sevab bu iki kadının ihtiya­cına koşanlar içindir. Onun gayretleri netice versin veya vermesin önemli değil­dir. Bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Kim bir müslüman kardeşinin ihtiyacını gidermek veya ona faydalı olmak için yürürse, ona Allah yolunda cihad edenlerin sevabı verilir"[127] Başka bir hadiste ise, "Kim darda kalmış bir kardeşine yardım ederse, Allah ceiie ceiaiuhu dağların bile yerinden oynadığı o (kıyamet) gününde onun ayaklarını sabit kılacaktır" denmiştir.[128] Yani dağların bile yerinde duramayaca­ğı o günde bu kişi sebat edecektir. Bu hadisi şeriften şöyle ince bir nokta daha meydana çıkıyor. İnsanların imdadına koşan ve onlara yardım edenler, insanların ayağı kaymaya başladığı fitne ve fesat devrinde (bugünlerde olduğu gibi) (din üze­rinde) sabit kalırlar. Bir hadisi şerifte de, "Bir kimse bir müslüman kardeşinin dün­yevi ihtiyaçlarından birini giderirse, Allah da onun yetmiş hacetini giderir. Onların en aşağı derecesi onun günahlarının bağışlanmasıdır" diye geçmektedir.[129]Bir hadisi şerifte şöyle buyurulmuştur: "Kim müslüman kardeşinin ihtiyacı­nın hükümete (yetkililere) ulaşmasına aracı olur ve bu yolla ona bir fayda ulaşır veya bir sıkıntısı yok olursa, Allah ceite ceiaiuhu aracı olan kişiye kıyamet günü Sı­rat Köprüsü'nde insanların ayaklarının kaymakta olduğu zaman oradaki yürüyü­şünde yardım eder".[130] Bu sebeple idarecilerle görüşebilen veya işadamları ve pat­ronlarla irtibatı olanlar özellikle bu hadisteki müjdeden istifade etmelidirler. İşçile­rin, memurların ve halkın ihtiyaçlarını tespit ederek patronlara ve idarecilere kadar ulaştırmak gerekir. "Niçin boşu boşuna el-âlemin işine burnumuzu sokalım ki?" diye düşünmeyelim. Sırat köprüsünü geçmek çok çetin ve çok zor bir iştir. Bu basit gay­retle insanlar için ne büyük kolaylıklar meydana gelmektedir. Ancak her yerde niye­tin yalnız Allah için olması şarttır. Şan, şöhret ve insanlar arasında izzet sahibi ol­mak niyeti olmamalıdır. Gerçi bir işi yalnız Allah rızası için yapmakla sayılan bütün bu şeyler elde edilmiş olacaktır. Hatta kendi istek ve irademizle olması gerekenden daha fazla bir ölçüde olacaktır. Fakat kişinin bu şeylere (şan, şöhret, izzet vs.'ye) niyet etmesi bu yaptığı iyiliği ve çalışmayı Yüce Mevlâ için olmaktan çıkarmaktadır.

15) Ebu Zer radıyailahu anh'dan Rasûlullah satlallahu aleyhi vesellem buyur­dular ki: "Allah üç sınıf insanı sever. Üç kısım insana da buğz eder. Allah'ın sevdiği kimseler şunlardır; Bir topluluğun yanına (ihtiyaç sahibi) birisi gelir ve sırf Allah için onlardan bir şeyler ister. Bir akrabalıktan dolayı istemez (zaten o kimsenin o toplulukla arasında bir akrabalık bağı yoktur). O top-luluktakiler de ona bir şey vermezler. Topluluğun arasından birisi kalkar ve onlardan gizlice o fakire bir şeyler verir. Allah'tan ve o fakirden başka kim­senin haberi olmaz. (İşte bu insan Allah'a çok sevimlidir. İkincisi o kimse­dir ki,) bir topluluk bütün gece sefer yaptıktan sonra uyku onlar için her şeyden daha sevimli olur. Biraz uyumak için başlarını koyup uzanırlar. On­lardan bir tanesi namaza durarak Allah'ın huzurunda hıçkırarak ağlamaya ve Kur'an okumaya başlar, (üçüncüsü) bir toplulukla cihada katılan kimsedir ki, düşmanla karşılaşıp da arkadaşları yenilince göğsünü düşmana çevire­rek tek başına ileri atılır şehit edilir veya galip gelir.Allah'ın buğz ettiği üç kişiye gelince. Onlardan birincisi; yaşlıyken zina eden ihtiyar. İkincisi; kibirli olan fakir. Üçüncüsü ise; zulüm yapan zengindir."

(Tirmizi, Neseî, Mişkat)

İZAH: Bu altı kişi hakkında buna benzer konularda pek çok ve değişik ri­vayetler gelmiştir. Bu hadis dokuz numaralı ayetin açıklamasında geçmişti. Bazı rivayetler de bu kimselerden sadece biri zikredilmiş, bazılarında da birden fazla ki­şi zikredilmiştir. Bir hadisi şerifte şöyle geçmektedir: "Üç yerde kulun duası redde­dilmez. Yani mutlaka kabul edilir. Onlardan birincisi; hiç kimsenin kendisini gör­mediği bir sahrada veya ormanda olan ve orada ayağa kalkarak namaz kılan kim­se (işte o zaman onun duası mutlaka kabul olur). İkincisi; bir toplulukla savaşa ka­tılan ve arkadaşları kaçtığı halde kendisi tek başına kalıp (düşmana karşı koyan) kimsedir. Üçüncüsü; gecenin sonuna doğru Allah'ın huzurunda duran kimsedir.[131]Başka bir hadisi şerifte de şöyle geçmektedir: "Üç kimse vardır ki Allah ceiie ceiaiuhu kıyamet gününde onlarla konuşmaz, onları temize çıkarmaz ve rahmet nazarıyla onlara bakmaz. Onlar İçin acıklı bir azab vardır. Bunlar; 1-Zinaeden ihtiyar, 2-Yalancı deviet başkanı, 3-Kibirli fakirdir[132] Temize çıkarmaz sözü­nün manası şu da olabilir: Onları günahlarından temizlemez veya onlara tanışık muamelesi yapmaz. Bir diğer hadisi şerifte şöyle buyurulmuştur. "Allah ceiie ceiaiuhu kıyamet günü üç sınıf insana rahmet nazarıyla bakmaz. Onlar için acıklı ve çetin bir azab vardır: Bunlar; 1-Yaşlı olduğu halde zina eden ihtiyar, 2-Kibirli fakir, 3-Alış verişinde her vakit yemin eden kimsedir. O hem satın alırken hem de satarken ye­min eder (yani yerli yersiz, gerekli gereksiz, sık sık yemin eder. Böyle yapmak Al­lah'ın yüce şanına yapılan bir saygısızlıktır)". Diğer bir hadisi şerifte buyurulmak-tadır ki: "Yarın kıyamet gününde Allah ceiie ceiaiuhu üç sınıf insanın yüzüne bakmaz. Birincisi; Zina eden yaşlı. İkincisi; yemin etmeyi kendine sermaye edinmiş, her doğru ve yanlış için yemin eden kimse. Üçüncüsü; böbürlenen kibirli fakirdir[133]Bir hadisi şerifte de şöyle buyurulmuştur: "Allah celie ceiaiuhu üç kimseyi sever ve üç kişiye de buğz eder. Sevdiklerinden birincisi; herhangi bir toplulukla cihada katılan, düşmanın karşısında savaşı kazanana veya şehit olana kadar göğsünü gererek duran kimsedir. İkincisi; bir cemaatle sefere çıkarak gecenin büyük bir bölümü geçtikten sonra topluluk biraz dinlenmek için yattıkları sırada ayağa kalkarak namaza duran ve kısa bir zaman sonra yola devam etmek için arkadaşlarını uyandıran (kendisi ise hiç uyumayan) kimsedir. Üçüncüsü; komşu­su kendisine eziyet verdiği halde onun eziyetine ölüm veya bir yolculuk sebebiy­le komşusundan ayrılana kadar sabreden kimsedir (yani komşusuyla beraber kaldığı müddetçe ondan gelecek eziyetlere sabreder), Allah'ın buğz ettiği üç ki­şiye gelince: Onlardan biri devamlı yemin eden tüccar, ikincisi; kibirli fakir. Üçün­cüsü ise sadaka verdikten sonra sadakasını başa kakan cimri kimsedir.[134]

16) Fatima bintî Kays radıyallahu anfta'dan RaSUİUİlah sallallahu aleyhi vesel-lem buyurdular ki: "Muhakkak malda zekattan başka da hak vardır". Sonra sözünü teyid etmek için Bakara suresinden şu ayeti sonuna kadar okudu:

(Tirmizİ, İbni Mace)

İZAH: Bu ayetin açıklaması ayetler bölümünün ikinci ayetinde geçmişti. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem Efendimiz malda zekattan başka da hak bulun­duğuna bu ayeti kerime ile karar vermiştir. Bu kararın veriliş sebebi açıktır. Şöyle ki, ayeti kerimede kendi malını akrabalara, yetimlere, fakirlere, misafirlere ve is­teyen (dilencilere) ve bir de esir ve köleleri kurtarmak için harcamaya özel olarak teşvik edilmiştir. Bütün bunlardan sonra zekat vermek ayrıca zikredilmiştir.Müslim bin Yesâr rahmetuliahi aleyh şöyle diyor: "Namaz iki kısımdır. Farz ve nafile. Aynı şekilde zekat da iki kısımdır (farz ve nafile). Kur'an'da buların her ikisi de zikredilmiştir. Ben size bunları söyleyeyim mi?" Halkın sorması üzerine yukarıda geçen ayeti okudu. Malın zikredilen yerlere harcanmasından bahseden ayetin başlangıç bölümünü okudu ve "Bunların hepsi nafiledir" buyurdu. Sonra zekatla ilgili kısmı okuyarak, "İşte bu farzdır" buyurdu.[135]Allame Tîbî rahmetuliahi aleyh diyor ki: "Bu hadisi şerifte bahsedilen Hak keli­mesinden maksat kişi (kendisinden bir şeyler) isteyeni ve kendisinden borç iste­yeni mahrum etmemeli, evindeki basit eşyaları ödünç olarak isteyeni de geri çevirmemelidir. Mesela biri tencere, tabak vs. isterse vermemezlik yapmamalı, su, tuz ve ateş isteyenleri de reddetmemelidir."Aüame Kâri rahmetuliahi aleyh buyuruyor ki: "Rasûlullah sallallahu aleyhi vesel-/em'in bu hadiste okuduğu ayeti kerimede zekatın dışında zikredilen şeyler kaste­dilmiştir. Mesela; akrabayı gözetmek, yetimlere ihsanda bulunmak, miskin, misa­fir ve dilencilere vermek, insanları azad ederek kurtarmak gibi.[136]Mezahirül Hak'km yazarı diyor ki: "Zekat farzdır. Mutlaka verilmesi gerekir. Zekatın dışında kalan nafile sadakalarda müstehabdır. Oların da verilmesi gere­kir. O sadakalar şunlardır" Bu sözlerden sonra yazar Allâme Tîbî rahmetuliahi aleyh ve Allâme Kârî rahmetuliahi aieyh'm sözlerinin tercümelerini yapmış ve şöyle yaz­mıştır: "Bu ayeti Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem kendi sözüne delil olarak oku­muştur. Şöyle ki, bu ayette Allah ceiie ceiaiuhu önce yakınlarına, yetimlere ve di­ğerlerine mal veren mü'minleri övmüştür. Bununla beraber namaz kılan ve zekat veren mü'minleri de övmüştür. Hülâsa, bu ayetten anlaşılan zekat dışında mal vermektir. İşte bu da nafile sadakadır".özet olarak Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'\n yukarıdaki hadiste buyur­duğu, "Mal da zekattan başka da hak vardır" sözü bu ayetle sabit olmuştur. Şöyle ki, önce nafile sadaka zikredilmiş daha sonra vacib olan sadaka (yani zekat) zikredilmiştir. Allâme Cessâs Râzi rahmetuliahi aleyh'in yazdığına göre bazı alimler bu ayetten vacib olan haklar manasını çıkarmışlardır. Akrabadan birini şiddetli ihtiyaç halinde gördüğünde onu gözetmek veya zaruret kendisini helak olma derecesine getirmiş olan bir ihtiyaç sahibine harcamak gibi. Bu durumda onun açlığını giderecek kadar vermek vacibtir. Daha sonra Allâme Râzi, "Mal da zekattan başka da hak vardır" hadisini naklederek şöyle dedi: "Bundan hâkimin nafakasının karşılanma­sına karar verdiği yoksul akrabalara harcama yapmak da kastedilmiş olabilir. Zor durumda ve çaresiz kalmış kimseye vermek de olabilir. Nafile haklar da olabilir. Çünkü Hak kelimesi vacib ve nafile olan hakların her ikisi için kullanılır."Fetâvâ-i Alemgiriye de şöyle geçmektedir: Çalışmak için dışarı çıkmaktan ve dinlenmekten aciz olan muhtaç birini yedirmek halkın üzerine vacibtir. Bu konu üç kısma ayrılır:

1.   Muhtaç kişi dışarı çıkmaktan aciz kalınca onun durumunu bilen herkese onu yedirmek farz olur. Yemeğin miktarı muhtaç olan kimsenin dışarı çıkabileceği ve farzları edâ edebileceği ölçüde olması gerekir. Tabii ki bu yedirme işi muh­taç olanın halini bilen ve yedirmeye de gücü yeten kişinin görevidir. Eğer ye­dirmeye gücü yetmiyorsa o zaman başkalarına haber vermesi gerekir. Eğer yedirmeye gücü yetmez ve başkalarına da bildirmezse ve bunun sonucunda o muhtaç kimse ölürse, onun halini bilen herkes günahkar olur.

2.   Muhtaç olan kişi eğer dışarı çıkabiliyor ancak çalışıp kazanmaya gücü yetmi­yorsa, onun bu durumunu bilenler ona vacib olan sadakalarını vererek yar­dım etmelidirler. Eğer o kişinin çalışmaya gücü yetiyorsa artık onun insanlar­dan istemesi caiz değildir.

3.  Eğer o muhtacın dışarı çıkmaya gücü yetiyor da kazanmaya gücü yetmiyor­sa, onun çıkarak insanlardan istemesi (dilenmesi) gerekir. Eğer istemezse günahkar olur.[137]

17) Hz. Büheyse radıyaiiahu anha diyor ki: Babam, "Ya Rasûlallah Hangi şeyi (isteyene) vermemek helal değildir" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi ve-seiiem, "Suyu" buyurdu. Babam, "Ey Allah'ın Nebisi hangi şeyi vermemek helal değildir" deyince Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseihm, "Tuzu" buyurdu. Babam, "Ey Allah'ın Nebisi hangi şeyi vermemek helal değildir" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Sen kimeiyilikyaparsano enin için hayırlıdır" buyurdu.                                                    (EbûDavûd, Mişkat)

İZAH: Hadisi şerifte geçen su'dan kasıt kuyudan su almak ve tuz'dan ka­sıt tuz madeninden tuz almaksa, islam'a göre de kimseyi bu şeylerden menetme hakkı yoktur. Ancak eğer su veya tuz kişinin kendi mülkiyetinde olursa o zaman Rasûlullah saiiatiahu aleyhi veseiiem yukarıdaki hadisi şerifte şuna dikkatleri çekmek istemiştir: Böyle basit şeyleri isteyen kimsenin talebi asla geri çevirilmemelidir. Bu gibi şeyleri vermekle veren hiçbir şey kaybetmez ama isteyenin büyük bir ihtiyacı karşılanmış olur. Tabi şu da var ki, verecek kimsenin aynı derecede o şeye ihtiyacı olmamalıdır. Ancak genellikle bu gibi şeyler evlerde devamlı bulun­maktadır. Kişinin ani bir ihtiyacı da bu maddelere bağlı değildir. Öyleyse birinin tenceresindeki yemek tuzsuz ise biraz tuz katmakla onun bütün yemeğine tat gelir. Sizin ele bir kaybınız olmaz. Suyun durumu da aynıdır.Hz. Aişe radıyallahu anha'Ğan rivayete göre Rasûlullah saüallahu aleyhi veseiiem bu­yurdu ki: "Üç şeyi vermemek caiz değildir. Onlar; su, tuz ve ateştir". Ben, "Ya Rasûl­allah biz suyu anladık (ki gerçekten çok lazım olan bir şeydir). Ancak tuz ve ateşte ne vardır" dedim. Buyurdu ki: "Ey Hümeyrâ, bir şahıs birine ateş verirse sanki o şahıs o ateşte pişen bütün yiyecekleri sadaka vermiş gibidir. Kim tuz verirse, sanki o tuzla tatlanmış olan şeyleri sadaka olarak vermiş gibidir"[138] Bir bakıma bu iki şeyde (ateş ve tuzda) basit bir harcama yapmakla başkasına büyük fayda sağlanmış olur.Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem yukarıdaki hadiste örnek olarak iki şeyi zikrettik­ten sonra şöyle bir kaide söylemiştir: "Kime hangi iyiliği yaparsan o senin için hayırlıdır."

 

Beyt:

"İyilik istersen iyilik yap "Gerçek şudur ki; insan birine herhangi bir iyilikte bulunursa o görünüşte baş­kasına iyiliktir, hakikatte ise kendi kendine iyiliktir. Ayetler bölümünde 20. ayette Allah celle celaluhu şöyle buyurmuştu: "Allah yolunda her ne harcarsanız Allah onun karşılığını verir". Hadisler bölümündeki 2. hadiste de şöyle geçmişti: "Her gün iki melek şöyle dua ederler; <Allah'ım malını hayra harcayanlara karşılığını nasip eyle. Malını harcamayıp tutanın da malını berbat eyle>". Bu durumda kim birine bir iyilik yaparsa, o malını berbat etmekten korumuş, onun karşılığında Allahu Teâlâ'nın hazinesinden kendi hesabına mükafat almayı hak etmiştir. Basiret gözüyle bak­mak nasip olursa görülür ki, bu yapılan gerçekten başkalarına en ufak bir iyilik de­ğildir. Aksine kendisine iyilik yaptığın o kişi sanki senin evini soygundan ve yağma­dan korumuş olur. Bu açıdan bakılınca o sana iyilik yapmış olur, sen ona değil...

18) Hz. Sa'd bin Ubâde radıyaiiahu anh şöyle dedi: "Ya Rasûlallah annem Ummü Sa'd vefat etti. (Onun ruhuna bağışlamak için) hangi sadaka dahaüstündür?" Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Su (en üstün sadakadır)" bu­yurdu. Bunun üzerine Hz. Sa'd radıyaiiahu anh sevabını annesine bağışlamak i-çin bir kuyu kazdı ve "Bu Ümmü Sa'd içindir" dedi.                          (Malik, Ebö Dâvûd, Neseî, Mişkât)

 

İZAH: Medine-i Münevvere'de suya fazla ihtiyaç olduğu için Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem suyun en üstün sadaka olduğunu söylemiştir. Birinci se­bep, sıcak ülkelerin her yerinde özellikle suya ihtiyaç duyulmaktadır. Bir de o va­kit Medine-i Münevvere'de su azdı. Diğer bir sebepte şudur: Suyun faydası çok­tur ve herkesin ihtiyacıdır. Bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Bir kimse su akıtırsa ve Ölürse, insanlar veya cinler yada kuşlar o sudan içerlerse, kıyamete kadar onun sevabı ölen kimseye yazılır."Hz. Abdullah İbni Mübarek mhmetuiiahi aleytim yanına bir adam geldi ve "Be­nim dizimde bir yara var, Yedi seneden beri her türlü ilaç ve tedaviyi denedim, hiç birinden bir fayda göremedim. Büyük doktorlara da başvurdum" dedi. Hz. Abdullah İbni Mübarek rahmetuiiahi aleyh ona şöyle dedi: "Suyun az bulunduğu bir yere kuyu açtır. Ben Allah'tan ümit ediyorum ki kuyudan su çıktığında senin dizindeki çıban kapanacaktır". Nitekim adam denileni aynen yaptı ve dizindeki yara iyileşti.Meşhur muhaddis Ebû Abdullah Hâkim rahmetuiiahi aleytiın yüzünde bir yara çıkmıştı. Her türlü tedaviyi uyguladı ama hiçbir faydası olmadı. Bir seneyi bu durumda geçirdi. Bir defasında Üstad Ebû Osman Sabûni rahmetuiiahi aieytiöen dua talep etti. Günlerden Cuma idi. O zat uzun süre dua etti. Oradaki cemaat "Amin" dediler. Ondan sonraki Cuma günü bir kadın geldi ve elindeki bir kağıt parçasını o meclise takdim etti. O kağıtta şöyle yazıyordu: "Ben geçen Cuma günü eve döndüğümde Hâkim için büyük bir ihtimamla dua ettim. Sonra rüyamda Rasû­lullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'\ gördüm. Buyurdu ki; <Hâkim'e söyle. Müslümanlara suyu bollaştırsın>". Hâkim bunu duyunca evinin kapısına bir sebil yaptı. Ona ihti­mamla su dolduruyor ve içine de buz atıyordu. Henüz bir hafta olmuştu ki yüzün­deki bütün yaralar tamamen iyileşti. Yüzü öncekinden daha güzel bir şekil aldı.[139]Bir hadiste Hz. Sa'd radtyaliahu anh'm şöyle dediği geçmektedir: "Ya Rasûl-allah annem hayatta iken benim malımla hac ederdi. Benim malımdan sadaka verir, akrabayı gözetir ve insanlara yardım ederdi. Artık o ahirete intikal etti. Bütün bu işleri onun adına biz yapsak ona bu amellerin sevabı ulaşır rnı?" Bunun üzerine Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Evet ulaşır" buyurdu.[140]Bir hadiste şöyle geçmektedir: Bir kadın Rasûlullah satiaiiahu aleyhi veseiiem'e şöyle bir soru sordu; "Annem aniden öldü. Eğer aniden ölmeseydi bir miktar sada­ka verecekti. Ben onun adına biraz sadaka versem, o sadaka vermiş sayılır mı?" Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Evet. Sen onun adına sadaka ver" buyurdu.[141]Vefat etmiş olan kimse ana, baba, koca, hanım, bacı, evlat ve diğer akra­balardan ise bilhassa ölen kişiden kendisine mal hissesi düşmüş veya ölen kişiden özel olarak iyilikler görmüş ise (mesela hocalar ve mürşidler gibi...) onla­rın ruhlarına sevab bağışlamak için çok gayret edilmelidir. Kişi onların malından yararlansın, onlar hayattayken onların iyiliklerinden faydalansın ama o kişiler ne zaman (vefat edip) yaptıkları iyiliklere ve hediyelere muhtaç olunca bu kişi onları unutuversin. Bu büyük bir yüzsüzlüktür.İnsan ölünce ameli biter. Ancak Sadaka-i Cariye bıraktıysa veya Sadaka-i Cariye hükmünde olan bir amel işlediyse, o müstesnadır. Bu konu ileride gele­cektir. İnsan öldükten sonra başkalarının sevab bağışlama, dua vs. ile imdadına yetişmelerine muhtaç olur ve bunu bekler.Bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Ölü kabrinde su da boğulmakta olan ve bir kurtarıcı bekleyen adama benzer. Babasından, kardeşinden ve diğer yakınlarından bir dostunun en azından bir dua etmek suretiyle yardım ulaştırmasını bekler. Ken­disine böyle bir yardım ulaşınca bu onun için bütün dünyadan daha sevimli olur"[142]Bişr bin Mansûr rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Tâûn salgını olduğu zamanlarda bir adam sık sık cenaze namazlarına katılır, akşam üstü de kabristanın kapısın­da durarak şu duayı yapardı;"Allah yalnızlığınızı, alışkanlığa çevirsin. Garipliğinize merhamet etsin. Ha­talarınıza müsamaha göstersin. İyiliklerinizi kabul etsin". Bu duadan sonra evine dönerdi. Bir gün Allah'ın hikmeti bu duayı okumaya sıra gelmeden doğruca eve geldi. Rüyasında büyük bir topluluğun yanına geldiğini gördü ve "Siz kimsi­niz, niçin geldiniz?" dedi. Onlar "Biz kabristanda kalanlarız. Senden her akşam bize hediyeler gelirdi. Sen bizi bunlara alıştırdın" dediler. O, "Hangi hediye" diye sorunca, onlar "Hergün akşamleyin yaptığın dualar bize hediye şeklinde ulaşı­yordu" dediler. O şahıs diyor ki; "Ben bir daha asla o duayı terk etmedim"Beşşâr bin Galib Necrânî diyor ki: Ben Râbia Basriyye rahmetuiiahi aieyha için çok dua ederdim. Bir defasında onu rüyamda gördüm. Şöyle diyordu: "Ey Beşşâr, senin hediyelerin bize nurdan tepsiler içinde üzerlerinde ipek örtüler olduğu halde ulaşıyor". Ben, "Bunun sebebi nedir?" diye sorunca dedi ki: "Müslü­manların ölüler için yaptıkları dualar kabul edilince o dua nur tepsileri içinde üzerleri ipekle örtülmüş bir vaziyette ölünün yanına götürülür ve <Bunu falan şahıs sana hediye olarak gönderdi> denilir[143]İlerideki hadisin açıklamasında da buna benzer bir çok olaylar gelecektir. İmam Nevevî rahmetuiiahi aleyh Müslim-i Şerifin şerhinde şöyle yazıyor: "Sadakanın sevabının ölüye ulaşması konusunda müslümanlar arasında görüş ayrılığı yoktur. Bu mezheb (görüş) haktır. Bazıları şöyle yazmışlardır; <Kişi öldükten sonra ona sevab ulaşmaz>. Bu görüş kesinlikle bâtıldır ve açık bir hatadır. Bu görüş Kur'an-ı Kerim'e ters düşmektedir. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiemln ha­dislerine ters düşmektedir. İcma-i Ümmete de ters düşmektedir. Bundan dolayı bu söz asla iltifat edilmeye layık değildir[144]Şeyh Takıyyuddîn rahmetuiiahi aleyh buyuruyor ki: "Kim, <lnsana sadece ken­di işlediği amelin sevabı vehlir> diye düşünürse, o İcma-i Ümmet'e ters düşmüş­tür. Çünkü ümmet, <insana başkasının duası fayda verir> diye icma etmiştir. İşte bu başkasının ameliyle olan bir faydadır. Bir de Peygamberimiz saiiaiiahu aleyhi veseilem mahşer meydanında şefaat edecektir. Aynı şekilde diğer peygamberler ve salihler şefaat edeceklerdir. Bütün bunlar başkasının ameileriyle olan fayda­lardır. Ayrıca melekler mü'minler için duâ ve istiğfar ederler (Mü'min süresinin 7. ayetinde geçtiği gibi). Bu başkasının amelinden istifadedir. Bir de Allahu Teâlâ yalnız kendi rahmetiyle pek çok insanın günahını affedecektir. Bu da kişinin ken­di çalışması ve amelinin dışında kalan bir faydadır. Aynı şekilde mü'minlerin ev­latları kendi ebeveynleri ile Cennete gireceklerdir (Tur süresinin 21. ayetinde geçtiği gibi). Bu da başkasının amelinden istifadedir. Birde Haccı Bedel yapmakla ölünün üzerine farz olan hac edâ edilmiş olur. Bu da başkasının amelinin fayda-sıdır. Kısacası bu konu hakkında sayılamayacak kadar delil ve hüccet vardır.[145]Bir Allah dostu şöyle diyor: Kardeşim vefat etti. Ben onu rüyamda gördüm ve "Sen kabre konduktan sonra başından neler geçti?" diye sordum. Kardeşim "O an yanıma ateşten bir alev geldi. Ancak hemen onunla birlikte bir şahsın duası da bana kadar ulaştı. Eğer o duâ olmasaydı o alev beni yakacaktı."Ali Bin Musa Haddâd rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Ben Ahmed bin Hanbel rah-metuiiahi aleyh ile birlikte bir cenazeye katılmıştım. Muhammed bin Kudâme Cev­heri rahmetuiiahi aleyh de bizimle birlikteydi. Cenaze defin edilince bir âmâ adam gelip kabrin yanına oturdu. Kur'an-ı Kerim okumaya başladı. Hz. İmam Ahmed bin Hanbel rahmetuiiahi aleyh "Kabrin yanında oturup Kur'an okumak bid'attir" buyurdu. Biz oradan dönmek üzereyken yolda Muhammed bin Kudâme rahmetuiiahi aleyh Hz. imam Ahmed'e "Size göre Mübeşşir bin İsmail Halebi nasıl biridir?" dedi. İmam "O muteber bir adamdır" buyurdu. Ibni Kudâme rahmetuiiahi aleyh "Siz ondan da ilim elde ettiniz mi?" dedi. O "Evet ben ondan bir çok hadis tahsii ettim" buyurunca jbni Kudâme rahmetuiiahi aleyh şöyle dedi: "Mübeşşir bana anlattı ki, Abdurrahman bin Alâ bin Leclâc babasından şunu nakletmiştir; <Babası, vefatı yaklaştığında şöyle bir vasiyet yapmıştı: Onun kabrinin başucunda Bakara süresinin evvelinden ve so­nundan okunacaktı>". İbni Kudâme bunu dedikten sonra şöyle buyurdu: "Ben Ab­dullah Ibni Ömer'in de böyle bir vasiyet yaptığını duymuştum". Hz. İmam Ahmed bu kıssayı duyunca İbni Kudâme'ye "Kabristana geri dön ve oradaki âmâ adama söyle; Kur'an okusun" buyurdu. Muhammed bin Ahmed Mervezî rahmetuiiahi afey/j diyor ki: Ben Hz. İmam Ahmed bin Hanbel'den işittim. Buyurdu ki: "Siz kabristana gidince Elhamdü, Kulhuvallahü, Kul eûzü birabbil felak ve Kul eûzü birabbinnas okuyup, kabirdekilere onların sevabını bağışlayın onun sevabı onlara ulaşır.[146]Hanbeli Fıkhının meşhur kitabı olan Muğnfn\n yazarı yukarıdaki olayı nak­letmiş ve bu konuda daha başka rivayetleri de nakletmiştir. Bezlül MechucFöa Bahr adlı eserden şöyle nakledilmiştir "Kim oruç tutar veya namaz kılar veya sadaka verir de sevabını ölü veya diri olan birine bağışlarsa, onun sevabı ona ulaşır. Bağışlanan kişinin diri veya ölü olması bir şeyi değiştirmez."Ebû Dâvûd da, Hz. Ebû Hûreyre rad-.yaiiahuantim şöyle buyurduğu nakledilmiş­tir: "(Basra'ya yakın olan) Mescid-i Aşşâr'a gidip iki veya dört rekat namaz kılıp <Bu namaz(ın sevabı) Ebû Hureyre'nindir> demeyi zimmetine alacak kimse var mı?"İnsan vefat eden yakınlarına onların haklarından başka sevap ulaştırmaya çok özen göstermelidir. Yakında (öldükten sonra) onlarla görüşülecek. Onların haklarını, onların iyiliklerini ve onların bıraktığı malları kendi işlerini görmek için harcayıp da onları hatırlamayan insan ne kadar utanacaktır.

19) Ebû Hûreyre radıyaliahu anh'dan Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem şöyle buyurdu: "İnsan öldüğü zaman onun amelinin sevabı sona erer. An­cak üç şey vardır ki onların sevabı öldükten sonra da devam eder. Birin­cisi; sadaka-i câriye. İkincisi; insanların istifade ettiği ilim. Üçüncüsü; ona öldükten sonra dua eden salih evlat."                                                                                       (Müslim, Ebû Dâvûd, Neseî, Mişkât)

İZAH: Allahu Teâlâ'nm ne kadar büyük ikram ve ihsanı, lütfü ve keremidir ki, insan ölüp de amel yapma zamanı sona erdikten ve amel yapamaz duruma geldikten sonra bile eğer kabrinde tatlı tatlı uyumak ve güzel amellerinin artma­sını istiyorsa, bunun yolunu da Allah ceiie ceiaiuhu lütfü ile ortaya koymuştur.Bu yollardan üçünü Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem yukarıdaki hadiste zik­redilmiştir. Onlardan birincisi Sadaka-i Câr/ye'dir. Yani kişinin, faydası (ölümden sonra) devam edecek olan herhangi bir sadaka yapmasıdır. Mesela içinde insan­ların namaz kılabilecekleri bir mescid (cami) yapmak gibi. O caminin içinde namaz kılındığı müddetçe sevabı, onu yapan kişiye ulaşacaktır. Aynı şekilde bir misafirha­ne veya dini işlerde kullanılmak üzere bir mekan yapıp vakfetmekte aynıdır. Bun­larla müslümanlara yada dini işlere menfaat ulaştığı müddetçe o kişiye de sevap. ulaşır. Halkın refahı için bir kuyu kazdırmakta böyledir ki, insanlar ondan su içtik­leri ve abdest aldıkları müddetçe öldükten sonra da o kişiye sevabı ulaşacaktır.Bir başka hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "İnsan öldükten sonra sevabı kendisine ulaşan şeyler şunlardır: 1-Birine öğrettiği ve yaydığı ilim, 2-Geriye bıraktığı salih evlad, 3-Miras olarak bıraktığı Kur'an-ı Ke­rim, 4-Yaptırdığı cami ve misafirhane, 5-Akıttığı nehir, 6-Öldükten sonra sevabı kendisine ulaşacak bir şekilde sıhhatli iken hayatında verdiği sadaka.[147]Hadiste geçen "Sevabı devam eder" cümlesinden maksat sadaka-i câriye ola­rak bir şeyi vermektir. Mesela vakfetmek gibi... İlmin yayılmasından maksat, herhan­gi bir medreseye yardım etmek veya dini bir kitap telif etmek veya okuyanlara kitap dağıtmak yada camilere ve medreselere Kur'an-ı Kerim ve dini kitaplar vakfetmektir.Başka bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "İnsan öldüğü zaman yedi şeyin sevabı ona devamlı ulaşır. 1-Birine ilim okutması, 2-Bir nehir akıtması, 3-Bir ku­yu açması, 4-Bir ağaç dikmesi, 5-Bir cami yapması, 6-Miras olarak Kur'an~ı Ke­rim bırakması, 7-Kendisine devamlı mağfiret duası yapacak bir evlat bırak­mas[148] Bütün bunların meydana gelmesinde kişinin bu işlerin hepsini tek başına yapması gerekmez. Aksine bir şeyin meydana gelmesinde az-çok katkıda bulu­nursa, kendi hissesi kadar sevap alır.Yukarıdaki hadiste geçen ikinci şey insanlara yararı dokunan din ilmidir. Mesela herhangi bir medreseye bir kitap vakfetmek gibi... o kitap kaldığı müd­detçe insanlar ondan istifade edeceklerdir. Sevabı da kendiliğinden vakfedene yazılacaktır. Bir talebenin masraflarını karşılayarak onu hafız veya alim yapmak da bu konuya girer. Onun ilminden ve hafızlığından istifade edildiği müddetçe (o hafız ve alim hayatta olsun veya olmasın farketmez) o (masrafları karşılayan) a-dama onların sevabı verilecektir. Mesela bir adam birini hafız yaptı. O da onbeş-yirmi talebeye Kur'an-ı Kerim'i okuttu ve vefat etti. Bu çocuklar Kur'an okudukları ve okuttukları müddetçe o hafıza başii başına sevap verilecek, o hafızı yetiştire­ne (yani sebep olana) da ayrıca sevap verilecektir. O talebelerin okuma ve okut­ma silsilesi kıyamete kadar devam ederse ilk baştan o hafızı yetiştiren (veya se­bep olan) kimseye kendiliğinden sevap ulaşacaktır. O insanlar ona ister sevap bağışlasınlar ister bağışlamasınlar fark etmez. Bir kişiyi alim olarak yetiştirmekte aynen yukarıdaki gibidir. Aracı olmadan ve aracılar vasıtasıyla onun ilminden is­tifade zinciri devam ettiği sürece önce onu alim yapanlara hepsinin sevabı verilir. Daha öncede söylediğimiz gibi burada da illa da tek başına tam bir hafız ve tam bir alim yetiştirmesi gerekmez. Eğer bir hafızın, hafızlığına bir yardım yapabilmiş, bir alimin ilim tahsiline herhangi bir yardım etmiş ise, yardımı ölçüsünde kıya­mete kadar sevap zinciri devam edecektir.İlmin yayılması, dinin devamı ve Kur'an-ı Kerim'in ezberlenmesi uğrunda her­hangi bir şekilde malı ve canıyla çalışan kimselere ne mutlu! Dünya hayatı rüyadan öte bir şey değildir. Bilinmez ki, ne zaman bu alemden bir anda gideceğiz. Kim ken­disi için ne kadar hayır sermayesi bırakıp giderse, işte o sağlam ve kârlı bir iş (yap­mış olur). Sevenler, yakınlar, dostlar, akrabalar hepsi birkaç gün ağlayıp hatırlayıp kendi işleriyle meşgul olup unutacaklardır. İşe yarayacak olan şeyler ise insanın hayattayken kendi hesabına (bitmez, tükenmez bankaya) bir şeyler yatırmasıdır. Böylece sermayesi muhafaza altında olup, geliri de kıyamete kadar devam eder.Yukarıdaki hadiste zikredilen üçüncü şey ölümden sonra kişiye dua eden salih evlattır. Öncelikle çocukları salih olarak yetiştirmek başlı başına bir sadaka-i cariyedir. O ne zaman iyi bir iş yapsa onun sevabı kendiliğinden ana-babasına ulaşacaktır. Bir de eğer iyi evlad ebeveyni için dua ederse -ki, salih evlad zaten dua eder- bu da ana-baba için ayrıca bir ahiret sermayesidir.Ravz adlı eserde Allah dostu Bâhiye adlı bir kadın hakkında şöyle bir kıs­sa geçmektedir: O çok ibadet ederdi. Vefat edeceği sırada başını göğe doğru çevirerek şöyle dedi: "Ey kendisiyle daima beraber olduğum, hayatımda ve ölü­mümde kendisine güvendiğim yüce Zât! Beni ölüm anında rüsvay etme. kabrim­de beni yalnız bırakma". Onun vefatından sonra oğlu her Cuma günü annesinin kabrine gitmeye ve orada Kur'an okuyup, sevabını annesine ve bütün kabristan-dakilere bağışlamaya ihtimam gösteriyordu. Bir gün o, anasını rüyada gördü ve "Anneciğim nasılsın?" diye sordu. Anası, "Oğlum ölümün şiddeti çok çetindir. Ben Allah'ın rahmeti sayesinde kabrimde çok rahatım. Altıma reyhan serilmiş, ipekten yastıklar konmuştur. Kıyamete kadar bana böyle davranılacaktır" dedi. Oğlu "Benim yapabileceğim bir hizmet varsa söyleyiver" dedi. Anası, "Sen her Cuma günü yanı­ma gelip Kur'an okuyorsun. Bunu bırakma. Sen geldiğin zaman bütün kabristan-dakiler seviniyorlar ve <Senin oğlun geldi> diye bana müjdelemeye geliyorlar. Ben de senin gelmene çok seviniyorum. Onlar da çok seviniyorlar" dedi. Çocuk diyor ki: "Ben her Cuma aynı şekilde kabristana gitmeye özen gösteriyordum. Bir gün rüyamda gördüm ki erkek ve kadınlardan oluşan bir topluluk yanıma geldiler. Ben, <Siz kimsiniz, niçin geldiniz?> dedim. Onlar, <Biz falanca kabristanın sakinleriyiz. Sana teşekkür etmeye geldik. Sen her Cuma bizim yanımıza geliyorsun ve bizim bağışlanmamız için dua ediyorsun. Biz buna çok seviniyoruz. Bunu devam ettir> dediler. Ondan sonra ben daha bir gayretle Kur'an okumaya devam ettim."Bir başka âlim buyurdu ki: Bir adam rüyasında kabristandaki mezarların bir anda varıldığını, içlerinden ölülerin dışarı çıkıp yerden acele olarak bir şey topladıklarını gördü. Ancak bir adam rahatça oturuyor, bir şey toplamıyordu. Ben onun yanma giderek selam verdim ve "Bu insanlar ne topluyorlar" dedim. O, "İnsan­lar, sadaka, dua vs. gibi hayır yapıp sevabını bu kabristanda bulunanlara gönde­riyorlar. Onların bereketlerini topluyorlar" dedi. Ben, "Sen neden toplamıyorsun?" dedim. O, "Benim ihtiyacım yok. Çünkü benim bir oğlum var. Falanca pazarda Zelâbiye[149] satıyor. O hergün bana bir Kur'an okur (hatim eder), bağışlar" dedi. Ben sabah kalkınca adı geçen çarşıya gittim. Orada bir genç gördüm. Zelâbiye helvası satıyor, dudakları da kıpırdıyordu. Bu olaydan bir müddet sonra ben rüyamda o kabristandaki adamları ve daha önce kendisiyle görüştüğüm şahsı aynı şekilde bir şeyler toplarken gördüm. Sonra gözlerim açıldı. Hayretler içindeydim. Sabah kalkınca aynı çarşıya gittim. Araştırmam sonucu öğrendim ki o çocuk vefat etmiş.[150]Hz. Salih Merî rahmetuiiahi aleyh buyurdu ki: Ben bir kere Cuma gecesinin son vaktinde camiye gidiyordum. Sabah namazını orada kılmak istiyordum. He­nüz sabah vakti girmemişti. Yolda bir kabristan vardı. Orada bir kabrin yanına oturdum. Oturur oturmaz gözlerime bir uyku çöktü. Rüyamda bütün kabirlerin varıldığını gördüm. Onlardan ölüler çıkıp aralarında gülüp eğlenerek konuşuyor­lardı. Kabrinden çıkan bir genç de onların arasındaydı. Elbisesi kirli, kendisi üzüntülü bir vaziyette bir köşeye oturdu. Biraz sonra gökten pek çok melek indi. Ellerinde tepsiler vardı. Üzerleri nurdan mendillerle örtülmüştü. Melekler her şahsa bir tepsi veriyorlardı. Tepsiyi alan kendi kabrine gidiyordu. Hepsi alınca bu genç eli boş olarak kabrine gitmeye başladı. Ben ona, "Ne oldu? Sen niçin bu kadar üzüntülüsün? Bu tepsiler nedir?" diye sordum. O şöyle dedi: "Bu tepsilerde hayatta olanların kendi ölülerine gönderdikleri hediyeler vardır. Benim ise gönde­recek kimsem yoktur. Bir annem var, o da dünyaya dalmış. İkinci evliliğini yaptı. Kendi kocasıyla meşgul oluyor. Beni hiç hatırlamıyor". Ben ona annesinin adre­sini sordum ve sabahleyin o adrese gidip, annesini çağırıp perde arkasından ço­cuğu hakkında bilgi aldım ve gördüğüm rüyayı anlattım. Kadın şöyle dedi: "Şüp­hesiz o benim oğlumdu. Benim ciğerparemdi. Benim kucağım onun yatağıydı". Ondan sonra o kadın bana bin dirhem verdi ve "Bunu benim oğlum ve benim gö­zümün nuru için sadaka ver. Ben bundan sonra devamlı dua ederek ve sadaka vererek onu hatırlayacağım, asla unutmayacağım" dedi. Hz. Salih rahmetuiiahî aleyh buyurdu ki: Ben rüyamda tekrar o topluluğu aynı şekilde gördüm. O genci de çok güzel bir elbise içinde son derece sevinçli bir halde gördüm. Koşarak bana doğru geldi ve "Salih! Allahu Teâlâ sana hayırlı mükafat nasip eylesin. Senin hediyen bana ulaştı" dedi.[151]Kitaplarda buna benzer binlerce olaylar vardır. Bazıları bundan önceki ha­diste geçmiştir. Öyleyse kim, "Benim evladım, ben öldükten sonra da bana faydalı olsun" diyorsa, gücünün yettiği kadar onu hayırlı ve salih yetiştirmek için çalışmalıdır. Bu aslında evladın iyiliğini düşünmektir ve kendisi için de yararlıdır. Allah celle ceiaiuhu yüce kelamında şöyle buyuruyor:"Ey İman edenler, kendinizi ve ailenizi Cehennem ateşinden koruyun"     (Tahrim-6)

Zeyd bin Eşlem rahmetuliahî aleyh diyor ki: Rasûluliah sallailahu aleyhi vesellem bu ayeti okuyunca Sahabe-i Kiram "Ailemizi ve çocuklarımızı ateşten nasıl koruyaca­ğız?" dediler. Rasûluliah saiiaiiahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "Onlara Allah'ın razı ola­cağı işleri emredin. Allah'ın sevmediği şeylerden onları alıkoyun". Bu ayetin tefsiri hakkında Hz. Ali kerremailahu vechehunun şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Kendine ve aile fertlerine devamlı hayırlı şeyleri öğret ve onları uyar.[152]Rasûluliah saiiaiiahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Evladının kendisine güzel muamele yapmasına yardımcı olan babaya Allah rahmet etsin". Yani baba kendisine karşı gelmesine sebep olacak şekilde oğluna davranmamalıdır.[153] İyi evlat yetiştirmek de buna dahildir. Eğer evlat iyi olmazsa (iyi yetiştirilmezse) ana-babasına ne yaparsa yerindedir.Bir hadiste şöyle buyurulmuştur. "Çocuk yedi günlük olunca akika kurbanı kesilmeli ve ona isim konulmalıdır. Altı yaşına girince ona âdâblar öğretilmelidir. Dokuz yaşına girince yatağı ayrılmalıdır (yani başkalarının yanında yatmama­lıdır). On üç yaşına basınca namaz kılmazsa dövülmelidir. Onaltı yaşına girince nikahı yapılmalıdır. Ondan sonra baba onun elinden tutup şöyle demelidir; <Ben sana âdap öğrettim, seni eğittim, nikahını da yaptım. Artık ben dünyada senin fit­nenden ve ahirette senin yüzünden azaba uğramaktan Allah'a sığınırım[154] Ha­diste "Senin yüzünden azaba uğramak" ifadesinin maksadı şudur: Pek çok ha­dislerde çeşitli başlıklarla Rasûluliah saiiaiiahu aleyhi vese/tem'in şu hadisi varid ol­muştur: "Kim kötü bir yol seçerse bu işine karşılık ona günah yazılır. Ayrıca ne kadar İnsan onun yüzünden o kötülükle amel ederse, onların günahları da ona yazılır. O kötülüğü işleyenlerin günahından bir şey eksiltilmez. Onlara yapmış ol­dukları kötülükten dolayı ayrı ayrı günah yazılır. Bir de onu (kötülüğe başlatana) sebep ve aracı olduğundan dolayı ayrıca günah yazılır". O halde çocuklar kendi büyüklerinin kötü davranışlarını, onların amelidir diye benimserlerse, onların bü­tün günahları büyüklerine ele yazılır. Öyleyse kendinden küçüklerin yanında kötü davranışlarda bulunmaktan özelikle sakınmak gerekir.Bu hadiste on üç yaşında namaz kılmayan çocuğu dövme emri geçmek­tedir. Daha pek çok hadislerde şöyle buyurulmuştur: "Çocuk yedi yaşına girince ona namazı emrediniz. On yaşına girince namaz kılmazsa dövünüz". Bu rivayet­ler kendi sıhhat ve çoklukları yönünden diğerlerinden öncelik kazanmaktadırlar. Hepsinin neticesi şudur: Çocuk namaz kılmadığından dolayı babaya onu dövmesi emredilmiştir. Buna rağmen namaz konusunda çocuğu uyarmamak babanın su­çudur. Buna karşılık çocuğunu namaz, oruç ve dini hükümlere bağlı ve alışkınyetiştirmekle onun işlediği amel-i şalinin sevabı babasına yazılmakla birlikte o salih bir evlat olup ana-babasına dua ettiğinde ana-babasına devamlı olarak çok fazla ecir ve sevap verilecektir.İbni Malik rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Yukarıdaki hadiste evlad sözünün yanı­na salih olması kaydı konmuştur. Çünkü salih olmayan evladın sevabı ebevey­nine ulaşmaz. Ayrıca hadiste salih evladın dua etmesinden bahsedilmiştir. Bu dua etmeleri için evlatlara bir teşviktir. Nitekim denilmiştir ki, salih evladın amelinin sevabı kendiliğinden babasına ulaşır. İster evlat dua etsin ister etmesin. Bu şuna benzer: Bir adam halkın refahı için bir ağaç diker, insanlar onun meyvesinden yerlerse, onların yemelerinin sevabı o ağacı dikene ulaşır. O insanlar ister ona dua etsinler isterse etmesinler.Âllâme Münâvî rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Babayı dua ile birlikte zikretmesi­nin sebebi, evladın ona dua etmesi için bir tenbih ve teşviktir. Yoksa herkesin duası faydalıdır. Dua eden ister evlat olsun veya bir başkası". Bu hadisi şerifte önemine binaen üç şey zikredilmiştir. Bunlardan başka hadislerde sevabı de­vamlı olan bazı şeyler de zikredilmiştir. Bir çok hadislerde şu ifade geçmektedir: "Kim güzel bir yol (adet) icad ederse, o kişiye, o işin sevabı verilir. Aynı şekilde ne kadar insan onunla amel ederse, onların hepsinin amelinin sevabı ona veri­lecek ve onlarında sevabından bir şey eksiltilmeyecektir. Kim de kötü bir yol açarsa, ona bu yaptığının günahı verilecek. Bir de ne kadar insan onunla amel ederse onların hepsinin amelinin günahı ona yüklenecektir. Onların günahla­rında bu yüzden bir azalma olmayacaktır."Buna benzer bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Her şahsın amelinin sevabı ölümden sonra sona erer. Ancak Allah yolunda sınırları koruyan kimsenin sevabı kıyamete kadar artmaya devam eder.[155]Bunlardan başka hadislerde bunlara ilave olarak bazı ameller zikredilmiş­tir. Mesela bir ağaç dikmek veya bir nehir akıtmak gibi. Bu gibi amelleri Allâme Suyûtî rahmetuiiahi aleyh bir araya toplamış ve on bir tane olduğunu söylemiştir. İbni Imâd rahmetuiiahi aleyh on üç tane olduğunu tesbit etmiştir. Ancak onlardan çoğu (yukarıdaki hadiste geçen) üç şeyin içine girmektedir. Mesela ağaç dikmek veya nehir açmak sadaka-i cariye'ye dahildir.[156]

20) Hz. Aişe radıyaiiahu anha'dan rivayete göre bir defasında Peygam­ber saitaiiahu aleyhi vese//em'in ev halkı veya Sahabe-i Kiram bir keçi kestiler (ve onun etini dağıttılar). Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem "Ondan geriye ne kaldı?" buyurdu. Hz. Aişe radıyaiiahu anha "Sadece bir butu kaldı (diğerlerinin hepsi dağıtıldı)" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem "O (dağıtılmayan) buttan başka hepsi kaldı" buyurdu.                                                                                                                                         (Vmiizi, Mişkat)

İZAH: Hadiste geçen ifadeden maksat şudur: Allah için harcanan bir şey hakikaten bakidir. Onun sevabı daimi ve kalıcıdır. Harcanmayıp geriye bırakılan­lar ise fanidir. Geriye kalanların ebedi kalıcı bir yere harcanıp harcanmayacağı bilinmemektedir. Mezahir adlı eserin yazarı diyor ki: Bu hadis Allahu Teâlâ'nın şu sözüne işaret etmektedir:"Sizin elinizdeki şeyler tükenir. Allah katındakiler ise bakidir." (Nahl-96)Bir hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem şöyle buyuruyor: "Kul der ki; <Benim malım, benim malım>. Ancak onun malı, yiyip bitirdiği, giyip eskittiği ve­ya Allah yolunda harcayıp kendisi için ahiret sermayesi yaptığıdır. Geri kalanlar ise başkalarına gidicidir. Kişi onu insanlara bırakıp gidecektir.[157]Bir hadiste şöyle geçmektedir: Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bir defa­sında Sahabe-i Kiram'a "Sizden hanginiz varisinin malını kendi malından daha çok sever?" buyurdu. Sahabe-i Kiram radıyaiiahu anhum "Ya Rasûlallah öyle yapa­cak kimse yok, herkese kendi malı sevimlidir" dediler. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "İnsanın kendi malı (sermaye yapmak için) ileri gönderdiğidir. Bıraktığı mal ise mirasçısının malıdır.[158]Bir sahabi diyor ki: Ben Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem\r\ huzuruna git­tim. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem Elhaküm-üt-Tekasür suresini okudu ve_şöy­le buyurdu: "<İnsan benim malım, benim malım> diyor. Ey insan yiyip bitirdiğin­den, giyip eskittiğinden ve sadaka verip (Allah'ın hazinesinde saklı dursun diye) ileri gönderdiğinden başka hiçbir şey senin değildir.[159]Bir çok Sahabe-i Kiram'dan içinde buna benzer ifadeler bulunan rivayetler nakledilmiştir. İnsanlar dünya bankalarına para yatırmaya büyük önem veriyor­lar. Ancak o para insanla birlikte kalacak mıdır? Her ne kadar insanın hayatında malına bir afet gelmese de öldükten sonra o zaten işe yaramayacaktır. Fakat Allah'ın hazinesine yatırılan para ebedi olarak işe yarayacaktır. Ona ne bir afet gelecek ne de zeval... Üstelik o para asla tükenmeyecektir.Hz. Sehl bin Abdullah Tüsteri rahmetuiiahi aleyh malını Allah yolunda bol bol harcardı. Annesi ve kardeşleri onu Abdullah İbni Mübarek rahmetuiiahi aleyh 'e şika­yet ettiler ve "Bu herşeyi harcamak istiyor. Onun birkaç günde muhtaç duruma düşmesinden korkuyoruz" dediler,[160] Hz. Abdullah İbni Mübarek, Hz. Sehl'e duru­mu sordu. Hz. Sehl şöyle buyurdu: "Bana söyler misiniz? Medine-i Münevve-re'de oturan bir adam eğer Rustak'ta1 arazi satın alsa ve oraya taşınmak istese, o Medine-i Münevvere'de hiçbir şeyini bırakır mı?" O "Hayır" dedi. Hz. Sehl "Ta­mam. İşte durum aynen böyledir" dedi. Halk onun cevabından, yerleşim bölge­sini değiştirmeye niyetlendiğini zannettiler.[161]Halbuki onun gayesi başka bir aleme (ahîrete) intikal etmekti. Zamanımızda ise her şahıs şunu tecrübe etmiştir. Bir insan Hindistan'dan Pakistan'a yada Pakis­tan'dan Hindistan'a yerleşmek arzusuyla göç etmek istediğinde, oraya gitmeden ön­ce kendi arazisine, evine ve diğer tüm varlığına karşılık gideceği ülkeden aynı şey­leri atmak için ne kadar gayret eder. Bu iş bitmeden bütün sıkıntılara katlandığı hal-de göç etmek istemez. Bir de elinde olmadan, mecburi olarak, herşeyini bir yerde bırakarak başka bir yere taşınan birinin hasret ve üzüntüsünün ne sonu var ne de nihayeti vardır. Her ferdin bu alemden göç etmesinin manzarası da aynıdır. Henüz her şahsın kendi eşyalarını gayri menkul ve buna benzer herşeyini (gideceği yere) ta­şıma serbestliği vardır. Ancak ölüm halinde mecburen (bütün mallar) elden çıkacak­tır. Ne varsa hepsi bu alemde kalacaktır. Bir bakıma sanki resmî olarak mallarına et konulacaktır. Henüz vakit var. Akıllı insanlar kendi eşyalarını öbür aleme taşısınlar.

21) Ebû HÛreyre radıyallahu anh'dan Rasûlullah sallallahu aleyhi vesetlem şöyle buyurdu: "Allah'a ve ahiret gününe iman eden kimse misafirine ik­ram etsin. Allah'a ve ahiret gününe iman eden kimse komşusuna eziyet etmesin. Allah'a ve ahiret gününe iman eden kimse ya hayır söylesin yada sussun. Allah'a ve ahiret gününe iman eden kimse akrabasını gözetsin."

(Müttefakun aleyh, Mişkat)

İZAH: Bu hadisi şerifte Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bir çok konu üze­rinde durmuş ve her konuyu "Kim Allah'a ve ahiret gününe iman ederse" ifade­siyle zikretmiştir. Her cümlenin yanında bu ifadeyi kullanmasının maksadı, bu konuların önemini belirtmek ve pekiştirmektir. Bu şuna benzer; bir adam çocuk­larından birine "Sen benim oğlumsan falan işi yap" demesi gibidir. Hadisi şerif­teki tembihten maksatta.şudur: Bu sayılan şeyler kamil imanın şubeleridir. Kim onlara önem vermezse, onun imanı kâmil değildir.[162]Hadisi şerifte Allah ve ahiret gününe imanın özelikle zikredilmesinin sebe­bi galiba şudur: Allah'a iman etmeden hiçbir iyiliğin ahirette mükafatı yoktur. Ahirete iman etmek, Allah'a iman etmenin içinde zaten vardır. O halde onu özel olarak zikretmenin sebebi galiba bir uyarı ve sevap kazanmaya niyet etmek için bir teşviktir. Çünkü hadiste geçen konuların hakiki mükafatı ve sevabı ahiret günü verilecektir. O gün dünyanın basit ve küçücük amellerine karşılık Allah indinde ne kadar büyük ecir ve sevap verileceği malum olacaktır.Sonra Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bu hadisi şerifte dört şeyi tembih etmiştir. Bunlardan birincisi misafire ikramdır. Benim bu rivayeti, burada zikret­memin gayesi de budur. Bunun izahı ilerideki hadiste gelecektir. Hadisteki ikinci konu komşuya eziyet vermemekle ilgilidir. Bu hadisi şerifte komşuya eziyet edil­mesin diye en aşağı derecedeki bir hüküm bildirilmiştir. Bu en aşağı derecedir. Yoksa başka rivayetlerde komşu hakkı üzerinde çok fazla durulmuştur. Şey-heyn'in {yani İmam Buhari ve Müslim'in) bazı rivayetlerinde, "Komşusuna ikram etsin"diye geçmiştir. Şeyheyn'in başka rivayetlerinde ise"Komşusuna iyilik etsin"diye geçmiştir. Onun muhtaç olduğu şeylerde ona yardım etsin, ondan kötülüğü gidersin. Bir hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Komşu hak­larının neler olduğunu biliyor musunuz? Eğer o borç isterse ona borç ver. Eğer muhtaç ise ona yardım et. Eğer hasta ise onu ziyaret et. Eğer ölürse onun cena­zesiyle birlikte yürü. Eğer sevineceği bir durum olursa onu tebrik et. Eğer musi­bete uğrarsa taziye et (teselli et). Onun izni olmadan evini onun evinden yüksek yapma. Böyle yapmakla onun havasının önü kesilmiş olur. Bir meyve satın aldı­ğın zaman ona da hediye et. Eğer buna gücün yetmiyorsa o zaman o meyveyi o-nun görmeyeceği şekilde eve getir. Senin çocukların o meyveyi alıp dışarı çıkar­masınlar. Böylece komşunun çocukları onu görüp de üzülmesinler. Evinden çıkan ocak dumanıyla komşuna eziyet etme. Ancak bir şartla; o da ocakta pişirdiğin­den ona da bir pay ayırmalısın. Siz biliyor musunuz komşunun hakkı nedir? Canım kudret elinde olan Allah'a yemin olsun ki, komşunun hakkını ancak Allah'ın kendi­sine merhamet ettiği kimse bilir". Bu hadisi İmam Gâzâli rahmetuiiahi aleyh Erbaîn'de rivayet etmiştir.[163]Hafız İbni Hacer rahmetuiiahi aleyh Fethul Bâri'de de bu hadisi zikret-mistir. Başka hadiste şöyle geçiyor: Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem (üç defa şöyle buyurdu;) "Allah'a yemin olsun ki mümin değildir. Allah'a yemin olsun mümin değil­dir. Allah'a yemin olsun mümin değildir." Bir sahabi "Ya Rasûlallah o kimdir?" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Komşusu kendisinin musibet ve kötü­lüklerinden emin olmayan kimsedir.[164] Bir başka hadiste şöyle buyurulmuştur: "Komşusu eziyetinden emin olmayan kimse Cennet'e giremez". Hz. ibni Ömer radıyallahu anh ve Hz. Aişe radıyallahu anha Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem \n Şöyle bu-yurduğunu nakletmişlerdir: "Hz. Cebrail aieyhisseiam bana komşu hakkında o kadar ısrarlı konuştu ki, ben, onun bu ısrarından komşuyu varis kılacağından korktum"[165]Allahu Subhanehu ve Tekaddes şöyle buyuruyor:"Allah'a ibadet edin. O'na hiç birşeyi ortak koşmayın. Ana-babaya iyilik edin akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya uzak komşuya, yanında bulunan arkadaşa ve yolcuya da iyilik edin"                                           

(Nisa-36)

Yakın komşu'öan kasıt evi yakın olan demektir. Uzak komşu'dan maksat da evi uzak olandır. Hasan Basri rahmetuiiahi aieytie biri "Komşuluk sınırı nereye kadar­dır?" dedi. O "Ön taraftan 40 ev, arka taraftan 40 ev, sağdan 40 ev, soldan 40 ev­dir" buyurdu. Hz. Ebû Hureyre radıyaiiahu anadan şöyle nakledilmiştir: "Yardıma uzak komşudan başlanmamalı, yakın komşudan başlanmalıdır" Hz. Aişe radıyallahu anha Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem's sordu ki: "Benim iki komşum var, kime ilk önce vereyim?" Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Kapısı senin kapına yakın olandan baş­la" buyurdu. Hz. İbni Abbas radıyallahu anhumadan çeşitli yollarla nakledilen rivayete göre, "Yakın komşu, akraba olan komşudur. Uzak komşusu ise akraba olmayan komşudur." Nevf Sami rahmetuiiahi aleyh'6eu şöyle nakledilmiştir: "Yakın komşu, müs-lüman komşudur. Uzak komşu ise yahudi ve hristiyanlardır. Yani gayri müslimlerdir[166]Müsned-i Bezzar ve diğerleri Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem'm şöyle bu­yurduğunu nakletmişlerdir "Komşu üç kısımdır:1-Üç hakkı olan komşudur; Komşuluk hakkı, akrabalık hakkı, İslam hakkı. 2-lki hakkı olan komşudur; Komşuluk hakkı ve islam hakkı. 3-Yalnız bir hakkı olan komşudur; O da gayri müslim komşudur.[167]Bir bakıma komşular sırayla üç dereceye ayrılmış oldu. İmam Gâzâli rah­metuiiahi aleyh de bu hadisi nakletmiş ve sonra şöyle buyurmuştur: "Bakınız bu ha­disi şerifte sadece komşu olmasından dolayı bir müşriğin bile müslürrtan üzerin­de hakkının sabit olduğu beyan edilmiştir."Bir başka hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiemln şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Kıyamet günü ilk önce iki komşu arasında karar verilecektir". Bir şahıs Hz. Abdullah İbni Mesud radıyallahu antim yanma geldi ve komşusundan bol bol dert yandı. Hz. ibni Mesud radıyallahu anh ona şöyle dedi: "Git (kendi işine bak). Eğer o (sana eziyet ederek) senin hakkında Allah'a isyan ettiyse, sen bari onun hakkında Allah'a isyan etme".Bir sahih hadiste şöyle geçmektedir. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm ya­nında bir kadının hali beyan edildi. Şöyle ki, o kadın bol bol oruç tutuyor, teheccüd namazı da kılıyor. Ancak komşularına eziyet veriyordu. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi ve-seiiem buyurdu ki: "O Cehennem'e girecektir". Yani cezasını çektikten sonra Ce-hennem'den çıkacaktır. İmam Gâzâli rahmetuiiahi aleyh buyurdu ki: "Komşu hakkı sa­dece ona eziyet etmemek değildir. Doğrusu onun hakkı onun eziyetine katlanmak­tır. Hz. İbnül Mukaffa rahmetuiiahi aleyh çoğu zaman kendi komşusunun duvarının gölgesinde otururdu. Bir gün komşusunun borçlandığını ve borcunu ödemek için de evini satmak istediğini öğrendi. Buyurdu ki: "Biz onun evinin gölgesinde devamlı oturduk. O gölgenin hakkını ödemedik." Böyle dedikten sonra evin değeri olan parayı ona bağışladı ve "Sen evinin değerini aldın, artık evi satmaktan vazgeç" dedi.Hz. İbni Ömer radıyaliahu anhuma'nm kölesi bir keçi kesti. İbni Ömer radıyallahu anhuma ona, "Derisini yüzdükten sonra onun etinden ilk önce benim yahudi kom­şuma ver" dedi. Bu sözü birkaç defa tekrarladı. Kölesi "Efendim siz daha ne kadar bu sözü tekrarlayacaksınız?" deyince Hz. ibni Ömer radıyallahu anhuma bu­hurdu ki: "Ben Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'in şöyle buyurduğunu işittim; <Hz. Cebrail aieyhisseiam bana komşu hakkıyla ilgili sık sık tembihte bulunmuştur. (Bundan dolayı ben de tekrar tekrar söylüyorum)Hz. Aişe radıyallahu anha buyurdu ki: Güzel ahlak on şeydir. Bazen bu şeyler oğulda olur, babada olmaz. Kölede olur, efendisinde olmaz. Allah'ın bir lütfudur ki, kime isterse ona verir. Bunlar; 1-Doğru konuşmak, 2-İnsanlara dürüst davranmak (aldatmamak), 3-İsteyene vermek, 4-lyiliğe karşılık vermek, 5-Akrabayı gözetmek, 6-Emaneti korumak, 7-Komşunun hakkını eda etmek, 8-Arkadaşın hakkını eda et­mek, 9-Misafirin hakkını eda etmek, 10-Bütün bunların kaynağı ve aslı hayadır[168]İlk başta geçen hadiste anlatılan üçüncü husus şudur: "Kim Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsa ya hayır söylesin ya da sussun". Hafız İbni Hacer rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Peygamber saiiaiiahu aleyhi veseiiem'in bu yüce irşadı bir çok manaları içinde toplayan bir ifadedir. Çünkü bir insan ne söylerse söylesin ya hayırdır ya da şer. İster farz ister müstehab olsun söylenmesi istenilen şeyler hayra dahildir. Bun­dan başka sözler ise serdir"[169] Yani dış itibariyle hayır yada şer olduğu anlaşılma­yan sözler Hafız İbni Hacer'in bu sözüne göre şerre dahildir. Çünkü söylenilen sözden bir fayda kastedilmiyorsa o söz boştur. Boş söz ise zaten serdir.Hz. Ümmü Habİbe radıyallahu anha Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem'in şöyle buyurduğu naklediyor: "iyiliği emretmek, kötülükten nehyetmek veya Allah'ı zik­retmenin dışında kişinin her sözü kendi üzerine vebaldir. Hiçbir faydası yoktur." Bu hadisi duyunca bir adam, "Bu hadis çok şiddetli" dedi. Hz. Süfyanı Sevri rah­metuiiahi aleyh buyurdu ki: Hadisin şiddetli olması ne demek, bunu bizzat Allah ceiie ceiaiuhu Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor:"Onların fısıldaşmalannm çoğunda hayır yoktur. Ancak sadaka vermeyi veya iyilik etmeyi yahut insanların arasını düzeltmeyi emreden(in fısıldaş-ması) müstesna. Her kim bu işleri Allah'ın rızasını arayarak yaparsa, Biz ona yakında büyük bir mükafat vereceğiz"                                       (Nİsâ-114)Hz. Ebû Zer Glfari radıyallahu anh diyor ki: Ben Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem'e "Bana biraz nasihatte bulunun" dedim. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki; "Sana Allah'tan korkmanı vasiyet ederim. Bu senin her işinin süsü­dür". Ben "Biraz daha" dedim. Peygamber saiiaiiahu aleyhi vesei/em buyurdu ki: "Kur'an-ı Kerim okumaya ve Allah'ın zikrine ihtimam göster. Bu senin göklerde anılmana sebeptir ve yeryüzünde senin için nurdur". Ben biraz daha arttırmasını söyleyince buyurdu ki: "Çoğu zaman sükut et, çünkü sükut etmek şeytanın uzak durmasına, dini işlerde kuvvetlenmeye sebeptir". Ben daha fazla vasiyet etmesi­ni isteyince buyurdu ki: "Çok gülmekten sakın, bununla kalp ölür ve yüzün nuru azalır". Ben daha fazla vasiyet talep edince buyurdu ki: "Acı da olsa hakkı (doğ­ruyu) söyle". Ben daha arttırmasını isteyince buyurdu ki: "Allah'a karşı olan mua­melende kimseden korkma". Ben daha arttırmasını istedim, buyurdu ki: "Kendi kusurlarını düşünmen seni, insanların kusurlarını görmekten alıkoysun.[170]İmam Gazali rahmetuiiahi aleyh buyurdu ki: "Dil Allahu Teâlâ'nın büyük nimet­lerinden bindir. O'nun acayip ve ince sanatlarından bir sanattır. Dilin cüssesi kü­çük ama onun itaat ve günahı çok büyüktür. Hatta itaat ve günahın en son haddi olan İslam ve küfür ondan meydana çıkmaktadır". Ondan sonra İmam Gazali rahmetuiiahi aleyh dilin pek çok afetlerini saymıştır. O âfetler şunlardır: Boş konuş­mak. Faydasız sözler sarfetmek. Kavga-dövüş. Ağzını gererek konuşmak. Kafi­yeli ibareler ve düzgün konuşmada tekellüf göstermek. Fuhuş sözler sarf etmek. Sövmek. Lanet etmek. Şiir ve şairliğe (haddinden fazla) dalmak. Bir kimse ile alay etmek. Birinin sırrını açıklamak. Yalan yere söz vermek. Yalan konuşmak. Yalan yere yemin etmek. Birini üstü kapalı tenkit etmek. Söz dokundurmak için yalan söylemek. Gıybet etmek. Koğuculuk yapmak. İki yüzlü konuşmak. Yersiz yere birini övmek. Uygunsuz talepte bulunmak vs.Bu kadar çok afetler bu küçük organa bağlıdır. O halde onun durumu çok tehlikelidir. Bundan dolayı Peygamberimiz saiiaiiahu aleyhi veseiiem susmaya çok teşvik etmiştir. Nitekim şöyle buyurmuştur: "Kim susarsa o kurtuluşa ermiştir".Bir sahabi, "Ya Rasûlallah! Bana İslam hakkında öyle bir şey söyle ki, senden sonra kimseye sormak zorunda kalmayayım" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Allah'a iman et ve bu imanda istikamet üzere ol". Osahabi, "Ya Rasûlallah ben hangi şeyden sakınayım?" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Dilinden" buyurdu. Yine bir sahabi, "Ya Rasûlallah! Kurtuluşun ça­resi nedir?" dedi. Rasûiullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Dilini tut. Evinde otur (lüzumsuz yere dışarıda dolaşma) ve hatalarına ağla". Bir hadiste Rasûlul­lah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Bir kimse iki şeye kefil olursa, ben de onun için Cennet'e kefil olurum. Bunlardan biri dil diğeri avret mahallidir". Başka bir hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'e şöyle bir soru soruldu: "Kişiyi Cennet'e sokan şeylerin en önemlisi hangisidir?" Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Allah korkusu ve güzel âdetlerdir". Tekrar soruldu ki: "Cehennem'e sokan şeylerden hangisi daha önemlidir?" Buyurdu ki: "Ağız ve avret yeridir."Hz. Abdullah İbni Mes'ud radıyallahu anh Safa ile Merve arasında Sa'y eder­ken. Kendi diline hitap ederek şöyle diyordu: "Ey dil! Güzel söz söyle ki kazana-sın. Şer konuşma ki selamete eresin. Bütün bunları utanacak bir duruma düşme­den yapmalısın". Biri dedi ki: "Sen bu söylediklerini kendinden mi söylüyorsun, yoksa bu konuda Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vese/fem'den bir şeyler mi duydun?" Bunun üzerine buyurdu ki: "Ben Rasûluliah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'Ğen işittim ki; <lnsanın günahlarının çoğu dilindendir>". Hz. Abdullah ibni Ömer radıyallahu anhu-ma, Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseliemln şöyle buyurduğunu naklediyor: "Kim diline sahip olursa, Allah ceiie ceiaiuhu onun ayıbını örter. Kim öfkesini yenerse, Allah cei-ie ceiaiuhu onu azabından korur. Kim de Allah'ın huzurunda mazeret beyan ederse, Allah onun özrünü kabul eder".Hz. Muaz radıyallahu anh, "Ya Rasûlallah bana bir vasiyette bulununuz" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Allah'ı görür gibi ibadet et. Kendini ölülerden say. Eğer istersen bunları yapmak için sana en fazla güç verecek olan şeyi söyleyeyim". Peygamber saiiaiiahu aleyhi veseiiem bu sözü söyledikten sonra kendi diline işaret etti.[171]Hz. Süleyman ali nebiyyina ve aleyhisselamöan şöyle bir söz nakledilmiştir: "Konuşmak gümüş ise sükût altındır". Hz. Lokman Hekim hikmeti ve bilgisiyle dünyaca meşhur birisidir. Bir siyah köle idi. Güzel bir çehresi yoktu. Ama hikmet­lerinden dolayı dünyanın önderi olmuştu. Biri ona "Sen falan adamın kölesi değil misin?" dedi. O "Şüphesiz öyleyim" dedi. Adam "Sen falan dağın eteğinde koyun güdüyor muydun?" dedi. O "Doğrudur" dedi. Adam "Öyleyse sana bu makam hangi şeyden dolayı verildi" deyince o şöyle cevap verdi: "Dört şeyden dolayı verildi; Allah korkusu, doğru sözlü olmak, emaneti tam olarak eda etmek ve faydasız söz konuşmayıp sükut etmek". Daha başka bir çok rivayetlerde onun özel âdetinin çok susmak olduğu zikredilmiştir.[172]Hz. Berâ radıyaiiahu anh diyor ki: Bir Bedevi gelip Peygamber saiiaiiahu aleyhi veseiiem'e "Ya Rasûlallah bana öyle bir amel söyle ki Cennet'e götürsün" dedi.Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Acıkanı yedir. Susayana su içir. in­sanlara iyiliği emret, kötülükten men et. Bunu yapamazsan dilini iyi şeylerin dışında konuşmaktan alıkoy". Yine Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseüem buyurdu ki: "Dilini hayırdan başka şeylerden koru ki, şeytana galip gelesin."Bu birkaç rivayeti kısaca zikrettim. Bunlardan başka İmam Gazali rahme-tuiiahî aieyti'm zikretmiş olduğu pek çok rivayetler ve sahabe kıssaları vardır. Onları Âllâme Zübeydi rahmetuiiahi aleyh ve Hafız Irâki rahmetuliahi aleyh tahric etmiş­lerdir. Onlardan anlaşıldığına göre dil meselesi kendisinden gafil olduğumuz çok önemli bir meseledir. İstediğimiz her şeyi hemen dilimizle söylüyoruz. Halbuki her an, gece ve gündüz, sağ ve sol omuzlarımızda Allah ceiie ce/a/u/?u'nun iki göz­cüsü bulunmaktadır. Onlar her iyiliği ve kötülüğü yazmaktadırlar. Bütün bunlara rağmen sânı yüce olan Allah'ın ve O'nun yüce Rasûlü'nün hangi ihsan ve iyiliğini zikredelim ki?... İnsanın dilinden, farkında olmadan mutlaka boş söz çıkar. Rasû­lullah aaiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Bir mecliste konuşulanların keffareti, oradan kalkmadan önce üç defa şu duayı okumaktır Bir hadiste geçtiğine göre Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem ömrünün son zamanlarında bu kelimeleri okurdu. Biri, "Ya Rasûlallah! Siz daha önce bu keli­meleri okumazdınız" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Bu keli­meler meclisin keffaretidir". Bir başka hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Birkaç kelime vardır ki, kim meclisten kalkarken üç defa onları okursa, o mecliste konuşulanlara keffaret olur. Eğer hayırlı bir mecliste bu keli­meler okunursa, o meclis (hayırlı olduğu hususunda) sona eren bir mektubun mühürlendiği gibi o kelimelerle mühürlenir. O kelimeler şunlardır:"İlk baştaki hadiste anlatılan dördüncü husus, akrabayı gözetmekle ilgilidir. Bunun geniş açıklaması ilerideki bölümlerde gelecektir.

22) Ebî Şüreyh el-Ka'bî'den Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Allah'a ve ahiret gününe iman eden kimse misafirine ikram etsin. Misafirin caizesi bir gün bir gecedir. Misafirin ziyafeti üç gündür. Ondan sonrası sa­dakadır. Misafirin ev sahibini zora sokacak kadar kalması caiz değildir".

(Müttefekun aleyh, Mişkat)

İZAH: Bu hadisi şerifte Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesetlem iki adâb söylemiştir. Biri misafiri ağırlayan için biri de misafirle ilgilidir. Misafir ağırlayan kimseyle ilgili adâb şudur: Eğer o Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsa (önceki hadiste de geç­tiği gibi) misafirine ikram etsin. Misafire ikram şudur; Ona bolluk göstermek, güzel ahlaklı davranmak, yumuşak konuşmak.[173]Bir hadiste geçtiğine göre sünnet olan davranış, kişinin misafıriyle beraber onu yolculamak için kapıya kadar gitmesidir.[174]Hz. Ukbe radıyallahu anh, Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem'm şöyle buyurdu-ğunu söyledi: "Misafirini ağırlamayan kimsede hiç bir hayır yoktur". Hz. Semüre radıyaitahu anh diyor ki: "Rasûlullah saiiatiahu aleyhi veseiiem misafirin yedirilmesini em­rederdi"[175] Bir adam Hz. Ali radıyallahu antim ağladığını görünce sebebini sordu. Hz. Ali radıyallahu anh, "Yedi günden beri hiç misafir gelmedi. Acaba Allahu Teâla beni zelil yapmayı mı diledi diye korkuyorum" buyurdu.[176]

Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem yukarıdaki hadiste misafire ikramı emret­tikten sonra misafirin caize 'sinin bir gün ve bir gece olduğunu buyurdu. Bu sözün tefsirinde Ûlema-i Kiram'ın birkaç görüşü vardır:

1) Hz. İmam Malik rahmetuiiahi aleyh câ/ze'den kastın misafire izzet, ikram ve hediye olduğunu söylemiştir. Yani bir gün ve bir gece misafire saygı ve ikram olarak güzel yemek hazırlamak, diğer günlerde normal yemek vermektir. Bun­dan sonra alimler bu (misafirlik müddeti konusunda) iki görüş belirtmişlerdir: a) Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vese//em'İn hadiste buyurduğu misafiri üç gün ağır­lamak o bir günlük câ/ze'den sonradır. Böylece misafirin hakkı dört gün olmuş olur. b) Misafire saygı olarak onu bir gün özel olarak ağırlamak da bu üç gü­ne dahildir.

2)  Hadiste geçen câ/ze'den maksat bir günlük yol azığıdır. Sonuç olarak eğer misafir kalırsa, üç gün ağırlanır. Eğer kalamıyorsa bir günlük azık verilir.[177]

3)  Câ/ze"den maksat sadece azıktır. Ancak alimler bunun üç günlük ağırla­ma ve dördüncü günü yolculuk vaktinde bir günlük azık olduğunu yazmışlardır.

4)  Hadiste geçen caize kelimesinden maksat uğramaktır. O takdirde hadi­sin manası şudur; Bir şahıs yalnızca görüşmek için gelirse onun hakkı üç gün kalmaktır. Bir adam yolda giderken (bir yerde geçici olarak) konaklarsa (şöyle ki; onun maksadı ileri gitmekti ama bu yer yolunun üstünde olduğu için bura­da konakladı). O halde onun konaklama hakkı sadece bir gündür.[178]Bütün bu görüşlerin sonucu çeşitli yönleriyle misafire ikram etmeye önem vermektir. Şöyle ki; bir gün ona özel olarak yemek yedirmeye ihtimam gösteril­meli ve gideceği zaman azık verilmelidir. Özellikle yemek bulunamayan yollarda yolculuk yapanlar için azık konulmalıdır.Hadisi şerifte zikredilen ikinci adâb ise misafirle ilgilidir. Misafir gittiği yerde ev sahibini darlığa ve zorluğa sokacak kadar uzun müddet kalmamalıdır. Bir başka hadiste bu ifadenin yerine şu ifade kullanılmıştır: "Ev sahibini günaha sokacak kadar kalmamalıdır". Yani misafirin uzun müddet kalmasından dolayı ev sahibi onu gıybet etmeye başlar veya misafire eziyet edecek bir davranışta bulunur yada misafire karşı herhangi bir kötü zanda bulunur. Bütün bu işler ev sahibini günahkar kılan şeylerdir. Ancak bütün bunlar ev sahibi tarafından misa­firin kalmasında ısrar ve istek olmadığı zaman veya misafirde "Yanında kalmam ev sahibine ağır gelmiyor" kanaati galip geldiği zamandır.Bir hadiste şöyle geçmektedir: Bir adam "Ya Rasûlallah ev sahibini günaha sokan şey nedir?" dedi. Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Ev sahibinin yanında yedirecek bir şey kalmayıncaya kadar onun yanında kalmaktır". Hafız rah­metuliahi aleyh diyor ki: "Bu konuda Hz. Selman radıyaliahu anh ve misafiri arasında bir olay meydana gelmişti.[179] Hafız rahmetuliahi aleyhİn işaret ettiği bu kıssayı imam-ı Gazali rahmetuliahi aleyh şöyle nakletmiştir: Hz. Ebu Vâil radıyallahu anh diyor ki: "Ben ve bir arkadaşım Hz. Selman'ı ziyarete gittik. Önümüze arpa ekmeği, yarı kızarmış köfte ve tuz koydu. Arkadaşım <Eğer bununla birlikte sa'ter (bir çeşit nane) olsaydı ne lezzetli olurdu> dedi. Hz. Selman radıyallahu anh gitti, abdest ibriğini rehin vererek sa'ter satın aldı ve getirdi. Bunu yedikten sonra arkadaşım,<Bütün hamdler bizi hazır olan rızka kanaat ettiren Allah'a aittir> dedi. Bu­nun üzerine Hz. Selman, <Eğer sen hazır olan rızka kanaat etseydin benim ib­riğim rehin verilmezdi>" buyurdu.[180]Kısaca ev sahibini zorluğa sokacak şeyleri ondan talep etmek hadisteki "Ev sahibini darlandırma"ya girer. Başka birinin evine gidip onu-bunu seçmek "Bunu is­terim, şunu isterim" demek doğru değildir. Ev sahibi ne hazırlarsa onu sabır, şükür ve memnuniyetle yemek gerekir. (İstediği her şeyi) sipariş buyurmak bazen ev sa­hibinin zorlanmasına ve dadanmasına sebep olur. Ancak eğer ev sahibinin bu gibi isteklerden hoşlandığı tahmin ediliyorsa, mesela bu istekleri yapan sevilen biriyse ve kendisinden istenilen de onun can dostu ise o zaman istediği şeyi talep edebilir.Hz. İmam Şafii rahmetuliahi aleyh Bağdat'ta Zaferani rahmetuliahi aieyh'ln misafi­riydi. O İmam-ı Şafii'nin hatırına her gün, içinde yemek listesi bulunan bir kağıt yazıp cariyesine verirdi. İmam Şafii rahmetuliahi aleyh bir defasında cariyeden o ka-öıdı alıp baktı ve ona kendi kalemiyle bir şey daha ilave etti. Zaferani rahmetuliahi aleyh sofrada o şeyi görünce cariyesine, "Ben bunun pişirilmesini yazmamıştım" diye çıkıştı. Cariye o kağıdı alarak efendisinin yanına geldi. Kağıdı göstererek, "Bu şeyi İmam hazretleri bizzat kendi kalemiyle ilave etmişti" dedi. Zaferani rahmetuliahi aleyh kağıda baktı ve İmam Şafii rahmetuliahi a/ey/ı'in kalemiyle yazmış olduğu ilaveye gözü ilişince sevincinden uçtu. Bu sevinçle o cariyeyi azad etti.[181] Eğer misafir böy­le olur ve onu ağırlayan da böyle olursa kesinlikle (bu gibi) istekler bir lütuftur.

23) Ebû Said radıyallahu an/ı'dan rivayete göre, o Peygamber saiiaiiahu aley­hi vese//em'in şöyle buyurduğunu işitti: "Mü'minden başkasıyla beraber olma (arkadaşlık etme). Yemeğini de muttaki olan kimseden başkası yemesin."

(Tirmizi, Ebû Dâvûd, Dârimi, Mişkat)

İZAH: Bu hadisi şerifte Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem iki âdâb beyan etmiş­tir. Birincisi şudur: "Gayri müslimle arkadaşlık etme ve onunla oturup kalkma". Eğer hadiste kamil müslümanla beraber olmak kastediliyorsa mana şöyle olur: "Fasık ve facir insanlarla beraber oturma". İkinci cümlede Muttaki sözcüğü zikrolunduğundan bu mana daha da kuvvet kazanmaktadır. Bir de şu hadis bu manayı teyid etmek­tedir. Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bir hadiste buyurdu ki: "Senin evine muttakî-lerden başkası girmesin"[182] Hadiste geçen Mü'min lafzından genel olarak müslüman-lar kastediliyorsa, o zaman mana şudur: Gereksiz yere kafirlerle oturulmamalıdır.Hangi mânâ alınırsa alınsın maksat güzel arkadaşlık kurmak için bir uyan­dır. Çünkü insan hangi tip insanlarla oturup kalkarsa onda, onların tesiri meyda­na gelir. Bu esasa göre Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem biraz önce geçen hadi­sinde "Senin evine muttakîlerden başkası girmesin" buyurmuştur. Yani onlarla görüşüp, buluşma olduğu sürece onlardan etkilenme olacaktır. Rasûluilah saiiaiia-hu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "İyi arkadaş misk satan kimseye benzer. Onun yanın­da oturursan sana koku ikram eder veya ondan satın alırsın. Bu iki şey olmasa bile onun yanında oturmaktan dolayı güzel kokular koklarsın (böylece için ferah­lar). Kötü arkadaşın misali demirci körüğünün yanına oturan kimse gibidir ki, eğer onun körüğünden bir kıvılcım sıçrasa ve elbiseye dokunsa, onu yakar. Eğer böyle olmasa bile kötü kokusu ve dumanı devamlı mevcuttur[183]

Bir başka hadiste şöyle buyurulmuştur: "Kişi dostunun dini üzeredir, Öyley-e sizden biri kiminle dostluk yaptığına iyice baksın"[184]Yani yakın oturmanın ve arkadaşlığın tesiri farkında olmadan ağır ağır insana bulaşır. Nihayet insan arkadaşı­nın dinine girer. Bundan dolayı yanında oturduğumuz kimselerin dini yaşantısına iyi dikkat etmeliyiz. Dini yaşamayanların yanında çok oturmakla insan dinden git gide uzaklaşır. Her gün tecrübe etmekteyiz ki, şarap içenler ve satranç oynayanların yanında birkaç gün sık sık oturup kalkmakla insana aynı hastalık bulaşmaktadır.Rasûlullah sallallahu aleyhi veseliem Hz. Ebu Rezin radıyallahu onh'a, "Dünya ve ahiret hayırlarına sebep olan şeye güç kazandıracak bir şeyi sana söyleyeyim; Allah'ı zikredenlerin meclisine katıl. Yalnız kaldığın zaman gücün yettiği kadar dilini Allah'ın zikriyle hareket ettir. Allah için dost ol ve Allah için düşman ol". buyurdu.[185] Yani biriyle olan dostluk veya düşmanlığın sadece Allah'ın rızasını kazanmak için olsun. Kendi nefsin için olmasın.İmam Gazali rahmetuiiahi aleyh şöyle buyurdu: Kendisiyle arkadaşlık yapıla­cak kişide beş şey olmalıdır;

1.  Akıl sahibi olmalıdır. Çünkü akıl asıl sermayedir. Ahmakla arkadaşlık yap­manın bir faydası yoktur. Bunun sonucu vahşet ve yakınlarla ilgiyi kesmektir. Hz. Süfyan-ı Sevri rahmetuiiahi aieytiöen şöyle bir söz nakledilmiştir: "Ahmak birinin yüzüne bakmak bile hatadır"

2.  Arkadaşın ahlakı güzel olmalıdır. Çünkü insanın ahlakı kötü olunca bu durum bazen onun aklına galip gelmektedir. Mesela bir adam anlayışlıdır. Meseleyi iyi anlamaktadır. Ancak öfke, şehvet, cimrilik vs. gibi şeyler çoğunlukla onun aklının çalışmasını engellemektedir.

3.  Arkadaş fasık olmamalıdır. Çünkü Allahu Teâlâ'dan bile korkmayan kimsenin dostluğuna asla güvenilmez. İnsanı nerede, hangi musibete düşüreceği bilinmez.

4.  Arkadaş bid'at ehlinden olmamalıdır. Çünkü onunla olan münasebetten dolayı ondaki bid'atten etkilenme endişesi ve ondaki uğursuzluğun diğerine geçme kor­kusu vardır. Bid'atçi ile daha önce münasebetler varsa onlar da kesilmelidir. Çün­kü o bunu hak etmiştir. Onunla yeni ilişkiler ve münasebetler de kurulmamalıdır.

5.   Dünya kazanma hırsı olmamalıdır. Zira onunla arkadaşlık öldürücü zehirdir. Çünkü insanın tabiatı bir başkasına benzemek ve ona uymaya mecbur kal­maktadır. Farkında olmadan başkasından etkilenmektedir.[186]Hz. İmam Bâgır rahmetuiiahi aleyh buyurdu ki: Babam Zeyn-ül Abidîn rahme­tuiiahi aleyh bana şöyle vasiyet etti; "Beş insanla beraber olma. Onlarla konuşma. Hatta yolda onlarla birlikte yürüme. 1-Fasık kimse ki, o bir lokma veya belki de bir lokmadan az bir şeye seni satar". Ben "Bir lokmadan az bir şeye satması ne demektir?" dedim. Buyurdu ki: "Bir lokma kazanırım ümidiyle seni satar, sonra ümit ettiği lokmayı da bulamaz {sadece bir ümit üzerine seni satmış olur). 2-Cim-ri olan kimsenin yanına uğrama. Çünkü o kendisine çok fazla muhtaç olduğunzaman seninle ilişkiyi keser. 3-Yalancının yanına gitme. Çünkü aldatma yoluyla yakını uzak, uzağı yakın gösterir. 4-Ahmağın yanından geçme, o sana yararlı ol­mak isteyecek ama zararı dokunacaktır. 5-Akrabasıyla ilişkisini kesen kimsenin yanına uğrama. Ben Kur'an-ı Kerim'de ona üç yerde lanet edildiğini gördüm.[187]Başkasından tesir almak insanlara has değildir. Bilakis insanın en fazla ne ile teması olursa onun etkisi gizlice insanın içine sirayet eder. Rasûlullah sallallahu aleyhi veseliem buyurdu ki: "Koyun sahiplerinde alçak gönüllülük olur. At sahiplerinde ise övünme ve tekebbür olur". Deve ve sığır sahiplerinde şiddet ve sertlik olduğu­na dair rivayetler vardır. Bir çok rivayetlerde kaplan derisi üzerine oturarak yolculuk yapmak men edilmiştir. Alimler diğer sebepler arasında şu sebebi de saymışlardır: Onun üzerine oturmaktan dolayı kişide vahşilik ve canavarlık sıfatı oluşur.[188]Yukarıdaki hadiste geçen ikinci edep şudur: "Senin yemeğini sadece mut­taki insanlar yesin". Bu konu bir çok rivayetlerde geçmiştir. Bir hadiste şöyle geç­mektedir: "Yemeğini ancak mattaki insanlara yedir. Mü'minleri ihsan ve ikramının uğrak yeri yap"[189]Alimler bu yemekten maksadın davet yemeği olduğunu, ihtiyaç yemeği olmadığını yazmışlardır. Nitekim bir hadiste şöyle geçmiştir: "Kendi ye­meğinden, Allah için sevdiğin kimseye ziyafet ver"[190] ihtiyacı gidermek için olan yemek konusunda Allahu Teâlâ esirleri yedirmeyi bile övmüştür. O devirdeki esirler kafirdiler.[191] Ayetler bölümündeki 24. ayette bu konu geçmiştir. Hadisler bölümündeki 10 numaralı hadiste şöyle geçmiştir: Bir fahişe kadın, sadece susa­mış bir köpeğe su içirdiğinden dolayı bağışlanmıştır.Daha bir çok rivayetlerde geçen çeşitli ifadelerle bu konu teyid edilmiştir. Rasûlullah sallallahu aleyhi veseliem "Her canlı(ya yapılan iyilik)te ecir vardır" buyu­rarak ortaya bir kaide ve usul koymuştur. Bu kaidenin içine muttaki olan-muttakî olmayan, müslüman-kafir, insan-hayvan vs. hepsi dahildir. O halde ihtiyaç ve zaruret icabı yenen yemekte bu konulara bakılmaz. Bu gibi hallerde ihtiyacın şiddetine ve ihtiyaç maddelerinin azlığına bakılır. Ne kadar fazla ihtiyaç varsa sevap o kadar fazla olur. Hadiste geçen yemek ise davet yemeği ve sevgi yeme­ğidir. Bunda da eğer dine faydalı olacak bir şey veya hayırlı bir niyet varsa, fayda ve hayır derecesine göre ecir verilir. Ancak, eğer dini bir fayda yoksa, o zaman yemek yiyen ne kadar muttaki ise o kadar ecire sebep olur.Sahib-i Mezâhir ve İmam Gazali rahmetuiiahi aleyh şöyle yazmışlardır: "Mut-takîlere yedirmek tâat ve iyiliğe destektir. Fasıklara yedirmek günaha ve ahlak­sızlığa destektir. Şu açıktır ki, muttaki ve salih bir insan ne kadar güçlü ve kuv-Stli olursa ibadetlerle daha çok meşgul olur. Fasık ve facir güzel yemeklerle ne kadar kuvvetlenirse oyun, eğlence ile fısk ve fücurda (günahlarda) ileriye gide­cektir. Ona yedirmekle bu hususta ona destek verilmiş olur".Bir Allah dostu yemeğini sadece fakir sûfilere yedirirdi. Biri ona "Eğer siz bütün fakirlere yedirseniz daha iyi olur" deyince o şöyle cevap verdi: "Onların bütün teveccühleri Allah'adır. Onlar yoklukla karşılaşınca teveccühleri dağılmak­tadır. Benim bir şahsın Allah'a olan teveccühünü devam ettirmem, bütün tevec­cühlerini dünyaya vermiş olan bin kişiye yardım etmemden daha hayırlıdır". Hz. Cüneyd-i Bağdadi rahmetullahi aleyh bu sözü duyunca çok hoşlandı.[192]Bir terzi Hz. Abdullah Ibni Mübarek rahmetuitahi aieytie şöyle sordu: "Ben za­lim padişahların elbisesini dikiyorum. Sizin görüşünüze göre ben de zalimlere yardım etmiş olur muyum?" Abdullah İbni Mübarek buyurdu ki: "Hayır sen yar­dım edenlerden değilsin. Zira sen kendin zalimsin. Zalime yardım edenlerse, sana iğne iplik satanlardır".[193]

Bir hadiste şöyle buyuruluyor: "Kim şerefli ve muhterem birine iyilik ederse onu kendine köle yapar. Kim de zelil (alçak) birine ihsan ederse onun düşmanlı­ğını kazanır"[194] Başka bir hadiste Rasûlullah saiiallahu aleyhi veseiiem şöyle buyur­muştur: "Yemeğini muttaki insanlara yedir. İyiliğini müminlere yap"[195] Böyle yap­mak, en uygun ve en faydalı davranış olmakla birlikte müminlere saygı ve ikram da vardır. Bu da başlı başına mendub ve emrolunan işlerdendir. Bundan dolayı Rasûlullah saiiallahu aleyhi veseiiem hadisi şeriflerinde fasıkların yemek davetini kabul etmeyi yasaklamıştır"[196] Diğer sebeplerle birlikte bir sebep de şudur: Fası-ğın davetini kabul etmek ona saygı ve ikram demektir.

24) Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh, Rasûlullah saiiallahu aleyhi vesellem'e, "Ya Rasûlallah hangi sadaka efdaldir?" diye sordu. Rasûlullah saiiallahu aleyhi veselhm buyurdu ki: "Yoksulun gayret etmesidir. Bakımı senin üzerine olan kimseden (harcamaya) başla."                                (Ebu Dâvûd, Mişkat)

İZAH: Bir kimsenin ihtiyacı olduğu halde, fakir ve yoksul olduğu halde ken­di gayretiyle kendini zorlayarak vermiş olduğu sadaka en efdal sadakadır. Hz. Bişr rahmetullahi aleyh diyor ki: "Üç amel çok zordur. Yani onlar büyük bir azim işi­dir; 1.Yoksullukta cömertlik, 2.Yalnızlıkta takva ve Allah korkusu, 3.Kendisinden

korkulan yada menfaat umulan kimsenin karşısında hakkı söylemek"[197] Yani ken­disi ile menfaat ilişkileri olan, "Eğer ona hakkı söylersem benim ihtiyaçlarımı gör­mez. Bana bir zararı dokunur" diye kendisinden endişe edilen (kimsenin karşı­sında hakkı söylemektir). Allahu Teâlâ Yüce kelamında bu yöne işaret etmiştir. Ayetler bölümünde 28. ayette geçtiği gibi sahabeler kendi ihtiyaç ve fakirliklerine rağmen başkalarını kendilerine tercih ederlerdi. (Bu ayetin izahında bu konu bi­raz tafsilatlı olarak geçmiştir).Hz. Ali kerremallahu vechehu buyurdu ki: Üç kişi Rasûlullah saiiallahu aleyhi ve-seiiem'm yanına geldiler. Onlardan biri şöyle dedi; "Ya Rasûlallah, benim yüz di­narım vardı. On dinarını Allah için sadaka verdim". İkinci şahıs da "Benim on di­narım vardı. Ben onun bir dinarını sadaka verdim" dedi. Üçüncü şahıs ise "Be­nim bir dinarım vardı. Onun onda birini sadaka verdim" dedi. Rasûlullah saiiallahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Üçünüzün de sevabı eşittir. Çünkü herkes malının on­da birini sadaka etmiş oldu"Bir başka hadiste buna benzer bir kıssa daha zikredilmiştir. Onda da Rasûlul­lah saiiallahu aleyhi veseiiem cevaben şöyle buyurmuştur: "Siz hepiniz sevap bakımından eşitsiniz. Zira sizden her biri malının onda birini sadaka vermiştir". Bu hadiste bu sözlerden sonra Rasûlullah saiiallahu aleyhi vese/tem'in şu ayeti okuduğu geçmektedir:[198]"Varlıklı kimse nafakasını varlığı ölçüsünde versin. Rızkı dar olan da Al­lah'ın kendisine verdiği kadar versin (yani zengin kendine göre, fakir de kendine göre harcasın). Allah kişiyi ancak verdiği şeyle mükellef tutar. (Öyleyse yoksul kişi harcarken hiçbir şey kalmaz diye korkmasın) Allah darlıktan sonra genişlik de verecektir.(Talak-7)Allâme Suyûtî rahmetullahi aleyh Dürrü Mensur da bu ayeti kerimenin altında Hz. Ali kerremaiiahu vechehu'nun rivayetiyle aynı mana da olan başka bazı sahabe­lerin de rivayetlerini nakletmiştir. Bu rivayetlerden daha üstün olan bir sahih ha­diste Rasûlullah saiiallahu aleyhi vesetlem şöyle buyurmaktadır: "Bir dirhem, sevap bakımından yüzbin dirhemden daha büyüktür. Şöyle ki; bir adamın yalnız iki dir­hemi vardır. Onun bir tanesini sadaka olarak verir. Diğer şahsın da çok yüklü malı vardır. Bu kadar çok malından yüz bin dirhem sadaka verir. İşte o bir dirhemin sevabı, yüzbin dirhemin sevabından daha fazla olur."Allâme Suyûtî rahmetullahi aleyh Cami-üs Sağir de Hz. Ebû Zer radıyallahu anh ve Ebû Hureyre radıyaiiahu anh'm rivayet ettikleri bir hadisi zikretmiş ve sahih olduğunu yazmıştır. O hadis şöyledir: "Yoksulun gayret etmesi şudur: Yanında sadece iki dirhem[199]bulunan bir kimsenin bunlardan birini sadaka vermesidir." Bu rivayetten daha üstünü İmam Buhâri rahmetuiiahi ateyti\n rivayet ettiği şu hadistir: Hz. AbdUİlah İbni Mes'ud radiyattahu anh diyor ki: "Rasullah sallallahu aleyhi vesellem bize sadaka vermemizi emrettiği zaman bizden bazıları pazara gidip hamallık yaparlar ve ücret olarak bir müdd[200] kazanırlardı. Sonra onu sadaka olarak verirlerdi"[201] Bazı rivayetlerde şöyle geçmektedir: "Bizlerden bazılarının yanında bir dirhem dahi ol­mazdı. Pazara gider ve insanlardan iş talep ederdi. Sırtında yük taşıyarak bir müdd kadar para kazanırdı". Bu hadisi rivayet eden kişi diyor ki: "Bizim kanaatimize göre Abdullah İbni Mes'ud bununla kendi halini beyan etmektedir". Hz. İmam Buhari rahmetutiahi aleyh bu konu hakkında şöyle bir bölüm zikretmiştir: "Bu bâb sırtında yük taşıyarak kazandığı parayı sadaka vermek için işçilik yapan kişi hakkındadır."Bugün bizim hangimiz böyle bir coşkuya sahiptir ki? İstasyona gitsin ve sadece "Birkaç kuruş kazanayım da sadaka vereyim" niyetiyle yük taşısın. Onlar, bizim her an dünya yemeklerini düşündüğümüz gibi ahiret yemeğini düşünürler­di. Biz bugün evimizde yiyecek bir şey yoktur diyerek çalışıyoruz. Onlar ise bugün ahirete gönderecek bir şey yapamadım diye çalışıyorlardı. İslam'ın ilk yıllarında bazı münafıklar bu gibi insanları ayıplıyorlardı. Onlar meşakkat çekerek kazanırlar ve azar azar sadaka verirlerdi. Allahu Teâlâ o münafıkları şu ayette azarlamıştır:"(Münafıklar) o kimselerdir ki, nafile sadaka veren müslümanları sadakaları konusunda ayıplarlar. (Bilhassa) güçlerinin yetebileceğinden başkasını bu­lamayanları da ayıplarlar. Onlarla alay ederler. Allah onları maskaraya çevire­cektir (ahirette de onlarla alay edilecektir). Onlar için acıklı bir azab vardır."(Tevbe-79)Müfessirler bu ayeti kerimenin peşinden bu gibi rivayetler zikretmişlerdir. Şöyle ki; söz konusu sahabeler geceleri hamallık yaparak ücret alırlar ve onu sadaka olarak verirlerdi. Evlerinde az-çok ne varsa onların nazarında hepsi sadaka içindi. Zaruretleri kadar kendileri de biraz kullanırlardı.Bir defasında Hz. Ali radıyaiiahu anh'ın yanına bir dilenci geldi. Hz. Ali radıyai­iahu anh oğluna (Hz. Hasan yada Hz. Hüseyin radıyaiiahu anh'a) dedi ki: "Annene (Hz. Fatma radıyaiiahu an/ia'ya) söyle de ona bıraktığım altı dirhemden birini ver­sin". Oğlu gitti ve şu cevabı getirdi: "Siz o dirhemleri un almak için koymuştunuz". Hz. Ali radıyaiiahu anh, insan kendi yamndakinden daha çok Allah katında olana itimat etmediği müddetçe imanında sadık olamaz. Annene söyle, o altı dirhemin hepsini versin" buyurdu. Hz. Fatma radıyaiiahu anha sadece bir hatırlatma olsun di­ye söylemişti. O halde bu hususta enine boyuna düşünebilir miydi? Bundan do­layı dirhemleri verdi. Hz. Ali radıyaiiahu anh onların hepsini dilenciye verdi. Hz. Ali radıyaiiahu anh henüz yerinden kalkmamıştı ki bir adam devesini satmak için geldi. Hz. Ali radıyaiiahu anh fiyatını sordu. Adam, "140 dirhem" dedi. Hz. Ali radıyaiiahu anh ileride ödemeye söz vererek deveyi veresiye satın aldı. Biraz sonra bir adam geldi ve deveye baktı. Sonra, "Bu kimin?" dedi. Hz. Ali radıyaiiahu anh, "Benim" dedi. O, "Bunu satıyor musun?" dedi. Hz. Ali radıyaiiahu anh, "Evet" dedi. Adam fiyatını sordu. Hz. Ali radıyaiiahu anh iki yüz dirhem fiyat verdi. Adam o deveyi satın alıp gitti. Hz. Ali radıyaiiahu anh bunun 140 dirhemini borçlu olduğu kimseye yani devenin ilk sahibine verdi. 60 dirhemi de götürüp Hz. Fatma radıyaiiahu anha'ya verdi. Hz. Fatma radıyaiiahu anha, "Bu nereden geldi?" deyince Hz. Ali radıyaliahu anh, "Allah celle celaluhu Kendi Peygamberi sallallahu aleyhi vesellem yoluyla şöyle söz verdi; <Kim bir iyilik yaparsa, ona karşılığı on kat verilip[202]Bu da fedakarlık dolu bir meşakkattir. Paranın tamamı 6 dirhemdi. O da un almak için ayrılmıştı. Allahu Teâlâ'ya tam itimat ederek onları harcadı ve dünyada on kat karşılığını elde etti. O yüce insanların Allah'a tam itimat ederek herşeylerini Allah yolunda harcamaları İle ilgili daha pek çok olaylar vardır.Hz. Ebû Bekr radıyaiiahu antim Tebûk Gazvesi'ndeki kıssası meşhur ve ma­ruftur. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Allah yolunda sadaka vermeyi emredince evinde ne varsa hepsini getirip takdim etti. Peygamber saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm, "Evinde ne bıraktın?" sorusuna, "Allah ve Rasülünü (yani onların rızasını) bırak­tım" diye cevap vermişti. Alimler "Hz. Ebû Bekir radıyaiiahu anh iman ettiğinde 40 bin altını vardı" diye yazmışlardır.[203]Muhammed bin Abbâd Muhellebî rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Babam Padişah Me'mûn Reşidin yanına gitti. Padişah ona hediye olarak yüz bin dirhem verdi. Babam oradan dönünce hepsini sadaka olarak dağıttı. Me'mûn bunu öğrendi. İkinci defa babamla buluştuğunda Me'mûn kırgın olduğunu söyleyince Babam, <Ey Emîr el Mü'minin mevcut olanı tutmak Ma'bud'a karşı kötü zan ve şüphe beslemektir> buyurdu"[204] Yani var olan bir şeyi harcamamak, "Eğer bu biterse ne­reden gelecek?" korkusundan kaynaklanmaktadır. Sanki önceden ona veren sa­hibi ikinci defa vermekte zorluk çekecektir!Selefi salihin ve din büyüklerinin başından böyle çok kıssalar geçmiştir. Şöyle ki; yokluk içinde bile elde, avuçta ne varsa hepsini vermişlerdi. Ancak bütün bu rivayetler ve olayların tam aksine hadislerde şöyle bir ifade geçmek­tedir: Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur;"En hayırlı sadaka bollukta (kimseye muhtaç olmadan) verilen sadakadır"Ebû Dâvûd-u Şerifte şöyle bir kıssa geçmiştir: Hz. Câbir radıyaiiahu anh di­yor ki: Biz Rasûlullah saliaiiahu aleyhi veseiiem'm yarımdaydık. Bir adam geldi ve bir yumurta büyüklüğünde altın takdim ederek, "Ya Rasûlallah, bunu bir madenden elde ettim. Bundan başka da bir şeyim yok" dedi. Rasûiullah saiiaiiahu aleyhi vesel­lem ondan yüzünü çevirdi. Adam diğer yönden gelip aynı isteğini tekrarladı. Rasûlullah saliaiiahu aleyhi vesellem o taraftan da yüzünü çevirdi. Bu durum birkaç defa tekrarlandı. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem o parçayı alarak öyle kuvvetli bir şekilde attı ki eğer adama değseydi onu yaralardı. Sonra Rasûlullah saliaiiahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: "Bazı insanlar bütün malını sadaka olarak veriyorlar sonrada halkın önünde el açıyorlar. En hayırlı sadaka bollukta (kimseye muhtaç olmadan) verilen sadakadır".Ebû Said Hudri radıyaiiahu anh hazretleri diyor ki: "Bir adam mescide geldi. Rasûlullah saliaiiahu aleyhi vesellem (onun kötü durumunu görünce) halka sadaka olarak elbise vermelerini söyledi. Oradakiler bir miktar elbise verdiler. Rasûlullah saliaiiahu aleyhi vesellem elbiselerden ikisini mescide giren adama verdi. Bundan sonra başka bir münasebetle Rasûlullah saliaiiahu aleyhi vesellem sahabeleri tekrar sadaka vermeye teşvik etti. O adam da iki elbisesinden birini sadaka olarak ver­di. Rasûluilah saliaiiahu aleyhi vesellem onu uyardı ve elbisesini geri verdi"[205] Bir baş­ka hadiste Rasûlullah saliaiiahu aleyhi vesellem bu olayla ilgili şöyle buyurmuştur: "Bu adam çok kötü bir vaziyette mescide gelmişti. Ben ümid ediyordum ki siz onun haline bakarak onunla bizzat ilgilenirsiniz. Ancak siz bunu düşünmeyince benim <Sadaka getirin> diye söylemem gerekti. Siz sadaka getirdiniz. Ona iki elbise ver­dim. Sonra ben başka bir defa sadaka verilmesini teşvik edince bu adam da iki elbi­sesinden birini, <Alın, kendi elbisenizi geri alın> dercesine sadaka vermek istedi[206]Diğer bîr hadiste Rasûlullah saliaiiahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: "Bazı in­sanlar bütün malını sadaka olarak veriyorlar. Sonra oturup halkın eline bakıyor­lar. En hayırlı sadaka bollukta (kimseye muhtaç olmadan) verilen sadakadır". Bir başka hadiste Rasûlullah saliaiiahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Bolluk içinde olmadan (başkalarına muhtaçken) yapılan sadaka, sadaka değildir'[207]Bu rivayetler görünüşte önceki rivayetlere ters düşmektedir. Ama gerçekte hiçbir terslik yoktur. Çünkü bu rivayeti erdeki yasağın sebebine bizzat Rasûlullah saliaiiahu aleyhi vesellem kendisi işaret etmiştir. Şöyle ki; bazı insanlar bütün malını sadaka verip sonra insanların eline bakmaktadırlar. Böyle insanların bütün mal­larını sadaka olarak vermeleri kesinlikle uygun değildir. Hatta son derece yersiz­dir. Ancak yanında bulunan maldan daha fazla Allah'ın Kabza-i Kudret'inde bulu­nan mala itimad ederse, böyle zâtların bütün mallarını sadaka etmelerinde bir sa­kınca yoktur (Hz. Ali radıyaiiahu anti\n biraz önceki kıssasında geçtiği gibi Hz. EbûBekr'in durumu ise ondan daha üstündür). Ancak şu kadarı var ki, kişi kendi halinin o zatların haline benzemesi için ve o zâtlar gibi dünyaya gönül vermek ve Allahu Teâlâ'ya itimad oluşturmak için mutlaka çalışmalıdır. İnsan herhangi bir iş için çalışırsa, Allah o şeyi ona mutlaka lütfeder. Bu konuda bir atasözü vardır."Kim çalışırsa karşılığını bulur"Bir Allah dostuna biri sormuş: "Ne kadar malda, ne kadar zekat vardır?" O zât cevap vermiş: "Avam için 200 dirhemde 5 dirhem yani kırkta bir şeriatın hük­müdür. Ancak bize malın tamamını sadaka vermek vaciptir"[208] Hadisler bölümünün birinci hadisinde bu konuda Rasûlullah saliaiiahu aleyhi veseiiem"\n şöyle bir beyanı geçmiştir: "Eğer Uhud Dağı'nın tamamı altın olsa ondan bir dirhem dahi sakla­maya gönlüm razı olmaz. Ancak borcumu ödemek için ayırdığım müstesna", İşte bundan dolayıdır ki Rasûlullah saliaiiahu aleyhi vesellem ikindi namazından sonra çok acele olarak evine gitmiş ve farkında olmadan evde kalmış bulunan bir altın parça­sının sadaka olarak verilmesini emir buyurarak geri dönmüştür. 4 no'lu hadiste geç­tiği gibi hasta bir durumdayken birkaç altın paranın yanında bulunmasından dolayı huzursuz olmuştur. Hz. İmam Buhâri rahmetuiiahî aleyh, Sahih-i Buhâri Şerifinde şöy­le buyurmuştur: "Sadaka bolluk olmadan olmaz. Kim kendisi muhtaç olduğu halde veya çoluk çocuğu muhtaç olduğu halde veya borçlu olduğu halde sadaka verirse önce borcunu ödemesi gerektiğinden onun sadakası iade edilir. Ancak bir kimse sabretmekle tanınıyorsa ve Hz. Ebû Bekr rahmetuiiahi aieyh'in yaptığı gibi veya Ensa-rın Muhacirleri kendilerine tercih ettikleri gibi, ihtiyacına rağmen başkasını kendi üzerine tercih ederse onun bütün malını tasadduk etmesinde bir sakınca yoktur".Allâme Taberî rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Cumhur-u Ulemâ'nın mezhebi şudur ki; bir adam bütün malını şu şartlarda sadaka olarak verebilir: Borcu olmaması, yok­luğa dayanması, çoluk çocuğu olmaması eğer varsa onların da onun gibi sabre­denlerden olması gerekir. O zaman bütün malı tasadduk etmekte bir sakınca yok­tur. Eğer bu şartlardan biri bulunmazsa malın tamamını sadaka vermek mekruhtur.[209]Bizim büyüklerimizden Hakîmül Ümmet Şah Veliyyullah hazretleri (Allah kabrini pür nur eylesin) buyurdu ki: "Rasûlullah saliaiiahu aleyhi veseiiem\r\ <En ha­yırlı sadaka zenginken verilendir> sözünden maksat kalp zenginliğidir.[210] Bu yö­nüyle de bu hadisler önceki hadislere ters düşmemektedir. Bizzat hadislerde Ra­sûluilah saliaiiahu aleyhi veseiiem'm şu ifadesi geçmiştir: "Zenginlik malın çokluğu değildir. Asıl zenginlik kalp zenginliğidir"[211]Yukarıda altın parçası olayı anlatılmış­tı. O olayda da işaret yoluyla aynı konu anlatılmaktadır. Şöyle ki; o adam "Bunun hepsini sadaka olarak veriyorum ve benim ondan başka bir şeyim yoktur" diye S|k sık arz etmesi, kalbinin o mala bağlı olduğuna işaret etmektedir.Mezâhir eserin yazan diyor ki: Sadakanın zenginlikle olması gerekir. Bu zenginlik isterse gönül zenginliği olsun, yani Allahu Teâlâ'ya tam olarak iti-mad edilmelidir. Mesela Ebû Bekr Sıddîk radıyaiiahu anh bütün malını Allah yolun­da verdiğinde Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm, "Çoluk-çocuğuna ne bıraktın?" sorusuna, "Allah'ı ve O'nun Rasûlü'nü" demiştir. Bunun üzerine Rasûlullah saiiat-lahu aleyhi veseiiem onu övmüştür. Eğer bir kimse bu dereceyi elde edememişse o zaman mal zenginliği bakî kalmalıdır.Özet olarak kişide kâmil bir tevekkül varsa, isterse malının tamamını har­casın. Eğer tevekkül kâmil değilse, çoluk-çocuğun hakkını öne almak gerekir.[212] Ancak kendi kalbini, kendi hatasından dolayı uyarmaya devam etmeli ve, "Sen şu pis dünyaya güvendiğinin yarısı ya da üçte biri kadar Allah'a güvenmiyorsun" diyerek onu gayrete getirmelidir. İnşallah onun sık sık uyarmasından dolayı mutlaka tesir olur. Keşke Allahu Teâlâ o büyük zatların tevekkül ve itimadının bir parçasını bu âcize ele ihsan etse...

25) Hz. Aişe radıyallahu anha'dan rivayete göre Rasûlullah sallaltahu aleyhi  şöyle buyurmuştur: "Kadın evinin yemeğinden (israf vs. ile) onu boz­madan sadaka verirse, ona infak etme sevabı verilir. Kocasına da onu kazan­dığından dolayı sevap verilir. Yemeği tertipleyen (kadın olsun, erkek olsun) ona da sevap verilir. Birinin sevabı diğerininkinden bir şey eksiltmez."

(Müttefekun aleyh, Mişkât)

İZAH: Bu hadisi şerifte iki konu geçmektedir. Biri hanımın infak etmesiyle ilgilidir, diğeri ise yiyecekleri koruyan kilerci ve yemek işlerini idare eden kim­seyle ilgilidir. Her iki konuda da pek çok rivayetler zikredilmiştir. Şeyheyn'in bir başka rivayetinde Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'ln şöyle buyurduğu zikredil­miştir: "Hanım kocasının kazandığından kocası emretmeden infak ederse kendi­sine yarım sevap verilir.[213]Hz. Sa'd radıyallahu anh diyor ki: Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem kadınlar topluluğu ile biat ettiğinde uzun boylu bir kadın ayağa kalktı. Mudar kabilesinden olduğu anlaşılıyordu. Çünkü o kabile insanlarının boyları uzundu. Kadın şöyle dedi: "Ya Rasûlaüah biz kadınlar babamızın üzerine yüküz. Çocuklarımızın üze­rine de yüküz. Kocalarımızın üzerine de yüküz. Bizim onların malından hangi şe­yi alma haklarımız vardır?". Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Taze ve yaş malzemeler -ki onları saklamakta bozulma endişesi vardır-. Böyle şeyleri hem yiyebilirsiniz hem de başkalarına verebilirsiniz[214]'.1 Bir başka hadiste Rasûlul­lah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Allah celle celaluhu bir lokma ve bir avuç hurma yüzünden üç kişiyi Cennet'e koyar; 1.Ev sahibini yani kocayı, 2.Yemeği pişiren hanımı, 3.Yemeği fakirin kapısına götürüp veren hizmetçiyi.[215]Hz. Aişe radıyaiiahu anfia'nın kız kardeşi olan Hz. Esma radıyaiiahu anha şöyle dedi: "Ya Rasûlallah (kocam) Hz. Zübeyr'in bana verdiğinden başka hiçbir şeyim yok. Ben ondan (hayır yolunda) harcayabilir miyim?" Bunun üzerine Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Bol bol harca, sarıp saklama. Eğer saklarsan (sana veri­lenler) kesilir"[216] Bu rivayet ve aynı manadaki bir çok rivayetler biraz önce geçmiştir.Bir rivayete göre Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Bir kadın kocasının kazandığından, onun emri olmadan hayra harcarsa, kocasına sevabın yansı verilir"[217] Biraz önce geçen rivayette bunun aksi zikredilmiştir. Şöyle ki; böyle bir durumda kadın için sevabın yarısı vardır. Ancak dikkatli bakılınca ko­canın kazancını harcamanın iki şekli olduğu anlaşılmaktadır. Birinci şekil şudur; Koca kazandığı maldan bir hisseyi hanımına tamamen verir ve onu malın sahibi yapar. Eğer kadın böyle bir malı hayra harcarsa kendisine tam sevap verilir, kocası­na da yarım sevap verilir. Çünkü şu açıktır ki, koca kesin olarak kendi malını hanı­mına vermiştir. Artık hanımı malı harcadığında gerçekten kocasının malından har-camayıp, kendi malından harcamaktadır. Ancak malı kazanan koca olduğu için ona da Allah'ın lütuf ve keremiyle hanımın verdiği sadakadan yarım sevab verilir. Ayrı­ca hanımına mal verdiğinden dolayı kocaya önceden özel olarak sevabı verilmişti.İkinci şekilde şudur: Koca malı kazandıktan sonra hanımını mal sahibi yapmaz. Aksine evin günlük masrafları için ona verir. İşte o maldan verilen sada­kadan dolayı kocaya tam sevap verilir. Çünkü malın asıl sahibi o'dur. Kadına ise yarım sevap verilir. Çünkü bu sadakadan dolayı ev harcamalarındaki darlık ve sıkıntıyı kadın da çekecektir. Bunlardan başka daha bir çok rivayetlerde çeşitli başlıklarla kadınların yiyecek ve gıda maddelerinden Allah yolunda harcamaları teşvik edilmiştir. Hanımlar basit bir şey verecekleri zaman "Beyimden izin alma­dım" diye bahane aramamalıdır. Tabi bütün bu rivayetlere karşılık bazı rivayet­lerde böyle yapmak men edilmiştir.Hz. Ebû Umâme radıyallahu anh diyor ki: Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem Haccet-ül Veda hutbesinde diğer sözlerinin yanı sıra şunu da söylemiştir; "Hiçbir kadın kocasının evinden (yani onun malından) onun izni olmadan harcamasın". Bir adam, "Ya Rasûlallah yemeği de izinsiz vermesin mi?" deyince Rasûlullah

satiailahu aleyhi veseiiem, "Yemek en güzel maldır" buyurdu.[218] Yani onu da izinsiz sa­daka olarak vermesin demektir. Bu rivayetin önceki rivayetle gerçekte hiçbir çelişkisi yoktur. Önce geçen bütün rivayetler genel durumlar ve örf ve âdetlere göredir. Evlerdeki örf ve âdetler her yerde genellikle böyledir ve böyle olmaktadır. Şöyle ki; evin masrafları için verilen para veya ihtiyaç maddeleri gibi şeylerden hanımların biraz sadaka vermeleri veya fakirlere biraz yemek vermelerine koca­ları itiraz etmezler. Aksine kocaların böyle şeyleri didiklemeleri, sorup araştırma­ları, cimrilik ve aşağılık bir davranış olarak sayılmaktadır. Ancak bütün bu örf ve geleneklere rağmen bir cimri adam, malından birine bir şey verilmesine izin ver­mezse, hanımının onun malından sadaka ve hediye vermesi caiz değildir. Şüp­hesiz kadın kendi malından istediğini hayır olarak verebilir.

Bir adam, "Ya Rasûlallah! Hanımım benim iznim olmadan malımdan hayır yo­lunda harcıyor" dedi, Rasûlullah saitaiiahu aleyhi veseiiem, "Onun sevabı ikinize de verile­cektir" buyurdu. Adam, "Ben onu böyle yapmaktan alıkoyuyorum" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Sana cimriliğinin karşılığı, ona da iyiliğinin mükafatı verilecektir"[219]Bundan anlaşılıyor ki, kocaların böyle basit şeyleri yasaklamaları cimriliktir. Kocası yasakladığı halde onun malından vermesi kadın için caiz değil­dir. Şüphesiz ki kadının gönlü hayır yapmak istiyor da kocasının zorlamasından dolayı bunu yapamıyorsa, ona niyetinden dolayı devamlı sadaka sevabı verilir.Allâme Aynî rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Gerçek şudur ki bu gibi şeylerde her şehrin örf ve âdetleri değişiktir. Kocaların da hâli çeşit çeşittir. Bazıları (hanımının harcamasını) sever, bazıları sevmez. Bunun gibi harcanan şeye göre de durumlar değişir. Bir defa basit şeylere göz yumulur. Bazı şeylerde vardır ki kocanın gö­zünde çok önemlidir. Bunun gibi bazı şeyler vardır ki onları saklamakta bozulma endişesi vardır. Bazı şeylerde vardır ki onları saklamakta bir zarar yoktur". Hafız Ibni Hacer rahmetuiiahi aleyh şöyle nakletmiştir: "Kadını harcamaktan alıkoymanın şu şartında alimler ittifak etmişlerdir. Kadın harcamakta fesad çıkarıcı olmamalıdır".Bazı alimler şöyle demişlerdir: "Kadınların hayır yolunda harcamaları için teşvikler Hicaz bölgesinin geleneklerine uygun olarak gelmiştir. Çünkü genellikle orada hanımların bu gibi tasarruflarına izin verilirdi. Onlar fakirlere, misafirlere, komşu kadınlara, dilencilere yemek ve başka şeyler verirlerdi. Rasûlullah saiiaiia-hu aleyhi veseiiemin bu hadislerinden maksat Arapların bu güzel sıfatını almaları için ümmetine teşvik vermektir"[220] Nitekim bizim diyarımızda da pek çok evlerde şu gelenek vardır. Hanımlar tarafından bir dilenciye, bir akrabaya, bir ihtiyaç sa­hibine veya aç bir kimseye yiyecek ve içecek verilirse kocalara göre bu durum ne izin alınması gereken bir şeydir ne de üzüntüyü gerektiren bir şey.Yukarıdaki hadiste ki ikinci konu muhafız ve hazinedar hakkındadır. Çoğu kere asıl mal sahibi birine bir hediye vermek veya sadaka vermek ister fakat ha­zine görevlileri ve koruma sorumluları o işi bozarlar. Özellikle devlet idarecileri ve padişahlar çoğu zaman sadaka ve yardım fermanı yayınlarlar. Ama katip ve danışmanları buna imkan olmadığına dair devamlı mazeret uydururlar. Bundan dolayı Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bir çok hadislerinde bu işle görevli olanla­rın son derece gönül hoşluğu ve memnuniyetle mal sahibinin ve amirinin emrini yerine getirmeleri için teşvik vermiştir. Eğer böyle yaparlarsa onlara sadece aracı ve vasıta olduklarından dolayı Allah'ın lütuf ve ikramı sayesinde ayrıca sevap verilecektir. Yukarıdaki konu da bu mükafatla ilgili bir çok hadis geçmiştir.Bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Müslüman ve güvenilir bir hazinedar (maliye görevlisi) mal sahibinin emrinitam olarak memnuniyet ve gönül rızasıyla uygularsa, ne kadar vermesi emredildiyse o kadar verirse, o da sadaka veren­lerden sayılır"[221] Bir başka hadiste şöyle buyurulmuştur: "Eğer sadaka (bilfarz) 70 milyon insanın elinden geçerek yerine ulaşsa en son kişiye birinci kişiye verilen sevabın aynısı verilir"[222] Yani örnek olarak bir devlet reisi (muhtaçlara) yardım yapılmasını emretse, bu yardımın yerine ulaşmasında devlet çalışanlarından ne kadar insan vasıta olursa, hepsine sevap verilir. Yani yardım edenle, yardımı ulaştırmakta aracı olanların hepsi ecir ve sevap yönünden aynı şeye müstahak-tırlar. Bir bakıma her ikisinin sevabında derece farkı vardır. Ancak sevaptaki de­rece farkı sadece mal sahibinin sevabının fazla olmasını gerektirmez. Bazen mal sahibinin sevabı ziyade olur. Mesela hizmetçiye veya kasadara, "Kapıdaki veya yanındaki falan şahsa yüz lira ver" diye emretmesi gibi. Bu şekilde kesinlikle mal sahibine fazla sevap verilir. Bir de (mesela) şöyle der: "Falan mahalledeki hasta­ya bir nar ver de gel". O kadar uzağa gitmek meşakkat yönünden bir narın değe­rini geçerse o zaman bu aracı kişinin sevabı asıl mal sahibinden daha fazla olur." Aynı şekilde malın muhafızı ve hazinedarı olan kişi mal tahsil etmekte çok zorluk çekiyorsa ve mal sahibi malı zorluk çekmeden bedavadan elde ediyorsa, böyle bir malı sadaka vermekle o muhafıza şüphesiz daha fazla sevap verilir.Ecir ve sevap, çekilen meşakkate göredirİşte bu, yüce İslam dininin apayrı bir kaidesidir. Ancak kocasının izni olmadan hanımının malda tasarruf etmesinde sınırlı bir hakkı varsa da mal mu­hafızı ve kasadar için mal sahibinden izinsiz onun malında hiçbir tasarruf caiz değildir. Tabii ki eğer mal sahibi tarafından ona tasarruf izni verilirse o zaman bir sakınca yoktur.

26) İbni Abbas radtyaliahu anhuma'dan merfu olarak nakledilen bir hadiste Rasûlullah saliailahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Her iyilik sadakadır. Bir hayra delalet edene (teşvik verene) o hayrı işleyene verilen kadar sevap ve­rilir. Allahu Teâlâ felaketzedeye yardım edilmesini sever"    (Ei-Mekâsıd-oı Hasene)

İZAH: Bu hadisi şerifte üç konu vardır. Birincisi; her iyilik sadakadır. Yani sadaka için illa da mal vermek gerekli değildir. Sadaka sadece mal ile sınırlı de­ğildir. Aksine kime bir iyilik yapılırsa o sevap itibariyle sadakadır.Bir rivayette şöyle geçmektedir: "İnsanda 360 eklem vardır. Öyleyse insan her eklem için günde bir sadaka vermesi gerekir". Sahâbe-i Kiram, "Ya Rasûlal-lah! Kimin buna (günde 360 sadaka vermeye) gücü yeter" dediler. Rasûlullah sai-laüahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Mescidde bir tükürük varsa onu temizleyin, bu bir sadakadır. Yolda eziyet verici bir şey duruyorsa onu giderin, bu da sadakadır. Hiçbir şey bulamazsanız iki rekat kuşluk namazı hepsinin yerine geçer"[223] Çünkü namazda her eklem Allah'a ibadet halinde hareket etmektedir.

Bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Her gün güneş doğduğunda insana her ek­lemi karşılığında bir sadaka vacip olur. iki adamın arasında adaletle karar vermeniz bir sadakadır. Bineğine binmekte olan bir adama yardım etmeniz bir sadakadır. Onun yükünü kaldırıp kendisine vermeniz bir sadakadır, Kelime-i Tayyibe (Lâ ilahe illallah demek) de bir sadakadır. Namaz için atılan her adım sadakadır. Birine yol göstermeniz sadakadır. Yoldan eziyet veren şeyi gidermeniz de sadakadır.[224]Başka bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Her gün her eklemi karşılığında insanın bir sadaka vermesi gerekir, Her namaz sadakadır. Oruç sadakadır. Hacc sadakadır. Subhanallah demek sadakadır. Elhamdülillah demek sadakadır. Alla-huekber demek sadakadır". Diğer bir hadiste de şöyle geçmektedir: "Yolda rast­ladığına selam vermek sadakadır, iyiliği emretmek sadakadır. Kötülükten alıkoy­mak sadakadır"[225] Buna benzer pekçok hadisler varid olmuştur. Onlardan anlaşıl­dığına göre (Allah rızası olmak şartıyla) her iyilik, her güzel iş, her ihsan sadakadır.Baştaki hadiste zikredilen ikinci konu şudur. Kim birini hayırlı bir işe teşvik ederse, ona da o işi yapan gibi sevap verilir. Bu hadis meşhurdur. Pek çok Sahâbe-iKiram radtyatlahu anhum ecmaîn'den rivayet edildiğine göre Rasûlullah saliailahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "İyiliğe yol gösteren o iyiliği yapan gibidir". Allahu Teâlâ Şanûhu'nun ihsanı, ikramı, in'âmı ve bahşişlerinin bir sınırı var mı ki?! O'nun nimetleri ve O'nun lütuf lan yorulmadan elde edilmektedir. Ancak biz al­mak istemiyorsak bunun çaresi nedir? Bir şahıs çok fazla nafile namaz kılamı-yorsa, o başkasına teşvik vererek nafile namaz kıldırmalıdır ki ona verilen sevap kendisine de verilsin. Kendi yoksul olduğundan ya da başka bir sebepten dolayı hayır yolunda bol bol mal ha reayamı yorsa başkasına teşvik verip, mal harcatsın ve mal harcayanların sevabına bizzat ortak olsun. Bir şahıs kendisi oruç tutamıyor, hacc yapamıyor, cihad edemiyor ve herhangi bir ibadeti yapamıyor ama başka­larını bu gibi şeylere teşvik ediyor ve böylece kendisi bütün bunlara ortak oluyor. Çok dikkatli düşünülmesi ve anlaşılması gereken bir husustur ki, eğer insan bü­tün bu ibadetleri yalnız başına yaparsa sadece bir sevap alacaktır. Ancak yüz kişiye bu şeyleri anlatıp, teşvik eder ve amel ettirirse, yüzünün de sevabını alır. Eğer bin, iki bin ve daha fazla insanın ameline vesile olursa, ibadetlere yönelttiği insanların hepsinin sevabını almaya devam edecektir, İşin hoş tarafı da şudur; eğer o kişi ölse bile amel yapanların amellerinin sevabı ölümden sonrada kendi­sine ulaşır. Allah'ın ihsan ve ikramlarının bir sınırı var mı ki?! Hayatında yüzbinler-ce insanı dinî işlere başlatan (amel etmelerini sağlayanlar ne kısmetli insanlardır! Ve şimdi onlar ölümlerinden sonra o amel yapan insanların sevabına ortaktırlar.Amcam Mevlânâ İlyas Efendi (Allah kabrini pür nûr etsin) şöyle derdi: "İn­sanlar kendilerinden sonra birkaç kişi bırakarak (ahirete) gidiyorlar. Ben ise bir memleket ahâlisini bırakarak gidiyorum". Onun bu sözünün maksadı şuydu: Me-vat bölgesinde onun çalışması sayesinde yüzbinlerce insan namaz kılmaya baş­ladı. Binlerce insan teheccüt namazı kılmaya başladı. Binlercesi Kur'an hafızı oldu. Onların hepsinin sevabı inşallah ona nasib olacaktır. Artık şimdi bu güzel kısmetli cemaat Arap ve Acem diyarlarında tebliğ yapmaktadırlar. Onların çalış­masıyla ne kadar insan herhangi bir din işine sarılır, namaz kılar ve Kur'an okur­larsa onların hepsinin sevabı o çalışanlara ve "Ben arkamda bir memleket ahâlisi bırakıp gidiyorum" diye sevinen o zat'a verilecektir.Hayat mutlaka sona erecektir. Ölümden sonra insanın hayatında yaptıkları işe yarayacaktır. Ömrün şu anlarını çok büyük bir ganimet bilmelidir. Ahiret azığı yapılabilecek bir şeyde eksiklik yapılmamalıdır. En hayırlı şeyler sevabı ölümden sonra devam edenlerdir.Dostlarım ve büyüklerim! Vaktinizi ganimet bilin. Yanınızda götüreceğinizi götürün. Ölümden sonra hiç kimse ne oğlunu sorar ne babasını. Hepsi birkaç gün ağladıktan sonra susarlar. En güzel şey sadaka-i cariyedir.Baştaki hadiste üçüncü olarak şu konu zikredilmiştir. Allahu Teâlâ musi­bete uğramış insanların feryadına kulak verenleri sever. Bir hadiste şöyle buyu­rulmuştur: "Allahu Teâlâ insanlara merhamet etmeyene merhamet etmez". Bir hadiste şöyle buyuru İm ustur: "Musibete uğramış kadınlara veya fakirlere yardım eden kimse, cihada koşan gibidir". Buna ilave olarak şöyle de buyurdu: "O kişi gece boyu hiç gevşeklik yapmadan namaz kılan ve hiç iftar etmeden devamlı oruç tutan gibidir"[226] Bir başka hadiste de şöyle buyurulmuştur: "Bir kimse bir mü'minden dünyanın herhangi bir musibetini giderirse Allah celle ceiaiuhu da ondan Kıyamet Günü'nün musibetini giderir. Bir kimse zorluğa düşen birine kolaylık gös­terirse, Allah celle ceiaiuhu ona dünya ve ahiret kolaylığı nasib eder. Bir kimse bir Müslümanın dünyada kusurunu örterse, Allah celle ceiaiuhu da dünya ve ahirette onun kusurunu örter"[227] Diğer bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Kim bir Müslüman kardeşinin ihtiyacını görürse, o, Allahu Teâlâ'ya bütün ömür boyu hizmet etmiş (yani ibadet etmiş) gibi sevap kazanır". Yine bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Bir kimse Müslüman bir kardeşinin hacetini idarecilere ulaştınrsa, Sırat Köprüsü'nde ayakların kaydığı günde yürümesinde ona yardım edilir".Bir hadisi şerifte şöyle geçmektedir: "Allah'ın bazı kullan vardır ki Allahu Teâlâ onları halkın ihtiyaçlarını gidermeleri ve onların işlerine yardım etmeleri için yaratmıştır. İşte onlar kıyametin şiddetli gününde rahat olacaklardır. Onlarda hiçbir korku olmayacaktır". Yine bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Kim çaresiz kalmış kardeşine yardım ederse Hak Teâlâ Şânûhû dağların bile yerlerinde duramadığı gün (kıyamet günü) onun ayağını sabit kılacaktır". Diğer bir hadiste şöyle geçmektedir: "Kim bir müslüman kardeşine bir sözle yardımcı olursa veya ona yardım etmek için adım atarsa, Allahu Teâlâ ona yetmiş üç rahmet indirir. Bunlardan biriyle onun dünya ve ahireti düzelir. Yetmiş ikisi de ahirette dere­cesinin yükselmesi için bir azıktır.Kenz-ül Ummal kitabının yazarı, bunlardan başka daha pek çok hadisler-deki bu çeşit konuları nakletmiştir. Bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Müslümanlar birbirine merhamet etmekte, birbirine olan bağlılıkta, birbirine olan şefkatte bir be­den gibidirler. Bir uzuv acı çekerse bütün âzâlar onunla birlikte uyanık kalır ve ateşlenirler"[228] Yani bir uzun acısından dolayı bütün azalar huzursuz olurlar. Mesela el yaralandığında artık hiçbir âzânın uykusu gelmez. Hepsinin uyanık kalması ge­rekir. Bundan daha ötesi, elin sancısından dolayı bütün bedeni ateş kaplar. Aynen bu şekilde bir müslümanın acısından dolayı herkesin huzursuz olması gerekir.Bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Merhamet eden insanlara Rahman (olan Allah) da merhamet eder. Siz yeryüzündeki insanlara merhamet edin ki, gökyü-zündekiler de size merhamet etsinler". Bu sözden maksat, Allahu Teâlâ Şânûhû da olabilir melekler de. Başka bir hadiste şöyle geçmektedir: "Müslümanların en hayırlı evi içinde yetim olup da ona güzel davranılan evdir. En kötü ev İse içinde yetim olup da o yetime kötü davranılan evdir"[229] Yine bir hadiste buyuruldu ki:"Benim ümmetimden birini sevindirmek için onun ihtiyacını gören kimse, beni sevindirir. Kim beni sevindirirse, Allah'ı sevindirir. Kim Allah'ı sevindirirse Allah onu Cennet'e koyar". Diğer bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Kim musibete uğra­yan bir insana yardım ederse onun için yetmiş üç mağfiret derecesi yazılır. Onlardan bir derece ile o kişi düzelir (yani hatalarının affına sebep olur). Geriye kalan 72 derece o kişinin derecelerinin artmasına sebep olur". Yine bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Yaratıkların hepsi Allah'ın lyâlidir (yakınlarıdır). İnsanların Allahu Teâlâ'ya en sevgili olanı onun lyâline güzel davranandır"[230]"Yaratıkların hepsi Allah'ın lyâlidir" sözü meşhur bir hadistir. Bir çok Sahâ-be-i Kiram tarafından nakledilmiştir. Alimler şöyle yazmışlardır, "insanlar kendi ço­luk çocuğunun rızkını temin etmeye önem verdiği gibi Allahu Teâlâ da bütün mah-lukatına rızık verir. Bu açıdan yaratıklara Allah'ın tyâli denmiştir"[231] Allah'ın lyâli ol­ma sıfatı sadece müslümana ait değildir. Bu hususta Müslüman ve kafir ortaktır. Hatta bütün canlılar buna dahildir. Çünkü hepsi Allahu Teâlâ'nın yaratıkları ve lyâli-dirler. Kim hepsiyle güzel geçinir ve güzel davranırsa o Allah'ın en sevgili kulu olur.

27) Şeddad bin Evs radıyaliahu anh diyor ki: Ben Rasûlullah sailallahu aleyhi vese//em'in şöyle buyurduğunu işittim; "Kim gösteriş niyetiyle namaz kılarsa o şirk koşmuş olur. Kim gösteriş için oruç tutarsa şirk koşmuş olur. Kim gösteriş için sadaka verirse şirk koşmuş olur".                     (Ahmed, Mişkât)

İZAH: Şirk koşmuş olur demek; kişi bu ibadetlerinde başkalarını Allah'a ortak koşmuş olur demektir. Allah'a ortak koştuğu kimseler kendilerine gösteriş yapmayı maksat edindiği kimselerdir. O kimse ibadetini sadece Allah için yap­mamış olup aksine onun ibadeti bir ortaklık ibadeti olmuştur. Onun ibadetinin ga­yesine gösteriş yapmak istediği kimselerin de hisseleri katılmıştır.Bu konu çok önemlidir. Bu konu üzerinde durarak bu bölümü kapatıyorum. Maksat şudur; hangi ibadetsolursa olsun yalnız Allah rızası için olmalıdır. Onda hiçbir bozuk gaye, riya, şöhret, itibar vs. asla olmamalıdır. Çünkü bu niyetler in­sanın iyilikleri berbat olup günahı kesinleşir. Hadislerde sık sık riya konusunda tehdit ve tenbihler geçmektedir.Bir Hadis-i Kudsi'de Cenab-ı Hak Subhanehû şöyle buyurmaktadır: "Ben bütün ortaklar arasında ortaklığa hiç muhtaç değilim. Kim ibadetinde başkasınıBana ortak koşarsa, Ben onu ortak koştuğu ile baş başa bırakırım"[232]Yani o kendiamelinin karşılığını ortak koştuğundan alsın, onun Benimle hiçbir ilgisi yoktur. Bir başka hadiste şöyle buyurulmuşiur: "Kıyamet günü bir münadi şöyie ilan edecektir; <Kim herhangi bir amelinde bir başkasını Allah'a ortak koştuysa, o ortak koş­tuğundan sevabını istesin. Allah ceiie celaluhu ortaklığa muhtaç değildir[233]Hz. Ebû Said Hudri radıyaliahu anh diyor ki: Bir defasında Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem yanımıza geldiler. Biz o esnada deccaldan bahsediyorduk. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Ben sizin hakkınızda Deccal'den daha çok korktuğum bir şeyi söyleyeyim mi?" Bizler, "Şüphesiz söyleyiniz" dedik. Rasûlul­lah saiiaitahu aleyhi veseiiem "O, şirki hafîdir" buyurdu. Mesela bir adam namaz kılar. (Namaza ihiasla başlamıştır. Bir şahıs onun namaz kılışına bakmaya başlar). Onun bakmasından dolayı namazını uzatır.Bir başka sahabi Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiemln şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Benim sizin hakkınızda en fazla korktuğum şey gizli şirktir". Sahabi, "Gizli şirk nedir?" deyince Rasuİullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem "Riyadır" buyurdu. Bir hadiste bu İfadelerden sonra şu ilave vardır: "Allahu Teâlâ, kullarına, yaptıkları amellerin karşılığını vereceği gün onlara şöyle diyecektir; <Kendilerine göster­mek için amel yaptığınız kimselere gidin, bakın onların yanında sizin amel­lerinizin karşılığı var mı?[234]Kur'an-ı Kerim'de Allahu Zülcelal şöyle buyuruyor:"Kim Rabbine kavuşmayı arzu ediyorsa (O'nun sevgilisi ve yakını olmak isti­yorsa) salih amel işlesin ve Rabbine ibadette hiçbir kimseyi ortak koşmayın"(Kehf-110)Hz. İbni Abbas radıyaliahu anhuma diyor ki: Bir adam Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'e şöyle dedi; "Ben bazı (dini işlerde) Allah rızası için ayağa kalkıyorum ama gönlüm istiyor ki benim bu çalışma mı insanlar görsün". Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem ona hiçbir cevap vermedi nihayet yukarıdaki ayet nazil oldu.Hz.   Mücahİd rahmetullahi aleyh diyor ki:   BİT adam  Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseliem'ln huzuruna geldi ve "Ben sadaka veriyorum. Maksadım sadece Allah rızası oluyor. Ancak gönlümden, <insanlar bana iyi desinler> diye geçiyor" dedi. Bunun üzerine yukarıdaki ayeti kerime nazil oldu.Bir Hadis-i Kudsi'de Allah ceiie celaluhu şöyle buyuruyor: "Kim amelinde bir başkasını Bana ortak koşarsa, Ben onun ameiinin tamamını bırakırım (kabul et­mem). Ben, ancak Benim rızam için olan ameli kabul ederim". Bundan sonra Ra­sûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem yukarıdaki ayeti kerimeyi okudu. Bir başka hadiste şöyle buyurulmuştur: "Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor; <Ben arkadaşımla bölüşmeyi en güzel şekilde yapanım. Şöyle ki; bir şahıs ibadetinde Bana başkasını ortak koşarsa, Ben Kendi hissemi de o ortağa veririm>". Bir hadiste şöyle buyurulmuş­tur: "Cehennem'de bir vadi vardır ki, Cehennem'in kendisi dahi günde 400 defa ondan (Allah'a) sığınır. O vadi riyakâr Kur'an okuyucuları içindir". Bir başka hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Cübbül Hüzn'den (yani Cehennem'deki hüzün kuyusundan) Allah'a sığının". Sahâbe-i Kiram, "Ya Rasûlallah orada hangi insanlar kalacaklardır?" dediler. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Kendi amellerinde gösteriş yapanlar" buyurdu.Bir sahabi diyor ki: "Bu ayeti kerime (yani Kehf suresinin 110. ayeti) Kur'­an-ı Kerim ayetleri arasında en son inmiştir.[235]Kur'an-ı Kerim'de bir başka yerde şöyle buyurulmuştur:

"Ey iman edenler! Malını gösteriş için harcayan ve Allah'a, ahiret gününe iman etmeyen kimse gibi, başa kakarak ve eziyet yaparak sadakalarınızı boşa çıkarmayın. Böyle bir kimsenin durumu, üzerinde toprak bulunan kayaya benzer, ki ona şiddetli bir yağmur isabet eder. Üzerindekini götürüp çıplak bir taş bırakır. (Aynı şekilde başa kakanlar ve eziyet edenler ve gös­teriş yapanların sadaka vermeleri tamamen boşa gidecektir ve kıyamet gü­nü) bu kimseler kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler".    (Bakara-264)

Kur'an-ı Kerimin başka bir çok yerinde gösteriş yapmak kötü len m iştir. Bir hadiste buyuruluyor ki: Kıyamet günü ilk önce haklarında karar verilecek olanlar­dan biri şehittir. O çağrılacak ona dünyada Allah'ın verdiği nimetler hatırlatılacak. Ondan sonra ona, "Bu nimetlerin içinde yaşayarak hangi iyi ameli yaptın?" dene­cektir. O "Ya Rabbi, Senin rızan için cihad ettim. Nihayet şehid oldum (Sen'in uğ­runda feda oldum)" diyecektir. Allahu Teâlâ, "Yalan söyledin. Sen insanlar, <Çok yiğit biriymiş> desinler diye cihad ettin. Nitekim öyle denildi. (Amelinin gayesi ye­rine gelmiş oldu)" buyuracak sonra onun Cehennem'e atılması emredilecektir. Emir üzerine o yüz üstü sürüklenerek Cehennem'e atılacaktır. İkinci şahıs bir alim olacaktır. O çağrılacak, Allah'ın nimetleri ve ikramları sayıldıktan sonra ona, "Allah'ın bu nimetleri arasında sen ne amel yaptın?" denilecek, o "Ben ilim öğ­rendim ve insanlara öğrettim. Sen'in rızan için Kur'an okudum" diyecek. Allahu Teâlâ, "Bunların hepsi yalan. Sen bütün bunları halk sana <Büyük alim ve güzel Kur'an okuyan biridir> desinler diye yaptın. Nitekim halk da böyle dedi. (Senin bu Çalışmanın maksadı elde edilmiş oldu)" buyuracak ve sonra onun Cehennem'eatılması için emir verilecek, o da yüz üstü sürüklenerek Cehennem'e atılacaktır. Üçüncü şahıs bir cömert adam olacak. Allah ona dünya da çok bolluk ve genişlik vermişti. Her türlü malı ihsan etmişti. O çağrılacak ve Allahu Teâlâ'nın dünyada verdiği nimetler kendisine hatırlatılacak sonra "Bu nimetlerin içinde senin yaptığın işler nedir?" diye sorulacak. O "Ben Sen'in rızan için Senin razı olduğun hayır yer­lerinden yardım etmediğim hiçbir yer bırakmadım" diyecek. Bunun üzerine Allahu Teâlâ, "Yalan söyledin. Sen sadece insanlar <Çok cömert adammış> desinler diye harcadın, nitekim denildi" buyuracak ve sonra onun da Cehennem'e atılması em­redilecek, o da yüzüstü sürüklenerek Cehennem'e atılacaktır.[236]Bu hadiste ve buna benzer diğer hadislerde, nerede şahıslar tek tek zikre-diliyorsa onlardan bir sınıf insan kastedilmiştir. Yani maksat bu muamele sadece üç kişiye yapılacak demek değildir. Aksine maksat şudur; üç sınıf insan sorguya çekilecektir. Hadiste örnek olsun diye her sınıftan birer adam zikredilmiştir.Bunlardan başka daha bir çok hadiste sık sık bu konuda uyanlar yapılmış­tır. Rasûlullah saitaiiahu aleyhi veseiiem çok büyük bir ehemmiyetle ümmetinin dikka­tini şuna çekmiştir: Yapılan her iş sadece Allah için yapılmalıdır. Niyete, riya, isim yapmak, şöhret ve gösterişin lekesinin dahi bulaşmaması için elden gelen bütün ihtimam gösterilmelidir. Ancak bu noktada şeytanın bir büyük hilesinden gafil kalmamak gerekir. Düşman güçlü olunca çeşitli şekillerde düşmanlığını or­taya koyar. Şeytan çoğu defa insana, "Zaten bende ihlas yok" vesvesesi verir ve bu yüzden insanı önemi çok büyük olan ibadetlerden alıkoyar.İmam Gazali rahmetuiiahi aleyh buyurdu ki: "Şeytan önce iyi işlerden alıkoyar. O işi yapmaya niyet bile edilmesin diye kalbe bir takım düşünceler koyar. Ancak insan gayret ederek ona karşı koyar ve onun engellemesiyle o işten vazgeçmez­se, şeytan, <Sende zaten ihlas yok, senin ibadet ve mihnetin boşunadır. Madem ki ihlas yoktur, böyle bir ibadeti yapmanın ne faydası var ki?> der. Buna benzer vesveseler vererek insanı iyi işler yapmaktan engeller. İnsan o iyi işi yapmaktan vazgeçince şeytanın maksadı yerine gelmiş olur"[237] O halde ihlasım yoktur diye iyi iş yapmaktan geri durulmamalıdır. Aksine iyi işlerde ihlaslı olmak için devamlı çalışılmalıdır. Bir de şöyle dua edilmelidir: "Allahu Teâlâ yalnız Kendi lütfü ile bize yardım etsin de din çalışmamız ve uğraşmamız berbad ve zayi olmasın""Bu, hiçbir zaman Allah'a zor değildir."   (Fatır-17)

 



[1] Muhammed Zekeriyya Kandehlevi, Fezail-i Sadakat (Allah Yolunda İnfak Etmenin ve Yardımlaşmanın Faziletleri), Gülistan Neşriyat:

[2] Muhammed Zekeriyya Kandehlevi, Fezail-i Sadakat (Allah Yolunda İnfak Etmenin ve Yardımlaşmanın Faziletleri), Gülistan Neşriyat:

[3] Dürrü Mensur

[4] Mişkat

[5] Ahkamul Kurîan

[6] Ahkamul Kur-an

[7] Dürrü Mensür

[8] Muhammed Zekeriyya Kandehlevi, Fezail-i Sadakat (Allah Yolunda İnfak Etmenin ve Yardımlaşmanın Faziletleri), Gülistan Neşriyat:

[9] Dürrü Mensür

Muhammed Zekeriyya Kandehlevi, Fezail-i Sadakat (Allah Yolunda İnfak Etmenin ve Yardımlaşmanın Faziletleri), Gülistan Neşriyat:

[10] Dürrü Mensur

[11] Ebû Dâvûd

[12] Muhammed Zekeriyya Kandehlevi, Fezail-i Sadakat (Allah Yolunda İnfak Etmenin ve Yardımlaşmanın Faziletleri), Gülistan Neşriyat:

[13] Dürrü Mensur

[14] Kenzul Ummal

[15] Mişkat

[16] Beyan-ül Kur'an

[17] Dürü Mensür

[18] İhya

[19] İhya-ül Ulum

[20] İhya-ül Ulum

[21] İhya-ül Ulum

[22] İhya-ül Ulum

[23] Mişkat-ı Şerif

[24] Fethül Bari

[25] Dürrü Mensur

[26] İhya-ül Ulum

[27] Dürrü Mensur

[28] İhya

[29] Çünkü böyle yapmak caizdi ve yapılan sadakaya da herhangi bir noksanlık gelmezdi. Ancak onu nikahlamak sanki sadakadan dönme görüntüsü veriyordu.

[30] Dürrü Mensur

[31] Dürrü Mensur

[32] İhya-ül Ulum

[33] Dürrü Mensur

[34] Dürrü Mensur

[35] Terğib

[36] Dürrü Mensur

[37] ikamet-ü!-Hücce

[38] Kenz

[39] Mişkat (Şeyheyn rivayetiyle)

[40] Dürrü Mensur

[41] Dörrü Mensur

[42] Dürrü Mensur

[43] İhya

[44] Dürrü Mensur

[45] Dürü Mensür

[46] Nesei, Dürrü Mensu

[47] Kenz

[48] Dürrü Mensur

[49] Isabe

[50] Buhari

[51] Dürrü Mensü

[52] Dürrü Mensur

[53] Dürrü Mensur

[54] Terğib

[55] Buhari

[56] Ûkiye; 130 gr.lık ağırlık öiçüsüdür

[57] Bu üç dinarın açıklaması başka rivayetlerde vardır

[58] Feth

[59] Ayni, Ahmed rivayetiyle

[60] Kent

[61] Müslim)

[62] ihya

[63] Mişkat

[64] Terğib

[65] Ehû Dâvûd

[66] Mişkat

[67] İhya

[68] Terğib

[69] Iraki,İhya

[70] Mişkat

[71] Mişkat

[72] Mişkat

[73] Dürrü Mensur

[74] Kenz

[75] Kenz

[76] Kenz

[77] Terğib

[78] Kenz

[79] Kenz

[80] Kenz

[81] İhya

[82] Terğib

[83] Mişkat

[84] Kenz

[85]  Mişkat

[86] Mişkat

[87] Ihyâ

[88] Mişkat

[89] Terğib

[90] Terğib

[91] Terğib

[92] Kenz

[93] Dürrü Mensûr-1 .cild

[94] Dur Evvel

[95] Ravz

[96] Kenz

[97] Buhari

[98] Feth

[99] İhya

[100] Mişkat

[101] Kenz

[102] Kenz

[103] Kenz

[104] Kenz

[105] Kenz

[106] Kenz

[107] Kenz

[108] Mişkat

[109] Ravz'ur Reyyâhîn

[110] Kenz

[111] Kenz

[112] Kenz

[113] İhya Kenz

[114] Kenz

[115] Kenz

[116] Kenz

[117] Kenz

[118] Kenz

[119] Tebli

[120] Mişkat

[121] Mişkat

[122] Cemel

[123] Mişkat

[124] Kenz

[125] Kenz

[126] İhya

[127] Kehz

[128] Kehz

[129] Kehz

[130] Kehz

[131] Cami-üs Sağîr

[132] Cami-üs Sağîr, Müslim

[133] Cami-üs Sağir

[134] Cami-üs Sağir

[135] Dürrü Mensur

[136] Mİşkat

[137] Alemgiriyye

[138] Mişkat

[139] Terğib

[140] Kenz

[141] Ebû Dâvûd

[142] İhyâ

[143] İhya

[144] Bezl

[145] Bezi

[146] ihya

[147]  Mişkat

[148] Terğib

[149] Yerken damağa yapışan bir helva çeşidi

[150] Ravz

[151] Ravz

[152] Dürrü Mensur

[153] İhya

[154] ihya

[155] Mirkât

[156] Avn

[157] Müslim

[158] Buhâri, Mişkat

[159] Müslim, Mişkat

[160]  İran'da bir şehrin adı

[161] Tenbih-ül Gafilin

[162] Mezahir

[163] Mezahir

[164] Müslim, Mişkat

[165]  Mişkat

[166] Dürrü Mensur

[167] Cemel

[168] İhya

[169] Feth

[170] Duru Mensur

[171] İhya

[172] Dürrü Mensur

[173] Mezahir

[174] Mişkât

[175] Mecma'üz Zevâid

[176] İhya

[177] Feth'ûl Bârî

[178] Münzirî

[179] Fet

[180] İhya

[181] İhya

[182] Kenz

[183] Mişkat

[184] Mişkat

[185] Mişkat

[186] İhya

[187] Ravz

[188] Kevkeb

[189]  İthaf 

[190] İthaf

[191] Mezahİr

[192] İhya, İthaf

[193] İhya

[194] Kenz

[195] Mişkat

[196] Mişkat

[197] İthaf

[198] Kenz

[199] 1 dirhem= 3.2 gr Gümüş

[200] 1 müdd= Yaklaşık 800 gr. Ağırlığında bir ölçek

[201] Feth

[202] Kenz-ul Ummal

[203] Tarih-ülHülefâ

[204] Tarih İhya

[205] Ebû Dâvûd

[206] Kenz-ül Ummâll

[207] Kerz

[208] İhya

[209] Feth

[210] Hüccetullah

[211] Mişkât

[212] Mezâhir

[213] Miskât

[214] Mişkât

[215] Kenz

[216] Kenz

[217] Aynî, Müslim

[218] Terğib,

[219] Tirmizi

[220] Mezâhir

[221] Mişkât

[222] Kenz

[223] Mişkât

[224] Cami-üs Sağîr 

[225] Ebû Dâvüd

[226] Mişkât

[227] Mişkât

[228] Mişkât

[229] Mişkât

[230] Mişkât Mekâsı

[231] Mişkât

[232] Mekâsıd-ı Hasene

[233] Mişkât

[234] Mişkât

[235] Dürrü Mensur

[236] Mİşkât, Müslim

[237] ihya

CİMRİLİĞİN KÖTÜLÜĞÜ VE ZARARLARI

Cimriliğin Kötülüğü Ve Zararları Hakkında Hadisler

 

CİMRİLİĞİN KÖTÜLÜĞÜ VE ZARARLARI

 

Birinci bölümde Allah yolunda infak etmekte ilgili geçen bütün ayet ve ha­dislerden dolayı ortaya kendiliğinden şöyle bir sonuç çıkmıştır:Allah yolunda harcamanın bu kadar fazilet, fayda ve güzellikleri olduğuna göre, bu hususta ne kadar eksiklik yapılırsa, sayılan bu kazançlar o kadar elde edilemez. İşte bu yeterli bir kötülük ve büyük bir zarardır. Ancak (bununla birlik­te) Allah celte celaluhu ve O'nun yüce Rasûlü sailaiiahu aleyhi veseiiem önemine binaen ve bir uyan olsun diye cimrilik ve malı alıkoymaya karşı özel tehditler buyurmuş­lardır. Bu azab tehditleri Allah'ın bir ihsanı ve Q'nun yüce Rasûlü'nün ümmetine karşı olan son derece şefkatinden dolayıdır. Çünkü o, helak edici bu hastalığa karşı ümmetine özelikle pek çok uyarılarda bulunmuştur. Kur'an ve hadislerde her konu gayet geniş bir şekilde zikredilmiş ve çeşitli ifadelerle her hayrı işleme­ye teşvik ve her kötülükten vazgeçmeye tenbih yapılmıştır. Bunlardan herhangi bir konuyu tam olarak kavramak bile zordur. Öyleyse bu durumda Allah yolunda infakla ilgili birkaç ayet ve hadis yazılmıştır.

1) Mallarınızı Allah yolunda harcayın da kendinizi ellerinizle tehlikeye atmayın.                                                                                           

(Bakara-195)

İZAH: Bu ayeti kerime birinci bölümün ayetler kısmında üçüncü maddede geçmişti. Bu ayeti kerimede insanın Allah yolunda harcamaması, kendi eliyle sndisini tehlikeye atması olarak kabul edilmiştir. Bu konu, daha önce de geniş olarak Sahâbe-i Kiram radıyaiiahu anhumöan nakledilmiştir. Kim kendi helakini ve berbat olmasını ister ki! Ancak mahvoluşun ve perişanlığın sebebinin cimrilik ol­duğunu bilmelerine rağmen bundan sakınan ve malı biriktirip saklamayan kaç kiŞi vardır? Bunun sebebi kalbimizi gaflet perdesi örtmüş olmasından ve kendi ellerimizle kendimizi felaketin içine atmamızdan başka ne olabilir ki?

2) Şeytan sizi fakirlikle korkutur. Ve size kötü şeyi (cimriliği) emreder. Allah ise (mallarınızı O'nun yolunda harcadığınız taktirde) size katından günah bağışlama ve lütuf vaat ediyor. Allahu Teala lütfü geniş olan ve her şeyi bilendir.                                                                                         (Bakara-268)

İZAH: Hz. Abdullah İbni Mes'ud radıyaiiahu anh diyor ki: Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "İnsanın içinde bir şeytan ve bir melek tasarruf etmek­tedir. Şeytanın tasarrufu, iyilik yapmaktan korkutmaktır (Mesela sadaka verirsen fakir olursun vs. gibi). Bir de hak sözü yalanlamaktır. Meleğin tasarrufu ise iyiliğe karşı vaadler yapmak ve hak sözü tasdik etmektir. Kim onu bulursa (yani iyi şey­lerin düşüncesi kalbine gelirse) bunu Allah'tan bilsin ve O'na şükretsin. Kim de diğerini bulursa (yani kötü düşünceler kalbine gelirse) şeytandan Allah'a sığınsın". Ondan sonra Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem yukarıdaki ayeti kerimeyi okudu.[1]

Yani Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem kendi sözüne destek olarak bu ayeti kerimeyi okumuştur. Bu ayeti kerimede Cenab-ı Hak buyurdu ki: Şeytan fakirlik korkusu verir ve fuhuş ve çirkin sözlere teşvik eder. İşte bu Hakkı yalanlamaktır.Hz. İbni Abbas radıyaiiahu anhuma buyurdu ki: "Bu ayeti kerimede iki şey Allahu Teâlâ tarafından, iki şey de şeytan tarafındandır. Şeytan fakirlik vaad e-der ve kötülüğü emreder. Der ki; <Malını hayra harcama, onu dikkatli kullan ilende ihtiyacın olur>. Allahu Teâlâ günahların mağfiretini vaad eder ve rızkın bolluğunu vaad eder"[2]İmam Gazali rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "<İnsan ilerde ne olacak> düşüncesine kapılmamalıdır. Aksine mademki Allahu Teâlâ rızık sözü vermiştir, öyleyse O'na güvenmeli ve ilerdeki ihtiyaç korkusunun şeytani bir tesir olduğunu bilmelidir. Yu­karıda ki ayette olduğu gibi Şeytan insanın kalbine şöyle bir düşünce koyar; <Eğer sen mal biriktirip bir köşeye koymazsan hasta olduğun ve çalışamaz duruma düş­tüğün veya bir anda bir ihtiyacın ortaya çıktığında zor duruma düşeceksin ve çok darlık ve sıkıntı çekeceksin>. Bu hayallerden dolayı insanı o vakit meşakkat dert ve sıkıntıya sokar. Devamlı bu acıya mübtela kılar. Sonrada <Bu ahmak, gelecek­teki evham ürünü oian sıkıntı korkusundan şu andaki kesin sıkıntıya düşmektedir* diye alay eder"[3] Kesin olan sıkıntı şudur: İnsan mal biriktirme endişesiyle her an perişan olmakta ve gelecekte ne olacak düşüncesi tepesine binmektedir.

3) Allah'ın kendilerine lütfundan verdiği nimetlere karşı cimrilik ya­panlar, bunun kendileri için hayırlı olduğunu zannetmesinler. Bilakis bu onlar için bir serdir. Cimrilik yaptıkları şey kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır (yani yılan şekline getirilip onların boyunlarına asılacaktır). Göklerin ve yerin (ve onların arasında bulunanların) mirası Allah'a aittir. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.                                            

(Al-i İmran-180)

İZAH: Sahih-i Buhari'de Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vese/tem'in şöyle buyurdu­ğu nakledilmiştir: "Bir kimseye Allah mal verirde zekatını eda etmezse o mal kı­yamet günü çok zehirli bir yılan şekline sokulur. O yılanın ağzının altında iki nok­ta vardır (bu noktalar onun çok zehirli olduğunun alametidir). O yılan o kişinin boynuna dolanacak ve çenesinin iki tarafından yakalayacaktır ve sonra şöyle diyecektir; <Ben senin malınım ve biriktirdiğin hazineyim> diyecektir". Bundan sonra Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem yukarıdaki ayeti kerimeyi okudu.[4]Bu hadisi şerif zekat verilmemesine karşılık yapılan azap tehditlerini içe­ren beşinci bölümün hadisler kısmında ikinci hadis olarak gelmektedir. Hz. Hasan Basri rahmetuiiahi aleyh buyurdu ki: "Bu ayeti kerime kafirler hakkında ve bir de malını cimriliğinden dolayı Allah yolunda harcamayan mümin hakkında inmiş­tir". İkrime rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Allah'ın maldaki haklan ödenmediği zaman o mal kıyamet günü çok zehirli yılan şekline girip o kişinin peşine düşecek adam da ondan kaçacak bir yer arayacaktır".Hucr Bin  Beyan radıyallahu anh Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem"\r\ şöyle bu-yurduğunu nakletmiştir: "Akrabadan biri kendisine en yakın olan diğer akrabasından, ihtiyacından fazla olan malı yardım olarak istese, o da cimrilik ederek yardım etme­se, o mal kıyamet günü yılan ..şekline sokulup onun boynuna geçirilir". Sonra Ra­sûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem yukarıda geçen ayeti kerimeyi okudu. Bir çok Sahâbe-i Kiram'dan aynı konuda hadisler nakledilmiştir. Mesruk rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Bu ayeti kerime, kendisine Allahu Teâlâ mal verdiği halde akrabası hakkında Allah'ın kendisine yüklediği hakları eda etmeyen kimseler hakkında inmiştir. Onun malı yılan şekline sokularak onun boynuna dolandıracaktır. O kişi yılana "Sen beni neden takip ediyorsun?" deyince, yılan, "Ben senin malınım" diyecektir.[5]imam Râzî rahmetuiiahi aleyh Tefsir-i Kebir'de şöyle yazmıştır: "Bu ayetten önceki ayetlerde insanın bizzat canıyla cihada katılması üzerinde durulmuş buna teşvik edilmiştir. Ondan sonra bu ayeti kerimede cihad uğrunda mal sarf etme üzerinde durulmuştur, ve uyarılmıştır. Şöyle ki; cihad için mal sarf etmeyenlerin malı yılan şekline sokulup onların boyunlarına dolanacaktır". Sonra İmam Râzî rahmetuiiahi aleyh geniş bir şekilde bu konunun delillerini ileri sürmüştür. "Bu ayeti kerimede geçen şiddetli azab tehditlerinin nafile sadakaların terkinden dolayı ol­ması zordur. Bu ancak vacib oian sadakanın terkinden dolayı olabilir. Şüphesiz vacip olan harcamanın bir çok kısmı vardır; 1-Kendine ve nafakası kendi üzeri­ne vacip olanlara harcamak, 2-Zekat, 3-Kafirlerin müslümanlara hücum edipte onların can ve mallarını helak etmek istediklerinde bütün zenginlerin ihtiyaca gö­re harcama yapmaları vaciptir. Çünkü bu harcama ile müdafaa ve savunma ya­panlara yardım edilmiş olur. Bu da aslında kendi can ve malını koruma uğrunda harcamak demektir. 4-Darda kalmış kimseye yardım etmek. Bununla onun canı­nın tehlikeye girmesi önlenir. Bütün bu harcamalar vaciptir, yani farzdır.[6]

4) Şüphesiz Allah kibirlenen ve övünen kimseyi sevmez. / Bunlar cimri­lik ederler ve insanlara da cimriliği emrederler. Allah'ın kendilerine lütfundan verdiği nimeti gizlerler. Biz böyle nankörler için alçaltıcı bir azab hazırladık(Nisa-36,37)

İZAH: "İnsanlara cimriliği emrederler"' ifadesi geneldir. İster dille onları teşvik etsin isterse kendi amel ve davranışlarıyla onlara cimriliği öğretsin. Yani onun ame­line bakarak başkaları cimriliğe rağbet ederler demektir. Pek çok hadiste şu ifade geçmektedir: "Kim kötü bir yol seçerse o yaptığı işten sorumlu olduğu gibi ne kadar insan onun yüzünden kötü amel yaptıysa hepsinin günahını da alır. Onların günahından bir şey eksiltilmez". Bu ifade biraz önce geniş bir şekilde anlatılmıştı.Hz. Mücahid rahmetullahi aleyh'den ayette geçen "Kibirlenen ve ö-vünen kimse" ifadesiyle ilgili şu tefsir nakledilmiştir: "Bu Allah'ın kendisine ihsan ettiği şeyleri sayıp sayıp saklayan ve Allah'a şükretmeyen her mütekebbir kimse­dir". Hz. Ebû Said Hudri radıyallahu anh Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem'm şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Kıyamet günü Allahu Teâlâ bütün mahlukatı bir yere toplayınca, Cehennem ateşi o anda yerinden fırlayacak ve şiddetle onlara yöne­lecektir. Cehennem üzerine görevlendirilmiş olan melekler onu durdurmak iste­yince Cehennem, <Rabbimin izzetine yemin oîsun ki ya beni bırakırsınız dostları­mı alırım ya da bütün herkese musallat olurum> diyecektir". Melekler <Senin dost­ların kimlerdir?> diye sorunca Cehennem, <Her büyüklük taslayan zalimdir> diye­cektir. Ondan sonra dilini çıkaracak (hayvanların dillerinin yardımı ile ot yedikleri gibi) her kibirli zalimi seçip toplayarak içine atacaktır. Onları toplayıp içine attıktan sonra geriye çekilecektir. Sonra aynı şekilde tekrar şiddetle ileri çıkarak <Bırakmbeni de dostlarımı alayım> diyecek <Senin dostların kimlerdir?> diye sorulunca <Her gururlu ve nankör> diyecektir. Önceki gibi onları da seçerek toplayacak ve dili vasıtasıyla içine (karnına) atacaktır. Sonra aynı şekilde coşarak ileri atılacak ve dostlarını isteyecektir. <Senin dostların kimlerdir?> diye sorulunca, <Her gu­rurlu ve kendini beğenendir> diyecektir ve onları da seçip toplayarak içine ata­caktır. Ondan sonra insanlar hesaba çekileceklerdir.

Hz. Cabir bin Süleym Hücemi mdıyaiiahu anh diyor ki: Ben Rasûlullah sallallahu aleyhi vese/tem'in yanma gittim. Onunla Medine-i Münevvere'nin bir sokağında yürü­mekteyken görüştüm. Selam verip izar[7] hakkındaki hükmü sordum. Buyurdu ki: "Baldırın yarısına kadar olmalıdır. Eğer sen bu kadar kısa olmasını istemezsen bi­raz daha aşağı uzatırsın. Bunu da istemezsen incik kemiklerinin üstüne kadar uza­tırsın. Eğer bunu da beğenmezsen (daha aşağısı için izin yoktur. Çünkü) Allah ce/fe ceiaiuhu büyüklük taslayan ve gururlanan kimseyi sevmez (elbiseyi topuktan aşağı uzatmak kibirlenmeye girer)". Sonra ben bir kimseye iyilik ve ihsanda bulunmakla ilgili sorunca Peygamber sallallahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "İyiliği küçümseme (do­layısıyla geciktirme). İster bu iyilik bir ip parçası olsun ister bir ayakkabı bağı. Su isteyen birinin kabına su koy. Yolda eziyet veren bir şey varsa onu uzaklaştır. Hatta kendi kardeşinle güler yüzle konuşman yolda gidenlere selam vermen, bunalıma düşmüş birini teselli etmen (bunların hepsi iyilik ve ihsana dahildir). Eğer bir şahıs senin kusurunu açığa vurursa, sen de onun bir başka kusurunu biliyorsan, onu açı­ğa çıkarma. Kusuru gizlemenin sevabı sana verilir. Kusuru açığa çıkarmanın gü­nahı da ona verilir. Hiç kimsenin bilmesinde sakınca görmediğin işi yap. Hiç kimse­nin bilmesini istemediğin işi yapma (zira bu o işin kötü olduğunun alametidir)."Hz. Abdullah İbni Abbas radıyaliahu anhuma diyor ki: Kerdem bin Yezİd rahme­tullahi aleyh ve başkalarından oluşan pek çok insan Ensarın yanına gelirler ve "Bu kadar harcamayın. Biz bunların hepsinin harcanıp sizin fakir düşmenizden kor­kuyoruz. Harcarken elinizi biraz tutunuz. Yarın ne gibi ihtiyaç doğacağı bilinmez" derlerdi. Onları kınamak için (geride geçen) ayeti kerime nazil olmuştur.[8]

5) (Ey Rasulüm) altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda sarf etmeyen­leri can yakıcı bir azabla müjdele. Kıyamet gününde bunlar (altın ve gümüş) Cehennem ateşinde kızdırılır. / Bunlarla, biriktirenlerin alınları, böğürleri ve sırtları dağlanır. Onlara "İşte kendiniz için biriktirdiğiniz şeyler bunlardır. Şimdi biriktirdiklerinizi tadın!" denir.                                                                         (Tevbe-34,35)

İZAH: Alimlerin yazdıklarına göre ayette alın ve diğer uzuvların zikredil­mesinden maksat insanın her tarafıdır. Alınla insanın ön tarafı, böğrü ile sağ ve solu, sırt ile de arka tarafı kastedilmiştir. Demek oluyor ki, bütün beden dağlana-çaktır. Başka bir hadis bunu teyid etmektedir. Orada kişinin yüzünden ayağına kadar dağlanacağı bildirmiştir.Bazı alimler şöyle yazmışlardır: "Bu üç organın özellikle zikredilmesinin sebebi; bunlar en ufak bir acıyı bile çok fazla hissederler". Bazı alimler de bu hu­susta şunu yazmışlardır: "İnsan yüzüyle bir fakiri görünce ona yanını döner, sonra sırtını dönüp gider. Bundan dolayı bu üç âzâya özellikle azab edilir". Bun­dan başka da sebepler zikredilmiştir.[9]Bu ayeti kerimede malın kızdırılıp dağlanacağı konusu geçmekte, 3 numa­ralı ayette ise yılan olup sahibinin peşine düşmesi zikredilmektedir. İki ayet ara­sında hiçbir çelişki yoktur. Çünkü bu iki azab ayrı ayrıdır. Bu konu zekat verme­menin durumunu beyan eden 5.ci bölümün ikinci sırasındaki hadiste gelmektedir.Hz. Abdullah İbni Abbas radıyaiiahu anhuma ve bir çok Sahâbe-i Kiram'a göre bu ayeti kerimedeki biriktirilen maldan kasıt, zekatı verilmeyen maldır. Zekatı verilen mal ise ayette kastedilen biriktirilen mal değildir. Hz. Abdullah îbni Ömer radtyaiiahu anhumaöan nakledilen rivayete göre bu hüküm zekat emri inmeden önceydi. Zekat emri gelince Cenab-ı Hak zekatı eda etmeyi geriye kalan malın temizlenmesine sebep kılmıştır.

Hz. Sevban radıyaiiahu anb diyor ki: Bu ayeti kerime indiği zaman biz Pey­gamber saiiaiiahu aleyhi veseitem ile birlikte bir yolculuktaydık. Bazı Sahabeler "Ya Rasûlallah altın ve gümüşü biriktirmenin akibeti mademki budur. Öyleyse biz en hayırlı şeyi bilelim de onu biriktirelim" dediler. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Allah'ı zikreden dil, şükreden kalp ve ahiret işlerinde devamlı koca­sına yardımcı olan saliha bir hanım".Hz. Ömer mdtyaiiahu anadan rivayete göre bu ayeti kerime nazil olunca o Ra­sûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'ln yanına gitti ve "Bu ayeti kerime insanlara çok ağır ge­liyor" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem "Allah celie ceiaiuhu geriye kalan malı te­mizlemek için zekatı farz kılmıştır. Miras hükümleri de insanın geriye bıraktığı malda uygulanır. İnsanın saklayacağı en iyi hazine saliha bir hanımdır, ki kocası ona ba­kınca kalbi mesrur olur. Ona emir verince hemen itaat eder. Kocası (yolculuk vs.) gibi durumlarda evden uzaklaşınca kendini {ve kocasının malını) muhafaza eder".Hz. Büreyde radıyaiiahu anh diyor ki: Bu ayeti kerime nazil olunca Sahâbe-i Ki­ram arasında bu ağızdan ağıza dolaşmaya başladı. Hz. Ebû Bekr radıyaiiahu anh Pey­gamber saiiaiiahu aleyhi veseilem'e "Ya Rasûlallah biriktirip hazine edinmek için hangi şey daha hayırlıdır?" diye sorunca Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem "Zikreden bir lisan şükreden bir kalp ve İman konularında yardımcı olan saliha bir hanımdır buyurdu.Hz. Ebû Zer radıyaiiahu anh Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem'm şöyle buyur-duğunu naklediyor. "Kim Dinar ve dirhemi[10] veya altın ve gümüş parçalarını yığar da Allah yolunda harcamazsa, borcunu eda etmek için ayırdığı müstesna o mal kıyamet günü kendini dağlayacak olan hazineye dahil olur". Hz. Ebû Umâme radıyaüahu an/?'dan rivayete göre Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Kim altın ve gümüş bırakarak ölürse o kıyamet günü dağlanacaktır. Dağlandıktan sonra ister Cehennem'e gitsin ister bağışlansın."Hz. Ali kerremallahu vechehu Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem\r\ şöyle buyur-duğunu naklediliyor: "Allah celie ceiaiuhu Müslümanların zenginlerinin malına, onla­rın fakirlerine yetecek miktarı farz kılmıştır. Fakirlerin açlık ve çıplaklık sıkıntısı an­cak zenginlerin onlara bir şey vermediklerinden dolayıdır. Haberiniz olsun ki, Al-lahu Teâlâ kıyamet günü onların zenginlerini çok çetin bir hesaba çekecek veya şiddetli azab edecektir[11] Kenz-ul Umma! de bu hadis hakkında kelam edilmiş ve Hz. Ebû Hureyre radıyaiiahu antiin rivayet ettiği şu hadis nakledilmiştir: "Eğer Al­lah'ın ilminde zenginlerin zekatı fakirlere yeterli olmaz diye bir şey olsaydı, zekatın dışında onlara yetecek bir şeyi emrederdi. O halde hangi fakir aç ise o zenginlerin zulmünden dolayıdır"[12] Çünkü onlar tam olarak mallarının zekatını ödemiyorlar.Hz. Bilal radıyaiiahu anh'öan şöyle rivayet edilmiştir: Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem ona şöyle buyurdu: "Allah'a fakir olarak kavuş, zengin olarak değil". Bilal radıyaiiahu anh "Bu nasıl olur?" deyince Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Bir yer­den eline bir şeyler geçerse onu gizleyip saklama. İsteyeni reddetme" buyurdu. O "Ya Rasûlallah bu nasıl olur?" deyince Efendimiz saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "İşte hüküm budur. Bu olmazsa sonuç Cehennem'dir" buyurdu.[13] Hz. Ebû Zer Gıfari radtyaiiahu anh da, "Para-pul asla saklanılacak bir şey değildir" görünüşünde olan zatlardan biridir. Ona göre; bir dirhem, Cehennem'de vücudun bir defa dağlan­ması, iki dirhem, iki defa dağlanması demektir. Onun çeşitli halleri daha önce geç­mişti. Bu hallerden bazıları 1. bölümün hadisler kısmındaki ilk hadisin açıklama­sında geçmiştir. Şam valisi olan Habib bin Seleme rahmetuiiahi aleyh bir defasında Ebû Zer radıyaiiahu anh'a üç yüz dinar gönderdi ve onları kendi ihtiyaçlarına harca­masını arz etti. Hz. Ebû Zer radıyaiiahu anh onları geri gönderdi ve "Dünyada Allah celie ceiaiuhu hakkında aldatacağın benden başka birini bulamadın mı?" dedi. (Yani bu kadar dünyalığı yanında bulundurmak Allahu Teâlâ'dan gafil olmaktır). Bu da Allah hakkında aldanmaktır. Şöyle ki; insan (dünyaya dalıp) Allah'ın azabından gafil olur. Bu durumu Allah celie ceiaiuhu Kur'an-ı Kerim'in birkaç yerinde şöyle buyurmuştur:"Aldatıcı şeytan sîzi Allah hakkında aldatmasın" (Fatır-5). Bu konu altıncı bölümde­ki dünya ve ahiretle ilgili ayetlerin bulunduğu 38 numarada gelmektedir. Daha sonraHz. Ebû Zer radtyaiiahu anh şöyle buyurdu: "Ben kendimi koruyacağım bir gölge, sü­tüyle geçineceğimiz üç koyun, hizmetiyle bize ihsan edecek olan bir cariye isterim. Bundan fazlası hakkında Allah ceiie ceiaiunu'dan korkarım". Şu söz de ona aittir: "Kı­yamet günü iki dirhemi olan bir dirhemi olana göre daha fazla sıkıntıya düşecektir"[14]Hz. Abdullah bin Sâmit radıyaiiahu anh buyurdu ki: Ben Ebû Zer'in yanınday­dım. Beyt-ül Mardan yevmiyesi geldi. Yanında bulunan cariyesi onunla gerekli eşyaları satın alıp getirdi. Geriye yedi dirhem artmıştı. Ebû Zer radıyaiiahu anh "Bun­ları bozdurup getir (de dağıtalım)" dedi. Ben "Onları yanınızda saklayınız, bir ihti­yaç olabilir. Bir misafir gelebilir" dedim. Buyurdu ki: "Benim sevgili Habibim saiiaiiahu aleyhi veseilem bana kesin olan şöyle bir söz söylemişti; <Bir köşeye konup saklanan altın ve gümüş Allah yolunda harcanmadıkça sahibinin üzerinde ateş alevidir"[15]Hz. Şeddâd rahmetullahi aleyh diyor ki: "Hz. Ebû Zer radıyaiiahu anh Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem den sert bir hüküm işitir, sonra şehir dışına giderdi (çünkü o çoğunlukla sahrada kalırdı). O gittikten sonra o hükümde onun bilmediği bir kolaylık meydana gelirdi. Bundan dolayı o sadece sert olan hükümle amel eder­di"[16] Hz. Ebû Zer radıyaiiahu anh bu konuda çok sert ve şiddetli bir görüşe sahip olduğu doğrudur. Ancak şüphe yok ki zühd ve en yüksek derece onun tuttuğu yoldur. Pek çok din büyükleri bunu beğenmişler ve bu doğrultuda amel etmişler­dir. Tabi ki buna kimse mecbur edilemez ve bununla amel etmeyenin Cehen­nemlik olduğu söylenemez. Güzel nasipli birine Allah ceiie ceiaiuhu lütuf ve kere-miyle tevfik verirse onun kendi arzusu, rızası ve rağbetiyle seçeceği yolda ancak budur. Keşke Allah ceiie ceiaiuhu dünyanın kölesi olan bu kuluna da o yüce za-hidlerdeki güzel sıfatların bir parçasını nasip eylese!Muhakkak Allah herşeye kadirdir

6) O münafıkların yaptıkları hayır-hasenatın kabul edilmesine mani olan şey; sadece Allah'ı ve Peygamberini inkar etmeleri, namaza ancak tembel tembel gelmeleri ve ancak istemeyerek harcamalarıdır. / Onların malları ve çocukları seni imrendirmesin. Allah bunlarla dünya hayatında azab etmeyi ve canlarının kafir olarak çıkmasını diler.                                                                                                    (Tevbe-54,55)

İZAH: Yukarıdaki ayetlerin ilkinde küfrün yanısıra tembel tembel namaz kılmak ve istemeyerek sadaka vermek yapılan hayırların kabul olunmamasında etkili olduğu haber verilmiştir. Namazla ilgili konular bu acizin FezaiM Namaz adlı risalesinde zikredilmiştir. O kitapta Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vese/fem'in şu ir­şadı geçmişti: "Namazı olmayanın İslam'dan payı yoktur". "Namazı olmayanın dini yoktur". "Baş insan için ne kadar gerekliyse namazda din için o kadar gerek­lidir". Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem buyurdu ki: "Kim namazı huşu ve huzû ile güzel bir şekilde kılarsa o namaz son derece parlak ve pırıl pırıl olur ve kendini kılana hayır dualar ederek gider. Kim de onu kötü bir şekilde kılarsa o çirkin bir şekle ve siyah bir renge girer sonra <Beni berbat ettiğin gibi Allah da seni berbat etsin> diye beddua eder. Böyle bir namaz eski bir paçavra şeklinde dürülüp onu kılanın yüzüne vurulur". Bir hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem şöyle buyur­muştur: "Kıyamet günü önce namazın- sorgulaması yapılacaktır. Eğer o güzel çı­karsa diğer ameller de güzel olacaktır. Eğer o kötü çıkarsa diğer ameller de kötü olacaktır". Başka bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Eğer o kabul olursa diğer ameller de kabul olunur. Eğer o red olunursa diğer ameller de red olunur"[17]Bundan sonra ayeti kerimede istemeyerek sadaka vermek zikredilmiştir. Şu açıktır ki istemeyerek sadaka vermek nasıl kabule şâyân olabilir ki? Ancak eğer0 zekat gibi farz olan bir sadaka ise istemeyerek verilse bile farz görevi yerine geti­rilmiş olur. Bundan dolayı Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem den zekatın eda edilme­siyle ilgili rivayetlerin pek çok yerinde "Gönül hoşluğu ile[18]Her sene onu isteyerek verir[19] ve buna benzer ifadeler zikredilmiştir. Bütün bunlardan maksat şudur: Zekat son derece gönül hoşluğu ile verilmelidir, ki far­zın eda edilmesinin yanında ecir ve sevap kazanılıp, bunun neticesinde Allah'ın ihsan ve ikramı elde edilmiş olsun. Ebû Davud'un bir rivayetinde Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem şöyle buyurmuştur: "Kim zekatı sevap niyetiyle verirse, ona onun ecri verilir. Kim de zekatı vermezse biz onu, ondan mutlaka alırız". Bazı ri­vayetlerde zekatın yanında cezasının da alınacağını yani zekat verilmemesi du­rumunda zekatla birlikte cezasının da alınacağı beyan edilmiştir.Hz. Cafer bin Muhammed rahmetullahi aleyhin anlattığına göre kendisi Emîr'ül Mü'minin Ebû Cafer Mansûr rahmetullahi aieyti'm yanına gitti. Orada Hz. Zübeyr radıyaiiahu anh'in evlatlarından bir şahıs bulunuyordu. Mansûr'a bir ihtiyacının oldu­ğunu arz etmişti. Mansûr onun talebi üzerine ona bir şeyler verilmesini emretmişti. Ancak bu miktar Zübeyr evladından olan zata göre azdı. Nitekim bu şikayetini Man­sûr'a arz edince Mansûr öfkelendi. Hz. Cafer rahmetullahi aleyh şöyle buyurdu: "Bana babam ve dedem vasıtasıyla Rasûlullah saiiaitahu aleyhi vese//em'in şu hadisi ulaştı; <Bir bağış gönüllü olarak verilirse, o hem veren hem de alan için bereketli olur>". Mansûr bu hadisi duyar duymaz: "Allah'a yemin olsun ki verirken gönlüm yoktu. Ama senin söylediğin hadisi duyunca bende istek ve arzu meydana geldi" dedi. Sonra Hz. Cafer rahmetuiiahi aleyh Zübeyr evladından olan o şahsa dönerek, "Bana babam ve dedem vasiyetiyle Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vese//em'in şöyle buyurduğu u-laştı; <Kim az olan rızkı azımsarsa, Allah ceiie ceiaiuhu onu çoğundan mahrum eder>". Zübeyr evladından olan o zat dedi ki: "Allah'a yemin olsun ki önce bu bağış bana göre azdı. Senin bu hadisini dinledikten sonra bana çok gelmeye başladı". Bu kıs­sayı nakleden Süfyan bin Uyeyre rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Ben o Zübeyr evladından olan zata, "Mansûr'un sana verdiği miktar ne kadardı?" diye sordum. Dedi ki: "Ver­diğinde çok azdı. Ama bana ulaştıktan sonra Allahu Teâlâ ona öyle bereket ve ka­zanç nasip etti ki, o para 50 bine ulaştı". Süfyan rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Bu insan­lar (Ehli Beyt'ten Hz. Cafer rahmetuiiahi aleyh ve onun büyükleri) nereye gittilerse oraya yağmur gibi fayda ve kazanç götürdüler"[20] Bu sözün maksadı şudur: Cafer rahmetui-lahi aleyh orada iki hadis söyleyerek her iki tarafı mutmain ve memnun etmiştir. Aynı şekilde bu yüce zatlar ulaştıkları her yere maddi ve manevi yönden yararlı olmaktan geri durmazlardı. Bir de o zamanın devlet adamlarındaki bu vasıf imrenilmeye la­yıktır; Devlet başkanı olmasına rağmen Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vese/fem'in hadislerini duyunca, onların önünde baş eğmek ve teslim olmak o devrin genel durumu idi.Bundan sonra ayeti kerimede çoluk-çocuğun ve malın dünyadaki azabın sebebi oldukları bildirilmiştir. Bu şeylerin dünyada sıkıntı ve zahmet sebebi ol­dukları açıktır. Bazen çocukların hastalanmaları, bazen onların başına gelen mu­sibetler, bazen onların vefatına üzüntü ve hasret... Bütün bunlar bir müslümanın da başına gelir. Ancak müslümana dünya da gelen her sıkıntı ahirette ecir ve sevaba vesiledir. Bundan dolayı o sıkıntı sayılmaz. Çünkü o sıkıntı, sıkıntı değil bilakis rahatlıktır. Bunun karşılığında ondan kat kat ziyadesiyle rahatlık nasip olacaktır. Bir adamın dünyada çektiği musibetlerin eğer ahirette karşılığı yoksa onun için dünya azaptan başka bir şey değildir.İbni Zeyd rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Bu şeylerin (yani mal ve evladın) dün­yada azab olmasından kasıt musibetlerdir. İnanmayanlar için bunlar azaptır. Mü'minler içinse sevap kazandıran şeylerdir.

7) Sakın eli boynuna kelepçelenmiş gibi cimri olma. İsrafa dalarak da elini tamamen açma. Sonra kınanır açıkta kalırsın. / Şüphesiz ki Rabbin kutlarından dilediğinin rızkını genişletir, dilediğini kısar. Muhakkak ki O, kullarından haberdardır ve onları görür.                                                                   (İsra-29,30)

İZAH: Kur'an-ı Kerim'in bu bölümünde çok geniş olarak muaşeret adabı üze­rinde tenbih ve uyanlar yapılmıştır. Ayeti kerimede ise (onlardan biri olan) cimrilik ve israf konusunda uyan yapılarak bir bakıma İtidal ve orta yoliu olmaya teşvik edil­miştir. Bazı rivayetlerde geçtiğine göre bir adam Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vese/fem'den bir şeyler istedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Şu anda hiçbir şey yok" dedi. Adam "Üzerinizde giydiğiniz gömleği veriniz" dedi, Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem üzerin­deki gömleği çıkarıp ona verdi. Bunun üzerine yukarıda ki ayeti kerime nazil oldu. Hz. ibni Abbas radıyaiiahu anhuma buyurdu ki: "Bu ayeti kerime ev harcama­ları hakkında inmiştir. Şöyle ki; ne onda cimrilik yapılmalı ne de aşırı harcanmalı­dır. Orta yollu olunmalıdır". Çeşitli rivayetlerde Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Orta yollu harcayan muhtaç duruma düşmez."Ayeti kerimenin sonunda "Herkesin mâlî (ekonomik) yönden eşit olması gerekir" gibi ahmakça bir görüş reddedilmiştir. Zira bu durum sadece Allahu Teâlâ'nın kudret elindedir. Dilediği kimseye bolluk verir, dilediği kimseye darlık verir. Ancak O, kulların haline vakıf olan ve onlar için elverişli olanı en iyi bilendir.Hz. Hasan radıyaiiahu anh buyurdu ki: "Allah ceiie ceiaiuhu kulların halinden ha­berdardır. Kimin serveti olmasını hayırlı görürse ona servet verir. Kimin darlık içinde olmasını faydalı görürse ona darlık verir". Nitekim Kur'an-ı Kerim'in bir başka yerinde şöyle buyurulmuştur:"Eğer Allah kullarına rızkı bolca vermiş olsaydı, yeryüzünde azgınlık çıkarır­lardı. Fakat Allah rızkı dilediği ölçüde indirir. Şüphesiz O, kullarından (onlar için uygun olan şeylerden) haberdardır. O, (kullarının hallerini) görendir.(Şûrâ-27)

Bu ayeti kerime herkesin bolluk içinde olmasının dünyada azgınlığa ve boz­gunluğa sebep olduğuna işaret etmektedir. Kıyasa yakın olan ve tecrübe ile sabit olan şey şudur ki, eğer Allahu Teâlâ herkese zenginlik lütfetseydi, dünya nizamı­nın yürümesi mümkün olmazdı. Herkes patron olunca işleri kim yapar ki! İbni Zeyd rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Mahsul fazla olduğu zaman Araplar (savaşırlar) birbirlerini esir almaya ve öldürmeye başlarlar. Kıtlık olunca bunu bırakırlardı"[21]Hz. Ali radıyaiiahu anh ve bir çok Sahâbe-i Kiram radıyaiiahu anhum ecmain hazretlerin­den rivayete göre Ashabı Suffe dünyalık temenni etmişlerdi. Bunun üzerine yukarıdaki diye başlayan yukarıdaki ayet inmiştir. Hz. Katâde rahmetuiiahi aleyh bu ayeti kerimenin tefsiri ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur: "En güzel rızık seni azdırmayan ve seni kendisiyle meşgul etmeyendir. Bize haber verildi ki, bir defasında Rasûlullah saitaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: <Ben ümmetimin hakkında en çok dün­yanın zînet ve süsünden korkuyorum>. Biri, <Ya Rasûlallah hayır (yani mal) kötü­lüğe sebep olur mu?> deyince yukarıdaki ayeti nazil oldu".Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'öen şu hadisi kudsi nakledilmiştir: Allahu Teâlâ buyuruyor ki: "Kim velî bir kuluma ihanet ederse, o Benimle savaşmak için karşıma çıkar. Ben kendi dostlarımı himaye etmek için öfkeli bir aslan gibi gazaplanırım. Benim hiçbir kulum, kendisine farz kıldığım şeylerden daha fazla hiçbir şeyle bana yaklaşamaz (yani Allah'ın farz kıldığı şeyleri yerine getirmekle kazanılan Allah'a yakınlık, başka bir şeyle elde edilemez. Farzlardan sonra ikinci derecede nafileler yoluyla yakınlık elde edilir). Nafileler yoluyla kulum Bana yaklaşmaya devam eder (nafileler ne kadar artarsa o kadar Allah'a yaklaşılır). Nihayet Ben onu severim. Ben onu sevince onun gözü, kulağı, eli ve yardımcısı olurum. O Bana dua ederse, duasını kabul ederim. Benden bir şey isterse, iste­diğini veririm. Ben bir şeyi yapmayı dileyince (onu yapmakta) mü'min kulumun ruhunu almaktaki tereddüt gibi tereddüt etmem. Çünkü o (bazı sebeplerden dola­yı) ölümü istemez. Ben de onun gönlünü kırmak istemem. Ancak ölüm kaçınıl­mazdır. Benim bazı kullarım özel bir ibadet türünü severler. Ancak o ibadeti yapın­ca onlarda ucub (kendini beğenme hastalığı) meydana gelmesin diye Ben o ibadet türünü onlara nasip etmem. Benim kullarımdan bazılarının imanını ancak onların sağlığı düzgün tutmaktadır. Eğer Ben onları hasta etsem onların iman durumları bozulur. Bazı kullarımın imanını da onların hastalığı sağlam tutar. Eğer ben onlara sıhhat verirsem bozulurlar. Ben kullarımın hallerine uygun olarak işlem yaparım. Çünkü Ben onların kalplerinin durumuna vâkıfım ve haberdarım.[22]Bu hadisi şerif üzerinde çok iyi düşünülmesi gereken bir hadistir. Hadisteki konular tekvîni durumlarla ilgilidir. Hadisin maksadı, "Eğer bir kimse yoksul ise ona yardım etmemiz gerekmez. Bir kimse hasta ise onun tedavisine gerek yok­tur" demek değildir. Eğer böyle olsaydı, o zaman sadaka vermekle ilgili bütün ri­vayetler ve ayetlerin bir manası kalmazdı. Tedaviyle ilgili hadisler gereksiz olurdu. Halbuki burada maksat şudur: Tekvîni olarak (kainatın yaratılış ve düzenine uygun olarak) bu nizam böyle devam edecektir. Bir uzman doktor veya sağlık bakanlığı, hiç bir kimsenin hasta olmamasını istese de, bunun olması mümkün değildir. Bir hükümet kimsenin yoksul kalmaması için çalışsa da, bunun gerçekleşmesi asla mümkün değildir. Ancak bizler kendi imkanımıza göre onlara yardım etmek, dertle­rini paylaşmak, tedavi ettirmek, imdatlarına yetişmekle emrolunduk. Kim bu husus­ta ne kadar çalışırsa, onun ecrini ve sevabını alır. Dünya ve ahirette de mükafata nail olur. Ancak kendi gayretine rağmen bir hasta iyi olmuyorsa, kendi çalışması­na rağmen birinin mâlî durumu düzelmiyorsa, bu kişinin, "Allah ceile celaiuhu bun­da, benim için hayır murad etmiştir" demelidir. Bundan dolayı korku ve endişeye kaçırmamalıdır. Çünkü gaybı kimse bilemez. Bir de biz tekvînî olan şeylerle amel etmekle emrolunmadık. O halde yapabildiğimiz kadar fazla çalışmalı, tedavi olma­lı başkalarına yardım etmeli, dertlerine ortak olmalı ve imdatlarına yetişmeliyiz."Sevdiği ve razı olduğu işlerde başarılı kılan ancak Allah'tır"

8) Allah'ın sana verdiği nimetlerle ahiret yurdunu da gözet, dünyada­ki nasibini de unutma. Allah'ın sana yaptığı iyilik gibi sen de başkalarına iyilikte bulun. Yeryüzünde (Allah'a isyan ederek ve hakları zayi ederek) bozgunculuk isteme. Çünkü Allah bozguncuları sevmez.                                       (Kasas-77)

İZAH: Bu sözler Kur'an-ı Kerim'de müslümanlar tarafından Karun'a yapı­lan nasihatin beyanıdır. Bu kıssanın tamamı zekat vermeyenlerin durumunu açık­layan 5. bölümün ayetler kısmında üçüncü sırada gelecektir. Süddî rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Ahireti gözetmenin manası; sadaka ver, Allah'a yakınlık kazan ve akrabanı gözet demektir". Hz. İbni Abbas radıyaliahu anhuma diyor ki: "Dünyadaki nasibini de unutma sözünün manası; dünyada Allah için amel yapmayı bırakma demektir". Mücâhid rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Dünyada Allahu Teâlâ'ya ibadet et­mek kişinin dünyadan nasibidir. Sevabı ahirette verilecektir". Bir başka rivayette şöyle buyurulmuştur: "Bir yıllık masraflar ayrılıp gerisi sadaka olarak verilmelidir"[23]Dünyasından ahiret nasibini unutması insanın nefsine yaptığı en büyük zulümdür. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Kıyamet günü insan (za­yıflık ve zillet bakımından) bir kuzu gibi Allah'ın huzuruna getirilecek ve O'nun karşısına dikilecektir. Allahu Teâlâ ona, "Ben sana mal verdim, servet verdim. Sana büyük ihsanlarda bulundum. Sen Benim bu nimetlerim arasında neler yaptın?> diyecek. O şahıs, <Allah'ım! Ben çok mal biriktirdim. Onu iyi bir şekilde arttırdım. Malı önceki miktarından çok fazla hale getirdim ve dünyada bırakıp geldim. Sen beni dünyaya geri çevir de ben onların hepsini alıp ge!eyim> diye­cektir. Bunun üzerine Allah cem celaiuhu şöyle buyuracak; <Azık olarak ahirete gönderdiklerini göster>. O aynı şeyi söyleyecek, <Allah'ım! Ben çok fazla mal bi­riktirdim, arttırdım. Önceki halinden çok fazla bir hale getirdim ve bırakıp geldim. Beni geri gönder de onların hepsini getireyim>. Hülâsa onun yanında ahirete gönderdiği birikmiş bir şeyi bulunmayınca Cehennem'e atılacaktır"[24]

Allah celle celaluhu'nun ve O'nun yüce Rasûlü sallallahu aleyhi vesellem\n bu irşadları büyük bir dikkat ve çok büyük bir ihtimamla amel yapılması gereken şeylerdir. Göz ucuyla okuyup bırakmak için değildir. Tamamen bir rüyaya benze­yen dünya hayatını ganimet biliniz. (Ahiret için)ne kazanabilirseniz kazanınız. Allahu Teâlâ bana da tevfik nasip eylesin.

9) İşte sizler Allah yolunda mallarınızı harcamaya davet ediliyorsu­nuz. Ama içinizden kimisi cimrilik ediyor. Kim cimrilik ederse kendine cim­rilik etmiş olur (öyleyse Allah yolunda harcamanın kârı da kendinedir). Al­lah Hiçbir şeye muhtaç değildir. Ama siz (dünyada ve ahirette) O'na muh­taçsınız (bundan dolayı size sadaka vermek emrediliyor. Onun da faydası size ulaşmaktadır). Eğer siz (Allah'ın emirlerinden) yüz çevirirseniz Allah yerinize başka bir kavim getirir de sonra onlar sizin gibi olmazlar (aksine Allah'a itaat eden kimseler olurlar).                                                                                                                                   (Muhammed-38)

İZAH: Şu açıktır ki, bizim hayır ve sadakalarımızda Allah celle ceiaiuhu'nun hiç bir çıkan yoktur. O kendi yüce Kelâm'ında ve yüce Rasûlü vasıtasıyla ne kadar fazla teşvik vermişse onlar bizim kazancımız içindir. Nitekim 1. bölümde sadakanın dînî ve dünyevi pek çok faydaları geçmiştir. Hâkim, Mâlik ve Yaratıcı (olan Allah), bir şahsa öyle bir işi emreder ki, o işten onu emredenin hiçbir kân yoktur. Aksine ki­me emrediyorsa sadece onun menfaati vardır. Buna rağmen o şahıs emri yerine getirmezse şüphesiz ne kadar cezalanacağı ve pişman olacağı meydandadır.Bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Allahu Teâlâ bir çok insana başka insan­lara faydalı olsunlar diye nimetler verir. Böyle yaptıkları sürece o nimetler onlarda devamlı kalır. Bu davranışlarından vazgeçerlerse Allahu Teâlâ o nimetleri onlardan alır ve başkalarına aktarır"[25] Bu nimetler sadece mal ile sınırlı değildir. Şeref, itibar tesir gücü vs. bunların hepsi buna dahildir ve hepsinin durumu aynıdır. "Eğer siz yüz çevirirseniz Allah celle ceiaiuhu başka bir kavim yaratır" mealindeki ayet nazil o-lunca Sahabelerden bazıları "Ya Rasûlallah biz yüz çevirdiğimiz taktirde yerimize gelecek insanlar hangi kavimden olacak?" dediler. Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem Hz. Selman-ı Farisi radıyaliahu anh'm omuzuna elini koyarak "Bu ve bunun kavmi. Ca­nım kudret elinde olan Allah'a yemin olsun ki, eğer din Süreyya[26] da bile olsa Fa-ris'ten bazı insanlar onu oradan alırlar"[27] Bu konu çeşitli rivayetlerde zikredilmiştir. Yani Allahu Teâlâ o insanlara dinde o kadar yükseliş lütfetmiştir ki, eğer din ve ilim Süreyya da bile olsa oradan onu alırlardı. Mişkât-ı Şerifte bu rivayet Tirmizi'den nakledilmiştir. Buna benzer şöyle bir hadis daha zikredilmiştir. Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem'\r\ yanında acem halkından bahsedilince buyurdu ki: "Ben onlara yada onlardan bazılarına sizden veya sizin bazılarından daha çok itimadım vardır"[28]Şu açıktır ki, acemler arasında öyle yüksek dereceleri ve manevi halleri olan büyük zatlar meydana gelmiştir ki, sahabi olma fazileti dışında diğer yönleriyle onların manevi kemâlâtı çok yüksektir. Hz. Selmanı Farisi radıyatiahu anti\n fazi­letleri pek çok hadiste geçmektedir. Elbette geçmeliydi. Çünkü o hak olan dini aramak için çok sıkıntılara katlandı. Pek çok ülkenin toprağını elekten geçirdi. Ömrü çok uzundu. Ömrünün 250 sene olduğunda hiçbir güvenilir tarihçinin ihti­lafı yoktur. Bazıları 350 sene bazıları ondan daha fazla olduğunu söylemişlerdir. Hatta bazıları onun Hz. İsa aieyhisseiam'm zamanına yetiştiğini söylemişlerdir Peygamberimiz sallallahu aleyhi veseiiem ve Hz. Isa aieyhisseiam arasında 600 senelik bir fark vardır. Selmanı Farisi radıyaliahu anh önceki kitaplardan ahir zaman pey­gamberi Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiieniın gönderileceği haberini öğrenmişti. Rasûlullah sallallahu aleyhi vese/fem'i aramak için yola koyuldu. Rahiplere ve o zamanın bilginlerine sorup araştırdı. Onlar Allah'ın Rasûlü'nün çok yakında dün­yaya geleceğini müjdelemişler ve onun alametlerini haber vermişlerdi. O Faris diyarının şehzadelerindendi. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vese/fem'i diyar diyar aradı. Biri onu yakalayıp kendine köle yaptı ve sattı. Ondan sonra bu şe­kilde köle olarak elden ele satıldı. Sahih-i Buhari'deki rivayette kendisi şöyle diyor: "Beni 10'dan fazla ağa satın aldı ve sattı". Sonunda onu Medine-i Münev­vere de oturan bir Yahudi satın aldı. O günlerde Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem hicret ederek Medine'ye teşrif ettiler. Hz. Selman radıyaliahu anh bunu duydu, ve Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem"\n yanına gitti. Kendisine haber verilmiş olan alâmetleri araştırdı ve imtihan etti. Ondan sonra Müslüman oldu ve (mükateb bir köle olduğu için) Yahudi ağasına fidye vererek azad oldu (kölelikten kurtuldu).Bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Allah ceiie ceiaiuhu dört insanı kendisine sevgili kılmıştır. Onlardan biri de Selman'dır".[29]Bu ifadenin manası Allah başkala­rını sevmiyor demek değildir. Aksine "Bu dört kişi Allah'ın sevgili kullanndandır" demektir. Bir başka hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Allahu Teâlâ her peygamber için yedi Nüceba (yani peygamberin yaptığı işlerin ahiri ve batınî gözcülüğünü yapan ve ona yardım eden özel bir topluluk) tayin etmiştir. Ancak Allahu Teâlâ benim için 14 Nüceba tayin etmiştir". Bir sahabi 'Onlar kimlerdir?" diye sorunca Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem beni[30] ve iki oğlu­mu (Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'i) söyledi. Bir de şunlardır: Hz. Cafer, Hz. Hamza |Ebû Bekr, Ömer, Musab bin Umeyr, Bilal, Selman, Ammar, Abdullah İbniMes'ud, Ebû Zer Ğîfâri, Mİkdad radıyaliahu anhum ecmaîn[31]Hadiselere geniş olarak bakıldığında şu apaçık görülür ki, dinin herhangi bir önemli işinde bu zatların özel bir yerleri vardır. Sahih-i Buhari'de şöyle bir şey geçmektedir: Cuma süresindekiAllah, bu Peygamberi henüz dünyaya gelip bunlara kavuşmamış kimselere de göndermiştir (Cuma-3) ayeti nazil olduğunda Sahâbe-i Kiram "Ya Rasûlallah onlar kimlerdir?" deyince Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem sükut etti. Sahabeler arka arkaya üç defa sorunca Rasûlullah saiiaüahu aleyhi veseilem elini Hz. Selmanı Farisi radıyaiiahu enh'm omuzuna koyarak, "Eğer iman Süreyya da bile olsa onlar­dan bazıları onu alıp gelirdi" buyurdu. Bir başka hadiste "Eğer ilim Süreyya da olsa bile" ifadesi geçmektedir. Bir diğer hadiste, "Eğer din Süreyya da olsa bile Faris'ten bazıları oradan alıp gelirlerdi" denmiştir.[32]Allâme Suyûtî rahmetuliahi aleyh Şafii mezhebinin muhakkik (araştırmacı) a-limlerindendir. Şöyle buyuruyor: "Bu hadis Hz. İmam Ebû Hanife rahmetuliahi aleyh'-in faziletini önceden haber veren öyle sahih bir şeydir ki, ona itimat edilir"[33]

10) Yeryüzüne ve kendinize inen hiçbir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce Levhi Mahfuz'da yazılmış olmasın. Şüphesiz (vukuundan önce yazılması) Allah için çok kolaydır. / Bunu Allah haber veriyor ki elden yitirdiklerinize (fazla) üzülmeyin. Size verdikleriyle de şımarmayın. Allah kendini beğenen ve övünen hiçbir kimseyi sevmez. / Onlar cimrilik ederler ve insanlara da cimriliği emrederler. Her kim de (Allah yolunda harcamak­tan veya dinin emirlerinden) yüz çevirirse, (Allah'a zarar veremez). Şüphe­siz ki, Allah hiçbir şeye muhtaç değildir. Hamde layıktır.                                                                (Hadid-22,23,24)

İZAH: Musibetlere üzülmek insanda yaradılıştan olan bir şeydir. Ayetteki üzüntüden maksat; din ve dünya işlerini yapamayacak kadar fazla üzülmektir. Şu da insan fıtratındandır ki, bir şeyin mutlaka olacağına ve hiçbir çalışma ve gayret­le onun değişmeyeceğine kesin olarak inanılırsa ona karşı üzüntü ve gam hafif­ler. Tam bunun aksine bir şey beklentilerin tersine ortaya çıkarsa ona daha çok üzüntü duyulur. Bundan dolayı bu ayeti kerimede Allah ceiie ceiaiuhu şuna dikkat çek­miştir. Hayat ve Ölüm, üzüntü ve sevinç, rahat ve âfet gibi şeylerin hepsini biz önce­den kararlaştırdık. Mutlaka bunlar karar verildiği gibi olacaktır. Öyleyse bu konu­larda şımarmak veya üzüntüden dolayı ölümle yüzyüze gelmenin manası nedir?Ayeti kerimede şu iki lafız geçmiştir bunların manası kendini be­ğenen ve övünen demektir. Kendini beğenmek kendi kendine olur. Yani başkası­nı hesaba katmadan da olur. Övünmek ise başkasının önünde ve başkasına kar­şı olur. Bazı alimler şöyle yazmışlardır. İhtiyat (kendini beğenmek) insanın içinde bulunan şahsi olgunluk ve fazilet gibi şeylerle şımarmasıdır. Fahr (övünmek) ise insanın dışında bulunan şeylerle olur. Mal, makam vs. gibi...Hz. Gaz'a rahmetuliahi aleyh diyor ki: Ben Hz. Abdullah İbnİ Ömer radıyaiiahu anhuma'\n kalın elbise giydiğini gördüm ve kendisine şöyle dedim: "Ben Hora­san'da dokunmuş bu yumuşak kumaşı getirdim. Siz eğer bunu giyerseniz sizin bedeninizde bu elbiseyi görünce benim gözlerim rahat eder". O buyurdu ki: "Ben bu elbiseyi giyince Muhtal ve Fahur olmaktan korkuyorum"[34] Yani onu giymekle bende kendimi beğenmek ve övünme meydana gelebilir.[35]

11) Onlar (münafıklar) "Rasûlullah'ın beraberinde bulunan mü'minle-re bir şey vermeyin de etrafından dağılıp gitsinler" diyenlerdir. Halbuki göklerin ve yerin hazineleri Allah'ındır. Fakat münafıklar (ahmaktır) bu gerçeği anlamazlar.                                                                                                       (Münafıkun-7)

İZAH: Bir çok rivayetlerde bu konu şu şekilde geçmiştir: Münafıkların reisi lan Abdullah bin Übeyy ve onun zürriyeti şöyle demişlerdi; "Rasûlullah'ın yanın­da toplanan insanlara yardımı bırakın. Bunlar açlıktan perişan olarak kendilikle­rinden dağılacaklardır". Bunun üzerine yukarıda ki ayeti kerime nazil oldu. Şu tamamen bir gerçektir, her gün müşahede edilmektedir ve yüzlerce defa tec­rübe edilmiştir ki ne zaman insanlar veya muayyen bir şahıs, dini görev yapan bir kimseye karşı inat ve kininden dolayı yardımı kesince Allah ceiie ceiaiuhu kendi lütfü ve keremiyle ona başka bir kapı açmıştır. Şunu herkes kesin olarak bilmeli­dir ki rızık Allah'ın elinde , sadece Allah'ın elindedir. O rızik, kimsenin babasının durdurmasıyla durmaz. Şüphesiz ki (din adamına) yardımı kesenler dine yardım nekten ellerini çekmiş olduklarından Allah ce//e ce/a/um/nun huzurunda hesap verme ye hazırlanmalıdırlar. Orada ne "Bizim gayemiz şuydu, bizim maksadımız buydu" diye yalanlar sökecek ne de bir vekil ve avukat işe yarayacaktır. Hayali hileler uydurarak Allah'ın işinden ve din işlerinden yan çizmenin kendi sonunu berbad etmekten başka hiçbir faydası yoktur. Şahsi inat ve âdî dünya menfaati yüzünden dinin herhangi bir işine engel çıkarmak ve din çalışması yapan birine yardımdan elini çekmek veya başkalarının elini çektirmek ancak kendine zarar vermektir, başkasına değil.Rasûlullah sallaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Kim bir Müslümanın şerefi ayaklar altına alındığı ve onun kişiliğine saygısızlık edildiğinde ona yardım et­mekten yüz çevirirse, Allahu Teâlâ da bir yardımcının yardımını beklediği zaman ona yardım etmez"[36] Rasûlullah sallaiiahu aleyhi veseiiem'm amelleri ümmet için bir anayoldur. Her şeyde Rasûlullah sallaiiahu aleyhi veseiiem'm yolunun ne olduğunu araştırmaya çalışmak ümmetin her ferdinin görevidir. Mümkün olduğu kadar onun yolunda yürümeye çalışılmalıdır. Rasûlullah sallaiiahu aleyhi veseiiem'm bir âde­ti de düşmanlarına bile yardım etmekten geri durmamaktı. Hadis ve tarih kitapla­rındaki yüzlerce olay buna şahittir. İşte münafıkların reisi Abdulllah bin Übeyy gücünün yettiği her sıkıntı ve eziyeti ulaştırmaktan geri durmadı. Ve işte bu şah­sın yukarıdaki ayetin indiği seferde söylediği sözleri; "Medine'ye döndüğümüzde biz izzet sahipleri o zelilleri (müslümanlan) Medine'den çıkaracağız". Ancak bütün bu durumlara rağmen o sefer dönüşünden birkaç gün sonra hastalanınca çok sağlam bir Müslüman olan oğluna "Git Rasûlullah'ı yanıma çağır, senin çağır­manla o mutlaka gelir" demişti. Oğlu Rasûlullah sallaiiahu aleyhi vese/fem'İn huzuruna vardı ve babasının isteğini nakletti. Rasûlullah sallaiiahu aleyhi veseiiem derhal ayakka­bısını giyerek onunla birlikte yola koyuldu. Abdullah bin Übeyy Rasûlullah sallaiiahu aleyhi veseiiem'i görünce ağlamaya başladı. Rasûlullah sallaiiahu aleyhi veseiiem "Ey Al­lah'ın düşmanı neden korkuyorsun?" dedi. O, "Şu an ben sizi beni azarlayasınız diye değil, bana acıyasınız diye çağırttım" dedi. Bu sözleri duyunca Rasûlullah sal-laiiahu aleyhi veseiiem 'in gözleri doldu ve "Ne istiyorsun?" buyurdu. O, "Benim ölümüm yakındır. Ben ölünce guslümdesiz bulunun, elbisenizle beni kefenleyin, cenazem­le birlikte kabre kadar gidin ve cenaze namazımı kıldırın" dedi. Rasûlullah sallaiiahu aleyhi veseiiem onun bütün isteklerini kabul etti. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu:[37]"O münafıklardan biri ölürse sakın cenaze namazını kılma" (Tevbe-84)İşte Rasûlullah sallaiiahu aleyhi veseiiem'm can düşmanlarına karşı davranışı bu şekildeydi. Kendine, sövmekte, küfretmekte ve kusur uydurmakta hiçbir zaman eksiklik etmeyen o alçaklara karşı keremi böyleydi! Ne dersiniz acaba bizlerde düşmanlarımıza karşı buna benzer bir davranış gösterebilir miyiz? Halbuki can düşmanının acısını görünce o Rahmetenlil Alemi'nin gözleri yaşla dolmuştu ve küfrüne rağmen ne kadar istekte bulunduysa Allah'ın Rasûlü sallaiiahu aleyhi veseiiemivle hepsini yerine getirdi. Mübarek gömleğini çıkararak ona kefen olarak uprdi Diöer arzularını da yerine getirdi. Ancak küfür halinde olduğundan bunların ona bir faydası olmadı. Üstelik Allahu Teâlâ tarafından gelecekte bu büyük kerej min yasaklandığına dair ayet indi. ^

12) Bahçe sahiplerini imtihan ettiğimiz gibi (Mekke'lilere mal mülk vererek) onları da imtihan ettik. (Bakalım o nimetler arasında nasıl amel iş­leyecekler?) Bir zaman bahçe sahipleri, sabahleyin erkenden bahçelerinin meyvelerini devşireceklerine dair yemin etmişlerdi. / Hiçbir istisnaya yer vermemişlerdi (İnşallah bile dememişlerdi). / Onlar daha uykudayken Rab-iin tarafından o bahçeyi bir bela sardı da / simsiyah kesiliverdi. / Sabah er­kenden birbirlerine / "Haydi mahsul toplayacaksanız, erkenden gidin" diye seslendiler. / "Bugün hiçbir yoksul oraya girip yanınıza sokulmasın" / diye aralarında fısıldaşarak bahçeye doğru yürüdüler. / Onlar fakirlere yardım et­memeye güçlerinin yeteceğini zannederek gittiler. / Bahçeyi görünce şöyle dediler: "Şüphesiz biz yolumuzu şaşırdık". / "Hayır, hayır! Biz mahrum edil­mişiz. / İçlerinden en insaflıları "Ben size tevbe edip Allah'ı teşbih etmeniz gerekir dememiş miydim?" dedi. / Onlar da "Biz Rabbimizi layık olmadığı sıfatlardan tenzih ederiz. Şüphesiz biz zalimlermişiz". / Birbirlerini kınama­ya başladılar. / "Yazıklar olsun bize! Şüphesiz biz haddi aşanlarmışız. / Umulur ki, Rabbimiz bize bu bahçeden daha hayırlısını verir. Biz her şeyi yalnız Rabbimizden isteriz" dediler. / İşte (dünyada) azap böyledir. Ahiret azabı ise daha büyüktür. Keşke bilselerdi (-ki fakirlere karşı cimrilik etmenin neticesi iyi değildir-)                                                             (Kalem-17-33)

İZAH: Bu ayetlerde çok ibret verici bir kıssa anlatılmıştır. Muhtaç olan yok­sul ve fakirlere vermemeye and içenler, yeminler ederek "İhtiyaç sahiplerine bir kuruş dahi verilmeyecek, bir öğün yemek bile verilmeyecek, zira bu aşağılık he­rifler asla yardıma müstahak değillerdir. Onlara vermek lüzumsuzdur" diye dava güdenler işte böyle bir anda bütün mal ve servetlerini kaybetmektedirler. Onların bu davranışlarını beğenmeyen ancak kendi kişilik ve saygınlıklarını korumak için amel bakımından onlara ortak olan iyi kalpli kimseler de aynı azabın belasından kurtulamamaktadırlar.Hz. Abdullah İbni Abbas radıyallahu anhuma diyor ki: "Yukarıda ki ayetlerde anlatılan olay Habeşistan diyarında oturan bazı insanlarla ilgilidir. Onların baba­larının büyük bir bağı vardı. Bağdan isteyenlere de verirdi. O vefat edince oğulla­rı <Babamız ahmaktı, her şeyi onlara dağıtıyordu> dediler. Sonra yemin ederek <Biz sabah erkenden bütün bağı toplayıp hiçbir fakire bir şey vermeden getirece-ğiz> dediler". Hz. Kâtâde rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "O bağın sahibi olan yaşlı zatın âde-ti şöyleydi; bağın mahsulünden kendine bir yıl yetecek masrafını alır. Geriye kalanın hepsini Allah yolunda harcardı. Evlatları onu bu davranışından alıkoyma­ya çalışırlardı. Ama o bunu kabul etmezdi. O ahirete intikal edince yukarıda da zikredildiği gibi bütün malı alıkoyup hiçbir fakire hiçbir şey vermemeye çalıştılar".Said bin Cübeyr rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Bu bağ Yemenin meşhur şehri San'a'ya 6 mil uzaklıktaki Darvan'daydı". İbni Cüreyc rahmetuliahi aleyh diyor ki: "O bağ üzerine musallat olan azap Cehennem vadisinden çıkmış ve o bağ üzerinde dolanmıştı". Mücahid rahmetuliahi aleyh diyor ki: "O bir üzüm bağıydı".Hz. Abdullah İbni Mes'ud radıyallahu anh Rasulallah sallallahu aleyhi vesellemin şöyle buyurduğunu nakletti: "Kendinizi günahlardan koruyun, insan öyle günah işler ki onun uğursuzluğundan ümin bir bölümünü unutur (yani hafıza zayıflar ve okuduklarını unutur). Bazı günahlar yüzünden teheccüd namazı için gözleri açılmaz. Bazı günahları yüzünden kendisine gelmesi kesin olan kazancı geri döner". Bu sözlerden sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi veseilem şu ayeti kerimeyi okudu:"Rabbin tarafından o bahçeyi bir bela (azap) sarı verdi)". Ve sonra buyurdu ki: "O insanlar günahları yüzünden bahçelerinin mahsulünden mahrum oldular.[38]Allahu Teâlâ Kur'an-ı Kerim'in başka bir yerinde şöyle buyuruyor:"Başınıza gelen musibet kendi ellerinizle kazandığınız günahlar yüzünden­dir. Allahu Teâlâ o günahlardan bir çoğunu da affeder."                                                                   (Şûra-30)

HZ. Ali kerremellahu vechehu diyor ki: "Rasûlullah sallallahu aleyhi veseilem bana,

<Bu ayeti kerimenin tefsirini sana söyleyeyim. Ey Ali! Sana ulaşan hastalık veya herhangi bir azab ya da bir başka dünya musibeti, senin ellerinin kazancıdır> buyurdu". Bu konuyu ben İtidal adlı risalemde geniş olarak yazdım. Oraya mü­racaat edilebilir.

13) O gün amel defteri solundan verilen ise (üzülerek) şöyle der: "Ba­na keşke amel defterim verilmeseydi! / Hesabımın ne olduğunu bilseydim. / Keşke ölüm iş bitiren bir şey olsaydı (ve bir daha diriimeseydim). / Malım bana hiçbir fayda vermedi. / Bütün saltanatım (gücüm) mahvoldu". / (Alla­hu Teâlâ meleklere şöyle buyurur:) "Alın bağlayın onu. / Sonra Cehenneme atın! / Sonra da onu yetmiş arşın uzunluğundaki zincire vurun. / Çünkü o yüce Allah'a inanmazdı. / Yoksulu yedirmeyi teşvik etmezdi. / Bugün de onun burada hiçbir dostu yoktur. / Onun Ğ/s//n'den başka bir yiyeceği de yoktur. / Onu ancak büyük günahkarlar yer".                    (El Hakka-25-37)

İZAH: Ğıslîn lafzının meşhur olan tercümesi irin dir. Yani yara vs.yi yıka­maktan dolayı toplanan suya Ğıslîn denir. Hz. İbni Abbas radıyallahu anhumadan nakledildiğine göre Ğıslîn yaralarda toplanan ve akan iltihaba denir.Hz. Ebû Said el Hudri radıyallahu anh'öan rivayete göre Rasûlullah saiiaüahu aleyhi veseilem şöyle buyurdu: "Dünyaya bir kova ğıslîn dökülse onun kokusundan bütün dünya kokuşurdu". Nevf Sami rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Yetmiş arşın olan bu zincirin her arşını yetmiş kulaçtır. Bir kulaç ise Mekke-i Mükürreme'den Kûfe'ye kadardır". Hz. İbni Abbas radıyaliahu anhuma ve diğer müfessirlerden şöyle nakledil­miştir: "Bu zincir makattan dahi! edilip, burundan çıkarılacak sonra o kişinin üze­rine sarılacak, böylece o sımsıkı bağlanmış olacaktır"[39]Yukarıdaki ayeti kerimede yoksula yemek yedirmeye teşvik etmemekten dolayı bir azarlama vardır. O halde aramızda akrabalarımızı, ahbaplarımızı, göüşüp tanıştıklarımızı, fakirlere merhamet etmeye, yoksulları yedirip içirmeye özelikle teşvik etmemiz gerekir. Zira başkalarına teşvik vermekle kişinin içindeki cimrilik maddesi azalır.

14) Mal biriktiren ve onu (son derece sevdiğinden) sayıp duran, (ka-şiyla gözüyle insanları) ayıplayan ve yüze karşı eğlenenin vay haline. / Ma­lının yanında ebedi kalacağını sanır. / Hayır (o mal ebedi kalmayacaktır) O şahıs mutlaka (yakıp yok eden) ateşe atılacaktır! / O (yakıp yok eden ate­şin) ne olduğunu sen bilir misin? / O Allah'ın yüreklere kadar ulaşan tutuş­turulmuş bir ateşidir (yani dünya ateşi insanın bedenini yakınca insan ölür. Ama ahirette ölüm yoktur. Bundan dolayı orada ateş bedene dokununca hemen kalbe ulaşacaktır. Kalbe dokunan en ufak bir acı insana çok gelmektedir). / Cehennemlikler dikilmiş sütunlara bağlı oldukları halde o ateş üzerlerine kapatılmış olacaktır.                                                                                              (E! Hümeze süresi)

İZAH: Ayeti kerimede geçen "Hümezeh" ve "Lümezeh" kelimelerinin tefsi­rinde ulemanın çeşitli görüşleri vardır. Bir tefsirde yukarıda ki meal nakledilmiştir. Hz. ibni Abbas radıyaiiahu anhuma ve Mücahid rahmetuiiahi a/eyft'den nakledilen görüş şudur: "Hümezeh; Ayıplayan, Lümeze; Gıybet eden'dir". İbni Cüreyc rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Hümezeh işaretle olan ayıplamadır, ki el ağız, göz gibi azaların işaretiyle olur. Lümezeh ise dille olur".Bir defasında Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem kendi Miraç hadisesini anla­tırken şöyle buyurdu: Vücutları makaslarla kesilen bir erkekler topluluğu gördüm ve Cebrail'e bu insanların kim olduklarını sordum. Dedi ki: "Bunlar süslenen erkeklerdir (yani fuhuş ve haram işlemek için kendilerine çeki düzen vererek dışarı çıkan erkeklerdir)". Sonra ben bir kuyu gördüm içinden çok pis kokular ve çığlık sesleri geliyordu. Ben Cebrail'e bunların kim olduğunu sordum. Dedi ki: "Bunlar (fuhuş ve haram işlemek için) süslenen ve uygun olmayan işler yapan kadınlardır". Sonra ben göğüslerinden asılmış olan erkek ve kadın topluluğu gördüm ve bunların kim olduklarını sordum, Cebrail dedi ki: "Bunlar insanları ayıplayanlar ve söz gezdiren (koğucularjdır".[40]Allah ceiie ceiaiuhu kendi lütfü ile bu gibi şeylerden korusun. Bunlar çok büyük azab tehditleridir.Yukarıdaki Sûre-i Celile'de cimrilik ve mal hırsı özellikle kınanmıştır. Şöyle ki; insan cimriliğinden dolayı mal biriktirmekte ve hırstan dolayı, azalmasın diye de malını sık sık saymaktadır. Malı o kadar sevmektedir ki, onu tekrar tekrar saymak­tan bile zevk almaktadır. Bu kötü âdet tekebbür ve büyüklüğe sebep olmaktadır. Bunun neticesinde başkalarının kusurlarını araştırmak onları kınamak ve kötülemek alışkanlığı doğmaktadır. Bundan dolayı yukarıda ki sûrenin başında bu eksikliklere dikkat çekildikten sonra bu kötü davranış kınanmıştır. Her şahıs malın çoğalma­sının kendisini afet ve musibetlerden koruyabileceği vehmine kapılmıştır. Sanki zengin olana asla ölüm gelmeyecektir! İşte bu (yanlış inanışa) uyarı yapılmıştır.Günlük olaylar pek çok kere şunu teyid etmektedir ki, insana bir afet ve musibet geldiğinde bu mal ve eşyanın hiç biri (insana fayda vermez) öylece kalır. Hatta malın çok olması bazen afetleri kendine yöneltmektedir. Kimi insanlar mal sahibini zehirlemeyi, kimisi öldürmeyi, kimi çalmayı, soymayı, gasp ve yağmala­mayı planlar. Bu mal yüzünden insana yüzlerce âfet musallat olur. Mal fazla olunca yakınlar, akrabalar, hanım ve çocuklar, hepsi kalplerinden "Şu ihtiyar bir ölse de mal elimize geçse" diye temenni ederler.kıldıkları namazlardano kimseye zulüm etmez ve malın, biriktirip tutmaz. Aksine bol bol harcar, çun bir kimse "Eğer ben bugün şu ticarete on lira yatmrsam yar, yolla bin lira kazanacağım" diye inamrsa o asla bu konuda fazla düşünmez.Yutandaki sûrede anlatHan namaz kılanlarla ilgili olarak Hz. İbniiAbbas  anhuma şöyle diyor: "Onlar, insanlann tek başına kaldığı zaman namazını terk eden münafıklardır Sadanh ve diğer bir çok zâtlardan nakledilen görüşe göre namazı terk etme maksat onu geciktirmek ve vaktinde kılmamaktır.Mâûn kelimesinin tefsirinde âlimlerin bir çok görüşleri vardır. Bazı âlim­lerden bunun zekat olduğu nakledilmiştir. Ancak alimlerin çoğunluğundan nakledilen tefsirlere göre Mâûn günlük geçimde kullanılan eşyadır. Hz. Abdullah Ibni Mes'ud radıyallahu anh diyor ki: "Biz Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem zamanında Mâûnun ölçüsünü şu gibi şeylerle tayin etmiştik: Biri bir kova isteyince vermek. Çömlek, balta, terazi ve buna benzer şeyleri birbirimizden isteyince işini görüp geri almak kaydıyla vermek gibi... Hz. Ebû Hureyre radıyallahu anh, Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem'm şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Mâûn; balta, tencere kova vs. gibi insanların birbiriyle yardımlaştıkları eşyalardır". Daha bir çok rivayetlerde bu konu sıkça zikredilmiştir. Ikrime radıyallahu antia biri Mâûn'un manasını sorunca "Onun aslı zekattır, en aşağı derecesi de elek, kova ve iğne vermektir" demiştir.[41]Yukarıdaki sûrede bir çok şeylere dikkat çekilmiştir. Onlardan biride yetim­ler hakkındaki özel uyarıdır. Çünkü insanların helak olmalarının bir sebebi de yetimi itip kakarak dışarı çıkarmaktır. Pek çok insan yetimlerin veliyyi varisi olup onların mallarını kendi tasarruflarına katmaktadırlar. Yetim veya onun tarafında olan biri o veliden bir şey isteyince onu azarlamaktadırlar. Onların helak olması ve onlara şiddetli azap edilmesi hakkında hiçbir şüphe yoktur. İşte (yetimlere yapılan bu tür haksızlıklar) bu sûre-i Celile'nin inmesine sebep olmuştur. Kur'an-ı Kerim'de yetimler hakkında pek çok uyarılar ve ayetler nazil olmuştur. Onlardan birkaç ayete işaret edeceğim. Bu ayetlerden anlaşılacağı üzere Allah celle celaluhu bu konuya ne kadar ihtimamla ve sıkça tembih buyurmuştur.

(1)  Biz onlardan, "Anaya, babaya, yakınlara yetimlere ve düşkünlere iyilik yapın". (diye söz almıştık)                                                              

(Bakara-83)

(2) (İyilik) sevdiği malı, akrabaya, yetimlere, yoksullara... (verenin yaptıklarıdır                        (Bakara-177)

(3) De ki: Harcayacağınız hayırlı bir şey, ana-babaya, akrabalara, yetimleredir.                         (Bakara-215)

(4) Sana yetimlerden soruyorlar. De kî: Onların işlerini düzeltmek, kendileri için daha hayırlıdır.                                                                                                                                                                                 (Bakara-220

(5) Yetimlere mallarını verin. )                                                                    (Nisa-2)

 (6) Eğer yetim kızlarla evlendiğinizde adaleti yerine getirememekten korkar-sanız...                  (Nisa-3)

 (7)  Evlenme çağına gelinceye kadar yetimleri deneyin. Eğer rüşde erdiklerini açıkça görürseniz mallarını kendilerine verin. Büyüyeceklerde mallarına sa­hip olacaklar endişesiyle onları israf ederek, tez elden yemeyin.                                                                                                         (Nisa-6)

 (8)  Miras taksim olurken, varis olmayan akrabalar, yetimler ve fakirler de bulunursa, (gönüllerini almak için) mirastan onlara da verin. Onlara güzel söz söyleyin                                                 Nisa-8                                                                         

 (9) Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, karınlarına sadece ateş tıkarlar. Onlar yakında alev alev yanan bir ateşe sokulacaklardır.                                                                                      (Nisa-10)

(10) Anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, akraba olan komşulara, yakın komşulara, yanında bulunan arkadaşa, yolda kalanlara, sahip olduğu­nuz kölelere iyilik edin. Şüphesiz Allah, kibirlenen ve övünen kimseyi sevmez.                                                                                              (Nisa-36)

11) Kitap'ta, kendileri için yazılmış (mirası) vermeyip nikahlamak istediği­niz yetim kadınlar hakkında, çaresiz çocuklar ve yetimlerin işleriyle meşgul olmanız hakkında adaleti yerine getirmeniz için size bilmektedir okunan ayetler (Allah'ın hükmünü apaçık ortaya koymaktadır). Hayırdan ne yaparsanız şüphesiz Allah onu.                                                                                                                                                                         (Nisa-127)

(12) Yetimlere adaletli davranmanız (hakkındaki hükümleri, Kur'an'da size okunan ayetler açıklar).                                                                      

(Nisa-127)

(13) Yetim malına yaklaşmayın. Ancak olgunluk çağına varıncaya kadar, en güzel bir şekilde idare ederseniz o başka!                                                                                                         (En'am-152)

 (14) Sakın yetimin malına yaklaşmayın, Ancak rüşdüne erinceye kadar onunmatına en güzel bir şekilde bakabilirsiniz.                                                                                                      (!sra-34)

(15)  Allah'ın fethedilen memleketler halkından ganimet olarak Peygambe ri'ne verdiği mallar, Allah'ın Peygamberi'nin, akrabasının, yetimlerin, yok­sulların ve yolda kalmış kimselerindir.                                                 

(Haşr-7)

(16)  Onlar, yemeğe ihtiyaç ve istekleri olduğu halde, onu, yoksula, yetime ve esire yedirirler.                                                                                  

 (İnsan-8)

(17) Hayır, hayır! Siz yetime ikram etmiyorsunuz. Birbirinizi, yoksulları ye­dirmeye teşvik etmiyorsunuz.                                                          

Fecr-17,18)

(18) Veya açlık gününde.yakıni olan bir yetimi yedirmektir.                                   (Beled-14,15)

(19) O, seni yetim bulup barındırmadı mı?                                                          (Duha-6)

(20) O halde sakın yetimi ezme.                                                                           (Duha-9)

Bu yirmi ayet örnek olarak zikredilmiştir. Ayetlerin bulunduğu sûreler ve ayet numaraları da yazılmıştır. Eğer bir Kur'an mealinden bu ayetlere bakılırsa şu anla­şılır: Allah ceiie ceiaiuhu değişik ifadelerle sık sık yetimleri ıslah etmek, onlara iyilik etmek, onların mallarına titizlik göstermek, onlara yumuşak davranmak, onların durumunu düzeltmek ve rahatlıkları için çalışmayı tembih etmiştir. Hatta yetim bir kızla evlenen kimsenin onun mehrini azaltmaması hakkında uyarmıştır. O halde yetim bir kızın garipliği ve kimsesizliğinden dolayı mehri azaltılmamalıdır. Rasûlul-lah saiiaüahu aleyhi veseiiem'ln pek çok hadislerde şu yüce irşadı nakledilmiştir: "Ben ve yetime kefil olan kimse, Cennet'te iki parmak gibi yakın olacağız". Bu sözden sonra Rasûlullah satiaiiahu aleyhi veseiiem şehadet parmağını ve onun yanındaki par­mağını birleştirerek işaret yaptı. Yani bu iki parmağın yakın olması gibi ben ve o kişi Cennet'te birbirimize yakın olacağız demektir. Bazı alimler şöyle demişlerdir: Orta parmak, şehadet parmağından birazcık uzundur. Bu durumda hadisin manası şöyle olur; Benim derecem nübüvvetten dolayı biraz ilerde olacaktır. O kişinin de­recesi hemen (benim derecemin) yakınında olacaktır.Bir hadiste şöyle buyuruimuştur: "Kim bir yetimin başını (şefkatle) okşarsa ve yalnız Allah rızası için bunu yaparsa, onun eli, yetimin başındaki saçlardan hangisine temas ederse, onların her biri karşılığında sevap yazılır. Kim de oğlan veya kız olan yetime ihsan ederse ben ve o kişi cennette bu şekilde olacağız". Yukarıda geçtiği gibi Peygamber saiiaiiahu aleyhi veseiiem iki parmağını birleştirdi. Daha pek çok hadislerde bu konu değişik ifadelerle zikredilmiştir.[42]Başka bir hadiste şöyle buyuruimuştur: "Bazı insanlar kıyamet günü ağız­larından ateş alevleri yükseldiği halde kabirlerinden kalkacaklardır". Biri "Ya Ra-sûlallah onlar kimlerdir" deyince Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem yukarıda (doku­zuncu sırada)ki şu ayeti okudu:"Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler karınlarına ateş tıkamaktadırlar"(Nisa-10)Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem Miraç gecesinde dudakları deve dudakları gibi büyük olan bir topluluk gördü. Melekler onların dudaklarını yırtarak ağızla­rına ateşten yapılmış büyük büyük taşlar sokuyorlardı. O ateş ağızlarından girip makatlarından çıkıyordu. O kimseler de feryat edip bağırıyorlardı. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem Hz. Cebrail aleyhisaelam'a bunların kim olduklarını sorunca Cebrail aieyhisseiam; "Bu insanlar haksız yere yetimlerin mallarını yerlerdi, şimdi onlara ateş yediriliyor" buyurdu.Diğer bir hadiste şöyle buyuruimuştur: "Dört sınıf insan vardır ki, Allah cette cetaiuhu onları Cennet'e sokmayacak ve Cennet'in hiçbir nimetini tatmak onlara nasip olmayacaktır. Bunlar; 1-Devamlı şarap İçen, 2-Faiz yiyen, 3-Haksız yere yetim malı yiyen, 4-Ana-babasına karşı gelenlerdir"[43]Hz. Şah Abdul Aziz rahmetuiiahi aleyh tefsirinde şöyle yazıyor: "Yetimlere iyilik iki türlüdür: 1 -Varisler üzerinde vacip olan iyilikler, Mesela onun malını korumaktır. Şöyle ki, onun nafaka ve ihtiyaçlarının karşılanabilmesi için onun malını ticaret, ziraat veya başka bir işte kullanarak artırmaktır. Yine onun yiyecek, giyecek ve diğer İhtiyaçlarını karşılamak ve bir de onun okuma-yazma, talim-terbiye ve diğer durumlarıyla ilgilenmektir. 2-Halkın üzerine vacip olan iyilikler, Yetime eziyet etmemek, ona yumuşak ve merhametli davranmak, meclis ve toplantılarda onu yanına oturtmak, onun başını okşamak, kendi evladı gibi onu da kucağına almak, ona olan sevgisini açıkça göstermek. Çünkü o babasını kaybedip yetim kalınca \llahu Teâlâ bütün kullarına ona baba gibi muamele etmelerini ve onu kendi evlatları gibi görmelerini emretmiştir. Böylece babasının ölümünden dolayı ken­disine sonradan gelen hükmi zayıflık, binlerce insanın onun babası yerine geç­mesiyle hakiki bir kuvvete dönüşerek uzaklaşır. Kısaca diğer akrabalar örfi ya­kınlığa sahip oldukları gibi yetim de şer'i yakınlığa sahiptir. (Bakara sûresi)"Baştaki ayette hususi olarak zikredilen başka bir konuda, yoksulu doyur­maya teşvik etmek hakkındaki uyarıdır. Bir bakıma cimriliğin en yüksek derece­sine işaret edilmiştir. Şöyle ki; insan kendi malını harcamak şöyle dursun, bir başkasının fakirlere mal harcamasına bile dayanamaz.Kur'an-ı Kerim'de pek çok ayette yoksullara yemek yedirmekle ilgili teşvik verilmiştir. Onlardan bir kısmı daha önce zikredilmişti. Fecr sûresinde şöyle tenbih buyurulmuştur:"Siz yetime ikram etmiyorsunuz, yoksulları yedirmeye de teşvik etmiyorsunuz".

(Fecr-17,18)Baştaki ayette zikredilen üçüncü şey Mâûn'u esirgemektir. Bunun açıkla­ması daha önce geçmiştir. Hz. Şah Abdul Aziz rahmetuiiahi aleyh şöyle yazmıştır: "Bu sûrenin adının Mâûn olmasının sebebi şudur; Mâûn iyiliğin en alt derece­sidir. İyilik yapmamanın en basiti bile Allah'ın rahmetine perde olup, O'nun azar­lamasına sebeb olduğuna göre iyiliğin en üst derecesini yani Allah hakkı ve kul haklarını zayi etmekten dolayı daha çok korkulmalıdır".Buraya kadar bu konuyla ilgili birkaç ayet zikredilmiş oldu. Bundan sonra aynı konuyla ilgili birkaç hadis yazılacaktır. Bunların ışığında cimrilik ile mal bi­riktirip bir köşeye yığmanın ne kadar korkunç bir şey olduğu anlaşılacaktır.

 

Cimriliğin Kötülüğü Ve Zararları Hakkında Hadisler

 

1) EbÛ Said radıyallahu anft'dan rivayete göre RasÛMİah sallallahu aleyhi veseihm şöyle buyurmuştur: "İki haslet vardır ki onlar müminde toplanmaz. Biri cimrilik, diğeri kötü ahlaktır."                                                       

(Tirmizi, Mişkât)

İZAH: Yani mü'min olarak hem cimri olması hem kötü ahlaklı olması hiçbir şahsın şanına asla yakışmaz. Böyle birinin kendi imanının durumunu gözden ge­çirmesi gerekir. Yoksa Allah etmesin imandan da mahrum kalır. Zira her güzelli­ğin diğer güzelliği getirmesi gibi her hata da diğer hatayı getirir. Diğer bir hadiste bundan daha öte şöyle buyurulmuştur: "Şuhh (yani hırs) ve iman bir araya gel­mezler"[44] Şuhh cimriliğin en yüksek derecesidir, İman ve şuhh'un bir araya gel­mesi sanki iki zıddın toplanması gibidir. Bu, su ve ateşin bir araya gelmesine benzer ki bunlardan hangisi diğerine galip gelirse onu yok eder. Su galip gelirse ateşi söndürür. Ateş galip gelirse suyu yakıp yok eder. Aynı şekilde iman ve aşırı cimrilik olan hırs birbirine zıttır. Onlardan hangisi galip gelirse yavaş yavaş diğe­rini yok eder. Yine bir hadiste şöyle geçmektedir: "Hiçbir Allah dostu yoktur ki Allah cette ceiaiuhu onda iki güzel vasıf yaratmış olmasın. Biri cömertlik diğeri güzel ahlak.[45]Başka bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Allah'ın hiçbir velisi yoktur ki, cömertliğe alıştırılmış olmasın"[46] Şu açıktır ki, insanın Allah cette ce/a/u/ju'na karşı bağlılık ve sevgisi varsa, O'nun yarattıklarına harcamayı kalbi mecburen isteye­cektir. Çünkü sevgilinin yakınları ve akrabalarının gönüllerini hoş tutmak sevginin vazgeçilmez unsurlarındandır. Mahlukat, Allah'ın lyali olduğuna göre onlara har­cama yapmayı bir Allah dostu elbette isteyecektir. Allah'ın lyali arasından hangi­sinin Allah'a bağlılığı daha güçlü ise, ona daha fazla harcamak isteyecektir. Eğer bunu istemezse, anlaşılır ki, onda, mal sevgisi Allah sevgisinden daha fazladır ve onun Allah sevgisi iddiası yalandır.

başa kakan kimse Cennet'e girmeyecektir .                                  

İZAH: Alimler, bu sıfatlarla kimsenin Cennet'e giremeyeceğini söylemiş­lerdir. Allah etmesin, eğer bir müminde bu kötü sıfatlar bulunursa Allahu Teâlâ daha dünyada iken tevbe etmesi için ona tevfik verir. Eğer bu da olmazsa o kişi Cehennem'e konulur. Kötü sıfatları temizlendikten sonra Cennet'e girebilecektir. Ancak az bir zaman içinde olsa Cehennem'e girmek basit ve kolay bir iş değil­dir. Dünya ateşine az bir süre için atılmanın meydana getirdiği etkiler ne kadar büyük olur. Halbuki bu ateşin Cehennem ateşi karşısında hiçbir hakikati yoktur.Rasûiullah sailallahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Dünya ateşi, Cehennem ateşinin yetmişte biridir". Sahâbe-i Kiram "Ya Rasûlallah dünya ateşi de az değil ki, o da çok fazla acı vermektedir" deyince Rasûiullah sailallahu aleyhi veseiiem "Ce­hennem ateşi bu ateşten altmış dokuz derece daha fazladır" buyurdu.[47] Bir baş­ka hadiste şöyle buyurulmuştur: "Cehennem'de en az azap görecek olan kişiye Cehennem ateşinden iki ayakkabı giydirilecek ve onların etkisinden dolayı o kişinin beyni ateş üzerinde kaynayan tencere gibi kaynayacaktır"[48] Bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Allah cem ceiaiuhu Adn Cennet'ini kendi kudret eliyle yarattı. Sonra onu süsleyip donattı ve meleklerin oraya nehirler akıtmasını ve meyveler sarkıtmalarını emretti. Allahu Teâlâ Adn Cennetinin süs ve ziynetine bakarak şöyle buyurdu; <İzzetime yemin olsun, Celalime yemin olsun, Arşımın yüceliğine yemin olsun ki, sana cimri olan kimse giremeyecektin-[49]

3) HZ. Ebu Zer radıyallahu anh diyor ki: Ben Peygamber sailallahu aleyhi vesei-/em'in yanına gittim. O Kabe'nin gölgesinde oturuyordu. Beni görünce, "Ka­be'nin Rabbi'ne yemin olsun ki onlar büyük hüsrandadır" dedi. Ben "Anam-babam sana feda olsun, kimdir onlar?" dedim. Buyurdu ki: "Malı fazla olan­lardır. Ancak böyle, bu şekilde, şu şekilde, arkasına, sağına, soluna (harca­yan) kimse müstesnadır. Fakat böyle insanlar çok azdır".                                                                                    (Müttefekun Aleyh, Mişkât)

İZAH: Hz. Ebû Zer radıyallahu anh Sahâbe-i Kiram'ın zahidlerindendir. Bu konu önceden de geçmişti. Rasûlullah sailallahu aleyhi veseiiem'm ona bakarak böyle buyurma­sı gerçekten Ebû Zer için bir teselli idi. Ta ki o kendi yokluk ve zühdünü hiçbir zaman aklına getirmesin. Bu mal ve eşyanın çokluğu haddi zatında sevimli bir şey değildir. Aksine büyük bir hüsran ve zarara sebep olacak şeydir. Açıkçası bu, Allahu Teâlâ'dannafil kalmaya sebep olmaktadır. Günlük hayatımızda görüyoruz ki darlık ve yoksul­luk olmadan Allah'a yönelme çok az oluyor. Şüphesiz ki, Allah ceiie ceiaiuhu'nun kendi­lerine tevfik verdiği ve gerektiği zaman nerede ve hangi tarafta ihtiyaç varsa, ona göre dört bir yanlarına cömertlik ellerini uzatan kimseler, için mal zararlı değildir. An­cak bizzat Rasûlullah sailallahu aleyhi veseiiem böyle insanların az olduğunu söylemiştir.Genellikle malın çokluğu fışkı fücur, başıboşluk ve nefse düşkünlüğü bera­berinde getirmektedir. Bununla birlikte yersiz harcamalar, ün ve şöhret için yapı­lan masraflar servetin en basit cilvelerindendir. Düğün merasimleri ve diğer ce­miyetlerde gereksiz ve yersiz milyonlarca lira harcanır, ama Allah adına muhtaç­lara, açlara harcamaya gelince imkanlar elvermez?!Bir hadiste buyuruluyor ki: "Dünya malı fazla olanın ahirette sermayesi az olacaktır. Ancak helal yoldan kazanan ve şöyle böyle harcayan kimse müstesna"[50] Önceki hadiste olduğu gibi bu hadiste de şöyle böyle diye oraya buraya harca­maya işaret edilmiştir. Gerçektende oraya buraya harcayan bir kimse için mal, izzet ve ziynettir. Kimde malı sayarak ve bağlayarak bir köşeye koyarsa bu mal o kimse için her çeşit afetlerin öncüsüdür, ki sahibini helak eder. Kendisi de sahi­binin elinde zayi olur gider. Bu merhametsiz ve zalim mal, bir kimseden ayrılma­dıkça ona din ve dünya faydası sağlamaz.

4) Ebû Hureyre radıyallahu anb'dan rivayete göre Rasûlullah sailallahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Cömert insan Allah'a yakın, Cennet'e yakın ve insanlara yakındır. Cehennem'den uzaktır. Cimri insan Allah'tan uzak, Cen-net'ten uzak ve insanlardan uzaktır. Cehennem'e yakındır. Şüphesiz cahil bir cömert Allah indinde abid olan bir cimriden daha sevimlidir".                                                      (Timizi, Mişkât)

İZAH: Yani nafile namazları az kılan ancak cömert olan bir kişi, çok ibadet eden ve uzun uzun rekatlı nafileler kılan kimseden daha çok Allah'a sevimlidir. Hadiste geçen Abicföen kasıt bol bol nafile kılan demektir. Farzları kılmak zaten cömert olan veya olmayan herkes üzerine farzdır.İmam Gazali rahmetuliahi aleyh naklediyor ki: Hz. Zekeriyya aieyhisseiam'm oğ­lu Yahya alâ nebiyyina ve aleyhissalâtü vesselam bir gün şeytana şöyle bir soru sordu; "Sen en çok kimi sever ve kimden nefret edersin?" Şeytan şöyle dedi; "Ben en çok cimri olan mü'mini sever ve fasık olan cömertten nefret ederim". Yahya atey-hissetim; "Bu nasıl oluyor?" deyince, Şeytan; "Cimri adam, cimriliğinden dolayı beni rahatlandırır. Yani onun cimriliği zaten Cehennem'e gitmesine yeter. Ancak beni devamlı düşündüren fasık olup da cömert olan kişidir. Olur ki, Allahu Teâlâ cömertliğinden dolayı onu bağışlar"[51] Yani şeytan şunu demek istiyor: "Eğer Alla­hu Teâlâ o kişinin cömertliğinden dolayı, herhangi bir anda ondan razı olursa, Allah'ın rahmet ve mağfireti karşısında ömür boyu işlenmiş olan fışkı fücurun ne hakikati olabilir ki? O her şeyi affedebilir. Bu durumda benim o kişiye bir ömür boyu günah işletmeye çalışmamın hepsi zayi olacaktır".Bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Cömertlik eden insan Allahu Teâlâ'ya hüsnü zan ettiği için bunu yapar. Cimrilik yapanda Allahu Teâlâ hakkında yanlış düşündüğü için bunu yapar"[52] Hüsnü zandan maksat kişinin şöyle düşünmesidir: Bu malı veren Allah tekrar verme gücüne sahiptir. Böyle bir kimsenin Allah'a ya­kın olmasında ne şüphe olabilir ki? Allah hakkında kötü zan yapmanın manası ise, kişinin Bu mal biterse bir daha nereden gelecek? diye düşünmesidir. Böyle bir kimsenin Allah cette ce/a/u/iu'dan uzak olması açıktır. Çünkü o Allah'ın hazinesi­ni sınırlı zannetmiştir. Halbuki gelir ve kazanç sebeplerini yalnız Allah yaratmış­tır. O sebeplerle mahsulün meydana gelmesi de O'nun kudretine bağlıdır. O dilemezse esnaf ellerini ovuşturarak oturur. Çiftçi tohumu eker ama mahsul çıkmaz. Mademki bütün bunlar yalnız O'nun ihsanından dolayıdır. Öyleyse Bir daha nereden gelecek? demenin ne manası vardır? Ancak bizler dilimizle bunu ikrar ettikten sonra kalplerimizle bu malın sadece Allahu Teâlâ'nın ihsanı olduğu­nu, onda bizim hiçbir müdahalemiz olmadığını düşünmüyoruz. Ama Sahabe-i Kiram radıyatiahu anhum kalpleriyle "Bütün bunlar Allah'ın ihsanıdır. Bugün veren Allah yarın da verir" diye düşünüyorlardı. Bundan dolayı onlar bütün mallarını harcamakta zerre kadar tereddüt etmiyorlardı.

5) Ebû Hureyre radıyaiiahu anh'dan rivayete göre Rasûlullah saiiaüahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Cömertlik Cennet'te bir ağaçtır. Kim cömert olursa o ağacın bir dalından tutunmuş olur. O dal o kişiyi Cennet'e sokuncaya kadar bırakmayacaktır. Cimrilik de Cehennem'deki bir ağaçtır. Kim cimri olursa o ağacın bir dalına tutunmuş olur. O dal onu Cehennem'e sokuncaya kadar bırakmayacaktır".                      (Beyhaki, Mişkât)

İZAH: Şuhh cimriliğin en yüksek derecesidir. Bu konu birinci bölümün ayetleri arasında 28. sırada geçmiştir. Yukarıdaki hadiste mana açıktır. Şöyle ki; cimrilik Cehennem ağacı olduğuna göre, kim onun dalından tutunup tırmanırsa varacağı yer ancak Cehennem olur. Bir hadiste şöyle buyuruluyor: "Cennet'te bir ağaç vardır ki, onun adı Seha'dır. Cömertlik ondan doğar. Cehennem'de bir a-ğaç vardır ki, adı Şuhh'dur. Cimrilik de ondan doğar. Cimri olan insan Cennet'e girmeyecektir"[53] Daha öncede birkaç defa bilindiği üzere Şuhh cimriliğin en âlâ derecesidir. Bir başka hadiste şöyle geçmektedir: "Cömertlik Cennet ağaçların­dan bir ağaçtır. Dalları dünyaya sarkmaktadır. Kim onun bir dalından tutarsa o dal onu Cennet'e ulaştırır. Cimrilik de Cehennem ağaçlarından bir ağaçtır. Dalla­rı dünyaya sarkmaktadır. Kim onun bir dalından tutarsa, o dal onu Cehennem'e ulaştıracaktır"[54] Şu açıktır ki, istasyona yürüyerek giden bir adam, şüphesiz ki bir süre sonra istasyona ulaşır. Aynı şekilde bu dallar hangi ağaca aitse, onun dal­larına tutunup tırmanan kimseyi dikili olduğu yere ulaştıracaktır.

6) Ebû Hureyre radıyaiiahu anh'dan rivayete göre Rasûlullah saiiaitahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Kişide bulunan en kötü âdetlerden biri sabrı tü­keten cimrilik, diğeri de canı çıkaran korku ve yüreksizliktir".                                                                             (EbûDâvûd, Mişkât)

İZAH: Allahu Teâlâ da kendi yüce kelamında bu iki ayıba dikkat çekmiştir. Nitekim şöyle buyurmuştur:

"Gerçekten insan, sabırsız ve hırslı yaratılmıştır.'/ Başına bir felaket geldiği zaman feryat eder. / Kendisine hayır (mal) ulaşınca cimrileşir. / Ancak namaz kılanlar müstesnadır ki, / onlar namazlarına devam ederler. / Mallarından is­teyene de istemeyene de hak tanırlar. / Hesap gününe kesinlikle inanırlar. / Onlar ki, Rablerinin azabından korkarlar. / Çünkü Rablerinin azabından emin olunmaz. / Onlar ki avret yerlerini (haramdan) korurlar. / Yalnız zevcelerine ve cariyelerine karşı müstesna. Çünkü onlar kınanmazlar. / Fakat bundan ötesini arayanlar haddi aşanların tâ kendileridir. / Onlar emanetlerine ve ver­dikleri sözlerine riayet ederler. / Onlar şahitliklerini dosdoğru yaparlar. / On­lar namazlarına devam ederler. / İşte bunlar, Cennetlerde ikram olunurlar".(Mearic-19-35)Yukarıdaki ayetlerde geçen konuların benzeri buna yakın ifadelerle kitabı­mızın başka bir bölümünde Müminûn suresinin başında geçmiştir.Hz. İmran bin Husayn radıyallahu anh diyor ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem sarığımın ucundan tutarak şöyle buyurdu; "İmran! Allahu Teâlâ harcamayı sever. Malı tutmayı ve saklamayı sevmez. Onun için malını harca ve insanları yedir. Kimseye zarar verme. Yoksa (dünya ve ahiretteki) istek ve arzularında hep zarar edersin. Dikkatlice dinle! Allahu Teâlâ şüpheli durumlar ortaya çıktığında keskin görüşü sever (yani bir konunun caiz olup olmadığı hakkında şüphe olursa, o konuda derin bir görüşle iş yapmak gerekir. Öylesine göz ucuyla dilediğini yapıp geçmemelidir). Allah ceiie ceiaiuhu şehvet anında kâmil aklı sever (tâ ki, kişi şeh­vetin galebesinden dolayı aklını kaybetmesin). Birkaç hurma ile de olsa cömert­liği sever (yani kendi durumuna göre, fazla bir miktar olmasa da az bir şeyi ver­mekten utanç duymamalı, elinden geldiği kadar harcamaya devam etmelidir). Bir yılan veya akrebi öldürmek bile olsa Allah cesareti sever"[55] O halde ufak tefek korku veren şeyden korkmayı Allah sevmez. Kalpte bir korku meydana gelse bile onu açığa vurmamak gerekir. Aksine güç kullanarak o şeyi defetmek gerekir. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem'in ümmetine öğretmek gayesiyle nakledilen dua­ları arasında korkaklıktan Allah'a sığınmak da vardır. Ayrıca bir çok dualarda, korkaklıktan Allah'a sığınmak zikredilmiştir[56]

7) İbnİ Abbas radıyallahu anhuma dedi ki: Ben Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem'ln şöyle buyurduğunu işittim; "Komşusu yanında açken karnını doyuran mümin değildir".                                                                  

(Beyhaki,

İZAH: Şüphesiz ki, kimin yanında karnını doyurabileceği yemek varsa ve ya­nında da aç bir komşusu bulunuyorsa, o fakir komşu, açlık içinde kıvranırken, kar­nını doyurmak o kişiye asla ve asla yakışmaz. Öyleyse kendi karnını az doldurmalı ve komşusuna da yardım etmelidir. Bir hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem şöyle buyuruyor: "Yanında ki komşusunun aç olduğunu bildiği halde karnı tok geceleyen bana iman etmemiştir"[57] Bir başka hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi ve­sellem şöyle buyurmuştur: "Kıyamet günü nice insanlar komşularının yakasından tutarak Allah'a şöyle diyeceklerdir; <Allah'ım bunu hesaba çek, çünkü o kapısını kapatmıştı ve ihtiyacından fazla olan şeyleri bile bana vermezdi>"[58] Diğer bir ha­diste Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyuruyor: "Ey insanlar sadaka veriniz. Ben kıyamet günü o sadakaya şahitlik yapacağım. Belki sizden bazılarının gece doyduktan sonra yemeği artmakta iken amcasının oğlu geceyi aç olarak geçir­mektedir. Belki de sizden bazıları malını arttırmakta iken onun yoksul olan kom­şusu hiçbir şey kazanamamaktadır"[59] Yine bir hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: İnsanın cimri olması için <Ben hakkımı tam olarak alacağım, ondan zerre kadar bir şey bırakmayacağına demesi yeterlidir"[60] Yani akrabaları veya komşuları arasında bir bölüşme vs. olduğunda kendi hakkını tam olarak alma planları yapar. Basit şeylerinde, kıyısından ve köşesinden bir şeyler koparmaya bakar. Bu ise cimrilik alâmetidir. Eğer başkasının hissesine (fazla­dan) az veya çok bir şeyler gitse insan ölür mü?

8) Hz. İbni Ömer ve Hz. Ebû Hureyre radıyallahu anftuma'dan rivayete göre Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: "Bir kadın bağlayıp tuttuğu ve nihayet açlıktan ölen bir kedi yüzünden azaba uğradı. Kadın, ona ne yiyecek bir şey verdi ne de yeryüzü haşaratından (fare vs. gibi) canlıları yiyip karnını doyurması için onu saldı".                                                                         (Müttefekun aleyh. Mişkât)

İZAH: Hayvan besleyenlerin mesuliyetleri çok ağırdır. Çünkü o hayvanlar ko­nuşamadıklarından dolayı kendi ihtiyaçlarını ifade edemezler. Bu durumda onların yeme ve içmelerini gözetmek çok önemli ve gereklidir. Bu hususta cimrilik etmek, kendi kendini azaba atmak için hazırlamaktır. Pek çok insan hayvan beslemeye çok meraklıdır. Ancak onların ot ve yemlerine masraf ederken canlan çıkmaktadır.Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vese/fem'den çeşitli hadislerde değişik ifadelerle bu konu şu şekilde nakledilmiştir:"Bu hayvanlar hakkında Allah'tan korkunuz". Bir gün Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem gidiyordu. Mübarek gözüne bir deve ilişti.

 (Açlık veya zayıflıktan dolayı) karnı sırtına yapışmıştı. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Bu dilsiz hayvanlar hakkında Allah'tan korkunuz. Onlar iyi haldeyken onlara binin ve iyi bir haldeyken onları (kesin) yiyin".Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem'm âdeti, istinca yapmak için araziye çık­maktı. Bir bağda yada bir tepenin arkasında ihtiyacını görürdü. Yine bir defa­sında böyle ihtiyacı için bir bağa gitti. Orada bir deve duruyordu, Rasûlullah saliai-lahu aleyhi veseiiem'i görünce homurdanmaya ve gözlerinden yaşlar akmaya baş­ladı (şu bilinen bir şeydir ki, musibete uğrayan biri derdiyle ilgilenecek birini gö­rünce kalbi hislenir). Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem onun yanına gitti. Bağlı ol­duğu kulağının üzerini şefkatle okşadı ve "Bu devenin sahibi kimdir?" diye sordu. Ensardan bir adam yanaştı ve "Benim" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem; "Seni bu devenin sahibi kılan Allah'tan korkmuyor musun? Bu deve seni şikayet ediyor. Sen onu aç bırakıyor ve ona fazla iş yaptırıyormuşsun" buyurdu. Başka bir hadiste şöyle geçmektedir. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem gözü dağlanmış bir merkep gördü ve "Henüz siz, benim hayvanın gözünü dağlayan veya yüzüne vuran kimseye lanet ettiğimi bilmiyor musunuz?" buyurdu. Bu rivayetler Ebû Dâvûd'da zikredilmiştir. Bunlardan başka daha değişik rivayetler de hayvanların bakımında kusur edilmemesi hakkında uyarılar yapılmıştır.Hayvanların durumu böyle olunca ve onlar hakkında bunca uyarılar yapılmış­ken Eşrefül Mahlukat yani yaratıkların en şereflisi olan insanın durumu gayet açıktır ve çok önemlidir. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Geçimini üzerine aldığı biri­ni zayi etmek (telef etmek) günah olarak insana yeter". Öyleyse insan bir hayvanı bir ihtiyacından dolayı yanında tutuyorsa onun yemesinde cimrilik edipte "kim bilecek, kimin haberi olacak ki?" diye düşünmesi kendi kendine büyük zulümdür. Ne kadar gizli yapılırsa yapılsın bilen, her şeyi bilmekte, kâtipler her şeyin raporunu tutmak­tadırlar. Bu afet cimrilikten kaynaklanmaktadır. Çünkü insan, hayvanları binek veya ziraat veya süt almak yada başka bir iş yaptırma ihtiyacından dolayı beslemektedir. Ancak onun için para harcarken pintiliğinden dolayı (neredeyse) canı çıkmaktadır.

9) Hz. Enes radıyailahu an/j'dan rivayete göre Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi ve-seiiem şöyle buyurdu: "Ademoğlu kıyamet günü bir kuzu gibi (zayıf ve zelilolarak) getirilir ve Allah'ın huzuruna dikilir. Allahu Teâlâ ona <Ben sana mal verdim. Hizmetçiler verdim. Sana nimetlerimi yağdırdım. Sen bu nimetler için­de ne yaptın?> der. O kişi <Ya Rabbİ ben malı topladım. (Kendi çalışmamla) onu çoğalttım. Önceki halinden daha çok olduğu halde onu bıraktım (ve gel­dim). Beni dünyaya döndür de onların hepsini alayım sana getireyim> der. Allahu Teâlâ, <Ahîret için azık olarak önceden gönderdiklerini Bana göster> buyurur. O önceki sözünü aynen tekrar ederek, <Ya Rabbi o malı topladım ve çoğalttım. Önceki halinden daha fazla olarak bırakıp geldim. Sen beni dünyaya geri gönder. Onların hepsini alıp Sana getireyim (yani bol bol sadaka vereyim de onların hepsi buraya benim yanıma gelsînler)> diyecektir. O kulun ileriye gönderdiği hiç bir hayrı çıkmayınca, o Cehennem'e atılacaktır".                                                                                                        (Tirmizi,

İZAH: Bizim ticaret, ziraat ve diğer yollarla, para kazanmak için çektiğimiz bütün emek ve meşakkatlerin maksadı ihtiyaç anında yanımızda birikmiş bir şey­lerin olmasıdır. Ne zaman hangi ihtiyacın doğacağı bilinmez. Ancak asıl ihtiyaç vakti mutlaka gelecek ve mutlaka o gün çok şiddetli olan ihtiyaç da ortaya çıka­caktır. Ve şu kesindir ki, o vakit sadece insanın kendi hayatında iken Allahu Teâ-lâ'nın hazinesine yatırdığı şeyler işe yarayacaktır. Çünkü hem o birikenler tam olarak verilecek hem de onlar Allah ceiie ceiaiuhu tarafından artırılacaktır. Ancak bizler o tarafa çok az iltifat ediyoruz. Halbuki bu dünya hayatı ne kadar uzun o-lursa olsun mutlaka bir gün sona erecektir. Ahiret hayatı ise hiç bitmeyecektir. İn­sanın dünya hayatındaki sermayesi tükenirse çalışıp kazanabilir. Dilenip de öm­rünün günlerini geçirebilir. Ancak ahiret hayatında çalışıp kazanmanın bir yolu yoktur. Orada azık olarak sadece ileri gönderilen şeyler işe yarayacaktır.Bir hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyuruyor: "Ben Cennete girince onun iki tarafında altın suyu ile yazılmış üç satır gördüm: Birinci satırda yazılmıştı, ikinci satırda şöyle yazılıydı;İleri gönderdiklerimizi bulduk, dünyada yediklerimiz kâr kaldı. Geriye bırak­tıklarınızdan dolayı zarar ettik. Üçüncü satırda ise şöyle yazıyordu;Ümmet günahkar, Rabb ise bağışlayıcıdır.[61]Birinci bölümde 6. sıradaki ayette şöyle bir ifade geçmişti: "O gün ne bir ti­caret, ne bir dostluk ne de bir şefaat fayda verecektir". Aynı bölümün 30. sırasın­daki ayette Allahu Teâlâ'nın şöyle buyurduğu geçmişti: "Her şahıs yarın için ne gönderdiğine baksın". Bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "İnsan öldüğünde melek­ler ona <Hesaba ne kadar meblağ yatırdın, Yarın için ne gönderdin?> diye sorar­lar, insanlar ise, <Geriye ne kadar mal bıraktı?> diye sorarlar"[62]Bir başka hadiste Rasûlullah saüaiiahu aleyhi veseiiem şöyle sormuştur: "Siz­den kime varisinin malı kendi malından daha sevimlidir?" Sahabeyi Kiram, "Ya Rasûlallah bizden kendi malı, kendisine varisinin malından daha sevimli olma­yan yoktur" dediler. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "İnsanın malı ileriye gönderdiğidir. Geriye bıraktığı ise kendi malı değil, onun varislerinin malı­dır"[63] Başka bir hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "İnsan benim malım, benim malım der. Onun malından kendisine ait olan üç şey vardır; 1-Yiyip tükettiği, 2-Giyip eskittiği, 3-Allah'ın hazinesindeki hesabına yatırdığıdır. Bundan başka ne varsa onun malı değildir. O malı insanlara bırakıp gidecektir"[64] İşin en ilginç yönü de şudur: İnsan çoğu zaman isteyerek bir kuruş dahi vermeyi reva görmediği insanlar için mal biriktirir, mihnet çeker, musibetlere katlanır ve dar­lıklara sabreder. Ancak malı biriktirir ve bırakıp gider. Kendilerine zerre kadar bir şey vermek istemediği kimseleri Allah'ın takdiri biriktirdiği her şeye varis kılar. Ertât bin Sehiyye rahmetuiiahialeyh vefatı sırasında şu manaya gelen birkaç şiir okumuştur:"İnsan, ben çok mal biriktirdim " der ancak çalışıp kazananların çoğu başkaları için,yani varisler için biriktirir. O hayatındayken hesap eder."Nereye ne kadar, nereye ne kadar harcandı?" diye, ancak sonra"Hepsini nereye savurdunuz?" diye hesaba çekemeyeceği,İnsanların yağmalaması için bırakıp gider. O halde insan hayattayken yemeli yedirmeli ve cimri varisin elinden almalı.İnsan öldükten sonra mahrum kalır.(kimse onu malıyla yâd etmez) Başkaları yiyip, savururlar.İnsan kendisi o maldan mahrum kalır. Başkası onunla arzularını yerine getirir.[65]Yukarıdaki hadiste zikredilen kıssa, başka bir hadiste diğer bir ifade ile gelmiştir. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem Sahâbe-i Kiram'a şöyle sordu: "Sizden kimin kendi malı varisinin malından kendine daha sevimlidir?" Sahâbe-i Kiram "Ya Rasûlallah! Bizim bildiğimize göre bizden her birinin kendi malı daha sevimli­dir" dediler. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Ne dediğinizi düşünerek söyleyin" dedi. Sahâbe-i Kiram "Ya Rasûlallah bizim hepimizin kendi malı daha sevimlidir" dediler. Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Sizden varisinin malını, kendi malın­dan daha çok sevmeyen hiç kimse yoktur" buyurdu. Sahâbe-i Kiram, "Ya Rasûl­allah! Bu nasıl olur?" deyince Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Sizin malınız ileri gönderdiklerinizdir. Varisin malı da geride bıraktıklarınızda" buyurdu.[66] Burada göz önünde tutulması gereken bir konu da şudur: Bu rivayetlerin maksadı varis­leri mahrum etmek değildir. Bizzat Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bu konuda tembihte bulunmuştur. Hz. Sad bin Ebi Vakkas radıyaiiahu anh Mekke'nin fethedildiği günlerde öyle şiddetli hastalandı ki, hayatından umut kesildi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem onu ziyarete gitti. O şöyle dedi: "Ya Rasûlallah! Benim çok malım var. Tek varisimde kızımdır. Gönlüm istiyor ki, bütün malımı vasiyet edeyim". (O vakit onun bir kızı vardı ve nafakası kocasına aitti). Rasûlullah saiiaiiahu aiayhi veseiiem onu böyle yapmaktan men etti. O malının üçte ikisini vasiyet etmek için izin iste­di. Ancak Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem reddetti. Sonra yarısını vasiyet etme talebini de kabul etmedi. Bunun üzerine o üçte birini vasiyet etmek için izin iste­di. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem ona izin verdi ve şöyle buyurdu: "Üçte biride fazladır. Varislerinizi zengin olarak bırakmanız onları insanların önünde el açan bir fakir olarak bırakmanızdan daha hayırlıdır. Allah için yapılan her harcamaya sevap vardır. Hatta eğer bir kişi hanımına Allah için bir lokma verirse ona da ecir vardır"[67] (Nitekim bu olaydan sonra Hz. Sa'd radıyaiiahu anh ölmedi ve başka evlat­ları da oldu). Hafız İbni Hacer rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Hz. Sa'd'ın bu kıssası on­dan önce geçen hadisi şerife, yani sizden hanginize varisinin malı sevimlidir? ifa­desine ters düşmez. Çünkü bu hadisin hedefi kişinin sıhhat ve ihtiyaç anında sadaka vermesini teşvik etmektedir. Hz. Sa'd radıyaiiahu anh'm kıssasında ise ölüm hastalığında malının tamamını ya da çoğunu vasiyet etmek kast olunmuş­tur"[68] Bu aciz kula göre maksat sadece bu değildir. Aksine varislere zarar vere­cek bir niyetle vasiyet yapmak azar ve azabı gerektirir. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Bazı karı-koca Allah'a itaat ederek 60 sene geçirirler. Ölüm vakti gelince vasiyetleriyle (varislerine) zarar verirler. Bundan dolayı da Cehen­nem ateşi onlara vacip olur". Bu hadisi naklettikten sonra Hz. Ebû Hureyre radıyai­iahu anh bunu teyid etmek için Kur'an-ı Kerim'den şu ayeti okudu:"Bu (yukarıda beyan edilen miras taksimi) zarar vermek kastıyla olmaksızın yapılan vasiyetten, veya borçtan sonra gelir. Bütün bunlar Allah'tan fer­mandır"                                                                                                   

(Nisa-12)

Bir hadiste şöyle geçmektedir: "Kim bir varisini mirastan mahrum bırakırsa Allahu Teâlâ da onu Cennetteki payından mahrum eder"[69]Öyleyse şuna çok iyi dikkat etmek gerekir ki, vasiyet ederken ve Allah yolunda harcarken falanca kişi bana varis olmasın (ona malım kalmasın) diye asla niyet edilmemelidir. Aksine kendi ihtiyacını görmek ve ahiret azığı hazırlamak niyet ve iradesi olmalıdır. İnsanın irade ve niyetinin ibadetleri üzerinde büyük etkisi vardır. Rasûlullah saiiai-lahu aleyhi veseiiem'ln şu hadisi çok meşhurdur:"Ameller niyetlere göredir"  Namaz gibi en önemli ibadet Allah için kılınırsa, o kadar ecir, sevap ve Al­lah'a yakınlığa vesile olur ki, başka ibadetler ona denk olamaz. Aynı namaz, eğer riya ve gösteriş için kılımrsa küçük şirk ve kişiye vebal olur. Bundan dolayı miras konusunda halis niyet, Allah rızası ve kendi ihtiyaç anında (ahirette) işe yaraması olmalıdır. Bunun en güzel yolu şudur; insan kendi hayatında, sıhhati yerindeyken ve kendisi mi yoksa varisi mi önce öleceği, kimin varis olup, kimin olmayacağı bi­linmezken, malını harcamalı ve bol bol harcamalıdır. Ne kadar sadaka verebilirse vermelidir. Vasiyet etmeli, malını vakfetmeli ve daha fazla sevap kazanabileceğini ümit ettiği yerleri düşünüp araştırmalıdır. Kendi hayatında cimrilik yapıp da ölmek üzere iken cömert kesilmek yakışmaz. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'in birinci bölümün 5. hadisinde buyurduğu gibi en üstün sadaka insanın sağlığında verdiği­dir. Can boğaza dayandığı zaman ki değildir. O vakit sen "Bu kadar falancanın, şu kadar falancanın" dersin. Halbuki o mal zaten falancanın (yani varisin) olmuştur.Nasihatimi dikkatle dinleyin ve iyi anlayın! Ben önce kendime nasihat ediyorum. Sonra dostlarıma... Kişiyle birlikte gidecek olan mal ancak Allah'ın hazinesine yatırdığı maldır. Yoksa biriktirip de, iyice büyütüp çoğalttığı ve (bu dünyada) bırakıp gittiği mal işine yaramaz. Öldükten sonra ne ana-baba hatırlar, ne çoluk çocuk sorar. İllâ Mâşâallah (Allah'ın dilediği kimseler müstesna). Kişinin ancak kendi yaptığı işine yarar. Onların hepsinin sevgilerinin hülasası birkaç "ah vah" etmek ve beş on damla bedava göz yaşı akıtmaktır. Eğer o gözyaşları için bir para harcamak gerekseydi, bu da olmazdı.Evlatların iyiliği düşünülerek mal biriktirip bırakmak hayali, sadece nefsin bir hilesidir. Sadece mal biriktirip de onlar için bırakmak onların iyiliğini düşün­mek değildir. Aksine bu onlar için belki de bir kötülüktür. Eğer gerçekten gaye çocukların iyiliğini düşünmek ise ve gerçekten kendi ölümünden sonra onların perişan olmamaları, zelil ve rüsvay olarak dolaşmamalarını gönül istiyorsa, onla­rı zengin olarak bırakmaktansa dindar bırakmak gerekir. Çünkü evvela dinsizlik sayesinde onların yanında mal kalmayacaktır. Birkaç günlük lezzet ve şehvetler uğrunda savrulacaktır. Eğer kalsa bile ölen kişinin hiçbir işine yaramayacaktır. Eğer dindar olmakla birlikte malları olmasa da dindarlıkları hem kendilerine fay­dalı olacak hem de ölen kişiye faydalı olacaktır. Öyleyse Kişinin işine yarayacak olan mal sadece (ahirete) götürdüğü maldır.Hz. Ali kerremailahu vechehu buyurdu ki: Allahu Teâlâ iki zengini ve iki fakiri vefat ettirdi. Ondan sonra zenginlerden birine ahirete ne gönderdiğini ve çoluk çocuğuna ne bıraktığını sordu. O zengin şöyle dedi; "Allah'ım! Beni de Sen yarattın onları da Sen yarattın. Her şahsın rızkını Sen üzerine aldın ve Sen Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurdun:<Kimdir Allah'a gönül hoşluğu ile ödünç verecek? Allah da ona (bu ödün­cün) karşılığını kat kat versin! (Hadid-11 )> Bundan dolayı ben malımı ileri gön­derdim. Ve ben kesin olarak inanıyordum ki sen onlara mutlaka rızık vereceksin". Bunun üzerine Allah ceiie celaluhu buyurdu ki; "Peki git Eğer sen (dünyada iken)Benim yanımda senin için neler (ne gibi nimet ve ikramlar) olduğunu buseydin, dünyada çok sevinir az üzülürdün". Ondan sonra diğer zengini çağırdı ve "Sen kendin için ne gönderdin. Çoluk çocuğun için ne bıraktın?" diye sordu. O da şöyle dedi; "Al­lah'ım! Benim evlatlarım vardı. Onların sıkıntı ve fakirliğe düşmelerinden korktum". Allahu Teâlâ şöyle buyurdu; "Seni ve onların hepsini Ben yaratmadım mı? Hepsinin rızkını üzerime almadım mı?" O zengin, "Allah'ım şüphesiz öyleydi. Ancak ben onların fakir olmasından çok fazla korktum" dedi. Allahu Teâlâ buyurdu ki; "Onlara fakirlik ulaştı. Sen fakirliği onlardan engelleyebildin mi? O halde hadi git (dünyada iken) Benim yanımda senin için ne (gibi azab) olduğunu buseydin az güler çok ağlardın". Sonra fakirlerden biri hesaba çekildi. Allahu Teâlâ ona "Sen kendin için ne biriktirdin ve çoluk çocuğuna ne bıraktın?" dedi. O "Allah'ım! Sen beni sıhhat, se­lamet içinde ve sapasağlam yarattın. Konuşma gücü verdin. Yüce adını bana öğ­rettin. Bana dua etmeyi öğrettin. Eğer Sen bana mal verseydin, onunla meşgul ola­cağımdan endişe ederdim. Ben bulunduğum o hale çok razı idim" dedi. Allahu Teâlâ şöyle buyurdu; "Hadi git öyleyse Ben de senden razıyım. Eğer sen (dünyada iken) Benim indimde senin için ne (gibi nimetler) olduğunu buseydin çok güler az ağlar­dın". Sonra diğer fakir sorgulandı. Allahu Teâlâ ona, "Sen kendin için ne gönderdin. Çoluk çocuğuna ne bıraktın?" dedi. O "Allah'ım! Sen bana ne verdin ki? Şimdi soruyorsun?" dedi. Allahu Teâlâ, "Biz sana sıhhat vermedik mi? Konuşma gücü vermedik mi? Göz, kulak vermedik mi? Ve Kur'an-ı Kerim'de şöyle demedik mi?<Bana dua edin, kabul edeyim> (Mü'min-60)" buyurdu. O, "Allah'ım şüphesiz bunların hepsi doğru ancak ben unuttum" dedi. Allahu Teâlâ "Peki bugünde Biz seni unuttuk. Hadi git, eğer sen Bizim yanımızda senin için nasıl bir azap oldu­ğunu buseydin az güler çok ağlardın" buyurdu.[70]

10) Hz. Ömer radıyaiiahu an/ı'dan şöyle rivayet edilmiştir: Rasûlullah  aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "(İnsanlara ucuz satmak için) dışar­dan rızık (mal veya mahsul) getiren kişi rızıkiandınlır. Kim de malı hapsedip tutarsa o mel'undur".                                                                                 (Ibni Mace, Darimi, Mişkât)

İZAH: Fakih Ebûlleys Semerkandi rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Dışardan rızık getiren kişiden kasıt, ticaret gayesiyle başka şehirlerden mahsul satın alıp insanlara (ucuz) satan kişidir. Ona Allah ceiie celaluhu tarafından rızık verilir. Çün­kü insanlar ondan faydalanır ve onun hakkında yapmış oldukları duaları kabul olunur. Malı hapsedenden kasıt malı hapsetmek niyetiyle alan ve bu yüzden insanlara zarar veren kişidir"[71]Yani her kim mal pahalansın diye onu hapseder deinsanların ihtiyacına rağmen onu satmazsa ona lanet olsun. Yani cimrilik hırs ve (daha fazla) kâr edebilmek gayesiyle mahsul vs. gibi insanların hayatlarını sür­dürebilmek için muhtaç oldukları maddeleri satın alır, hapseder ve pahalanması için gün sayarsa, o kişiye Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem lanet etmiştir.Bir hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Kim 40 gün Müs­lümanların (şiddetle ihtiyaçları olan) yiyecek maddelerini tutar (satmazsa) Allahu Teâlâ onu cüzzam hastalığına ve iflasa mübtela kılar[72] Bundan anlaşılıyor ki kim Müslümanlara zarar verir, onları yoksulluğa iterse, ona bedeni azab olarak cüzzam musallat olur. Mali azab olarak iflas ve yoksulluk... Buna karşılık hadisin baş tarafında şöyle geçmişti: "Kim başka bölgelerden mal getirir ve ucuz olarak satarsa, Allah ceiie ceiaiuhu ona rızık (ve kâr) verir".Diğer hadiste şöyle buyurulmuştur: "Mahsulü hapseden (stokçu) ne kadar kötü insandır ki, fiyatlar düşünce üzülür, artınca sevinir". Bir başka hadiste buyu-ruldu ki: "Kim 40 gün, (ihtiyaca rağmen) mahsulü hapsederse (satmazsa), sonra onu halka sadaka olarak dağıtsa bile, onun bu sadakası, malı hapsetmesine keffaret olamaz"[73]

Bir hadiste şöyle buyuruluyor: "Önceki ümmetler arasında bir Allah dostu yolda giderken bir kum tepesinin yanından geçti. Kıtlık zamanıydı. Kalbinden şöyle temenni etti; <Bu kum tepesi, mahsul yığını olsaydı da, onu Beni İsrail'e bol bol yedirseydim>. Allah ceiie ceiaiuhu zamanın peygamberine âlâ nebiyyina ve aieyhissaiatü vesselam vahiy gönderdi; <Falanca zatı müjdele ki, biz ona o tepe kadar mahsulü insanlara taksim etmiş gibi ecir ve sevap yazdık>"[74] Allah katında sevap kıtlığı yoktur. Sevap ve mükafat vermesi için ne mal biriktirmeye gerek vardır, ne gelire ne de kazanca. Bütün dünyadaki ürünler O'nun bir işaretiyle meydana gelir. Allah indinde insanların amel ve ihiasına bakılır. O'nun yarattıklarına kim şefkat ve merhamet gösterirse ona orada şefkat ve merhamette kusur edilmeyecektir.Hz. Abdullah İbni Abbas radıyaiiahu anhuma run yanına bir adam geldi ve "Bana nasihat ediniz" dedi. O şöyle buyurdu: "Sana altı şeyi nasihat ediyorum; 1-Allah'a te­vekkül ve Allah'ın kendi zimmetine aldığı (rızık vs. gibi) şeylerin kesin olduğuna iman etmek, 2-Allah'ın farz kıldıklarını vaktinde eda etmek, 3-Dilin her zaman Al­lah'ın zikriyle meşgul olması, 4-Şeytanın sözüne uymamak. Çünkü o bütün yaratıklara haset etmektedir, 5-Dünyayı âbâd etmekle meşgul olmamak. Zira bu kişinin ahiretini berbad eder, 6-Her zaman müslümanların İyiliğini gözetmek".Fakih Ebûlleys rahmetuliahi aleyh diyor ki: "İnsanın saadetinin 11 alâmeti var-dır. Yine insanın bedbaht olmasının da 11 alâmeti vardır. Saadetin 11 alâmeti şunlardır;1-Dünyaya değer vermeyip, ahirete yönelmek, 2-lbadet ve Kur'an okumayı çoğalt­mak, 3-Gereksiz konuşmamak, 4-Namazları vaktinde kılmaya hususi gayret gös­termek, 5-En basit bir haramdan bile sakınmak, 6-Salihlerin sohbetine katılmak, 7-Alçak gönüllü olup kibirlenmemek, 8-Cömert ve kerim olmak, 9-Allah'ın yarat­tıklarına şefkat göstermek, 10-Yaratıklara faydalı olmak, 11-Ölümü çok hatırlamak. Bedbahtlığın alâmetleri ise şunlardır; 1-Mal biriktirme hırsı, 2-Dünyevi lezzetler ve şehvetlerle meşgul olmak, 3-Çirkin sözler söylemek ve gevezelik yapmak, 4-Na-maza karşı tembellik yapmak, 5-Haram ve şüpheli şeyler yemek ve fâsık ve fâ-cirlerle oturup-kalkmak, 6-Kötü ahlaklı olmak, 7-Kibirli ve gururlu olmak, 8-İnsan-lara faydalı olmaktan uzak durmak, 9Müslümanlara merhamet etmemek, 10-Cim-ri olmak, 11-Ölümden gafil olmak[75]Bu âciz kula göre bütün bunların kaynağı ölümü çok hatırlamaktır. Ölüm her an hatırlanırsa önceki on bir saadet alâmeti İnşallah meydana çıkacak ve diğer on bir tane bedbahtlık alâmetinden korunmak mümkün olacaktır. Rasûlul­lah saiiaiiahu aleyhi veseilem lezzetleri kesen ölümü bol bol hatırlamayı emretmiştir.[76]

11) Hz. Enes radıyaiiahu anh diyor ki: Sahabeden bir adam vefat etmişti. Topluluktan bir adam (onun dış haline bakarak), "Müjdeler olsun, Cennet'-lik oldun" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Sen biliyor musun, belki de o boş sözler konuşmuş veya kendisine zarar vermeyecek bir şeyde cimrilik etmiştir"                                                                                                                                                              (Tırmizi, Mişkât)

İZAH: Yani bu vasıflar da baştan Cennete girmeye mani olmaktadır. Bu­na rağmen boş sözlere dalmak ve gereksiz konuşmalarla vakitleri zayi etmek, bizler için öyle zevkli bir iştir ki, belki de hiçbirimizin, hiçbir meclisi bundan boş 'değildir. Ancak Rasûluüah saiiaiiahu aleyhi veseiiem m ümmetine karşı şefkat ve rah­metine kurban olayım ki, o her müşkülâtın çözümünü haber vermiştir. 23 sene gibi az bir zaman içinde bütün dünyanın her çeşit ihtiyaçlarına çözümler sun­muştur. Nitekim şöyle buyurmuştur: "Mecliste işlenen hataların keffâreti şu dua­dır ki, meclis bittikten sonra oradan kalkmadan önce okunmalıdır:"Yukarıdaki hadiste ikinci konu yine cimriliktir ki, belki de o kişi kendisine hiçbir eksikliği dokunmayacak şeylerde cimrilik etmiştir. Bir hadiste bu kıssa biraz daha geniş olarak anlatılmıştır. Orada Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle bu­yurmuştur: "Belki de o kişi lüzumsuz konuları konuşmuş veya önemli olmayan şeylerde cimrilik etmiştir"[77] Bizler pek çok şeyleri çok basit zannederiz, ancak o şeyler Allah celle ceiaiuhu indinde sevap ve azap itibariyle çok yüksek derecesi vardır. Sahihi Buhari'deki bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "İnsan Allah'ın razı ola­cağı bir sözü ağzından çıkarır ve onu önemsemez. Ancak onun bu yüzden dere­celeri yükselir. Bir de Allah'ın razı olmayacağı bir söz söyler ve buna aldırmaz. An­cak bu yüzden Cehennem'e atılır". Yine bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "O kişi Cehennem'de doğu ile batı arasındaki uzaklık kadar bir derinliğe atılacaktır"[78]

12) Hz. Osman radıyatiahu anh'm azadh kölesi diyor ki: (Müminlerin an­nesi) Ümmü Seleme radıyaUahu anha'ya bir parça et hediye edildi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesefiem eti seviyordu. Bundan dolayı Ümmü Seleme hizmet­çiye, "Onu eve koy, belki Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem onu yer" dedi. Hiz­metçi onu evin rafına koydu. Sonra bir dilenci geldi ve kapıda durarak şöyle dedi: "Allah için bir şey verin, Allah size bereket nasip etsin". Evdekiler şöyle cevap verdiler: "Allahu Teâlâ sana bereket versin" (Bu söz vermek için bir şey bulunmadığına işaret ediyordu). O dilenci gitti. Tam o esnada Ra­sûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem içeri girdi ve "Ey Ümmü Seleme yanında yiye­ceğim bir şey var mı?" dedi. Hz. Ümmü Seleme hizmetçiye, "Git o eti Ra-sûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'e getir" dedi. Hizmetçi gitti rafta beyaz bir taş parçası buldu. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem (önceki meseleyi öğrenince) buyurdu ki: "Siz o eti dilenciye vermediğiniz için o et taş oldu".                                                                                          (Beyhaki, Mişkât)

İZAH: Hadiste anlatılanlar ders alınması gereken büyük bir olaydır. Ez-vâcı Mutahharât'ın cömertlik ve el açıklığı ile kim, nasıl yarışabilir? Onlar bir par­ça eti ihtiyaçtan dolayı, o da kendi ihtiyaçlarından değil, Peygamberimiz saiiaiiahu aleyhi veseiiem \u ihtiyacından dolayı alıkoydular da neticesi böyle oldu. Şu da ger­çekten Allah'ın Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm hanımlarına özel bir lütfü ve keremidir ki, o eti fakire vermemenin tesiri, Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm sa­yesinde ev halkına gerçek haliyle görünmüştür. Bundan maksat şudur; muhtaç birinden kaçırarak ve reddederek kim yerse, netice ve tesir bakımından taş ye­miş gibidir. O adam yemiş olduğu şeyin asıl faydasını elde edemez. Aksine katı kalpliliği ve o şeyierin faydalarından mahrumiyeti elde eder. İşte bundan dolayı­dır ki, bizler Allahu Teâlâ'nın pek çok nimetlerini yediğimiz halde onlardan olması gerekenden daha az istifade ediyoruz. Bir de "Bunların tesiri kalmamış" diyoruz. Halbuki gerçekten kendi niyetlerimiz bozulmuştur. Niyetlerdeki bozukluk yüzün­den faydalarda azalma olur.

13) Amr İbni Şuayb babasından, o da dedesinden rivayet ediyor ki, Peygamber saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Bu ümmetin düzelmesinin başlangıcı Allah'a yakın (kâmil bir iman) ve dünyaya ektir. Onla­rın bozulmalarının başlangıcı da cimrilik ve uzun ümitlerdir".                                         (Beyhaki, Mişkât)

İZAH: Cimrilik gerçek manada uzun boylu ümitlerden kaynaklanmaktadır. Şöyle ki; insan uzun uzun planlar düşünür. Sonra onun için mal biriktirmeyi fikreder. Eğer insan kendi öleceğini hatırlar ve kim bilir ömrüm kaç gün kaldı? diye düşünürse, o zaman ne uzun fikir ve düşünce kalır ne de fazla mal biriktir­meye gerek kalır. Hatta devamlı ölümü düşünürse, o zaman ahiret yurdu için da­ha çok biriktirme düşüncesi onu her an kuşatır.

14) Ebû Hureyre radıyaliahu anh'öan rivayete göre Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bir defasında Hz. Bilal radıyaliahu an/j'ın yanına girdi. Onun ya­nında bir hurma yığını vardı. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem "Ey Bilal bu nedir?" dedi. O "İlerdeki ihtiyaçlarım için azık olarak ayırdım" dedi. Rasû­lullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Onun yüzünden, yarın kıyametgünü Cehennem ateşinin dumanını görmekten korkmaz mısın? Ey Bilal harca! Arşın Sahibi azaltır diye korkma".                                      (Beyhşki, Mişkât)

İZAH: Her şahsın bir makamı ve bir hâli vardır. İslam ölçülerine göre bizim gibi zayıflara, imanı zayıf ve yakîni zayıf insanlara ilerdeki ihtiyaçlar için azık olarak bir şeyler ayırma izni vardır. Ancak Hz. Bilal gibi kadri büyük, imanı kamil olan ve yakîni olgun olan birinin makamı, Allah malı azaltır diye en ufak bir endişe ve şüp­he olmamasıdır. Cehennemin dumanını görmek ona girmeyi gerektirmez. Ancak şüphesiz ki o insanlar Cehennem'in dumanını dâhi görmeyecek olan kimselere göre zarardadırlar. En azından hesaplan uzun olacaktır. Bazı hadislerde, bir kişi­nin yanında basit rakamlar (mesela bir iki dinar) çıkması üzerine bile Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem tarafından Cehennem azabı ile korkutulmuştur. Bu konu 6.bölümün hadisler kısmının ikinci sırasındaki hadisin açıklamasında gelecektir.Herkes hesaba çekilecektir. Mal ne kadar fazla olursa, hesap o kadar uzun olacaktır. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Ben Cen-net'in kapısında durdum. Oraya girenlerin çoğunun fakirler olduğunu, zenginlerin ise durdurulduğunu gördüm. Cehennemlik insanlar Cehennem'e atıldılar. Ben Cehennem'in kapısında durdum. Oraya girenlerin çoğunun kadınlar olduğunu gördüm"[79] Cehennem'e girenlerin çoğunun kadınlar olmasının sebebi bir başka hadiste zikredilmiştir. Hz. Ebû Said radıyaiiahu anh diyor ki: Rasûlullah saiiaiiahu aley­hi veseiiem bayram günü, bayram namazı kılınan meydana gitti. Kadınlar toplulu­ğunun yanından geçerken onlara, "Siz bol bol sadaka verin. Ben Cehennem'de kadınların çok olduğunu gördüm" buyurdu. Kadınlar, "Ya Rasûlallah! Bunun se­bebi nedir?" deyince Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Kadınlar çok lanet (bed­dua) ediyorlar ve kocalarına çok nankörlük ediyorlar" buyurdu.[80]Bu iki vasıf kadınlarda o kadar fazla bulunmaktadır ki, bir sınırı yoktur. Canlarını verdikleri, her an rahat ve istirahatını düşündükleri evlatlarına, çok basit şeyler yüzünden devamlı Ölesice!, Yere baiasıcal, Allah belanı versin! gibi beddualar etmeyi ağızlarına sakız etmişlerdir. Kocalarına nankörlük etmelerini ise hiç sormaya gerek yok! Zavallı adam hanımının nazına ne kadar katlanırsa katlansın yine de onun gözünde ilgisiz biri olarak kalır. Kadınlar her zaman kocası, "Neden anasına bir şey verdi?", "Babasına maaşından neden bir şeyler verdi?", "Abisiyle, bacısıyla neden iyi geçiniyor?" diye ölüp, mahvolurlar.Başka bir hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem Küsuf[81] namazında Cen­net ve Cehennem'i müşahede etti. Cehenem'de kadınların kalabalığını gördü. Sahâbe-i Kiram bunun sebebini sorunca Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Onlar iyilikleri unuturlar, kocalarına nankörlük ederler. Eğer sen ömür boyu onlardan birine iyilik etsen, sonra ufak bir mesele meydana çıksa o <Ben senden asla iyilik görmedim> demeye başlar"[82]Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiemin bu hadisinde belirtilen şeyier kadınlardaki genel bir alışkanlıktır. Onlara ne kadar iyilik edilirse edilsin, eğer herhangi bir vakit herhangi bir şey onların mizacına ters düşerse kocasının ömür boyu yaptığı iyi­liklerin hepsi zayi olup, "Bu evde ben hiç huzurlu bir gün görmedim" cümlesi dille­rinden hiç düşürmedikleri bir söz olur. Bu hadiste kadınların çoğunun Cehennem'e gitmesinin sebebi bilinmekle birlikte, ondan korunmak ve muhafaza olmanın yo­lunun bol bol sadaka vermek olduğu da bilinmiştir. Nitekim bu korkutucu hadiste şöyle geçmektedir: Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bunları söylerken Hz. Bilal radıyaiiahu anh da beraberdi. Sahabiye hatunlar Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vese/tem'in konuşmasını uzun uzun dinledikten sonra kulaklarındaki ve boyunlarındaki takıları­nı çıkarıp Hz. Bilal radıyaiiahu anti\n yardım toplamakta olduğu bezin içine atıyorlardı... Zamanımızda ise kadınların bir defa böyle şiddetli hadisleri dinleyince sadaka ver­mek hayallerinden bile geçmez. Şayet birinin vermeye niyeti olsa bile onun yükü de kocasının üzerine biner. İster ki, kocası onun zekatını versin, onun yerine sadaka versin. Eğer kendisi verse bile kocasından alarak verir. Onun takılarına bir eksiklik gelmesi mümkün müdür!? İsterse hepsi çalınsın, kaybolsun veya düğünlerde ve manasız toplantılarda rehin (depozit) olarak verilip elden çıksın ama kendi rızasıyla Allah'ın hazinesinde biriktirmek hiç söz konusu olmaz. Bu haldeyken onları bıra­kıp ölür gider. Sonra o ziynet takıları varisler arasında bölüşülür ve ucuz fiyatla sa­tılır. Baştan yapılırken pahalı yapılır. Satılırken çok ucuza gider. "Efendim onun iş­çilik masrafları zayi olmuş, varislere ne ki!" Kadınların ziynet eşyası yaptırmalarının maksadı, eskisini kırdırıp yeni yaptırmaları, bu modeli kırdırıp, şu modeli yaptırma­larıdır. Halbuki ne bu işlerine yarar, ne de o... Sık sık kırdırıp yaptırmaktan dolayı mal zayi olmakla birlikte verilen işçilik ücretleri de mahvolup gider.Bu konu, kadınların çoğunun Cehennem'e girmelerinden dolayı araya gir­mişti. Asıl konumuz ise şuydu; malın çokluğu az da olsa insana mutlaka rengini bulaştırır. Hatta Muhacir Sahabeler radıyaiiahu anhum ecmain hakkında Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Kıyamet günü Muhacirlerin fakirleri, zenginlerinden 40 sene önce Cennet'e doğru ilerleyeceklerdir"[83]Halbuki zengin olan Sahabelerin başkalarını kendilerine tercih etmeleri, bol bol sadaka verme­leri ve ihlasları ne ölçülebilir ne de onlarla yarışılabilir. Bir defasında Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şu duayı yaptı:"Allah im! Beni yoksul olarak yaşat yoksul bir haldeyken canımı al ve beni yok­sullar topluluğu ile haşreyle". Hz. Aişe radıyaiiahu anha, "Neden böyle diyorsunuz?" dedi. (Yani, siz yoksulluk için neden dua ediyorsunuz). Bunun üzerine Rasûlullahsaiiaiiahu aleyhi veseilem buyurdu ki: "Yoksullar kendi zamanındaki zenginlerden 40 sene önce Cennet'e gireceklerdir. Ey Aişe! Yoksulu mahrum ederek geri gönder­me, isterse bir hurma parçası olsun (ver). Ey Aişe! Yoksulları sev, onlarla yakın­lık kur ki, Allah da kıyamet günü seni kendine yaklaştırsın".[84] Bazı alimler bu ha­diste tereddüt etmişlerdir. Çünkü bu hadiste genel olarak fakirlerin peygamber­lerden daha önde oldukları manası çıkmaktadır. Bu aciz kulun eksik görüşüne göre burada çelişki yoktur. Çünkü bu hadiste "Kendi zamanındaki zenginler" ifa­desi vardır. O halde her topluluğun fakirleri o topluluğun zenginleriyle karşılaştı-nlmıştır. Enbiya, Enbiya ile; Sahabeler, Sahabelerle ve aynı şekilde diğer toplu­luklar kendi emsalleriyle karşılaştırılmıştır.

15) Hz. Ka'b bin İyâz radıyaüahu anh diyor ki: Ben Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'in şöyle buyurduğunu işittim: "Her ümmetin bir fitnesi vardır. Benim ümmetimin fitnesi de maldır".                                                (Tirmizi, Mişkât)

İZAH: Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem'in bu hadisi tamamen haktır. Bu bir itikat meselesi değildir. Her gün gözle görülen şeylerdir. Malın çokluğundan dola­yı serserilik, nefse düşkünlük, faiz yemek, zina etmek, film seyretmek, kumar oynamak, zulüm ve işkence yapmak, insanları küçük görmek, Allah'ın dininden gafil olmak, ibadetlerde gevşeklik etmek, din işleri için vakit bulamamak vs. gibi durumlar meydana gelmektedir. Yoksullukta bunların üçte biri, dörtte biri, hatta onda biri bile olmaz. Bu yüzden şu söz çok meşhurdur:Para yoksa, pazar aşkı sadece dilde kalan bir laftan ibarettirEğer bu kötü şeyler bulunmasa bile en azından malı arttırma fikri yerini ko­rur. Bir kimseye sadece üç bin Rupi[85] veriniz, sonra (göreceksiniz ki) her vakit para­yı bir işe yatırıp, arttırma düşüncesi onu sarar. O zaman ne uyku kalır ne de din­lenme. Namaz, oruç, hac ve zekatın hâli ne olur? Artık gece gündüz dükkanı bü­yütmeyi düşünmektedir. Dükkanın meşguliyeti ona ne bir din işine katılmaya izin verir ne de din için bir yere gitmeye zaman bulur. Dükkana bir zarar gelir diye de­vamlı düşünür. Her an Hangi ticarette daha fazla kâr var? Veya Hangi iş daha iyi yürür? fikirleri onu kuşatır. Bundan dolayı Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm bir çok hadislerinde şu ifadesi geçmektedir: "Bir adamın iki vadi dolusu malı olsa, o ü-çüncüsünü arar. İnsanın karnını ancak (kabirdeki) toprak doldurur"[86] Yine bir ha­diste şöyle buyurulmuştur: "Eğer insanın bir vadi dolusu malı olsa, ikincisini arar, ikincisi olsa, üçüncüsünü arar. İnsanın karnını topraktan başka bir şey doldurmaz". Diğer bir hadiste şöyle geçmektedir: "İnsanın bir vadi dolusu hurma ağacı olsaikincisini ister, ikincisi olursa üçüncüsünü ve bu şekilde temenni eder, durur. Onun karnını topraktan başka bir şey doldurmaz"[87] Başka bir hadiste de şöyle buyurulu-yor: "Bir adama altın dolu bir vadi verilirse o ikincisini arar, eğer ikincisi olursa, ü-çüncüsünü arar. İnsanın karnını topraktan başka bir şey doldurmaz"[88] Toprağın dol­durmasından maksat şudur; İnsan ancak kabir toprağına varınca kendisinde bulunan •jj,y ja [p» Daha yok mu? isteğinden vazgeçebilir. Dünyada kala kala her vakit mala mal katmak ve onu arttırmak düşüncesi devam eder. Bir fabrika veya iş yeri güzel bir şekilde yürüyorsa ve ihtiyacını karşılayacak geliri de varsa, buna rağmen bir yerden karşısına ikinci bir şey çıkar. Oraya da ayağını kaptırır. Artık bir iken iki o-lur, ikiden üç olur. Kısaca gelir arttıkça onu daha geniş ticarete yatırma düşün­cesi devam eder. Elindekine kanaat edip az bir zaman Allah'ı zikretmeye vakit ayırmaz İşte bundan dolayı Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem şöyle dua etmiştir:

"Allah'ım! Muhammed'in çoluk çocuğunun rızkı gût eyle". Yani, "Zaruret ka­dar olsun, asla ziyade olmasın. Benim evlatlarım bu tuzağa düşmesin" demektir.Bir hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem şöyle buyurmuştur: "İyilik ve güzel­lik o kimse içindir ki, kendisine İslam nimeti verilmiştir, rızkı yeteri kadardır ve ona kanaat etmektedir". Başka bir hadiste şöyle buyuruîmuştur: "Kıyamet günü, dünya­daki rızkının sadece bir gût (yani yeteri kadar) olmasını temenni etmeyen hiçbir fakir veya zengin yoktur"[89]Sahihi Buhari'deki bir hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem şöyle buyurmuştur: "Allah'a yemin olsun ki sizin hakkınızda fakirlik ve yoksulluktan korkmuyorum. Aksine önceki ümmetlere dünyanın genişlediği gibi size de genişle­mesinden (bollaşmasından) korkuyorum. Ondan sonra onların dünyaya gönül ver­dikleri gibi siz de gönül verirsiniz. Dünya onları helak ettiği gibi sizi de helak eder"[90]Bunlardan başka daha pek çok rivayetlerde değişik ifadelerle ve çeşitli tenbihlerle malın çoğalması ve onun fitnesi hakkında uyanda bulunulmuştur. Bu uyarı malın haddi zatında iğrenç ve ayıp bir şey olmasından dolayı değildir. Aksi-xne sebep şudur; bizim kalbimiz bozuk olduğundan mal yüzünden kalbimizde çok çabuk kokuşma olur ve hastalıklar meydana çıkar. Eğer bir kimse onun zarar­larından sakınarak, onu çoğaltma fikrinden kaçınarak ve şartlarına uyarak onu kullanırsa, o zaman zararlı değil faydalıdır. Ancak genel olarak ne şartlarına riâ­yet edilmekte ne de kendini düzeltme fikri bulunmaktadır. Bundan dolayı mal kendi zehirli tesirini çok süratli bir şekilde göstermektedir.Bunun en güzel örneği kolera salgını zamanında Amrud[91] yemeye benzer. Aslında Amrud da bir kusur yoktur. Onun faydaları şimdi de bulunmaktadır. Ancak hava bozukluğundan dolayı Amrud'u kullanmak, özellikle çok kullanmaktan dolayı onda değişiklik meydana gelir. Bu yüzden zarar ve helaka sebep olur. Bundan do­layı genellikle doktorlar kolera hastalığı olduğu zamanlar Amrud yemeyi şiddetle yasaklarlar ve kasalar dolusu Amrud imha ettirilir. Hayret! Eğer basit bir hekim veya doktor bir şeyin zararlı olduğunu haber verirse, tabii olarak kalbimiz ondan korkmaya başlar. Nitekim doktorların bu uyarılarından sonra sapa sağlam baba yiğitlerin bile Amrud yemeye cesaretlen kalmamaktadır. Ancak bir Yüce Zat var­dır ki, hiçbir hekim ve doktor onun ayağının tozuna bile erişemez. Onun görüş ve kararlan peygamberlik nurundan istifade etmiştir. Buna rağmen onun ilanı ve ka­rarından dolayı zerre kaaar korku meydana gelmemektedir. Mademki Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem sık sık malın fitnelerine ve onun zararlarına dikkatleri çek­mektedir. O halde kesinlikle herkesin onun zararlarından çok fazla korkması ge­rekir. Malın kullanılması için gereken İslam kanunlarına çok fazla ihtimam göste­rilmesi gerekir. Çünkü bunlar, Amrud için tuz, biber, limon vs. gibi iyileştirici katkı maddelerine benzemektedir. Malla ilgili Allah'ın haklarını edâ etmeyi daha fazla düşünmek gerekir. Bizzat Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Zen­ginlik, Allah'tan korkan kimse için zararlı değildir"[92]Benim soyca büyüklerimden Müftü İlahi Bahş Kandehlevi, meşhur fakih ve bütün ilim erbabının müracaat ettiği zat olan Şah Abdul Aziz hazretlerinin (Allah kabrini pürnur eylesin) özel talebesiydi. Onun not defterinde şeyhinin defterinden şöyle bir şey nakledilmiştir: Dünya (yani mal) Allahu Teâlâ'nın razı olduğu işleri yapmak için insana en güzel yardımcıdır. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem insanları Allahu Teâlâ'ya çağırdığı zaman bu şeyleri bırakmayı emretmedi. Aksine geçim sebeplerine sarılmaya ve çoluk-çocuğuna hizmet etmeye teşvik etmiştir. O halde malı ve çoluk çocuğu ara­sında yaşamayı ancak cahil biri reddedebilir. Hz. Osman radıyaiiahu anh ahirete intikal ettiğinde onun hazinedarının yanında 150 bin dinar[93] ve bir milyon dirhem[94] vardı. Ayrıca Hayber arazisi, Kura vadisi vs. de vardı. Bunların değeri de 200 bin dinardı. Hz. Abdullah bin Zübeyr radiyaiiahu anh'\n servetinin değeri 50 bin dinardı. Vefatı sırasında bin at ve bin adet köle bırakmıştı, Amr bin el As radıyaiiahu anh 300 bin dinar bırakmıştı. Hz. Abdurrahman bin Avf radıyaiiahu anh''in malını hesap etmek­se zordur. Bunlara rağmen Allahu Teâlâ Kur'an-ı Kerim'de onları şöyle övmüştür:"Rablerinin rızasını dileyerek sabah akşam O'na ibadet ederler".  (Kehf-28)"Öyle adamlar vardır ki, onlan ticaret ve alış veriş, Allah'ı anmaktan alıkoymaz"(Nur-37)Not defterindeki yazılar Arapça'dır. Bunlar onun tercümesidir. Şu bir gerçek­tir ki, o devirde fetihlerin çoğalması sayesinde o zatların mâli durumları böyleydi.Dünya ve servet onların ayaklarına yapışıyordu. Onlar onu atıyorlar ama o mal onlara sarılıyordu. Ancak bütün bunlara rağmen, malla birlikte onların Allah'a nasıl gönül verdikleri ve Allah'ın zikriyle nasıl meşgul olduklarına dâir bazı kıssalar Fezail-i Namaz ve Hikayat-üs Sahabe adlı kitaplarımda zikredilmiştir. Onları ibret alarak ve dikkatlice gözden geçiriniz.işte bu Abdullah İbni Zübeyr radıyaiiahu anh bu kadar servetiyle birlikte na­maz kılmak için ayağa kalktığında sanki çakılmış bir çivi gibi duruyordu. O kadar uzun secde ediyordu ki, kuşlar gelip sırtına konuyorlardı. Hareketten bir haber yoktu. Kendisine saldırı yapıldığı ve üzerine gülleler yağdığı sırada o namaz kılı­yordu. Bir gülle mescidin duvarına çarptı. Bu yüzden duvarın bir bölümü yıkıldı. Sonra onun yanından geçti Ama onun hiç haberi olmadı.Bir Sahâbînin bağı vardı. Hurmalar olgunlaşmıştı. O bağda namaz kılıyor­du. Namazda bağını düşünmeye başladı. Bu duruma o kadar üzülüp pişman oldu ki, namazdan hemen sonra zamanın Emir-ül Müminini olan Hz. Osman radıyaiiahu antia bağını hayır olarak takdim etti. O da bağı 50 bin dirheme satarak onun değerini dînî işlere harcadı.Hz. Aişe radıyaiiahu an/ıa'ya hediye olarak iki çuval dolusu dirhem geldi. Yüz bin dirhemden fazlaydı. Tabak istedi ve doldurup doldurup dağıttı. O sırada ken­disi oruçlu idi. iftar için bir şeyler ayırmak yada bir şey ısmarlamak dahi hatırına gelmedi. İftar vaktinde hizmetçi kadın, "Bir dirhemlik et ısmarlasaydınız da biz de bugün et yemeği yeseydik" diye üzülünce "Şimdi üzülmekle ne olur? Sen hatır-latsaydın ben alırdım" dedi.Hikayat-üs Sahabe adlı kitapta bu ve buna benzer birkaç vakıa zikredil­miştir. Onlardan başka, o zatların tarih kitaplarında binlerce kıssaları bulunmak­tadır. Mal onlara ne zarar verebilirdi ki!? Onların gözünde mal ile evden çıkan çerçöp arasında hiç fark yoktu. Keşke Allah ceiie ceialuhu bu sıfatın bir kokusunu bu değersiz kuluna da nasip etse!Burada bir konu özellikle dikkate değerdir. Zengin olan bu Sahâbe-i Kiram hazretlerinin bu halleri malın çoğaltılmasının cevazı hakkında delil gösterilebilir. Şöyle ki, devirlerin en hayırlısı ve Hülefâ-ı Râşidîn devrinde de bu gibi örnekler bulunmaktadır. Ancak bu zehiri yanımızda saklamak için onlara ittiba etmeyi ken­dimize dayanak yapmamız aynen şuna benzer; verem hastası bir genç, güçlü ve kuvvetli birini kendine örnek alarak her gün cima ile meşgul olsa beş-on gün sonra kabir çukurunu boylar. Kitabın sonunda hikayeler zincirinin 45. sırasında bir arifin irşadı dikkatlice gözden geçirilmelidir.İmam Gazali rahmetuiiahi aleyh buyurdu ki: "Mal bir yılan gibidir. Onda zehir de vardır. Panzehir de vardır. Onun faydaları panzehir gibidir. Zararı da zehir gibidir. Onun zarar ve faydalarını bilen kimse, ondan istifade edebilir ve zararlarından korunabilir. Malın faydaları iki kısımdır. Dünyevi ve dini. Dünyevi faydalarını herkes bilmektedir. Zaten o yüzden bütün âlem mal kazanmak için ölürcesine çalışıp, çabalamaktadır. Malın dini yönden faydalan ise üçtür;

1-  Mal, doğrudan ya da bir vasıta ile ibadete sebeptir. Doğrudan yapılan iba­detler Hac, cihad vs.'dir. Bunlar ancak para ile olur. Bir vasıta ile ibadete sebep olmak ise kendi yemek, içmek ve ihtiyaçlarına harcama yapmaktır. Eğer bu ih­tiyaçlar görülmezse insanın kalbi onlarla meşgul olur. Bu yüzden din işleriyle meşgul olmaya zaman kalmaz. Öyleyse bunlar dolaylı olarak ibadete sebep olduklarından kendileri de ibadet etmiş olurlar. Ancak bunun ölçüsü yalnız din işlerine yardımcı olacak miktardır. Bundan fazla miktar buna dahil değildir.

2- Başkalarına yapılan harcama ile ilgili dînî faydalar: Bu da dört kısımdır;

a) Yoksullara verilen sadakalar; Bunun faziletleri daha önce de geçtiği gibi sayısızdır.

b) Cömertlik ve âlicenaplıktır ki, zenginlere verilen davet, hediye vs.'ye yapılan harcamalardır. Bunlar sadaka değildir. Çünkü sadaka fakirlere verilir. Bu da dînî faydalarından dolayı yapılır. Şöyle ki, bu sebeple arada­ki bağlılıklar kuvvetlenir. En güzel bir alışkanlık olan cömertlik alışkanlı­ğı doğar. Hediye vermek ve yemek yedirmek hakkında pek çok hadisler vârid olmuştur. Bu kısımdaki kendilerine harcama yapılanların fakir olma kaydı yoktur. (Benim acizane eksik görüşüme göre bu kısmın faydası bazen birinci kısımdaki faydadan daha fazladır. Tabii ki bu faydalar, bu yolda harcama yapıldığı taktirdedir. Ancak kim servet toplama hırsına kapılarak harcama yapmazsa, ne bu faziletler onun işine yarayacak ne de bu konudaki faziletleri anlatan hadisler o kimseye tesir edecektir)

c)  Kendi iffet ve şerefini korumak için yapılan harcamalar; Yani malını sarf etmediği taktirde, alçak insanlardan gelecek kötü söz, ahlaksız davranış gibi endişe edilecek zararların meydana geleceği yerlere harcama yap-

laktır. Bu da sadaka hükmüne girer. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "İnsan kendi ırzını ve şerefini korumak için harca­ma yaparsa, o da sadakadır". {Benim acizane görüşüme göre zulmü defetmek için verilen rüşvette aynı hükme dahildir. Herhangi bir men­faat elde etmek için verilen rüşvet haramdır ve caiz değildir. Rüşvet ve­ren kimse, onu alan gibi günahkar olur. Ancak zalimin zulmünü defet­mek için veren kimse için caizdir. Alan kimse içinse bu haramdır.

d)  Çalışanlara ücret vermek; Çünkü insan pek çok işlerini tek başına ya­pamaz. Bazı işler vardır ki insan onları kendisi yapabilir ama kıymetli olan zamanının büyük bir bölümü onlara sarf olur. O işlerini ücret vere­rek yaptırırsa kendi vaktini ilim, amel, zikir, fikir gibi işlere harcar. Çün­kü bu işlere başkası vekil olamaz.

3- Genel hayır harcamaları: Bunlar herhangi bir muayyen şahsa yapılmayan har­camalardır ki, ikinci kısımda geçmiştir. Şüphesiz ki genel olan faydalar şu şekil­de hasıl olur. Mesela cami yaptırmak, misafirhane, köprü vs. inşa ettirmek, medrese, hastane ve bunlara benzer şeyler yaptırmak... Bunların ecri, sevabı ve bunlardan istifade eden salihlerin duası öldükten sonra da bunları yapana ulaşır".Buraya kadar olan bilgiler, malın faydalarının özetleridir. Maldan elde edi­lebilecek bütün faydalar bu kısımlarda zikredilmiştir. Şah Abdul Aziz kuddise sinü-ho hazretleri diyor ki: "Yedi türlü mal harcamak ibadettir: 1 .Zekat, buna öşürde dahildir, 2.Fıtır sadakası, S.Nafile hayırlar, buna misafirperverlik ve borçlulara yardımcı olmakta dahildir, 4.Vakıf, cami, misafirhane, köprü vs. yaptırmak, ö.Farz veya nafile olarak hac yapmak veya hacca giden kimseye azık veya binek vere­rek yardım etmek, 6.Cihada yardım etmek. Çünkü cihad yolunda harcanan bir dirhem yediyüz dirheme eşittir, 7.Geçim ve nafakaları üzerine vacib olanların haklarını edâ etmek. Mesela hanım ve küçük çocukların masrafları ve imkanı nispetinde muhtaç olan yakınlara harcanması gibi[95]"İmamı Gazali ratımetuiiahi aleyh diyor ki: "Malın zararları da iki kısma ayrılır; Dînî ve dünyevi zararlar. Dînî zararlar ise üç bölüme ayrılır;

1- Günahların artmasına sebep olur. insan genellikle mal yüzünden şehvet ve arzulara mübtela olur. Yokluk ve acizlik ise insanın bunlara yönelmesine müsaade etmez. İnsan bir günaha ulaşmaktan ümid kesince kalbi ona fazla iltifat etmez. Ama kendini o günahı işlemeye kadir görünce ona çok fazla ilti­fat etmeye başlar. Mal ise güç ve kudretin büyük sebeplerinden biridir. Bun­dan dolayı mal fitnesi fakirlik fitnesinden daha büyüktür.

2-  Mal, mubah olan şeyleri kullanarak aşırı konfora götürmeye sebeptir. En nefis yemekler ve en güzel elbiseler vs. gibi... Hâli vakti yerinde olan bir zengin arpa ekmeğini nasıl yer ve kaba elbiseyi nasıl giyer? Bu rahatlık ve konforun hali şöyledir: Bir şey diğerini celp eder ve yavaş yavaş masraflar artmaya başlar. Gelirler giderleri karşılamayınca uygun olmayan yollarla mal kazanma düşün­celeri ortaya çıkar. Yalan, nifak gibi kötü huyların temeli bununla atılır. Malın çoğalmasıyla birlikte görüşmeciler de çok olur. Onlarla olan ilişkilerin devamı ve korunması için bu tip (yalan, nifak gibi) işler ortaya çıkar. Bu ilişkilerin çoğalma­sı ile her iki tarafta da sık sık buğz, düşmanlık, kin ve başka kötü âdetler ortaya çıkar. Buna benzer sayısız sakatlıklar insana bulaşır. Malın içindeyken bunlar­dan kurtulmak zordur. İyice düşünülürse bu zararların geniş bir ölçüde insana ulaştığı anlaşılır. Bütün bunlar, sadece maldan dolayı meydana gelmektedir.

3-  En azından, hiçbir zenginin kalbi, malın iyilik ve selametini düşünmekten do­layı, Allah'ı zikir ve fikirden gafil kalmaktan uzak olamaz. Hangi şey insanı Allah'tan gafil bırakırsa o baştan başa hüsrandır. Bundan dolayı Hz. Isâ âlâ nebiyyina ve aieyhissaiatü vesselam buyurdu ki: <Malın üç âfeti vardır; Caiz olma­yan yolla kazanılır>. Birisi dedi ki; <Eğer caiz olan bir yolla kazanılırsa ne olur?>. Buyurdu ki; <O zaman da uygun olmayan yerlere harcanır>. Birisi, <Eğer yerinde harcanırsa nasıl olur?> deyince buyurdu ki; Onu iyileştirip ge­liştirme fikri Allah'ı hatırlatmaz. Bu ise tedavisi olmayan bir hastalıktır. Çünkü bütün ibadetlerin özü ve beyni Allah'ı zikir ve fikirdir. Bunun için de boş bir kalbe ihtiyaç vardır. Toprak sahibi bir insan, gece ve gündüz boyu çiftçilerin mücadelelerini düşünür, onlardan alacakları ürünlerin hesap ve kitaplarıyla uğraşıp durur. Ortaklarıyla olan muamelelerini düşünür. Bir tarafta onların his­selerinin kavgası olur. Onlarla su sırası konusunda kavga edilir. Bir tarafta da su miktarının paylaşımı konusunda kavga edilir. Devlet adamları ve onların aracılanyla olan hikaye ise ayrıdır ve devamlıdır. Hizmetçilerin ve işçilerin takibi ile onların işlerinin gözetimi ise başlı başına bir uğraştır. Ticaretle uğra­şanların durumu da aynıdır. Eğer ticaret ortak yapılıyorsa o zaman ortakların davranışları her an ayrı bir musibet ve başlı başına bir meşguliyettir. Eğer ticareti yalnız başına yapıyorsa o zaman da kârın artmasını düşünmek, her an çalışmakta kusur ettiğini hayal etmek, ticarette zarara uğrayacağını dü­şünmek, bunlar her an insana musallat olan durumlardır>.İnsanı en az meşgul eden şey yanında bulunan nakit parasıdır. Ancak mu­hafaza etmek, zayi olma endişesine kapılmak, hırsızları düşünmek, onu har­cayacağı yerleri düşünmek, malına göz dikenleri hayal etmek ise hiç tükenme­yen düşüncelerdir. İşte bunların hepsi malın peşinden gelen dünyevi zararlar­dır. Kimin yanında ihtiyacı kadar malı olursa o bu düşüncelerden uzak olur.

 



[1] Mişkât

[2] Dürrü Mensur

[3]  İhya

[4] Mişkât

[5] Dürrü Mensur

[6] Tefsir-i Kabir

[7] Erkeklerin belden aşağı giydikleri entari

[8] Dürrü Mensfır

[9] Tefsir-i Kabir

[10] Dinar altın para, dirhem ise gümüş para birimidir.

[11] Durrü Mensur

[12] Kenz

[13] Dürrü Mensur

[14] Dürrü Mensur

[15] Terğib

[16] Dürrü Mensür

[17] Fezail-i Namaz

[18] Terğib

[19] Ebû Dâvûd

[20] Kenz

[21] Dürrü Mensur

[22] Dürrü Mensur

[23] Dürrü Mensur

[24] Mişkât

[25] Kenz

[26] Süreyya, yedi yıldızdan meydana gelen bir yıldız kümesidir.

[27] Dürrü Mensur

[28] Mişkât

[29] Isabe

[30] Bu hadisin râvİSİ Hz. Ali radıyaliahu

[31] Mişkât

[32] Feth-ül Bari

[33] Mukaddime-i Evcez

[34] Dürrü Mensur

[35] Beyan-ül Kur-an

[36] Mişkât

[37] Dürü Mensür

[38] Dürrül Mensur

[39] Dürrü Mensur

[40] Dürrü Mensur

[41] Dürrü Mensur

[42]  Dürrü Mensur

[43]  Dürrü Mensur

[44] Mişkât

[45] Kenz

[46] Kenz

[47] Mişkâ

[48] Kenz

[49] Kenz

[50] Kenz

[51] İhya

[52] Kenz

[53] Kenz

[54] Kenz

[55] Kenz

[56] Buhari

[57] Terğib

[58] Terğib

[59] Kenz

[60] Kenz

[61] Berekât-ı Zikir

[62] Mişkât

[63] Buhari, Mişkât

[64] Mişkât

[65] İthaf

[66] Kenz

[67] Buhari, Müslim, Mişkât

[68] Feth

[69] Mişkât

[70] Kenz

[71] Tenbih-ül Gafilin

[72] Mişkât

[73] Mişkât

[74] Tenbih-ül Gafilin

[75] Tenbih-ül Gafilin

[76] Mişkât

[77] Kenz

[78] Mişkât

[79]  Mişkât

[80]  Mişkât

[81] Güneş tutulması esnasında kılınan namaz

[82]  Müttefekun aleyh, Mişkât

[83] Mişkât

[84] Mişkât

[85] Pakistan ve Hindistan para birimi

[86] Mişkât

[87] Kenz

[88] Buharı

[89] İhya

[90] Mişkât

[91] Güney Asya ülkelerinde yetişen bir meyve

[92]  Mişkât

[93] Altın para

[94] Gümüş para

[95] Tefsir-i Azîzî

SILA-İ RAHİM'İN (AKRABA VE YAKİNLARİ GÖZETMENİN) FAZİLETLERİ

Bu bölüm aslında önceki bölümlerin tamamlayıcısıdır. Ancak Allah ceiie ceiaiuhu kendi Yüce Kelamı'nda ve Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem kendi yüce irşadlarında özellikle sıla-i rahim üzerinde durmuşlar ve akrabalarla ilişkileri ko­parmaya karşı özel olarak azap tehditleri yapmışlardır. Bundan dolayı önemine binaen bu konu ayrı bir bölümde zikredilmiştir. Rasûlullah saüaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Yakınlara verilen sadakanın sevabı iki kattır"[1]Ümmül Mü'minin Hz. Meymûne radıyaiiahu anha bir cariyeyi azad edince Rasû­lullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Dayılarına verseydin daha efdal olurdu"[2] O halde sadakalar arasında eğer bir başka önemli dînî bir ihtiyaç yoksa o zaman umu­mi sadakalardan yakınlara vermek daha üstündür. Şüphesiz ki eğer bir dînî ihtiyaç ortaya çıkarsa Allah yolunda harcamanın sevabı yediyüz katına kadar çıkar Kur"an-ı Kerim ve hadislerde sık sık akrabaları gözetmeye teşvikler ve onlarla ilişkiyi kesmek­ten dolayı tehditler varid olmuştur. Bu kitabın çok büyüyeceğinden korktuğumdan dolayı teşvik olarak üç ayet, tehdit olarak da üç ayet zikrederek bu konuda birkaç tanede hadis zikrediyorum. Çünkü biraz uzun olursa, bizler onu okumaya fırsat bu­lamayız. Ancak bütün bu konular o kadar önemlidir ki, kısa tutmamıza rağmen kitap gittikçe büyüyor. Kitabı belki de bir bölüm yerine iki bölüme ayırmamız gerekecektir.

 

Sıla-i Rahim Hakkında Ayetler

 

1) Şüphesiz ki Allah, adaletli davranmayı, iyilikte bulunmayı ve akra­balara yardım etmeyi emreder. Fuhşu, kötülüğü ve zulmü yasaklar. Allah sizlere düşünüp yapmanız için öğüt verir.                                 {Nah!-90)

İZAH: Allah ceiie ceiaiuhu Kuran-ı Kerim'in pek çok yerlerinde akrabaya iyilik et­mek ile onlara vermeyi emretmiş ve buna teşvik etmiştir. Burada birkaç ayete işaret edilmiştir. Dileyen mealli bir Kur'an-ı Kerim'den bu ayetlerin manasına bakabilir.

Ana- babaya ve yakınlara iyilik yapın.                                                                              (Bakara-83)

De ki: "Harcayacağınız hayırlı bir şey, ana-babaya, akrabalaradır".                                    (Bakara-215)

Ana-babaya iyilik yapın.                                                                                           (Nisa-36)

Akraba olanlar, Allah'ın kitabına göre birbirlerine daha yakındırlar.                                     (En'am-151)

Ana-babaya ve akrabaya iyilik edin.                                                               (Enfal-75)

(Yusuf kardeşlerine şöyle dedi:) "Artık bugün sizin için kınanacak bir du­rum yoktur. Allah sizleri affeder."                                                                                                                                                               (Yusuf-92)

Allah'ın riayet edilmesini emrettiği şeylere (akrabalık haklarına) riayet ederler.                                (Rad-21)

Ey Rabbimiz! Beni ve ana-babamı bağışla!                                                             (İbrahim-41)

Anne babaya iyilik edin.                                                                                (İsra-23)

Onlara merhametle tevazu kanatlarını indir.                                                              (îsra-24)

Akrabaya hakkını ver.                                                                                   (İsra-26)

(Yahya aleyhisselam) Muttaki idi. Anne ve babasına karşı itaatkardı.                        (Meryem-13,14)

 (İsa aleyhisselam şöyle dedi: "Allah) Beni anneme hürmetkar kıldı."                                  (Meryem-32)

(İbrahim aleyhisselam) Babasına şöyle demişti: "Babacığım! İşitmeyen, görmeyen ve Sana hiçbir faydası dokunmayan şeylere niçin tapıyorsun?"                                                                (Meryem-42)

İsmail, ehline namaz kılmayı ve zekat vermeyi emrederdi.                                          (Meryem-55)

Ailene namazı emret!                                                                                                         (Ta'ha-1         

Onlar "Ey Rabbimiz! Bize eşlerimizden ve çocuklarımızdan gözlerimizin nuru olacak kimseler ihsan eyle" derler.                                                                                                                     (Furkan-74)

Rabbim! Zürriyetimi de ıslah et.                                                                                         (Ahkaf-15)

Rabbîm! Beni, anamı, babamı bağışla.                                                                                (Nuh-28)

Bu birkaç ayet örnek olarak zikredilmiştir. Ayrıca Nisa sûresinin ilk 10 ayeti de bu konuyla ilgilidir. Hepsini tercümesiyle beraber yazmakla konunun uzamasın­dan çekindiğim için bu kadarla yetindim. Burada geniş olarak zikredilen ayetler o üç ayete ilavedir. Bunlardan başka daha çok ayetler bulunmaktadır. Bir şeyi Allah ceiie ceiaiuhu kendi kelamında sık sık açıklıyorsa, onun önemini sormaya gerek var mıdır?! Hz. Ka'b Ahbar radıyallahu anh şöyle buyurdu: "Denizi Hz. Musa alâ nebiyyina ve aieyhissaiatü vesselam ve Benî İsrail için.iki parçaya ayıran Allah'a yemin olsun ki, Tevrat'ta şöyle yazmaktadır; <Ailah'tan kork, akrabanı gözet, Ben senin ömrünü uzatırım. Kolaylık konularında senin için kolaylık yaratırım, zorlukları kaldınrım>". Allahu Teâlâ Kur'an-ı Kerim'in pek çok yerinde yakınları gözetmeyi emretmiştir. Nitekim şöyle buyurmuştur:"Kendisinin adını öne sürerek birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık bağlarım koparmaktan sakının"                                                                                                                                                   (Nisa-1)

Başka bir ayeti kerime de şöyle buyurulmuştur: 'Akrabaya hakkını verin" (Yani akrabaya iyilik edip onları gözetin)                                                                                                        (İsra-26)

Diğer bir ayette ise şöyle buyurulmuştur:"Şüphesiz ki Allah, adaletli davranmayı, (başka bir tefsire göre tevhidi ve Lâ ilahe illallah kelimesine şehadet etmeyi), insanlara iyilikte bulunmayı ve (onları affetmeyi) akrabalara da yardım etmeyi (yani onları gözetmeyi) em­reder. Fuhşu, kötülüğü ve zulmü yasaklar. Allah sizlere düşünüp yapmanız için öğüt verir".                                                                                                                  (Naht-90)

Üç şeyi emrettikten sonra Allah ceiie ceiaiuhu üç şeyden men ediyor; 1-Fuhuş-tan, yani günahtan, 2-Münkerden, yani şeriatta ve sünnette yeri olmayan şeyler­den, 3-Zulümden, yani insanlara yapılan haksızlık ve zorbalıktan. Bundan sonra Allah ceiie ceiaiuhu şöyle buyurdu: "Allah sizlere düşünüp yapmanız için öğüt verir."Hz. Osman bin Maz'Ûn radıyallahu anh diyor ki: Ben Rasûlullah saliallahu aleyhi veseiiem'l çok seviyordum. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseüem bana Müslüman olma­mı söylüyordu. Ben de utandığımdan Müslüman oldum. Ancak İslam kalbime tam yerleşmemişti. Ben bir defasında Rasûluîlah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm yanında oturmuş bir şeyler konuşuyordum. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem benimle ko­nuşurken birden başka bir tarafa döndü. Sanki biriyle konuşuyor gibiydi. Az sonra bana döndü ve şöyle buyurdu: "Hz. Cebrail aieyhisseiam geldi ve  diye diye başlayan ayet nazil oldu". Ben bu ayette geçen konulara çok sevindim ve İslam kalbime yerleşti. Ben oradan kalkarak Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm amcası Ebû Talib'in yanına gittim (o Müslüman değildi). Ona; "Ben senin yeğeninin yanındaydım. O anda ona şu ayet nazil oldu" dedim. Ebû Talib dedi ki: "Muhammed'e ittiba et ki felaha erişesin. Allah'a yemin olsun ki, o nübüvvet davasında ister doğru olsun ister yanlış ama yine de sana yalnız güzel âdetler ve yüksek ahlak öğretiyor"[3]Bu nasihat kendisi Müslüman olmayan birinin nasihatidir. O bile şunu itiraf ediyor: Nübüvvet davası doğru olsun yalan olsun önemli değil ancak İslam eği­timi en üstün bir eğitimdir. O en yüce ahlakı öğretir. Fakat vay halimize ki, bugün biz Müslümanların ahlakı en düşük seviyeye inmiştir.

2) İçinizden fazilet ve mal sahipleri, akrabalara fakirlere ve Allah yo­lunda hicret edenlere yapa geldikleri yardımları esirgemesinler, bağışla­sınlar, müsamahalı davransınlar. Allah'ın sizi affetmesini sevmez misiniz? Allah, Ğafur'dur, Rahim'dir (bağışlaması ve merhameti boldur).                                     (Nûr-22)

İZAH: Bu ayeti kerime ve tercümesi birinci bölümün 18. Sırasında geçmiştir. Bunu tekrarlamamın maksadı şunu tenbih etmektir ki, biz hem o yüce geçmişleri­mizin davranışlarını hem de Allahu Teâlâ'nın bu teşvikini düşünelim. Bütün Müslü­manların annesi ve Rasûlullah saliallahu aleyhi veseliem'ln hanimi (olan Hz. Aİşe radıyal-lahuanha'ya) manevi evlatları tarafından asılsız iftira atılması ne kadar çirkin ve önem­li bir olaydır. Bir de o iftirayı atanlar ve onu yayanlar yakın akraba olunca ve o ak­rabanın geçimi de iftira atılan kişinin babasının yardımıyla olursa, bu olaya babası Hz. Ebû Bekr radıyallahu antim ne kadar üzülüp perişan olduğu ortadadır. Buna rağ­men Allah ceiie ceiaiuhu affetmesi ve bağışlaması için onu teşvik etmiştir. Hz. Ebû Bekrrad/ya//a/7(jan/j'ın davranışı şöyle olmuştur; Önceki harcamasının miktarını artır­mıştır. Bu olay daha önce geçmişti. Biz de kendi akrabalarımıza aynı şekilde dav­ranabilir miyiz? Onlardan biri, bize iftira atsa, bizim ailemizden birine böyie çirkin bir şeyle töhmet etse ve biz de Kur'an-ı Kerim'in bu ayetini okusak, o akrabanın ya­kınlığını göz önünde tutarak ona bir türlü yardıma tahammül edebilir miyiz? Haşa ve Kella! Ömür boyu sadece onunia değil onun evlatlarıyla da düşmanlık kurarız. Hatta onunla ilişkisi olan diğer akrabalarla da bağlantıyı keseriz. Onların katıldığı bir toplantıya bizim katılmamız mümkün mü? Niçin? Sadece şundan dolayıdır ki, bu insanlar bize söven, bizim şerefimizi düşüren ve bizim kızımıza iftira atan bir şahsın toplantı veya davetine katılmışlardır. İsterse o insanlar, o söven kişinin hareketine ne kadar kızarsa kızsınlar, onun toplantısına katılmanın suçundan dolayı onlarla da ilişkimizi keseriz. Allahu Teâlâ bize o kişiye yardımdan elimizi çekmememizi bu­yurmakta, biz ise onu davet eden başka birileriyle de ilişkimizi kesmekteyiz. Ancak kalplerinde hakiki iman olanlar, Allah'ın büyüklüğünü kalplerine iyice yerleştirenler ve O'nun yüce emrinin yanlarında bir değeri olanlar, onunla amel ederek itaatin bu manaya geldiğini ve itaatkârın böyie olacağını gösterirler. Allah ceiie ceiaiuhu kendi şanına yakışır şekilde onlara rahmetini indirsin ve onlann şanına göre onların dere­celerini yükseltsin. Tabii ki onlann da duyguları vardı. Gayret ve hamiyetleri de var­dı. Onların sinelerinde kalp ve o kalpte de duygular vardı. Ancak Allah'ın rızası kar­şısında nerede o kalp, nerede o duygular? O'nun rızası karşısında hamiyet duygusu da neymiş ve zillet neredeymiş! O'nun rızası karşısında bütün bunlar yok olmuştu.

3) Biz insana, anne ve babasına iyilikte bulunmasını emrettik. Annesi onu zahmetle karnında taşıdı ve zahmetle doğurdu. Onun ana karnında taşınma ve sütten kesilme müddeti (en az) otuz aydır. O kemale erip kırkına basınca şöyle der "Rabbimi Bana ve anne babama ihsan ettiğin nimetle­rine şükretmeyi, salih ameller işlemeyi bana ilham et. Zürriyetimi de ıslah et. Sana tevbe ettim ve ben Müslümanlardamm". / Bunlar, en güzel amelle­rini kabul ettiğimiz ve günahlarından vazgeçtiğimiz Cennetliklerdendir. İşte bu dünyada vaad edildikleri doğru vaaddir.                          (Ahkaf-15,16)

İZAH: Allahu Teâlâ yakınlara ve ana babaya iyilik hususunda sık sık tenbih-ierde bulunmuştur. Önceki ayetin izahında da bu konu geçmiştir. Bu ayeti kerime de ise "Biz anne ve babaya iyilik etmeyi emrettik" buyurarak özellikle ana-babaya iyilikte bulunmamızın üzerinde ısrarla durulmuştur. Bu konu Biz ana-babasına iyilikte bulunmasını emrettik ifadesiyle Kur'an-ı Kerim'in üç yerinde geçmektedir. Birincisi Ankebût suresi ayet 8'de, ikincisi Lokman suresi ayet 14'de, üçüncüsü de burada (Ahkaf suresi 15 ve 16'da) geçmektedir ki, burada çok fazla üzerinde durulduğu anlaşılmaktadır.Hâzin tefsirinin sahibi şöyle yazmıştır: Bu ayeti kerime Hz. Ebû Bekr radı-yaiiahu anh hakkında inmiştir. Onun Rasûlullah saiiatiahu aleyhi veseilem ile olan ilk arkadaşlığı Şam yolculuğunda başlamıştır. O vakit Hz. Ebû Bekr radıyaiiahu anh 18 yaşında, Peygamber saiiaiiahu aleyhi veseilem ise 20 yaşındaydı. Bu yolculukta her ikisi yoldaki bir böğürtlen ağacının altında konaklamışlardı. Hz. Ebû Bekr radıyai­iahu anh orada oturmakta olan bir rahiple görüşmeye gitti. O esnada Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem ağacın gölgesinde oturuyordu. Rahip Hz. Ebû Bekr'e "Şu ağacın gölgesinde duran kişi kimdir?" diye sordu. Hz. Ebû Bekr radıyaiiahu anh "Abdul Muttalib'in oğlu Abdullah oğlu Muhammed'tir" dedi. Rahip "Allah'a yemin olsun ki! Bu Nebi'dir. Hz. İsa aieyhisseiam'öan sonra bu ağacın altına kimse otur­mamıştır. Bu Ahir Zaman Peygamberi'dir" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesei-lem'e 40 yaşında peygamberlik verilince Hz. Ebû Bekr radıyaiiahu anh Müslüman oldu. İki sene sonra Hz. Ebû Bekr radıyaiiahu anh 40 yaşına basınca (ayette geçen) şu duayı yaptı: "Rabbim! Bana ve anne-babama ihsan ettiğin nimetlerine şükret­mek için bana tevfik ver". Hz. Ali radıyaiiahu anh diyor ki: "Muhacirler arasında Hz. Ebû Bekr'den başka ana-babası Müslüman olma fazileti kendisine nasip olan başka bir kimse yoktur". Bir duada evlatları için yapmıştır. Bunun neticesi olarak Hz. Ebû Bekr radıyaiiahu anh'm evlatları da Müslüman olmuştur.[4]Ankebût sûresinde bu konuda ki ayet daha serttir. Şöyle ki; orada anne-baba kafir de olsalar onlara iyilik yapılması emredilmiştir. Allahu Teâlâ, kafir olan anne-babaya bile iyi davranılmasını ve iyilik yapılmasını emredince Müslüman anne-babaya iyilik ve ihsan edilmesi daha üstün bir şekilde pekiştirilmiş olur.Hz. Sa'd bin Ebi Vakkas radıyaiiahu anh buyuruyor ki: Ben Müslüman olunca, annem bana "Sen Muhammed'in dînînden dönmedikçe ben ne yemek yiyeceğim ne de su içeceğim" diye söz verdi. Nitekim yemeği içmeyi bıraktı. Hatta ağzına zorla yemek konuyordu. Bunun üzerine yukarıda ki ayet nazil oldu.[5]İbret alınma­sı gereken bir durumdur ki, böyle bir halde bile Allah ceiie ceiaiuhu buyuruyor ki: "Biz insana ana-babasına iyilik yapmasını emrettik". Şüphesiz şu kadar var ki, eğer onlar evlatlarını müşrik yapmak için çalışırlarsa onlara itaat edilmez. Hz. Hasan radıyaiiahu anh'a biri şöyle sordu: "Ana-babaya iyilik yapmanın ölçüsü ne­dir?" O şöyle buyurdu: "Elinde ne varsa onlara harca, ne emrederlerse onlara itaat et. Ancak herhangi bir günahı emrederlerse onlara itaat yoktur". İşte buydu İslam'ın emri ve Müslümanların ameli... Yani ana-baba evladını müşrik yapmak için çalışsa da yinede onlara iyilik etmek emredilmiştir. Şüphesiz ki şirk hususun­da onlara itaat ve boyun eğme yoktur. Çünkü bu Yaratan'ın hakkıdır. Ana-babanın haklan ne kadar olursa olsun Malik olan Allah'ın Hakkı karşısında kim­senin hakkı yoktur."Yaratana isyan hususunda hiçbir mahlûka itaat yoktur"Ancak ana-babanın bu emrine ve evladını müşrik yapmak için çalışmala­rına rağmen onlara ihsan ve iyilik etmek emredilmiştir. Bir başka hadiste, Lok­man süresindeki konuyla ilgili ayet hakkında şöyle geçmektedir: "Bu ayet Hz. Sa'd radıyaiiahu anft'ın olayı hakkında inmiştir". Aynı hadiste şöyle geçmektedir: Hz. Sa'd radıyaiiahu anh diyor ki; "Ben anneme çok iyi davranırdım. Ben Müslüman olunca annem bana <Sa'd! Sen ne yaptın? Ya o dînî bırakırsın, yoksa ben ölene kadar yemeği bırakırım. Bu da senin için daima ayıp olarak kalacak ve insanlar sana ana katili diyeceklerdik dedi. Ben <Öyle yapma, ben bu dînî bırakmam> dedim. O bir gün hiçbir şey yemedi, içmedi. İkinci günü aynı halde geçirdi. Ben ona, <Eğer senin yüz tane canın olsa ve her biri teker teker yok olsa yine de dînî bırakamam> dedim. O bu kararlılığımı görünce yemeye ve içmeye başladı.[6]Bu ayeti kerimede ebeveyne iyi davranmak emredilmiştir. Fakih Ebûlleys ^rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Eğer Allahu Teâlâ ana-babanın haklan hakkında bir emir vermeseydi, yine de akıl yoluyla onların hakkının çok gerekli ve önemli olduğu anlaşılırdı. Kaldı ki Allah ceiie ceiaiuhu bütün kitaplarında (Tevrat, Zebur, İncil ve Kur'an'da) onların haklarını eda etmeyi emretmiştir. Onların hakları hususunda bütün peygamberlere vahiy göndermiş, ve tenbihte bulunmuştur. Kendi rızasını onların rızasına bağlamış ve Kendi gazabını da onların darılmasına eklemiştir.[7]Bu üç ayet güzel davranış hakkındaydı. Bundan sonra (içinde) ana-baba­ya kötü davranmakla ilgili uyarılar bulunan sadece üç ayet zikredeceğim.

Akraba İle İlişkiyi Kesmek Hakkında Ayetler

1) Allah bu misalle sadece fâsıkları saptırır. / Onlar ahitleştikten son­ra Allah'a verdikleri sözü bozarlar. Allah'ın birleştirilmesini emrettiği (akra­balık) bağını koparırlar ve yeryüzünde fesat çıkarırlar. Hüsrana uğrayanlar, işte onlardır.                                                                                                                      (Bakara-26,27)

İZAH: Geride de geçtiği gibi Allahu Teâlâ Kur'an-ı Kerim'in bir çok yerinde sıla-i rahim ve bilhassa ana-babanın haklarına riayet etmeyi emredip teşvik ettiği gibi, aynı şekilde yüce Kelamı'nın bir çok yerinde akrabalarla ilişkiyi kesmek ve bilhassa ana-babaya kötü davranma konusunda uyarıda bulunmuştur. Önceki gibi bu konuda da kaynak olarak birkaç ayet yazıyorum. Dostlarım! İyice düşü­nün ki Allah'ın Kelâmı'nda sık sık bu konuda uyarı yapılmaktadır. Bunu düşünün ve ibret alın. Allahu Teâlâ buyuyor ki:

Kendisinin adını öne sürerek birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık bağlarını koparmaktan sakının.                                                                                                                 (Nisa,1)

Fakirlikten dolayı çocuklarınızı öldürmeyin.                                                           (En'am-151)

Sakın çocuklarınızı geçim korkusuyla öldürmeyin.                                                  (İsra-31)

 (Bir de öylesi var ki, imana gel diyen) ana-babasına "Öf size! Benden önce bir çok nesiller gelip geçti. Hiç biri dirilmedi. Şimdi bana tekrar dirilip ka­birden çıkacağımı mı vaad ediyorsunuz?" der. Anne ve babası ise Allah'tan ona yardım dilerler. "Yazık sana, iman et! Allah'ın tekrar dirilme hususun­daki vaadi mutlaka gerçekleşecektir" derler. O da "Bu söyledikleriniz, eski­lerin masallarından başka bir şey değildir" der.                        (Ahkaf -17)

Demek siz iş başına gelecek olursanız yeryüzünde fesat çıkaracak ve akra­balık bağlarını parçalayacak mısınız?                                                                                                                                  (Muhammed-22)

Hz. Muhammed Bakır rahmetuiiahi aieytie babası hususi olarak ve üzerinde durarak bir vasiyette bulunmuştu. Bu vasiyet birinci bölümün hadisler kısmının 23. sırasında geçmişti. Onun sözleri tecrübe edilmiş şeylerdir. Nitekim Muham­med Bakır rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Babam (Hz. İmam Zeynül Abidin) bana şöyle vasiyet etti; "Beş çeşit insanın yanında bulunma, onlarla konuşma hatta yolda yürürken sana rastlasalar bile onlarla birlikte yürüme. 1-Fasık; çünkü o bir lokma karşılığında seni satar hatta bir lokmandan azada satar". Ben, "Bir lokmadan aza nasıl satar? dedim. Buyurdu ki; "Sadece bir lokma ümidiyle seni satar, o lokmayı da elde edemez. 2-Cimri; çünkü o senin şiddetli ihtiyacın olduğu vakit yan çize­cektir. 3-Yalancı; çünkü o hokkabaz gibi seni aldatır. Uzakta olana yakın der, yakın olanı uzak gösterir. 4-Ahmağın yanına yanaşma. Çünkü o sana iyilik etmek istese de ahmaklığından dolayı zarar verir. Şu atasözü meşhurdur; <Akıi!ı düşman, akıl­sız dosttan daha iyidir>. 5-Akrabasıyla ilişkisini kesen kimsenin yanına gitme. Çün­kü ben Kur'an-ı Kerim'in üç yerinde o kimse üzerine lanet edildiğini gördüm"[8]

2) Kesin söz verdikten sonra Allah'ın ahdini bozanlara, Allah'ın riayet edilmesini emrettiği bağları koparanlara, yeryüzünde bozgunculuk çıkaran­lara... İşte onlara lanet vardır. Ahiretin kötülüğü de bunlaradır.         (Rad-25)

İZAH: Hz. Katâde rahmetuiiahi aieytiöen şöyle nakledilmiştir: "Ahdinizi boz­maktan çok sakının. Allah ceiie celaiuhu böyle yapmayı asla sevmez. 20'den fazla a-yette bununla ilgili azab tehditleri bildirilmiştir. Bu ayetler nasihat olarak, iyilik ola­rak ve hüccet olarak inmişlerdir. Ben Allah'ın verilen sözü bozmaktan daha çok a-zab tehdidi bildirdiği başka bir şey bilmiyorum. O halde kim Allah adına bir söz ve­rirse onu muhakkak yerine getirsin". Hz. Enes radıyaiiahu anh diyor ki: Rasûlullah sai-laiiahu aleyhi veseitem hutbede şöyle buyurdu: "Kim emaneti eda etmezse onun imanı ..yoktur. Kim de verdiği sözü yerine getirmezse onun dini yoktur". Hz. Ebû Umâme radıyaiiahu anh ve Hz. Ubâde radıyaiiahu antidan da aynı ifadeler nakledilmiştir.[9]Hz. Meymun Bin Mehran rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Üç şey vardır ki onda Müslüman ve kafir arasında bir ayırım yoktur. Hepsinin hükmü aynıdır. 1-Kiminle bir anlaşma yapılırsa o anlaşmaya uyulmalıdır. Anlaşma yapılan kişi ister kafir olsun ister Müslüman farketmez. Çünkü ahid gerçekte Allah ile yapılmıştır. 2-Ki-minle yakınlık ve akrabalık kurulduysa onu gözetmelidir. İster o akraba Müslü­man olsun ister kafir olsun. 3-Emanet veren kimsenin emaneti geri verilmelidir. O emaneti veren ister Müslüman olsun ister kafir olsun"[10]Kur'an-ı Kerim'de pek çok ayete ilave olarak bir yerde özelikle sözünde durmayı emretmiştir:"Verdiğiniz sözü yerine getirin. Çünkü verilen sözde mesuliyet vardır" (isra-34)Hz. Katâde rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Allah'ın birleştirilmesini emrettiği bağ­lardan maksat yakın ve uzak akrabalık bağlandır"[11]Allahu Teâlâ ayette, ikinci olarak akraba ile ilişkileri kesmekle ilgili buyur­muştur. Hz. Ömer bin Abdulaziz rahmetuiiahi aleyh şöyle buyurmuştur: Akrabalık bağlarını koparan kişiyle görüşmeyin. Ben Kur'an-ı Kerim'in iki yerinde bu tip in­sanlara lanet edildiğini gördüm. Biri yukarıdaki Ra'd suresinde ikincisi Muham-med sûresinde"[12]Muhammed süresindeki ayeti kerime yakında geçmişti. O ayet­te akrabalar ile ilişkileri kesmekten sonra şöyle buyurulmuştur: "İşte onlar, Al­lah'ın lanet ettiği, (Allah'ın hükümlerini duymaktan) kulaklarını sağır ettiği ve (Hak olan yolu) görmekten gözlerini kör ettiği kimselerdir". Hz. Ömer bin Abdulaziz rah­metuiiahi aleyh iki yerde lanet lafzının geçtiğini, Hz. Zeynul Abidin rahmetuiiahi aleyh ise (biraz önce geçtiği gibi) üç yerde lanet lafzının geçtiğini söylemiştir. Belki de bunun sebebi şudur; iki yerde açıkça lanet lafzı vardır (Ra'd suresi ve Muham­med suresinde). Üçüncü yerde ise onların sapıtmış ve hüsrana uğramış kimseler olduğu buyurulmuştur ki, bu da lanete yakındır. Bunun örneği, bundan bir önceki sırada (Bakara süresindeki ayette) geçmiştir.Hz. Selman radıyallahu anh Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in şöyle buyurduğu-nu söyledi: "Sözler zahir olduğu ve amel rafa kalktığı zaman, yani bol bol konuşma­lar yapılmaya, pek çok makaleler yazılmaya başlandığı zaman, ancak amel ortada olmadığı, bir bakıma bir yere kilitlendiği zaman, sözde birlik beraberlik olup da kalpler ayrı ayrı olduğu zaman, akrabalar arasındaki bağlar koparıldığı zaman, Allah ceiie celaluhu böyle kimseleri kendi rahmetinden uzaklaştırır ve onfarı kör ve sağır eder."Hz. Hasan mdıyallahu anh da Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellemöen şu hadisi nak-letmiştir: "İnsanlar ilmi açığa çıkarıp, ameli zayi ettiklerinde, dilleriyle sevgiyi ortaya koyup, kalplerinde buğz taşıdıklarında ve akraba ile bağlarını kopardıklarında Allah ceiie celaluhu onları rahmetinden uzaklaştırır, kör ve sağır eder"[13] Böyle olunca onlar ne doğru yolu görürler ne de hak söz onların kulağına ulaşır. Bir hadiste şöyle geç­mektedir: "Cennetin kokusu 500 senelik mesafeye ulaşır. Ana-babaya karşı gelen ve akrabalarıyla ilişkiyi kesen kimse Cennet'in kokusunu dahi alamıyacaktır"[14]Hz. Abdullah bin Ebî Evfa radıyallahu anh diyor ki: "Biz arefe akşamı Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem Efendimizin etrafında halka kurmuş oturuyorduk. Rasûlullahsallallahu aleyhi veseiiem buyurdu kî: "Aranızda akrabasıyla bağlarını koparan biri varsa kalksın, yanımızdaoturmasın". Uzakta oturmakta olan bir adam topluluktan kalktı ve az bir müddet sonra gelip oturdu. Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem ona, "Benim ko­nuşmamdan dolayı topluluktan sadece sen kalktın, sonra gelip oturdun. Bu ne hal­dir?" buyurdu. O, "Ben sizin sözünüzü dinledikten sonra benimle ilişkiyi kesmiş olan teyzemin yanına gittim. Benim gitmem üzerine o, <Sen âdetinin aksine nasıl gel-din?> dedi. Ben ona sizin sözünüzü söyledim. O benim bağışlanmam için dua etti. Ben de onun bağışlanması için dua ettim (barıştık ve ben buraya geldim)" dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem, "Sen çok iyi ettin, otur. Aralarında akrabalarıyla ilişkisini kesen biri olduğu müddetçe o topluluğa Allah'ın rahmeti inmez" buyurdu.Fakih Ebûlleys rahmetuiiahi aleyh yukarıdaki hadisi nakletmiştir. Ancak Kenz, kitabı Ibni Ma/n'den naklederek bu hadisin bir ravisine kizb isnad etmiştir.[15] Fakih Ebûlleys rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Bu kıssadan anlaşılıyor ki akraba ile bağlan koparmak o kadar büyük bir günahtır ki, onun yüzünden yanında oturan da Al­lah'ın rahmetinden mahrum kalır. Öyleyse kim bu günaha bulaşmışsa o buna tevbe etmeli ve akrabasını gözetmeye önem vermelidir. Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: <Hiçbir iyiliğin sevabı sıla-i rahinYden daha çabuk ulaşmaz. Akraba ile bağları koparmak ve zulümden başka, vebali (ahirete ilaveten) dünya­da da verilecek hiçbir günah yoktur"[16]Bir çok rivayette akrabalık bağlarını kesmenin vebalinin ahirete ilave ola­rak kişiye dünyada da ulaşacağı geçmektedir. Yukarıdaki ayeti kerimede de ahi-retteki yerinin kötü olacağı zikredilmiştir. Fakih Ebûlleys rahmetuiiahi aleyh hayret verici bir kıssa yazmıştır. Diyor ki: "Mekke-i Mükerreme'de Horasanlı, güvenilir, iyi bir zat vardı. İnsanlar ona emanetlerini teslim ederlerdi. Bir adam on bin altını ona emanet ederek bir ihtiyacından dolayı sefere çıktı. Seferden döndüğünde o Horasanlı zat ahirete intikal etmişti. Onun çoluk çocuğuna emanetin halini sordu. Onlar bilmediklerini söylediler. Büyük bir para olduğundan adam bayağı düşün­meye başlamıştı. O esnada tevâfuken orada bulunan Mekke-i Mükerreme ûle--nıasından bir topluluğa, <Benim ne yapmam lazım?> diye meseleyi sordu. Onlar dediler ki; <O zat iyi bir insandı. Bizim gözümüzde Cennetlik biriydi. Sen şöyle bir tertip yap; gecenin yarısı veya üçte biri geçtikten sonra zemzem kuyusunun üzerine o zatın adını anarak seslen ve sor>. Adam üç gün böyle yaptı. Karşıdan bir cevap alamadı. Sonra gidip o alimlere durumu anlattı. Onlar  İnna lillahi ve inna îleyhi raciun, onun Cennet'lik olamayacağından korkuyoruz> dediler. Sonra, <Sen Berhut Vadisi denilen yere git. Orada bir kuyu var. Oraya seslen> dediler. Adam öyle yaptı. Seslenir seslenmez şöyle bir cevap aldı; <Senin malın olduğu gibi muhafaza altındadır. Ben çocuklarıma güvenmediğimden onu evin içindeki falan yere gömdüm. Çocuklarıma söyle de seni oraya götürsünler, orayı eşerek onu çıkar>. Nitekim adam öyle yaptı ve malı buldu ve hayretle, <Sen iyi bir adamdın neden buraya düştün?> dedi. Kuyudan şöyle bir ses geldi; <Ho-rasan'da benim bazı akrabalarım vardı. Ben onlarla bağlarımı kopardım. Bu durumdayken ölüm gelip çattı. Bunun cezası olarak ben burada tutuluyorum>"[17] Hz. Ali radıyaitahu anh'm şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Bütün vadiler arasında en üstün vadi, Mekke-i Mükerreme vadisi ve Hz. Adem eieyhisseiam'm Cennet'ten indiği Hindistan'daki vadidir. O, insanların çok kullandığı güzel kokuların bulun­duğu vadidir. En kötü vadi Ahkaf ve Hazra Mevt vadisidir ki, ona Berhut da de­nilir. Dünyada en güzel kuyu Zemzem kuyusudur. En kötü kuyu Berhut kuyu-sudur. Orada kafirlerin ruhları toplanır"[18] O ruhların herhangi bir vakitte böyle yer­lerde toplanması şer'î bir hüccet değildir. Keşfi durumlarla ilgilidir ki, Allahu Teâlâ kime, ne zaman isterse bunu gösterir. Ancak keşf şer'î delil değildir,

3) Anne ve babadan biri veya her ikisi, yanında (yani sen hayattayken) yaşlanır ve düşkünleşirse, (onların ihtiyarlıktaki sözleri gençlere ağır gelir. O halde sana da bir sözleri ağır gelirse bezginliğini hissettirir bir şekilde) onlara "öf" bile deme, onları azarlama, onlara saygıyla güzel sözler söyle. / Onlara merhametle tevazu kanatlarını indir. Onlar için, "Rabbim! Onlar beni küçüklü­ğümde yetiştirirken nasıl merhametli davrandılarsa, Sen de onlara öylece mer­hamet eyle" diye dua et. / Rabbiniz içinizden geçenleri (saygıyı) çok iyi bilir. E-ğer siz salih kimseler olursanız, (yanlışlıkla hürmete ters düşen bir davranışta bulunursanız hemen tevbe edin). Şüphesiz ki Allah tevbe edenleri affedicidir.                                                                      (İsra-23,24,25)

İZAH: Hz. Mücahid rahmetuiiahi aleyh bu ayetin tefsirinde şöyle buyurmuştur: "Anne ve babanız ihtiyarlayınca, siz çocukken onların sizin pisliğinizi yıkadıkları gibi sizin de onların pisliğini temizlemeniz gerekirse, onlara  bile demeyin". Hz. Ali radıyaiiahu anh diyor ki: "Eğer saygısızlıkta  demekten daha aşağı bir derece olsaydı, Allah ceüe ceiaiuhu onu da haram kılardı". Hz. Hasan radıyaiiahu antia biri, "Ana-babaya karşı gelmenin ölçüsü nedir?" diye sorunca o, "Kendi malından onları mahrum etmek, onlarla görüşmeyi bırakmak ve onlara sert bir bakışla bak­maktır" buyurdu. Biri Hz. Hasan radıyaiiahu anh'a ayette geçen Kavli Kerim'in ma­nasını sorunca buyurdu ki: "Anne ve babaya Anneciğim! ve Babacığım! diye hitab etmektir. Onları adlarıyla çağırmamalıdır". Hz. Zübeyr bin Muhammed rahmetuiiahi aieyh'Ğen bu ayetin tefsin ile ilgili şu ifadeler nakledilmiştir: "Anne ve baba çağırınca Buyurun, Başüstüne diyerek cevap vermelidir". Hz. Katâde rahmetuiiahi aieyh'öenşöyle nakledilmiştir: "Onlarla yumuşak konuşmalıdır". Biri Hz. Said bin el Müseyyeb rahmetuiiahi aleyh'e, "Kur'an-! Kerim'de ana-babaya iyi davranma emri pek çok yerde geçmektedir ve ben bunu anladım. Ancak Kavli Kerim sözünün manasını anlaya­madım" dedi. O buyurdu ki; "Bunun misali şudur; çok şiddetli suç işlemiş olan bir kölenin sert mizaçlı efendisiyle konuşması gibi... (anne-babayla konuşulmalıdır)".Hz. Aİşe radıyallahu anha buyurdu ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem'm ya­nına bir şahıs geldi. Yanında ihtiyar biri vardı. Rasûluüah sallallahu aleyhi veseiiem "Bu kimdir?" diye sordu. O, "Babamdır" dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem bu­yurdu ki: "Onun önünde yürüme, ondan önce oturma, onu adıyla çağırma ve ona kötü söz söyleme". Biri Hz. Urve rahmetuiiahi aleyh'e sordu ki: "Kur'an-ı Kerim anne-babanın karşısında tevazu göstermeyi emretmiştir. Bunun manası nedir?" Hz. Urve rahmetuiiahi aleyh buyurdu ki: "Onlar senin hoşuna gitmeyen bir şey söylerse, onlara öfkeli gözlerle bakma, çünkü insanın öfkesi önce onun gözlerinden anla­şılır". Hz. Aİşe radıyaiiahu anha Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem'm şöyle buyurduğu-nu nakletmiştir. "Kim babasına sert bir şekilde bakarsa o itaatkar evlat değildir". Hz. Abdullah İbni Mes'ud radıyaiiahu anh diyor ki: Ben Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem'e, "Allah indinde en sevimli amel nedir?" diye sordum. Buyurdu ki: "Vak­tinde kılınan namazdır". Ben "Ondan sonra hangisi?" dedim. "Anaya ve babaya iyilik etmektir" buyurdu. Ben "Ondan sonra hangisi" dedim. "Cihad etmektir" bu­yurdu. Bir başka hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Al­lah'ın rızası babanın nzasındadır. Allah'ın gazabı, babanın danlmasındadır"[19]Mezahir adlı eserin sahibi şöy!e yazmıştır: Ana-babanın haklarındandır ki, onlar razı oluncaya kadar onlara hizmet etmeli ve yumuşak davranmalıdır. Caiz işlerde onlara itaat etmeli, saygısızlık etmemelidir. Kafir de olsa onlara kibirli davranmamalı, sesini onların sesinden fazla yükseltmemelidir. Onları adıyla ça-ğırmamalı, herhangi bir işe onlardan önce başlamamalıdır. İyiliği emretmek ve kötülükten alıkoymakta onlara yumuşak davranmalı, bir defa söylemeli, eğer onlar kabul etmezlerse onlara iyi davranmalı ve onlar için dua ve istiğfar etme­lidir. Bu konu Kur'an-ı Kerim'den çıkarılmıştır. Yani Hz. İbrahim aieyhisseiam'm ba­basına yapmış olduğu nasihatten alınmıştır.[20] Yani Hz. İbrahim âlâ nebiyyina ve aiey-hissaiatü vesselam bir defasında babasına nasihat ettikten sonra Meryem suresi ayet 47'de geçtiği gibi "İyi, artık ben senin bağışlanman için Allah'a dua edeceğim" dedi. Hatta bazı alimler şöyle yazmışlardır: "Haram işlerde onlara itaat caiz değildir. Ancak şüpheli şeylerde itaat vaciptir. Çünkü şüpheli şeylerden sakınmak takvadır. On­ların gönlünü ve rızasını almaksa vaciptir. Özet olarak onların malı şüpheli olursa ve senin ayrı yemene üzülüyorlarsa, onlarla birlikte yemen gerekir".Hz. İbni Abbas radıyaiiahu anhuma diyor ki: "Anne ve babası hayatta olup onlarla iyi geçinen hiçbir Müslüman yoktur ki, Cennetin iki kapısı ona açılmasın. Eğer onları darıltırsa, onları razı edene kadar Allah ondan razı olmaz". Biri, "Eğer onlar zulüm ediyorlarsa?" diye sorunca Ibni Abbas radıyaiiahu anhuma, "Zulüm yapsalar da" buyurdu. Hz. Talha mdıyaiiahu anh diyor ki: Bir adam Rasûlullah sailaiiahu aleyhi veseliem'm yanına geldi ve cihada katılmak istediğini arzeîti. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem, "Annen hayatta mı?" diye sordu. O "Hayatta" dedi. Rasûlullah satiaiiahu aleyhi veseilem, "Ona iyice hizmet et, Cennet onun ayağı altındadır" buyurdu. Bu sözünü üç defa tekrarladı.HZ. Enes radıyallahu anh diyor ki: Bir adam Rasûlullah sailaiiahu aleyhi veseilem in yanına geldi ve "Ya Rasûlallah! Ben cihad etmeyi çok istiyorum ama buna gücüm yetmiyor" dedi. Rasûlulah sailaiiahu aleyhi veseilem, "Senin anne veya baban­dan biri hayatta mı?" dedi. O "Annem hayatta" dedi. Rasûlullah sailaiiahu aleyhi veseilem buyurdu ki: "Onun hakkında Allah'tan kork (yani onun haklarının edası hususunda fetvadan öte takva ile hareket et). Sen öyle yaparsan, hem hac yapan, hem umre yapan hem de cihad yapansın. Yani onlardan elde edilen sevap kadar sana verilecektir".Hz. Muhammed bin el Münkedir rahmetullahi aleyh diyor ki: "Kardeşim Ömer na­maz kılarak geceyi geçirirdi. Ben ise annemin ayağını ovalamakla geceyi geçirirdim. Ben hiçbir zaman, onun gecelerinin sevabının, benim gecelerimin karşılığı olarak bana verilmesini temenni etmedim". Hz. Aişe radıyallahu anha diyor ki: Ben Rasûlullah sellaliahu aleyhi veseitem'e, "Kadının üzerinde en fazla kimin hakkı var[21] dedim. Rasûlul­lah sailaiiahu aleyhi veseiiem, "Kocasının" buyurdu. Ben tekrar, "Erkek üzerinde en fazla kimin hakkı var" dedim. Rasûlullah sailaiiahu aleyhi veseilem "Annesinin" buyurdu. Bir ha­diste Rasûlullah sailaiiahu aleyhi veseilem şöyle buyurdu: "Siz insanların hanımlarına kar­şı iffetli davranın, o zaman sizin hanımlarınız iffetli olacaklardır. Siz anne ve babanı­za iyi davranın ki, sizin evlatlarınızda size iyi davransınlar[22]Hz. Tâûs rahmetullahi aleyh diyor ki: Bir adamın dört oğlu vardı. Adam hastalandı. Oğullarından biri diğer üç kardeşine şöyle dedi; "Siz babamın mirasından hiçbir şey almamak şartıyla babama hizmet ediniz. Yoksa ben babamın mirasından hiçbir şey almamak şartıyla ona hizmet edeceğim". Onlar buna razı oldular ve "Sen hizmet et, biz etmiyoruz" dediler. O çok güzel bir şekilde hizmet etti. Ancak babası vefat etti. Anlaşmaya uygun olarak mirastan hiçbir şey almadı. Gece şöyle bir rüya gördü; Bir şahıs şöyle diyordu; "Falan yerde 100 dinar (altın) gömülü, onları al". O, [23]"Onlar­da bereket var mı?" dedi. O şahıs "Onlarda bereket yoktur" dedi. Sabah olunca rüya­sını hanımına anlattı. Hanımı altınları çıkarması için ısrar etti. O bunu kabul etmedi. İkinci gün tekrar rüya gördü. Rüyasında bir başka yerde 10 altın olduğu söylendi. O yine bereketi hakkında sordu. O şahıs onda bereket olmadığını söyledi. Sabahle­yin bu rüyayı da hanımına anlattı. Hanımı yine ısrar etti. Ancak adam bunu da kabul etmedi. Üçüncü gün yine rüya gördü ki, bir şahıs "Falan yere git, orada bir altın bula­caksın onu al" diyordu. O yine bereketli olup olmadığını sordu. O şahıs, "Evet onda be­reket var" dedi. Adam gidip o dinarı alıp geldi. Pazara giderek onunla iki balık satın aldı. Onların her birinin içinden kimsenin ömür boyu görmediği iki tane inci çıktı. Za­manın padişahı ısrar ederek her iki inciyi de 90 katır yükü altın karşılığında satın aldı.

Sıla-İ Rahim Hakkında Hadisler

1) Ebû Hureyre radıyallahu an/j'dan rivayete göre, bir adam Rasûlullah sailaiiahu aleyhi veseilem'e, "Ya Rasûlallah benim kendisiyle iyi ilişki kurmamı (güzel davranmamı) en fazla hak eden kimdir?" dedi. Rasûlullah sailaiiahu aleyhi veseilem "Annen" buyurdu. Adam "Sonra kim?" dedi. "Annen" buyurdu. "Sonra kim?" deyince "Annen" buyurdu. "Sonra kim?" deyince "Baban" buyurdu.Başka bir rivayette, "Annen, sonra annen, sonra annen, sonra baban, sonrada en yakından başlayarak ileriye doğru giden akrabalar" buyurdu                                                                                                 .(Müttefekun aleyh, Mişkat)

İZAH: Bazı alimler bu hadisi şeriften, güzel davranmak ve iyilik etmekte annenin üç payı, babanınise bir payı olduğu hükmünü çıkarmışlardır. Çünkü Ra­sûlullah sailaiiahu aleyhi veseilem üç defa anneyi, dördüncü defa babayı zikretmiştir. Alimler bunun sebebini şöyle açıklamışlardır; Anne evladı için üç zorluğa katla­nır. Hamilelik, doğum ve süt emzirmek. Bundan dolayı fukâhâ, iyilik ve güzel dav­ranmakta annenin hakkı babadan önde geldiğini açıklamışlardır. Eğer bir adam yoksulluğundan dolayı her ikisine birlikte bakamayacak durumda ise, öncelikle annesine bakmalıdır. Şüphesiz ki, izzet, ihtiram ve saygıda babanın hakkı anne­den önce gelmektedir.[24] Şu da açıktır ki, bir kadın olarak anne iyiliğe ve hizmete daha çok muhtaçtır. Anne ve babadan sonra diğer akrabalar gelir. Kim daha ya­kın akraba ise onun hakkı o kadar önde gelir.Bir hadiste buyuruldu ki: "Güzel geçinmeye (iyiliğe) annenizle başlayın. Sonra babanızla, sonra bacınızla, sonra kardeşinizle sonra sırayla yakın olanlar­la. Komşularınızı ve ihtiyaç sahiplerini de unutmayınız"[25] Hz. Behz bin Hakim rahmetullahi aleyh dedesinden naklediyor Dedesi Rasûlullah sailaiiahu aleyhi veseilem'e "Ya Rasûlallah ben kiminle iyi geçinip, iyilik yapayım?" dedi. Rasûlullah sailaiiahu aleyhi veseilem "Annenle" buyurdu. O aynı soruyu sorunca Rasûlullah sailaiiahu aleyhi veseilem aynı cevabı verdi. Üçüncü soruya da aynı cevabı verdi. Dördüncü defa Rasûlullah sailaiiahu aleyhi veseilem "Babanla iyi geçin sonra akrabandan en yakın olanın hakkı en öncedir" buyurdu. Bir başka hadiste şöyle geçmektedir. Bir adam Rasûlullah sailaiiahu aleyhi veseiiem'in yanına gelerek, "Bana bir şey emret de yapayım" dedi. Rasûlullah sailaiiahu aleyhi veseilem, "Annene iyilik et" buyurdu. İkinci ve üçüncü defa aynı şeyi tekrarladıktan sonra, "Babana iyilik et" buyurdu. Bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Üç şey vardır ki, kimde bulunursa, Allah cette ceiaiuhu ona ölüm anın[26]ı kolay eder ve onu Cennet'e koyar. 1-Güçsüze merhamet etmek. 2-Anne ve babaya şefkat göstermek. 3-Emri altındakilere ihsanda bulunmak"[27]

2) Hz. Enes radıyallahu anh'üan rivayete göre Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Kim rızkının geniş olmasını ve ayak İzlerinin gecik­tirilmesini istiyorsa yakınlarını gözetsin"                      

(Mûttefekun aleyh, Mişkat)

İZAH: Ayak izlerini geciktirmekten maksat ömrün uzamasıdır. Çünkü insa­nın ömrü ne kadar uzun olursa, o süre içinde attığı adımlarının izi yeryüzünde belirir. Ölen kimsenin izleri ise yeryüzünden silinir.Buna şöyle bir itiraz yapılabilir; Herkesin ömrü tayin edilmiştir. Bu konu Kur'an-ı Kerim'in bir çok yerinde açıkça zikredilmiştir ki, her şahıs için muayyen bir vakit vardır. O vakit içinde bir saat vardır ki, o ne ileri alınabilir ne de geri. Bun­dan dolayı bazı alimler rızkın bolluğunu bereketle tabir ettikleri gibi ömrün uzun olmasını da bereketle tabir etmişlerdir. Yani o kişinin vakitlerinde o kadar bereket olur ki, başkalarının birkaç günde yaptığı işleri birkaç saatte yapar ve başkaları­nın bir kaç ayda yaptığı işi o birkaç günde yapar. Bazı alimler de uzun ömürden kişinin hayırla ya'd edilmesi manasını çıkarmışlardır. Şöyle ki, onun yaptığı işle­rin izleri ve hayırla anılması uzun zaman devam eder. Bazı alimler onun evladı çoğalır. Ölümünden sonra da uzun müddet nesli devam eder demişlerdir. Ömrün uzun olması bunlardan başka manalarla da yorumianabilir. Mademki sözleri doğ­ru ve irşadı hak olan Peygamber Efendimiz saiiaiiahu aleyhi veseiiem bunu bildirmiştir, şekli nasıl olursa olsun, onun meydana gelmesi kesindir. Ayrıca Allahu Teâlâ'nın Yüce Zatı mutlak kudret sahibidir ve sebepleri var edendir. Onun sebep yaratması zor mudur? O yapmak istediği her iş için öyle sebepler yaratıyor ki, akıllıların aklı hayran kalıyor. O halde bu konuda ne bir tereddüt ne de bir engel vardır.[28]Takdir edilmiş olan şeyler kendi yerinde kesindir. Ancak Allah ceiie ceiaiuhu bu dünyayı Darul Esbab (sebepler yurdu) olarak yaratmıştır ve herşey için görü­nen ve görünmeyen sebepler yaratmıştır. Mesela kolera hastalığına yakalanan biri, belki bu ilaçtan fayda gelir, belki şu ilaçtan fayda gelir diye dakika başı he­kim ve doktorlara koşabiliyor. Niçin? Ta ki yaşayabilsin. Halbuki ömür tayin edil­miş ve takdir edilmiş şeydir. O halde ömrün bekası ve uzaması için sıla-i rahim üzerinde ondan daha fazla çalışamamasının hiçbir anlamı yoktur. Çünkü sıla-i rahimin ömrün bekası ve uzaması için sebep olması kesindir. Bu öyle bir hekimin reçetesidir ki, onda asla yanlışlık olmamiştır. Bunun aksine basit hekim ve dok­torların reçete ve teşhislerinde yüzlerce hata ihtimali vardır. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesetfem'in yukarıda geçen sözleri, çeşitli hadislerde değişik ifadelerle varid olmuştur. O halde bunda bir tereddüt yoktur.Bir hadiste Hz. Ali radtyaiiahu anh buyurdu ki: "Kim bir şeyi yapacağına söz verirse, ben ona dört şey verileceğine kefil olurum; Kim akrabasını gözetirse onun ömrü uzar, yakınları onu sever, rızkı bollaşır ve Cennet'e girer[29]Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem Hz. Ebû Bekr Sıddık radıyallahu anh'a şöyle buyurdu: "Üç şey tamamen haktır (kesindir); 1-Kime zulmedilirde, affederse, onun izzet ve şerefi artar. 2-Malını arttırmak için isteyen (dilenen) kimsenin malı azalır. 3-Kim hayır yolunda vermenin ve akrabayı gözetmenin kapısını açarsa onun malı artar"[30]Fakih Ebûlleys rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Sıla-i rahim'de 10 şey övgüye layıktır; 1-Akrabayı gözetmekte Allah'ın rızası ve hoşnutluğu vardır. Çünkü Allah sıla-i rahmi emretmiştir. 2-Akrabalar arasında memnuniyete vesile olur. Nitekim Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, <En üstün amel mümini sevindirmektin» buyur­du. 3-Akrabayı gözetmeye melekler de sevinir. 4-Müslümanlar böyle kimseyi meth eder ve överler. 5-Şeytan aieyhiiia'ne akrabayı gözetmeye çok üzülür ve dert­lenir. 6-Sıla-i rahim ömrü uzatır. 7-Rızıkta bereket meydana gelir. 8-Ölmüşler de buna sevinirler. Ahirete intikal etmiş bulunan baba, dede gibi geçmişler bundan haberdar olunca çok sevinirler. 9-Sıla-i rahimle aradaki bağlar kuvvetlenir. Sen ne zaman birine yardım edersen ve iyilik edersen o da senin meşakkat ve ihtiyaç anında (gönülden) sana yardım etmek ister. 10-Ölümden sonra sana sevap ve­rilmeye devam eder. Çünkü sen kime yardım edersen, sen öldükten sonra o de­vamlı seni yâd eder ve hayırlı dualarda bulunur".Hz. Enes radıyaliahu anh buyurdu ki: "Üç sınıf insan Kıyamet günü Rah-man'ın Arşı'nın gölgesinde olacaktır; 1-Akrabasını gözeten kimsedir ki, dünyada onun ömrü uzatılır, rızkı bollaştırılır, kabri genişletilir. 2-Kocası ölen kadındır ki, Jsüçük çocuklarının bakımından dolayı onlar büyüyünceye kadar (onların yetiş­mesinde zorluk olmasın diye) başka biriyle evlenmez. 3-Yemek hazırlayıp yetim ve yoksulları davet eden kimsedir."Hz. Hasan radıyallahu anh Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vese/fem'in şöyle buyurduğunu nakletti: "İki adım Allah'a çok sevimlidir; 1-Farz namazı eda etmek için atılan adım. 2-Yakınlar!a görüşmek için atıian adım". Bazı alimler şöyle yazmışlardır: "Beş şey vardır ki onlara devam ve sebat etmekle Allah indinde yüksek dağlar gibi sevaplar yazılır ve onlar sayesinde rızıkta genişlik olur. 1-Az olsun, çok olsun sadaka vermeye devam etmek. 2-Az veya çok akrabayı devamlı ziyaret etmek. 3-Allah yolunda ci-had etmek. 4-Devamlı abdestli olmak. 5-Anne ve babaya devamlı itaat etmek"[31]Bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Sevabı ve karşılığı en çabuk verilen amel sıla-i rahimdir. Bazı insanlar günahkardırlar. Ancak akrabalarını gözettiklerinden dolayı onların mallarında da, evlatlarında da bereket olur"[32] Bir hadiste şöyle bu­yurulmuştur: "Usulüne uygun olarak sadaka vermek, marufu (iyiliği) seçmek, ana-babaya ihsan etmek ve akrabayı gözetmek insanı bedbahtlıktan bahtiyarlığa döndürür. Ömrün artmasına sebeptir ve kötü ölümden korur".2Ömrün ve rızkın artması pek çok rivayetlerde zikredilmiştir. Bunun örnekle­rini bilmiş olduk. Bu iki şey (ömür ve rızık) öyle şeylerdir ki, herkes onlar için ölmekte ve dünyadaki bütün çalışmalar bu iki şeyin hatırına yapılmaktadır. Rasûlullah saiiai-lahu aleyhi veseiiem bu iki şey için çok kolay bir tedbir söylemiştir. O da sıla-ı rahim (akrabayı gözetmek)dir. Bununla o iki arzu elde edilir. Eğer Rasûlullah saiiaiiahu aley­hi veseiiem'ın sözlerinin hak olduğuna kesin olarak inanılıyorsa, o taktirde ömrünün ve rızkının artmasını arzu edenler bu reçeteyle daha çok amel etmelidirler. İmkan­ları nispetinde akrabalarına harcama yapmalıdırlar. Rızkın artması vaadine göre, harcadıklarının karşılığını alacaklar ve ömrün artması da bedavadan kalacaktır.[33]

3) Hz. İbni Ömer radıyailahu anhuma'dan rivayete göre Rasûlullah sallalla-hu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Babaya yapılan en büyük iyilik o git­tikten sonra onun sevdiklerini görüp gözetmektir"                       

(Müslim, Mişkat)

İZAH: Babanın gitmesinden maksat geçici gitmek de olabilir. Dâimi git­mek yani ölmek de olabilir. Bunun en büyük iyilik olmasının sebebi şudur: Babası hayattayken onun dostlarıyla iyi geçinmekte kendi şahsı menfaat şaibesi de olabilir. Çünkü onlarla olan ilişkilerin gücü ve onlarla güzel geçinmek babayla il­gili menfaatlerin elde edilmesine yardımcı olur. Ancak babanın ölmesinden son­ra, onun dostlarıyla iyi geçinmek ve onlara iyilik etmek, şahsi menfaatlerin üze­rindedir. Burada babaya saygı halis olarak kalmaktadır.Bir hadiste şöyle geçmektedir: İbni Dinar rahmetuiiahi aleyh diyor ki; Hz. İbni Ömer radtyaiiahu anhuma Mekke-i Mükerreme yolunda gidiyordu. Gözü yolda yürü­mekte olan bir köylüye ilişti. Hz. İbni Ömer radiyaiiahu anhuma ona kendi bineğini ver­di ve sarığını çıkararak ona hediye etti. İbni Dinar rahmetuiiahi aleyh, "Efendim, bu şahıs bundan daha az ihsana da sevinirdi (siz ona hem sarık verdiniz hem de binek verdiniz)" dedi. Hz. İbni Ömer radıyailahu anhuma buyurdu ki: "Onun babası be­nim babamın dostlarındandı. Ben Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'in şöyle buyur­duğunu işittim; <En üstün iyilik insanın baba dostlarına ihsanıdır>". Hz. Ebû Hu-reyre radıyailahu anh diyor ki: Ben Medine-i Münevverre'ye geldim. Hz. ibni Ömer radıyaliahu anhuma benimle görüşmeye geldi ve "Biliyor musun ben niye geldim? Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem den işittim ki; <Kim babasıyla kabrinde sıla-i ra­him yapmak istiyorsa, o babasının dostlarını ziyaret etsin, onları gözetsin>. Be­nim babam Ömer radıyailahu anh ile senin baban arasında dostluk vardı. Bundan dolayı geldim" dedi.[34] Çünkü dostun evladı da dost olur.Bir başka hadiste şöyle geçmektedir: Hz. Ebû Üseyd Malik bin Rebia radı­yailahu anh diyor ki; Biz Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'in yanındaydık. Benü Se­leme kabilesinden bir adam Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm huzuruna geldi ve "Ya Rasûlallah! Benim, anne ve babama, onlar vefat ettikten sonra da iyilik et­memin herhangi bir derecesi var mıdır?" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem "Evet evet, onlar için dua et. Onların bağışlanması için dua et. Onların birine ver­miş oldukları sözü yerine getir. Onların akrabalarına güzel davran. Onların dost­larına ikram et" buyurdu.[35] Başka bir hadiste bu olay anlatıldıktan sonra o adam "Ya Rasûlallah! Bunlar ne güze! ve kıymetli sözler!" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem "Öyleyse bununla amel et" buyurdu.[36]

4) Hz. Enes radıyailahu anh'dan rivayete göre Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz bir kul ana-babasına itaat etmezken, ana-babası veya onlardan biri ölür. O da onlar için devamlı dua ve istiğfar eder. Nihayet Allah onu itaatkâr evlad olarak yazar."                                       (Beyhaki, Mişkat)

İZAH: Bu Allah'ın ne kadar büyük in'amı, ihsanı lütfü ve keremidir. Çünkü Ana-baba hayattayken bazen hoşa gitmeyen haller meydana gelir. Kalpler pas­lanır. Ancak ne kadar öfke olursa olsun, anne ve baba, öldükten sonra kalplerde kendilerine karşı öfke devam edecek kimselerden değillerdir. Ama şimdi onlar öldüler, artık bunun telafisi nasıl olabilir? diye onların yaptıkları iyilikleri hatırlaya­rak insan muzdarip olmamalıdır. Allah celle ceiaiuhu kendi lütfü ile bunun kapısını da açmıştır. Yani ölümlerinden sonra onlar için dua edilmeli, onlar için Allah'tan mağfiret dilenmeli, onlar için mâli ve bedenî olarak sevap ulaştırılmalıdır. Böyle yapmak onların hayattayken zayi olan haklarını telâfi eder. Böyle yapan kişi isyankarlardan sayılmak yerine itaatkarlardan sayılır. Allahu Teâlâ'nın ne büyük ihsanıdır ki, zaman elden kaçırıldıktan sonra bile bunun yolunu açmıştır. Eğer bu fırsat elden kaçırılırsa, ne büyük bir utanmazlık ve katı kalplilik olacaktır. Devamlı anne ve babasının rızasına uygun iş yapan kim var ki? Onların haklarını eda etmekte ne olursa olsun mutlaka eksiklik olur. Eğer kişi onlara sevap ulaştıracak bir tertibi kendine program ve kaide edinirse ne kadar değerli bir şey meydana gelmiş olur. Bir hadiste şöyle buyuruimuştur: "Kim anne ve babası adına hac yaparsa, bu onlar için Haccı Bedel olur. Onların göklerdeki ruhlarına müjde verilir. Bu şahıs her ne kadar önceleri isyankar olsa da, itaatkâr evlatlardan sayılır". Bir başka hadiste şöyle buyuruimuştur "Kim ebeveyninden biri adına hac yaparsa onlar için bir hac olur. O haccı yapan (evlat) için dokuz hac sevabı yazılır"[37]Allâme Ayni rahmetullahi aleyh? Buhâri'nin şerhinde şu hadisi nakletmiştir: "Kim bir defa şu duayı okur ve ondan sonra <Allah'ım! Bunun sevabını anne ve baba­ma ulaştır> derse o ana-babasının hakkını ödemiş olur""Bütün hamdler alemlerin Rabbi olan Allah'a aittir. O, göklerin ve yerin Rabbi, O, alemlerin Rabbi'dir. Göklerde ve yerde ululuk O'nundur. O, Aziz'dir ve Hakîm'dir. Hamd Allah'a aittir. O, göklerin ve yerin Rabbi'dir. O, alemlerinRabbi'dir. Göklerde ve yerde büyüklük O'nundur. O, Aziz'dir ve Hakim'dir. O,Meliktir (hükümrandır). Göklerin ve yerin Rabbi'dir. O, alemlerin Rabbi'dir.Göklerde ve yerde nur O'nundur. O Aziz'dir, Hakîm'dir"Bir başka hadiste şöyle buyuruimuştur: "İnsan bir nafile sadaka verince onun sevabı anne ve babasına bağışlamasında ne zorluk vardır. Anne ve babası Müslüman olmak kaydıyla sevap onlara ulaşacaktır. Sadaka verenin sevabından da hiçbir şey eksilmeyecektir"[38]Bu hadisi şerife göre (özel) bir şey yapmakta gerekmiyor. Herhangi bir yer­de (hayır namına) harcanılan şeylerin sevabı anne ve babaya bağışlanılmalıdır. Hz. Abdullah bİn Selam radıyallahu anh diyor ki: "Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem'\ hak sözle gönderen Zat'a yemin olsun ki, şu söz Allah'ın Kelamı'dır. <Senin babanı ziyaret edip dostluk kuran kimseyle bağlarını kesme. Böyle yaparsan senin nu­run gider>". Bir hadiste şöyle geçmiştir: "Kim anne ve babasının ya da onlardan birinin kabrini her Cuma günü ziyaret ederse, onun günahları bağışlanır ve itaatkârlardan sayılır".Evzai mtımetuiiahi aieyh diyor ki: Bana ulaşan rivayete göre bir kimse anne-babasına hayattayken karşı gelirde, onların vefatından sonra onlar için istiğfar eder, onların borçlarını öder, onları kötülemezse, o evlat itaatkârlardan sayılır. Kim de hayattayken anne ve babasına itaat eder, ancak onların ölümlerinden sonra onları kötülerse, onların borçlarını ödetmezse, onlar için istiğfar da etmez­se, o itaatkâr evlat sayılmaz.[39]

5) Sürâkâ bin Mâlik radıyallahu an/j'dan rivayete göre Peygamber saitaiia-hu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Ben size en üstün sadakayı söyleye­yim mi? Geri dönüp de senin yanına gelen ve senden başka kazanıp da onu geçindirecek kimsesi olmayan kızın(a yapacağın masraflar en üstün sadakadır)".                                                                                      

(ibniMace, Mişkat)

İZAH: Kızın dönüp ge/mes/nden maksat evlendirdiği kızının kocası vefat eder veya kocası onu boşar yahut başka bir aksaklıktan dolayı o kız babasının üzerine kalır. O zaman onu gözetmek ve masraflarını karşılamak en üstün sada­kadır. Bunun en üstün sadaka olması apaçık bellidir. Çünkü bunda (şu özellikler vardır): 1-Sadaka vermek, 2-Musibete uğrayan birine yardım, 3-Yakınları gözet­mek, 4-Evlat iîe ilgilenmek, 5-Mahzun olan birinin gönlünü yapmak.Evladın anne-babasının yanına geri dönmesi başlangıçta üzüntü yerine se­vince sebep olur. Ancak evlad kendi evini kurduktan sonra, kendi yuvası olduk­tan sonra masrafların yeniden ana-babasının kefaletine geçmesi onda daha faz­la üzüntüye sebep olur. Peygamber sallallahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Kim musi­bete uğramış birinin feryadına yetişirse, ona yetmiş üç mağfiret derecesi yazılır. Onlardan biriyle o kişinin (dünyadaki) bütün işleri ıslah olur ve düzelir. Yetmiş iki derece ise o kimsenin kıyametteki terakkisine sebeptir".

Bu konuyla ilgili pek çok rivayetler birinci bölümün hadisler kısmının 26. sı­rasındaki hadisin açıklamasında geçmiştir. Ümmül Mü'minin Hz. Ümmü Seleme mdı-yallahu anha Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem'e, "Benim önceki kocam Ebû Seleme'nin yanımda kalan evlatlarına yaptığım harcamadan dolayı bana sevap verilecek mi? Onlar zaten benim evlatlarımdır" dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem, "Onlara harcama yap, sevabı sana verilecektir" buyurdu.[40] İhtiyacı ve zaruriyeti olmasa da evlada rahmet ve şefkat göstermek başlı başına mendub ve matlub olan bir şeydir.Bir defasında Rasûluliah sallallahu aleyhi veseiiem'in yanında torunları olan Hz. Hasan veya Hz. Hüseyin radıyallahu anhuma öan biri bulunuyordu. Rasûlullah sallallahualeyhi veseiiem onu öptü. Benî Temim kabilesinin reisi olan Akra bin Habis de ora­daydı. Şöyle dedi: "Benim on tane oğlum var, onlardan hiç birini, hiçbir zaman öpmedim", Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem ona sert bir şekilde bakarak "Merha­met etmeyene merhamet olunmaz" buyurdu. Bir başka hadiste şöyle geçmekte­dir. Bir bedevi, "Siz çocuklarınızı öpüyorsunuz biz ise öpmüyoruz" deyince Ra­sûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Allah senin kalbinden rahmet maddesini çıkarmış, ben (seni) nasıl tedavi edeyim?" buyurdu.[41]

(Hülasa eve geri dönmüş olan kız çocuğu) bir evlad olmanın yanında onun musibetzede olması da apayrı bir ecre sebeptir.

6) Selman bin Âmir radıyaiiahu an/i'dan rivayete göre Rasûlullah saiiai- aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Yoksula sadaka vermek bir sadaka­dır. Akrabaya sadaka vermek ise hem sadaka hem de sıla-i rahimdir".                                                                                       (Ahmed, Tirmizi, Mişkat)

İZAH: Yakınlar ve akrabalarla ilgili duruma gelince onlara sadaka ver­mek, genel fakirlere sadaka vermekten önce gelir ve ondan daha üstündür. Bu konu Rasûl-i Ekrem saiiaiiahu aleyhi veseiiem'den pek çok rivayetlerde değişik ifade­lerle nakledilmiştir. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Bir altın Allah yolunda harcanır, bir altın köle azad etmekte harcanır, bir altın herhangi bir fakire verilir ve bir altın da kendi çoluk çocuğuna harcanır. Bunların en faziletlisi kendi çoluk çocuğuna harcanandır (ancak bu harcama sadece Allah için olmalı ve onlar da ihtiyaç sahibi olmalıdır, ilerde geleceği gibi...)" Bir başka hadiste şöyle geçmektedir: Hz. IVIeymûne radıyaiiahu anha bir cariyeyi azad etti. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki; "Eğer onu kendi dayılarına verseydi daha fazla sevap kazanırdı". Bir defasında Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem kadınların fazla­ca sadaka vermelerini teşvik etti. Meşhur Sahabelerden ve Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'in arkadaşlarından olan Hz. Abdullah Ibni Mes'ud radıyaiiahu anh'ın hanımı Hz. Zeyneb radıyaiiahu anha'ya şöyle dedi: "Bugün Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bize sadaka vermemizi emretti. Senin mali durumun zayıf. Sen Rasûlul­lah saiiaiiahu aleyhi veseiiem m yanına giderek benim sadaka malını sana vermemin yeterli olup olmayacağını sor" dedi. Abdullah İbni Mes'ud radıyaiiahu anh ona, "Sen kendin git sor" dedi. (Galiba kendisi için soru sormaya utandı ve menfaat düşkünü  Olma durumu aklına geldi). Hz. Zeyneb radıyaiiahu anha, Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesel-lem'ln yanına gitti. Kapıya varınca orada bir kadının durduğunu gördü. O da aynı me­seleyi sormak istiyordu. Ancak Rasûîullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'in heybetinden do­layı sormaya cesaret edememişti. O esnada Hz. Bilal radıyaiiahu anh geldi. Ona Ra­sûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'e, "Dışarıda iki kadın bekliyor ve şu meseleyi soruyorlar;<Önceki kocalarından kalan yetim çocuklarına sadaka vermeleri yeterli midir?>" diye arzetmesini söylediler. Hz. Bilal radıyaiiahu anh bu haberi ulaştırdı. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem "Onlar hangi kadınlardır?" diye sordu. Hz. Bilal radıyaiiahu anh, "Biri ensardan falanca kadın, diğeri de Abdullah İbni Mes'ud radıyaiiahu anh'in hanımı Zeyneb'tir" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Evet onlar için iki kat sevap vardır. Biri sadaka sevabı diğeri yakınları gözetme sevabı"[42]Hz. Ali kerremaiiahu vechehu buyurdu ki: "Bir kardeşime 1 dirhem yardım yap­mam, başka birine 20 dirhem harcamamdan bana daha sevimlidir. Kardeşime 100 dirhem harcamam bir köle azad etmemden daha sevimlidir"[43] Bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Bir adam bizzat muhtaç ise harcamada kendisi önde gelir. Kendisinden artacak miktar varsa çoluk çocuk önde gelir. Bundan da fazla ise diğer akrabalar önde gelir. Onlara harcanandan daha fazla ise o zaman oraya buraya harcasın"[44] Bu konu Kenz-ul Ummal ve diğer kitaplarda pek çok rivayette zikredilmiştir. Bundan anlaşılıyor ki, başkalarını kendi yakınlarından sonra tutmak, kendisinin ve çoluk çocuğunun ihtiyacı daha fazla olma şartına bağlıdır. Ama eğer başkası kendinden fazla muhtaç ise veya kendisi muhtaç olmasına rağmen sabretmeye gücü yetiyor ve Allah'a hakkıyla tevekkül ediyorsa, o zaman başkala­rını kendinden önde tutmak en yüksek derecedir. Bu konu birinci bölümün ayetler kısmında 28. sıradaki [45]ayetinin izahında genişçe anlatılmıştır. Hz. Ali radıyaiiahu anh şöyle buyurdu: "Ben size kendim ve Rasûlullah saiiaiiahu aleyhiveseiiemin en sevgili kızı (hanımım) Fatıma'nın başından geçenleri anlatayım; O benim evimde kalırdı. Kendisi değirmeni çevirirdi. Bu yüzden elleri nasır bağlamıştı. Kendisi su doldurup getirirdi. Bu yüzden tulumun sürtmesinden dolayı bedeninde ip izleri meydana gelmişti. Evi kendisi süpürüp temizlerdi. Bu yüzden elbisesi kir-lenirdi. Kendisi yemek pişirirdi. Bu yüzden ocaktan çıkan duman elbisesine si­nerdi. Kısaca her türlü zorluğa katlanırdı. Bir defasında Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiieme birkaç köle ve cariye gelmişti. Ben Fatıma'ya, <Sen de git bir hizmetçi iste ki, bu çileden biraz olsun kurtulursun> dedim. O Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi ve-sellem'in yanına gitti. Orada bir topluluk vardı. Utancından bir şey diyemeden geri ^,/döndü". Bir hadiste şöyle geçmektedir: "O Hz. Aişe radıyaiiahu an/ıa'ya söyleyip, geri gelmişti. Ertesi gün Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem geldi ve <Ey Fatıma! Sen dün ne demeye gelmiştin?> buyurdu. O utancından sustu". Hz. Ali radıyaiiahu anh diyor ki: "Ben onun su taşıma ve diğer işlerini anlattım ve <Ben onu sizden bir hizmetçi iste­mesi için göndermiştim> dedim. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki; <Ben size hizmetçiden daha hayırlı bir şey söyleyeyim mi? Uyumak için uzandığınızda 33kere Subhanallah, 33 kere A alkil Elhamdülillah

34 kere   Al Allahuekber deyin. Bu kelimeler hizmetçiden daha üstündür>"[46] Bir başka hadiste bu kıssada Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'ln şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Suffe ehlinin açlıktan karınları sırtlarına yapıştığı bir durumda ben size asla veremem. Ben o köleleri satıp bedelini Ehli Suffe'ye harcayacağım"[47]

7) Hz. Esma radıyaitahu anha buyurdu ki: Kureyşliler Rasûlullah satiaiiahu aleyhi veseilem ile anlaşma yaptıkları zaman müşrike olan annem (Mekke-i Mü-kerreme'den Medine-i Münevvere'ye geldi). Ben "Ya Rasûlallah! Annem (ben­den yardım) isteyici olarak geldi. Ona yardım edeyim mi?" dedim. Rasûlullah

saltallahu aleyhi veseilem "Evet ona yardim et" buyurdu.                                 (Müttefekun aleyh, Mişkat)

İZAH: İslam'ın ilk yıllarında kafirlerin müslümanlara yaptığı zulümler söz­lerle anlatılmaktan ötedir. Tarih kitapları bu zulümlerle doludur. Nihayet müslü-manlar mecbur kalarak Mekke-i Mükerreme'den hicret etmek zorunda kalmışlar­dır. Medine-i Münevvere'ye ulaştıktan sonra da müşrikler tarafından her türlü sa­vaş ve eziyetler birbirini takip etmiştir. Rasûl-i Ekrem saiiaiiahu aleyhi veseilem Sa-hâbe-i Kiram'dan bir toplulukla birlikte sadece Umre yapmak niyetiyle Mekke-i Mükerreme'ye yöneldi. Kafirler Mekke'ye bile girmelerine müsaade etmediler. Mekke dışından geri dönmek zorunda kaldılar. Ancak o vakit birkaç yıllığına bir anlaşma yaptılar. Anlaşmaya göre bazı şartlara uymak koşuluyla birkaç sene aralarında savaş yapmayacaklarına karar verdiler. Bu meşhur bir olaydır. Yuka­rıdaki hadiste Hz. Esma radtyaiiahu anha bu anlaşmaya işaret etmiştir. Kureyşle bu anlaşma yapılmaktayken henüz Müslüman olmayan Hz. Esma'nın annesi kızı Esma'nın yanına yardım talebiyle gelmişti. O müşrike olduğundan Hz. Esma radı-yaiiahu anha ona yardım edip edemeyeceği hususunda tereddüte düştü. Bundan dolayı Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem'e Sordu, Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem ona, annesine yardım etmesini emretti.İmam Hattabi rahmetutiahi aleyh buyurdu ki: Bu kıssadan anlaşılıyor ki; Müs­lüman akrabaya mali yardım yapıldığı gibi kafir olan akrabaya da yardım etmek gereklidir. Bir rivayete göre bu olay hakkında şu ayet nazil olmuştur:[48]»Allah, din hususunda sizinle savaşmayan ve sizi yurdunuzdan çıkarma­yan kimselere iyilik yapmanızı,onlara adil davranmanızı yasaklamaz. Şüp­hesiz Allah, adaletli davrananları sever".                                                                             (Mümtehine-8)

Hakîm-ül Ümmet Mevlânâ Eşref Ali Tanvî kuddise sin-uhö hazretleri buyurdu ki: Bu ayette zimmi (İslam hakimiyeti altında bulunan ve cizye denilen vergiyi ödeyen gayri müslimler) ve musâlih (kendileriyle barış anlaşması yapılmış gayri müslimler) kastedilmiştir. Yani onlara yardım sever davranışlarda bulunmak caiz­dir. Buna adil davranma denmiştir. O halde ayetteki adaletli davranmaktan kasıt özel bir adalettir. Yani onların zimmiyet ve musalahatları açısından adalet, onla­ra iyi davranmakta kusur edilmemesini gerektirir. Yoksa mutlak olarak her kafire hatta her canlıya adaletli davranmak vaciptir.[49]|Hz. Esma'nın bu Kayle veya Kuteyle binti Abdil Uzza adındaki annesi Müslüman olmadığından Hz. Ebû Bekr radıyaitahu anh onu boşamıştı. Bazı rivayet­lere göre o hediye olarak biraz yağ, peynir vs. alarak kızı Hz. Esma'nın yanına gitti. Esma onun eve girmesine müsaade etmedi ve üvey kız kardeşi Hz. Aişe radıyailahu anha'ya konuyu sorması için bir kişi gönderdi -ki Hz. Aişe, Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'e meseleyi sorup kendisine bildirsin-. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem izin verdi, işte yukarıdaki ayeti kerime bu olay hakkında inmiştir.[50]Bu duygular, o yüce insanların dindeki sağlamlığı ve imrenilmeye layık duygularıdır. Anne evine geliyor, sadece kızıyla görüşmek için geliyor. Henüz o ana kadar (kızından) yardım talep etme zamanı bile gelmemişti. Ancak Hz. Es­ma radtyaiiahu anha Annemin eve girmesine izin vereyim mi, vermeyeyim mi? diye meseleyi araştırması için adam koşturuyor.Pek çok rivayetlerde Sahâbe-i Kiram'ın ilk zamanlar gayri müslimlere sadaka vermeyi sevmedikleri geçmektedir. Allahu Teâlâ bunun üzerine şu ayeti gönderdi:"EyMuhammedl Onları hidayete erdirmek sana ait değildir. Fakat Allah di­lediğini hidayete erdirir. Yaptığınız her hayır kendiniz içindir. Zaten siz an­cak Allah rızasını kazanmak için sarfedersiniz."(Bakara-272). Yani siz zaten Allah rızası için sadaka veriyorsunuz. Buna ister kafir olsun ister Müslüman, her ihtiyaç sahibi dahildir.Hz. İbni Abbas radıyaiiahu anhuma diyor ki: İnsanlar kafir olan akrabalarına yardım etmek istemiyorlardı. Ta ki onlarda Müslüman olsunlar. Bu konuda Rasûlullah saiiai-lahu aleyhi veseilem'den açıklama istediler. Bunun üzerine  diye başlayan ayet nazil oldu. Daha başka bir çok rivayetlerde de bu konu geçmektedir.[51]Imam-ı Gazali mhmetuiiahi aleyh yazıyor ki: Bir mecûsî Hz. İbrahim âlâ nebiyyina ve aieyhissaiatö vesselam'm yanma geldi. Ve Onun misafiri olmak istedi. İbrahim aieyhis-seiam "Eğer Müslüman olursan seni misafirliğe kabul ederim" dedi. O mecûsî çekip gitti. Allah celle ceiaiuhu şöyle vahyetti; "Ey İbrahim, sen dinini değiştirmediği için ona bir gece yemek yedirmedin. Biz ise 70 senedir, küfrüne rağmen ona yemek veriyoruz. Bir öğün yemek yedirseydin ne mahzuru vardı?" Hz. İbrahim aieyhissetam derhal onu aramak için koştu. Onu buldu ve yanına alarak getirdi, yemek yedirdi. Mecûsî, "Ne oldu ki sen bizzat beni aramak için çıktın" dedi. Hz. İbrahim aieyhisseiam (kendisine gelen) vahiy olayını anlattı. Mecûsî, "Madem ki O (Allah) bana böyle muamele ediyor, öyleyse bana İslamı öğret" dedi ve o vakit Müslüman oldu.[52]Bir hadiste buyuruldu ki: "Üç şey vardır ki kimse bundan kaçamaz; 1-Ana babaya iyilik etmek, onlar ister kafir olsun ister Müslüman. 2-Kiminle anlaşma yapıldıysa onu yerine getirmek, o anlaşma ister bir Müslümanla yapılsın ister kafirle. 3-Emaneti geri vermek, o emanet ister Müslümanın olsun ister kafirin".[53]Muhammed İbnül Hanefiyye rahmetullahi aleyh Atâ rahmetullahi aleyh ve Katâde mhmetuiiahi aleyh üçü de "Allahu Teâlâ'nın şu yüce buyruğunda müslümanın, yahudi ve hnstiyan gibi gayri müslim akrabalanna vasiyet etmesi murad edilmiştir" diye söylemişlerdir. (Ayet şudur:)"Ancak dostlarınıza bir iyilik (vasiyet) yapabilirsiniz".             (Ahzab-6)

8) Hz. Enes radıyaiiahu anh ve Abdullah radıyaiiahu anh'dan rivayete göre Ra-sûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Mahlûkâtın hepsi Allah'ın lyalidir. Allah'ın en sevdiği yaratık onun lyaline iyilik edendir".                                                                                              (Beyhaki, Mişkat)

İZAH: Müslüman, kafir, İnsan ve hayvan hepsi mahlûkâta dahildir. Mahlû-kâta iyilik etmek İslam'ın emridir. Ve Allah'ın sevdiği bir davranıştır. Birinci bölü­mün 10. sırasında şu hadis geçmişti: "Bir fahişe kadın sadece susamış olan bir köpeğe su içirdiğinden dolayı affedilmiştir". İkinci bölümün 8. Sırasında da şöyle bir hadis geçmişti: "Bir kadın beslediği kediye yemek vermeyip, aç bıraktığından dolayı azaba uğramıştır". Hayvanların durumu böyle olunca Eşref-ül Mahlûkât olan insana ihsan etmek ve güzel davranmanın ecri ne kadar olur? Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem'in meşhur bir hadisi vardır:Yeryüzündekilere merhamet edin ki, gökyüzündekiler de size merhamet etsinDiğer bir hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Kim insanlara merhamet etmezse Allah da ona merhamet etmez". Bir diğer hadiste buyuruldu ki: "Ancak bedbaht olan kimsenin kalbinden merhamet çıkarılır"[54] Ra­sûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'in bütün hayatı, bütün dünya için rahmetti. Onun hayatının her hadisesi buna şahittir. Bu durumda ümmete düşen görev; Rasûlul­lah saiiaiiahu aleyhi veseiiemln hayatındaki olayları tahkik edip, ona tabi olmaktır. Allah ceiie ceiatuhu şöyle buyuruyor:"Ey Muhammed! Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik"(Enbiya-107) Hz. İbni Abbas radıyaiiahu anhuma bu ayetin tefsirinde buyurdu ki:Rasûlullah sailaitahu aleyhi veseliem'e iman edenlere Onun varlığı dünya ve ahirette rahmettir. Ancak iman etmeyenler içinde Peygamber saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm varlığı şu açı­dan rahmettir; Onlar önceki ümmetler gibi dünya azabı olan mesh (yani suretleri­nin değişmesi), yere batmak ve gökten taş yağmasından korunmuşlardır.Hz. Ebû Hureyre radıyaiiahu anh diyor ki: Bazı insanlar Peygamber aleyhi vesellem den şöyle bîr istekte bulundular: "Kureyşliler Müslümanlara çok eziyet ettiler, çok zarar verdiler, siz onlara beddua ediniz" Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesel­lem "Ben beddua etmek için gönderilmedim. Ben insanlara rahmet olarak gönde­rildim" buyurdu. Daha bir çok rivayetlerde aynı konu zikredilmiştir.[55]Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm can alıcı Taif Seferini Hikayat-üs Sa­habe adlı kitabın başında yazmıştım. O bedbahtlar, ona ne kadar ağır eziyetler vermişlerdi -ki Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm mübarek bedeninden kanlar akmıştı-. Bunun üzerine dağlarla görevli melek gelip, "Siz emrederseniz iki taraf­taki dağları birleştireyim de bunların hepsi arada ezilsinler" diye istekte bulunun­ca Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "Ben Allah'tan ümid ediyorum ki, bu insanlar Müslüman olamasalar da, onların evlatlarından Allah'ın adını anan bir takım insanlar meydana gelecektir".Uhud savaşında Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseliem'e şiddetli bir saldırı yapıl­dı Bu yüzden mübarek dişi şehid oldu. İnsanlar kafirlere beddua etmesini kendi­sinden talep edince Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem, "Allah'ım! Kavmime hidayet ver Bu insanlar bilmiyorlar" dedi. Hz. Ömer rad.yaiiahu anh, "Ya Rasulallah sız. ae Hz. Nuh aieyhisseiam gibi beddua etseydiniz hepimiz helak olurduk. Size her türtu eziyet yapıldığı halde siz her zaman <Allahıım kavmimi bağışla. Çunku onıar bilmiyorlar> diyordunuz".yaz rahmetuliahi aleyh buyuruyor ki: Bu durumları iyice gözden geçir­mek gerekir. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, hilim ve ahlakın en yüce örneği ve cömertlik ve keremin zirvesiydi. Çünkü o, en ağır eziyetlerde bile bazen onların bağışlanması bazen de hidayetleri için dua ediyordu.

Ğavvas bin Haris olayı meşhurdur. Bir yolculukta Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem tek başına uyuyordu. O elinde kılıç Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiemln yanına vardı. Kılıcını gizlemiş bir vaziyette yanında dururken Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem gözlerini açtı. Adam bağırarak, "Söyle bakalım! Şimdi seni kurtaracak kimdir?" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Allah" dedi. Peygamber saiiaiiahu aleyhi veseiiem böyle söyler söylemez adamın eli titremeye başladı ve kılıç elinden düştü. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem kılıcı mübarek eline alarak, "Şimdi söyle seni kurtaracak kimdir?" buyurdu. Adam, "Sen en hayırlı kılıç tutansın (yani beni affet)" dedi. Bunun üzerine Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem onu affetti.Bir yahudi kadının Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'e zehir yedirmesi meş­hur bir olaydır. Kadın "Ben Peygambere zehir yedirdim" diye itirafta bulunmuştu. Ancak Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem kendi intikamını almadı. Lebid bin E'sam, Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'e sihir yapmıştı. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bunu öğrenmişti ama bu olayın yayılmasına bile tahammül edememişti. Kısaca Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem'ln düşmanlarına olan merhamet ve keremiyle ilgili olaylar birkaç tane değil binlercedir.[56]Rasûİullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Siz birbirinize merhametli davran­madığınız müddetçe mü'min olamazsınız". Sahabeler, "Ya Rasûlallah! Bizden her şa­hıs merhamet ediyor" dediler. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem "Kendinizden olanlara merhamet etmeniz, merhamet değildir. Aksine merhamet genel (herkese) olandır". Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bir eve gitti. Orada Kureyşin ileri gelenlerinden bir­kaç kişi oturuyordu. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Bu saltanat ve hükümet şunlara dikkat ettikleri müddetçe Kureyş'te kalacaktır; Kendilerinden mer­hamet isteyene merhamet ederler. Onlardan biri bir karar verdiğinde adaleti göz ö-nünde bulundurur. Onlardan biri bir şey taksim ettiğinde insaflı davranır. Kim de bun­lara dikkat göstermezse, Allah'ın laneti, meleklerin laneti ve bütün insanların laneti o-nun üzerine olsun". Bir defasında Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bir eve gitti. Orada muhacir ve ensardan bir topluluk oturuyordu. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'\n gel­diğini görünce herkes kendi yerinden geriye çekildi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseliemin kendi yerine oturmasını her biri ümit ediyordu. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem kapı­da durdu ve ellerini kapının iki tarafına koyarak, "Benim sizin üzerinizde çok hakkım var. Üç şeyi dikkatle uyguladıkları müddetçe bu saltanat işi Kureyşte kalacaktır. 1-Bir kimse onlardan merhamet isterse ona merhamet etsinler. 2-Bir karar verince adaletli davransınlar. 3-Biriyle anlaşma yapınca onu yerine getirsinler. Kim de böyle yap­mazsa Allah'ın laneti, meleklerin laneti ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun"Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Kim bir serçeyi bile haksız yere keserse kıyamet günü bunun hesabı ondan sorulacaktır". Sahabeler, "Onun hakkı nedir?" dediler: Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem "Onu kesip yemektir. Öyle­sine kesip de atılmamalıdır" buyurdu. Pek çok hadislerde şu konu geçmektedir: "Sizin emriniz altında bulunan kölelerinize yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin, kendinize uygun bulmadığınız köleyi satın. Ona azab etmeye asla hak­kınız ycktur"[57] Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Sizin bir hizmetçiniz size bir şey pişirip getirir. O şeyin sıcaklığının ve dumanının meşakkatine katlan­mıştır. Öyleyse onu kendinize yemekte ortak etmeniz gerekir. Eğer onu ortak edecek kadar yemek yoksa, ona da yemekten az bir miktar veriniz"[58] Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "İdaresi altındakilere iyi davranmak berekete sebeptir. Onlara kötü davranmak bedbahtlıktır"[59]Kısaca Rasülullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem yaratıklara her türlü merhameti tenbih etmiş ve çeşitli şekillerde onlara ikramı teşvik etmiştir.

9) İbni Ömer radıyaüahu anhuma'dan rivayete göre Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Karşılıklı ve eşit olarak davranan kimse akra­basını gözeten değildir. Ası! akrabasını gözeten kimse akrabası onunla ilişkiyi kestiği halde, bağlılığı devam ettirendir"                                                 (Buharı, Mişkat)

İZAH: Bu konu tamamen açık ve nettir. Siz her meselede, Başkası bane nasıl davranırsa, ben de ona öyle davranırım derseniz bu nasıl sıla-i rahim olur? Bu davranış her yabancıya bile gösterilir. Şöyle ki, başka biri size iyilik ederse, siz de ona iyilik etmeye mecbur kalırsınız. Sıla-i Rahim'in hakikati ise şudur: Eğer karşı taraf size iltifat etmiyor, ilgi göstermiyor ve ilişkileri kesiyorsa, siz onun­la bağ kurmayı düşünmelisiniz. Onun nasıl davrandığına bakmamalısınız. Her an, "Benim görevim nedir, ne yapmam gerekir" diye düşünmelisiniz. Başkasının 'hakkını ödeyiniz. Onun herhangi bir hakkı sizin boynunuzda kalıp, kıyamet günü sizden istemesin. Kendi haklarınızın edâ edilmediği hayalini dâhi kalbinizden ge-çirmeyiniz. Aksine hakkınız edâ edilmiyorsa daha fazla sevininiz. Çünkü öbür alemde verilecek olan o hakların sevap ve mükâfatı, burada başkasının edâ etmesiyle kazanılacak ecir ve mükâfattan daha fazla olacaktır.Bir sahabi Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'e, "Ya Rasûlallah benim akraba­larım var. Ben onları ziyaret ederim, onlar beni ziyaret etmezler. Ben onlara iyilik ederim, onlar bana kötülük ederler. Ben her konuda onlara tahammül ederim,ueaı. rcasuıuııaıı saııaııanu aıeynı veseııem Duyurdu ki" "Eğer bütün bunlar doğruysa sen onların yüzüne toprak atıyorsun (yani onlar kendi kendilerine zelil oluyorlar). Sen bu davranışına devam ettiğin müddetçe Allah'ın yardımı seninle beraber olacaktır"[60] Allah'ın yardımı kiminle beraber olur­sa, ona ne kimsenin kötülüğü zarar verebilir ne de kimsenin bağlarını koparması ona bir menfaatin ulaşmasını engelleyebilir.

Şiir:

Sen ayrılma benden Yâ Rab! Gazabtır, Senin ayrılman Ben hu hale razıyım, ister terk etsin beni cihanŞu apaçık bir hakikattir ki, Allah ceiie celaiuhu birinin yardımcısı olursa, onun baş­kasının yardımına hiç ihtiyacı kalır mı? Sonra bütün dünya mecburen onun yardımcısı olur. Eğer bütün dünya birleşerek ona bir zarar vermek isteseler, bir zarar veremezler.Bir hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesetiem şöyle buyurmuştur: "Benim Rabbim, bana dokuz şeyi emretmiştir; 1-Zahirde de, batında da (yani kalbimle ve dışımla veya yalnızlıkta ve toplumun arasında) Allah'tan korkayım. 2-Sevinçte de, öfkede de adaletli konuşayım. (İnsan birinden memnun kalınca onun ayıpla­rını kapatıp, övgülerden köprü kurar. Ona kızdığı zaman da yalan suçlamalar uy­durmaya başlar. Bana her durumda insaflı konuşmam emredilmiştir). 3-Darlıkta da, bollukta da orta yollu harcayayım (yani ne darlıkta cimrilik edeyim ne de bol­lukta israf edeyim. Yahut ne fakirlikte feryâdu figan edeyim ne de zenginlikte ken­dimi beğenip gururlanayım). 4-Benimle ilişkisini kesen kimseyle de ilişkimi devam ettireyim. 5-Beni ihsanından mahrum bırakana da iyilik edeyim. 6-Bana zulüm e-deni affedeyim (intikam alma fikrine kapılmayayım). 7-Benim sükutum (ahireti ve­ya Allah'ın ayetlerini) fikretmek olsun. 8-Benim konuşmam Allah'ı zikir olsun (ya­ni O'nu teşbih etmek veya O'nun hükümlerini açıklamak olsun). 9-Benim bakmam ibret olsun (yani neye bakarsam ibret bakışıyla bakayım). 1O-İyiliği emretmeye devam edeyim"[61] Başlangıçta dokuz şeyden bahsetmişti. Tafsilatında on şey ol­du. Ancak bu onuncu şey önceki dokuz şeyin özeti de olabilir. Bir de 7 ve 8. maddeler birbirlerinin benzeri olduklarından ikisi bir madde sayılabilirler. Örnek ola­rak birinci de zahir ve bâtın bir sayılmış, ikincide de sevinç ve öfke bir sayılmıştır.Hz. Hakîm bin Hizam radıyaiiahu anh diyor ki: Bir adam Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseltem'e, "En üstün sadaka nedir?" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem,

"Kâşih olan akrabaya iyilik etmendir" buyurdu.[62] Kâşih, kalbinde birine karşı kin ve buğz taşıyan kişiye denir. Bir hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Kim kıyamet günü kendisine yüksek mekanlar ve üstün dereceler verilmesini istiyorsa kendisine zulmeden kimseyi affetsin. Kendisini mahrum edene iyilik etsin. Kendisiyle ilişkileri kesenle ilişki kursun"[63]Bir hadisi şerifte buyuruldu ki: Ne zamanki şu ayet indi;

"Sen af yolunu tut, iyiliği emret ve câhillerden yüz çevir". (Araf-199) Rasû­lullah saiiaiiahu aleyhi vesellem Cebrail aieyhisseiam'a bunun tefsirini sordu. Cebrail aieyhisseiam, "Bilenden (Allah'tan) öğrenip size arz edeyim" dedi ve gitti. Sonra ge­lip şöyle dedi: "Allahu Teâlâ buyuruyor ki; <Sana zulmedeni affet, seni ihsanın­dan mahrum edene sen ihsan et, seninle bağlarını koparanla ilişki kur>". Başka bir hadiste bu olaydan sonra şu da zikredilmiştir: Ondan sonra Rasûlullah saiiai-lahu aleyhi vesellem insanlara hitab ederek, "Ben size dünya ve ahiretin en üstün ahlakını söyleyeyim mi?" buyurdu. Sahabeler "Elbette söyleyin" deyince Rasûlul­lah saiiaiiahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: "Sana zulmedeni affet, seni ihsanından mahrum edene sen ihsan et, seninle bağlarını koparanlara sıla-i rahim et". Hz. Ali radıyaiiahu anh diyor ki: Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, bana, "Sana önce gelen­lerin ve sonra geleceklerin en güzel ahlakını söyleyeyim mi?" buyurdu. Ben, "El­bette buyurun" dedim. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "Sana vermeye­ne ver, sana zulmedeni affet seninle yakınlık bağlarını koparanlarla ilişkini devam ettir". Hz. Ukbe radıyaiiahu anh diyor ki: Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem bana, "Saha dünya ve ahirette en üstün ahlakı söyleyeyim mi?" buyurdu ve bu üç şeyi söyledi.Daha bir çok Sahâbe-i Kiram'dan aynı ifadeler nakledilmiştir. Hz. Ebû Hu-reyre radıyaiiahu antim naklettiğine göre Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle bu­yurdu: "İnsan şu işleri yapmadıkça hâlis imana kavuşamaz; Kendisiyle ilişkileri kesenlerle ilişki kurmalı, kendisine zulmedenleri affetmeli, kendine şovenleri ba­ğışlamalı ve kendine kötülük edene iyilik etmelidir"[64]

10) Ebû Bekr radıyaiiahu an/i'dan rivayete göre Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: "Hiçbir günah, zulüm ve yakınlarla ilişkileri kesmek kadar (cezası ahirette hazırlanmakla birlikte) Allah'ın dünyada cezasını pe­şin olarak vermesine daha müstehak değildir.                                  (Timizi, Ebû Dâvûd, Mişkat)

İZAH: Yani bu iki günah (zulüm ve yakınları gözetmemek) yüzünden olacak olan azab, zaten olacaktır. Bir de ahirete ilave olarak dünyada da onların cezası çok çabuk verilir. Bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Allahu Teâlâ her günahı diler­se affeder ancak anne ve babayla bağlan kesmenin cezasını ölmeden önce ve­rir"[65] Bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Her günahın cezasını Allah ceile celaiuhu ahirete erteler, ancak ana-babaya karşı gelmenin cezasını dünyada acele olarak verir"[66] Pek çok hadislerde şu konu geçmektedir: "Allahu Teâlâ kıyamet günü ra-hime (akrabalığa) konuşma gücü verecek. O da Arşı Mualla'dan tutarak şöyle di­yecektir; <AllahTım kim beni birleştirirse, Sen de onu (rahmetinle) birleştir. Kim beni keserse, onu (rahmetinden) kes>". Bir çok hadiste de şöyle geçmektedir: "Aliahu Teâlâ şöyle buyuruyor; <Rıhm lafzı Allah'ın yüce ismi olan Rahman'dan çıkmıştır. Kim onu birleştirirse, Rahman, onu (Kendi Rahmeti'ne) birleştirir. Kim de onu koparırsa, Rahman, onu (Kendi Rahmeti'nden) koparır>". Diğer bir hadis­te şöyle geçmektedir: "Aralarında, akrabası ile ilişkisini kesen biri bulunan bir kavim üzerine rahmet inmez". Yine başka bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Her Perşembe günü ameller Allah'a arz olunur. Akrabasıyla ilişkisini kesen kimsenin hiçbir ameli kabul edilmez"[67]Fakih Ebûlleys rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Akraba ile ilişkileri kesmek o ka­dar kötü bir günahtır ki, ona yakın oturanı bile rahmetten uzaklaştırır. O halde herkesin bu günahdan acele olarak tevbe edip akrabasını gözetmeye ihtimam göstermesi gerekir. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem buyurdu ki; "Sıla-i rahim'den başka karşılığı çok çabuk verilen bir iyilik yoktur"[68]Hz. Abdullah İbni Mes'ud radıyaiiahu anh bir defasında sabah namazından sonra bir topluluğun arasında oturarak şöyle buyurdu: "Ben Allah hakkı için siz­den rica ediyorum ki, eğer bu toplulukta akrabasıyla ilişkisini kesen biri varsa o kalkıp gitsin. Biz Allah'a bir dua etmek istiyoruz. Göklerin kapıları, akrabasıyla ilişkisini kesenler için kapatılır"[69] Yani onun duası göklere yükselmez. Ondan ön­ce göklerin kapıları kapatılır. Bizim duamız, onun duasıyla birlikte olursa gök ka­pıları kapalı olduğu için geri kalacaktır.Bundan başka pek çok rivayetlerde bu konu anlaşılmakta ve dünyadaki pek çok olay buna şahitlik etmektedir. Ki, yakınlarıyla ilişkisini kesen kimse daha dünyada iken öyle musibetlere dûçâr olur ki, artık ağlaya ağlaya gezer, durur. Bir de kendi ahmaklık ve cehaletinden dolayı şundan haberi bile olmaz. Bu günah­tan tevbe etmediği, onu telafi etmediği ve onun karşılığında bir şey yapmadığı müddetçe isterse yüz bin türlü tedbir alsın, içine düştüğü âfet ve azabtan kurtu­luş yoktur. Herhangi bir dünyevi âfete müptela olması, -Allah etmesin- dinsizliğe müptelâ olmaktan daha hafiftir. Çünkü bu durumda o tevbe etmesi gerektiğini bile anlayamaz. Allah ceile celaiuhu kendi lütfü ile (bizleri) korusun.

 



[1] 'Kenz

[2] 'Kenz

[3] Tenbih-ül Gafilin

[4] Hâzin

[5] Dürrü Mensur

[6] Dürrü Mensur

[7] Tenbih-ül Gafilin

[8]  Ravz

[9] Dürrü Mensur

[10] Tenbih-ül Gafilin

[11] Dürrü Mensur

[12] Dürrü Mensur

[13] Dürrü Mensur

[14] İhya

[15] 'Kenz

[16] Tenbih-ül Gafilin

[17] Tenbih-ül Gafilin

[18] Dürrü Mensur

[19] Diirrü Mensur

[20] Mezahir

[21] Dürrü Mensur

[22] Mezahir

[23] Mezâhiri Hak

 

[25] Kenz

[26] Dürrü Mensur 

[27] Mişkat

[28] Mezahir

[29] Kenz

[30] Dürrü Mensur

[31] Tenbih-ül Gafilin

[32] İhya

[33] Kenz

[34] Terğib

[35] Ebû Dâvûd, Mişkat

[36] Terğib

[37] Rahmet-ül Mühdât

[38] Kenz

[39] Dürrü Mensur

[40] Mişkat

[41] Terğib

[42] Mişkat

[43] ihya

[44] İthaf

[45] Kenz

[46]  Ebû Dâvûd

[47] Feth-ül Bari

[48] Feth-ül Bari

[49] Beyan-ül Kur'an 3

[50] Feth, Dürrü Mensur

[51] Dürrü Mensur

[52] ihya

[53] Cami-üs Sağir

[54]  Mişkat

[55] Dürrü Mensur

[56] Şifa

[57] Terğib

[58] Mişkat

[59] Mişkat

[60] Mişkat

[61] Mişkat

[62] Terğib

[63]  Dürrü Mensur

[64]  Dürrü Mensur

[65] Mişkat

[66] Cami-üs Sağir

[67] Dürrü Mensur

[68] Tenbih-ül Gafilin

[69] Terğib

ZEKATIN ÖNEMİ VE FAZİLETLERİ

Zekatın Önemi Ve Faziletleri Hakkında Ayetler

Zekatın Önemi Ve Faziletleri Hakkında

 

ZEKATIN ÖNEMİ VE FAZİLETLERİ

 

Zekat vermek İslam'ın çok önemli rükûnlarından biridir. Meşhur olan kav­le göre Allah cette celaiuhu kendi Yüce Kelamı'nda 82 yerde namazla birlikte ze­katı emretmiştir. Sadece zekatın zikredildiği yerler ise buna ilavedir. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiemln meşhur bir hadisi vardır: "İslam beş şey üzerine kurul­muştur: 1-Kelime-i Şehadet 2-Namaz. 3-Zekat. 4-Oruç. 5-Hacc". Bir hadiste bu-yuruluyor ki: "Allahu Teâlâ zekat vermeyen kimsenin namazını kabul etmez. Çünkü Allahu Teâlâ (Kur'an-ı Kerîm'de) onu namazla birleştirmiştir. O halde bu ikisi arasında ayırım yapmayın"[1]Bu beş şey İslam'ın temelleridir. Bunlardan birini inkar edenin kafir olduğu­na dair alimlerin görüş birliği vardır. Bunlar ibadetlerin en önemlileridir. Bunlar bir bakıma İslam'ın dayanağıdır. Ancak eğer dikkatlice bakılırsa onların hülasası şu­dur; Kulluğu ikrar ettikten sonra, Mevla'nın huzurunda ve sevgilinin dergahında iki türlü hazır bulunmakdır. Birincisi, ruhanidir. Namaz yoluyla elde edilir. Bundan ■dolayı Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem şöyle buyurmuştur: "Namaz kılan Allah ile konuşmaktadır". Bundan dolayı namaza Mü'miniehn Miracı denmiştir. Bu hazır bulunmak, insanın her zaman ki ihtiyaç ve zaruretini, sahibi ve malikinin huzuru­na arz etme vaktidir. İnsanın her zaman ihtiyaçları doğar. O halde tekrar tekrar Mevla'sının huzurunda bulunması gerekmektedir. Bundan dolay: hadislerde şu konu sıkça geçmektedir; Peygamberimiz saiiaiiahu aleyhi veseilem ve bütün Enbiya-i Kiram aieyhimüsseiam'\n bir ihtiyaçları olduğunda, namaza yönelirlerdi. Bu hazır oluşta, kul tarafından hamd ve senadan sonra yardım talebi vardır. Allah tara­fından da duaya icabet edileceği vaadi vardır. Fatiha suresini tefsir eden hadis­lerde bu açıklanmıştır. Bundan dolayı Namaza gelin diye nida edildiği zaman, hemen onunla birlikte Felaha gelin diye ilan edilmektedir. Yani İki cihan kurtuluşu için gelin denilmektedir. Bunu teyid eden pek çok hadis birikimi mevcuttur. Na­maz iki cihanın felah ve kurtuluşu olduğundan dünya ve ahiretin her ikisi de in­sana ihsan edilir. Bundan dolayı zekat bir bakıma bunun tamamlayıcısı ve bü­tün leyicisid ir. (Sanki şöyle denilmektedir) "Bizim kapımızdan sana ne verildiyse, ondan çok az bir miktarını (yüzde iki buçuğunu) Bizim adımızı anan fakirlere de ver". Bu bir bakıma o kapıdan verilen ihsanın şükrüdür. Bu hem aklîdir, hem fıtrîdir hem de âdetlere uygundur. Şöyle ki; padişahın saray bahşişlerinden o sa­rayın hizmetçilerine de verilir. İşte bundan dolayıdır ki, Kur'an-ı Kerim'de sık sık namaz emri nerelerde geçiyorsa onunla birlikte çoğunlukla zekat emri geçmek­tedir. "Namaz yoluyla Bizden isteyin ve alın. Sonra ondan birazını Bizim adımızı ananlara (Mü'minlere) verin" denmek istenmektedir. Sonra işin tadı da şudur ki, bu az miktarın eda edilmesi üzerine başlı başına bir mükafat, apayrı bir sevap ve bol bol nimetler vaad edilmiştir.Mevla'nın kapısında ikinci hazır bulunmak ise cismânîdir. Sevgilinin meka­nında hazır bulunmaktır ki, buna Hacc denir. Bunda gene! olarak can ve mal yö­nünden meşakkat vardır. Bundan dolayı gücü yeten kişinin ömründe bir kere O'nun huzurunda hazır bulunması kararlaştırılmıştır. Orada hazır bulunmak için de, kendi kendini pisliklerden temizlemek gayesiyle bir ay oruç tutmak zaruri kı­lınmıştır. Bütün pisliklerin kökü mide ve haya yeridir. (Mevla'nın huzurunda hazır bulunmaya) kabiliyet meydana gelmesi için birkaç gün özenle bu uzuvlar korun­malıdır. Bundan dolayı oruç ayı biter bitmez Hacc mevsimi başlamaktadır. Gali­ba bu hikmetinden dolayı Fukaha-i Kiram bu ibadetleri yukarıdaki tertibe göre kendi kitaplarında anlatmaktadırlar.Oruçta bundan başka diğer faydaların göz önünde bulunması yukarıdaki hikmete ters düşmez. Ayetlerde mal harcanmaması ile ilgili zikredilen tehditler­den bazıları ikinci bölümde geçmiştir. Ulemanın çoğunluğuna göre bu ayetler zekat verilmemesi üzerine nazil olmuştur. Bütün bu ayet ve hadislerin hepsinin zikredilmesinin zor olduğu açıktır. Örnek olarak bu konuda birkaç ayet ve hadis zikredilecektir. Müslüman için bir ayet veya Rasûlullah saiiaüahu aleyhi vese//em'in bir irşadı bile kafidir. Ama sırf adı Müslüman olan kimse için Kur'an-ı Kerim'in ta­mamı ve tüm hadis kitapları boştur. İtaatkar birine Mevla'nın emri şudur diye bir kere söylenmesi onun için yeterlidir. Söz dinlemeyen biri için binlerce uyarı boş­tur. Azab tasması takılmadan o nasıl anlayabilir?

 

Zekatın Önemi Ve Faziletleri Hakkında Ayetler

 

1) Namaz kılın, zekat verin. Rükû edenlerle birlikte rükû edin. (Bakara-43)

İZAH: Hz. Mevlâna Tanvî kuddise sinvhu şöyle yazmıştır: İslam'ın furûunda ameller iki kısımdır; Zahiri ameller ve Batınî ameller. Zahiri ameller de iki kısımdır; bedeni ibadetler ve mâli ibadetler. Öyleyse bunlar üç bütündür Yukarıdaki ayette bu üç bütünden birer cüz'î (parça) zikredilmiştir. Namaz bedeni ibadettir. Zekat mali ibadettir. Huşu ve huzû bâtınî ibadettir. Bâtınî tevazûun meydana gelmesinde te­vazu ehliyle beraberliğin büyük etkisi ve muazzam tesiri vardır. Bundan dolayı lafzını ilave etmek son derece yerindedir[2](ayetin sonuna)

 lafzını ilave etmek son derece yerindedir.Bu görüşe göre rükûdan maksat huşu ve huzûdur. Ayrıca bu ayeti Keri-me'den çok ince manalar çıkmaktadır: 1-Bütün ibadetler arasında en önemlisi namazdır. Bundan dolayı namaz öne alınmıştır. 2-İkinci derecedeki ibadet zekattır. Bundan dolayı ikinci olarak zikredilecektir. 3-Az önce geniş olarak geçtiği gibi zekat bu nimetin şükrüdür. 4-lbadetler içinde bedeni ibadetler, mali ibadetlerden öndedir. Bundan dolayı ayette önce bedeni ibadet sonra da mali ibadet zikredil­miştir. 5-İbadetlerde zahiri suret (dış görünüş) batınîhakikatten önde gelir. Bun­dan dolayı  ayeti kerime'de huşu ve huzuyu meydana getirmek için (kendilerinde bu sıfatlar bulunan) toplulukla beraber olmanın büyük etkisi vardır. Bundan dolayı meşâyih, dergâhlarda (bir müddet) kalmaya önem vermişlerdir. Çünkü bu büyük zatların yanında kalmakla bu sıfat insanda çok çabuk ortaya çıkar. 7-Bu üç türlü ibadette Müslümanların topyekün fertlerinin amel etmeleri çok önemlidir. Bundan dolayı bu ayeti kerime'de cemi (çoğul) sığası kullanılmıştır. Dikkatle ba­kılırsa daha incelikler ortaya çıkacaktır.ikinci görüş şudur: Rükûdan maksat namazdaki rükûdur. Şah Abdulaziz kuddise sirruhu hazretlerinin Tefsir-i Azizi deki yazısının hulasası şudur; "Namaz kılanlarla beraber namaz kılın, yani cemaatle namaz kılın" denmektedir. Bu söz bir bakıma cemaati pekiştirmektir. Cemaatle namaz kılmak bu dinin (İslam'ın) özelliğidir. Başka dinlerde öyle değildir. Namazın rükû lafzı ile ifade edilmesinin sebebi şudur; Daha önceki ayetlerde yahudilerden bahsedilmişti. Onların na­mazlarında rükû yoktur. Öyleyse bu ayette bir bakıma, "Müslümanlar gibi namaz kılın" cümlesine işaret edilmiştir.[3]Namaz konusunda cemaatin çok özel bir etkisi vardır. Bunun geniş açıkla­ması Fezail-i Namaz adlı kitabımda geçmiştir. Hatta fıkıf alimleri cemaatsiz kılınan namazın eksik olduğunu söylemişlerdir.

2) Allah şöyle dedi: "Rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır. Rahmeti, Allah'tan korkanlara, zekatını veren ve ayetlerimize iman eden kimselere yazacağım".                                                                                   (Araf-156)

İZAH: Hz. Hasan ve Katâde mdıyaiiahu anhuma'öar) nakledildiğine göre Al­lah'ın rahmeti dünyada her şahsı kuşatmıştır. İster iyi insan olsun ister kötü. An­cak ahirette özellikle müttakiler içindir. Bir köylü Mescid-i Nebevi'ye gelip namaz kıldı ve "Allah'ım bana ve Muhammed saiiaiiahu aleyhi veseiieme rahmet eyle ve rah­metine bizden başkasını ortak etme" diye dua etti. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesei-lem onun duasını işitti ve "Sen Allah'ın geniş olan rahmetini daralttın.  Allah celle celaiuhu rahmetinin yüz hisse olduğunu buyurarak bir hissesini dünyaya indirmiş, onu da bütün dünyaya taksim etmiştir. İşte bundan dolayıdır ki, bütün mahlukat, cinler veya insanlar yahut hayvanlar, biri diğerine (çoluk çocuğa, kendine veya başkasına) rahmet etmektedir. Doksan dokuz rahmeti ise kendi yanında tutmuş­tur" buyurdu. Bir başka hadiste şöyle geçmektedir: "Allahu Teâlâ'nın rahmeti 100 hissedir. Onlardan biri sayesinde yaratıklar birbirine merhamet ederler. Bundan dolayı hayvanlar kendi yavrularına merhamet ederler. 99 rahmet ise kıyamet gü­nüne bırakılmıştır". Daha bir çok hadiste bu konu geçmektedir.[4]Ne kadar sevindirici bir olay ve ne kadar hoş bir şeydir ki, analar evlatla­rına o kadar şefkat gösterirler ki, onların en ufak sıkıntılarından dolayı huzursuz olurlar. Babalar evlatlarını bir musibet içinde görünce perişan olurlar. Akrabalar, yakınlar, karı-koca kendilerinin veya başkalarının başına gelen musibeti görün­ce ızdırap duyarlar. Bütün bu şeyler Allahu Teâlâ'nın kalplere koymuş olduğu rahmetin eseridir. Dünyadaki bütün rahmetlerin toplamı (Allah'ın indirdiği) rah­metin yüzde biridir. Onun doksan dokuz hissesini Allah ceiie celaiuhu kendi indinde tutmaktadır. O kadar büyük rahîm, o kadar büyük şefik olan Allah'ın emirlerine aldırış etmemek ne kadar bir utanmazlık ve ne kadar büyük bir zulümdür! Bir an­ne evladına son derece iyilik etse, sonra o evlat annesinin sözüne aldırış etmese anne ne kadar üzülür. Halbuki annenin lütuf ve keremi Allah'ın Lütuf ve Kere-mi'nin karşılığında hiç bir şey değildir. Bu örnekten, Allahu Teâlâ'nın emirlerine aldırış etmemenin durumu ölçülebilir.

3) İnsanların malları arasında çoğalması için verdiğiniz faiz, Allah nez-dinde artmaz. Fakat Allah'ın rızasını dileyerek verdiğiniz zekat böyle değil­dir. İşte onlar, sevaplarını kat kat arttıranların ta kendileridir".     (Rum-39)

İZAH: Mücahid rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Daha üstün mal elde etmek niye­tiyle verilen bütün mallar (ayette geçen) çoğalması için verilen mallara dahildir. Yani ister dünyada daha üstünü ve daha fazlasını almak ümidiyle, ister ahirette daha fazla elde etmek ümidiyle harcansın hepsi de malın çoğalması ümidine dahildir. Bundan dolayı zekat ve faiz beraber zikredilmişlerdir. Hz. Mücahid rah-metuiiahi aleyh''den nakledilen bir başka hadise göre bundan maksat hediyedir.[5]Yani hediye gibi şeyleri bir başkasına verirken, o da bana bundan daha değerlisini verir niyetiyle vermektir. Mesela birini yemeğe davet ederken, o kişi­nin kendisine yemeğe yaptığı masraftan daha değerli bir hediye vereceğini niyet etmek gibi. Buna âdet yerini bulsun diye düğünlerde, düğün sahibine verilen para ve takılar da dahildir. Bütün bunların hepsi (ayeti kerime'de bildirilen) malı arttır­mak için yapılan harcamalardır. Bütün bu harcamalar için (Allah'ın) şöyle bir kanu­nu vardır: Sadece Allah rızası için harcanan şeyler O'nun katında artırılacaktır.Hz.. Said bin Cübeyr rahmetuiiahi aleyh buyurdu ki: "Dünyada karşılığını al­mak için verilen bir hediyenin ahirette hiçbir sevabı yoktur". Şu açıktır ki, ahiret niyetiyle verilmeyince, orada, ona niçin verilsin ki? Hz. Ka'b Kurazi rahmetuiiahialeyh diyor ki: "Bir kimse diğer bir kimseye karşılığında daha çok vermesi niyetiyle  bir şey verirse, o şey Allah indinde herhangi bir artışa sebep olmaz. Kim de yal­nız Allah için verirde, verdiği kimseden hiçbir mükafat ve karşılık beklemezse, işte o mal Allah indinde devamlı artar, durur"[6] Öyleyse birine zekat veya başka bir mal verip de, verdiği kişinin devamlı kendisine minnettar kalmasını bekleyen kimse, bu kötü niyetinden dolayı kendi sevabını kendisi azaltmış olur. Birinci bö­lümün 34. sırasında şu ayet geçmişti:"Ve şöyle derler: Biz sizi ancak Allah rızası için yediriyoruz. Sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz"                                                                          (İnsan-9)

Allahu Teâlâ Rasûiullah saiiaiiahu aleyhi vesellemi fazla karşılık talep etmek niyetiyle mal harcamaktan özellikle men etmiştir. Nitekim bir başka yerde hususi olarak Rasûiullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'e şöyle buyurmuştur:

"Çok şey istemek için, birine bir şey verme".                                                                  (Müddesir-6)

Allah cette celaiuhu için harcamanın sevabı ve onun dünya ve ahirette artışı birinci bölümde bir çok ayetler ve rivayetlerde anlatılmıştır. Öyleyse malını infak edenlerin önemle göz önünde tutmaları gereken şey şudur: Birine mal harcarken ondan herhangi bir karşılık veya teşekkür asla beklenmemelidir. Şu ayrı bir hu­sustur ki, alan kişinin görevi veren kişiye minnettar olması ve teşekkür etmesidir. Ancak veren kişi bu niyetle verirse, onun vermesi Allah için olmaktan çıkıp dünya için verilenlere dahil olur. Özelikle zekatta bunun vehmi bile olmamalıdır. Çünkü o kişi bu durumda kendi görevini yerine getirmektedir. Görevi yerine getirmekle kime ihsan edilmiş olur ki? Bundan dolayı baştaki ayeti kerime'de zekatın Allah rızası için verilmesi şart kılınmıştır.

 

Zekatın Önemi Ve Faziletleri Hakkında

 

1) Hz. İbni Abbas radıyaiiahu anhuma buyurdu ki: Ne zaman ki Kur'an'-daki "Altın ve gümüş biriktirenler" (ifadesinin geçtiği Tevbe suresinin 34. ayeti) nazil oldu, bu ayet Sahabelere çok ağır geldi. Hz. Ömer radıyaiiahu anh, "Ben sizin bu müşkülatınızı halledeceğim" dedi ve Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'in yanına giderek, "Ey Allah'ın Nebisi! Bu ayet Sahabelerin üzerine ağır geldi" dedi. Rasûlullah saiiaiiahualeyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Şüphesiz Allah ceiie ceiaiuhu zekatı, geriye kalan malınızı temizlemek için farz kılmıştır. Zaten miras hükümlerini de, mal sizden sonrakilere kalsın diye farz kılmıştır". Hz. Ömer radıyaiiahu anh sevincinden tekbir getirdi. Sonra Rasûlullahsaiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Ben kişinin hazine olarak saklayacağı en hayır­lı şeyi sana haber vereyim mi? O saliha bir kadındır ki, kocası kendine baktı­ğı zaman onu memnun eder. Ona bir şey emrederse itaat eder. Yanından ay­rılıp gidince (kocasının malını veya iffetini) muhafaza eder".                                                                                 (Ebû Dâvûd, Mişkat)

İZAH: Bu ayet meali ikinci bölümün ayetler kısmında 5. sırada geçmiştir. Bu ayeti kerimenin zahirinden anlaşıyor ki, zaruretten doiayı da olsa her türlü malı biriktirmek şiddetli azaba sebeptir. Bundan dolayı Sahâbe-i KiranVa ağır gelmişti. Çünkü Allahu Teâlâ'nın ve O'nun yüce Rasûlüsaiiaiiahu aleyhi vesellem'in sözleriyle amel etmek Sahâbe-i Kiram radıyaiiahu anhum ecmâ/n'in canıydı. Bir taraf­tan da bazı ihtiyaçlar para vs.yi biriktirmeyi mecbur kılmaktaydı. Bu yüzden bü­yük bir sıkıntı oluyordu. Bunu Hz. Ömer radıyaiiahu anh Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiieme sorarak halletti, Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Zekat, edâ edildikten sonra kalan malın temiz olması için farz kılınmıştır" diye teselli buyurdu. Bu da mal biriktirmeye delil oldu. Şöyle ki, zaten zekat sene boyu ma! bulunduğu za­man farz olur. Eğer mal tutmak caiz olmasaydı zekat neden farz olsun ki?Bir de bu ayetten zekatın ne büyük bir fazileti olduğu bilinmiş oldu. Şöyle ki, onu edâ etmenin sevabı bir tarafa, onun sebebiyle mal saf ve temiz olur. Bizzat Kur'an-ı Kerim'de de bu yöne işaret edilmiştir. Allahu Teâlâ buyuruyor ki;"Ey Rasûlüm! Onların mallarından sadaka al ki, bununla onları (günahları­nın, kirlerinden) temizleyesin".                                                                                           (Tevbe-103)

Bir hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Malınızın zekatını edâ ediniz. Bu sizin temizlenmenize sebeptir"[7] Bir başka hadiste şöyle geçmektedir: "Mallarınızı zekatla (kirden veya zayi olmaktan) koruyunuz. Hasta­larınızı sadaka ile tedavi ediniz. Belalar için duaları hazırlayınız"[8] Bir başka ha­diste şöyle buyurulmuştur: "Zekatla mallarınızı koruyun, hastalarınızı sadaka ile tedavi edin. Belaların yok olması için dua ve yakarma ile yardım isteyin"[9]Baştaki hadiste ondan sonra Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem mal biriktir­menin cevazı hakkında ikinci delil olarak, "Miras hükmü, mal biriktirmenin caiz olduğunu göstermek içindir" buyurmuştur. Eğer malı tutmak caiz olmasaydı o zaman miras taksimi neyin nesi olurdu? Ondan sonra Rasûlulİah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şu konuda uyarmıştır ki; caiz olması ayrı bir şeydir, ancak hazine olarak saklanacak bir şey değildir. Aksine mal mutlaka harcanmalıdır. Saklayıp koruna­cak şey ise salihahanımdır.Bazı rivayetlerden  anlaşıldığına göre Sahâbe-i Kiram burada bir soru sor­maları üzerine Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bu şekilde buyurmuştur. Nitekim Hz. Sevban radıyaiiahu anh buyurdu ki: Bu ayeti kerime (yani) nazil olduğunda biz Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem ile birlikte seferdeydik. Bazı Sa­habeler, "Ya Rasûlallah! Hazine olarak saklanacak şeyin ne olduğunu bilseydik" deyince Rasûlullahsaiiaiiahu aleyhi veseiiem "En güzel şey zikreden dil, şükreden kalp ve din işlerinde yardımcı olan saliha hanımdır" buyurdu.[10] Bir hadiste geçtiği­ne göre bu ayet nazil olunca Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Al­tın ve gümüş berbat olsun. Onlar ne kötü şeydirler". Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi ve­seiiem bu sözünü üç defa tekrarladı. Bunun üzerine Sahabeler "Hazine olarak saklanmaya layık olan en hayırlı şey nedir?" diye sordular. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Zikreden lisan, Allah'tan korkan kalp ve din işlerinde yardımcı ve destek olan saliha hatundur"[11]Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiemln ne yüce ve ne mükemmel talimidir ki, hem mal biriktirmenin caiz olduğunu bildirdi, hem mal biriktirmenin hoş olmadığını haber verdi. Bir de ahirette işe yarayacak olan, dünyada rahata kavuşturan bir şeyi de bildirdi. O da zikreden bir lisan ve şükreden bir kalptir. Buna ilaveten ha­yatı rahat geçirmeye sebep olan, dünya lezzetinden, maldaki fitneler kendisinde bulunmayan ve her türlü rahatın kendisiyle sağlandığı bir şeyi de haber vermiştir ki, o saliha, dindar, itaatkar, anlayışlı ve kocasının mal ve mefâını koruyan hanımdır.

2) Ebû Derdâ radiyaliahu an/i'dan rivayete göre Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Zekat İslam'ın (çok büyük ve sağlam) köprüsüdür.                                                    (Taberani, Terğib)

İZAH: Sağlam köprü, bir yere gidebilmek için vesile ve kolaylığa sebep olduğu gibi zekatta İslam'ın hakikatına kolaylıkla ulaşmaya veya Allah ceiie ceiaiu-hu'nun yüce huzuruna varmaya bir vesile ve bir yoldur. Hz. Ömer bin Abdulaziz rahmetuiiahi ateytiln torunu Abdulaziz bin Umeyr rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Namaz seni yolun yarısına kadar ulaştırır. Oruç padişahın kapısına kadar ulaştırır. Sa­daka ise seni padişahın yanına eriştirir"[12]

Meşhur büyüklerden ve tasavvuf ehlinden olan Hz. Şakîk Belhi rahmetuiiahi eieyti'm sözünden de anlaşılacağı gibi zekatın köprü ile ince bir münasebeti var­dır. O diyor ki: Biz beş şeyi aradık, onları beş yerde bulduk; 1-Rızkın bereketini kuşluk namazında bulduk, 2-Kabrin ışığını teheccüd namazında bulduk, 3-Mün-ker ve Nekir'e verilecek cevabı Kur'an okumakta bulduk, 4-Sırat köprüsünden kolayca geçmeyi oruçta ve sadaka vermekte bulduk, 5-Arşın gölgesini halvette (yalnızlıkta) bulduk.[13]

3) Hz. Câbir radiyaiiahu anft'dan rivayete göre bir adam, "Ya Rasûlallah! Zekatını veren bir adam hakkında ne dersiniz?" diye sorunca Rasûiullah sai-laiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Kim malının zekatını edâ ederse, malın şer­ri O adamdan gider"                                      (Taberani, İbniHuzeyme, Hâkim, Terğib)

İZAH: Bazı rivayetlerde hadisteki ifade şu şekilde geçmiştir: "Sen malının ze­katını edâ edince onun şerrini yok etmiş olursun"[14] Yani mal pek çok serlere se­beptir. Ancak eğer onun zekatı düzenli bir şekilde edâ edilirse, şerrinden korunulmuş olur. Ahiret açısından durum bellidir. Çünkü o artık maldan dolayı kişiye azab edil­mez. Dünya açısından şu yönüyle malın şerrinden korunulmuş olur. Zekat edâ et­mek malın korunmasına sebeptir. Bu konu ilerdeki hadiste gelmektedir Eğer zekat edâ edilmezse o mal zayi olur. Bu da ilerdeki bölümün altıncı sırasında gelmektedir.

4) Hz. Hasan radıyaiiahu anVdan rivayete göre Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi ve-seiiem şöyle buyurmuştur: "Mallarınızı zekatla koruma altına alın. Hastalarınızı sadaka ile tedavi edin. Belâ dalgalarını Allah'a dua edip yalvararak karşılayın[15].                                               (Ebû Dâvûd, Taberani, Beyhaki, Terğib)

İZAH: Hadiste geçen Tahsin lafzının manası dört tarafı kuşatan bir kale yap­maktır. Yani insan kaleye sığınınca her taraftan korunduğu gibi zekatı vermekte o malı kaleye konulmuş gibi muhafaza eder. Bir hadiste şöyle geçmektedir: Rasûlul­lah saiiaiiahu aleyhi vesetiem Kabe'de Hatim denilen yerde oturuyordu. Bir adam şöyle dedi: "Falanca adamlar büyük zarara uğradılar. Denizin dalgaları onların mallarını zayi etti". Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Karada, denizde veya herhangi bir yerde zayi olan mallar zekatı verilmediğinden zayi olmaktadır. Malları­nızı zekat vererek koruyunuz. Hastalarınızı sadaka ile tedavi ediniz ve belaların in­mesini dualarınızla uzaklaştırınız. Dua inmiş olan belayı yok eder ve inmemiş olan belayı durdurur. Allah bir kavmin bekâsını dilerse veya onların çoğalmasını isterse, o kavme günahlardan iffet ve civanmertliği (yani cömertlik ve âlicenaplığı) nasip eder. Bir kavmi de yok etmek istediği zaman onlarda hıyanetlik meydana getirir[16]

5) Hz. Alkame radıyaiiahu anh diyor ki: Bizim topluluğumuz, Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm huzuruna geldiklerinde Peygamber saiiaiiahu aleyhi ve­seiiem bize, "Muhakkak sizin İslam'ınızın tamamı, mallarınızın zekatını edâ etmenizdir" buyurdu.                                                                                     (Bezzazjerğib)

İZAH: İslam'ın tamamlanmasının zekata bağlanması açık bir şeydir. Zekat İslam'ın beş meşhur rüknü olan Kelime-i Şehadet, namaz, oruç, hac ve zekattan biri olduğuna göre bunlardan bir rükün dahi eksik olursa İslam tamamlanmış olamaz.Hz. Ebû Eyyub radıyaiiahu anh buyurdu ki: Bir adam Rasûlullah saiiaiiahu aley­hi vese//em'in huzuruna geldi ve "Beni Cennet'e sokacak bir amel söyleyiniz" dedi.Rasûlullah saitaüahu aleyhi veseiiem, "Allah'a ibadet et, kimseyi O'na ortak koşma, namazı gereği üzere kıl, zekat ver ve akrabanı gözet" buyurdu. Bir başka hadiste şöyle geçmektedir: Bir köylü sahâbi "Bana öyle amel söyle ki, onunla amel edin­ce Cennet'e gireyim" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Al­lah'a ibadet et, kimseyi ona ortak koşma, farz namazı gereği üzere kıl. Farz olan zekatı edâ et, Ramazan orucunu tut", O kişi şöyle dedi: "Canım kudret elinde bulunan Zat'a yemin olsun ki bunda en ufak bir fazlalık ve eksiklik yapmaya­cağım". Adam oradan gidince Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Kim Cennetlik bir adam görüp gönlünü hoş etmek istiyorsa bu adama baksın"[17]

6) Abdullah bin Muaviye radıyaiiahu anh'dan rivayete göre Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Üç şey vardır ki kim onları yaparsa, imanın tadını tadar. Sadece bir olan Allah'a ibadet etmek. Allah'tan başka ilah olmadığını bilmek ve gönül hoşluğu ile (ağırlık hissetmeden) her sene zekat vermektir. (Hayvanların zekatında şuna dikkat edilmelidir:) Yaşlı, uyuz, hasta ve değersiz hayvan verilmemelidir. Aksine orta halli bir hay­van verilmelidir. Allah ceiie ceiaiuhu zekat olarak sizin en üstün malınızı iste­mez ancak kötüsünü vermenizi de emretmez".                                                                                  (EbûDâvûd, Terğib)

İZAH: Bu hadiste her ne kadar hayvanların zekatı söz konusu ise de an­cak her türlü zekatın durumu aynıdır. Şöyle ki; ne en üstün mal vermek vaciptir ne de âdî mal vermek caizdir. Bilakis orta yollu mal vermek asıldır. Elbette bir kimse kendi rızasıyla sevap elde etmek için AllahuTeâlâ'yı razı etmek için en güzel malını verirse, bu onun için bir saadettir. Ve onun güzel kısmetli oluşudur. Bu konuda Sahâbe-i Kiram'ın ahvaline dikkatle bakılmalı ve onların amei tarzı incelenmelidir. İki vakıayı örnek olarak burada naklediyorum.Müslim bin Şu'be rahmetullahialeyh diyor kî: Nâfi bin Alkame rahmetullahi aleyh benim babamı kavmimizin başına reis yapmıştı. Bir defasında o babama bütün kavmin zekatını toplayıp getirmesini emretti. Babam herkesten zekat mallarını tahsil etmem ve toplamam için beni gönderdi. Ben zekat almak için Si'rradıyaiiahu anh adında yaşlı bir zatın yanına gittim. O bana, "Yeğenim nasıl bir mal alacaksın?"diye sordu. Ben, "En âlâsını alacağım. Hatta koyunun memesine bile bakacağım, küçük mü büyük mü diye, yani tek tek herşeye bakıp her yönüyle en üstününü seçip alacağım" dedim. O şöyle dedi: "Önce ben sana bir hadis söyleyeyim (tâ ki meseleyi bilmiş olasın. Ondan sonra gönlün neyi isterse onu al). Ben Rasûlullahsaiiaiiahu aleyhi vese//em"zamanında burada oturuyordum. Benim yanıma Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem tarafından elçi olarak iki kişi geldi ve <Bizi Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem sizin zekatınızı almak için gönderdi> dediler. Ben onlara kendi koyun­larımı göstererek, <Bunlara ne kadar zekat düşer?> diye sordum. Onlar koyunları sayarak, <Bir koyun vacip oldu> dediler. Ben son derece güzel, yağlı ve memeleri sütle dolu bir koyunu zekat olarak vermek üzere çıkardım. Onlar ona bakarak, <Bu yavrusu olan bir koyundur. Bize Rasûlullahsaiiaiiahu aleyhi veseiiem tarafından böyle koyunları almaya izin yoktur> dediler. Ben, <O halde nasıl alacaksınız?> dedim. Onlar, <Altı aylık bir koç veya bir yaşını doldurmuş bir keçi> dediler. Ben altı aylık bir yavruyu çıkarıp onlara verdim. Onlar da alıp gittiler'[18]İkinci vakıa şudur: Hz. Übeyy Ibni Ka'b radıyaiiahu anh buyurdu ki: Rasûlul­lah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bir defasında beni zekat toplamak için gönderdi. Ben bir adamın yanına gittim. O develerini benim karşıma çıkardı. Ben onların zekatı olarak bir dişi devenin vacip olduğunu gördüm ve "Bir dişi deve ver" dedim. O "Bir yaşındaki deve ne işe yarar ki? Ne binmeye yarar ne de süt verir" diyerek, son derece güzel iyi besili ve iri yapılı bir deve çıkardı ve "Bunu al" dedi. Ben "Bunu kabul edemem ancak Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem kendisi seferdedir. Bugün sizin yakınınızda bir yerde konaklayacaktır. Eğer siz isterseniz kendiniz gi­dip doğrudan Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem e takdim ediniz. Eğer Rasûlullah sai-laiiahu aleyhi veseiiem kabul ederse ben alırım" dedim. Adam o deveyi alarak benimle beraber yola koyuldu. Rasûlullahsaiiaiiahu aleyhi veseiiem'in huzuruna vardığımızda adam, "Ya Rasûlallah! Sizin elçiniz zekatımı almak için bana gelmişti. Allah'a yemin olsun ki bundan önce hiçbir zaman sizin veya sizin elçinizin benden mal talep etme saadeti bana nasip olmadı. Ben sizin elçinizin karşısına develerimi .çıkardım. O onlara bakıp, <Bunlar için bir senelik dişi deve vaciptir> dedi. Ya Ra­sûlallah! Bir yaşındaki deve ne süt verir ne de binmeye yarar. Bundan dolayı ben en güzel bir dişi deveyi ona takdim etmiştim. Şimdi o deve yanımdadır. Elçiniz onu kabul edemeyeceğini söyledi. Bundan dolayı ben size getirdim. Ya Rasûl­allah! Onu kabul ediniz!" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Se­nin üzerine vacip olan onun söylediğidir. Eğer sen nafile olarak daha yaşlı ve da­ha iyi bir deve verirsen, Allah ceiie ceiaiuhu sana onun ecrini verecektir". Adam "Ya Rasûiullah! Ben bunun için deveyi yanımda getirdim, onu kabul ediniz" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem o devenin alınmasına izin verdi.[19]Bu o zatların kalplerinde bulunan zekat malını edâ etmenin heyecanıydı. Onlar, "Bugün benim yanıma Allah'ın ve O'nun Rasûlü'nün elçisi geldi ve ben buna layık oldum" diye iftihar ediyorlar ve bunu bir şeref sayıyorlardı. Onlar zekatı bir ceza veya zorla alınan bir şey olarak görmüyorlardı. Onlar zekatı kendi ihtiyaçları, kendi menfaatleri ve kendi işleri olarak kabul ediyorlardı. Bizler iyi mal hakkında, "Onu saklayalım işimize yarar" diye düşünüyoruz, O yüce zatlar ise ancak Allah yolunda harcadıklarının işlerine yaradıklarını kabul ediyorlardı, Hz. Ebû Zev radıyaiiahu anh'm kıssası birinci bölümün ayetler kısmında 11. ayetin açıkla­masında geçmişti. Şöyle ki; Benî Süleym kabilesine mensup bir şahıs Ebû Zer radı-yaiiahu anh'\n yanında kalıp hizmet etmeyi kendisinden talep edince o şöyle buyur­du: "Şu şartla benim yanımda kalabilirsin; Ben birine bir şey vermeni söylersem, benim malımın en güzel've en üstününü seçip vermelisin". Bu kıssa geniş olarak geçmişti. Gelecek bölümde 11 no'lu hadiste bu konu geniş olarak gelecektir. Şöyle ki, zekat ve sadakalarda, özelikle zekat olarak bozuk mal asla verilmemelidir.

7) Ebû Hureyre radıyaiiahu an/i'dan rivayete göre Rasûlullah saiiallahu aleyhi veseilem şöyle buyurdu: "Sen malının zekatını verirsen, üzerine (farz) olanı edâ etmiş olursun. Kim de haram bir yolla (faiz, rüşvet vs. ile) mal biriktirir, sonra onu tasadduk ederse, ona o sadakadan hiçbir sevap ulaşmaz. Aksine o haram kazancın vebali de üzerinde kalır".                                                        (ibniHibban, ibniHuzeyme, Hâkim, Terğib)

İZAH: Bu hadisi şerifte iki konu vardır. Birincisi vacip derecesinde olan ze­kattır. İkincisi de nafile derecesinde olan sadakalardır. Bir hadiste şöyle geçmek­tedir: "Kim zekatını verirse üzerine vacip olan hakkı ödemiş olur. Ondan fazlasını vermesi daha efdaldir"[20] Hz. Zımâm bin Sa'lebe radıyaiiahu anh ile ilgili hadis meş­hurdur. Sahihi Buhari, Müslim ve diğer bütün kitaplarda pek çok yolla zikredilmiş­tir. O hadiste Hz.Zımâm radıyaiiahu anh Rasûlullah saiiallahu aleyhi veseilem'e İslam ve onun erkânı hakkında sorular sormuş, Rasûlullah saiiallahu aleyhi veseilem de hepsi­ne genişçe cevap vermiştir. Orada diğer erkânla birlikte Rasûlullah saiiallahu aleyhi veseilem zekatı da zikretmiştir. Hz.Zımâm radıyaiiahu anh, "Bana zekattan başka bir şey vacip mi?" diye sorunca Rasûlullah saiiallahu aleyhi veseilem, "Elbette. Eğer nafi­le olarak verirsen, bunda serbestsin" buyurdu.

Hz. Ömer radıyaiiahu anh zamanında adamın biri ev sattı. Hz. Ömer radıyai­iahu anh adama, "Evine dikkatlice bir çukur açarak onun parasını oraya koy" dedi. Adam, "Peki böyle yapmak Kente dahil değil mi?" dedi. Hz. Ömer radıyaiiahu anh, "Zekatı verilen mal Kenz'e dahil değildir" buyurdu. Hz. İbni Ömer radıyaiiahu anhuma diyor ki "Ben zekatını verdiğim ve kendiyle Allah'a itaat ettiğim müddetçe, benim yanımda Uhuddağı kadar altın  olmasına aldırmam"[21]Hadis kitaplarında buna benzer pek çok rivayetler vardır. Bundan dolayı ulemanın çoğunluğu ve dört mezhep imamının görüşü şudur: Malda, mal olma açısından zekattan başka bir şey vacip değildir. Elbette diğer yönleriyle bir şey vacipse, o başka bir durumdur. Mesela hanımın ve küçük evlatların nafakası ve buna benzer diğer nafakalar gibi... Veya bunun gibi darda kalmış birinin ihti­yacını görmektir. Şöyle ki; bir kişi açlık veya susuzluktan dolayı ölüyorsa, onu ölümden kurtarmak farz-ı kifayettir. İmam Gazali rahmetuiiahi aleyh İhya-ül Ulum'da şöyle buyurmaktadır: Bazı tabiînin görüşüne göre malda, zekattan başka da bazı haklar vardır. Bu Nehaî, Şa'bî Atâ ve Mücahidin görüşüdür, Biri İmam Şa'bi rah­metuiiahi aieyh'e, "Malda zekattan başka da bir hak var mı?" diye sorunca o, "Evet" dedi ve şu ayeti okudu; (Bu ayet birinci bölümün ayetler kısmın­da 2. sırada geçmişti). Bu zatlar diyorlar ki: "Müslümanın haklarına şu da dahil­dir; Bir ihtiyaç sahibi görünce onun ihtiyacını gidermek zenginlerin görevidir". Ancak fıkıh yönünden sahih olan şey şudur; Bir şahıs çok zor durumda çaresiz­lik derecesine varmışsa, onun bu halini gidermek farzı kifâyedir. Ancak onun gi­derilmesinin borç şeklinde mi yoksa yardım şeklinde mi olması konusunda görüşler farklıdır.[22]Çaresiz kalmış biri eğer açlık veya susuzluk ya da başka bir sebepten dolayı helak olmaya yaklaşmışsa, ona yardım etmek kendi sahasında müstakil bir vaciptir. Ancak buna rağmen bir zengine mâli yönden zekattan fazlasını ver­mek vacip değildir. Burada iki konu dikkate değerdir. Birincisi; ifrat (aşırı git­mektir: Genellikle bizlerin âdeti şudur; Bir şeye doğru ilerlediğimiz zaman öyle hızlı koşuyoruz ki, artık az da olsa sınır ve hududa riayet etmiyoruz. Öyleyse şu­na riayet etmemiz gerekir. Bir başkasının malını onun rızası olmadan almak caiz değildir. Fakihler muztar (çaresiz) kimsenin başkasının malını izinsiz yemesine izin vermişlerdir. Ancak bu konuda Hanefilerin iki görüşü vardır; Ölmüş hayvan eti yemek başkasının malını yemekten önde gelir veya başkasının malını yemek ölmüş hayvanın etini yemekten önde gelir. Bunlar fıkıh kitaplarında mevcuttur. Ancak (yukarıdaki bu hüküm) kişinin ölmüş hayvanı yemesine izin verilecek bir duruma düşmesi halinde geçerli olur. O takdirde başkasının malını yiyebilir. Aİlahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:"Birbirinizin mallarını haksız yere yemeyin. İnsanların bir kısmı mallarını bile bile günaha girerek yemek için onları hakimlere aktarmayın".                  (Bakara-188)

Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem şöyle buyurmuştur: "Kimseye zülüm etme­yin. Bir kimsenin malını onun rızasını almadan yemek helal değildir"[23] Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm şu hadisi meşhurdur: "Kim bir karış toprağı birinden zu­lümle alırsa, kıyamet günü o bir karış toprak bölümü yedi kat yerle birlikte tasma yapılıp o kişinin boynuna takılacaktır"[24]Havâzin Kabilesi'nin heyetinin başından geçenler meşhurdur. Onlar mağ­lup olduktan sonra Müslüman olup Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'ln huzuruna geldiklerinde kendilerinden ganimet olarak alınan esir ve malların iade edilmesini talep ettiler. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem bazı hikmetlerine binâen her iki şe­yin iade edilemeyeceğini, onlardan yalnız bir tanesinin iade edilebileceğini söz verdi. Onlar esirlerin iade edilmesini talep ettiler. Bunun üzerine Rasûlullah saiiai­iahu aleyhi veseilem o esirlerde hak sahibi olan bütün müslümanlara şöyle bir ilan yaptı: "Ben onlara esirlerini iade edeceğime söz verdim. Sizden kim gönül hoşlu­ğu ile kendi payını karşılıksız veriyorsa versin. Kim de böyle yapmak istemezse biz onun karşılığını ona vereceğiz". Evet Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'e iman ettikten sonra Sahabelerden hangisi bu teklifi red edebilirdi? Topluluktakiler, "Biz gö­nüllü olarak veriyoruz" dediler. Rasûtullah saiiaiiahu aleyhi veseilem, "Kalabalığın arasın­da kimin gönüllü verdiği kimin gönülsüz olduğu anlaşılamaz. O haide sizin baş­kanlarınız sizle ayrı ayrı konuşup sizin nzalığınızı bana bildirsinler" dedi.[25] Başka­sının malında dikkatli, olmaktaki bu örnek davranış Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesei­iem'e aittir. Bu konuyu teyid eden büyük bir hadis birikimi vardır. Cebren ve zorla­ma yoluyla, rızası alınmadan bir başkasının malını almak asla caiz değildir. Ûle-ma-i Hak (Hak üzere olan alimler) bu konuda o kadar ihtiyat göstermişlerdir ki, bir kimsenin toplumdan utanarak bir hayır işine yardım etmesini bile uygun bul­mamışlardır. Bundan dolayı bir taraftan bu konuda ifrattan kaçınmak gerekir. Cebren ve zorlama yoluyla başkasının malı alınmamalıdır. Herhangi bir geçici tahrike kapılıp da söz ve davranışlarla, yazı ve konuşmalarla geçmiş İslam alim­leri ve büyüklerine asla ters düşmemek gerekir. Yoksul ve fakirleri sevmek ve kollamak duygusu çok mübarek bir şeydir. Ancak bu konuda asla haddi aşma-malıdır. Peygamber saiiaiiahu aleyhi veseilem şöyle buyurmuştur: "İnsanların en kötü­sü, başkasının dünyası İçin kendi ahiretine zarar verendir"[26]O halde bir taraftan bu konuda *s'j\ ifrattan sakınmak gerekir. Diğer taraf­tan ±hjü tefritten kaçınmak da çok önemli ve son derece gereklidir. Şu doğrudur ki, malda sadece zekat vaciptir. Ancak yalnız vacibin edâ edilmesiyle yetinmek asla uygun değildir. Şimdiye kadar bu kitapta geçen konular ve rivayetler gür bir sesle şunu ilan ediyorlar ki; Kişinin işine yarayacak olan mai sadece kendi hayatında verdiği ve Allah'ın hazinesine yatırdığı maldır. Ölümden sonra ne ana-baba hatırlar ne de hanım ve evlatlar sorarlar. Hepsi birkaç günlük, bedava, yap­macık gözyaşları akıtarak kendi işlerine dalarlar. Kimi aylarca ve yıllarca öleni hayal bile etmez. Bütün bunlardan sarfı nazar edilse bile yukarıdaki hadis hak­kında çok önemli ve genel bir usulü de zihne yerleştirmek gerekir. Şöyle ki; dille­rimizde dinle ilgili boş ve manasız şöyle bir söz vardır: "Efendim, biz dünyacıla­rın, farzları edâ etmesi bile ganimettir. Nafileler ise büyük insanların işidir". Bu söz şeytanın hilesidir. Nafile ve tetavvular farzların tamamlanması içindir. Kim, "Ben Allahu Teâlâ'nın bir farzını tam olarak edâ ettim" diyebilir ki? Farzlarda mutlaka bir eksiklik olduğundan, onu tamamlamak için de nafileler bulunmaktadır.Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem buyurdu ki: "İnsan namazını öyle bir halde bitirir ki, ona namazın onda biri, dokuzda biri, sekizde biri, yedide biri, altı­da biri, beşte biri, dörtte biri, üçte biri ve yarısı yazılır'[27] Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem bunu misal olarak buyurmuştur. Bizim kıldığımız namazın binde biri hatta yüz binde biri bile yazılsa bu yalnız Allah'ın bir lütfü ve keremi olur. Yoksa kötü ameller ve ihlassızlıktan dolayı diğer hadislerde geçtiği gibi bazı namazlar eski bir elbise gibi dürülüp kişinin yüzüne vurulacaktır. O namazlarda kabule şâyân hiçbir derece olmayacaktır. Böyle bir durumda bizim farzlarımızın kaçta kaç his-sesi yazıldı denilemez.Bir başka hadiste şöyle geçmektedir: "Kıyamet günü ilk önce namazdan sorulacaktır. Allah ceiie ceiaiuhu meleklere, "Benim kullarımın namazına bakın ta­mam mı eksik mi?> buyurur. Eğer tamam ise o tam olarak yazılır, Eğer eksik varsa o eksik yazılır. Sonra şöyle buyurulur; <Bakın onun yanında bir miktar nafi­le var mı, yok mu?> Eğer onun yanında nafileler varsa, onunla farzlar tamamla­nır. Ondan sonra aynı şekilde zekatın hesabı, kitabı olur. Yani önce farzların he­sabı olur. Sonra nafilelerle farzların tekmîli olur. Ondan sonra aynı şekilde geriye kalan amellerin hesabı görülür"[28] Bu durumda kimse, asla "Ben zekatımı nisaba uygun olarak veriyorum?" diye gururlanmamalıdır. Kim bilir bu hususta ne kadar eksiklikler olmaktadır. Onların telafisi için olabileceği kadar fazla miktarda nafile sadaka birikimi oluşturulmalıdır. İnsan bir dava için mahkemeye gideceği zaman kim bilir ne masraflar çıkar diye daima cebine harcayacağından fazla para koya­rak gider. Halbuki ahiretmahkemesi bütün mahkemelerden daha üstündür. Ora­da ne yalan söker, ne konuşma gücü ne de bir aracı... Tamam  Allah'ın rahmeti her şeyin üstündedir. Hak sahibi O'dur. Tamamen affetse O'na kim sorabilir? An­cak kanun böyle değildir. Padişahın affedeceğini ümid ederek suç işlenmez. Bundan dolayı farz olan miktar, özenerek, şartlarına ve âdabına riayet edilerek edâ edilmelidir. Sadece farzları edâ etmekle asla ve asla yetinilmemeli, aksine farzlarda eksiklik olmuştur korkusuyla onları tamamlamak için mümkün olduğu kadar fazla nafile azığı bulundurulmalıdır.Allâme Suyûtî rahmetuiiahi aieyh Mirkât'üs Suûd adlı eserinde şöyle buyur­muştur. "70 nafile bir farza denk olur". O halde farz çok ihtimamla edâ edilmeli­dir. Çünkü ondaki az bir eksikliği çok büyük nafile yığını doldurur. Farzlara özen göstermekle birlikte, ihtiyat olarak çok büyük bir nafile birikimini amel defterine koymak gerekir.Baştaki hadisteki ikinci konu şudur: Kim haram mal biriktirip sadaka ve­rirse, ona sadaka sevabı verilmez. Pek çok rivayetlerde "Allahu Teâlâ helal mal­dan verilen sadakayı kabul eder" ifadesi geçmektedir. Bir hadiste şöyle buyurul-mustur. "Allahu Teâlâ Ğulûl malından verilen sadakayı kabul etmez". Ğulûl; gani­met malına hıyanet edip çalmaya denir. Alimler şöyle yazmışlardır: Hadiste Ğulûl şundan dolayı zikredilmiştir; Ganimet malında herkesin payı vardır. Öyleyse kişi­nin kendisinin de payı bulunan bir maldan verdiği sadaka kabul olunmazsa ken­disinin hiçbir payı bulunmayan bir maldan verdiği sadaka tabii ki kabul olunmaz. Bir hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Haram mal ka­zanan bir kimse eğer o malı harcarsa, onda bereket olmaz. Sadaka verirse, ka­bul olmaz. Miras olarak geriye bırakırsa bir bakıma o Cehennem azığı bırakmış­tır". Hz. İbni Mes'ud radıyaiiahu anh buyurdu ki: "Bir kimse helal mal kazanır, zekatı­nı vermezse bu onun malını kirletir. Bir kimse de haram mal kazanır, zekatını verirse, bu onun malını temizlemez"[29]

 



[1] Kenz

[2] Beyan-ül Kur'an

[3] Tefsîri-i Azizi

[4]  Dürrü Mensur

[5]  Dürrü Mensur

[6]  Dürrü Mensur

[7] Kenz

[8] Kenz

[9] Kenz

[10] Dürrü Mensur

[11] Tefsir-i Kebir

[12]  İthaf

[13] Fezail-i A'mal (Namazın Faziletleri)

[14] Kenz

[15] Kenz

[16] Kenz

[17] Terğtb

[18]  Ebû Dâvûd

[19]  Ebû Dâvûd

[20]  Kenz

[21] Dürrü Mensur

[22] İhya

[23] Mişkat, Zeyleî

[24] Mişkat

[25] Buhâri

[26] Mişkat

[27] Ebû Dâvûd

[28] Ebû Dâvûd

[29] Dürrü Mensur

ZEKATI ALIKOYMAKLA İLGİLİ UYARI VE TEHDİTLER

Zekatı Alıkoymakla İlgili Ayetler

Zekatı Alıkoymakla İlgili Hadisler

 

ZEKATI ALIKOYMAKLA İLGİLİ UYARI VE TEHDİTLER

 

Kur'an-ı Kerim'de pek çok ayetler nazil olmuştur. Bunlardan bir çoğu ikinci bölümde (yani mal harcamayıp cimrilik yapmaya karşı vaîdler bölümünde) geç­miştir. Alimler bu ayetlerin zekatı edâ etmemekle ilgili olduğunu açıklamışlardır. Şu açıktır ki; zekat icmâ ile sabit olduğundan geride geçen uyarı ve tehditler ze­katın eda edilmemesi hususunu da gayet tabii bir şekilde içine almıştır. Nitekim bu konuda şu ayetler zikredilmiştir:

 

Zekatı Alıkoymakla İlgili Ayetler

 

1) Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda sarf etmeyenleri can ya­kıcı bir azabla müjdele.                                                                      

(Tevbe-34)

Bu ayet ikinci bölümde 5. numarada mealiyle birlikte geçmişti. Sahâbe-İ Kiram'ın ve ulemanın çoğunluğuna göre bu ayet zekat hakkında nazil olmuştur, Bu ayette zikredilen acıklı azab, zekat vermeyenler içindir. Bu konu ayetin açık­lamasında geçmişti. Bir çok hadisi şeriflerde Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vese/fem'in sözleriyle de bu teyid edilmektedir. Yani ayeti kerimede zikredilen azab, kişinin malı kızdırılıp onunla alnı, yan tarafları ve diğer azaların dağlanmasıdır. Bu ze­katı alıkoymanın azabıdır. Allah ceiie ceiaiuhu kendi lütfuyla bizi muhafaza eylesin. Kızdırılmış olan bir madenin en ufak bir dağlaması bile çok şiddetli acı vermek­tedir. Kaldı ki, mal ne kadar olursa insan o kadar fazla dağlanacaktır. Birkaç gün­lük şu dünyada bu altın ve gümüş parçalarını yanında tutarak insan ne şiddetli bir musibeti karşısına almaktadır.

2) Allah'ın kendilerine lütfundan verdiği nimetlere karşı cimrilik ya­panlar, bunun kendileri için hayırlı olduğunu zannetmesinler.                                                                                     (Ali İmran-180)

Bu ayeti kerime mealiyle birlikte ikinci bölümün 3. sırasında geçmiştir. Bu-hâri'deki hadiste bu ayeti teyid eden Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vese/fem'in şu buyruğu da geçmiştir: "Allah celle ceiaiuhu kime mal verir de, o kimse, o malın zekatını edâ etmezse, o mal yılan olarak sahibinin boynuna takılır ve <Ben senin malınım, se­nin hazinenim> der". Bir evde yılan çıksa, karanlıkta yılan sarılır diye korkudan o eve gitmek dâhi zor olur. Ancak Allah'ın yüceRasûlü saiiaiiahu aleyhi veseliem (mefhûm olarak) şöyle buyurmuştur: "(Hazinelerde ve çelik kasalarda) bugün saklanan bu mal zekatı edâ edilmeyince yılan şekline girip size dolanacaktır". Evde bulunan bir yılanın insana dolanacağı kesin değildir. Belki de dolanır diye sadece bir ihtimal ve­rilir. Bu belkiler ve ihtimallerden dolayı yılan buradan çıkacak şuradan çıkacak diye sık sık endişe ve korku meydana gelmektedir. Halbuki zekat verilmediği taktirde azab edilmesi kesindir. Ancak buna rağmen bizde bu azab korkusu bulunmamaktadır.(Karun Hz. Musa âlâ nebiyyina ve aleyhissalatü vesselamın amcasının oğ-iuydu. Onun kıssası meşhur ve bilinen bir şeydir. Kur'an-ı Kerim'de Kasas suresinde ki 76-82. ayetler tamamen bu kıssa hakkındadır. Bu ayetlerin açıklamalı olarak meali şöyledir:)

3) Şüphesiz ki Karun, Musa'nın kavmindendi (onun amcasının oğluy­du). Fakat onlara karşı (malının çokluğundan dolayı) kibirlenip azdı. Biz onaanahtarlarını güçlü kuvvetli bir topluluğun zorlukla taşıyabildiği hazineler vermiştik (şu açıktır ki, anahtarlar bu kadar fazla olunca hazinesi daha fazla olur). Bir zaman kavmi ona şöyle demişti: "Şımarma! Şüphesiz ki Allah şıma-ranları sevmez". / Allah'ın sana verdiği nimetlerle ahiret yurdunu da gözet. Dünyadaki nasibini de (ahirete götürmeyi) unutma. Allah'ın sana yaptığı iyi­lik gibi, sen de (Ö'nun kullarına) iyilik et. (Allah'a isyan ederek ve üzerine vacip olan haklan zayi ederek) yeryüzünde bozgunculuk isteme. Şüphesiz ki Allah bozguncuları sevmez. / Karun: "Bu servet, bana ancak bende bulunan, bir ilim sayesinde verilmiştir (benim iyi çalışmam ve iş yürütmem sayesinde verilmiştir. Ne onda gaybî bir ihsan vardır, ne bir başkasının onda hakkı var­dır)". (Allahu Teâlâ onun bu sözüne bir azar olarak şöyle buyurdu:) O (Karun), Allah'ın daha önce gelmiş geçmiş nesiller içinde, kendinden (Karun'dan) da­ha güçlü ve daha zengin kimseleri helak ettiğini bilmez mi? (Bu dünyada ol­muştur. Ahirette ki Cehennem azabı da ayrıdır). Suçlulara (öğrenmek gaye­siyle) günahları sorulmaz. (Çünkü herkesin bütün hallerini Allah bilir. Ancak hesaba çekmek için soru sorulması ayrı bir husustur). / Sonra Karun büyük bir ihtişam içinde kavminin karşısına çıktı. (Onun kavminden) dünya hayatını arzulayanlar: "Ne olurdu Karun'a verilen gibi bizim de olsaydı. Gerçekten o çok kısmetli biriymiş" dediler. (Bu bir temenni ve mal hırsı idi. Bundan dolayı onların kafir olmaları gerekmez. Günümüzde de pek çok Müslüman başka milletlerin dünyevi yükselişini görerek her zaman onlara imrenmektedir ve dünyevi yükseliş için sa'yu gayret göstermektedir) / Kendilerine (din) ilmi (ve anlayışı) verilenler ise (o dünya hırsı olanlara); "Yazıklar olsun size! İman edip salih amel işleyen için Allah'ın sevabı (bu birkaç günlük mal ve mülkten yüzbinlerce defa) daha hayırlıdır. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir" dediler. / Sonunda Karun'u da evini de yere geçirdik. Allah'a karşı kendisine yardım edecek hiçbir topluluğu olmadı. O kendini de savunamadı. (Şüphesiz Allah'ın azabından kim kurtarabilir ve kim kurtulabilir?) / (Karun'un başına gelen azabı görünce) daha dün onun yerinde olmayı arzulayanlar, "Vay! Demek ki (rızkın genişliği ve darlığının kaynağı iyi kısmetli veya kötü kısmetli olmak değildir. Aksine) Allah kullarından dilediğinin rızkını genişletiyor ve daraltıyor. (Bu bizim hatamız ki, biz Allah'ın verdiği genişliği kısmet güzel­liği zannediyoruz.) Eğer Allah bize lütufta bulunmasaydı. Bizi de yere ge­çirirdi. (Çünkü biz de nihayetinde günahkarız) Vay! Demek ki kafirler asla felah bulamazlar" demeye başladılar.                                                                      (Kasas-76-82)

Hz. İbni Abbas radıyallahu anhuma diyor ki: Karun Hz. Musa aleyhisselam in kavmindendi. Onun amca oğluydu. Dünyevi ilimlerde çok yükselmişti. Hz. Musa alâ nebiyyina ve aleyhissalatü vesselama hased ederdi. Hz. Musa aleyhisselam ona "Allah ceiie ceiaiunu bana senden zekat almamı emretti" dedi. O zekat vermeyi red etti ve halka "Musa zekat adıyla sizin malınızı yemek istiyor. O namazı emretti, siz buna katlandınız. O daha başka emirleri de yürürlüğe koydu, siz onlara da katlandınız. Şimdi o size zekatı emrediyor, ona da katlanın" dedi. Halk, "Biz buna katlanamaytz, Sen bir tedbir söyle" dediler. Karun şöyle dedi; "Ben şöyle düşün­düm: Bir fahişe kadın, < benimle zina etti> diye Musa'ya iftira etmeye razı edil­melidir". Halk pek çok ödül vaad ederek bir fahişe kadını, Hz. Musa aieyhisseiam'a iftira atmaya razı ettiler. Kadının razı olması üzerine Karun Hz. Musa aieyhisse-tem1 in yanına gitti ve "Allah'ın sana vermiş olduğu hükümleri, bütün Benî İsrail'i toplayıp onlara anlat" dedi. Hz. Musa aieyhiss&iam bu görüşü beğendi ve bütün Beni İsrail'i topladı. Hepsi toplanınca Hz. Musa aieyhisseiam Allah'ın ahkâmını an­latmaya başladı; "Allah bana emretti ki; siz O'na ibadet edin. Kimseyi O'na ortak koşmayın. Akrabayı gözetin..." Diğer hükümleri de sayarken onların arasında şu hükmü de söyledi: "Eğer bir evli kişi zina ederse, o taşlanarak öldürülmeli?" Halk, "Eğer sen kendin zina edersen hüküm nedir?" dediler. Hz. Musa aieyhisseiam, "Ben zina edersem, ben de taşlanmalıyım" dedi. Halk "Sen zina ettin" dediler. Hz. Musa aieyhisseiam hayretle, "Ben mi?" dedi. Halk "Evet sen" dediler. Böyle de­dikten sonra o kadını çağırarak "Sen Musa hakkında ne diyorsun?" diye sordu­lar. Hz. Musa aieyhisseiam da kadına yemin verdirerek, "Sen ne diyorsun?" dedi. Kadın, "Madem ki siz yemin ederek söylememi istediniz. Öyleyse durum şudur; Bu adamlar bana şu kadar ödül vereceklerine dair söz verdiler. Ta ki ben size iftira atayım. Siz bu suçlamadan tamamen uzaksınız" dedi. Bunu duyunca Hz. Musa aieyhisseiam ağlayarak secdeye kapandı. O secde halindeyken Allah ceiie cete/uhu'dan şöyle bir vahiy geldi: "Ağlamaya gerek yok. Onları cezalandırman için biz yeryüzünü sana amade kıldık. Sen nasıl istersen ona emret". Hz. Musa aieyhisseiam başını secdeden kaldırdı ve yeryüzüne "Onları yut" diye emir verdi. Toprak onları topuklarına kadar yutmuştu ki onlar acizlik içinde Hz. Musa aiey­hisseiam a yalvarmaya başladılar. Hz. Musa aieyhisseiam tekrar emir verdi ki; "Onla­rı batır". Nihayet onlar boğazlarına kadar battılar. Feryad ederek Hz. Musa aiey-hisseiam'a yalvarmaya başladılar. Hz. Musa aieyhisseiam toprağa tekrar "Onları içi­ne al" dedi. Toprak hepsini yuttu. Bunun üzerine Allah ceiie ceiaiuhu tarafından Hz. Musa aieyhisseiam'a şöyle bir vahiy geldi: "Onlar sana yalvardılar ve acizlik göster­diler. İzzetime yemin olsun ki, eğer onlar Bana yalvarsalardı ve Bana dua etse­lerdi, Ben onların dualarını kabul ederdim".

Bir başka hadiste Hz. İbni Abbas radıyaiiahu anhumadan şöyle nakledilmiştir: "Ayeti Kerimede geçen Dünyadaki nasibini de unutma ifadesinin manası Dün­yada ahiret için amel et demektir". Hz. Mücahid rahmetuiiahi a/ey/ı'den şöyle nakle­dilmiştir: "Allah'a itaat etmek, ahirette sevabı verilen, dünyadan bir nasiptir". Hz. Hasan rahmetuiiahi ateyft'den şöyle nakledilmiştir: "Dünyadaki nasibini de unutma demek yani Dünyada ihtiyacın kadarını tut. Fazla olanı ileri gönder demektir". Bir başka hadiste yine ondan şöyle nakledilmiştir: "Kişi bir yıllık erzakını saklamalı ve ondan fazlasını sadaka olarak vermelidir[1]. Bu konunun bir parçası, cimriliği açıklayan ikinci bölümün ayetler kısmında 8 numarada geçmiştir.

 

Zekatı Alıkoymakla İlgili Hadisler

 

1) Ebü Hureyre radıyaiiahu an/ı'dan rivayete göre Rasûlullah sallaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Altın ve gümüş sahibi onun hakkını (zekatı) eda etmezse, kıyamet günü altın ve gümüş ateşten kaplamalarla kaplanır. Sonra Cehennem ateşinde kızdırılır. Sonra o kişinin yanları, alnı ve sırtı onunla dağlanır. Böyle tekrar tekrar kızdırılarak dağlanır. Miktarı dünya hesabıyla ellibin sene olan kıyamet günü süresince (bu devam eder durur). Nihayet gideceği yere (ya Cennet'e ya da Cehennem'e) gider".                                    (Müslim, Mişkat)

İZAH: Bu çok uzun bir hadistir. Bu hadisin ilerisinde deve sahiplerinin de­velerin zekatını vermemelerinden, sığır ve davar sahiplerinin onların zekatını vermemelerinden dolayı çekecekleri azab ve o azabın durumu anlatılmıştır. Bi­zim ülkemiz (Hindistan'da) genellikle zekat vacip olacak miktarda bir kişinin hay­vanı bulunmamaktadır. Araplarda ise hayvan bolluğu vardı, Şüphesiz ki altın gümüş ve onunla ilgili maddeler genel olarak ülkemizde bulunmaktadır. Bundan dolayı (o uzun) hadisin bu kadarıyla yetindik. Zaten bununla da diğer bütün şey­lerin zekatını alıkoymanın neticesinin ne olacağı tahmin edilebilir.Bu hadiste zikredildiğine göre zekat vermemenin azab ve vebali şöyledir: Altın ve gümüş Cehennem ateşinden parçalar haline gelip kişiyi d ağlayacaktır. Bu sadece kıyamet gününün azabıdır. Kıyamet günü mahkemeye çıkarılma gü­nüdür. Ancak o günün miktarı 50 bin sene olacaktır. O kadar bir zaman zekatı alıkoymanın azabını çekerek diğer amellerinin kendisinin affedilmesine ve Cen­net'e gitmeye izin çıkmasına sebep olacak bir konumda olup olmadığını öğren­miş olacaktır. Eğer o ameller buna layık değilse veya af için bir yol yoksa, yahut zekatı alıkoymanın azabını biraz daha çekmesi gerekiyorsa, Cehennem'e atıla­caktır. Orada insanın başına gelecekler yazıyla ve sözle anlatılamaz.Bu hadiste kıyamet günü 50 bin sene olarak geçmiştir. Kur'an-ı Kerim'de Meârİc suresinin başındaki ayette de kıyamet gününün miktarının aynı olduğunu bildirmiştir. Ancak bazı hadislerde şöyle geçmektedir: "Allahu Teâlâ'nın itaatkar kullarına o gün bir farz namaz kılacak kadar hafif geçecektir. Bazılarının ameline göre öğlenden ikindiye kadar olacaktır"[2] Bu kadar çabuk geçmesinin manası şu­dur; onlar o gün seyrü sefa içinde olacaklardır. Gezip eğlenmeye düşkün olanla­rın hepsi bilirler ki lezzet vakitleri dakikalar içinde gider.Bir hadiste Rasûlullah sailaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "(Azab edi­lirken) gümüş gümüş üzerine ve altın altın üzerine konmayacaktır (öyle azab edil­meyecektir). Aksine onların bedeni o kadar büyültülecek ki, bütün paralar yan ya­na eşit şekilde beden üzerine konabilecektir. Sonra o kişilere <Hazinelerinizin tadını tadın> denecektir". Hz. Sevban radıyaiiahu an/ı'dan şöyle nakledilmiştir: "insanın ya­nında ne kadar altın ve gümüşü varsa, onun her kıratı[3] ateşten bir parça yapılacak, sonra onlarla, onun bütün vücudu, yüzünden ayağına kadar dağlanacaktır. Ondan sonra Allah dilerse onu affeder veya o, Cehennem'e atılır"[4] Bu hadiste geçen malı ateşte kızdırıp vücudu dağlama azabı, ikinci bölümün ayetler kısmında 5 numara­da geçtiği gibi Kur'an-ı Kerim'de de zikredilmiştir. İlerde geleceği gibi bazı hadis­lerde malın yılan şekline sokulup tasma olarak boynuna takılacağı zikredilmiştir.

2) Ebû Hureyre radtyailahu an/ı'den rivayete göre Rasûlullah saiiallahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Allah kime mal verir de zekatını eda et­mezse, o mal kıyamet günü (zehirinin çokluğundan) başının tüyleri giden bir yılan şekline sokulur. Onun gözlerinin üzerinde iki siyah nokta vardır. Yı­lan o kimsenin boynuna takılır ve onun çenesinin iki tarafını yakalar. Sonra <Ben senin malınım, ben senin hazinenim> der". Daha sonra Rasûluilah sai-laiiahu aleyhi veseiiem (bunu teyid etmek için) Kur'an-ı Kerim'deki şu ayeti keri-me'yi okudu: "Allah'ın lütfundan kendilerine verdiği nimetlere nankörlük edenler bunun kendileri için hayırlı olduğunu zannetmesinler"                                                                             (Buharı, Mişkat)

İZAH: Bu ayet mealiyle birlikte ikinci bölümün 3. sırasında geçmiştir. Hadis­te geçen yılanın bir sıfatının Şücâ olduğu beyan edilmiştir. Bazı alimler onun erkek yılan olduğunu söylemişlerdir. Bazıları ise şöyle demişlerdir: "Şücâ, kuyruğunun üzerinde dimdik durup dövüşen yılana denir"[5]   Hadiste geçen yılanın ikinci sıfatı

başında tüy olmamasıdır. Yılan çok zehirli olunca zehirinin şiddetinden onun ba­şındaki tüyler dökülür. Yılanın üçüncü sıfatı da üzerinde iki siyah nokta olmasıdır. Onun üzerinde iki siyah nokta olması yılanın çok zehirli olmasının alâmetidir. Bu tip yılanlar uzun ömürlü olmaktadırlar. Bazı alimler iki nokta yerine yılanın ağzın­daki zehirin çokluğundan her iki tarafındaki zehir köpüğü olarak mana vermişlerdir. Bazıları da yılanın ağzının iki tarafından dışarı çıkan iki diştir demişlerdir. Bazıları yılanın iki tarafındaki asılı olan zehir torbacıkları olduğunu açıklamışlardır.[6]Bu hadiste zekatı verilmeyen malın yılan olup tasma olarak giydirileceği zik­redilmiştir. Birinci hadiste ise ateşte kızdırılarak dağlama yapılacağı geçmiştir. Her iki azap çeşidi, Kur'an-ı Kerim'in iki ayetinde de geçmiştir. Bu iki ayet de ikinci bölü­mün ayetler kısmının açıklamalarında geçmiştir. İki azapta da herhangi bir çelişki yok­tur. Değişik vakitlere göre de farklı azap olabilir. Malın çeşitlerine göre ve insanların değişikliklerine göre de azap farklı olabilir. Bir de iki azab bir arada da olabilir.Şah Veliyyullah rahmetuiiahi aleyh hazretleri Hüccetullahil Bâliğa adlı eserin­de şöyle buyurmaktadır: "Malın yılan olup insanın arkasına takılması ve ateşle kaplanıp dağlanmasındaki farkın sebebi şudur; İnsan eğer malı öz olarak sevi­yorsa, onun ayrıntılarıyla özel bir ilişkisi yoksa onun malı tek bir şey olup onun peşine takılacaktır. Kimin de malın ayrıntılarıyla gönül bağı varsa ve altın ve gü­müşü saya saya yığıyorsa, bulduğu her şeyi para yaparak bir köşeye koyuyorsa, o kimsenin malı ateşle kaplanıp kendisi onunla dağlanacaktır."Bir hadiste şöyle geçmektedir: "Bir kimse, arkasına hazine bırakarak (bu dünyadan) giderse, o hazine başının tüyleri dökülmüş ve kendisinde iki nokta bulunan bir yılan olup kıyamet günü o kişinin peşine düşecektir. O korkarak, <Sen ne belasın böyle?> deyince yılan, <Ben, senin bırakıp geldiğin hazinenim> diyecektir. Yılan onun önce ellerini, sonra da bütün bedenini yiyecektir"[7] Kıya­metin azaplanyla ilgili sık sık şu konu geçmektedir ki, bir kimse herhangi bir azaptan dolayı parça parça olacak, sonra azabın (tekrar) musallat olması için asıl haline dönecek ve ikinci defa azaba müsait hale gelecektir.

3) Hz. Abdullah İbni Mes'ud radıyaiiahu anh buyurdu ki: "Biz namaz kıl­mak ve zekat vermekle emrolunduk. Kim zekat vermezse onun namazı da (kabul) Olmaz".                                                                                         

(Taberani, Terğib)

İZAH: Yani her ne kadar farz eda edilmiş olsa da, namazla ilgili Allah'tan alacağı sevabı alamaz. Bir hadiste şöyle buyurulmuştur "Kim zekat vermezse, o (kâmil) Müslüman değildir. Ona işlediği iyi ameller fayda vermez"[8] Yani diğer iyi ameller ile zekat vermemenin vebali giderilemez. Onun hesabı ayrıca o kişinin üzerinde kalır. Bir başka hadiste, "Zekat vermeden din (mükemmel) olmaz" bu-yurulmuştur.[9]Diğer bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Allahu Teâlâ zekat verme­yenin namazını kabul etmez. Madem ki Allahu Teâlâ (Kur'an'ın bir çok yerinde) namaz ve zekatı bir araya toplamıştır. O halde siz onları ayırmayın"[10]Ayırmak­tan kasıt namaz kılıp zekat vermemektir.

4) Hz. Ali radıyallahu anft'dan rivayete göre Rasûluliah sallallahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Allah ceiio ceiaiuhu Müslümanların zenginlerine, onların fakirlerine yetecek miktarını farz kılmıştır. Fakirlerin acıktıkları veya elbisesiz kaldıklar zaman sıkıntıya düşmeleri, ancak onların zenginlerinin görevlerini yerine getirmemelerindendir. İyice dinleyin ki Allahu Teâlâ o zenginleri (farzı eda etmediklerinden dolayı) şiddetli bir hesaba çekecek ve onlara acıklı bir azab verecektir".                                                             

Taberani)

İZAH: Yukarıdaki hadisin özeti şudur: Allahu Teâlâ Allâm-ül Ğuyûb yani gaybı çok iyi bildiğinden, zekat için farz kıldığı miktar kesinlikle o kadar yeterlidir ki, eğer insanlar onu tam olarak verseler ve usulüne uygun olarak eda etseler hiçbir şahıs aç ve çıplak kalamaz. Bu apaçık ve kesin olan bir şeydir. Hz, Ebû Zer Ğıfari radıyaiiahu anh'\n hadisinde bu maksat daha açık bir sözle ifade edilmiş­tir. Bu hadis uzunca bir hadistir. Fakih Ebûlleys Semerkandi rahmetuiiahi aleyh Tenbih-ül Ğâfilin'üe onu geniş olarak zikretmiştir. O hadiste diğer suallerle birlik­te şu da vardır: Ben, "Ey Allah'ın Nebisi! Siz zekatı emrettiniz. Zekat nedir?" diye sordum. Rasûluliah sallallahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Ebû Zer! Emanete riayet et­meyenin imanı yoktur. Zekatı vermeyenin namazı yoktur {kabul olunmaz). Allahu Teâlâ zenginlere, onların fakirlerine yetecek miktarda zekatı vacip kıldı. Allahu Teâlâ kıyamet günü onların mallarının zekatını soracak ve bu yüzden onlara azab edecektir". Bu hadis açıkça delalet ediyor ki yukarıdaki hadis zekatla ilgilidir.İmamı Gazali rahmetuiiahi aleyh İhya'öa şöyle buyurmuştur: Allahu Teâlâ ze­katı ihmal edenler için şiddetli azab sözü vermiştir. Nitekim şöyle buyurmuştur;

"Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda sarf etmeyenleri ise can yakıcı bir azap ile müjdele".                                                                          

(Tevbe-34,35)

Allah yolunda sarfefmeMen kasıt zekat vermektir İmam Gazali rahmetuiiahi aleyh ondan sonra şöyle buyuruyor: "Zekat kendisiyle alâkalı mallar itibariyle 6 kı­sımdır; 1-Hayvanların zekatı, 2-Altın ve gümüşün zekatı, 3-Ticaret mallarının ze­katı, 4-Maden ve definelerin zekatı, 5-Mahsullerin zekatı, 6-Fıtır sadakası[11] Bü­tün bunlar (madenlerin zekatı hariç) dört mezhep imamları arasında ittifak edilen hususlardır. Madenler hakkında ise Hanefilere göre zekat yerine Humus yani beşte biri vaciptir. Vacip olma açısından zekat gibidir. Kesinlikle Müslümanlar bütün bu çeşit malların zekatlarını özenerek ve üzerinde durarak ayırırlarsa, hiç bir yoksulun çaresizlikten ölmesine sıra gelmez.Hz. Ali radıyaiiahu antiın rivayet ettiği bu hadisten dolayı bazı alimler, "Bu hadiste zekattan fazla bir miktarın vacip olduğu kasdedilmiştir" diye şüpheye düşmüşlerdir. Bu doğru değildir. Çünkü eğer bu kasdedilmiş olsaydı o zaman bu hadis bizzat Hz. Ali radıyaiiahu anh'm diğer rivayetlerine ters düşerdi. Hz. Ali radıyai-lahu an/i'dan rivayete göre Rasûluliah saiiailahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Zekatın vacib olması kendisinden başka olan sadakaların hükümlerini kaldır­mıştır". Bu hadis merfu olarak da nakledilmiştir. İmam Râzi Cessâs rahmetuiiahi aleyh Ahkâm-ül Kur'an'da, "Bunun Hz. Ali radıyaiiahu an/j'ın sözü olduğu güzel bir senetle nakledilmiştir" diye yazmıştır.Kenz-ul Ummâlln yazan pek çok hadis kitaplarından bu rivayeti naklet-mistir. Lafzı şöyledir: "Zekat Kur'an'da geçen her sadakayı neshetmiştir (vacib olmasını kaldırmıştır). Cünüplükten dolayı gusül, ondan başka gusüllerin hükmü­nü kaldırmıştır. Ramazan orucu, diğer oruçların farziyetini neshetmiştir. Kurban kesmek diğer kesimlerin vacibliğini kaldırmıştır". Bizzat Hz. Ali radıyaiiahuanh şöyle buyurmuştur: "Bir kimse bütün dünyanın malına sahib olsa, niyeti sadece rıza-i ilahi olsa, o zâhiddir". Bu konu gelecek bölümün başında zikredilecektir. Bazı alimler şöyle demişlerdir: "Zekat farz olmadan önce kendi ihtiyacını ayırıp geri ka­lanı Allah yolunda sarf etmek gerekiyordu. Zekatın farz olması bu hükmü kaldır­mıştır. Allâme Süyûti rahmetuiiahi aieyti'm aşağıdaki ayetin tefsirinde Süddî rahme­tuiiahi aieyh'Ğen naklettiği tefsir buna örnektir."Ey Muhammedi Sen af yolunu tut. İyiliği emret ve cahillere aldırış etme(A'raf-199)Bu ayetteki emirden îcâb kasdedilse bile o neshedümiştir. Bununla bera­ber yukarıdaki hadisten zekattan fazla olan malı vermek manasını çıkarmak, Ra-sûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'in şu sözüne de ters düşer: "Kim zekatını verirse üzerindeki hakkı ödemiş olur. Zekattan arta kalan ise Allah'ın fazlıdır"[12] Bu konu­daki bir çok rivayetler daha önce de geçmişti. Bundan daha açık olan Hz. Ebû Hureyre radıyallahu antim vasıtasıyla nakledilen ve Hz. Ali radıyallahu anh1 m hadisiyle aynı manada olan rivayettir. Onda şöyle buyurulmuştur: "Eğer Allahu Teâlâ zen­ginlerin zekatının fakirlere kâfi gelmeyeceğini bilseydi, onlara zekattan başka şeyleri de farz kılardı. Öyleyse şimdi fakirler aç kalıyorsa bu zenginlerin zulmün­den dolayıdır"[13] Yani zenginler zekatlarını tam olarak ödemedikleri için fakirler yokluk çekiyorlar. Bundan dolayı Muhaddis Heysemt rahmetuiiahi aleyh Mecma-uz Zevâicföe Hz. Ali radıyallahu an/ı'ın bu hadisine "Zekatın farz olması" başlığını at­mıştır. Hatta bu bölüme bu hadisle başlamıştır. Bundan da hadiste kasdedilen şeyin zekat olduğu ortaya çıkmaktadır. Ayrıca Kenz-ül Ummâl yazarı da bundan dolayı onu Kitab-uz Zekat bölümünde zikretmiştir.Hafız İbnü Abdilberr rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Allahu Teâlâ'nın diye başlayan ayeti ve buna benzer diğer ayetler zekat verilmeme durumuna bağlanmıştır. İslam memleketlerinin çoğu fakihlerinin görüşü ve mezhebi budur. Hz. Ömer, Hz. İbni Ömer, Hz. Câbir, Hz. Ibni Mes'ud, Hz. Abdullah Ibni Abbas radıyallahu anhum un görüşleri de aynıdır.Ebû Dâvûd ve başkalarının zikrettiği şu hadiste bunu teyid etmektedir. Hz. Ümmü Seleme radıyallahu anha diyor ki: Ben altından bir takı takıyordum Rasûlul-lah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'e, "Bu Kenz'e (yani malı biriktirip yığmaya) dahil mi?" di­ye sordum. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Bir şeyin miktarı zekatın nisabına ulaşırda onun zekatı verilirse, o Kenz'e dahil değildir" buyurdu. Yine Tirmizi ve Hâkimin zikrettiği Hz. Ebû Hureyre radıyallahu an/ı'ın şu hadisi de bunu teyid et­mektedir. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Sen zekat verince üzerine vacip olan hakkı tamamen ödemiş olursun". Bir de Hz. Cabİr radıyallahu an/ı'ın rivayet ettiği hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur. "Sen malının zekatını verince, onun kötülüğünü gidermiş olursun". Hakim rahmetuiiahi aleyh bu hadisi merfu olarak Müslim'in şartına uygun olarak nakletmiştir. Beyhaki rahmetuiiahi aleyh bu hadisin Hz. Câbir'e mevkuf olduğunu söylemiştir. Ebû Zür'a da Hz. Cabir'den mevkuf olarak nakletmiştir ve şu lafızlarla hadisin sahih olduğunu söylemiştir: "Zekatı verilen mal Kenz değildir". Aynı ifadeler Hz. Ibni Ömer radıyai-lahuanhuma ve Hz. Ibni Abbas radıyallahu anhuma'öan nakledilmiştir. Atâ ve Mücahid rahmetuiiahi aieyhimaöan şöyle nakledilmiştir: "Zekatı verilen mal Kenz değildir. İs­terse toprağa gömülmüş olsun. Zekatı verilmeyen mal Kenz'dir. İsterse toprağın üzerine konulmuş olsun".Şu açıktır ki, şer'i ıstılah, Lügat ıstılahından önde gelir. {Yani lugatta her ne kadar Kenz; toprağa gömülen şeye dense de, şeriatta Kenz zekatı verilme­yen mala denir). Ben birkaç büyük zatın dışında kimseyi Kenz zekatı verilmeyen maldır görüşüne muhalif bulmadım. Şüphesiz ki birkaç büyük zat Hz. Ali radıyai-lahu anh, Hz. Ebû Zer radıyaiiahu anh, Dahhak rahmetuiiahi aleyh ve bazı diğer zahidle-rin, "Malda zekattan başka da bazı haklar vardır" görüşünü tercih etmişlerdir. Onlardan Hz. Ebû Zer radıyallahu anh şu kadarını bile demiştir: "İhtiyaçtan ve haya­ti öneminden fazla olan bütün mallar Kenz'ö\r". Hz. Ali radıyallahu an/ı'dan rivayete göre, "Dörtbin dirhemden fazlası Kenz'dir". Dahhak rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "On bin dirhemlik miktar, çok mal demektir". Bir de İbrahim Nehai, Mücahid, Sabi ve Hasan Basri rahmetuiiahi aleyhim de, "Malda zekattan başka bazı hakların olduğu" görüşündedirler. İbnü Abdil Berr rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Bunlardan başka geri­ye kalan bütün mütekaddimin uleması ve müteahhirin ulemasının Kenz hakkında ki görüşleri daha önce geçmişti. Yani Kenz, zekatı verilmeyen maldır. Diğer top­luluğun delil olarak kaynak gösterdikleri ayet ve hadisler ulemanın çoğunluğuna göre istihbâb ile yorumlanmıştır. Veya zekatın vacip olmasından Önceki bir hü­kümdür ki, zekat vacip olduktan sonra hükmü kalkmıştır. Mesela aşure orucu(nun vacibliği) Ramazan orucuyla nesholunmuştur. Elbette fazilet ve üstünlük derece­si şimdi de devam etmektedir"[14] Şu hadis bunu teyid etmektedir: Muhacirlerin fakirleri malsız ve parasız olarak hicret edip Medine-i Münevvere'ye geldiklerinde Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem eşitliğe uygun olarak ev sahibi olan Ensar'dan zengin olanları kardeş yaptı. Bunun üzerine Ensar; "Bizim mallarımızı da onlarla yarı yarıya taksim ediniz" diye talep edince Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bunu kabul etmedi. Aksine Muhacirlerin, onların bağlarında çalışmalarına ve meyve­lerde yarı yarıya ortak olmalarına karar verdi. Bunun devamı olarak Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem Hz. Abdurrahman bin Avf radıyallahu anh ve Sa'd bin Rebi radıyallahu anh arasında kardeşlik kurdu. Hz. Sa'd radıyaliahu anh Hz. Abdurrahman radıyallahu anh'a şöyle dedi: "Herkes biliyor ki Ensar arasında en zengin benim. Malımın yarısını sana veriyorum". Hz. Abdurrahman radıyallahu anh bunu kabul etmedi ve "Bana pazarın yolunu göster" dedi. Pazara giderek alış verişe başladı. Eğer zenginlerin fazla olan mallarında, çok fazla sıkıntıya düşmedikleri takdirde fakirlerin hakkı olsaydı Rasûlullah satiaiiahu aleyhi veseiiem bunu kabul etmez miydi? Niçin Abdurrahman bin Avf kendi hakkını almayı reddetti?Ashâb-ı Suffe'nin vakıaları hadis kitaplarında ve siyerde o kadar çoktur ki, onları kuşatmak zordur. O yüce zatlar günlerce yokluk içinde kalırlardı. Açlıktan dolayı bitkin düşerlerdi. Ensardan pek çoğu zengin kişilerdi. Ancak Rasûlullah saliaiiahu aleyhi veseiiem kimseye, "İhtiyacından fazla olan malını bu insanlara tak­dim et" diye zorlama yapmamıştır Ama şüphesiz ki bu hususta sık sık teşvikler vermiştir. Hz. Ebû Hureyre radtyaiiahu anh diyor ki: "Ashâb-ı Suffe 70 kişiydiler. Onlardan hiç birinde vücudunun üst kısmını örtecek elbise yoktu"[15]Hz. Ebû Hureyre radıyaiiahu anh bizzat kendisi başından geçen bu halleri sık sık anlatmıştır. Bunlar hadis kitaplarında bulunmaktadır. Bir olayı şöyle anlatmıştır: Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a yemin olsun ki ben açlığın şiddetinden yüz üstü yatardım. Bazen karnıma taş bağlardım. Bir defasında belki biri beni ya­nında götürür umuduyla yola oturdum. O esnada Hz. Ebû Bekr Sıddık radtyeiiahu anh geldi. Beni yanında götürür düşüncesiyle ona bir ayet sordum. Fakat o öylece gitti. Ondan sonra Rasûlullah satiaiiahu aleyhi veseiiem geldi. Benim halimi görünce tebessüm etti ve "Benimle beraber gel" buyurdu. Ben onunla beraber yürüdüm. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem eve girdi. Orada bir tas süt vardı. Rasûlullah sai-laiiahu aleyhi veseiiem, "Bu nereden geldi" diye sordu. Evdekiler, "Falanca hediye ola­rak gönderdi" dediler. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bana, "Bütün Ashâb-ı Suf-fe'yi çağır gelsinler" buyurdu. (Ebû Hureyre diyor ki;) Ashâb-ı Suffe islam'ın misa­firleriydi. Onların ne çoluk çocukları ne de yanlarında mal ve paraları vardı. Ne onların yemeği kimsenin zimmetine verilmişti ne de onların yükü kimsenin boy-nundaydı. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem e bir yerden sadaka olarak bir şey gelin­ce onlara verirdi. Kendisi de ondan bir şey yemezdi. Hediye olarak bir şey gelince kendisi ondan yer ve onları da yemeğine ortak ederdi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi ve­seiiem Ashâb-ı Suffe'yi çağır deyince bana çok ağır gelmişti. (Kendi kendime), "Bu bir tas süt, Ashâb-ı Suffe'nin ne işine yarayacak ki? Peygamber saiiaiiahu aleyhi veseiiem bana verseydi, onu içerdim de bana biraz can gelirdi. Şimdi ben onların hepsini alıp geleceğim Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, <Herkese ver> diye bana emredecek. Onlara taksim edince benim sıram en son gelecek. Kim bilir hiç artar mı artmaz mı?" diye düşündüm. Ancak emri yerine getirmekten başka çare var mıydı? Ben onların hepsini çağırdım. Onların hepsi gelip Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm meclisine oturunca Peygamber saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Onların hepsine içir" diye tası bana verdi. Ben herkese içirdim. Hepsi süte kandılar. Sonunda Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Ebû Hureyre! Artık sen ve ben kaldık" buyurdu. Ben, "Şüphesiz öyle" dedim. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Al, otur ve iç" buyurdu. Ben kana kana iç­tim. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Biraz daha iç" buyurdu. Ben biraz daha içtim. Rasûlullah, "Biraz daha iç" buyurdu. Ben biraz daha içtim. Nihayet ben, "Ya Rasûl-allah artık içecek yer kalmadı" deyince geri kalanı Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem içti.Yine Ebû Hureyre radıyaiiahu anh başından geçen başka bir olayı şöyle anlatmıştır: Ben üç gün yokluk çektim. Yiyecek bir şey bulamadım. Suffe'ye gidiyordum ki, yolda düştüm, kaldım. Çocuklar, "Ebû Hureyre delirdi" diyorlardı. Ben, "Siz delirdiniz" diyordum. En sonunda Suffe'ye ulaştım. Orada Rasûlullahsaiiaiiahu aleyhi veseiiem'e bir yerden iki kap tirit gelmişti. Rasûlullah saiiaiiahu aieyı veseiiem onu Ashab-ı Suffe'ye yediriyordu. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem beni görsün ve çağırsın diye başımı yukarı doğru kaldırıyordum. Nihayet hepsi işini bitirdiler ve kaplarda artan hiçbir şey kalmadı. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem o kaplan mübarek parmaklarıyla dört tarafından sıyırınca bir lokma oluştu. Ra­sûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem onu parmaklarının üzerine koyarak bana, "Allah'ın adını anarak onu ye" buyurdu. Ben onu yiyince karnım doydu.Hz. Fudâle bin Ubeyd radıyaiiahu anh diyor ki: Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veselle... sabah namazını kıldıktan sonra oturunca Ashab-ı Suffe'den bazıları açlığın şidde­tinden ayakta duramayıp düşüyorlardı. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem onlara dö­nerek şöyle buyuruyordu; "Eğer siz Allah'ın yanındaki derecenizi bilseydiniz, bun­dan daha fazla fakirlik ve yoksulluk isterdiniz"[16] Birinci bölümün ayetler kısmında 30 numarada Mudar kabilesinden bir topluluğun kıssası geniş olarak geçmişti. On­lar Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vese//em'in yanına aç ve çıplak olarak gelmişlerdi. Onla­rın ne giyecekleri elbiseleri ne de yiyecekleri bir şeyleri vardı. Yoksulluktan dolayı sıkıntıya düşmüşlerdi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem kendi evlerinde onlar için bir şeyler aradı, ama bulamadı. Sahâbe-i Kiram'ı topladı ve sadaka vermeye teşvik etti. Teşviki çok kuvvetli idi. Bunun üzerine iki yığın eşya toplandı ve Efendimiz saiiaiiahu aleyhi veseiiem onları, o fakirler topluluğuna taksim etti. (Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bu yardımı toplarken) ne kimseyi zorladı ne de kimseyi ihtiyaç fazlası bulundurdukları şeyden dolayı hesaba çekti.

Hz. Enes radıyaiiahu anh buyuruyor ki: Ensardan biri gelerek Peygamber sal-lallahu aleyhi veseilemöen bir şey istedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem, "Evinizde bir şey yok mu?" diye sordu. Adam, "Bir yaygı var. Yarısını seriyor yansını da üzerimize alıyoruz ve bir de su içmek için bir kabımız var" dedi. Rasûlullah saiiat-lahu aleyhi veseiiem her ikisini de getirmesini istedi. Sonra onları açık arttırmayla iki dirheme sattı ve parasını ona verdi ki, bir dirhemiyle gıda maddesi alıp evine versin. Bir dirhemiyle de bir balta alıp gelsin. Adam baltayı alıp geldi. Rasûlullah -saiiaiiahu aleyhi veseiiem kendi mübarek eliyle ona ağaçtan bir sap taktı ve "Git odun kesip sat, on beş gün seni buralarda görmeyeyim" buyurdu. Adam söz tuttu ve on beş gün sonra on dirhem kazanıp geldi. Bir kısmıyla gıda maddesi bir kıs­mıyla da elbise satın aldı. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Bu di­lenmekten daha güzeldir. Çünkü dilenmekten dolayı kıyamet günü senin yüzün­de bir iz olacaktı". Ondan sonra Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Dilenmek için sadece üç kişiye müsaade vardır;

1-Helak edici fakirliğe uğrayan, 2-Ağır tazminat ödemeye mahkum olan, 3-Acı bir kan davasına düşen". Bu üç halde bile Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiemdilenmeye sadece izin vermiştir. Olayda adı geçen ve fakirliğe müptela olmuş kişiye ne dilenme izni verdi ne de onun nafakasını başkasının boynuna yükledi.Kısaca hadis kitaplarındaki binlerce olaylar şuna şahittir ki; vacib hükmü­nün ilgisi sadece zekattır. Buna (vacip olarak başka bir sadakayı) ilave etmek Rasûluüah satialiahualeyhi vese//em'in şu sözüyle aynı anlama gelir:"Sadakada aşırı giden ve haddi aşan onu vermeyen gibidir."Rasûlullah sailaiiahu aleyhi veseilem Hz. Dahhak bin Kays'ı sadakaları topla­mak için gönderdi. O, mallar içinde en güzel develeri alıp getirdi. Rasûlullah Sai-laiiahu aleyhi veseilem bunu görünce, "Sen insanların en güzel mallarını mı alıp getir­din?" buyurdu. O, "Ya Rasûlailah! Siz bugünlerde cihada çıkmak için niyet ediyor­sunuz. Ben üzerine binilebilmesi ve yük yüklenebilmesi için böyle develeri getir­dim" dedi. Rasûlullah sailaiiahu aleyhi veseilem, "Git onları geri ver ve düşük derecede mal alıp gel" buyurdu.[17] Halbuki cihadın önemi açıktır. Cihad öncesi Rasûlullah sai-lallahu aleyhi veseilem öyle teşvik etmiştir ki, Hz. EbÛ Bekr Slddlk radıyallahu anh evinin bütün sermayesini alıp getirmiş. Hz. Ömer radıyallahu anh herşeyin yarısını takdim etmişti. Hz. Abdurrahman bin Avf radıyallahu anh bir defasında "Ya Rasûlailah benim yanımda dört bin dirhemim var. İki binini ev masrafları için bırakıyorum. İki binini de Allah için veriyorum" dedi. Bir sahâbi, "Ya Rasûlallah ben bütün gece çalışıp, ücret olarak iki sa[18] hurma kazandım. Yarısını eve bıraktım yarısı işte hazırdır" dedi.[19] Hz. Ebû Mes'ud radıyallahu anh diyor ki: Rasûlullah sailaiiahu aleyhi veseilem sa­daka verilmesini emrederdi. Bizden bazılarının yanında hiçbir şey olmazdı. Onlar sadece (sadaka verebilmek için) pazara giderler, çalışırlar, ücret olarak bir Müdd (yaklaşık 800 gr) hurma kazanırlar ve onu sadaka olarak verirlerdi.[20]Bu konu birinci bölümün hadisler kısmında 24 numarada geçmiştir. Ancak bütün bunlara rağmen Rasûlullah sailaiiahu aleyhi veseilem (yukarıda anlatılan olay­da) usule uygun olarak basit bir devenin yerine iyi bir deveyi dahi kabul etme­miştir. Bundan dolayı vacibin ilgi alanı mâlî açıdan sadece zekattır. Mal harcama konusuna gelince, müslüman mal toplamak için yaratılmamıştır. Birinci bölümde geçen Kur'an-ı Kerim ayetleri ve Rasûlullah sailaiiahu aleyhi veseiiem'ln irşadlan çok kuvvetli bir şekilde buna teşvik etmekte ve pekiştirmektedir. Şöyle ki, mal Allah'ın razı olduğu işlere harcanmalıdır. Kişi kendi gücünün yettiği kadar yokluğa daya­nıp, başkasına harcamalıdır. Sadece Allah'ın hazinesine yatırmakla mal işe yara­yacaktır. O'nun hazinesine yatırılan malın ne zayi olma endişesi vardır ne de o hazinenin batma ihtimali. İnsanın son derece muhtaç olduğu zaruret vaktinde işe yarayacaktır. Bizzat Ailahu Teâlâ'nın şöyle buyurduğunu Rasûlullah sailaiiahu aleyhi veseilem naklediyor: "Ey insan sen kendi hazineni Benim hazineme akıt. Böyle ya­parsan ne onun yanma, ne çalınma, ne de denizde batma korkusu kalır. Ben senin son derece muhtaç olduğun zaman onu sana tam olarak veririm"[21]Birinci bölümde 30 numarada Ailahu Teâlâ'nın şu irşadı geçmişti: "Herkes yarın (kıyamet) için önden ne göndermiş olduğuna baksın. / O kimseler gibi olma­yın ki, Allah'ı unutmuşlar. (Bunun cezası olarak) Allah da onları kendilerine unut­turmuştur (Haşr-18,19)". 31 numaradaki diğer ayette şöyle buyuru I muştur: "Şüp­hesiz mallarınız ve çocuklarınız (sizin için) bir imtihandır.Mallarınızı Allah yolunda harcayın. Bu sizin için daha hayırlıdır. (Teğabun-15,16)"Aynı bölümde 1 numarada Rasûlullah sailaiiahu aleyhi veseiiem'm şu hadisi de geçmiştir: "Benim yanımda Uhud dağı kadar aitın olsa, ondan hiçbir şeyi yanımda tutmayı gönlüm istemez. Ancak borç ödemek için ayırdığım müstesna". 3 numarada Rasûlultah sailaiiahu aleyhi veseilem şöyle buyurmuştur: "İhtiyaçtan fazlasını Allah yolun­da harcamanız sizin için hayırlıdır. Saklayarak bir köşeye koymanız kötüdür". 12 numarada Rasûlullah sailaiiahu aleyhi veseilem şöyle buyurmuştu: "Saya saya harcama. Gücünün yettiği kadar harca". 20 numarada şu vakıa geçmişti: Bir koyun kesildi. Onun bir butundan başka hepsi taksim edildi. Rasûlullah sailaiiahu aleyhi veseilem, "Ne kadar taksim edildi?" buyurunca, "Bir butu kaldı, geri kalanı taksim edildi" de­nildi. Rasûlullah sailaiiahu aleyhi veseilem, "O buttan başka hepsi baki kaldı" buyurdu.Birinci bölümde bu çeşit pek çok irşadlar geçmiştir. Bundan dolayı (mal harcamakta) vacip nedir, mendub ve müstehab nedir? gibi konulardan sarfı na­zar ederek (bilmeliyiz ki) işe yarayacak olan mal, insanın hayatında ileri gönder­diği maldır. Eğer mihnet ve meşakkatle kazandığı bu şeyi kendi ihtiyaç zamanın­da işe yaraması için bir yerde saklaması gerekiyorsa Allah yolunda harcamalıdır. Bunun ahiretteki faydası kesindir. Dünyada da bol bol faydası vardır, Belaların uzaklaşmasında, hastalıklardan kurtulup sıhhate kavuşmakta sadakanın çok büyük etkisi vardır. Onun sayesinde kötü ölümden korunulur. Rasûlullah sailaiiahu aleyhi vese//em'in şu hadisi meşhurdur. "İki adam imrenilmeye layıktır. Birincisi, 'Allah'ın kendisine Kur'an ihsan ettiği ve onu gece gündüz okuyan, onunla amel etmeye kendini veren kişidir. İkincisi, Allah'ın kendisine mal ihsan ettiği ve her zaman onu Allah yolunda bol bol harcamaya koşan kişidir"[22]İkinci bölümde 3 numarada Rasûlullah sailaiiahu aleyhi veseiiem'm şu hadisi geçmişti: "Mal sahipleri çok büyük zarardadırlar. Ancak iki eliyle sağa sola, oraya buraya Allah yolunda harcayan kimse müstesnadır". 7 numarada da şöyle bir ha­dis geçmiştir: "Komşusu yanında aç yatarken karnı tok olan asla mü'min olamaz".Kısaca bu kitabın birinci bölümünde bu konu geçmiştir. Konunun özeti şu­dur: Malı toplayıp saklamak asla Müslümana yakışmaz. Bunun en uygunmisali büyük abdest gibidir. Büyük abdestte çıkmak o kadar gereklidir ki, bir iki gün gelmezse insan hekim ve doktorun verdiği ilaçları ve diğer bütün çareleri kullan­maya mecburdur. Ancak eğer münasip miktardan fazla gelmeye başlarsa, onu durdurmak için de hekim ve doktora ihtiyaç vardır. Eğer bir kimse, "Çok büyük bir meşakkatle meydana geldiğinden dolayı o önemli ve gerekli bir şeydir" diye­rek dışkıyı evinde saklasa, evi çok pis kokar. Koku insanın beynine vurur, çok çeşitli hastalıklar meydana gelir. Aynen malın durumu da böyledir. Çünkü mal o kadar lazımdır ki, eğer birkaç gün hiçbir şey ele geçmezse, onu kazanmak için de bütün gücüyle çalışmak gerekir. Ancak buna rağmen mal o kadar pistir ki, ih­tiyaçtan fazla olan miktar aynen büyük abdest gibi evden çıkarılmalıdır. Çünkü kibir ondan meydana gelir. Gurur ondan meydana gelir. Övünmek onunla olur. Başkasını zelil ve hor görmek onunla olur. Başıboşluk ve nefse düşkünlük bunun meyvesidir. Kısaca her çeşit afet onunla musallat olur. Bundan dolayı Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem evlatları için şöyle dua etmiştir:'Allah'ım Muhammed in evladının rızkını yetecek miktarda ver"Yani neticesinde fesada sebep olacak şekilde fazla olamasın demektir. Bun­dan dolayıdır ki genellikle seyyidler (Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vasefem'in soyundan gelenler) fazla zengin olmazlar. Bir kaçının zengin olmaları buna ters düşmez. Çoğunluğunun böyle olduğu görülmektedir. Allahu Teâlâ lütuf ve keremiyle malın kirli hakikatini, bu âciz kuluna da açarsa ona nasıl da hoş bir hayat nasip olur.

5) Hz. Büreyde radiyaliahu an/j'dan rivayete göre Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem şöyle buyurmuştur: "Hangi kavim zekat vermezse, Allahu Te-âla onları kıtlığa uğratır"                                                            

(Tebarani, Terğib)

İZAH: Kıtlık vebası bizlere öyle musallat olmaktadır ki, bir sınırı yoktur. Onu gidermek için binlerce tedbir alınmakta ancak hiçbir işe varamamaktadır. Allahu Teâla bir günahtan dolayı herhangi bir azabı indirirse dünyada onu engelleyeme kimin gücü yeter? Yüzbinlerce tedbir alınız, binlerce kanun yapınız, bir şey mülkün sahibi tarafından musallat edilmişse o sadece O'nun gidermesi ile gidebilir. O has­talığı söylemiş ve onun gerçek ilacını da haber vermiştir. Eğer maksadınız hasta­lığı gidermekse doğru ilacı tercih ediniz. Bizler hastalıkların sebeplerini kendimiz üretiyoruz. Sonrada hastalıklar artıyor diye ağlıyoruz. Bu ne biçim akılılıktır?Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem bu alemde meydana gelen hadiseler ve mu­sibetler üzerine ve onların sebepleri üzerine özellikle dikkatleri çekmiştir. Ben onları kısaca El-ltidal adlı risalemde yazdım. Burada onları tekrar yazmam uzamaya sebep olur. Dileyen o kitaba bakabilir. Orada Rasûluliah saiiaiiahu aleyhi veseilem  çok ihtimamla şuna dikkatleri çekmiştir: "Benim ümmetim bu hareketleri yapınca (günahlara dalınca) bela ve afetlere düşecektir. O zaman kırmızı kasırgalar, yere batmalar, suretlerin çevrilmesi, zelzelelerin gelmesi, gökten taş yağması, düş­manların galip gelip Müslümanlar üzerine musallat olmaları, tâûn, katliâm ve soy­gunların yaygınlaşması, yağmurun yağmaması, tufanların gelmesi, kalplerin deh­şete düşmesi, kalplere korkunun hakim olması, salih insanların yaptıkları duala­rın kabul olunmaması meydana gelecektir". Bütün bu afetleri Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem haber vermiştir. Hangi davranışlara hangi afetin musallat olacağını Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem bundan yaklaşık 1400 sene önce haber vermiş ve uyarmıştır. Bizler de onları tecrübe ediyoruz. O sözler harfi harfine öyle ortaya çıkmaktadır ki, zerre kadar şaşmamaktadır. Keşke bizler Rasûlullah saiiaiiahu aley­hi veseilem gibi şefkatli bir zâtın irşadlarının kadrini bilseydik. O sadece müslüman-lar için değil aksine bütün mahlukat için rahmet olarak gönderilmiştir. O usûllere göre amel etmek bütün mahlukat için son derece faydalı bir şeydir. Ancak bizzat Müslüman kendi İslami iddialarına rağmen o usullerin kadrini bilmezse, başkala­rını suçlamak nasıl olur? Başkaları ne bilsin ki Allah'ın mücessem rahmeti olan (Muhammed Mustafa saiiaiiahu aleyhi veseilem) dünyevi afetlerden korunmak için nasılda altın gibi değerli usûllere dikkat çekmiştir. Şimdi bile o usûllere özenle yapışılırsa dünya musibetlerden kurtulur. Gayri müslimler Müslüman hekim ve doktorlarda tedavi olmaktadırlar. Aynı şekilde Müslümanlar da gayri müslimler de tedavi olmaktadırlar (çünkü usûller aynıdır). Eğer insanlar o uzman hekimin (yani Hz. Muhammed saiiaiiahu aleyhi veseiiemln) verdiği reçeteye göre amel etse­ler, hepsi ne kadar rahat ve huzura kavuşacaklardır.Burada ben zekatla ilgili birkaç hadise dikkat çekmek istiyorum. Çünkü bu­rada onlar kastedilmektedir. Hz. İbni Ömer radıyaiiahu anh diyor ki: Rasûlullah sallat-lahu aleyhi veseilem bir defasında şöyle buyurdu: "Ey Muhacirler topluluğu! Beş şey öyledir ki, siz eğer onlara mübtela olursanız -ki ben onlara mübtela olmanızdan Allah'a sığınırım- (Büyük afetlere batarsınız:) 1-Bir millette fuhuş ve zina açıkça (alenî) olarak işlenirse onlarda daha önce işitilmemiş yeni yeni hastalıklar mey­dana çıkacaktır. 2-Ölçü ve tartıda eksiklik yapan insanlara kıtlık meşakkat ve devlet başkanlarının zulmü musallat olacaktır. 3-Bir kavim zekat vermezse, on­lara yağmur yağdırılmayacaktır. Canlılar olmasa, onlara bir damla bile yağmur yağmaz. (Canlılar Allah'ın mahlukatı ve kusursuz olduklarından, onların yüzün­den az miktarda yağmur yağacaktır). 4-Anlaşma ve sözünde durmayan insanlar üzerine başka milletler musallat olacaklar ve onların mal ve mülkünü ellerinden alacaklardır. 5-Allah'ın kanunlarının tersine hüküm yürüten insanlar arasında iç savaşlar olacaktır"[23]Bugün bizler bu sayılan eksikliklere dikkatlice bakmamız gerekir. Onlardan bizim bulaşmadığımız eksiklik var mıdır? Bir de şunu düşünelim ki, o günahlar hakkında bildirilen afetlerden başımıza gelmeyen afet var mıdır?Hz. ibni Abbas radıyallahu anbuma diyor ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem "Beş şey, beş şeyin karşılığıdır" buyurdu. Biri "Ya Rasûlallah! bunun manası ne­dir?" dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "Bir millet sözünde dur­mazsa onlara düşman galip gelir. Allah'ın kanununun tersine hüküm koyarsa on­larda ölümler çoğalır. Zekatı vermeyenlere yağmur yağdırılmaz. Ölçü ve tartıda eksiklik edenlerin mahsulleri azalır ve kıtlık musallat olur"[24] Bu hadisi şerifte galiba kısaltma yapılmıştır. Çünkü tafsilatta yalnız dört şey zikredilmiştir. Bu hadisi şerifte Allah'ın hükümlerini yıkan kavimlerde ölümlerin artacağı buyurulmuştur. Önceki hadiste ise iç savaş olacağı söylenmiştir. Bu iki şey ayrı ayrı da olabilir. İç savaş­larda ölümlerin çok olmasının örneklen bugünlerde gözler önündedir.Hz. Ali radıyallahu anh ve Hz. Ebû Hureyre radıyallahu an/ı'dan şu hadis nakle­dilmiştir: "Benim ümmetim şu on beş günaha mübtela olursa (yukarıdaki iki ha­diste geçenlere ilave olarak şu da vardır) Zekat vermek ceza vermek gibi olursa (yani zekat vermek, onlara ceza vermek gibi musibet olursa veya ceza gibi onlardan alınırsa) o zaman kırmızı kasırgalar, zelzele, yerin batması, yüzlerin değişmesi, gökten taş yağması gibi musibetler, ipliği kopan teşbih tanelerinin birer birer düşmeye başladığı gibi bir biri ardınca inecektir". İtidal adlı kitabımızda bu rivayetler tam olarak zikredilmiştir. Orada bu on beş günah geniş olarak bu­lunmaktadır. Onlar hakkında bu şiddetli azablar zikrolunmuştur. Burada ise (ko­numuz) yalnız zekat olduğundan dolayı bu rivayetlere işaret ettik.

6) Hz. Ebü Hureyre radıyallahu anh diyor ki: Ben Ömer bin Hattab'tan da­ha önce işitmediğim bir hadis işittim. Halbuki onlar arasında Rasûlullah sai-laiiahu aleyhi vesellem ile en fazla beraber olan ben idim. Ömer radıyallahu anh şöy­le dedi; "Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: <Karada ve denizde za­yi olan mallar, zekatı verilmediğinden dolayı zayi olmaktadır".                           (Taberani, Terğib)

İZAH: Yani zekat vermemenin ahiretteki vebal ve azabı ayrıdır. Dünyada bunun vebali malın zayi olmasına sebep olmasıdır. Bir başka hadiste bu hadisi şerifle ilgili bir de kıssa nakledilmiştir. Hz. Ubade bin Sâmit radıyaiiahu anh diyor ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Mekke-i Mükerreme'de Hatîm'in gölgesinde otur­maktayken biri gelerek, "Ya Rasûlallah! Falan kabilenin denizin kenarında duran mali helak oldu (görünen o ki, denizin dalgalarıyla zayi oldu)" dedi. Rasûlullah sai-laiiahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: "Karada ve denizde (yani bütün dünyada) mal­ların zayi olmasının sebebi; zekatı verilmediğindendir. O halde zekat vererek mallarınızı koruyun. Hastalarınızı sadaka ile tedavi edin. Ansızın gelen musibet­leri dua ile uzaklaştırın. Çünkü dua ansızın gelen musibetleri giderir. Henüz gel­memiş olan musibetleri de engeller". Birde Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöy­le buyurdu: "Allah ceiie ceiaiuhu bir kavmin yükselmesini ve devamını dilerse, on­larda iffet (ahlâkî temizlik) ve semahat yani yumuşaklık ve cömertlik nasib eder. Bir kavmi de sona erdirmeyi ve yok etmeyi dilediğinde onlar arasında hıyanetlik or­taya çıkarır". Ondan sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şu ayeti kerimeyi okudu:"Nihayet kendilerine verilen o nimetlere sevinip zevke dalınca onları azabı­mızla ansızın yakalayıverdik. Hemen ümitsizliğe kapılıp şaşkına döndüler[25]                                         (En'am-44)

Bu ayet diye başlamaktadır. Bundan önceki iki ayette ibret ve nasihat elde etmek için önceki ümmetlerin helak olmalarının bir kanunu şöyle anlatılmıştır. "Şüphesiz senden önceki ümmetlere de peygamber gönderdik. (On­lar peygamberin sözünü tutmayınca) yalvarmaları için onları musibet ve hastalık­larla yakaladık (yani musibetler ve hastalıklara uğrattık). / Onlara azabımız geldiği zaman yalvarmaları gerekli değil miydi? (yalvarsalardı onlara merhamet edilecek ve kusurları affedilecekti) Fakat kalpleri katılaştı (ki nasıl nasihat kabul ederlerdi). Şeytan yaptıklarını süsleyerek gösterdi (böylece onlar güzel gördükleri kötü amel­lere daldılar). / Kendilerine peygamberler tarafından yapılan öğütleri unuttukların­da (onlara iltifat bile etmediklerinde) bizonlara (zevkü sefanın, rahatlık ve refahın) her türlü kapısını açtık. Nihayet kendilerine verilen nimetlerle sevinip zevke dalın­ca (onların sapıklığı daha da azdı). Bunun üzerine biz onları azabımızla ansızın yâkalayı verdik. Hemen ümitsizliğe kapılıp şaşkına döndüler.                                                                           (En'am-42,43,44)"

Bu ayeti kerimeler çok büyük ibret ayetleridir. Şöyle ki, Allahu Teâlâ'ya is­yan edilmesine rağmen eğer herhangi bir zorluk yerine, zevk, sefa, rahat ve refah imkanları açılıyorsa , bu daha tehlikeli bir şeydir. Bir hadiste geçtiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Sen günahlarına ısrarla de­vam eden ve kendisine dünya bolluğu ve genişliği verilen birini görünce (bil ki) bu Allah tarafından o kişiye verilen bir mühlettir". Sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi ve- (yukarıda geçen) (En'am süresindeki 44.) ayeti okudu.Hz. Ebû Hâzim ranmetuiiahi a/eyh'in şöyle dediği naklediliyor: "Sen Allah'a is­yan ettiğin halde O'nun nimetlerinin senin üzerine ard arda geldiğini görürsen bundan kork. Allahu Teâla'ya yaklaştırmayan her nimet musibettir"[26] 6. bölümün hadisler kısmında 17 numarada bu konu geniş olarak gelecektir. Mal Allahu Te-âla'nın nimetlerinden büyük bir nimet olduğu için onu olabildiği kadar Allah yo­lunda fazla harcayarak Allahu Azimüşşan'ın yüce huzuruna yaklaşmaya vesile kılınmalıdır. Bir kimse malı Allah yolunda bol bol harcayarak Allah'a yakınlık kurmak yerine Allah'ın en önemli farzlarından olan zekatı dahi vermezse, o kim­senin isyankar olmasında ne şüphe vardır. Böyle bir kimse malının kalıcı olaca­ğından umutlanmamalıdır. Zira o bizzat kendisi malının zayi olması için tertip yapmaktadır. Bir de eğer bu durumda Allah etmesin, zayi olmazsa daha da teh­likelidir. Çünkü bu durumda mal bir başka büyük musibetin öncüsüdür. Allahu Teâla kendi lütfuyla korusun.

7) Hz. Aİşe radıyallahu anha'dan rivayete göre RasÛlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: "Hangi mala zekat matı karışırsa o malı mutlaka helak eder".                                (Şafii, Buhâri, Mişkat)

İZAH: Bu hadisi şerifin maksadı hakkında alimlerin iki açıklaması vardır ve her ikisi de doğrudur. Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem\n bu hadisi her iki görüşü doğrulamaktadır. Bunlardan birincisi şudur: Bir mala zekat vacip olur da, ondan zekat ayrılmazsa bütün mal zekatla karışmış olur. Ve bu zekat malı, hepsini helak eder. Bu maksada uygun olarak bu hadisi şerif birinci hadisi şerif ile aynı manada olmaktadır. Çünkü bu konu aynen birinci hadisi şerifin konusudur. Hafız İbni Tey-miye rahmetuliahi aleyh Münteka adlı eserinde bu manayı tercih etmiştir. Bundan do­layı bu hadisin başlığına Zekat ayırmakta acele etme bubi diye yazmıştır. Humeydi rahmetuliahi aleyh bu hadisten sonra şunu nakletmiştir: "Eğer senin üzerine zekat vacip olur da, onu ayırmazsan haram olan mal helali de helak eder". Yani alıko­nulması haram olan zekat malı, alıkonulması helal olan diğer malı da zayi eder.İkinci açıklama Hz. İmam Ahmed bin Hanbel rahmetuliahi a/eyft'den nakle­dilmiştir. Şöyle ki, bir kimse zekat nisabına sahip olursa, yani 87,2 gr altın veya 610,3 gram gümüş veya onun değerinde ihtiyaçtan fazla başka bir şeyi varsa, buna rağmen kendini fakir göstererek birinden zekat malı alıyorsa, aldığı bu mal, kendi yanında bulunan asıl malını zayi eder"[27] Zekat nisabına sahip olduğu hal­de insanlardan zekat alanlar bu hadisten çok korkmalıdırlar. Çünkü zekat malı, onların asıl mallarını da yok edecektir. Üstelik az bir kazanç uğruna çok büyük bir kayba katlanmak gerekecektir. Sonra ister hırsızlara sövsün, isterse zalimlere beddua etsin (boşunadır). Zekat almaya müstehık olmadığı halde yaptığı (yanlış) hareket sayesinde malı elden gidecektir. Günahı da başına kalacaktır.

8) Hz. Abdullah İbni Mes'ud radıyallahu anh buyurdu ki: "Bir kimse temiz (helal) mal kazanır, ancak zekatı alıkoyması o malı kirletir. Bir kimse de haram mal kazanır, zekatını verirse o malı temizlemez (helal yapmaz)".

İZAH: Ne ağır bir tehdıtdir ki insan büyük bir gayret ve canla başla helal ve harama dikkat ederek bir mal kazanırda, basit bir cimrilik yüzünden yani ze­kata dikkat etmemesinden dolayı malın tamamı Allahu Teâlâ indinde pis olur. Bir hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Bir Kimse haram yolla mal kazanır sonra onu sadaka olarak verirse, ona bunda hiçbir sevap yok­tur. Vebali de üzerinde kalır"[28] Yani haram kazanmanın vebali omuzunda kalır. Sadakadan dolayı da hiçbir sevap alamaz.

9) Hz. Esma bînti Yezid radıyallahu anha'öan rivayete göre Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: "Hangi kadın altın gerdanlık takarsa, kıyamet günü onun boynuna aynı onun gibi ateşten bir gerdanlık takılır. Hangi kadın kulağına altın küpe takarsa kıyamet günü onun kulağına onun gibi ateşten bir küpe takılır".                                                                                                                                     (Ebû Dâvud.Neseî, Terğib)

İZAH: Bu hadisi şerifte kadınların altın takınmalarının caiz olmadığı ve haram olduğu anlaşılmaktadır. Bundan dolayı bazı alimler bu hadisi İslam'ın ilk zamanlarına dayandırmışlardır. Çünkü bütün alimlere göre diğer hadislere istina­den kadınlar için altın ve gümüş ziyneti caizdir. Ancak bazı alimler bu ve buna benzer diğer hadisleri zekatı verilmeyen ziynet eşyası olarak yorumlamışlardır. Bazı hadisler de bunu teyid etmektedir. Nitekim bizzat Hz. Esma radıyallahu an-Zia'nın rivayetinde şöyle geçmektedir: "Ben ve halam Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi ve-se//em'in yanına geldik. Kolumuzda altın bilezikler vardı. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem, <Onların zekatını veriyor musunuz?> buyurdu. Ben, <Hayır> dedim. Ra­sûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem, <Siz Allahu Teâlâ'nın size ateşten bilezikler tak­masından korkmuyor musunuz? Onların zekatını veriniz> buyurdu.[29] Bu rivayet saf ve şeffaftır ki Cehennem ateşi, onların zekatının verilmediği.takdirde giydirile-çektir. Hanımların buna çok dikkat etmeleri gerekir. Zira bugün bedenlerinin süsü olan ziynet eşyaları, zekatı verilmediği takdirde yarın Cehennem'in alevlenen ateşi olup bedenleri için azab olacaktır.Hz, Esma radıyaltahu anha'run "Zekat vermiyorum" demesi o vakit bu mese­leyi bilmediğinden olabilir. Nitekim ikinci hadiste onların sorması bunun delilidir. Şu da olabilir, onlar o ana kadar ziynet eşyasını kadınların temel ihtiyacı olarak biliyorlardı. Halbuki ziynet eşyası asıl ihtiyaç değildir. Fazlalıktan bir şeydir. Bu manaya göre bu hüküm sadece altına ait değildir. Gümüşün hükmü de aynıdır. Nitekim bir başka hadiste Hz. Aişe radıyaiiahu anha buyurdu ki: RasûlulSah saiiaüahu aleyhi veseiiem yanıma geldi ve ellerimde ki gümüş yüzükleri gördü ve "Bunlar nedir?" buyurdu. Ben, "Size karşı süsleneyim diye bunları yaptırmıştım" dedim. Rasûluliah saliailahu aleyhi veseiiem, "Onların zekatını veriyor musun?" buyurdu. Ben, "Hayır" deyince, "Cehennem ateşi için sana bunlar yeter" buyurdu.[30]Bu hadiste (zekatla ilgili) olumsuz cevabın önceki hadiste geçen iki sebe­bine ilave olarak bir üçüncü sebebi de şu olabilir: Gümüş yüzüklerin ağırlığı ge­nellikle zekat nisabına ulaşacak kadar değildir. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veset-tem'in sözünün maksadı şudur: Her ne kadar ağırlığı az da olsa başka ziynet eş­yalarıyla birleştirilince nisaba ulaşırsa ona zekat farz olur.Bir başka hadiste şöyle geçmektedir: Bir kadın Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm huzuruna geldi. Yanında kızı vardı. Kızının kollarında ağırlığı fazla olan iki tane altın bilezik vardı. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Onların zekatını veriyor musunuz" buyurdu. Onlar "Hayır" dediler. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Allahu Teâlâ'nın kıyamet günü size bunların karşılığında iki tane ateşten bilezik takmasına razı olur musunuz?" buyurdu. Onlar bunu duyar duymaz, "Allah için bunları veriyoruz" diyerek o iki bileziği Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'e takdim ettiler. İşte bu Sahâbe-i Kiram radıyaiiahu anhum ecmâin'm erkek ve kadınlarında var olan kendilerine hâs bir davranıştı. Şöyle ki, Allahu Teâla'nın veya O'nun Ra-sûlü saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm buyruğunu duyduktan sonra artık onu yerine getir­mekte hiç bir hile, çekişme ve bahane asla olmazdı.Bütün bu rivayetlere uygun olarak altın ve gümüşten mamut bütün ziynet eşyasının hükmü aynıdır. Zekatı verilmediği takdirde Cehennem ateşinin musal­lat olmasında da ikisi eşittirler. İsterse bazı rivayetlerde altın ziyneti, bazılarında da gümüş ziyneti ifadesi geçsin fark etmez. Kendisinde zekat ifadesi zikredilme­yen ve altın ve gümüşü birbirinden ayıran rivayetlerden dolayı bazı alimler, "Bu­nunla ayrıca kibir, gurur ve ziyneti izhar etmek kastedilmiştir" demişlerdir. Bu ma­na bir rivayetle teyid bile edilmiştir. Nitekim Ebû Dâvûd ve Neseî'nin bir rivayetin­de şöyle geçmektedir: "Ey kadınlar topluluğu! Size süslenmek için gümüş yeterli değil mi? İyi bilin ki, bir kadın altından ziynet takınır ve onu   gösterirse ona bu davranışından dolayı azab edilecektir"[31] Genellikle görülüyor ki, özellikle cehalet­ten dolayı kendini yüksek aileden zanneden hanımların gözünde gümüş ziyneti hiçbir değer taşımaz. Onlar gümüş ziynetini gösterip açığa çıkarılacak veya övü­nülecek bir şey olarak görmezler. Onların kolunda gümüş bilezik olsa zerre ka­dar onu gösterme arzusu doğmaz. Ama altın bilezik olunca lüzumsuz yere sinek kovalama bahanesiyle elini elli defa hareket ettirir. Yirmi defa başörtüsünü düzelt­mek için elini dolandırır. Özelikle eve herhangi yeni bir misafir gelince veya ken­disi başka eve gidince ne onun yüzünden sinek bir türlü uçuverir ne de onun baş örtüsü düzeliverir. Tekrar tekrar ellerini hareket ettirir, durur. Bu hareketiyle mak­sadı, başkalarına karşı övünmek ve kendi ziynetini göstermektir. O halde iki meşe-leye'dikkat göstermek çok gereklidir. (Birincisi) ziynet eşyası ile asla övünüp, kibir-lenmemeli ve onu göstermemelidir. (İkincisi) onun zekatı dikkatlice eda edilmelidir. Bu iki şeyden herhangi birine dikkat gösterilmezse, kendini azab için hazırlamalıdır.

10) Hz. Dahhâk rahmetuiiahi aleyh buyurdu ki: Allahu Teâla zekat ver­meyi emrettiği zaman münafıklardan bir takım insanlar yanlarında bulunan en âdi meyveyi getiriyorlardı. Bunun üzerine Allahu Teâla Kur'an-ı Kerim'-deki Bakara suresinin 267. ayetini indirdi".                                                              (Dürrü Mensur)

İZAH: Hadisi şerifte geçen ayeti kerime ve meali şöyledir:"Ey İman edenleri Kazandıklarınızın temiz ve helal olanlarından ve sizin için yerden çıkardıklarımızdan Allah için harcayın. Ancak gözünüzü yuma­rak (utanıp sıkılarak) alabileceğiniz kötü şeyleri sadaka olarak vermeyin. Bilin ki Allah Ğani'dir. Hiçbir şeye muhtaç değildir (O böyle kötü maldan dolayı hoşlanmaz). O, övülmeye layık olandır".                                      (Bakara-267)

Pek çok hadisler, bu ayetler hakkında gelmiştir. Hepsinin birleştiği nokta aynıdır. Hz. Berâ radıyaiiahu anh diyor ki: "Bu ayetler biz Ensar topluluğu hakkında inmiştir. Bizim bağlarımız vardı. Herkes kendi bağının durumuna göre az-çok birşeyler getirirdi. Bazı insanlar bir-iki salkım getirip mescide asarlardı. Ehli Suffe yemek için özel hiçbir intizamı olmayan fukara cemaatiydi. Onlardan hangisi acı­kırsa o salkımlara bir sopayla vurur, hurmalardan olgun veya ham ne düşerse onu yerdi. Bazı insanlar hayır işlerine merak ve ilgileri olmadığından işe yarama­yan tipteki hurma salkımlarını veya bozulmuş hurma salkımlarını asarlardı". Bu­nun üzerine (yukarıdaki) ayeti kerime nazil olmuştu. Ayetin maksadı şudur: Eğer size utanıp sıkılarak alacağınız, ama norma! şartlarda almayacağınız bir hediye verilse (durumunuz ne olurdu?). Bu ayet indikten sonra güzel ve olgun hurma salkımları gelmeye başladı.Bu konuda bir çok rivayetler gelmiştir. Bir hadiste bazı insanların pazardan ucuz mal alıp onu sadaka olarak verdikleri, bunun üzerine yukarıdaki ayeti keri­menin nazil olduğu bildirilmiştir. Hz. Ali kerremallahu vechehunun şöyle dediği riva­yet olunmuştur: "Bu ayeti kerime farz olan zekat hakkında inmiştir. Çünkü halk hurmaları toplayınca iyilerini seçip ayırırlardı. Zekat almak için onlara bir adam gidince onun önüne bozuk malı koyarlardı". Bir hadiste şöyle geçmektedir: Ra-sûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bir defasında mescide gitti. Mübarek ellerinde bir değnek vardı. Biri mescide işe yaramayan hurma salkımı asmıştı. Rasûlullah sah laiiahu aleyhi veseiiem o salkıma elindeki değnekle vurdu ve "Bunu buraya asan kişi eğer bundan daha iyisini assaydı ne zarar ederdi ki? Bu kişi Cennet'te aynen böyle işe yaramaz hurmalar bulacaktır" buyurdu.[32] Hz. Aişe radıyaliahu anha_ Ra­sûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem'm şöyle buyurduğunu naklediyor: "Siz yiyemeyece­ğiniz malı yoksullara yedirmeyin[33] Bir hadiste şöyle geçmektedir: Et kokmuştu. Hz. Aişe radıyaliahu anha onu Allah için birine vermeyi diledi. Rasûlullah saiiaiiahualeyhi veseiiem, "Sen kendin yemediğin şeyi sadakamı veriyorsun?" buyurdu. sat şudur: Bu mal Allah adına verildiğine göre mümkün olduğu kadar iyi mal veril­melidir. Ancak iyisini veremiyor diye kişi kötüsünden de vazgeçip, neticede ortadan kaybolmamalıdır.[34] Eğer kalitelisini vermeye muvaffak olamıyorsa, değeri düşük olanı vermek, vermemekten daha hayırlıdır. Zekat olarak düşük rnal vermek de ze­kat vermenin bir kısmıdır. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm zekat vermekle ilgili buyurduğu usul 4.bölümün hadisler kısmında 6 numarada geçmiştir. Şöyle ki, Alla-hu Teâlâ ne en güzel mal talep etmekte ne de değersiz mala izin vermektedir. Bila­kis orta yollu mal talep etmektedir, işte zekat vermenin asıl usûl ve kaidesi budur.Hz. Ebû Bekr Sıddık radıyaliahu anh emri altında bulunan kimselere zekat toplamanın hükümleri ile ilgili yazdığı yazıda zekatın tafsilatını yazmıştır. Yazının başına şöyle yazmıştır: "Kim (alttaki) açıklamalara uygun olarak zekatı tahsil ederse, ona verilsin. Kim de bundan ziyadesini almak isterse ona zekat verilme­sin". Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem Hz. Muaz radıyaliahu anh'\ Yemen'e vali tayin edip gönderirken namaz hükmüyle birlikte zekat eda edilmesi hükmünü telkin etmiş ve "Onlar zekat verirlerse onların en iyi mallarını almaya çalışma. Mazlu­mun bedduasından sakın çünkü mazlumun bedduasının kabul olmasına hiçbir engel yoktur" buyurdu.İmam Zühri rahmetuiiahi aleyh buyurdu ki: "Hükümetten zekat memuru geldiği zaman koyunları üçe ayırmalıdır. En iyileri bir yere en kötüleri bir yere koymalı ve zekat memuru da üçüncü hisse olan orta yollu olanlardan almalıdır"[35] Zekat alan kişiyle ilgili asıl kanun budur. Ancak zekat veren kendi rızasıyla en iyi malını verirse bunda da bir sakınca yoktur. Dördüncü bölümde 6. hadisin açıklama­sında Sahâbe-i Kiram'ın bazı vakıaları ve Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm şu irşadı geçmiştir: Siz kendi rızanızla, zekatın ölçüsünden fazla olarak en değerli mal vermek isterseniz Allahu Teâla size onun ecrini verecektir. Bundan dolayı zekat veren kimse işine asıl yarayacak olan malın verdiği mal olduğunu düşüne­rek en üstün malı seçerek vermelidir.İmam Gazali rahmetuiiahi aleyh buyuruyor ki: "Zekatı ahiret için vermek iste­yenler için bazı âdaplar ve usuller vardır. Onlara riayet etmek gerekir", imam Gazali rahmetuiiahi aleyh bu konuyu çok geniş bir şekilde anlatmıştır. Ben onu son derece kısa olarak ve yer yer basit açıklamalarla anlatıyorum. Bu onun tercüme­si değildir. İmam Gazali rahmetuiiahi aleyh 8 âdâb zikretmiştir:

1) Zekatın niçin vacip olduğunu ve niçin İslam'ın rüknü yapıldığını düşün­mektir. Bunun üç sebebi vardır:

a) Dil ile Kelime-i Tevhid-i ikrar etmektir; Bu Allahu Teâla'yı tek olarak Mâ'bûd kabul etmenin ikrarıdır. Yani O'na başka bir şey ortak değildir. Sevgi davasında bulunan kimsenin kalbinde ihtiyari olarak, tek olan o Yüce Zât'tan başka bir şeye yer kalmayınca bu ikrar kemâle erip tamamlanabilir. Çünkü sevgi or­taklığa asla tahammül edemez. Sadece dilde kalan muhabbet davası boştur. Sevgi imtihanı, sevilen başka bir şeyle karşı karşıya kalınca ortaya çıkar. Her­kesin tabiatında mal sevgisi vardır. Bundan dolayı Allah sevgisi ve O'nun tek bir Mâ'bûd olduğunu ikrar etmenin bir imtihan ölçüsü olarak mal harcanması farz kılınmıştır. Bununla insanların Cenabı Hakk'a karşı olan sevgileri ölçülür. Bundan dolayı Allahu Teâla şöyle buyurmuştur:

"Şüphesiz ki Allah müminlerin canlarını ve mallarını Cennet karşılığında satın almıştır".                                                                           

(Tevbe-111)

Canın satın alınması cihad yoluyladır. Mal harcamak, canı harcamaktan da­ha hafiftir. Mademki mal harcamak, sevginin imtihan ölçüsü olmuştur. O halde in­sanlar bu imtihanda üç kısma ayrılırlar. Birinci kısım o insanlardır ki, Allah'ın birliği­ni dosdoğru ikrar ettiler. Hiçbir şeyin zerre kadar O'nun sevgisine ortak olmasına

müsaade etmediler ve verdikleri sözü tam olarak yerine getirdiler. Şöyle ki, kendi mallarının hepsini O'nun adına feda ettiler. Kendileri için ne bir dinar bıraktılar ne de bir dirhem. Bu durumda zekatın farz olması gibi bir mesele olmaz. Bundan dolayı bazı büyük zatlardan şöyle nakledilmiştir: Onlardan birine, "200 dirheme ne kadar zekat vaciptir" diye sorulunca o, "Avamdan olan insanlar için şeriatı mutah-haranın kanununa göre beş dirhemdir. Ancak bizim bütün mallarımızı Allah yolun­da harcamamız zaruridir" buyurdu. İşte bu sebepten dolayıdır ki, Hz. Ebû Bekr Slddlk radıyaltahu anh bütün malini Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem'e takdim etmiş ve sevgi davasını öyle ispat etmiştir ki, sevgiliden başka hiçbir şeyi bırakmamıştır.İkinci kısım orta dereceli insanlardır ki, onlar ihtiyaç ve zaruret kadarını bı­rakırlar. Bunlar, nimetler ve lezzetlerle meşgul olmayan kimselerdir. Elbette ihti­yaç kadarını ayırırlar ve ihtiyaçtan fazla olanı Allah yolunda harcarlar. Bu zatlar harcama hususunda zekatla iktifa etmeyip ne kadar fazla malları varsa onların hepsini harcarlar. Bundan dolayı İmarn Nehai rahmetuiiahi aleyh ve Şa'bi rahmetuiiahi aleyh ve bunlar gibi zatlar malda zekattan başka da hakların vacib olduğu görü­şündedirler. Onlara göre bir zengin nerede ihtiyaç sahibi olan birini görürse, ze­katın dışında kalan mal ile onun ihtiyacını gidermesi vaciptir. Ancak fıkha göre sahih olan şudur: Eğer bir şahıs ıztırar ve çaresizlik derecesine ulaşmışsa onun ihtiyacını görmek farz-ı kifayedir. Ûlema-i Kiram arasında şu hususta görüş ayrı­lığı vardır: "Muztarr" olan kişiye helak olmaktan kurtaracak kadar malı bağış ola­rak mı vermeli yoksa borç olarak vermek yeterli midir? "Borç verilmelidir" diyen­ler güya üçüncü kısma girmektedirler.Üçüncü kısım ise en aşağı derecedeki insanlardır. Onlar sadece vacip olanı yani zekat miktarını eda ederler. Ne ondan az ne de çok verirler. Halkın geneli, aşağı yukarı bu kısma girmektedir. Çünkü onlar malı sevmektedirler. Onu harcamakta cimrilik etmektedirler ve onlarda ahiret arzusu azdır.İmam Gazali rahmetuiiahi aleyh sadece üç kısım insanı yazmış dördüncü kısmı zikretmemiştir. Onlar da farz olan miktarı tam olarak eda etmezler veya hiç eda etmezler. Çünkü onlar Allah sevgisi davasında tamamen yalancıdırlar. Ya­lan sevgi davasına kalkışanları zikretmeye ne hacet vardır!

b) Zekatın vacip olmasının sebeplerinden biri de, insanı çok tehlikeli ve korkunç bir şey olan cimrilik sıfatından temizlemektir. Rasûlullah sallallahu aleyhi veseilem buyurdu ki: "Üç şey helak edicidir; 1-Kendisine itaat edilen hırs ve cimrilik (yani eğer bir şahsın tabiatında cimrilik varsa ve o kendi tabiatının tersine amel ediyor ve tabiatını zorluyorsa bu cimrilik tehlikeli değildir. Tehlikeli cimrilik insanın tabiatında olup da ona uygun olarak amel etmektir). 2-Kendi-sine ittiba edilen nefsani arzular. (Bu da yukarıdaki gibidir. Mesela bir kişide şehvet olsa ve o kişi kendini zorlayarak şehvetini engellese bu tehlikeli değil­dir. Asıl tehlikeli olan şehvete uygun amel etmektir). 3-Herkesin kendi görüşü­nü en üstün kabul etmesidir". Bundan başka Kur'an-ı Kerim'de bir çok ayette

ve hadisi şeriflerde cimrilik kötülenmiştir. Bunlardan bir kaçı ikinci bölümde geçmiştir. İnsandan cimrilik sıfatının zail olabilmesi İçin mecburi olarak malını harcamaya onu alıştırmak gerekir. Çünkü birine olan sevgi ve ilgiyi kesmek kasdedildiğinde onun şekli şöyle olur: Kişi kendini zorlayarak o kimseden uzak durmalıdır. Neticede onun sevgisi gider. Bu açıdan zekata temizlenme vasıtası denilmiştir. Çünkü o insan, Allah yolunda ne kadar fazla mal verirse, ne kadar fazla sevinç ve memnuniyetle verirse ve Allah yolunda harcamanın mutluluğu yüzünde ne kadar fazla olursa, o kadar cimrilik pisliğinden temizlenmiş olur.

c) Zekatın vacip olmasının sebeplerinden biri de mal nimetine şükürdür. Allahu Teâlâ'nın herkesin malı ve canında o kadar ihsan ve ikramı vardır ki, haddi hesabı yoktur. Öyleyse Tâât-ı Bedeniyye, bedeni nimetlerin şükrüdür. Tâât-ı Maliye ise mali nimetlerin şükrüdür. Bir fakiri gören, o fakirin darlık için­de olduğunu, kötü halini, rızık azlığından dolayı içine düştüğü musibeti gören ve buna rağmen kalbinde Allahu Teâla'nın bu nimetine şükretmenin hayali bile geçmeyen kimse ne kadar alçak ve zelil bir insandır. Halbuki Allahu Teâlâ o şahsın üzerine nimetler indirmiştir. Şöyle ki, onu dilenmekten müstağni kıl­mıştır. Onu o fakir gibi kendi ihtiyacını başkasının önünde açmaktan uzak kılmıştır. Hatta başka bir şahsın ihtiyacını onun önünde açacak bir seviyeyi ona nasip etmiştir. Öyleyse bunun şükrü, malının onda birini veya kırkta birini Allah adına harcamak değil midir? (Onda bir ile, yerden çıkan mahsullerin öşürü, kırkta bir ile zekat kastedilmiştir).

2) Zekatın ikinci edebi, edâ edilmesinin vaktiyle ilgilidir. O da şudur Zekatı eda etmek için çok acele edilmelidir. Şöyle ki; onun vacip olma vaktinden önce verilme­lidir ki, böyle yapmak Allahu Teâlâ'nın hükmünü yerine getirme hususundaki arzuyu açıklamak ve fakirlerin gönüllerinde sevinç meydana getirmektir. Zekatı geciktirmek ise kendine ve malına herhangi bir hastalık ve afet gelmesi ihtimalini taşımaktadır. Zekatın acele verilmesi görüşünde olanlara göre, onun geciktirilmesi ayrıca bir günahtır. Öyleyse hangi vakit zekat verme fikri kalbe gelirse bu meleğin bir tahriki -olarak bilinmelidir. Çünkü hadiste şöyle geçmektedir: "İnsanla birlikte bir meleğin tah­riki bir de şeytanın tahriki olur. Meleğin tahriki hayra yöneltmek ve hakkı tasdik et­mektir. İnsan bu hali hissedince Allah'a şükretmelidir. Şeytanın tahriki ise kötülü­ğe yöneltmek ve hakkı yalanlamaktır. İnsan bu durumu hissedince Euzü billahi mineşşeytânirraclm desin;[36]Bir başka hadiste şöyle buyurulmuştur: "İnsanın kalbi Allahu Teâlâ'nın iki parmağı arasındadır. Ne tarafa isterse döndürür. Bundan dolayı Allah yolunda mal harcamak için kalbe gelen düşüncenin değişme tehlikesi de vardır. Buna ilave ola­rak şeytan insana kendi ihtiyacını hatırlatır, durur". Bu mesele ikinci bölümün ayetler kısmında 2 numarada geçmiştir. Bir de meleğin tahrikinden sonra şeytanın da tahriki olmaktadır. Öyleyse şeytanın tahrikinden önce hemen zekat verilmelidir.

Eğer zekatın tamamını bir vakitte eda etmek maksat ise onun en güzel şekli şudur: Herhangi bir ay tayin edilmelidir. En iyisi en faziletli olan aylardan biri tayin edilme­lidir. Tâ ki bu ayda zekat vermekle sevap çoğalmış olsun. Mesela Muharrem ayı (hicri) yılın ilk ayı olmakla birlikte Eşhur-ü Hurum'dandır. Bu ayda Aşure denilen bir gün vardır ki, o günde sadaka vermek ve çoluk çocuğa harcamada genişlik göster­menin fazileti hakkında rivayetler gelmiştir. O halde zekat bu ayda verilecekse 10. günü verilmelidir.1 Yada mesela mübarek Ramazan ayında verilmelidir. Çünkü ha­dislerde şöyle geçmektedir. Rasûlullah saiiallahu aleyhi veseilem cömertlik ve ihsanda bütün insanlardan öndeydi. Ramazan ayında ise Rasûlullah saiiallahu aleyhi veseiiem'\n ihsan ve cömertliği hızlı esen rüzgar gibi hızlanırdı. Aynı zamanda bu ayda bin ge­ceden daha üstün olan Kadir Gecesi vardır. Bir de Allahu Teâlâ'nın nimetleri bu ayda kulları üzerine günden güne artmaktadır. Aynı şekilde Zilhicce ayı da çok faziletli aylardandır. Bu ayda Hac yapılır. Bu ay da Eyyâm-ı Ma'lûmât vardır. Yani Zilhiccenin on günü ve ayrıca Eyyâm-ı Ma'dûdât vardır. Yani teşrik günleri... Kur'an-ı Kerim'de her iki vakitte de Allahu Teâlâ'nın anılmasına teşvik edilmiştir. Öyleyse bir kimse eğer zekat vermek için Ramazan ayını seçmişse, bunun için son on gün uygundur. Kim de Zilhicce ayını seçmişse onun için ilk on gün efdaldir.Bu Allah'ın aciz kulu Zekeriyya'nın tavsiyesi şudur: Mutlaka herkes kendi zekatının takriben ölçüsünü bilir. Bundan dolayı senenin başından itibaren zaru­ret yerlerine bu ölçüye göre azar azar vermelidir. Zekatın vacib olmasını gerekti­ren bir yıl sona erdiğinde malının ve zekatının tam hesabını yapmalıdır. Eğer bir eksiklik varsa tamamlamalı, eğer biraz fazla verildiyse Allah'a şükretmelidir. Çün­kü vacip olan miktardan fazla vermek ancak Allah'ın tevfiki ile olmuştur. Bu terti­be göre zekat vermenin üç hikmeti vardır: 1-Eğer zekatın miktarı ziyade olursa bü­yük bir meblağı bir anda vermek çoğu zaman insanın tabiatına ağır gelir. Halbuki zekatı eda etmekte gönül rızasıyla vermenin çok büyük önemi vardır. 2-İhtiyacın yer ve zamanı her vakit kolayca bulunamaz. Yukarıdaki tertibe göre zekat verilir­se ihtiyaç yerlerine verilmiş olur. Ama eğer sene sonunda zekatı hesap ederse, "zaman zaman veririm" düşüncesiyle ayırırsa, bu durumda her gün gecikme ola­caktır. Bir de zekatı eda etmeden önce canda veya malda tatsız bir olayın mey­dana gelmeyeceğinden emin olunmaz. Zekat vacip olduktan sonra onu verme­mek bütün ulemanın ittifakıyla günahtır. 3-Zekatı aralıklı vakitlerde vermekle (eğer insanda cimrilik fazla yoksa) ümid edilir ki çoğu zaman vacip olan miktar­dan fazla verilmiş olacaktır -ki bu da beğenilen bir şeydir-. Ama bir anda zekatı hesaplayıp bir de onun üzerine ziyade etmek pek çok insana ağır gelir.Burada bir şeyi önemle zihne yerleştirmek gerekir. O da şudur: Zekatın dayanağı Kamerî yıldır. Şemsî yıl değildir. Bazı insanlar milâdî takvimin aylarına göre zekat hesaplarını tutmaktadırlar. Böyle yapmakla zekat her sene (Hicri takvime göre) gecikir. Buna ilaveten her 36 senede bir, bir yıllık zekat eksik olup kişinin zimmetine kalacaktır.

3)  Zekatın üçüncü edebi onu gizli olarak vermektir. Böyle yapmak şöhreti izhar etmekten korunmak ve alan kişiyi gizleyerek onu zilletten kurtarmaktır. Eğer zekatı alenen vermeyi gerektiren bir mecburiyet yoksa gizli olarak vermek efdaldir. Çünkü sadakanın hikmeti cimrilik pisliğini gidermek ve mal sevgisini zail etmektir. Fazla şöhret konusunda makam ve mevki sevgisinin etkisi vardır. Bu hastalık, yani makam sevgisi, mal sevgisinden daha tehlikelidir. İnsanlara mal sevgisinden daha fazla musallat olmuştur. Cimrilik sıfatı kabirde akrep olup insanı sokar. Riya ve şöhret sıfatı ise ejderha olup insanı sokar. Cimrilik sıfatını yok ederek riya sıfatını güçlendirmek akrebi öldürüp yılana yedirmeye benzer ki, bu durumda şüphesiz akrep ölmüş ve zararı yok olmuştur. Ancak yılan daha da kuvvetlenmiştir. Halbuki maksat her ikisini de öldürmektir. Hele yılanı öldürmek daha önemlidir.

4)  Dördüncü edep şudur: Eğer bir kimse zekat verirken dînî bir maslahatı açığa çıkarıyorsa, mesela başkalarını teşvik etmek maksadını taşıyorsa veya insanlar onun davranışlarına tabî oluyorlarsa yahut başka bir dînî maslahat ve fayda varsa, o takdirde zekatı açıktan vermek efdal olur. Bu iki maddenin beyanı Birinci bölümün ayetler kısmının 9 numarasında geniş olarak geçmiştir.

5)  Beşinci edep şudur: Kişi kendi sadakasını Menn ve Ezâ ile berbad etmemelidir. Menn kelimesinin manası iyiliği başa kakmaktır. Yani sadaka verdi­ği kimsenin başına verdiği sadakayı kakmaktır. Ezâ'nın manası ise sıkıntı ver­mektir. Yani sadaka verdiği kimseyi kendi eli altında ve kendine muhtaç gören ve onun ihtiyaçlarının kendisine bağlı olduğunu düşünen veya "Ben zekat vererek ona ihsan ettim" diye gurura kapılarak ona eziyet vermektir. Bu konu da birinci bölümün ayetler kısmının 8 numarasında genişçe geçmiştir.

6)  Altıncı edep şudur: Kişi kendi sadakasını küçük görmelidir. Onu büyük bir şey zannetmekle ucub (kendini beğenme) hastalığı doğar ki, çok korkunç bir şeydir ve iyi amelleri berbat edicidir. Allahu Teâlâ Kur'an-ı Kerim'de kınama tar­zında şöyle buyurmuştur:"O gün (Huneyn savaşında Allah sizi galip kılınca) sayınızın çokluğu sjzi gururlandırmiştı. Fakat çokluğunuz size bir fayda sağlamamıştı. (Kafirlerin ok yağmuru sizi o kadar perişan etmişti ki) o geniş yeryüzü size dar gelme­ye başlamıştı. Sonra da (savaş meydanından) yüz çevirip kaçmıştınız. / Sonra Allah peygamberinin ve müminlerin üzerine sekine (teselli) indirdi. Göremediğiniz askerler gönderdi".                                                                                                                (Tevbe-25,26)

Bu, hadis kitaplarında geçen meşhur bir kıssadır. Bu kıssa ile ilgili pek çok rivayetler gelmiştir. Onların özeti şudur: Hicretin 8. yılının mübarek Ramazan ayında Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem Mekke-i Mükerreme'yi fethedince Havâzin ve Sakîf kabileleri üzerine hamle yapmak için Ramazan ayı içinde hareket etmiş­ti. Müslüman topluluğu o vakit daha önceki savaşlara göre çok fazla olduğun­dan, "Biz bu kadar kalabalığız, mağlup olmayız" diye kendi çokluklarıyla böbür-iendiler. Allahu Teâlâ gururu ve kendini beğenmeyi sevmediğinden savaşın baş­langıcında müslümanlar yenildiler. Ayeti kerimedeki, "Sayınızın çokluğu sizi gu-rurlandırmıştı ancak çokluğunuz size bir fayda sağlamamıştı" ifadesi bu olaya İşaret etmektedir. Hz. Urve radıyailahu anh diyor ki; "Rasûlullah sallatlahu aleyhi vesellem Mekke-i Mükerreme'yi fethedince Havâzin ve Sakif kabileleri saldırıya geçmek üzere Huneyn bölgesine toplandılar". Hz. Hasan rahmetuiiahi a/ey/j'den nakledildiği­ne göre Mekke'liler fetihten sonra Medine'lilerle bir olunca şöyle dediler: "Vallahi artık biz birlikte Huneyn'dekilerle savaşacağız". Onların bu gururlu sözleri Rasû­lullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'e ağır geldi ve bundan hoşlanmadı'.[37] Hulâsa ucub yü­zünden onların başına bu sıkıntı geldi.Alimler şöyle yazmışlardır: İnsan kendi iyiliğini ne kadar küçük görürse Allah indinde o iyilik büyük görülür. Günahı kendi gözünde ne kadar büyük görürse, Al­lah indinde o günah basit ve az görülür. Yani insan basit bir günah işleyince, "Ben çok büyük ahmaklık ettim, asla bunu yapmamam lazımdı" diye onu büyük görmeli­dir. Hiçbir günahı, "Hadi canım sende. Bundan da ne olur?" diye düşünmemelidir.Bazı alimlerin şöyle dedikleri nakledilmiştir: İyilik üç şeyle kemâle erer; 1-"Hiçbir şey yapmadım" diye o iyilik küçük görülmelidir. 2-lyiiik yapma fikri ge­lince onu yapmakta acele edilmelidir. Allah etmesin yoksa bu mübarek düşünce (yani iyilik yapma düşüncesi) akıldan çıkar veya herhangi bir sebepten dolayı o iyilik yapılamaz. 3-lyilik gizli yapılmalıdır. İnsanın yaptığı hayırları küçük görmesi­nin yolu şudur; Hayra harcadığı şeyleri, kendine harcadığı şeylerle ve bir de har-camayıp da geriye kalan şeylerle mukayese etmelidir. Sonra "Ben Allah yolunda ne kadar harcadım, kendime ne kadar sakladım?" diye düşünmelidir. Mesela, eğer yanında bulunan şeylerin üçte birini harcadıysa bir bakıma o mülkün sahibi olan Mevlâsı ve Sevgilisi'nin rızası uğrunda henüz üçte birini harcamış olur. Sev­me iddiasında bulunan kişinin kendi payına malın üçte ikisi düşmüş olur. Eğer biri bunun aksine (yani üçte biri kendine üçte ikisi de Allah yolunda) harcarsa veya hepsini harcarsa -ki bu zamanda bunun örneğini bulmak zordur-, yine de şöyle düşünmek gerekir: "Nihayetinde mal zaten Allah'ındır. İnsanın yanında bu­lunan şeyi O vermiştir". O lütuf, kerem ve insanıyla insana vermiş ve kendi ihti­yacında kullanması için izin vermiştir. Eğer sizin yanınızda başka birinin emaneti olsa ve o kişi emaneti verirken, "Eğer bir ihtiyacın olursa onu kendi malın gibi bilerek harca" dese, siz de herhangi bir vakit onun emanetini eksik veya fazla olarak iade etseniz, bunda sizin hangi ihsanınız olmuştur ki? Bu durumda, "Biz büyük bir iş yaptık" diyebilir misiniz?Sonra buna ilave olarak Allahu Teâlâ'nın verdiği şeyi O'na geri vermek ya­ni yani O'nun adına harcamak karşılığında O'nun tarafından öyle ecir, sevab ve mükafat vaadleri yapılmıştır ki, bu açıdan bakıldığında, "Biz O'nun emanetini geri verdik" denilemez. Aksine örnek olarak şöyle denilebilir. Mesela bir adam 100 rupiyi1 emanet olarak senin yanına koymuştu. Eğer o paradan 50-60 rupiyi geri alsa ve "Çok yakında bunun karşılığında sana şu kadar altın vereceğim" dese veya başka bir şekilde bir adam 50 rupi alsa ve 500 rupilik bir çek keserek sana teslim etse, bu durumda senin "Ben emanet veren kişiye biraz para iade ettim" diye gururlanmanın ne yeri vardır? Bundan dolayı bu edebin altında şu da bulun­maktadır: Kişi sadakayı övünerek veya gururlanarak vermek yerine utangaç bir vaziyette vermelidir. Örnek olarak bir adamın birinin emanetinden kendisine az-çok bir şeyler ayırarak gerisini vermesi gibidir. Mesela birinin 100 rupisi emanet olarak birinin yanında olsa, emaneti geri verme vakti gelince onun sadece 50 ru­pisini verse ve "Çünkü siz, bana bundan harcamak için izin vermiştiniz. Bundan dolayı ben 50 rupisini harcadım veya bir ihtiyacım için ayırdım" dese (-ki bunu derken insanın üzerinden bir utangaçlık, bir hâyâ, bir gayret, bir acizlik ve bir zil­let damlar. "Ben bu iyi kalbli insanın malında tasarruf ettim. Onun ne büyük ihsa­nıdır ki, geriye kalanı benden istemedi" diye kendi kendine duygulanır-), işte bu durum aynen Allah yolunda harcarken de olmalıdır. Çünkü O'nun verdiğini yine O'na öyle iade ediyoruz ki, ondan hem yiyoruz hem de kendimize biraz ayırıyo­ruz. Bunun sebebi şudur: Fakire verilen bir sadaka veya ihtiyaç yerlerine yapıl­makta olan harcamalar aslında Allahu Teâlâ'ya geri verilmektedir. Fakir de aslın­da bir elçidir. Sanki Allah, Kendi emanetini geri almak için Kendi adamını gön­dermiştir. Böyle durumlarda insanlar elçiye (vergi memurlarına) nasılda yaran­mak ve hoş görünmek için yardakçılık ederler ve, "Sen aracı olarak efendimize ve idarecimize, <O adamın yanında bütün talepleri karşılayacak mal o vakit yok-tu> de ve benim ihtiyaç ve durumumu göz önünde bulundurarak sadece bu ka­darını kabul et" der ve buna benzer laflar eder. Kısaca böyle zamanlarda elçi ve memurlara tam olarak haklar ödenmediği halde yapılan tevazular ve yaranmalar daha çok amelî şekliyle fakirlere ve sadaka almak için gelenlere gösterilmelidir. Çünkü bunlar Allah'ın elçileridir. Kâinatın Sahibi'nin sefirleridir. Onlar, O, mülkün sahibi olan, Kadiri Mutlak olan ve hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah tarafından gönderilmişlerdir. Her şeyi O vermiştir. O dilerse bir anda her şeyi elinizden alıp sizi de muhtaç duruma düşürür. Bunun örnekleri sizin gözünüzün önündedir. Bütün bunlar şunun içindir ki, mal tamamen Allah'ındır. O'nun yolunda hepsini harcamak sevilen ve beğenilen bir davranıştır. O kendi lütuf ve keremiyle malın tamamını vermeyi bize farz kılmadı. Çünkü O her şeyi vermemizi farz kılsaydı, bizdeki tabii cimrilik ve pintilikten dolayı bu emir bize ağır gelirdi.

7) Yedinci edep şudur: Allah yolunda sadaka verirken, özellikle de sadakala­rın içinde en önemli bir emir ve farz olan zekatı verirken, en iyi malı vermelidir. Çün­kü Allah ceiie ceiaiuhu kendisi paktır. Her türlü kusurdan temizdir. Bundan dolayı temiz malı kabul eder. Eğer insan sadaka olarak verdiği malın, Allahu Teâlâ'ya verildiğini düşünürse, o zaman mal, O yüce zatın malı olduğu halde ve O'nun ihsanı olduğu Hindistan ve Pakistan'ın para birimi halde O'na âdi bir malı vermek ve kendine en iyisi ile en üstününü ayırmak ne bü­yük bir küstahlık ve saygısızlıktır. Bunun misali efendisinin önüne kuru ekmek ve kokmuş mercimek koyup da kendisi için kavurma pişiren hizmetçi veya aşçı gibidir.Bir düşünün bakalım, böyle bir hizmetçiye efendisi nasıl davranmalıdır. Sonra dünya efendileri her şeyden haberdar olmazlar. Ama Alîm (her şeyi bilen) ve Habîr (her şeyden haberdar) olan Allah'ın indinde her şey açıkça durmakta­dır. Hatta kalpten geçen hayaller bile her an O'nun önündedir. Bu durumda O'nun malından O'na âdi ve bozuk bir şeyi göndermek ne büyük bir vefasızlık ve nan­körlüktür. Eğer insan harcadıklarını kendi menfaati için harcadığını ve bunun karşılığının son derece şiddetli ihtiyaç anında kendisine verileceğini düşünürse, o takdirde insanın kendisi için âdi ve çürük olan şeyleri alıp da güzel mallan baş­kalarına bırakması ne büyük bir ahmaklıktır. Hadisi şerifte buyuruldu ki: "İnsan benim malım, benim malım der. Halbuki onun malı sadece sadaka olarak verip ileri gönderdiği veya yiyip bitirdiğidir. Geriye kalan başkasının (yani varislerin) malıdır". Bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Bir dirhem bazen yüzbin dirhemi ge­çer". Bu şöyledir; insan mekruh olan maldan yüz bin dirhem harcayacağı yerde, helal kazancından iyi bir malı gönül rızasıyla seve seve verir.

8) Sekizinci edep şudur ki; İnsan kendi sadakasını sevabı en çok olan ye­re vermelidir. Kimde şu altı sıfattan biri bulunursa sadakayı o kişiye vermekle sadakanın sevabı çok artar. Kimde bu sıfatlar daha fazla olursa, ecirde o kadar fazla olur ve sevap yönünden sadaka o kadar artar.

a) Muttaki ve haramdan kaçınan kişi olmalı ve dünyaya rağbet etmeyip ahiret işleriyle meşgul olan kimse olmalıdır. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle bu­yurdu: "Senin yemeğini müttakilerden başkası yemesin". Bu hadis birinci bölü­mün hadisler kısmında 23 numarada geçmiştir. Bunun sebebi şudur: Muttaki o-lan kimse senin bu sadakanla kendi takva ve taatına destek almış olur ve bir ba­kıma sen onun takvasına yardımcı olup onun ibadetindeki sevaba ortak olursun,

b)  İlim ehli olmalıdır. Çünkü senin ona yardımın onun ilim elde etmesi ve ilimin yayılmasına katkıda bulunacaktır. İlim bütün ibadetler içinde en yüce ve şerefli ibadettir. İlim meşguliyeti konusunda niyet ne kadar iyi ve sağlam olur­sa bu ibadetler o kadar birbirinden üstün olur. Hz. Abdullah İbni Mübarek rah-metuiiahi aleyh meşhur bir muhaddis ve Allah dostudur. O kendi ihsanlarını alim­lere tahsis etmişti. Biri ona, "Siz alim olmayanlara da kerem buyursanız ne iyi olurdu" deyince, "Ben peygamberlik derecesinden sonra ilme denk olan hiçbir derece bulamadım. İlim ehlinden biri başka tarafa meylederse onun ilmî meş­guliyetinde eksiklik olur. Öyleyse onları ilmî meşguliyetleriyle baş başa bırak­mak en üstünüdür" dedi.

c)  Kendisine sadaka verilen kişi kendi takva ve ilminde hakiki muvahhid olmalıdır. Hakiki muvahhid olmanın alâmeti şudur: Biri ona herhangi bir iyilik etse, o Allahu Teâlâ'ya şükreder ve kalbinden şuna inanır ki, gerçek ihsan O yüce Zât'a aittir. Asıl veren O'dur Zahiren veriyor görünen kişi sadece aracı ve elçidir. Hz. Lokman aieyhisseiam oğluna şöyle vasiyet etmiştir: "Allahu Teâlâ ile kendi aranda bir başkasını iyilik edici olarak koyma. Başkasının ihsanını kendi üzerine bir borç bil. Kim vasıtayı hakiki ihsan zannederse, o hakiki ih­san edeni (Allahu Teâlâ'yı) hiç tanımamış olur. O bunun bir vasıta olduğunu anlamamıştır. Halbuki Allahu Teâlâ "Falan şahsa iyilik edilmeli" diye o kişinin kalbine koymuştu. Bundan dolayı o kişi iyilik yapmaya mecburdu. Bir kimse­nin kalbine bu mesele yerleşince artık onun gözü sebepler üzerinde takılıp kalmaz. Aksine Müsebbib-ül Esbab olan Allah'a yönelir. Böyle bir şahsa iyilik etmek iyilik edene daha çok fayda sağlar. Başkalarının uzun boylu övgü ve teşekkürlerinden ziyade böyle bir adama İhsan etmek sevap bakımından da­ha üstündür. Çünkü bugün iyilikler üzerine U2un boylu methiyeler düzen kim­se, yarın yardımı engellemek için aynı şekilde kötülükleri saymaya başlaya­caktır. Ama gerçek muvahhid olan kişi, yarın kötüleme yapmayacaktır. Çünkü o aracıyı sadece bir aracı olarak bilmiştir.

d) Kendisine sadaka verilen kimse kendi ihtiyaçlarını gizleyen ve insan­ların önünde kendi maaşının yetersizliği ve gelirinin azlığını açmayan biri ol­malıdır. Özelikle o kimse şahsiyetli insanlardan olmalı ve onun geliri önceden beri yetersiz olmalıdır. Ancak gelirin fazla olduğu zamanlarda kendisinde bulunan şahsiyet ve ahlak âdeti aynen baki kalmalıdır. Aslında o dışarıdan zengin görünen bir ihtiyat sahibi olmalıdır.

Böyle insanları Allah ceiie ceiaiuhu şöyle övmektedir:

"Durumlarını bilmeyen kimse dilenmekten çekindikleri için onları zengin sanar"                                                                                              

(Tevbe-25)

Bu ayetin tamamı şöyledir:

"Sadakalar, kendilerini Allah yolunda (din hizmetine) vakfeden fakirler içindir. (Bu din hizmetine bağlılık ve meşguliyetlerinden dolayı) onlar rızık aramak için yeryüzünde dolaşamazlar. Durumlarını bilmeyen kimse, dilenmekten çe­kindikleri için onları zengin zanneder. Sen onları simalarından (hallerinden) tanırsın. Onlar insanlardan ısrarla dilenmezler. (O insanlara hizmet için) harcadığınız her hayrı şüphesiz ki Allah çok iyi bilir. (Onlara hizmet için sa­daka vermek, haddi zatında başkalarına vermekten daha ziyade sevaptır)."                                                                                                                      (Bakara-273)

Yukarıdaki ayeti kerimenin açıklamasında "haddi zatında" kaydını şunun için koyduk: Aslında en çok sevap ilim ehline yardım etmektir. Ancak sonradan ortaya çıkan bir sebepten dolayı bu sınıfın dışındakilere vermekte de fazla sevap olması mümkündür. Mesela, başkalarının ihtiyacı onlardan (ilim ehli) den daha fazla olursa veya "Onlara başkaları da yardım edebilir, onlardan başkaları tama­men mahrum kalacaklardır" diye bir ümit olursa. Ancak bu geçici sebeplerin bu­lunmadığı yerde ehli ilme yardım edilmesi daha efdaldir. Sonradan ortaya çıkan bir sebepten dolayı muttaki olmayan hatta mü'min olmayan birine ihsan etmenin daha üstün olması mümkündür. Şunu bilmek gerekir ki, bizim ülkemizde bu aye­tin manasına en uygun düşenler, dini ilimlerin yayılmasıyla meşgul olan zatlardır. O halde, buna göre en güzel zekat verilecek yer din talebesidir. Bazı tecrübesiz­lerin "Onlar çalışıp kazanamıyorlar mı?" diye ayıplamalarına Kur'an-ı Kerim'de (yukarıdaki ayeti kerime ile) cevap verilmiştir:Cevabın hulasası şudur: Eğer iki işten biri veya her ikisi tam bir meşguliye­ti gerektiriyorsa, bir kimse böyle iki işi yapamaz. Kendisinde biraz din ilminin zev­ki olan kimse, bu konuda son derece meşguliyet ve kendini ona vermek gerekti­ğini müşahede ile anlayabilir. Bu uğraşı ile mal kazanma meşguliyeti bir araya toplanmaz. Mal kazanmakla din ilmi hizmeti eksik kalır. Nitekim binlerce örnek gözler önündedir.[38]Hz. İbni Abbas mdıyaiiahu anhuma buyurdu ki: "Bu ayeti kerimedeki fukaradan kasıt, Ashabı Suffe'dir. Ashabı Suffe cemaati aslında bir talebe cemaatidir. Onlar Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem\r\ yanında zahiri ve batini ilimleri elde etmek için kalıyorlardı". Muhammed bin Ka'b Kurazİ rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Bundan Ashabı Suffe kastedilmiştir. Onların ne evleri ne de çoluk çocukları vardı. Allahu Teâlâ on­lara sadaka verilmesini teşvik etmiştir". Katâde rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Fukaradan maksat kendini Allah yolunda cihad için tutanlardır (yani cihadla meşgul olanlar­dır). Bu yüzden de ticaret vs. yapamayanlardır"[39]İmam-ı Gazali rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Onlar dilenmek için insanlara yapı­şan kimseler değillerdir. Onların kalbi yakînden dolayı zengindir. Mücahede on­ların nefsine galiptir. Böyle kimseleri özellikle araştırıp vermelidir. Bir de hususen dindar kimselerin geçim durumlarının nasıl olduğu araştırılmalıdır. Onlara yardım etmenin sevabı dilenen kimseye yardım etmekten kat kat fazladır. Ancak böyle insanları araştırıp bulmak zordur. Çünkü bu kimseler kendi hallerini başkalarına çok az açarlar. Bundan dolayı halk onları zengin sanar.

e) Kendisine zekat verilen kişinin aile fertleri kalabalık olmalı veya bir has­talığa mübtela olmalı yahut çalışıp kazanamayacak bir duruma düşmüş olma­lıdır. Böyle biri de yukarıda geçen, Kur'an'daki şu ayete dahildir. Kendilerini Allah yoluna (din hizmetine) bağlayan fakirler...". 6 kişi de bağlanmıştır. İster kendi fakirliği içinde bağlanmış olsun, ister geçim sıkıntı­sıyla bağlanmış olsun. Ya da kendi kalbinin ıslahıyla meşguliyeti onu bağla­mış olsun farketmez. Çünkü bu insanlar sayılan bu mecburiyetlerden dolayı ihtiyaçları kadar kazanmaya kadir değillerdir.Bundan dolayıdır ki, Hz. Ömer mdıyaiiahu anh bazı evlere onar onar koyun verir veya ondan da fazla verirdi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'e Fey malı gel­diği zaman evli olanlara ondan iki hisse verirdi. Bekar olanlara bir hisse verirdi. Fey, savaşmadan kafirlerden alınan mala denir.

f) Zekat verileceklerden biri de akraba olmalıdır. Çünkü ona vermekte sadaka sevabı ayrı ve sıla-i rahim sevabı ayrıdır. Bu konu üçüncü bölümün hadisler kısmının 6. numarasında geçmiştir.Bu altı sıfatı zikr ettikten sonra İmam-ı Gazali rahmetuiiahi aleyh şöyle buyu­ruyor: "Bunlar kendilerine yardım yapılacak kişilerde aranan sıfatlardır. Her sıfat­taki eksiklik ve fazlalığa göre, dereceler de çok farklıdır. Yani mesela takvanın en üstün kısmıyla en aşağı kısmı arasında yerle gök arasındaki kadar fark var­dır. Akrabalık da iki türlüdür. Bir çok yakın akraba vardır. Bir de uzak akraba var­dır. Diğer sıfatlar da aynı şekildedir. O halde her sıfatta en üstün dereceyi ara­mak en önemli bir iştir. Eğer bir şahısta bütün bu sıfatlar bulunursa, o kişi büyük ganimet ve büyük bir hazinedir. Böyle bir kişiye herhangi bir şey harcayabilmek için çok çalışmak gerekir. Bu sıfatlarla muttasıf olan birini bulmak için çalışmak ve aramak gerekir. Eğer çalıştıktan sonra gerçekten böyle bir şahıs bulunursa o zaman nurun âlâ nur yani nur üzerine nur olur ve iki kat ecir vardır. Bunlardan bi­ri çalışmanın ecri, ikincisi gerçek yerine harcamanın ecridir. Eğer çalışma ve gay­ret sonucu kişi kendi araştırmasına göre sayılan sıfatlarla donanmış birine har­cama yaparsa fakat o kişi gerçekten öyle değilse (yani onun hakkında yanlış bil­gi verildiyse) yine de zekat veren kişiye kendi çalışmasının karşılığında bir ecir zaten verilmiş olur. Çünkü bu bir ecirde (üç güzel sıfat vardır). Biri o kişinin nef­sinin cimrilikten temizlenmesi, ikincisi Allahu Teâlâ'nın sevgisinin o kimsenin kal­binde kuvvetlice yer tutması ve üçüncüsü O'na itaat hususunda kişinin kendinin gayret etmesi. Bu üç sıfat onun kalbini güçlü kılar. Kalpte Allah'a kavuşma ar­zusu doğar. Öyleyse bu ikinci ecir de elde edilirse yani zekat sahih yere verilirse 0  takdirde daha çok faydalar elde edilmiş olur. Çünkü (zekatı) alan kimselerin dua ve teveccühü buna dahil olur. Dünya ve ahiret açısından Allah dostlarının kalplerinin büyük tesirleri ve bereketleri elde edilir. Allahu Teâlâ onların teveccüh ve dualarına büyük bir tesir koymuştur"[40]

 



[1] Dürrü Mensur

[2] Dürrtı Mensur

[3] Bir kırat 0,195 gr eder.

[4] Dürrü Mensur

[5] Feth-ül Bari

[6] Feth-ül Bari

[7] Terğib

[8] Terğib

[9] Kenz

[10] Kenz

[11] 'ihya

[12] Kenz

[13] Kenz

[14] İthaf

[15] Dürrü Mensur

[16] Terğib

[17]  Mecma-üz Zevaid

[18] 2.917 kg

[19] Dürrü Mensur

[20] Buhâri

[21] Terğib

[22] Mecma-üz Zevaid

[23] Terğib

[24] Terğib

[25] Kenz

[26]  Dürrü Mensur

[27] Mişkat

[28] Terğib

[29] Terğib

[30] Terğib

[31] Terğib

[32] Dürrü Mensur

[33] Kenz

[34] Cem'ul Fevaid

[35] Ebû Dâvûd

[36] Sâde

[37] Dürrü Mensur

[38]  Beyan-ül Kur'an

[39] Dürrü Mensur

[40] Ihya-ül Ulum

ZÜHD, KANAAT VE KİMSEYE EL AÇMAMAYA TEŞVİKLER

Zühd, Kanaat Ve Kimseye El Açmamaya Teşvik Hakkında Ayetler

Musibetlere Sabretmenin Faziletleri Hakkında Ayetler

Allah'a Tevekkül Etmek Ve Kimseden Bir Şey Dilenmemek Hakkında Ayetler

Zühd, Kanaat Ve Kimseye El Açmamaya Teşvik Hakkinda Hadisler

 

ZÜHD, KANAAT VE KİMSEYE EL AÇMAMAYA TEŞVİKLER

 

Esirgeyen ve bağışlayan Allah'ın adıyla Allah'a hamd ve O'nun yüce Rasûlü'ne salâtu selâm olsun Telif edildiği vakit bunların hepsi tek kitaptı. Ancak basım esnasında kita­bın hacmi büyüdüğünden okuyuculara belki bir kolaylık olur diye 6. ve 7. bölüm­leri ayırarak ikinci ana bölüm haline getirdik.Kanaatin fazileti, musibetlere sabretmeye teşvik ve tenbih, bir de başkala­rına el açmanın kötülenmesi, bunların üçü de Kur'an-ı Kerim ve hadislerde çeşitli başlıklarla, değişik ifadelerle, misallerle, uyarılarla, hükümlerle ve kıssalarla o kadar çok zikredilmiştir ki, onları kısa ve öz olarak anlatmak bile büyük tafsilatı gerektirmektedir. Onları bu muhtasar kitapta kısaca yazmak bile kitabın uzama­sına sebep olmuştur. Yine de kısaca bir çalışma mutlaka yapılacaktır. Bu konu ikinci bölümün sonunda geçmiştir. Şöyle ki; malda kâr da vardır, zarar da vardır.0  hem zehirdir hem de panzehirdir. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Her ümmetin bir fitnesi vardır. Benim ümmetimin fitnesi de maldır". Öyleyse bu fitneden ve onun zehrinden kendini korumak çok önemli bir şeydir. Bu yılan birinin yanında olur da onunla tiryak (panzehir) yaparsa kendisi için de, başkası için de faydalıdır. Yoksa yılanın zehiri onu da helak eder, başkalarına da zarar verir. Bundan dolayı Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Bu mal yemyeşil, taze ve tatlıdır. Eğer o hakka uygun (yani İslam'ın kaide ve usullerine göre) elde edilirse ve hakka göre harcanırsa işe yarayan bir yardımcıdır. Haksız olarak kazanan kimsenin misali Cûut Bakar hastalığına yakalanan birine benzer ki, devamlı yer, ama karnı doymaz"[1]Imanvı Gazali rahmetuliahi aleyh buyuruyor ki: Malın faydası da vardır, zararı da. Bunun misali bir yılana benzer ki, onun hilesini bilen kimse yılanı yakalayıp onun dişlerini söker, sonra ondan tiryak (panzehir) elde eder. Bunu gören cahil biri yılanı tutarsa yılan onu sokar ve o kişi helak olur. Öyleyse beş şeye dikkat gösteren kimse malın zehrinden korunabilir; 1-Malın maksadı nedir, hangi gaye için yaratıldı diye düşünmelidir. Tâ ki sadece o gaye ile bu mal arasında bağlantı kurulsun. 2-Malın gelişi ve kazanılmasının şeklini siki bir şekilde kontrol etme­lidir. Ona asia caiz olmayan bir yolu karıştırmamalıdır. Mesela; kendisinde rüşvet şüphesi bulunan hediye veya kendisinde zillet endişesi bulunan dilenmek gibi. 3-İhtiyacından fazla olan miktarı yanında bırakmamalıdır. Gerçek olan ihtiyaç mik­tarını bulundurmak bir mecburiyettir. Ondan fazlası derhal harcanmalıdır. 4-Har-cama şeklini kontrol etmelidir. Böylece gereksiz harcama yapılmış olmaz ve ha­ram olan bir yere sarf edilmiş olmaz. 5-Malın geüşinde, harcanmasında ve zaru­ret kadar saklanmasında kısaca her şeyde halis niyet olmalıdır. Maksadımız sa­dece Allah Rızası olmalıdır. Malı yanında tutarken ya da harcarken bunu sadece Allahu Teâlâ'ya itaat etmede güç kazanmak niyetiyle yapmalıdır. İhtiyacından fazla olanı boş ve işe yaramaz kabul ederek hemen harcamalıdır. Onu zelil ka­bul ederek harcamalı ona değer vermemelidir. Bu şartlarla birlikte kişide mal bu­lunması zarar vermez. Bundan dolayıdır ki Hz. Ali radıyaiiahu anh şöyle buyurmuş­tur: "Eğer bir insan (kendi menfaati olmadan) sadece Allahu Teâlâ için bütün dünyanın malını alıyorsa o zahiddir. Eğer bir insan küçük ve basit bir malı bile almıyorsa ve bu hareketi Allah için değil de (dünya çıkarı, makam sevgisinden dolayı ise) o kimse dünyacıdır.[2]Bir hadiste şöyle buyuruluyor; "Bu mal yemyeşil, taptaze ve tatlıdır. Kim o-nu Hakka uygun olarak elde ederse, onun için mal bereketli kılınır". Diğer bir ha^ dişte şöyle buyurulmuştur; "Dünya, kendisini ahiret azığı yapan ve (onun sebe­biyle) Allahu Teâiâ'yı razı eden kimse için ne güzel bir evdir! Kendisini ahiretten alıkoyan ve Allahu Teâlâ'nın rızasını kazanma hususunda eksiklik meydana ge­tiren kimse için dünya ne kötüdür![3]Kısaca pek çok rivayetlerde bu konu geçmektedir. Şöyle ki; mal aslında kötü bir şey değildir, güzel bir şeydir, işe yarayıcıdır ve pek çok dini ve dünyevi faydalar ona bağlıdır. Bundan dolayıdır ki, hadislerde nzık kazanmak ve mal el­de etmekle ilgili teşvikler de geçmektedir. Ancak onda zehirli ve helak edici mad­de vardır. Kalpler de genellikle hastadır. Bundan dolayı sık sık Kur'an-ı Kerim ayetleri ve hadisi şeriflerde onu çoğaltmak ve arttırmaktan sakınmaya teşvik edil­miştir. Onun çokluğu özellikle istenmeyen hatta tehlikeli bir şey olduğu bildirilmiş­tir. Bundan dolayı Rasûlullah sat/aiiahu aleyhi veseiiem, "Allahu Teâlâ hangi kutunu severse, siz hastalarınızı sudan koruduğunuz gibi onu dünyadan korur ve ihti­mamla onu dünyadan sakındırır" demiştir.[4] Halbuki su o kadar önemli ve zaruri bir şeydir ki, hayatın kaynağı buna dayanmaktadır. Onsuz hayat devam edemez.Ancak bütün bunlara rağmen eğer doktor bir hasta için suyun zararlı olduğunu söylerse, hastayı sudan alıkoymak için çeşit çeşit tedbirler alınmaktadır. Bunun se­bebi nedir? Çünkü malın çokluğundan dolayı genellikle insana çok çeşitli zararlar ulaşır. Bunun sebebi şudur; bizim kalplerimiz malın sarhoşluğundan tesir alma­yacak kadar saf ve temiz değildir. Bundan dolayı Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Sizden su üzerinde yürüyüp de ayağı ıslanmayan kim v^h-dır?" Sahabeler, "Ya Rasûlallah! Öyle bir kimse yoktur" dediler. Rasûlullah sallatia-hu aleyhi veseiiem, "işte dünyaya dalan kimsenin hali de böyledir ki, onun günah­lardan sakınması zordur"[5] Müşahede ile de görülmüştür ki, cimrilik, haset, kibir, ucub, kin, riya, gurur ve diğer kalp hastalıkları ve bütün günahlar mal yüzünden çok çabuk ve çok fazla meydana gelir. Aynı şekilde malın çokluğundan dolayı serserilik, şarap içmek, kumarbazlık, faiz yemek ve diğer başka çeşit şehvani günahlar sıkça işlenir. Daha sonra malın tabii sevgisi kalbe öyle yerleşir ki, insanın ne kadar fazla malı olursa olsun devamlı bundan daha fazla olmasını ister ve durmadan bunun için çalışır. Nitekim birçok rivayetlerde Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Eğer insanın iki vadi dolusu altını olsa, o üçüncüsünü ister". Bütün dünyanın müşahede ve tecrübesiyle sabittir ki, hiç bir şahıs herhangi bir miktara kanaat edici değildir. İllâ Mâşâallah. Bundan dolayı sık sık Kur'an-ı Kerim'de ve hadisi şeriflerde kanaate teşvik edilmiştir. Tâ ki bu açgözlülük ve doymazlık biraz azalmış olsun. Bundan dolayı dünyanın hakikati, onun pisliği ve faniliği açıklanmıştır ki, ona karşı olan sevgi azalsın. Çünkü birşey çabuk bitecekse insan ona neden gönlünü kaptırsın ki! Gönül verilmesi gereken şey ebedî kalıcı ve devamlı işe yarayıcı olmalıdır. Bundan dolayı sabır hakkında bol bol tekid ve teşvik edilmiştir. Tâ ki insan malın azlığını mutlaka musibet zan­netmesin. Aksine bazen bunda da Allah'ın büyük hikmetleri gizlenmiştir. Allahu Teâlâ buyuruyor ki:"Eğer Allah kullarına rızkı bolca vermiş olsaydı, yeryüzünde azgınlık çıka­rırlardı".                                                                                                   (Şûrâ-27)

Nitekim tecrübeyle sabittir ki, malın çok olduğu yerde, haddinden fazla fe-sad vardır. Malın çokluğu maksad olmadığından ve tabii olarak insanların kalple­ri ona meylettiğinden sık sık dilenmenin yasak olmasından ve çirkinliğinden bah­sedilmiştir. Çünkü insan mecbur olmadığı halde, mal sevgisi ve onu çoğaltma düşüncesinden dolayı dilenmeye başlamaktadır. Zira bunda hiçbir gayret sarfet-mek gerekmemektedir. Biraz dili hareket ettirince mutlaka ufak tefek bir şeyler ele geçmekte ve bu yolla mal artmaktadır. İşte bu üç konu hakkında (1-Kanaat, 2-Musibetlere sabır, 3-Dilenmenin kötülenmesiyle ilgili) bazı ayetler ve hadisleri bu bölümde yazıyoruz.

 

Zühd, Kanaat Ve Kimseye El Açmamaya Teşvik Hakkında Ayetler

 

"İnsanlara, kadınlar, oğullar, yüklerle altın ve gümüş yığınları, besili atlar, davarlar ve ekinler kabilinden şehvet sevgileri zinetli gösterildi. Oysa bun­lar dünya hayatının geçici malıdır. Halbuki akıbetin güzelliği Allah'ın katın-dadır. / (Ey Muhammedi) de ki: "Size bundan daha hayırlısını haber vere­yim mi? Allah'tan korkanlar için Rableri katında altlarından ırmaklar akan, içinde edebi kalacakları Cennet'ler, tertemiz eşler ve (onlardan daha üstün olarak) Allah'ın rızası vardır. Allah kullarını çok iyi görür". / Onlar şöyle der­ler: "Rabbi'mizl Şüphesiz biz iman ettik. Günahlarımızı bağışla ve bizi Ce­hennem azabından koru". / Onlar, sabredenler, doğru söyleyenler, (Allah'a) itaat edenler mallarını Allah yolunda harcayanlar ve seher vakitlerinde af dileyenlerdir.                                                       (Â!i İmran-14,15,16,17)

İZAH: Allahu Teâlâ bütün bunların sevgisini, şehvetlerin sevgisi olarak ifade etmiştir. İmam Gazali mhmetuiiahi aleyh buyurdu ki: "Aşırı şehvetin adı aşktır. Bu ise düşünce ve fikirlerden boş olan kalbin hastalığıdır. Bunu ilk başlangıcından itibaren tedavi etmelidir. Şöyle ki, ona olan nazar ve iltifat azaltılmalıdır. Aksi halde iltifat arttıkça, ondan dönmek zorlaşacaktır. Ama bu başlangıçta kolaydır. Diğer şeylere olan aşkın durumu da böyledir. Mal olsun, makam olsun, gayri menkul olsun, evlad olsun, hatta (güvercin gibi) kuşlarla oynamak ve satranç vs. ile oynamanın hali de aynıdır. Bunlar insanın üzerine musallat olduklarında onun din ve dünya­sını berbat ederler. Bunun misali, bir bineğe binmiş adama benzer ki, hayvan başka tarafa yöneldiği anda onun dizginini öbür tarafa çevirir. O vakit çok kolay bir şekilde her tarafa yönelir. Ancak o hayvan herhangi bir kapıdan içeri girerse sonra hayvanın sahibi de kuyruğundan tutup geri çekmek isterse artık çok çetin bir zorlukla karşılaşır, öyleyse yukarıda sayılan şeylerin hepsinin sevgisini baş­langıçtan itibaren kontrol altına almalıdır ki, itidal sınırını aşmasın"[6]Alimler de­miştir ki, dünyada bulunan her şey şu üç kısma dahildir. 1-Madeniyyat (maden­ler), 2-Nebâtât (bitkiler), 3-Hayvanat (canlılar). Allahu Teâlâ yukarıdaki ayetlerde bu üçünden örnekler zikrederek dünyanın bütün maddelerine dikkatleri çekmiştir. Hanımlar ve çocukları zikrederek aile efradı, akraba-i taallukata, dostlara, kısaca insanî sevgililere dikkat çekmiştir. Altın ve gümüşü zikrederek, madenleri, atları ve davarları zikrederek her çeşit canlılara, ekinlerle her türlü bitkiye dikkat çek­miştir. İşte bütün bu şeyler, dünya varlıklarıdır.[7]Allahu Teâlâ bütün bunları sayıp onlara dikkat çekerek (özetle) şöyle buyur­muştur: Bütün bunların hepsi şu birkaç günlük hayatı geçirmek için gerekli şeyler­dir. Onlardan hiçbiri sevilmeye ve gönül verilmeye layık değillerdir. Gönül verilmesi gereken şeyler sadece kalıcı olan, edebi devam edecek olan ve devamlı işe yara­yacak olanlardır. Onlarında en büyüğü Allah'ın Rızası'dır, O'nun hoşnutluğudur, O'nun rızası dünya ve ahiretteki her şeyin üzerindedir ve her şeyden üstündür.Kur'an-ı Kerim'in başka bir yerinde Cennet nimetleri zikredildikten sonra şöyle buyurulmuştur:"Allah'ın rızası ise her şeyden daha üstündür. En büyük kurtuluş işte budur"(Tevbe-72)Gerçek şudur ki, Allah'ın rızasına dünyanın hiçbir şeyi eşit olamaz. Ahire-tin de hiçbir nimeti ona denk olamaz. Yukarıdaki ayetlerde dünyanın bütün arzu duyulan şeyleri geniş olarak zikredilerek, bütün bunların sadece dünya hayatının sebepleri olduğu vurgulanmıştır. Sonra Kur'an-ı Kerim'de sık sık bu şeye dikkat çekilerek çeşitli ifadelerle nasihat edilmiştir. Bazen dünyayı talep etmek kötülenmiş, bazen dünyayı tercih edenlerin kabahati beyan edilmiş, bazen dünyanın sebat­sızlığına dikkat çekilmiş bazen de onun sadece bir aldatmaca olduğu söylenmiş­tir. Tâ ki onun hakikati iyice zihne yerleştirilsin. Çünkü dünya ve dünyanın her şeyi geçicidir. Sadece ihtiyaçları görmeye yarayan şeylerdir. Bunlar ne devamlıdır ne de gönül verilecek şeylerdir. Bununla ilgili birkaç ayete burada dikkat çekiyorum.

1) İşte onlar ahireti verip dünya hayatını satın alanlardır. Onların aza­bı hafiflemeye çektir. Yardım da olunmayacaklardır.                                                                                                 (Bakara-86)

2)  İnsanlardan bir kısmı, "Rabbi'miz! Nimetlerini bize dünyada ver" der (onların alacaklarının hepsi dünyada verilir). Bunların ahirette hiçbir na­sibi yoktur. / Onlardan bir kısmı da, "Rabbi'miz! Bize dünyada da iyiliği ver ahirette de iyiliği ver. Ve bizi Cehennem azabından koru" der, / İşte onların (güzel amel işleyerek) kazandıklarından paylan vardır.                                                                 (Bakara-200,201,202)

3)  İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah'ın rızasını kazanmak için ca­nını verir. Allah (böyle) kullarına karşı çok merhametlidir.                                                                                               (Bakara-207)

4) İnkar edenlere dünya hayatı süslü gösterildi. Onlar iman edenlerle alay ediyorlar. Oysa kıyamet gününde Allah'tan korkanlar (küfür ve şirkten sakınanlar) onlardan üstündürler. (İnsan yalnız geçiminin bolluğundan do­layı gururlanmamalıdır. Çünkü) Allah, dilediğini hesapsız şekilde rızıklandı-nr. (O halde zenginlik övünülecek şey değildir).                                                                                                 (Bakara-212)

5) Biz (dünya hayatındaki) bugünleri insanlar arasında evirip çeviririz (yani bazen bir kavim galip olur, bazen diğeri galip olur). Öyleyse galip ve­ya mağlup olmak fikrinden daha Önemli ve daha zaruri fikir ahiret fikridir.                                                                                         (Ali İmran-140)

6) Ey Muhammedi De ki: "Dünyanın menfaati pek azdır (birkaç gün­dür). Ahiret ise Allah'tan korkanlar için daha hayırlıdır. Ve kıl kadar zulme uğramazsınız". / Nerede olursanız olun Ölüm sizi yakalar. Sağlam yapılmış kalelerde bulunsanız bile... (Madem ki mutlaka Ölmek vardır. Onu her an düşünmek gerekir).                                                                                                                                                                     (Nisa-77,78)

7) Size itaat alâmeti atana (mesela selam verene veya Kelime-i Tev-hid'i söyleyene) dünya hayatının menfaatini gözeterek "Sen mü'min değil­sin" demeyin. Allah katında çok ganimetler vardır.                             (Nisa-94)

İZAH: Bazı müslümanlar, kendilerinin Müslüman olduklarını söyleyen bazı kafirleri ganimet malı arzusundan do!ayı katletmişlerdi. Bunun üzerine yukarıdaki ayetler nazil olmuştur. Bu çirkin hareket sadece şu bedbaht dünyanın malını ka­zanmak için işlenmişti. Pek çok hadislerde bu olay genişçe anlatılmıştır. Bir ha­diste şu da geçmektedir: Bir Müslüman bir kafire hamle yaptı. O hemen Kelime-i Şehadet okudu. Müslüman yine de onu öldürdü. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bunu duyunca o müslümanı sorguya çekti. O, "O şahıs sadece korktuğundan do­layı Kelime-i Şehadeti okudu" diye bir mazeret ileri sürdü. Bunun üzerine Rasû­lullah sailaiiahu aleyhi vesellem, "Sen onun kalbini yarıp da korkudan okuduğunu gör­dün mü?" buyurdu. Daha sonra o (öldüren) Müslümanın ölümü çok kötü bir şekil­de olmuştur.[8]Allahu Teâlâ hiçbir yerde haddi tecavüz etmeye müsaade etme­miştir. Başka konuya girmiş olacağımızdan bunu yazmıyorum. Ancak sadece dünyevi çıkarlar için kafirlere haksızlık yapılmasına dinimiz asla izin vermez. Bu konuda pek çok ayet ve rivayetler varid olmuştur. Maide sûresinin başında Alla­hu Teâlâ şöyle buyurmuştur:"Sizi Mescid-î Haram'dan menettiği (umre yapmadan Mekke-i Mükerreme'-nin yakınından maksadınıza ulaşamadan geri döndüğünüz) için bir kavme (Mekkeli kafirlere) olan öfkeniz, sakın sizi onlara karşı haddi aşmaya sevk etmesin. İyilikte ve takvada yarışın. Günah işlemek ve düşmanlık yapmak­ta yardimlaşmayın"                                                                                               {Maide-2)

Bu sûrenin başka bir ayetinde şöyle buyurulmuştur:"Ey İman edenler! Allah'ın rızasını kazanmak için hakkı ayakta tutanlar (O'nun hükümlerine tam olarak yapışanlar) ve adaletle şahitlik yapanlar olun. Bir kavme olan düşmanlığınız sîzi adaletsizliğe sevk etmesin"                                                           (Maide-8)

Hülasa pek çok yerde bu konulara dikkat çekilmiştir. Dünya sevgisi insa­nın aklını bile işe yaramaz hale getirir.

8) Dünya hayatı eğlence ve oyundan başka bir şey değildir. Ahiret yurdu ise, Allah'tan korkanlar için daha hayırlıdır. Aklınızı kullanmaz mı­sınız? (Bu kadar açık bir şeyi anlayamıyorsunuz. Dünyanın oyun ve eğlen­cesinin, ahiretin üstün ve güzel hayatıyla hiçbir ilgisi ve benzerliği yoktur).                         (En'am-32)

9) Dinlerini oyun ve eğlence edinen ve kendilerini dünya hayatının aldattığı kimseleri bırak (onlardan ayrı dur).                                                                                                                                            (En'am-70)

10) Şüphesiz ki, bugün siz (Öldükten sonra) ilk yarattığımız gibi (ayrı ayrı doğduğunuz gibi) teker teker huzurumuza geldiniz. Verdiğimiz her şeyi (mal, mülk ve eşyaları) ardınızda bıraktınız.                                

(En'am-94)

İZAH: Yani insan annesinden doğduğu zaman malı, mülkü olmadığı gibi, aynı şekilde tek başına kabrin kucağına gider. Bütün bunlar, burada kalacaktır. Ancak kişi kendi hayatında Allah'ın hazinesine bir şeyler yatırdıysa o biriken mal kendisine tam olarak ödenecektir. Üstelik Hazîne-i Şahâne'den ona ilave de yapılacaktır.

11) Dünya hayatı onları aldatmıştır.                                                                                 (A'raf-51)

12) Nihayet onların (iyilerin) ardından yerlerine kötüler gelip kitaba varis oldular. (Onlar öyle haram yiyicilerdi ki, kitabın hükümleri karşılığın­da) şu alçak dünyanın geçici menfaatini alırlar. Ve "Biz muhakkak af oluna­cağız (çünkü biz Allah'ın sevgili kullarıyız)" derler.                                                                        (A'raf-162)

13) Allah'tan korkanlar için ahiret yurdu daha hayırlıdır. Hiç aklınızı kullanmaz mısınız. (Böyle apaçık bir şeyi dahi anlamıyorsunuz).                                                                                        (Araf 169)

14) Biliniz ki sizin için mallarınız ve evlatlarınız ancak bîr imtihandır. (Tâ ki Biz, kimin onların sevgisini tercih ettiğini, kimin de Allah sevgisini tercih ettiğini, imtihan edelim). Ve yine biliniz ki (kim Allah sevgisini tercih ederse, dünya hayatını, ahiret hayatı için değerlendirirse, onun için) Allah katında büyük mükafat vardır.                                                                                                                                                              (Enfal-28)

15) Siz dünya malını istiyorsunuz. Allah sizin için ahireti istiyor. (Yani ahireti düşünmenizi ve her an ona hazır olmanızı diliyor).                                                                                              (Enfal-67)

16) Yoksa siz, ahiretin karşısında sadece dünya hayatına mı razı ol­dunuz? Halbuki, dünya hayatının geçici zevki, ahiret saadeti yanında pek az ve değersizdir.                                                                                   (Tevbe-38)

17) Bizimle karşılaşmayı ummayanlar, dünya hayatına razı olup, o-nunla rahat edenler ve ayetlerimizden gafil olanlar, işte onların yaptıkların­dan dolayı varacakları yer Cehennem ateşidir.                          

(Yunus-7,8)

18) Ey İnsanlar! Azgınlığınız ancak kendi aleyhinizedir. Dünya haya­tında (birkaç gün ondan) faydalanırsınız. Sonra Bize döneceksiniz. Bütün yaptıklarınızı size haber vereceğiz. / Dünya hayatı ancak, gökten indirdiği­miz şu suya benzer: O su, insan ve hayvanların yediği, birbirine karışmış bitkilerin meydana gelmesine sebep olur. Yeryüzü o bitkilerle süslenip be-zendiği sahipleri de bu mahsulütoplayıp ondan faydalanmaya kendilerini kadir zannettikleri bir sırada geceleyin veya güpegündüz ona emrimiz (âfâ-tımız fırtına, dolu, çekirge vs. şeklinde) gelir de orası bir gün önce hiç yok­muş gibi olur. (İşte dünya hayatı ve onun parlaklığı, süsü ve ziyneti de ay­nen böyledir. O bütün tazeliği ve tüm süsü ve ziynetine rağmen bir an için­de öyle yok olur gider ki, sanki daha önce hiç yokmuş gibi olur). Aynı şekil­de biz ayetleri, düşünen bir topluluk için böyle açıklarız. (Düşünmek isteme­yen ne anlar ki?) / Ve (dünyanın, onun süs ile zîynetinin devamsız ve tehli­keli olmasından dolayı) Allah kullarını emniyet yurdu (daîmî, tehlikesiz) ve huzur dolu olan Cennet'e davet eder ve dilediğini doğru yola sevk eder                                                                                                   .(Yunus-23,24,25)

19) Ey Muhammedi De ki: "(Kur'an-ı Kerim'de böyle güzellikler bu­lunduğuna göre) Allah'ın lütfü ve rahmetiyle (ancak bununla) sevinsinler (çünkü O bize bu kadar büyük nimet ihsan etmiştir). Bu onların biriktirdik­lerinden daha hayırlıdır (çünkü dünya menfaati çok azdır ve çok çabuk zâll olur. Kur'an-ı Kerim'in faydası ise çok fazla ve devamlıdır).                                                                                              (Yunus-58)

20) Kim (iyi ameliyle) dünya hayatını ve onun ziynetini (mal, mülk, şöhret ve nam vs.) isterse, Biz onlara yaptıklarının tam karşılığını veririz. Onların dünyada bir şeyleri de eksiltilmez. / İşte bunlara, ahirette de Cehen­nem ateşinden başka bir şey yoktur. Orada yaptıkları ahirette boşa çıkmış­tır. Zaten işledikleri batıldır (boştur).                                                                                                                                               (Hûd-15,16)

21) Allah dilediğinin rızkını genişletir. Dilediğinin rızkını daraltır (Al­lah'ın rahmet ve gazabının kaynağı bu değildir). Onlar dünya hayatıyla se­vinirler (ve onun oyun, eğlence rahat ve konforundan dolayı şımarırlar). Halbuki dünya hayatı ahirete göre az bir maldır. (Yani hiçbir şey değildir. Birkaç günlük dünya hayatı nasıl olsa geçecektir).                                                                                                     (Rad-26)

22) Kafilerden (ister müşrik olsun ister kitap ehli) bir kısmına verdiği­miz çeşitli dünya nimetlerine (süs, ziynet, mal, mülk, rahat ve keyfe) heves­lenip gözlerini kaldırıp bakma (çünkü onlar bundan birkaç gün faydalana­caktır. Sonra hepsi yok olacaklardır).                                                                                      (Hicr-88)

23) Sizin elinizdeki (dünyadaki) şeyler sonunda (bir gün sizin ölme­nizle veya malın zayi olmasıyla) biter. (Her iki durumda da yok olur). Allah'ın katındakiler ise tükenmez.                                                            

(Nahl-96)

24) Bunun (yukarıdaki ayette zikredilen azabın) sebebi dünya hayatı­nı ahirete tercih edip sevmeleridir.                                          

(Nahl-107)

25) Kim geçici dünya hayatını isterse (amellerinin karşılığını sadece dünyada isterse) Biz dünyada dilediğimize dilediğimiz kadar veririz. (Herke­se vermemiz de şart değildir. Kime istersek ona veririz. Herkesin istediğini de vermemiz şart değildir. Kime ne kadar istersek o kadar veririz). Sonrada ona Cehennem'i hazırlarız. Oraya perişan bir halde, Allah'ın rahmetinden kovulmuş olarak girer. / Kim de mü'min olarak ahireti diler onun için gere­keni yaparsa, işte onların amelleri Allah katında makbuldür. / Rabbi'nin ih­sanından her birine hem onlara hem bunlara (dindar olsun veya dünyadar olsun) veririz. Rabbi'nin (dünya) nimetleri kimseye yasak edilmiş değildir. / İnsanlardan bir kısmını (ister Müslüman olsun ister kafir) diğerinden nasıl üstün kıldığımıza bir bak! (Bir kişi çalıştığı halde az kazanır, bir başkası ça­lışmadan eline çok geçer. Çünkü bu nimetleri veren bîr başka Zat vardır). Şüphesiz ki ahiret (imanlı olmak şartı ile bu dünyadan) derece itibariyle da­ha büyük, fazilet yönüyle de daha üstündür.                                                                                  (İsra-18,19,20,21)

26) Sen onlara dünya hayatının misalini ver. Geçici dünya hayatı tıpkı şuna benzer: Biz gökten yağmur indiririz. Yeryüzündeki bitkiler onunla ka­rışıp yemyeşil kesilir. En sonunda da kuruyup rüzgarın savurduğu çerçöp haline gelir, (Dünya hayatı ve onun malı mülkü, oyunu ve eğlencesinin hali de aynıdır. Bugün her şey varken bir anda bir musibet gelir de hiçbir şey kalmaz. Günümüzde gözler bu gibi olaylara şahit olmaktadır). Allah her şe­ye muktedirdir. (Kimi isterse, ne zaman isterse, zengin eder, kimini de çok zenginken fakir kılar. Kimine evlad verir. Kiminin kalabalık evladının hepsi­ni alıp yalnız bırakır. / Mal ve oğullar dünya hayatının geçici ziynetleridir. Baki olan ameller ise sevap olarak Rabbi'nin katında daha hayırlıdır. Ve ümit kaynağı olarak da daha hayırlıdır. (Öyleyse bunları ümit edip, o ümitle­rin gerçekleşmesi için çalışılmalıdır).                                                                                                                                         (Kehf-45,46)

27) (Yukarıdaki ayetlerde kıyametin kopması sûra üfürülmesi zikredil­miştir. İşte o gün mücrimler) aralarında, "Siz dünya hayatında ancak on gün kadar bir şey kaldınız" diye fısıldaşırlar. / Biz onların ne söylediklerini biliriz. O gün onların en akıllıları, "Siz ancak dünyada bir gün kadar bir şey kaldınız" der. / (Ona akıllı denmesinin sebebi onun bir gün demesinin, on gün denmesi karşısında akla daha yakın olmasındandır. Aslında ahiret günleri itibariyle dünyanın bütün hayatı bir gün değil, onun onda biri bile değildir. İşte ahiretin karşısında dünyada geçirilen zamanın hakikati budur)                                                            (Ta'ha-103,104)

28) Ey Muhammed! Bir kısım kafirlere kendilerini imtihan etmek için (verdiğimiz ve) faydalandırdığımız şeylerde sakın gözün kalmasın. (Bunlar bir; imtihandır. Bakalım kim bu mal ve mülk içinde kulluğun hakkını eda edi­yor ve kim eda etmiyor?) Rabbi'nin (ahirette vereceği) rızkı, daha hayırlı ve daha devamlıdır. / Ailene namazı emret, kendin de ona devam et. Biz senden rızık istemiyoruz. Sana rızık veren Biziz. Güzel akibet takva sahiplerinindir.                                                                               (Ta'ha-131,132)

29) İnsanların hesaba çekilme zamanı yaklaştı. Fakat onlar hâlâ gaf­lette, aldırmıyorlar.                                                                        

(Enbiya-1)

30) Onlardan birine ölüm geldiği zaman (ahiret ahvali gözönüne gel­diği zaman) şöyle der: "Rabbi'm! Beni dünyaya geri gönder. / Belki terketti-ğim dünyada salih amel işlerim". (Allahu Teâlâ buyuruyor ki:) "Hayır hayır! öyle değil (ecel vakti ertelenmez). Bu onun söylediği boş bir laftır"           .(Mü'minin-99,100)

31) (Kıyamet günü Allahu Teâlâ onların hasret ve üzüntülerini arttır­mak için) "Yeryüzünde yıl olarak ne kadar kaldınız?" der. / Onlar da, "Bir gün veya bir günden daha az bir zaman kaldık (doğrusu bize rüya gibi geldi. Ne kadar zaman geçtiğini ölçemiyoruz). Öyleyse hesaplayanlara (yani her şeyin hesabını yazan meleklere) sor (ki biz ne kadar az kalmışız)". / Allah şöyle de­di: "Sadece az bir zaman kaldınız. Keşke (dünyanın sadece birkaç gün çok az bir gün olduğunu) bilseydiniz. / Sizi boşuna yarattığımızı ve huzurumuza çıkarılmayacağınızı mı sandınız? (Halbuki Biz Kur'an-ı Kerim'de açık açık beyan ettik ki, Biz insanları ve cinleri ancak ibadet için yarattık").                                                                             (Mü'minun-112,113,114,115)

32) Biz, refah içinde şımarıp azgınlaşan nice ülkeleri helak ettik. İşte (bakın) onların geride bıraktıkları (boş) yerlere! Kendilerinden sonra onların pek azında oturulabilinmiştir.                                                      

(Kasas-58)

33) Size verilen her şey, dünya hayatının geçici malı ve süsüdür. Allah nezdindekiler ise daha hayırlı ve daha devamlıdır. Hiç düşünmez misiniz?                                                                      (Kasas-60)

34) Kendisine (ahirette) mutlaka kavuşacağı güzel bir vaadde bulun­duğumuz kimse ile dünya da zevkle yaşattığımız ve sonra kıyamet günü azab için Bize getirilecek kimselerden olan kişi bir midir?            

(Kasas-61)

35) Dünya hayatını arzulayanlar {Karun'un süs ve ziynetlerini görün­ce), "Ne olurdu Karun'a verilenler gibi bizim de olsaydı. Gerçekten o, bü­yük nasibli bir insandır" dediler.                                                       

(Kasas-79)

İZAH: Karun'un ibret verici kıssası geniş olarak zekat vermemenin kötülü­ğünü beyan eden 5. bölümün ayetler kısmında 3 numarada geçmiştir. Sermaye ve servetin bolluğun eğer Allah'ın rızasını kazanmaya vesile kılınmazsa neticesi işte böyle olur.

36) Bu dünya hayati eğlence ve oyundan başka bir şey değildir. Şüp­hesiz asıl hayat, ahiret yurdundadır. Keşke (onlar bu hakikati) bilselerdi!... (O zaman ahiret için nasılda çalışırlardı).                                       (Ankebut-64)

37) Onlar dünya hayatının dış yüzünü bilirler (onun için çalışırlar ve onun uğrunda can verirler). Onlar ahiretten tamamen gafildirler (ne sevap temenni ederler, ne azaptan korkarlar).                                                  (Rum-7)

38) Ey İnsanlar! Rabbi'nizden korkun. Ne babanın evladı namına ne de evladın babası namına hiçbir yardımda bulunmayacağı günden sakının. Şüp­hesiz Allah'ın vaadi haktır. Dünya hayatı sakın sizi aldatmasın (ona dalarak ahireti unutmayın). Allah'ın affına güvendirerek sakın o aldatıcı şeytan sizi aldatmasın. (Yani siz şeytanın aldatmasına kapılarak Allah'ın azabından ga­fil kalırsınız ve bize azab edilmez diye düşünmeye başlarsınız).                                                                                                    (Lokman-33)

İZAH: Hz. Said bin Cübeyr mhmetuiiahi aleyh buyurdu ki: Sizi şeytan Allah'ın affı­na güvendirerek sakın aldatmasın sözünün manası şudur; "Siz hem günah işlersiniz hem de Allahu Teâlâ'nın bağışlayacağını umar durursunuz"[9] Yani günahınıza sağlam olarak tevbe edin ve günah işlememeye tam irade edin ki Allahu Teâlâ'dan mağfiret talep etmeye yüzünüz olsun. Sonra geçmiş günahlarınız için Allahu Te­âlâ'dan mağfiret isteyin. Gün boyu günahlarla yüzünüzü karartıp ve dilinizle "Allah'ım! Sen affeyle" deyip durmanız ahmaklıktır. Bu konu bu bölümün 18 numa­ralı hadisinde genişçe gelmektedir. Ayrıca bu konuda başka ayetlerde gelecektir.

39) Ey Peygamber! Hanımlarına şöyle de: "Eğer dünya hayatını ve sü­sünü istiyorsanız, gelin boşanma bedellerinizi verip hepinizi güzellikle Salı­vereyim. / Eğer Allah'ın rızasını, peygamberini, (onun nikahında, darlık ve yoksulluk içinde kalmayı) ve ahiret yurdunu istiyorsanız, iyi bilin ki, Allah, içinizden iyilikte bulunanlar için büyük bir mükafat hazırlamıştır". (Kim da­ha fazla iyilik yaparsa o kadar fazla ecir ve sevap elde eder).                                                                                           (Ahzab-28,29)

40) Ey İnsanlar! Şüphesiz Allah'ın vaadi haktır. Sakın sizi dünya ha­yatı aldatmasın. O çok aldatıcı şeytan sakın sizi Allah'ın affına güvendire­rek aldatmasın. (Yani siz onun aldatmasına uyup da Allahu Teâlâ'dan gafil kalmayasınız).                                                                                                                        (Fâtır-5)

İZAH: Hz. Said bin Cübeyr rahmetuiiaM aleyh bu ayetin tefsiri hakkında şöyle buyuruyor: Dünyanın aldatması şudur; onunla meşgul olup ahiret hazırlığından gafil kalmaktır. Şeytanın aldatması ise hem günah işlemek hem de Allahu Teâlâ'-nın bağışlamasını temenni etmektir.[10]

41) Firavun'un ailesinden imanını gizleyen mü'mîn adam kendi yakın­larına nasihat ederek şöyle dedi: "Ey kavmim! Muhakkak bu dünya hayatı gelip geçici birkaç günlük geçimlikten ibarettir. Ahiret ise şüphesiz karar kılınacak bir mekandır".                                                                                                         (Mü'min-39)

42) Kim ahiret tarlasını isterse (yani meyve vermesi için tarlaya to­hum atılıp, sonra ona su verildiği gibi kim ahiret ziraatini yapmak isterse, onun için tohum atıp, onu iman ve salih amellerle büyütürse) Biz onun menfaatini artırırız. Kim de dünya menfaatini isterse (bütün gayretini bu hayata sarfederse) ona dünyada istediğinin bîr kısmını veririz. Ahirette ise hiçbir nasibi yoktur.                                                                                 (Şûra-2Q)

43) Size verilen her şey dünya hayatının metaından başka bir şey değildir. İman edip Rablerine güvenenler, / büyük günahlardan ve hayasız­lıklardan sakınanlar, öfkelendikleri zaman affedenler, / Rablerinin davetine uyanlar namazlarını dosdoğru kılanlar, işlerini aralarında müşavere ile yü­rütenler, kendilerine verdiğimiz rızıklardan Allah yolunda infak edenler / ve zulme uğradıkları zaman yardımlaşanlar için Allah nezdindeki nimetler ise daha hayırlı ve daha devamlıdır.                                                               (Şûra-36,37,38,39)

İZAH: Alimlerin yazdığına göre bu ayetlerde bazı önemli işler ve özel va­sıflar zikredilerek dört halife denilen (Hülefa-i Raşidin'in) hilafet tertibine sırayla işaret edilmiştir.

44) Rabbi'nin rahmeti, onların dünyada topladıklarından daha hayırlıdır.                 (Zuhruf-32)

İZAH: Bundan sonra dünyanın süs ve ziynetleriyle ilgili birkaç şey zikredil­dikten sonra şöyle buyurulmuştur:

"(Önceki ayetlerde altın ve gümüşten tavanlar ve kapılar vs. zikredildikten sonra şöyle buyurulmuştur): İşte bütün bunlar dünya hayatının geçici ma­lından başka bir şey değildir. Rabbi'nin nezdinde ahiret mükafatı ise mutta-kilerindir".                                                                                                                         (Zuhruf-35)

45) Ben cinleri ve insanları sadece Bana ibadet etsinler diye yarattım. / Ben onlardan ne bir rızık diliyorum ne de Beni doyurmalarını istiyorum. / Şüphesiz ki rızık veren, mutlak kudret ve kuvvet sahibi olan ancak Allah'tır.                                                                                               (Zariyat-56,57,58)

46) Bilin ki dünya hayatı sadece bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranız­da bir övünme vesilesi, mal ve evlatların çoğalmasından ibarettir. Bu bir yağmura benzer ki, bitirdiği bitki, çiftçilerin hoşuna gider. Sonra o bitki ku­rumaya yüz tutar. Bir de bakarsın ki, sapsarı kesilmiş, daha sonra da çerçöp haline gelir. (Dünya hayatının süs ve ziyneti ve baharı da aynıdır. Bugün yükseliştedir, sonra çöküş, sonra da zeval vardır). / Ahirette ise şid­detli bir azab Allah'ın bağışlaması ve rızası vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir metadan başka bir şey değildir. / Rabbi'nizin bağışlamasına ve genişliği gökle yerin genişliği kadar olan Cennet'e koşuşun. Bu Allah'ın bir lütfudur. Dilediğine verir. Allah büyük lütuf ve ihsan sahibidir.                 

(Hadid-20,21)

İZAH: İmam Gazali rahmetuiiahi aleyh buyuruyor ki: Çocuğun aklı ermeye başladığı zaman oyun ve eğlenceye dalar. Bu hususta onda öyle bir duygu ve cezbe oluşur ki, ona karşılık başka hiçbir şey kendisine güzel gelmez. Biraz da­ha büyüyünce süs ve ziynet, güzel elbise giyinmek, ata ve diğer bineklere binme arzusu doğar. Artık onun yanında oyun ve eğlencenin lezzeti boş bir şey olarak kalır. Ondan sonra gençliğin lezzetleri coşar. Şehvetinin arzularını yerine getir­mekten başka gözünde hiçbir şeyin değeri kalmaz. Ne mal ve mülkün değeri kalır ne de izzet ve şerefin. Ondan sonra büyüklük, üstünlük, makam ve rütbe cezbesi meydana gelir. Bu duygu önceki duygulara galip gelir. Bütün bunlar dün­yevi lezzetlerdir. Sonra Allah'ın marifet cezbesi meydana gelir Onun karşısında her şey boş bir şey oluverir. İşte bu asıl cezbedir ve en güçlüdür. Özet olarak ilk zamanlar oyun ve eğlenceye rağbet olur. Buluğ çağının başlangıcında şehvet coşar. Yirmi yaşından itibaren makam ve rütbe arzusu başlar. Kırk yaşına yakın ilim ve marifet cezbesi başlar. Buna örnek olarak çocuklar, çocukluk çağında, oyuna karşılık kadınlarla ihtilatı ve rütbeyi boş görürler. Aynı şekilde dünyacılar da, Allah'ın marifetiyle meşgul olanlara gülerler. Allah dostları onları, buluğ ça­ğındaki lezzeti anlamayan çocuklar olarak görürler.[11]

Yukarıda ki ayeti kerimede dünyevi lezzetlerin kısımları zikredildikten sonra, bütün lezzetlerin aldatmaca olduğuna ve işe yarayacak olan sadece ahiret ve ahi-ret hayatı olduğuna dikkat çekilmiştir. Dünyanın bütün lezzetleri önce yemyeşil olup, sonra kuruyan daha sonrada kendisini havanın uçurduğubirekinebenzemektedir.

47) Doğrusu bu insanlar dünyayı severler ve şiddeti ağır olan günü arkalarına atarlar (yani kıyamet günü hakkında ne bir fikirleri vardır ne de bir hazırlıkları. Dünya sevgisi onları kör ettiğinden çok şiddetli musibet gününe zerre kadar aldırmazlar).                                                                                           (lnsan-27)

48) Fakat en büyük felaket (kıyamet) geldiği vakit. / O gün insan dünyada neye çalıştığını hatırlar. / Bir de Cehennem görenlere gösterilir. / Artık her kim azgınlık etmiş / ve dünya hayatını tercih etmişse / muhakkak Cehennem, onun varacağı yerdir. / Kim de Rabbi'nin makamından korkmuş ve nefsini şehevi ar­zulardan men etmişse / muhakkak Cennet onun varacağı yerdir.                                                        (Nâziât-34^1)

49) Muhakkak (kötülükten) temizlenen / Rabbi'nin ismini anıp namaz kılan, mutlaka kurtuluşa ermiştir. / Ne var ki sîz dünya hayatını tercih eder­siniz. / Halbuki ahiret daha hayırlı ve daha devamlıdır. / Şüphesiz bu hü­kümler sahifelerde de vardır. / Onlar İbrahim ve Musa'nın sahifeleridir.                                      (Alâ-14-19)

İZAH: O sahifelerde ki konular pek çok âsâr ve rivayetlerde zikredilmiştir. Bir hadiste şöyle geçmiştir. Hz. Ebû Zer radıyaiiahu anh Peygamber saiiaiiahu aleyhi veseiiem'e, "Kitapların toplamı kaç tanedir?" diye sordu. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseliem, "100 sahife ve 4 kitaptır. Onlardan Hz. Şit aleyhisselam'a 50, Hz. İdris aley-hisseiam'a 30, Hz. İbrahim aleyhisselam'a 10, Hz. Musa aleyhisselam'a Tevrat'tan önce 10 sahife inmiştir. Dört kitaptan Tevrat (Hz. Musa aleyhisselam'a), İncil Hz. İsa aley­hisselam'a, Zebur Hz. Dâvûd aleyhisselam'a Kur'an ise Rasûllerin efendisi Hz. Mu-hammed saiiaiiahu aleyhi veseiiem'e inmiştir" buyurdu. Ben, "Ya Rasûlallah! Hz. İbra­him aieyhisseiam'm sahifelerinde ne vardı?" dedim. Rasûlullah sailaiiahu aleyhi vesei-lem buyurdu ki: "Onda hep misaller (uyanlar) vardı. (Onun bir bölümü şöyleydi;) <Ey galip gelip hükümeti eline geçiren padişah! Ey Mağrur! Ben seni üst üste mal yığasın diye yükseltmedim. Ben seni mazlumun sesini bana ulaştırman (onun feryadına yerinde ulaşman) için seni yükselttim. Çünkü Ben onun feryadını reddetmem. İsterse o mazlum kafir olsun. Eğer akıl sahiplerinin akılları mağlup olmadıysa vakitlerini üç bölüme ayırmaları gerekir. Bir bölümünü Allahu Teâlâ'ya münâcat etmekle geçirmelidir (yani ibadet etmelidir). Bu yüzden vaktinin bir bölü­münü Sen neler yaptım? diye kendini muhasebe etmeye ayırmalıdır. (Muhasebe esnasında kendine şu soruları yöneltmelidir; İyi ameller için ne kadar zaman har­cadın? Günah ve kötülük işlemek için ne kadar zaman ayırdın? Bu zaman içinde hangi iyi amelleri işledin ve hangi kötülükleri yaptın? Hangi ölçüde iyilik yaptın ve hangi derecedeki günahları işledin? Ne kadar vaktini boşuna zayi ettin?) Zama­nının bir bölümünü de kendi caiz ihtiyaçlarına (kazanıp yemeye) ayırmalıdır ki, zamanının bu bölümü önceki iki bölüme yardımcı olsun. Bir de kalp sükûnu ve önceki iki iş için zaman ve fırsat kazanmaya sebep olsun. Her akıllı insan kendi zamanını muhafaza etmeli, kendi meşguliyetine yönelmeli ve kendi dilini koru­malıdır. Kendi sözlerini kontrol eden kimse, boş sözleri az konuşur. Akıllı bir in­sanın görevi üç şey için çalışmaktır: Birincisi, hayatını sürdürmek, yani geçimini düzenlemek. İkincisi, ahiret azığı hazırlamak. Üçüncüsü, caiz olan rahatlık ve dinlenmek (yemek, içmek, uyumak vs. gibi...) Bu üçünden başka hangi şeyde vakit zayi edilirse bu mâlâyani ve boş bir şeydir. İnsan bir söz veya işe başlayın­ca bunun, bu üç şeyden hangisine dahi! olduğunu düşünmelidir". Hz. Ebû Zerradıyailahu anh buyuruyor ki: Ben, "Ya Rasûlallah! Hz. Musa aieyhisseiam'\n sahifele-rinde ne vardı?" dedim. Rasûlullah satiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Hepsi ibretli sözlerdi (onlardan biride şuydu;) <Ben ölüme inandığı halde kişinin herhangi bir şeye nasıl sevindiğine hayret ediyorum (çünkü ölüm her zaman insanın başı üzerindedir. Ne zaman gelecektir bilinmez). Ben ölüme inandığı halde herhangi bir şeye gülen adama şaşıyorum. Dünyayı ve onda meydana gelen değişiklikleri gördüğü halde (mesela bugün çok zengin olanın yarın fakir olup bir parça ekme­ğe muhtaç olması. Bugün bir kimsenin ceza evinde olması, yarın devletin başın­da olması gibi... Bunları gördüğü halde) dünyadan bir şeye güvenen kimseye şa­şıyorum. Kadere İman ettiği halde bir şeye üzülen kimseye şaşıyorum. Kıyamet gününün hesabına inandığı halde amel yapmayana şaşıyorum (çünkü o gün can ve malla ilgili her türlü hesap sadece iyi ameller ile tamamlanacaktır. Kişinin ya­nında iyi amel olmazsa hesabın tamamlanması için başkalarının günahını kendi üzerine alması gerekir)>". Ben "Ya Rasûlallah! Size de Hz. İbrahim aieyhisseiam ve Hz. Musa aieyhisseiam'm sahifelerinden bir şeyler nazil oldu mu?" dedim. Ra­sûlullah sallaiiahu aleyhi veseiiem, "Evet şu ayet nazil oldu;Mutlaka kurtuluşa ermiştir. Günahlardan temizlenen...(Alâ-14,15,16,17)[12]Hz. İbni Abbas radıyailahu anhuma diyor ki: Allahu Teâlâ Necm sûresinde Hz. ibrahim aieyhisseiam ı şöyle övmüştür;"O İbrahim ki, (Allah'tan gelen vahyi) tam olarak ifa etti".      (Necm-37)

Yani İslam'ın bütün parçalarını yerine getirdi manasındadır. İslam'ın toplam »0 parçası vardır. Bunlardan 10 tanesi Tevbe sûresinin şu ayetlerinde zikredilmiştir.[13]

"Şüphesiz ki Allah Müminlerin canlarını ve mallarını Cennet karşılığında satın almıştır",..                                                                                

(Tevbe-111)

Bunlardan 10 tanesi Ahzab sûresinde şu ayetlerde zikredilmiştir.

"Müslüman erkeklere ve müslüman kadınlara..."                                                                (Ahzab-35)

Bunların 6 tanesi Mü'minûn sûresinin ilk ayetlerinde zikredilmiştir.

"Gerçekten mü'minler kurtuluşa ermiştir"...                                                               (Mü'minûn-1)

4 tanesi Meâric sûresinde zikredilmiştir.

"Hesap gününün doğruluğuna kesinlikle inananlar..."                                                (Meâric-26)

Bunların toplamı 30 tanedir. Kim bunlardan biriyle Allah'ın huzuruna gider­se, o İslam'ın bir parçasıyla gitmiş olur.[14]

50) Çoklukla övünmek sizi tâ kabirlere varıncaya (ölünceye) kadar (ahiretten) gafil kıldı. / Hayır! (Bunlar asla övülecek şeyler değillerdir). Ya­kında (kabre girer girmez) bileceksiniz (dünya neydi ve ahiret nedir). / Yine hayır! (Bu şeyler asla iltifata layık değillerdir). İlerde (kabirden çıkıp mahşe­re varınca) bileceksiniz. / Hayır! (Bunlar asla övünülecek ve iltifat edilecek şeyler değillerdir). Eğer siz kesinlikle (Kur'an ve hadisler ışığında bunların övünmeye layık şeyler olmadığını) bilseydiniz (ölümden sonra bildiğiniz gi­bi asla bunlarla oyalanmazdınız). / And olsun! Kızgın ateşi muhakkak göre­ceksiniz (o hayal mahsulü bir şey değildir). / Sonra yine and olsun! Onu, gözünüzle muhakkak göreceksiniz (yani onu görmek kesin ve kafidir). / Sonra mutlaka o gün (Allah'ın nimetlerinin hakkını nasıl ödediniz? diye) ni­metlerden sorulacaksınız.                                                                                                                                                        (Tekâsür sûresi)

İZAH: Bu nimetlerin sorgulanmasıyla ilgili pek çok tafsilat bir çok hadisler­de geçmiştir. Zikredilen bütün açıklamaların hepsi misal şeklindedir. Allahu Te-âlâ'nın her zaman her an her insan üzerinde yağmur gibi yağan nimetlerini kim kuşatabilir veya sayabilir? Allahu Teâlâ'nın yüce irşadı tamamen haktır,

"Allah'ın nimetlerini saymaya kalksanız bitiremezsiniz"                                   (ibrahim-34, Nahl-18)

Bir hadiste Rasulullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bu sûreyi okudu ve"Sonra mutlaka o gün nimetlerden sorulacaksınız" (Tekâsür-8) ayetini oku­duktan sonra şöyle buyurdu; "Siz Rabbi'nizin huzurunda soğuk suyun hesabını vereceksiniz. Evlerin gölgesinden sorulacaksınız (çünkü Allah güneşin sıcağın­dan ve yağmurdan korunmak için bu gölgeyi -ve gölgeliği- ihsan etmiştir). Karın doyuran yemekten sorulacaksınız. Bedeninizin sıhhat ve selamette olmasından sorulacaksınız (çünkü Allah sapasağlam el, ayak, göz, kulak, burun vs. verdi. Onların hangi hakkını eda ettiniz?) Tatlı uykunun hesabı sorulacaktır. Hatta eğer sen bir kadını nikahlamak istediğinde aynı kadını başka bir kimse de istediyse ve Allahu Teâlâ da o kadını seninle evlendirdiyse, bu nimetinde hesabı sorulacaktır. Çünkü bu Allah'ın sana bir ihsanıdır. Zira kızın velisinin kalbine kızı seninle ni­kahlaması başkalarıyla nikahlamaması fikrini Allahu Teâlâ koymuştur". İnsan, hadisi şerifte zikredilen bu şeyleri dikkatlice düşünürse kendi üzerine her vakit Allahu Teâlâ'nın ne kadar ihsanı olduğunu tahmin edebilir. Bu nimetlerde fakir ve zengin hepsi ortaktır. Her an üzerine Allah'ın sınırsız nimetler yağdırmadığı han­gi aşırı yoksul ve fakir vardır? Sıhhat ve azaların sağlam olması bu nimetlerden biridir. Ondan daha üstünü ise her an nefes alıp vermektir. Bu öyle bir nimettir ki her canlıya nasip olmuştur.Bir başka hadiste şöyle geçmektedir. Bu sûre (Tekâsür sûresi) nazil oldu­ğunda bazı sahabeler, "Ya Rasûlallah! Bizde hangi nimetler var kil Bir arpa ekme­ği var. O da açlığın yarısını giderecek kadar. Karnımızı doyuracak kadar bile değil" dediler. Bunun üzerine Allah celie celaiuhu şöyle vahyetti: "(Ey Habibim!) Sen onlara söyie; <Siz ayakkabı giymiyor musunuz? Soğuk su içmiyor musunuz? Bunlar da Allahu Teâlâ'nın nimetlerindendir>". Bir başka hadiste şöyle buyurulmuştur: "Kı­yamet günü ilk önce sorulacak nimetler beden sağlığı ve soğuk sudur". Diğer bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Kendisinden sorulacak nimetler şunlardır; Yenilen bir ekmek parçası. Susuzluğu gideren su ve vücudu örten elbise parçası".Yine bir hadiste şöyle geçmektedir: Hz. Ebû Bekr Sıddık radıyaiiahu anh bir defasında şiddetli güneş sıcağında öğlen vakti Mescid-i Nebevi'ye gitti. Hz. Ömer radıyaiiahu anh bunu duyunca o da evinden çıkıp geldi ve Hz. Ebû Bekr radıyaiiahu anh'a, "Bu vakitte buraya neden geldin" dedi. O, "Açlığın şiddeti beni mecbur etti" dedi. Hz. Ömer radıyaiiahu anh bunun üzerine, "Canım kudret elinde olan Zât'a ye­min ederim ki, aynı sıkıntı beni.de mecbur etti" dedi. İkisi bu durumdayken Rasu­lullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem evinden geldi ve onlara, "Siz bu vakitte niçin geldiniz?" buyurdu. Onlar, "Açlığın şiddeti mecbur etti" dediler. Rasulullah saiiaiiahu aleyhi vesel-lem, "Ben de aynı mecburiyetten dolayı geldim" buyurdu. Üçü de kalkıp Hz. Ebû Eyyûb Ensâri radıyaiiahu anh'm evine gittiler. Kendisi yoktu. Hanımı onların gelişine çok sevindi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Ebû Eyyûb nerede?" buyurdu. Hanı­mı, "Ya Rasûlallah şimdi gelir" dedi. Bu esnada Ebû Eyyûb geldi ve acele olarak bir hurma salkımı koparıp getirdi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Bütün salkımı neden kopardın? Onlardan olgun olanları seçip getirseydin" buyurdu. O, "Ya Ra­sûlallah! Olgun, yarı olgun, kuru, yaş her çeşit hurma önünüzde bulunsun. Hangi­sini arzu ederseniz, onu yersiniz düşüncesiyle salkımın hepsini kopardım" dedi. Onlar salkımda bulunan her çeşit hurmadan yediler. Bu sırada Ebû Eyyûb radıyaiia­hu anh bir oğlak kesip acele olarak bir kısmını ateşte kızarttı ve bir kısmını tence­rede pişirdi. Sonra onların önüne getirip koydu. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bir ekmeğin arasına bir parça et koyup, "Bunu Fatıma'ya götür, ver. O da birkaç gün­den beri böyle bir şey yemedi" buyurdu ve onu Ebû Eyyûb'a verdi. Onlar ekmekle eti yediler. Ondan sonra Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Allah'ın bu kadar nimetlerini yediniz. Et, ekmek, olgun ve ham hurmalar". Böyle derken Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem Efendimizin gözleri yaşarmıştı. Buyurdu ki: "İşte kıyamet günü sorgulanacağınız nimetler bunlardır". Sahâbe-i Kiram bunu duyunca ("Demek ki böyle şiddetli açlık halinde yenilen bu şeyler bile hesab sorulmaya değer şeylerdir" diye) çok üzüld-ürler. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bunun üzerine şöyle buyur­du: "Şüphesiz bunların hesabı vardır. Bunun telafisi ve çözümü şöyledir; Yemeğe başladığınız zaman Bismillah deyiniz. Yemekten sonra ise şu duayı okuyunuz:"Bütün hamdler bizi (lütfuyla) doyuran, bize nimetler veren ve bol bol veren Allah'a aittir.[15]Hadis Kitaplarında bu konuda pek çok rivayetler vardır. Maksadımız şu an onları zikretmek değildir. Burada maksadımız sadece şunu göstermektir: Allahu Teâlâ kendi Yüce Kelâmı'nda dünyanın fâni olduğunu, iltifata layık olmadığını, ahiretin karşısında bir hiç olduğunu, onunla meşgul olmanın hüsrana sebep ol­duğunu ve sonunda insanı azaba götürdüğünü ne kadar çok zikretmiş ve sık sık buna dikkat çekmiştir. Burada onlardan sadece 50 ayet örnek olarak zikredilmiş­tir. Bunlardan başka pek çok ayette bu konuya dikkat çekilmiştir. Ne kadar feci, şaşılacak ve insana dokunacak bir şeydir ki, Allahu Teâlâ bu konuda ne kadar uyarı yapıyorsa, bizim tarafımızdan bu konuda o kadar gaflet gösterilmektedir. Artık bundan sonra o yüce dergahta hazır bulunacak hangi yüz vardır ki?"Şikâyet ancak Allah'adır. Yardım talep edilecek Zât ancak O'dur"

 

Musibetlere Sabretmenin Faziletleri Hakkında Ayetler

 

"Şüphesiz ki sizi biraz korku, açlık, biraz da mallar, canlar ve mahsuller-deki eksiklikle imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele! / Onlara bir musi­bet dokunduğu zaman, <Şüphesiz biz Allah içiniz ve mutlaka O'na döne-ceğiz> derler. / İşte Rab'lerinin mağfiret ve rahmeti onların üzerindedir. Ve işte onlar hidayete erenlerin ta kendileridir."                                                                             (Bakara-155,156,157)

İZAH: Musibet zamanında dille Innâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn demek fay­dalı ve mükafata sebeptir. Kalpten onun manasını anlayarak okumak ise daha tesirli olup, mükafat ve itminana sebeptir. Manası şudur: "Biz, hepimiz (malımızla ve canımızla birlikte) Allahu Teâlâ'nın mülküyüz (kendi mülkünde her türlü tasar­rufta bulunmak Mâlikin hakkıdır. Nasıl isterse mülkünü öyle kullanır). Ve biz he­pimiz ancak Allah'a döneceğiz". Yani öldükten sonra herkes oraya gidecektir. Buradaki zarar ve sıkıntıların karşılığı ve sevabı orada bol bol verilecektir. Mese­la dünyada herhangi bir kişi bir zarara uğrasa, eğer o bu zararın karşılığında en kısa zamanda bundan daha fazlasına kavuşacağına inanırsa, o zaman çektiği zarara hiç üzülmez. Aynı şekilde insan Allah indinde çok fazla mükafata kavuşa­cağına inanırsa, o takdirde en ufak bir üzüntüsü kalmaz. Ancak bizlerdeki iman ve yakîn zayıfladığından dolayı az bir meşakkat, az bir sıkıntı ve az bir zarar bile bizim için çok büyük bir musibet olmaktadır. Allahu Teâlâ kendi Yüce Kela­mında bu konuya hem kısaca hem de genişçe dikkatleri çekmiş ve bu dünyanın çok çetin bir imtihan ve ibtila yeri olduğunu ve pek çok konularda imtihan yapıl­dığını anlatmıştır. İnsan bazen maldaki aşırılıktan yani onun nasıl kazanıldığından ve nereye harcandığından imtihan edilir. Bazen de fakirlik ve yoksullukla imtihan edilir. Acaba insan bunları nasıl karşılamaktadır? Ağlayıp, döğıınerek mi yoksa sabır ve sebat ile mi? Bundan dolayı sık sık sabır, namaz ve Allah'a yönelmeye teşvik edilmekte ve, "Siz bugün imtihandasınız. Bu imtihanda sakın kaybetme­yin" diye uyarılarda bulunulmaktadır. Örnek olarak birkaç ayete işaret edeceğim.

1) Sabırla ve namazla yardım isteyin.                                                   (Bakara-45)

İZAH: Hz. Katâde rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Bu iki şey Allah tarafından yar­dımdır. Onlarla yardım alın". Hz. İbni Abbas radıyaliahu anhuma buyuruyor ki: Ben bir defasında Rasûtullah saiiattahu aleyhi veseilem ile birlikte bir bineğe binmiştim. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem buyurdu ki; "Evladım, ben sana birkaç şey söy­leyeceğim. Allahu Teâlâ bunlarla seni faydalandıracaktır". Ben, "Elbette söyleyin" dedim. Buyurdu ki; "Allah'ı koru (yani O'nun hakkını eda et) ki, Allahu Teâlâ da seni korusun. Allahu Teâlâ (nın haklarını) koru ki, O'nu (her zaman yardım için) karşında bulasın. Bolluk halinde Allah'ı tanı (yani hatırla) ki, O musibet vaktinde seni tanısın (yardım etsin). Ve şunu iyi bil ki, sana ulaşan her musibet asla sen­den şaşmazdı. Ve sana ulaşmayan da asla sana ulaşacak değildi. Eğer bütün mahlukat bir araya gelip sana bir şey vermeye çalışsalar, Allah celle ceiaiuhu bunu dilemezse, onların hepsinin asla sana bir şey vermeye gücü yetmez. Eğer onların hepsi birleşerek senden her hangi bir musibeti gidermek isteseler, Allahu Teâlâ bunu istemezse, onlar asla bu musibeti gideremezler. Takdir kalemi kıya­mete kadar olacak olan her şeyi yazmıştır. Sen bir şey istediğin zaman sadece Allah'tan iste. Yardım istediğin zaman yalnız Allah'tan iste. Güveneceğin zaman sırf Allah'a güven. İman, yakîn ve şükürle Allah için amel yap. Ve şunu çok iyi bil ki, hoşa gitmeyen şeylere sabretmek çok üstün bir şeydir. Allah sabırla beraber­dir. Musibetle beraber rahat vardır, darlıkla beraber bolluk vardır. Yani sana bir sıkıntı ulaştığı zaman bil ki, artık bir rahatlık gelmek üzeredir. Bir darlık olduğu zaman bil ki bir bolluk gelmek üzeredir".Bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Bir şahıs aŞ yada muhtaç olur da kendi hacetini insanlardan gizlerse, Allahu Teâlâ ona bir senelik helal rızık vermeyi Ken­di zimmetine alır". Hz. Huzeyfe radıyatiahu anh buyurdu ki: "Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem herhangi bir önemli şeyle karşılaşınca namaza yönelirdi". Rasûlullah saiiai-lahu aleyhi veseilem buyurdu ki: "Önceki peygamberlerin başına bir zorluk gelince ken­dilerini namaza verirlerdi". Hz. İbni Abbas radıyaliahu anhuma bir yolculuğa çıkmıştı. Yolda oğlunun vefat haberini duyunca bineğinden indi, iki rekat namaz kıldı ve okuyarak, "Allahu Teâlâ bize bunu emretti" dedi. Daha sonra şu ayeti okudu:

Hz. Ubâde radıyaliahu anh vefatı yaklaştığı sırada şöyle dedi: Ben her birinizi bana ağlamaktan men ediyorum. Benim ruhum bedenimden ayrıldığı zaman her şahıs güzel bir şekilde abdest alsın ve mescide giderek iki rekat namaz kılsın. Sonra benim için mağfiret duası yapsın. Daha sonra da beni çabucak defnedin.[16]

2) Ey iman edenler! Sabırla ve namazla yardım dileyin. Şüphesiz ki Allah sabredenlerle beraberdir.                                                      

(Bakara-153)

3) Sıkıntı, hastalık, korku ve savaş zamanında sabredenler. (Bakara-177) Bu ayeti kerime, birinci bölümün ikinci numarasında tam olarak geçmiştir.

4) Allah sabredenlerle beraberdir.                                                                                      (Bakara-249)

İZAH: Bu konudaki ayetler Kur'an-ı Kerimin pek çok yerinde nazil olmuş­tur. Allahu Teâlâ sık sık, "Allah sabredenlerle beraberdir" diye teselli ve müjde vermektedir.

5) Bu ayeti kerime bu bölümün birinci numarasında tam olarak geçmiştir.

6) Eğer sabreder, Allah'tan korkarsanız o (kafirlerin) hileleri size hiç bir zarar veremez.                                                                          

(Âli lmran-120)

7) Yoksa, Allah içinizden cihad edenleri belli etmeden (yani henüz im­tihan etmeden) ve sabredenleri ortaya çıkarmadan Cennet'e gireceğinizi mi zannettiniz? (Şunu iyi bilin ki, din için yapılan her çalışma cihada dahildir).                                                                                            (Âlilmran-142)

8) Eğer sabreder ve Allah'tan korkarsanız bilin ki, bu (sabır ve takva) azmi gerektiren işlerdendir.                                                         

(Âli İmran-186)

9) Senden önce de nice peygamberler (imansızlar tarafından) yalan-lanmıştı (onlara çok ağır eziyetler yapılmıştı). Kendilerine yardımımız gele­ne kadar yalanlanmaya ve eziyet olunmaya sabrettiler.                 

(En'am-34)

10) Musa kavmine şöyle dedi: "Allah'tan yardım dileyin ve sabredin. Şüphesiz yeryüzü Allah'ındır. Ona kullarından dilediğini varis (hükümdar) kılar (nitekim o vakit hükümdarlığı Firavuna vermişti). Sonunda kurtuluş Allah'tan korkanlarındır. (Eğer siz sabır ve takvayı seçerseniz sonuç sizin olacaktır)". / (Kavmi Musa'ya), "Sen bize gelmeden önce de eziyet gördük. (Bizim başımıza musibetler yağdırılıyordu. Evlatlarımız öldürülüyordu). Sen geldikten sonra da (başımıza çeşitli musibetler gelmektedir)" dediler. Musa da onlara, "Umulur ki, Rabbiniz, düşmanlarınızı helak edecek ve sizi onla­rın yerine yeryüzüne halife kılacak ve sizin de ne işler yapacağınıza baka­caktır. (Şükür ve itaat mi ediyorsunuz veya nankörlük ve isyan mı işliyorsu­nuz? Sonra amelinize göre size muamele edilecektir)                                                                                  (A'raf-128,129)

11) Şüphesiz ki, Allah müminlerden canlarını ve mallarını, Cennet karşılığında satın aldı.                                                                      

(Tevbe-111)

İZAH: Müslümanların bütün can ve malı Allahu Teâlâ'ya satıldığına göre, Allah ceiie ceiaiuhu kendi yarattığı ve bir de üstelik satın aldığı bu şeylerde dilediği gibi tasarruf yapar. Hatta Müslümanların satmalarının gereği şudur ki, artık ken­dileri satılan malı satın alan Zât'a ulaştırmak için çalışmalı ve ileri atılmalıdırlar. Kaldı ki satın alan, satın aldığı şeyi alınca, buna üzülüp kederlenmemelidir.

12) Sana vahyedilene uy! Allah'ın hükmü gelinceye kadar (onların eziyetlerine) sabret (O dilerse dünyada helak etmek yada ahirette azab et­me kararı verir). Allah hüküm verenlerin en hayırlısıdir,                

(Yunus-109)

13) Eğer Biz, İnsana tarafımızdan bir rahmet tattırıp (rahatlık, zengin­lik vs. verip) sonra onu kendisinden alırsak, şüphesiz ki insan ümitsizliğe düşer ve nankörleşir. / Eğer Biz, insana uğradığı zarardan sonra tekrar ni­metler tattırırsak, "Kötülükler başımdan gitti" der. Şüphesiz insan çok sevi­nir ve çok övünür. / Ancak sabredenler, iyi ameller işleyenler (ne musibet anında Allah'ın rahmetinden ümit keserler ne de rahat ve servet halinde ö-vünürler). İşte onlar için büyük bağışlanma ve mükafat vardır.                                      (Hûd-9,10,11)

14) Kim Allah'tan korkar ve (musibetlere) sabrederse, şüphesiz ki, Al­lah iyilikte bulunanların mükafatını asla zayi etmez.                                                                                                         (Yusuf-90)

15) Bu (nasihati) ancak akıl sahipleri kabul eder. / Bu akıl sahipleri onlardır ki, Allah'ın ahdini yerine getirirler, antlaşmayı bozmazlar. / Allah'ın riayet edilmesini emrettiği (akrabalık haklarına) riayet ederler. Rablerinden korkarlar. (Kıyamet günündeki) hesabın kötülüğünden korkarlar. / Rableri-nin rızası için (musibetlere) sabrederler. Namazı gereği gibi kılarlar. Kendi­lerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık hayır yolunda sarfederler. Kötülü­ğü iyilikle def ederler (yani biri onlara kötü davranırsa yine de onlar o kim­seye iyi davranırlar). İşte bunlar için ahiretin en güzel mükafatı vardır. / O da Adn Cennet'leridir! Oraya onlar ve onlarla beraber, salih olan ana-baba-ları, zevceleri ve evlatları gireceklerdir (mü'min olup da her ne kadar amel­ler ve derece itibariyle onlara eşit olmasalar da Cennet'e gireceklerdir). Me­lekler her kapıdan onların yanlarına girecekler ve "Sabretmeniz (din üzere sebat etmeniz)in karşılığı olarak selam size (artık her afetten korunmuş ol­dunuz) Ahiretin en güzel mükafatı ne hoştur" diyeceklerdir.                                                       (Ra'd-19-24)

İZAH: Hz, ibni Abbas radıyaiiahu anhuma buyuruyor ki: "Cennet'e en aşağı dere­cede ki insana şeffaf inciden bir köşk verilecektir ki, içinde 70 bin oda ve her odada 70 bin kapı vardır. Her kapıdan 70 bin melek selam vermek için geleceklerdir."

16) Şüphesiz ki, Musa'yı mucizelerimizle gönderdik ve ona şöyle de­dik: "Kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar, onlara Allah'ın (nimet verdiği ve azab verdiği) günlerini hatırlat". Şüphesiz bunda her sabredip şükreden için nice İbretler vardır (tâ ki Allah'ın nimetlerine şükretsin ve musibetlere sabretsin. Çünkü sabır ve şükrün her biri Allah indinde istenen ve sevilen bir şeydir).                                                                                    (lbrahim-5)

17) (Kafirler tarafından) zulme uğradıktan sonra, Allah'ın rızası için hicret eden (vatanını terk eden) mü'minleri, dünyada güzel bir yere yerleşti­receğiz. Ahiretin mükafatı ise daha büyüktür. Bir bilseler (ahiretin güzellik­lerini ve büyüklüğünü...) / Bunlar (başlarına gelen musibetlere) sabrederler ve bunlar yalnız Rablerine güvenenlerdir (evlerini bırakırken, Dar-ul İslam'a gidince yeme-içme işi ne olacak? diye düşünmeyenlerdir)             (Nahl-41,42)

18)  Eğer (size zulüm yapanlara) bir ceza verirseniz, size yapılanın misliyle karşılık verin. (Çünkü başkasının zulmüne ondan daha fazlasıyla karşılık vermeye kimsenin asla hakkı yoktur. Bu durum siz karşılık vermek istediğiniz taktirdedir). Ama sabrederseniz and olsun ki bu mutlaka sabre­denler için daha hayırlıdır. / (Bundan sonra özellikle Rasûlullah saiiaiiahu a-leyhi veseiiem'e hitap edilmiş ve onun şanının karşılık vermekten çok yüce ol­duğu söylenerek şöyle buyurulmuştur:) Sen sabret! Senin sabrında ancak Allah'ın tevfiki iledir. Onların (yaptıkları muhalefete karşı) üzülme. Yaptıkla­rı hileden telaşa düşme. / (Onlar sana hiçbir şey yapamazlar. Çünkü sen takva ve ihsan sahibisin). Şüphesiz ki, Allah takva sahipleriyle ve iyilik e-denlerle beraberdir.                                                                                                                                                       {Nahl-126,127,128)

19) Biz kimin daha iyi amel işlediğini imtihan etmek için yeryüzünde­ki şeylerin hepsini yeryüzünün süsü ve yaldızı yaptık.                                                                                            (Kehf-7)

İZAH: Hz. İbni Ömer radıyaiiahu anh diyor ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem bu ayeti kerimeyi okuyunca ben bunun manasını sordum. Buyurdu Ki; "Tâ ki Allah şunu imtihan etsin: Kim çok akıllıdır (akla uygun olanı tercih etmektedir), kim Allah'ın haram kıldığı şeylerden daha fazla sakınmaktadır ve kim Allah'a

itaat etmekte acele etmektedir?". Hz. Hasan rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "İmtihan şudur; Dünyayı bırakmakta en sağlam kimdir?". Süfyân-ı Sevri rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "İmtihan şudur: Dünyada en zahid kimdir?".1 Yani dünya nimetleri ve lezzetlerine en fazla sabreden kimdir?

20) (Ey Muhammedi) Sen kafirlerin asılsız sözlerine sabret. Güneş doğmadan Önce (buna sabah namazı da dahildir) ve güneş batmadan önce (buna öğlen ve ikindi dahildir) Rabbine hamd ile teşbih edip ibadette bulun. Gecenin bir bölümünde (buna akşam ve yatsı namazı dahildir) ve gündü­zün İlk ve son bölümünde de Rabbini teşbih edip ibadette bulun (sık sık teşbih edilmesi söylenmiştir. Burada sabah ve ikindi namazı daha ziyade tekid edilmiştir. Nitekim pek çok hadiste bunların üzerinde durulmuştur. Ayrıca sabah akşam teşbihleri de zikredilmiştir). Tâ ki (bunların karşılığın­da sana ahirette çok fazla sevab verilsin de) sen razı olasın ve sevinesin.                                                    (                                               Tâ'hâ-130)

21) Ey Habibim! (Allah'ın hükmü karşısında) boyun eğenleri (Allah'ın rızası ve Cennet'le) müjdele. / Onlar ki, Allah anıldığında (O'nun azamet ve korkusundan) kalpleri titrer. Onlar uğradıkları musibete sabreden ve na­mazlarını dosdoğru kılanlardır. Onlar kendilerine verdiğimiz rızıklardan hayra sarf ederler.                                                                                                                                                                             (Hac-34,35)

İZAH: Bu ayet birinci bölümün 16 numarasında geniş olarak geçmiştir.

22) Elif, Lâm, Nlîm. / İnsanlar sadece İman ettik demekle bırakılıp (çeşit­li musibet türleriyle) imtihan edilmeyeceklerini mi sanıyorlar? (Böyle olması mümkün değildir. Bu dünya imtihan evidir). / Doğrusu Biz, onlardan önce­kileri de imtihan ettik, (onlardan bazıları kendi davalarında doğru çıktı, bazı­ları da yalancı. Aynı şekilde şimdi de) Allah elbette (İman ve Allah sevgisi niîrrh Mensur davasında) doğru söyleyenleri bilir,yalancıları da bilir. (Nitekim bu gibi im­tihanlarda sadık Müslümanlar bu tür olaylarda, Allah'a daha çok yönelirler. Şahsiyetsiz zavallılar ise daha fazla sapıklığa dalarlar. Nihayet bazıları mür-ted olarak İslam'ı terk ederler. Yahut musibetlerin korkusundan dolayı kö­tülükleri himaye etmeye ve savunmaya başlarlar). / Yoksa kötülüklerde bu­lunanlar, Bizden kaçıp kurtulacaklarını mı sanıyorlar? Ne de fena hüküm veriyorlar"                                                                                                                                                                          (Ankebut-1,2,3,4)

23) Salih amel işleyenlerin mükafatı ne güzeldir. / Onlar (musibetlere) sabrederler ve (her darlıkta) Allah'a tevekkül ederler. / (Siz geçim sebebini­zin ne olacağını düşünüyorsanız o halde şunu da bir düşünün ki;) Canlılar­dan niceleri vardır ki, rıziklarım taşımaktan acizdirler. Onları da sizi de rızık-landıran Allah'tır. O (her isteyenin sözünü) çok iyi işiten ve (herkesin hali­ni) çok iyi bilendir. (Öyleyse O'ndan isteyin. O sizin halinizi çok iyi bilmek­tedir. O ne kadar uygun görürse size o kadar verecektir).

(Ankebut-58,59,60)

24) Şüphesiz sabredenlere mükafatları hesapsız olarak ödenecektir.                         (Zümer-10)

25) İyilikle kötülük bir olmaz (aksine her birinin neticeleri ayrı ayrıdır. O halde) sen kötülüğü en güzel şekilde önle. O zaman aranızda düşmanlık olan kimse, sana sanki samimi bir dost gibi oluverir (yani kötülüğü kötülükle önlemek düşmanlığı azaltmaz, aksine artırır. Ama kötülüğe iyilikle karşılık vermek, eğer o kişi tamamen düşük ahlaklı biri değilse, onu düşmanlığı terk etmeye mecbur eder. Hatta o minnettar olup dost oluverir. Ancak kötü­lük ve eziyetin karşısında iyilik etmek çok zor olduğundan şöyle buyurul-rnuştur:) / Bu haslet ancak sabredenlere (musibetlere tahammül etmeye alışkın olanlara) verilir. Bu haslet ancak hayırdan büyük payı olanlara veri­lir. / Eğer şeytandan seni dürtecek bir vesvese gelirse (mesela, ona iyilik etmekle kendini aşağılamış olursun veya onun cesaret/ artacak vs. gibi vesveseler gelirse), o zaman hemen Allah'a sığın. Şüphesiz O her şeyi işi­ten ve en iyi bilendir.                                                                                                       (Fussilet-34,35,36)

26) İnsan menfaat istemekten usanmaz. Kendisine bir kötülük doku­nunca da hemen ümitsizliğe ve karamsarlığa düşer (Halbuki Allah'tan asla ümit kesmemek gerekir). / Şayet ona dokunan bir zarardan sonra Tarafı­mızdan kendisine bir rahmet tattırsak mutlaka, "Bu (kanunen) benim hak­kımdır1' der (Halbuki ne Allah'tan ümit kesmeli ne de bir hak iddiasında bulunmal.d.r).                                                                              (Fussilet-49,50)

27) Kötülüğün cezası onun gibi bir kötülüktür. (Yani bir kimse hangi kötülüğü yapmışsa, aynı kötülükle karşılık verilebilir. Tabi o iş caiz olmak şartıyla. Mesela sert sözün karşılığı sert sözdür. Dövmenin karşılığı döv­mektir. Ama sert sözün karşılığı dövmek olamaz). Kim (karşılık vermez) kendine yapılan kötülüğü affedip barışırsa (yani onunla iyi geçinirse), onun mükafatı Allah'a aittir. Şüphesiz Allah zalimleri sevmez. / Zulme uğradığı zalime aynıyla mukabele edip intikam alanlar, işte onlar için ne bir kınama ne de bir cezalandırma vardır. / Kınama ve cezalandırma ancak insanlara zulmedenler ve yeryüzünde haksız yere bozgunculuk çıkaranlar içindir. İş­te bunlar için can yakıcı bir azab vardır. / Kim (başkasının zulmüne) sabre­dip affederse, şüphesiz ki bu mutlaka azmedilip yapılması gereken işler­dendir"                                                                                  (Şûra-40,41,42,43)

28) Mülk ve saltanat, kudret elinde olan Allah ne yücedir. O her şeye kadirdir. / Hanginizin daha iyi amel işleyeceğini imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratan O'dur.                                                                        

(Mülk-1,2)

İZAH: Hz. Katâde rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Allahu Teâlâ bu dünya evini ha­yat ve ölüm evi yapmıştır. Ahiret evini ise mükafat ve ebedi kalma evi yapmıştır.[17]Bu evin bütün sıkıntılarının sonu ölümdür ve o mutlaka gelecek olan bir şeydir. O evin (yani ahiretin) sıkıntılarının ise bir sonu yoktur. Çünkü orada ölüm de yoktur.

29) Gerçekten, insan yaratılıp bahse değer bir şey haline gelmeden evvel onun üzerinden uzun bir zaman geçmiştir. (Çünkü önce pis bir su idi. Daha önce o da yoktu). / Biz insanı karışık bir nutfeden yarattık. Biz onu im­tihan ederiz. Biz onu işiten ve gören bir şekilde var ettik. (Yani göz ve kulak verdik ki, Hak'kı kendisi görsün veya başkasından dinlesin). / Biz ona hida­yet yolunu gösterdik (sonra insan İki sınıfa ayrıldı). Ya şükreden (mü'min) ya da nankörlük eden (kafir) oldu.                                                                           (lnsan-1,2,3)

İZAH: Bu dünya mademki imtihan evidir. Bu durumda herhangi bir hale nankörlük ederken şunu düşünmek gerekir. Allah'ın o kadar nimetleri vardır ki, onlara şükretmek, O'nun verdiği sıkıntı ve musibetten daha fazla gereklidir.

30)Rabbi insan, imtihan edip ikramda bulunduğunda ve nimetler verdarağında (bununla onun sabr, ve nzasmı Rabbim bana ihanet etti"der-(Yani "Benim ikram görme hakkım olduğu halde beni gözlerden düşürdü" der. Halbuki ne mal ne zenginlik, izzet ve ikramın delilidir. Ne de fakirlik ve yoksulluk iha­net ve zilletin delilidir). / Hayır, hayır (rızkın az olması asla ihanet değildir). Bilakis (ihaneti gerektiren şeyler şunlardır ki;) Siz yetime ikram etmiyorsu­nuz. / "Birbirinizi yoksulları yedirmeye teşvik etmiyorsunuz. / Miras malını (helal haram gözetmeden) habire yiyorsunuz. (Başkasının hakkını da yiyor­sunuz. Özellikle sizinle mücadele edemeyen yetimlerin ve zayıfların malla­rını...) / Malı pek çok seversiniz (Bu ise bütün kötülüklerin, bütün zulümlerin ve bütün hataların köküdür). / (Siz bunları basit bir şey zannediyorsunuz) Hayır! (Bunlar basit şeyler değildir. Aksine) üzerinde olanlar yıkılıp yeryüzü parça parça edildiği zaman, / Rrvıbh ve melekler saf saf (mahşer meyda­nında) karşına çıktığı zr.rnan./ İşte o gün Cehennem getirilecek, o gün insan her şeyi anlavacak. Fakat bu anlamanın ona ne faydası var ki? / O gün insan, "Keşke bugünkü hayatım için bir şeyler yapsaydım" diyecektir.                                                                                                (Fecr-15-24)

31) Asra yemin olsun (çünkü asrın İçindeki değişiklikler ibret alınma­sı gereken olaylardır. Bazen üzüntü, bazen sevinç, bazen zenginlik, bazen fakirlik, bazen sıhhat, bazen hastalık meydana gelmektedir). / İnsan (kendi kıymetli ömrünü zayi ederek) mutlaka hüsrandadır. / Ancak iman edenler, sa-lih amel işleyenler birbirlerine hakkı (söylemeyi ve hak üzere kalmayı) tav­siye eden ve sabrı tavsiye edenler bunun dışındadır (ibadetlere ihtimam gös­termek de sabra dahildir. Şehvet ve haram olan işlerden nefsi alıkoymak da buna dahildir. Musibetler ve zamanın hadiselerine sabretmekte buna dahildir)                                      (Asr sûresi)

İZAH: Bu 31 ayet işaret yoluyla zikredilmiştir. Eğer her ayeti kerime üzerine açıklama ve tavsiyeler yazılacak olsa çok uzar. Maksat olarak şu ifade hepsine or­taktır. Dünya imtihan yeridir. Bu dünyanın ne zenginliği ne de izzeti, gururlanma ve iftihar sebebidir. Ayrıca ne fakirlik ne de yoksulluk, ihanet ve zillet sebebidir. Bir kimsede malın bulunması şükrü gerektiren bir şey olmakla birlikte bir imtihan ko­nusudur. Aynı şekilde fakirlik ve yoksulluk sabrı gerektiren bir imtihan olmasından başka bir rızâ (ve teslimiyet) imtihanıdır. Malın mevcut olması imtihan yönünden en şiddetli olanıdır. Çünkü bu imtihanı çok az insan kazanmaktadır. Kaybedenler daha çoktur. Bundan dolayı Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Ben si­zin için fakirlik ve yoksulluktan o kadar korkmuyorum. Ben dünya fetihlerinin ve onun nimetlerinin sizin aranızda yayılmasından ve sizden önceki insanların gönül verdiği gibi, ona gönül vermenizden korkuyorum. Sonra bu afet, sizden öncekileri helak etti­ği gibi sizi de helak edecektir". Öyleyse onun fitnesinden çok fazla sakınılmalıdır. Onun yoksulluğuna ve musibetlerine de bir imtihan olması açısından sabredilmelidir.

 

Allah'a Tevekkül Etmek Ve Kimseden Bir Şey Dilenmemek Hakkında Ayetler

 

"Müminler ancak o kimselerdir ki, Allah zikredildiği zaman (O'nun azamet ve korkusundan) kalpleri ürperir. Allah'ın ayetleri onlara okunduğu zaman iman­ları kat kat artar (sağlamlaşır) ve sadece Rablerine güvenirler. / Onlar namaz­larını dosdoğru kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan Allah yolunda har­carlar. / İşte gerçek mü'minler onlardır. Onlar için Rableri indinde büyük dere­celer (ve onların günahları için) mağfiret ve güzel rızık vardır.                                                                                                         (Enfal-2,3,4)

Bu ayeti kerime birinci bölümün 13 numarasında da geçmiştir. Burada ikin­ci defa yazılmasının sebebi şudur: Gerçek mü'minin şanının yalnız Allah'a tevek­kül etmek, O'na itimad etmek, O'na dayanmak ve O'ndan başkasına yönelme­mek olduğu bu ayeti kerimede geçmiştir. Bunların sonucunda derecelerin yüksek olması, günahların affedilmesi ve izzetli bir rızık vaadi 'zikroiunmuştur. Bunlardan her biri tek başına tevekkül için son bir gayretle çalışmayı gerektirir. Kaldı ki te­vekkül üzerine Allah ceiie ceiaiuhu tarafından bu şekilde üç tane vaad vardır. Artık bu vaadlerden sonra bu sıfatı elde etmek için ne kadar çalışılsa azdır.Hz. İbni Abbas radıyaiiahu anhuma buyurdu ki: "Allah'a tevekkül etmenin ma­nası O'ndan başkasına bir umut bağlamamaktır". Hz. Said bin Cübeyr rahmetuiiahi aleyh buyurdu ki:"Allah'a tevekkül imanın toplamıdır"[18]Eğer Kur'an-ı Kerim'de Allah'a itimad ve güvenmekle ilgili sadece bir ayet dahi olsa yine de yeterliydi. Ancak Kur'an-ı Kerim'de Allah'a itimad (sadece O yüce Zat'a güvenmek, musibet ve ihtiyaç halinde yalnız O'na yalvarmak, ancak O'ndan yardım dilemek ve sadece O'na yönelmek) o kadar sık zikredilmiştir ki, bu kadar sık zikredilen başka konular çok azdır. Sık sık bu tevekkül emredilmiş­tir. Saühlerin ve sevilen zatların hallerinde bu zikredilmiş ve buna teşvik edilmiş­tir. Böyle olması da gerekir. Çünkü tevekkül, aslında tevhidin meyvesidir. Kim tevhid konusunda ne kadar sağlam olursa, onun tevekkülü de o kadar üstün olur. Tevhid İslam'ın temelidir. İmanın köküdür. Tevhid olmadan hiçbir şey geçerli de­ğildir. Dinin tamamının ve şeriatın hepsinin kaynağı ancak tevhiddir. Bundan dola­yı (ayet ve hadislerde) ona önem verilmesinin bildirilmesi apaçık bir şeydir. Ve bir de Allahu Teâlâ'nın Kur'an-ı Kerim'de tevekkül karşılığında bu kadar büyük rızâ ve hoşnutluğu olma belgesi vereceğini bildirmesi uğrunda can verilmeye layık bir şeydir. Allahu Teâlâ buyuruyor ki: "Allah tevekkül edenleri sever". Dünyada hiçbir sıfat mahbubiyyet (sevgili olmak) sıfatına eşit olabilir mi? Herhangi bir şahsın, dünya ve ahirette mülkün sahibi ve iki cihanın padişahı olan Allah'ın sevgilisi ol­masından daha üstün hangi şeref ve iftihar olabilir? Üstelik ona kefil olacağına dair Allah'ın şöyle bir vadi vardır: "Kim Allah'a tevekkül ederse Allah ona yeter". Yahu öyleyse böyle birinin, bir zarureti için, bir başkasına ne ihtiyacı kalır ki? İşte bundan dolayı Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem şöyle buyurmuştur: "Siz Allah'a hakkıyla tevekkül etseniz, sizi kuşları rızıklandırdığı gibi rızıklandırırdı".Bir başak hadiste şöyle geçmektedir: "Kim Allah'a tam olarak yönelir (ken­dini O'na verirse), Allahu Teâlâ onun her sıkıntısına yeter ve ona tahmin etmedi­ği yerden rızık verir"[19]Hadisler kısmında, birinci hadisin izahında bu konuda bir çok rivayetler gelecektir. Burada âdetimiz gereği birkaç ayete işaret etmek istiyoruz. O ayet­lerde Allah'a tevekkül etmek ve ihtiyaçlarda yalnız O'na müracaat etmek buyu-rulmuştur. Sadece numune olarak birkaç ayet zikredilecektir. Kısa tutmayı düşü­nerek her yerde özetle ve işaretlerle yetindik. Eğer bizlerde biraz din fikri varsa, ahiretin önemi varsa, dünyanın gereksiz uğraşılarından az çok boş zaman bula-biliyorsak, bu ayet ve hadisler bizim için çok dikkatlice ve derin bir fikirle üzerinde düşünülmesi gereken şeylerdir.

1) Mü'minler sadece Allah'a tevekkül etsinler. (Yani başka birine zer­re kadar güvenmemek gerekir. Bu konu aynı lafızlarla Kur'an-ı Kerim'in pek çok yerinde geçmektedir. Tekrar tekrar nazil olmuştur. Şu ayetlerin hepsin­de aynı ifade geçmektedir.)    (Âli lmran-123, Maide-11, lbrahîm-11, Tevbe-51, Mücadele-10, Teğabun-13)

2) (Ey Muhammed saiiaiiahu aleyhi veseilem) De ki: "Şüphesiz lütuf Allah'­ın elindedir (buna rızıkta dahildir). Allah geniş lütuf sahibidir. Her şeyi çok iyi bilendir. (Kime ne zaman ne kadar vermek gerektiğini bilir). / Allah rah­metini dileğine tahsis eder. Ve Allah büyük lütuf sahibidir".                           (Âli İmran-73,74)

3) Şüphesiz Allah tevekkül edenleri sever.                                                      (Âli İmran-159)

İZAH: Allah kimi kendine sevgili kılarsa, onun yükselmesi ve terakki etme­sine ne denebilir.

4) (Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem zamanında meydana gelen özel bir vak'aya işaret edilerek şöyle buyurmuştur:) Onlar öyle kimselerdir ki, insan­lar onlara, "O insanlar (yani düşmanlar) size karşı (büyük bir) ordu topladı. Onlardan korkun" dediklerinde bu haber onların imanlarını arttırmış ve güç­lendirmiştir. Ve şöyle demişlerdir: "Allah bize yeter (her musibette yardımcı­mız ancak O'dur). O ne güzel vekildir". / Kendilerine hiçbir kötülük dokunma­dan (oradan) Allah'ın nimeti ve lütfuyla geri döndüler. Ve Allah'ın rızasına uydular. Allah büyük lütuf sahibidir. / (Ey Müslümanlar! Böyle hallerde bir şeyi iyi belleyin ki, bu gibi olaylarda) Şeytan kendi dostlarıyla (sizi) korkutur. Siz onlardan korkmayın. Eğer mü'min iseniz yalnız Ben'den korkun"                                                                                       (Âli İmran-173,174,175)

İZAH: Maksat şudur, düşmanla karşılaşma ve saldırı haberini duyunca bilin ki bu korkup ürkütecek bir şey değildir. Allah'a kâmil bir itimadla ve tam bir güvenle kendi imkan dairenizde hazırlık yapın. Sadece şundan korkun ki, sa­hibimiz olan Allah'ın rızasına ters düşen bir şey sakın bizden sâdır olmasın. Çünkü asıl felaket budur. Böyle yapmak dünyada bir felaket olduğu gibi, ahiret de zaten bir felakettir. Buna ilave olarak kimseden korkmaya gerek yoktur. Çün­kü karşınızdaki insanlar sizi öldürmekten ziyade bir şey yapamazlar. Ölüm mut­laka gelecektir. Ama vaktinden önce asla gelemez.

5) Dost olarak Allah yeter. Yardımcı olarak da Allah yeter.                                                (Nisa-45)

6) Sen Allah'a tevekkül et. Allah vekil olarak yeter.                                                              (Nisa-81)

7) Eğer mü'min iseniz, sadece Allah'a tevekkül edin.                                                          (Mâide-23)

8) De ki: "Ben Allah'tan başkasını mı dost edineyim? O gökleri ve yeri yaratandır. O herkesi rızıklandınr. (İhtiyacı olmadığı için) O'na kimse rızIk veremez".                                                                                    (En'am-14)

9) Allah sana bir zarar isabet ettirecek olsa, o zararı O'ndan başka hiçbir kimse kaldıramaz. Sana bir hayır isabet ettirecek olsa (o hayrı kimse engelleyemez). O her şeye kadirdir.                                             

(En'am-17)

10) Kim Allah'a güvenirse (o çoğu zaman galip gelir. Çünkü) Allah şüp­hesiz herseye galiptir. (Kendine güvenen kimseleri de galip kılar. Bazen böy­le olmazsa onda bir hikmet vardır. Çünkü) O Hakim'dir. Hikmet sahibidir.                                                                                                       (Enfâl-49)

11) Allah'a tevekkül et. Şüphesiz O her şeyi çok iyi işiten ve çok iyi bi-endir (insanların dualarını işitir ve onların durumlarını çok iyi bilir                                                                                      (Enfâl-61)

12) İnsana bir zarar geldiğinde yan tarafına yatarken veya otururken veya ayakta iken Bize yalvarır durur. Fakat ondan uğradığı zararı (ağlayıp yakarması sonucu) kaldırınca sanki o, dokunan zararın kalkması için Bize yalvarmamış gibi yine yoluna devam eder (Bizimle ilişkisini keser). (Bu büyük bir akılsızlıktır).                                                                                                                                                                     (Yunus-12)

13) De ki: "Size gökten ve yerden nzık veren kimdir? Sizin kulak ve gözlerinize kim mâlik bulunuyor? Ölüden diriyi çıkaran, diriden de ölüyü çı­karan kimdir? Bütün bu işleri düzene koyan kimdir? Hemen, "Bütün bu işleri yapan Allah'tır" diyeceklerdir. Sen de ki: "O halde Allah'tan korkmaz mısı­nız? (başkalarından neden korkuyorsunuz?)                                                                                                           (Yunus-31)

14) Musa kavmine, "Ey kavmim! Eğer Allah'a (gerçekten) iman ediyor­sanız ve O'na teslim olmuş Müslümanlarsanız, yalnız O'na tevekkül edin" dedi. / Onlar da, "Biz yalnız Allah'a tevekkül ettik" dediler.                                                                                                (Yunus-84,85)

15) Allah seni bir zarara uğratırsa onu senden kaldıracak ancak O'dur. Sana bir iyilik dilerse, lütfuna kimse mani olamaz. O, iütfunu kullarından dile­diğine verir. O, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.            

(Yunus-107)

16) Yeryüzünde hiçbir canlı varlık yoktur ki, rızkı Allah'a ait olmasın. (Öyleyse nzık O'ndan istenmelidir)                                                    

(Hud-6)

17) De ki: "O benim Rabbimdir. (Beni terbiye edendir). O'ndan başka ilah yoktur. Ben ancak O'na tevekkül ettim. Dönüşümde (tevbem de) ancak O'nadir.                                                                                            

(Rad-30)

18) Bunlar (musibetlere) sabredenler ve yalnız Rablerine güvenenler­dir, (Onlar hicret ettikten sonra Acaba yemek düzeni nasıl olacak? diye düşünmezler).                                                                                

(Nahl-42)

19) Şüphesiz şeytanın, iman edip Rablerine güvenenler üzerinde hiç bir nüfuzu yoktur.                                                                          

(Nahl-99)

20) Biz Musa'ya kitabı (Tevrat'ı) vermiştik. Onu İsrail oğullarına hida­yet rehberi yapmıştık. Onlara, "Benden başkasını kendinize vekil edin­meyin" demiştik.                                                                            

(İsrâ-2)

21) Denizde (fırtına gibi) herhangi bir tehlikeye maruz kaldığınızda, Allah'tan başka yardımını istediğiniz (kendilerine ibadet ettiğiniz) bütün putlar hatırınızdan silinir gider. (O vakit yalnız Allahu Teâlâ'ya yalvarılır) Al­lah sizi tehlikeden kurtarıp karaya çıkarınca da yüz çevirirsiniz. Gerçekten insan nankördür.                                                                                                                                                                                 (İsra-67)

22) Onların Allah'tan başka hiçbir dostu yoktur. O hiçbir kimseyi hük­müne ortak yapmaz (kaldı ki, parlamentonun görüşünü alsın).                                                                   (Kehf-26)

23) O Allah'ı bırakıp kendisine zarar da, fayda da vermeyen şeylere tapar. İşte bu büyük sapıklıktır.                                                         

(Hac-12)

24) Sen, ölümsüz, diri olan Allah'a tevekkül et.                                                                  (Furkan-58)

25) O (Allah) beni yedirir ve içirir. Hastalandığım zaman bana O şifa verir.                        (Şuarâ-79,80)

26) Sen her şeye galip ve çok merhametli olan Allah'a güven.                                            (Şuara-217)

27) Siz rızkı ancak Allah'ın nezdinde arayın (çünkü rızkın Maliki O'dur) O'na kulluk edin ve O'na şükredin Siz ancak O'na döndürüleceksiniz.                                                                      (Ankebut-17)

28)  Canlılardan niceleri vardır ki, kendi rızıklarını taşımaktan acizdir­ler. Onları da sizi de rızıklandıran Allah'tır. (O ancak tevekkül edilmeye la­yıktır. Çünkü) O her şeyi çok iyi işiten ve çok iyi bilendir.          

(Ankebut-60)

29) Allah'a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter.                                                                (Ahzab-3)

30) De ki: "Allah size bir fenalık (herhangi bir zarar ve ziyan) dilerse si­zi O'ndan kim koruyabilecektir? Veya O'nun rahmetini sizden kim engelleye­bilecektir? (Bütün dünya bir araya gelse yinede engelleyemezler. İyi bilin ki;) onlar Allah'tan başka kendilerine ne bir dost ne de bir yardımcı bulabilirler".                                                                                                                                        (Ahzab-17)

31) Allah kuluna kâfi değil midir?                                                                                      (Zümer-36)

32) Sen onlara şöyle de: "Söyleyin bakalım, eğer Allah bana herhangi bir zarar vermek istese, sizin Allah'ı bırakıp taptıklarınız O'nun bu zararını giderebilir mi?" De ki; "Bana Allah yeter. Tevekkül edenler sadece O'na tevekkül ederler".                                                                                                           (Zümer-38)

33) İşte O Allah benim Rabbimdir. Ben sadece O'na tevekkül ettim. Ve ancak O'na yönelirim.                                                                

(Şûra-10)

34) Allah, kullarına son derece lütufkârdır. O kullarından dilediğini (dilediği kadar) rızıklandırır. O güçlüdür her şeye galiptir.                                                                                                 (Şûra-19)

35) Sizin Allah'tan başka ne bir dostunuz ne de bir yardımcınız vardır.                             (Şûra-31)

36) İman edip Rablerine güvenenler için Allah indindeki nimetler da­ha hayırlı ve daha devamlıdır.                                                          

(Şûra-36)

37) Rızıklarınız da, vaad olunduğunuz şeyler de semadadır (Yani ora­da Levhi Mahfuz'da yazılmıştır. Yağmur vs. İle oradan iner)                                                                                     (Zariyat-22)

38) (İbrahim aieyhîsseiam şöyle dua etti:) "Ey Rabbimiz! Bîr Sana gü­vendik. (Her hacetimizde) Sana yöneldik. Kıyamet günü dönüşümüz yine Sana'dır".                                                                                        

(Mümtehine-4)

39) O münafıklar, "Rasülullah'ın beraberinde bulunan mü'minlere bir şey vermeyin de (açlıktan ölme derecesine gelince) etrafından dağılıp git­sinler" diyenlerdir. (Halbuki bu ahmaklar şunu bilmiyorlar ki,) göklerin ve yerin hazineleri Allah'ındır. Fakat münafıklar bunu anlamazlar. (Onlar ah­maktırlar. Çünkü onlar rızkın kendi İhsanlarına bağlı olduğunu zannederler).                                                         (Münafıkûn-7)

40)  Kim Allah'tan korkarsa, Allah ona bir kurtuluş (ve kolaylık) yolu gösterir. / Ve onu hiç ummadığı yerden rızıklandırır. Kim Allah'a tevekkül ederse, Allah ona yeter. Şüphesiz Allah emrini mutlaka yerine getirir. Allah her şey için bir ölçü (ve zaman) koymuştur.                                                                    (Talak-2,3)

Hadisler kısmında birinci hadisin izahında bu ayeti kerimeyle ilgili birde kıssa gelecektir.

41)  O doğunun da batının da Rabbidir. O'ndan başka ilah yoktur. O halde sen, sadece O'nu vekil edin, (Yani mademki O, doğunun ve batının sahibidir, o halde O'na itimad ve tevekkül edilmelidir).           (Müzzemmil-9)

Bu 41 ayet numune olarak zikredilmiştir. Yoksa Kur'an-ı Kerim'in her konu­su tevhid talimi vermektedir. Tevhidin meyvesi de tevekküldür. Kim tevhidte ne ka­dar sağlam ve kamil olursa, o kişiye, o ölçüde tevekkül, Allah'a güven ve O'ndan başkasına tenezzül göstermemek nasib olur. Nitekim şu meşhur bir olaydır: Hz. İb­rahim Halilullah â/â nebiyyina ve aleyhissalatü vesselam ateşe atılacağı zaman Hz. Cebrail aieyhîsseiam gelerek ona, "Benim yapabileceğim bir hizmet varsa emrediniz" dedi. İbrahim aieyhisseiam, "Hayır, benim seninle ilgili bir hacetim yoktur" buyurdu.[20]Bir fakir itikafa niyet ederek bir mescide gidip oturdu. Yanında yemek ve içmek için hiçbir şeyi yoktu. Mescidin imamı ona, "Böyle parasız pulsuz bir haldemescitte oturmaktansa bir yerde çalışsaydın daha güzel olurdu ( çünkü karnını doyurmak farzdır)" diye nasihat etti. Fakir ona bir cevap vermedi. İmam efendi ikinci defa aynı şeyleri söyledi. Fakir yine sustu. İmam üçüncü defa söyledi. Fakir sükut etti. İmam dördüncü defa yine söyledi. Bu sefer şöyle cevap verdi: "Bu mes­cidin yakınındaki dükkanın sahibi olan yahudi her gün için bana iki ekmek vermeyi kararlaştırdı''. İmam, "Eğer o yemek vermeyi kararlaştırdıysa çok iyi. Öyleyse mut­laka itikaf yap" dedi. Fakir, "Keşke sen imam olmasaydın ne iyi olurdu. Sen bu eksik tevhidinle Allah ve O'nun kulları arasında vasıta olarak duruyorsun. Bir kafir yahudinin vaadini, Allah'ın rızık vaadinden daha üstün yaptın (yazıklar olsun sana ve senin haline)" dedi.[21] Gerçekten doğru söylemiş. Bizim halimizde aynı. Kulların vaadlerine güvenir mutmain oluruz ama Allah'ın vaadine değil...Yukarıda zikredilen ayetler üzerinde son derece düşünmeli ve (şu özelliklerin bizde oluşması için) çok fazla çalışmalıyız. Bizim gözlerimiz sadece Allah celle şânuhû vetekaddes hazretlerine yönelmeli, ancak O'na güvenmeli, O yüce Zaftan istemeli, sadece O'ndan dilenmeli, O'ndan başkasının önünde el açmamalı, hatta kalbimizden dahi başkalarını geçirmemeli, aksine yalnız ve sadece O yüce Zat'a dayanmalıyız. Fayda ve zararın yalnız O'nun elinde olduğunu kalbimizle kabul etmeliyiz. Dille söyle­yip durmak bizim genel bir alışkanlığımız olmuştur. Ancak asıl işe yarayan şey bizim kalbimize şu inancın yerleşmesidir ki, O dilemedikten sonra hiçbir idareci ve hiçbir zengin, hiç kimseye ne hiçbir şekilde zarar verebilir ne de hiçbir şekilde fayda verebi­lir. Biraz düşünülürse şunun çok açık bir şey olduğu anlaşılır. Bütün dünyanın kalbi yalnız O'nun elindedir. Biz yüzbinlerce defa bir adama yalvarıp yakarsak da, onun kalbi başkasının tasarrufunda olduğuna göre, kalbin sahibi dilemedikten sonra bizim yalvarıp yakarmamız onun kalbine ne kadar tesir edebilir? Kalplerin sahibi bir işin ol­masını dilerse o şey kendiliğinden bir başkalarının kalbine yerleşir. Biz yüzbinlerce defa tok gözlü ve kanaatkar davransak da onun kalbi kendiliğinden onu mecbur ede­cektir. Devamlı onun kalbine düşünceler gelecek, hiçbir dış etki olmadan düşün­meye başlayacaktır. Öyleyse ihtiyacımızın görülebileceği tek adres, O yüce Zat'tır. Eğer yalvarıp yakarıp boyun bükecek bir yer varsa o da O'nun kapısıdır. Bütün dünyanın kalbi O'nun iradesine tabidir. Bütün dünyanın hazineleri O'nun mülküdür.Allah'ım! Yalnız kendi lütfunla hak ettiğimden dolayı değil, hatta hak etti­ğimin tam tersine ben günahkar kuluna da o cevherden bir parça ihsan eyle. Çünkü Senin vermen için o şeyi hak etmek şart değildir.

ŞİİR:

Musa'dan sorunuz halini, Allah 'm vermesinin, Ateş almaya gitsin de, peygamberlik buluversin.

Bundan sonra bu konularla ilgili birkaç hadisi kısaca arz ediyorum. Bu hadislerle ilgili olarak yukarıda üç ayet ayrıca zikredilmişti.

 

Zühd, Kanaat Ve Kimseye El Açmamaya Teşvik Hakkinda Hadisler

 

1) Abdullah İbtli Mes'ud radıyallahu an/i'dan Rasûlullah sallallahu aleyhi vesei-lem şöyle buyurmuştur: "Kime bir yoksulluk gelir de onu insanların önüne arz ederse onun yoksulluğu kapanmaz. Kime bir yoksulluk ulaşır da o kendi yoksulluğunu Allahu Teâlâ'ya arz ederse (O'ndan isterse) Allahu Teâlâ yakın da ona acil olarak veya gecikmeli olarak rızık verir".                                                         (Tirmizi, Dürrü Mensur)

İZAH: İnsanlardan dilenip duran kimsenin yoksulluğu bitmez sözünün maksadı şudur: Onun ihtiyacı tamamlanmaz. Eğer bugün bir ihtiyacından dolayı dilenirse o İhtiyaç görünüş itibariyle tamamlanır ama yarın ondan daha önemli bir ihtiyaç ortaya çıkar. Böylece ihtiyaç devam eder gider. Eğer Allahu Teâlâ'nın yü­ce kapısına el açarsa bu ihtiyacı zaten tamamlanır. Başka ihtiyaç meydana gel­mez. Eğer ihtiyaç meydana gelirse Malikimiz olan Allah onu hemen giderir.Birinci bölümün hadisler kısmında 8 numaralı hadisin açıklamasında Hz. Ebû Kebşe radıyallahu anh ile ilgili bir hadis geçmişti. Orada Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem yemin ederek birkaç şey buyurmuştur. Onlardan biri de şudur: "Kim insan­lardan dilenme kapısını açarsa, Allahu Teâlâ ona yoksulluk kapısını açar". Bir başka hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem'm yemin ederek aynı ifadeyi kullanması Hz. Abdurrahman bin Avf radıyallahu antim rivayetinde de geçmiştir. Bundan dolayıdır ki kapı kapı dolaşarak dilenen kimseler devamlı yoksulluk ve darlık içinde kalırlar.Bir başka hadiste bu konu şu şekilde geçmiştir: "Bir kimse kendi yoksulluk ve ihtiyacını Allah'a arzederse, Allahu Teâlâ onun fakirliğini çok çabuk giderir. Ya acele bir ölümle veya acele bir zenginlikle". Acele ölümün iki manası vardır; Birin­cisi, eğer ölüm vakti zaten yaklaşmış ise, Allah Teâlâ yoksulluğun sıkıntıları ara­sında musibet çekmeden önce ona ölümü nasip edecektir. İkinci mana şudur; Bir başkasının ölümü onun zenginliğine sebep olur. Meselâ birinden bol miktarda mi­ras payı elde edilmesi veya biri vefat ederken Malımdan falan şahsa şu kadar ve­rilsin diye vasiyet etmesi gibi... Buna benzer bir çok olay gördük ve duyduk. Şöyle ki; Mekke'de bazı kimseler vefatları esnasında,"Benim malım satılıp parası Hinphrindeki falan isimli şahsa verilsin" diye vasiyet etmişlerdir.Kürt bir kavmin adıdır. O kavmin arasında meşhur bir eşkıya vardı. O kişi bizzat kendi başından geçeni şöyle anlatıyor: Ben arkadaşlarımdan bir topluluk­la birlikte yol kesmek için gidiyordum. Yolda bir yere oturduk. Orada üç hurma ağacı gördük. İkisi bol bol meyve vermiş ancak birisi tamamen kurumuştu. Bir serçe devamlı meyvesi bol olan ağaçlardan taze hurmaları gagası ile alıp o kuru ağaca götürüyordu. Biz bu olayı görünce hayret ettik. Ben serçenin oraya götür­düğünü on defa gördüm. İçimden, "Şu ağaca çıkıp bakayım, bu serçe o hurma­ları ne yapıyor?" diye bir düşünce geçti. Ağaca tırmanıp en tepesine ulaşınca bir de ne göreyim, gözü kör bir yılan ağzını açmış bekliyor ve bu serçe taze hurma­ları onun ağzına koyuyor. Ben bu hadiseyi görünce o kadar ibret almıştım ki, ağla­maya başladım ve "Ey Mevlam! Bu bir yılandır. Senin peygamberin bunun öldü­rülmesini emretmiştir. Gözleri kör olunca Sen ona rızık ulaştırmak için bir serçe tayin ettin. Ben ise Senin kulunum. Senin birliğini ikrar eden biriyim. Sen beni in­sanların malını soymaya ayırdın" dedim. Böyle der demez benim kalbime şöyle bir ilham geldi ki, "Benim tevbe kapım açıktır". Ben o anda insanların yolunu kes­mekte kullandığım kılımı kırdım. Başıma toprak atmaya ve, "Igâle, igâle (af eyle, af eyle)" diye feryad etmeye başladım. Ğayb'tan bana, "Seni affettik, seni affettik" diye bir ses geldi. Ben arkadaşlarımın yanına geldim. Onlar, "Sana ne oldu?" de­diler. Ben, "Ben ayrılmış ve uzaklaşmıştım, Artık ben sulh yapıp barıştım" dedim. ve bütün hadiseyi anlattım. Onlar da, "Biz de sulh yapıyoruz" diyerek her biri kendi kılıcını kırdı. Hepimiz gasbettiğimiz eşyaları bırakarak ihrama girdik ve Mekke'ye gitmeye niyet ederek yola koyulduk. Üç gün yürüdükten sonra bir köye vardık. Orada gözleri görmeyen bir ihtiyar kadınla karşılaştık. O benim adımı söyleyerek, "Sizin içinizde Kürt kavminden şu isimde biri var mı?" dedi. Arkadaş­larım, "Evet var" dediler. O bir miktar elbise çıkardı ve "Benim oğlum üç gün ön­ce vefat etti ve bu elbiseleri bıraktı. Ben üç günden beri her gün Rasûlullah saiiai-lahu aleyhi veseiiem'ı rüyamda görüyorum. Bana, <O elbiseleri falan isimli Kürde ver[22] buyuruyor" dedi. Sonra ben o elbiseleri aldım ve hepimiz onları giydik.1Bu kıssada ibret alınmaya değer iki şey vardır: Birincisi, kör yılana Allah celle celaluhu tarafından rızık ulaştırılması, ikinci Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem tarafından (o kimseye) elbise bağışlanmasıdır. Allahu Teâlâ bir kimseye yardım etmek isteyince, yardım sebeplerini yaratmak O'nun için zor mudur? Fakirlik ve zenginliğin bütün sebeplerini O yaratır. Samimi bir tevbenin bereketiyle Rasûlul­lah sallallahu aleyhi veseiiem tarafından elbise ile ödüllendirilmek övünülecek bir şey­dir. Ayrıca acele ölüm sayesinde zenginlik elde etmeye bir misaldir. Daha pek çok insanın vefat ederken, "Benim malımdan ve eşyamdan şu kadarını falan şahsa verin" diye vasiyet ettikleri olayları duymaktayız.Bir hadiste Hz. İbni Abbas radıyallahu anhuma Rasûlullah sallallahu aleyhi vesel-/em'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Bir kimse aç olur veya bir ihtiyacı olur da hacetini insanlardan gizlerse Allahu Teâlâ üzerine (lütfü ve kereminden dolayı) o kişiye helal maldan bir senelik rızık vermek hak oiur"[23]Bir başka hadiste şöyle bu-yurulmuştur: "Bir kimse aç olur veya muhtaç olur da bu halini insanlardan gizlerse ve Allahu Teâlâ'dan isterse, Allahu Teâlâ ona bir senelik helal rızık kapısı açar"[24]Bir başka hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Kim Allah'tan gına yani tok gözlülük isterse Allah ona gına verir. Kim Allah'tan iffet isterse Allah ona iffet verir. Yukarıdaki el (yani veren el) alttaki elden (yani isteyen elden) daha üstündür. Bir şahıs dilenme kapısı açarsa Allahu Teâlâ ona fakirlik kapısını açar". Hz. Ali kerremeliahu vechehü, Arafat meydanında halktan dile­nen birinin sesini işitti. Ona kırbacıyla vurdu ve "Böyle bir günde ve böyle bir yer­de Allah'tan başkasından mı istiyorsun?" diye azarladı. Diğer bir hadiste şöyle geçmektedir: "Kim dilenme kapısını açarsa Allahu Teâlâ dünya ve ahirette ona fakirlik kapısını açar. Kim de Allah rızası için verme kapısını açarsa Allahu Teâlâ ona dünya ve ahiretin hayır kapısını açar". Bir başka hadiste de şöyle buyurul-muştur: "Bir kimse dilenme kapısını açarsa Allahu Teâlâ ona fakirlik kapısını açar. Bir şahıs ip alarak odun toplar, sırtına yükleyip satarsa ve onunla geçimini temin ederse, bu dilenip de kendisine verilmesi veya verilmemesinden daha ha­yırlıdır". Yine bir hadiste buyuruiuyor ki: "Kim (sadaka vererek veya akrabayı gö­zeterek) verme kapısını açarsa, Allahu Teâlâ ona bolluk verir (yani onun malı ar­tar). Kim de malını arttırmak niyetiyle dilenme kapısını açarsa, onda yokluk ço­ğalır. Yani ihtiyaçlar çoğalır ve geliri git gide yetersiz hale gelir.Hz. Imran bin Husayn radıyaiiahu anh Rasûlullah sallallahu aleyhi veseffem'in şöy­le buyurduğunu naklediyor: "Bir kimse kendini tam olarak Allah'a yöneltirse, Alla­hu Teâlâ onun her ihtiyacına kefil olur ve ona tahmin etmediği yerden rızık verir. Kim de var gücüyle dünyaya yapışırsa Allahu Teâlâ onu dünyaya havale eder. (Sanki "Artık var işini kendin yap, yani çalış ve kazan. Ne kadar meşakkat çe­kersen Biz ona göre vereceğiz" demektir). Hz. Ebû Zer radıyaiiahu anh diyor ki: Ra­sûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu; "Ben size gizli ve aşikâr işlerinizde Allah'tan korkmanızı vasiyet ediyorum. Eğer sizden bir kötülük meydana gelirse (onu telafi etmek için) iyilik yapın ve kimseden bir şey istemeyin. Kimsenin ema­netini yanınızda tutmayın İki kişi arasında hakim olmayın (çünkü bu çok önemli bir iştir. Herkesin becerebileceği bir şey değildir)".Bir hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyuruyor ki: "Kim aza razı olup kanaat eder ve Allah'a tevekkül ederse, o çalışıp kazanma zorluğundan kurtulur". Diğer bir hadiste şöyle buyuruiuyor: "Kim en kuvvetli olmak istiyorsa o Allah'a tevekkül etsin. Kim en zengin olmak istiyorsa, o Allah'ın yanında olanla­ra, kendi yanında olan şeylerden fazla güvensin. Kim de en şerefli olmak istiyor­sa, takvayı seçsin. (Şu tecrübe edilmiştir ki, insanın takvasının halka tesir ettiği gibi hiçbir şey tesir etmez. Bir kimsede ne kadar fazla takva olursa, insanların kalbinde ona karşı o kadar fazla hürmet ve saygı olur)".Hz. Vehb rahmetuiiahi aleyh Allahu Teâlâ'nın şöyle buyurduğunu naklediyor: "Kulum bana tevekkül ettiği zaman, gökler ve yerler birleşerek ona bir hile ve tuzak kurmak isteseler bile Ben ona bir çıkış yolu açarım". Hz. İbni Abbas radıyai­iahu anhuma buyurdu ki: Allahu Teâlâ Hz. İsa âlâ nebiyyina ve ateyhissalatü vesselama şöyle vahyetti; "Bana tevekkül et ki, Ben senin ihtiyaçlarına kefil olayım. Ben'den başkasını kendine dost edinme ki, Ben seni bırakmayayım".Pek çok hadislerde şu vakıa zikredilmiştir: Hz. Mâlik radıyaiiahu anh''in oğlu­nu kafirler esir aldılar ve deriden tasmalarla onu sımsıkı bağladılar. Ona son derece işkence ediyorlar ve aç bırakıyorlardı. O bir yolunu bulup babasına kendi halini bildirdi ve Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vese/fem'den dua talep etmesini söyledi. Haber Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem e ulaşınca buyurdu ki: "Ona benim şu sö­zümü ulaştırın ki o Allah'tan korksun (takva yolunu tutsun). Allah'a tevekkül etsin ve sabah-akşam şu ayeti kerimeyi okusun:""Şüphesiz size kendinizden bir peygamber gelmiştir. Sıkıntıya düşmeniz ona ağır gelir. O size son derece düşkündür. Müminlere çok çok şefkatli ve mer­hametlidir. / (Ey Rasûlüm!) Eğer yüz çevirirlerse de ki: <O'ndan başka hiç bir ilah yoktur. Ben O'na güvendim. O yüce Arşın Rabbidir>". (Tevbe-128,129) O sahabeye bu haber ulaşınca bu ayeti kerimeyi okumaya başladı. Bir gün vü­cudundaki tasmalar kendi kendine koptu. O kafirlerin esaretinden kurtulup kaçtı ve yanında onlara ait birkaç hayvanı da alıp götürdü.Hz. İbni Abbas radıyatiahu anhuma buyurdu ki: "Kim padişahın zulmünden kor-kuyorsa veya bir yırtıcı hayvandan yahut denizde boğulmaktan korkuyorsa bu ayeti kerimeyi okusun. İnşallah ona hiçbir zarar dokunmaz". Başka bir hadiste bu kıssadaLa havle vela kuvvete illa billah kelimesini de bol bol söylemesi emredilmiştir. İşte Mâlik radıyaiiahu an/Tın kardeşi­nin bu başından geçen olay hakkında şu ayet nazil olmuştur:"Kim Allah'tan korkarsa Allah ona bir kurtuluş yolu gösterir. / Ve onu hiç ummadığı yerden nzıklandmr. Kim Allah'a tevekkül ederse Allah ona yeter"                       (Talak-2,3)

O sahâbi kendisine bu kadar şiddetli zulüm yapan kafirlerin mallarından kendisi için rızık takdir edildiğini tahmin edebilir miydi?Bir Allah dostu diyor ki: Ben ve arkadaşım bir dağda kalıyorduk. Her an ibadetle meşguldük. Benim arkadaşımın geçimi ot, yeşillik vs. gibi şeylerdi. Be­nim için Allahu Teâlâ şöyle bir intizam yapmıştı; Bir ceylan benim yanıma her gün gelirdi. Benim yakınıma gelip ayaklarını gererek durur, ben de onun sütünü içerdim. Sonra o giderdi. Uzun zaman böyle geçti. Her gün o ceylan gelir, ben de onun sütünü içerdim. Arkadaşımın kaldığı yer benden uzakta olan karşı dağday­dı. Bir gün o yanıma geldi ve "Buraya yakın bir yere bir kafile gelip konaklamış. Haydi gidip o kafiledekilerin yanına gidelim. Orada belki biraz süt ve ayrıca biraz yiyecek bir şeyler buluruz" dedi. Ben baştan çok reddettimse de o çok ısrar edin­ce onunla beraber gittim. İkimiz kafileye ulaştık. Onlar bize yemek yedirdiler. Biz yemekten sonra kendi yerlerimize döndük. Ondan sonra ben vakti geldiğinde devamlı o ceylanı beklerdim. Ancak o gelmez oldu. Günlerce bekledikten sonra anladım ki, bu günahımın uğursuzluğundan dolayı kendisiyle endişesiz bir hayat geçirdiğim rızkım kapandı.Ravz adlı eserin sahibi diyor ki: Yukarıdaki olayda görünürde üç şey gü­nahtı: 1-Seçmiş olduğu tevekkülü terk etti. 2-Hırslandı ve kendisine rahat içinde ve endişe etmeden gelen rızka kanaat etmedi. 3-Tayyib ve temiz olmayan ye­mekten yedi. Bu yüzden temiz rızıktan mahrum oldu.Çok ibretli bir kıssa. Biz çok defalar hırs ve açgözlülükten dolayı Allah'ın ni­metlerinden mahrum oluyoruz. Görünüş itibariyle dilenmek ve istemek neticesinde o anda bir şeyler elde edilir. Ancak bunun kötü tesirinden dolayı, talep etmeden ve kimseye minnet etmeden elde edilecek olan Allah'ın nimetinden mahrum olunur.Hz. İmam Ahmed bin Hanbel rahmetuilahi aleyh'm şöyle bir duası vardır:

"Allah'ım! Alnımı Sen'den başkasına secc'e etmekten koruduğun gibi, dilimi de Sen'den başkasından dilenmekten (istemekten) koru" Allahümme Amin

2) Ebû Hureyre radıyallahu anh'dan Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: "Kim malını çoğaltmak için dilenirse, o Cehennem koru is­temiş olur. Dilerse az istesin, dilerse çok istesin".                        

(Müslim, Mişkat)

İZAH: Birinci hadisi şerifte sadece Allah ceiie ceiaiuhu tarafından gaybi yar­dım ve desteğin kapanacağı tehdidi vardı. Çünkü o hadiste zaruret !urumunda dilenmek söz konusuydu. Bu hadiste ise zaruretsiz olarak yalnız kendi malını arttırmak için dilenmek zikrolunmuştur. O halde bunda daha şiddetli tehdit vardır. Şöyle ki, o Cehennem korları biriktirmektedir. Artık böyle bir insan, gönlü ne ka­dar isterse o kadar kor biriktirmekte serbesttir.

Bir defasında Hz. Ömer radıyallahu anh Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem'e, "Falan iki şahıs kendilerine iki dinar verdiğiniz için sizi övüyorlardı" dedi. Bunun üzerine Rasûlullah sailaitahu aleyhi vesellem, "Ben falanca şahısa 10 dinardan 100 dinara kadar verdiğim halde yine de böyle yapmadı" dedikten sonra şöyle buyur­du: "Bazı insanlar dileniyorlar, ben onlar istediği için veriyorum. Onlar da koltuk­larının altlarına sıkıştırarak gidiyorlar. Ancak onlar koltuklarının altına ateş sıkış­tırarak gidiyorlar". Hz. Ömer radıyallahu anh, "Ya Rasûlallah! Öyleyse neden veriyor­sunuz?" dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem, "Ben ne yapayım? Onlar isteme­den duramıyorlar. Allahu Teâlâ benim cimri olmamı istemiyor" buyurdu. Başka bir hadisin lafzı şöyledir: Hz. Ömer radıyaliahu anh, "Ya Rasûlallah! Mademki onun ateş olduğunu biliyorsunuz. O halde neden veriyorsunuz?" dedi. Rasûlullah saiiai-lahu aleyhi vesellem, "Ne yapayım onlar dilenmeden duramıyorlar. Allahu Teâlâ'da benim cimri olmama razı olmuyor" buyurdu.Hz. Kabîsa radıyallahu anh buyuruyor ki: Ben bir yükü (yani ceza veya başka bir şeyi) üzerime aldım. Yani bir şeye kefil oldum. Bu konuda yardım istemek için Rasûlullah sallallahu aleyhi veseflem'in huzuruna vardım. Rasûlullah sailallahu aleyhi vesellem, "Bekle, bir yerden sadaka malı gelince sana yardım ederim" dedikten sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: "Kabîsa! İstemek sadece üç sınıf insan için caizdir; 1-Üzerine bir yük almış bir şeye kefil olmuş veya baş­ka bir şeyi üzerine borç olarak kabul etmiş kimsedir. O kimse, o kadar miktar istesin ve dursun. Ondan fazlasını istemeye hakkı yoktur. 2-Üzerine bir afet gelip de bütün malı telef olan kimsedir (mesela, yangın veya malının tamamını alıp götüren âni bir afete uğraması gibi). O kimsenin hayatını sürdürebilecek miktar­da istemesi caizdir. 3-Yokluk içine düşen kimsedir. Hatta onun kavminden üç kişi onun yoksulluk içinde kaldığını söylemelidir. O zaman o kimsenin hayatını sür­dürebilecek ölçüde istemesi caizdir. Bu üç sınıf insandan başka kim isterse o haram mal yemiş olur".Diğer bir hadiste şöyle Duyurulmuştur: "Dilenmek iki kişi için caiz değildir. 1-Zengin İçin, 2-Güçlü ve sağlıklı olan (çalışıp kazanmaya gücü yeten) için. Şüp­hesiz 'ki insanı toprağa yapıştıran fakirlik veya insanı perişan eden borç bir kişi­nin başına gelirse onun için de istemek caizdir. Kim de malını arttırmak için ister­se, kıyamet günü onun yüzü yara-bere içinde olacak ve o, Cehennem korları yi­yecektir. Dileyen fazla istesin dileyen de az istesin". Yine bir hadiste şöyle geç­mektedir: "Dilenmek, kıyamet günü baştaki yaralar şeklinde olacaktır. Bundan do­layı dilenen kişinin yüzü yara içinde kalacaktır. Gönlü isteyen yüzünün güzelliğini devam ettirsin. Dileyen de (bu güzelliği) terk etsin, Elbette devlet başkanından (yani alma hakkı bulunmak şartıyla Beytül Mal'dan) istesin veya mecburiyet de­recesinde isterse de bir sakınca yoktur". Bir başka hadiste şöyle buyurulmuştur: "İnsan dilenir durur. Nihayet kıyamet günü yüzünde hiçbir et parçası kalmaz".Hz. Mesud bin Amr radtyallahu anh diyor ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi vesel-/em'in yanına namazı kılınması için bir cenaze getirildi. Rasûlullah sallallahu aleyhi veseilem, "Miras olarak ne bıraktı?" buyurdu. Halk, "Birkaç altın bıraktı" dediler. Rasûlullah sallallahu aleyhi veseilem, "Onlar birkaç Cehennem izidir" buyurdu. Hadi­sin ravisi diyor ki: Ben Hz. Ebû Bekr radıyatiahu anh1 m azadlı Kölesi Abdullah bin Kasım'a o kişiyle ilgili sordum, dedi ki; "O malını arttırmak niyetiyle dilenirdi".Hadis kitaplarında buna benzer bir çok olay zikredilmiştir. O rivayetlerde Rasûlullah sallallahu aleyhi veseilem miras olarak basit rakamlar bırakmanın karşılığın­da Cehennem'de dağlanmak ve buna benzer tehditler buyurmuştur. Alimler bu gibi rivayetlerle ilgili şunları yazmıştır: Bu durum insanın önceden bir miktar parası olduğu halde yalan söyleyerek kendini tamamen fakir ve muhtaç göstererek dilen­mesi ve fakir olmadığı halefe kendini fukara topluluğuna katmasındandır.İmam Gazali rahmetuiiahi aleyh buyuruyor ki: Dilenmeyi yasaklayan pek çok rivayetler varid olmuş ve hadislerde çok şiddetli tehditler gelmiştir. Ancak bunun­la birlikte bazı hadislerde buna izin verildiği anlaşılmaktadır. Bunun açıkça izahı şudur; Aslında suâl (dilenmek) haramdır. Ancak mecburiyet derecesinde veya mecburiyete yakın hacet durumunda caizdir. Eğer bu iki durum yoksa dilenmek haramdır. Haram olmasının sebebi şudur; Dilenmek üç şeyden uzak değildir. O üç şeyde haramdır. 1-Dilenmekte Allahu Teâlâ'yı açıkça şikayet vardır. Bir bakı­ma O'nun ihsanının azlığı ve yetmezliği (açıklanmış olmaktadır). Mesela bir köle birinden dilense bunun manası şudur ki, onun efendisi ona darlık göstermekte­dir. Bunun gereği dilenmek çok şiddetli bir mecburiyet olmadan helal olmamalı­dır. Örnek olarak şiddetli mecburiyet durumunda leş yemek helaldir. 2-Dilenmek-te, isteyen kimsenin kendi nefsini Allah'tan başkasının önünde zelil etmesi vardır. Mü'minin şanına yakışan şudur ki, o kendini Allah'tan başka kimsenin önünde zelil etmez. Şüphesiz o yüce Mevlâ'nın huzurunda kendini zelil etmek insan için bir izzettir. Çünkü sevgilinin önünde zillet ve acizlik bir lezzettir. Mevlâ'nın önün­de aciziyetini açıklamak saadettir. 3-Dilenmekte, kendisinden istenilen kimseye çoğu zaman eziyet etmek vardır. Genellikle veren kimsenin kalbi isteyerek ver­meye yönelmemektedir. Ancak utandığından veya başka.bir sebepten dolayı vermektedir. Öyleyse eğer o utanarak veya gösteriş için veriyorsa, o mal alan için de haramdır. Bir de o kimse vermeyi reddetse de bazen bundan dolayı üzü­lür. Çünkü bu durumda o kişi görünüşte cimri olmuş olur. O halde dilenmekte her halükarda eziyet ihtimali vardır. Buna sebebiyet verende o dilencidir. Bir mecbu­riyet olmadan birine eziyet vermek haramdır. Bu mesele zihinlere iyice yerleş­tikten sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem"\n dilenmeye karşı bu kadar şiddetli tehditler buyurmasının sebebi de açığa çıkmış olmaktadır. Rasûlullah aleyhi veseilem buyuruyor ki: "Kim bizden dilenirse, biz ona veririz (biz ne den ver­meyelim ki o kişi dilenmesinin caiz olup olmamasından kendisi mesuldür). Kim müstağni olursa (yani dilenmezse ve Allah'tan zenginlik isterse), Allah onu zen­gin kılar. Kim de bizden istemezse, o bize, bizden isteyenden daha sevimlidir".Bir başka hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi veseilem şöyle buyuruyor: "İn­sanlardan müstağni olun (onlara ihtiyacınızı arzetmeyin). İstemek ne kadar az olursa o kadar iyidir". Hz. Ömer radıyaiiahu anh bir dilencinin akşamdan sonra di­lendiğini gördü ve birine onu yedirmesini söyledi. O kişi hemen emri yerine geti­rerek ona yemek yedirdi. Sonra Hz. Ömer radıyaiiahu anh o kimsenin dilenme sesi­ni duyunca yemek yediren şahsa, "Ben sana ona yemek yedirmeni söylemiştim" dedi. Adam, "Ben yedirdim" dedi. Hz. Ömer radıyaiiahu anh dilenciye dönüp baktı. Onun koltuğunda bir torba vardı. İçinde pek çok ekmek vardı. Hz. Ömer radıyaiia­hu anh ona, "Sen sâil değil tacirsin (yani sen muhtaç olduğundan dolayı değil, ti­caret için dileniyorsun). O ekmekleri toplayıp satacaksın" buyurdu. Sonra onun torbasını alıp zekat olarak verilen develerin önüne döktü. Ona da bir kırbaç vur­du ve "Bir daha böyle yapma" dedi. imam Gazali rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Eğer dilenmek haram olmasaydı. Hz. Ömer radıyaiiahu anh ne o kişiye vurur ne de onun elindeki ekmekleri alırdı. Bazı kimseler buna itiraz etmişlerdir. Onlar diyorlar ki; "Hz. Ömer radıyaiiahu anh'ın vur­ması bir uyarı ve te'dîb olabilir. Ancak onun malını alması zulümdür. Şeriat kim­senin malının elinden alınması gibi bir ceza koymamıştır". Ancak bu itiraz gerçe­ği bilmemekten kaynaklanmaktadır. Yahu Hz. Ömer radıyaiiahu anh'ın dindeki anla­yışına (fıkıh bilgisine) başkaları nasıl ulaşabilir? Hz. Ömer hakkında, "Efendim o başkalarının malının alınmasının caiz olmadığı konusunu bilmiyordu" diye bir zan yapılabilir mi? Veya, "Meseleyi bildiği halde haram olan bir fiile (yani dilen­meye) karşı öfkelendi ve (neûzü billah) öfke halinde böyle yaptı" veya "Gelecek­te dilenmeyi önlemek için maslahattan dolayı böyle caiz olmayan bir yola baş vur­du" diye yorum yapılabilir mi? Eğer böyle olsaydı zaten onun bu fiili (yani maslahat icabı caiz olmayan bir yolu seçmesi) caiz olmazdı. Aksine (gerçek) durum şudur; O kişi ihtiyacı olmadığı halde dilenmiştir. Ona yardım edenler, onu fakir ve muhtaç zannederek vermişlerdir. O halde bu mal hile ve aldatma yoluyla eline geçtiğinden onun mülkiyetine geçmemiştir. Asıl sahiplerinin tespit edilmesi de artık zordu. Netice olarak bu sahibi bilinmeyen bir Lukta (yani kayıp mal) hükmündedir. O halde onun harcanacağı yer (Beytül Mal'a ait) Mesâlih-i Âmme'dir.[25] Bundan do­layı (o ekmekler) zekat olarak verilen (ve Beytül Mal'a ait olan) develere yedirilmiş-tir. O fakirin hali, günahlarla meşgul olan bir şahsın, kendisini sûfi gibi göstererek sadaka toplamasına benzer. Eğer sadaka veren kimseler onun halini bilselerdi asla vermezlerdi. O kimsenin alması caiz değildir. Aldığı şeyleri sahibine geri iade etmesi gerekir.Dilenmenin yalnız zaruret anında caiz olduğu meselesi kesinleştiğine göre şunu bilmeli ki zaruretin dört derecesi vardır: 1-lztırar ve çaresizlik derecesi, 2-lz-tırar sınırından aşağıda olan şiddetli ihtiyaç, 3-Basit ihtiyaç, 4-İhtiyaçsızlık. Birinci dereceye misal şudur; Açlık veya hastalıktan dolayı helak olma ve ölme endişesi taşıyan kimsedir. Yahut vücudunu örtecek bir elbisesi olmayan çıplak kimsedir. Böyle bir kimsenin istemesi caizdir[26] Ancak caiz olmasının bazı diğer şartları da bulunmaktadır. Onlar da şöyledir; a) İstediği şey helal olmalıdır, b) İstediği kimse gönül rızasıyla vermelidir, c) isteyen kirrîseçalışıp kazanmaktan aciz olmalıdır. Eğer çalışmaya gücü yetiyorsa, demek ki o çalışmak yerine dilenen yaramsz ve kof bir adamdır. Şüphesiz eğer bir talebe kendi vakitlerini ilim tahsil etmekte ge-çiriyorsa, onun istemesinde bir beis yoktur. Dilenmenin dördüncü derecesi önce­kilerin tam tersinedir. Şöyle ki; bir kimse kendi yanında bulunan şeyin aynısını ister. Mesela elbise ister. Halbuki yanında ihtiyacı kadar elbise vardır. Öyleyse bu şahsın dilenmesi haramdır. Bu birinci ve dördüncü dereceler birbirinin tam tersidirler. Bunların arasında iki derece vardır. Biri şiddetli ihtiyaç dereces/dir. Mesela bir adam hastadır. İlaç alacak parası yoktur. Ancak hastalık onu helak edecek derecede değildir. Veya birinin elbisesi vardır ama onunla soğuktan tam olarak korunamıyordur. Bu durumda dilenmenin caiz olması imkanı vardır. An­cak dilenmemek evladır. Böyle bir kimse dilenince ona haram veya mekruh diye­meyiz, ancak "Evlâ olanın tersini yapmıştır" deriz. Tabi bunu demek için de o şa­hıs dilenmesinin türünü açıklamalıdır. Mesela şöyle demelidir; "Benim elbisem var ama soğuğa karşı yeterli değildir". Zaruret derecesinden daha fazla açıklama yapmamalıdır. (Bundan aşağı olan) bir başka derece az ihtiyaç derecesidir. Me­sela kişinin yanında ekmek parası var ama yemek için parası yoktur. Veya yırtık ve eski elbisesi vardır ama o dışarı çıkıp dolaşacağı zaman giyeceği bir elbise yaptırmak istemektedir. Tâ ki, insanlara eskimiş elbisesi görünmesin. Böyle bir kimsenin İstemesi her ne kadar caiz olsa da mekruhtur. Bunun şartı da hangi de­recede ihtiyacı olduğunu açıklamasıdır. Bir de daha önce geçen (dilenmeyi ha­ram kılan) üç şeyden hiçbiri bulunmamalıdır. Yani birincisi Allahu Teâlâ'yı şika­yet etmemelidir. Yani Allah'ı şikayet ettiğini belli edercesine dilenmemelidir. İkin­cisi, kendini zelil etmemeli. Üçüncüsü kendisinden istediği kişiye eziyet etmeme­lidir. "Bu üç şeyden uzak durmanın şekli nasıl olabilir?" denilirse şöyle derim: "Şikayetten uzaklaşmanın şekli şudur; hem Allahu Teâlâ'ya şükür etmeli hem de ihtiyacı olmadığını göstermelidir. İsterken fakirler gibi istememelidir. Mesela şöy­le demelidir; <Zaruret derecesinde değilim. Allah'a şükür yanımda ihtiyaç kadar var. Ancak bu nefis güzel bir elbise istiyor>. Zilletten sakınmanın yolu şudur; Kendi ana-babasından, kardeşinden veya bu istediğinden dolayı gözünden dü­şüp de zelil olmayacağını tahmin ettiği bir dostundan istemelidir. [27]Yada öyle cö­mert birinden istemelidir ki, o bol bol sadaka veren ve kendisinden istenildiği zaman hoşlanan biri olmalıdır. Eziyet vermekten sakınmanın şekli şudur; Mesela birinden özel bir şey istememeli, aksine genel olarak istemelidir. Veya öyle birüs up ile istemelidir ki, eğer kendisinden istenilen şahıs başından savmak ister­se, savabilmelidir". Ayrıca bilinmelidir ki, bir şeyi veren eğer utandığından dolayı veya zorlanmasından dolayı mecbur kalarak ve gönülsüz olarak verirse, onu al­mak icma yoluyla haramdır. Bu durum bir adamı döverek malını zorla elinden al­maya benzer. Çünkü bir kimsenin dış bedenine vurmakla, kınama ve utandırma kırbacıyla kalbine vurmak eşittir. Şüphesiz ki muztarr ve çaresizlikten kıvranan birinin, verenin gönül rızası olmadan alması hakkıdır. Ancak muamele Ahkamul Hâkimin olan Allah iledir. Bütün haller O'nun önünde ayan beyandır. O her şah­sın durumunu çok iyi bilmektedir. Bir de kendisinden istenildiği zaman sevine­ceği tahmin edilen dost ve arkadaşlardan istemekte bir sakınca yoktur.Allâme Zübeydî rahmetuiiahi aleyh buyuruyor ki: Bu tehdit ve uyarılarda ge­çen dilenmeden kasıt kişinin kendi zatı için istemesidir. Başkası namına istemek ise buna dahil değildir. Aksine bu o kişiye yardımcı olmaktır. Bir de kendi yakın­larından ve dostlarından kendisi için istediği şeyler süal'e (dilenmeye) dahil de­ğildir. Çünkü onlar bundan sevinir, memnun olurlar"[28]Ancak bunun şartı şudur ki; bu istekten yakınlar sevinmelidirler. Eğer böy­le bir durum yoksa o zaman yakın akrabaya eziyet vermek daha ağır bir ve­baldir. Şüphesiz ki kerim ve cömert olan yakınlar bu gibi istemelerden memnun olurlar. Ben bunu bizzat tecrübe etmişimdir. Pek çok olaylar da buna şahittir. Ba­bam rahmetuiiahi aleyti'm bir teyzesi vardı. Halen hayattadır.[29] Benim çocukluğumda onun bir âdeti, her defasında benim Kandehle şehrine yolculuğum sırasında iki kuruş vermekti. Ben evlad sahibi olunca o benim çocuklarıma da ikişer kuruş vermeye başladı. Ben çok ısrarla kendi iki kuruşumu dört kuruş yaptırdım. Bunu yaparken, "Sen beni ve benim çocuklarımı aynı dereceye mi koyuyorsun?" de­miştim. Ben devamlı hatırlarım, benim o dört kuruşu istemem onu o kadar sevin­dirmişti ki, ben de onu sevinmesinden keyifleniyordum. Hatta bazı zamanlar ya­nında verecek parası olmazsa ben kendim ona para verirdim ki, ondan bana para versin. O paradan verirken bile o kadar sevinirdi ki, "Ben onun kendi par­asından yine ona veriyorum" diye hiç aklına getirmezdi.Aynı şekilde rahmetli babamın öz dayısı olan Mevlânâ Şemsul Hassan rahmetuiiahi aleyh'm bana her yolculuğumda bir rupi vermek eskiden beri âdetiydi. Benim çocuklarım olunca parayı benim yerime onlara kaydırdı. Ben kendi pa­ramı zorla yürürlüğe koydum. Bunu yaparken ona, "Siz çocuklara verin veya ver­meyin, ben ondan mesul değilim. Benim param kesilmeyecek" dedim. Bu olayı devamlı hatırlarım. Ne zaman hatırlasam devamlı kendisine şöyle dua ederim: "Allahu Teâlâ onu bağışlasın ve kendi yüce şanına göre ona bol bol mükafat nasip eylesin". Çünkü benim bu İsteğimden çok fazla sevinmişti. Çoğu zaman kahkaha ile güler ve sık sık benim, "Efendim benim param kesilmeyecek" sözü­mü tekrarlayıp dururdu. Ben de, "Tabi asla kesilmeyecek" derdim.Kendi yakınlarım ve akrabalarımla bu tür daha pek çok olaylar yaşamışım-dır. Ben bu konuyu şundan dolayı yazdım. Bugünlerde ilişkiler, özellikle akraba­lık ilişkileri genel olarak öyle bozulmaktadır ki, artık bu gibi konulan zihinlerin al­ması zor olmaktadır. Yakınların birbirinden istemesi de memnuniyete sebep ola­bilir mi? gibi konuların artık zihinlere sığmasj zor olacaktır.Allâme Zübeydi rahmetuiiaN aleyh ikinci olarak şunu yazmıştır: "Eğer bir kimse başkası adına isterse, onun bu konuya dahil olmadığı açıktır". Birinci bölümde başkalarına İmdat ve yardımda bulunmakla ilgili geçen bütün rivayetler buna delil­dir. Aynı şekilde ilim öğrenmekle meşgul olmak diienme zilletinden daha önemlidir.Molla Aliyyûl Kâri rahmetuiiahi aleyh şöyle naklediyor: "Bir kimse çalışıp ka­zanmaya gücü yettiği halde ilmî meşguliyetinden dolayı çalışmıyorsa, onun ze­kat alması da caizdir. Sadaka alması da caizdir. Bir kimse kazanmaya gücü yettiği halde nafileler ve ibadetlerle meşguliyetinden dolayı bunu terk etmişse, onun zekat malı istemesi caiz değildir. Nafile sadakalardan istemesinde bir sakınca yoktur ancak mekruhtur. Eğer bir topluluk Islâhı Nefs ve Tezkiye-i Bâtın için bir araya ge­liyorsa, herhangi bir şahıs onların hepsi için yiyecek ve giyecek toplamalıdır.[30]ilmî meşguliyet, ister Ulûmu Zahire olsun ister Ulûmu Batine olsun kesin­likle çok önemlidir. Böyle insanların kesinlikle başka şeylerle meşgul olmaları as­la gerekmez. Sadece haddini bilmeyenler ve ahmakların kınama ve ayıplama­larından korkarak bu mühim meşguliyetle birlikte kazanç vs. gibi şeylerle uğraş­mak, cahillerin ayıplamaları korkusundan dolayı kendi kıymetli sermayesini zayi etmektir. Haddini bilmeyenlerin ayıplama ve kötülemelerinden hiçbir zaman ne ilim ehli kurtulmuştur ne de peygamberler kurtulmuştur.Bugünlerde şu hastalık çok geniş bir şekilde yayılmaktadır. "İlim ehli kendi geçimini sağlayabilmek için bir sanat ve meslek öğrenmesi lazımdır". Ehli ilim de dünyacıların ayıplama ve kötülemelerinden bıkıp bunun önemini hissetmekte ve dini medreselere bu düzen uygulamaya konulmaktadır. Ancak bu, ilme çok fazla zarar veren bir şeydir. Bu meselede kendi geçimleri için ticaret, sanat vs. gibi meşguliyetler seçerek din ve ilme hizmet eden geçmiş alimler örnek olarak ileri sürülmektedir. Eğer Allah ceiie ceiaiuhu tevfik verirse bu yol kesinlikle en güzel yol­dur. Ancak bizim kalplerimiz, bizim gücümüz ve bizim durumumuz ne buna da­yanabilir (yani biz bir vakitte iki işi yapamayız) ne de bizim nefsimizin arzusu ve dünya sevgisi buna müsaade etmektedir (yani malı arttırmanın sebepleri mey­dan gelmesine rağmen bizler, Allah'ın işi için, dinin ve ilmin hatırı için dünya meşguliyetinden daha fazla vakit koparamıyoruz. Neticede şu oluyor; başlangıç­ta iki işe birden başlanıyor, sonunda dünya kazancı ve talebi, ilmî meşguliyete galip geliyor. Bu durum defalarca tecrübe edilmiştir.İmam Gazali rahmetuiiahi aleyh ilim talep etmenin 10 âdabını yazmıştır. Ora­da yazıyor ki: Dördüncü edep şudur; İlim talep eden kişi dünya meşguliyetini çok azaltmalıdır. Kendi, ehlinden ve vatanından uzaklara gitmelidir. Çünkü ilişkilerin çokluğu onlarla meşgul olmaya sebep olur ve maksattan uzaklaştırıcı olur. Alla-hu Teâlâ bir kimsede iki kalp yaratmamıştır (Tâ ki bir kalp ilimle meşgul olsun, diğeri dünya kazanmakla). Bu Kur'an-ı Kerim'deki şu ayete işaret etmektedir:"Allah bir adamın göğsünde iki kalp yaratmadı"(Ahzab-4)Kendi düşünce ve fikrini ne kadar fazla dağınık şeylerle meşgul edersen ilmin hakikatlerinden o kadar uzak olursun. Bundan dolayı şöyle denmiştir: "Sen kendini tamamen ilme verirsen, ilim sana birazını verir". Düşünce ve fikrin çeşitli işlere dağılmasına misal; kovası delinmiş bir su arkına benzer ki, ondan, oraya buraya su akar. Fakat tarlaya çok az ulaşır.[31]Ancak bunlarla birlikte şu da gereklidir: Gerçekten ilim tahsil etmek mak­sat olmalıdır. Sadece ekmek yemek ve insanların mallarının kiri olan sadakaları toplamak maksat olmamalıdır. İmam Gazali rahmetuiiahi aleyh kötü alimler hakkında varid olan tehditleri zikrettikten sonra şöyle yazıyor: Bunlardan anlaşılıyor ki, dünyacı bir alim durumu itibariyle çok fazla hasistir (cimridir). Azab yönünden de cahile göre daha fazla azaba müstahaktır. Kurtuluşa eren alimler ise sadece ahiret alimleridir. Ahiret alimlerinin de bir kaç alâmeti vardır. Onlardan birincisi onun mak­sadı kendi ilmiyle dünya kazanmak olmamasıdır. Alimin en aşağı derecesi, dünya­nın değersizliğini, dünyanın rezilliğini, dünyanın pisliğini, onun faniliğini her an hatırında bulundurmasıdır. Bir de ahiretin büyüklüğünü, onun devamlılığını, onun üstünlüğünü, onun nimetlerinin temizliğini, onun şanının yüceliğini bilen olmasıdır. Şunu da iyice anlıyor olmalıdır ki, dünya ve ahiret iki kumadırlar. Birini razı eder­sen diğeri darılır. (Bu konu bir hadiste geçmiştir). Ve şunu anlamalıdır ki, dünya ve ahiret terazinin iki gözü gibidir. Hangisi ağır basarsa diğeri yukarı çıkar. Kim dünyanın değersizliğini anlamıyorsa onun aklı fâsiddir (bozuktur). Öyleyse o a-limlerden nasıl sayılabilir? Hasan Basri rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Alimlerin azabı, kalplerinin ölmesidir. Kalbin ölmesi de ahiret amelleriyle dünyayı talep etmektir (dünya malı ve serveti veya dünya izzeti ve itibarı kazanmak maksadıyla din işi yapmaktır)". Yahya bin Muaz rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Kendisiyle dünya kazanıl­maya başladığı vakit ilim ve hikmetin nuru gider". Hz. Said İbnul Müseyyeb rah-metuliahi aleyh buyurdu ki: "Alimi amirlerin kapısında görürsen bil ki o hırsızdır". Ömer radıyaiiahu anh buyuruyor ki: "Bir alimin dünyayı sevdiğini bilirsen, onun dini­ne karşı suçlu olduğunu anla. Çünkü her kim neyi severse kendini ona verir".[32]Öyleyse ulemânın her zaman kendi nefislerini suçlu kabui ederek onu sıkı bir şekilde kontrol etmeleri gerekir. "Her hatanın başı olan dünya sevgisi fark edi­lemeyecek bir şekilde kökleşmesin" diye mutlaka her an düşünmelidir. Dünya ar­zusu olmayınca, hatta ona karşı nefret iyic£ yerleştikten sonra ne istemekte sa­kınca vardır ne de zekat ve sadaka almakta. Üstelik sadaka verenlerin en önemli vazifesi daha önce sadaka vermenin adaplarında geçtiği gibi ilim ehlini önde tutmaktır. Alİahu Teâlâ şu pis dünyanın köpeklerini dâhi bu tehlikeli hastalıktan kurtarsın. Çünkü dünya talebi öyle helak edici bir hastalıktır ki, ağır ağır gelişir. Dünya talebi, sadece mal elde etmekte gizlenmiş değildir. Aksine makam ve rütbe elde etme hastalığı, maldan daha hızlı ilerlemektedir. Dînî çevrelerde bu hastalık dünya sevgisinden daha fazla mesafe kat etmektedir.

3) Hakîm bin Hizam radıyaiiahu anh diyor ki: Ben Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'üen (birşeyler) istedim. O da verdi. Sonra yine istedim, yine verdi. Sonra, "Ey Hakim! Muhakkak bu mal yemyeşil ve tatlıdır (yani görü­nüşü güzeldir, kalplere lezzet verir). Öyleyse kim onu tok gözlülükle alırsa o kendisine bereketli kılınır. Kim de onu hırs ve aç gözlülükle alırsa o kendi­sine bereketli kılınmaz. O kimse (açlık hastalığına yakalandığından) yiyip de doymayan kimseye benzer. Yukarıdaki el aşağıdaki elden daha hayırlıdır (ya­ni veren el alan elden dahaüstündür)". Hakim radıyaiiahu anh diyor ki: Ben, "Ya Rasûlallah! Seni hak üzere gönderen Zât'a yemin ederim ki, ölene kadar sen­den sonra kimseyi asla rahatsız etmeyeceğim" dedim.   (Müttefekun aleyh, Mişkat)

İZAH: Yani, "Artık ömür boyu asla kimseden dilenmeyeceğim" demektir. Bazı rivayetlerde bu hadisten sonra şu ifadelerde geçmektedir. "Ondan sonra Hz. Ebû Bekr Sıddık radıyaiiahu anh kendi halifeliği zamanında Beytül Mal'da bulunan fey[33]hakkını vermek için Hz. Hakîm radıyaiiahu anh1] çağırır, o ise bunu kabul etmezdi. Sonra Hz. Ömer radıyaiiahu anh zamanında da aynı davranışı de­vam etti. Hz, Ömer radıyaiiahu anh Hakîm radıyaiiahu anh'a payını vermek için çağırır, o da almayı reddedirdi. Hz. Ömer radıyaiiahu anh halkı şuna şahit kıldı ki; <Ben hissesini vermek üzere Hakîm'i çağırıyorum, o ise almıyor>. Hz. Hakîm radıyaiiahu anh ahirete intikal edene kadar kimseden bir şey almadı".[34]Bir başka hadiste şöyle geçmektedir: Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'e Bahreyn'den mal geldi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi voseiiem o maldan ilk önce Hz. Ab-bas radıyaiiahu anh'a verdi. Ondan sonra Hakîm radıyaiiahu anh'\ çağırdı ve avucunu doldurarak ona da verdi. O, "Ya Rasûlallah! Onu almak benim için iyi mi, yoksa kötü mü?" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Kötü" buyurdu. Bunun üzerine o iade etti ve "Ben kimsenin bağışını kabul etmeyeceğim" diye yemin etti. Sonra Hakîm radıyaiiahu anh, "Ya Rasûlallah! Allahu Teâlâ'nın bende bulunan şeylere be­reket vermesi için dua ediniz" diye ricada bulundu. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi Allahu Teâlâ'nın onun eliyle kazandığı şeylere bereket vermesi için dua etti.[35]Hz. Muâviye radıyaiiahu anh Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem'ln şöyle buyur­duğunu nakletmiştir: "istemekte ısrar etmeyin. Allah'a yemin olsun ki, kim ben­den bir şey ister de, sadece onun istemesinden dolayı (kendim hoşlanmadığım halde) ona bir şey verirsem, onda bereket olmaz". Bir başka hadiste şöyle buyu-rulmuştur: "Ben kime gönül rızasıyla bir şey verirsem, onda bereket olur. Kime de onun hırs ve dilenmesinden dolayı gönlümün rızası olmadan bir şey verir­sem, o kişinin misali devamlı yiyip de doymayan insan gibidir". Hz. Ibni Ömer radı­yaiiahu anh Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiemln şöyle buyurduğunu naklediyor: "İste­mekte ısrar etmeyin. Kim ısrarla bizden bir şey alırsa onda bereket olmaz".[36]Kur'an-ı Kerim'de de bu hususta uyarı yapılmış ve şöyle buyurulmuştur:"Onlar, insanlardan ısrarla dilenmezler"(Bakara-273)Hz. Aİşe radıyaiiahu anha Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem'm şöyle buyurdu­ğunu naklediyor: "Bu mal yem yeşil ve tatlıdır (manzarası hoştur). Biz kime on­dan bir şeyi gönül hoşluğu ile verirsek ve alan kimsenin hali de rızık almak için en güzel bir hal olursa (yani onu almayı hak etme açısından müstehik olur ve isteme açısından da uygun olan bir talep olup, mübalağa olmazsa) ve bir de onda hırs ve aç gözlülük olmazsa, o zaman o mal o kişi için bereketli kılınır. Biz kime gö­nül rızamız olmadan bir şey verirsek ve onda da almak için güzel bir hal bulun­mazsa ve bir de buna açgözlülük eklenirse, o zaman o malda bereket olmaz.[37]Bereket öyle önemli ve değerli bir şeydir ki, ondan az bir şeyle pek çok ih­tiyaç görülür. Kitabın baş tarafında bu tür olaylar geçmişti. Şöyle ki, bir tas süt pek çok Suffe Ashabı'na yetmişti. Aslında bu sadece bir bereketti. Zamanımızda da bazı vakitlerde bu müşahede edilmektedir. Gerçi bunlar Rasûlullah sallaiiahu aleyhi veseiiem için ortaya çıkan bereket örneklerine benzememektedir. Zaten öyle olamaz da. Ancak zamanımız ve durumlar açısından pek çok defa şu tecrübe ediliyor ki, Allahu Teâlâ kendi lütfuyla herhangi bir şeyejbyle bir bereket veriyor ki, görenler hayran kalıyorlar. Bunun tam zıddına bereketsizlik öyle kötü bir şeydir ki ne kadar kazanırsan kazan hiçbir zaman yeterli olmaz. Bunun misali biraz önce Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseüemin şu yüce kelâmında geçmişti: "İnsan yer, yer, karnı doymaz".Bu bereketsizlik hakkında bizzat kendi üzerimdeki bir tecrübemi ve böyle­ce kendi hamâkatimi açıklıyorum. Ben çocukluğumda beyt okumaya çok merak­lıydım. Rahmetli Babam (Allah kabrini nurlandırsın) sert ve şiddetli biri olmasına rağmen bu işi menetmezdi. Bundan dolayı bu hastalık gittikçe artıyordu. Mübala­ğasız bir kaç lisanda binlerce şiir ezberimdeydi. Ancak şimdi onlar da kalmadı. Benim en önemli eğlencem şuydu: Benim hususi yakınlarım rastgele bir yerde top­lanınca bu şiir okuma işi başlardı. Ben ilk müderris olduğum zaman aniden bir ge­celiğine Kîrâne şehrine gitmiştim. Orada halamın oğlu avukatlık yapıyordu. O da bu şiir işine meraklı yada onun hastasıydı. Benden dolayı diğer bazı yakınlarım da toplandı. Yatsıdan sonra bu gereksiz iş başladı. Havalar soğuktu. Onlar gece bir kaç defa (sütlü) çay faslı olacak düşüncesiyle üç kilo süt getirtip koymuşlardı. "Biraz­cık zaman geçince çay yapılacak" diye düşünüyorlardı. Ancak çay yapmaya sıra gelmemişti. Benim tahminime göre yarım saat veya 45 dakika geçmişti ki, ben ufak abdest ihtiyacı hissettim. Dışarı çıkınca doğu tarafında öyle parlak bir beyaz­lık göründü ki hayret ettim. Bu beyazlığın ne olduğu hakkında hiç bir şey anlaya­madım. Onu görmeleri için diğer arkadaşlara seslendim. Onu görünce hepsi hay­retler içinde kaldılar. Bu beyazlığın neyin nesi olduğu hakkında çeşitli tahminler ileri sürülüyordu. Bu esnada dört bir yandan ezan sesleri gelmeye başladı. Bundan an­laşıldı ki o beyazlık Fecri Sad/tftır.1 O günü, "Acaba gece nereye uçtu" diye acayip bir şaşkınlık içinde geçirdik. O günden beri bu olayı ne zaman hatırlasam "O gece neden bu kadar bereketsiz geçti" diye ürperirim. Şimdi ne zaman o gecenin hayali gözümün önüne gelse, hayret etmenin dışında bir ibret alma ve üzülme de oluyor. Demek ki ölümden sonra dünyada geçirdiğimiz bütün ömür o gece gibi olacaktır.O gün (yukarıda) bahsi geçen halamın oğlu rüyasında babası Mevlânâ Radıyyul Hasen rahmetuiiahi aieyti\ görmüş. Babası, o zamanda çok büyük bir zat olan Hz. Kutbu Alem Gangûhî'nin (Allah kabrini pürnur eylesin) hadis talebesiydi. Hala oğluna rüyasında babası şöyle diyormuş: "Zekeriyya Efendi de nasıl bir din büyüğü imiş? Geceyi bu şekilde zayi ediyor". Biraz o zatın teveccühünün etkisi olacak ki, ondan sonra artık hiç bu işe sıra gelmedi. Ancak ömür boyu beni hay­ret içinde bırakmak için Kîrâne şehrindeki o gece bana yeter. Bu olaydan iki şeynesin doamasına yakın görülen beyazlık zihnime öyle yerleşti ki, onları imkansız sanma fikri tamamen kayboldu: Birincisi; din büyüklerinin ve Allah dostlarının vakıaları ve halleridir. Tarih kitaplarında on­larla ilgili bu gibi şeyler zikredilmektedir. Mesela "Bütün geceyi namaz kılarak ge­çirdi. Yatsı abdestiyle sabah namazı kıldı. Bütün geceyi yalvarıp yakarmakla ge­çirdi" gibi... Bu türden ne kadar vakıa varsa hepsi akla yakın şeylerdir. Lezzet ve bir şeye düşkünlük şüphesiz öyle bir şeydir ki, onu elde ettikten sonra ne gece­nin uzunluğu kalabilir ne de uykunun hamlesi. Ailahu Teâlâ lütfü ile o zatlara iba­detlerinde lezzet makamı ihsan etmiştir. Onlar bunu devşirmektedirler. Kimlerin ibadetlerinde lezzet yoksa, onlara bu hallerin zor gelmesi ve bu halleri bir dağ gibi ağır zannetmeleri apaçık bir şeydir.Kendi tecrübemle zihnime yerleşen ikinci şey ise bir hadisi şerifte geçen şu ifadelerdir: "Kıyametin 50 bin senelik olan çok çetin günü bazı insanlar üze­rinden bir namaz kılacak kadar veya iki namaz vakti arası kadar olan bir zaman içinde geçip gidecektir". Şüphesiz bu insanların masiyet ve günahları olmadığın­dan dolayı korku yanlarına uğramayacaktır. Güzel amellerinden dolayı da,"Bilesiniz ki, Allah'ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de(Yunus-62) ayetinin ehli olacaklardır. Şöyle ki, o gün onlara ne bir korku vardır ne de onlar mahzun olacaklardır. Onlar işledikleri üstün amellerin lezzetleriyle arşın gölgesi altında meşgul ve ona kendilerini kaptırmış olacaklardır. Bu kadar uzun zaman, onların üzerinden ne kadar az bir süre içinde geçerse geçsin nor­maldir. Benim kendi tecrübem bunu doğrulamaktadır.

4) Hz. Hâlid bin Ali radıyaiiahu anh diyor ki: Ben Rasûlullah saiiaiiahu aiey- şöyle buyurduğunu işittim: "Kime istemeden ve işrâfı nefs it­meden (yani hırs ve aç gözlülük etmeden) kardeşi tarafından güzel bir şey ulaşırsa, onu kabul etsin ve reddetmesin. Bu Allah Azze ve Celle'nin ona gönderdiği bîr rızıktir".                                               

(Ahmed, İbniHibban, Hâkim, Terğib)

İZAH: Bir çok hadislerde şu konu geçmiştir: Eğer İstemeden ve aç gözlü olmadan bir hediye gelirse onu kabul etmelidir. Çünkü onu geri iade etmek Al­lah'ın nimetine nankörlüktür ve onu tepmektir. Bundan dolayıdır ki çoğu din bü­yükleri tabiatları hoşlanmasa da hediyeyi kabul etmektedirler.Hz. İbni Ömer radıyallahu anhuma buyurdu ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi vesel-tem bana bağış olarak bazı şeyler verdi. Ben de, "Ya Rasûlallah! Benden daha fazla ihtiyaçlı olan birine veriniz" deyince Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Hayır, al. Bir mal istemeden ve mal hırsı olmadan gelirse onu al. Sonra dilersen onu kendin kullan, dilersen sadaka olarak ver. Bir mal kendisi gelmezse ona iltifat bile etme". Hz. İbni Ömer radıyaiiahu anhuma'nm oğlu Salim radıyaiiahu anh diyor ki: Bu hadisten dolayı Hz. İbni Ömer'in âdeti şöyleydi; O asla kimseden bir şey istemezdi. Bir yerden bir şeylerjelirse onu da reddetmezdi.Buna benzer bir olayda Hz. Ömer radıyaiiahu anh'm başından geçmiştir. Rasû­lullah saiiaiiahu aleyhi vesellem ona bir şeyler verdi. Hz. Ömer radıyaiiahu anh onu İade etti. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem, "Neden geri iade ettin?" buyurdu. Hz. Ömer radıyaiiahu anh, "Siz, <Bİzim için en hayırlısı kimseden bir şey a!mamaktır> buyur­muştunuz" deyince Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "Ondan kasıt is­teyerek almaktır. İstemeden bir şeyin gelmesi Allah tarafından verilen bir rızıktır. Onu Allah celle celaluhu ihsan etmiştir". Hz. Ömer radıyaiiahu anh, "Ya Rasûlallah! O halde benim canım kudret elinde oian Allah'a yemin olsun ki bundan sonra asla kimseden bir şey istemeyeceğim. İstemeden gelirse kabul edeceğim" dedi.Abdullah bin Âmir radıyaiiahu anh bir elçiyle Hz. Aişe radıyaiiahu anha'ya biraz para ve biraz kumaş gönderdi. Hz. Aişe radıyaiiahu anha, "Benim âdetim kimseden bir şey almamaktır" diyerek geri gönderdi. Elçi geri dönüp gitmeye başladı, tam evden çıkmıştı ki Hz. Aişe radıyaiiahu anha onu geri çağırdı ve o hediyeyi aldı son­ra, "Ben bir şey hatırladım. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bana, <Ey Aişe iste­meden bir şey gelirse onu kabul et O mal Allah tarafından sana gönderilen bir rızıktır> buyurmuştu" dedi.Galiba bu ilk zamanlardaki bir kıssadır. Ondan sonra Hz. Aişe radıyaiiahu anha hediyeleri kabul etmeye başladı. Bir çok Sahâbe-i Kiram'dan Hz. Aişe radı­yaiiahu anha'ya çok büyük paraların takdim edildiği ve Hz. Aişe radıyaiiahu anha'nın onları alır almaz taksim ettiği bir çok rivayetler de varid olmuştur.Vâsıl bin Hattab radıyaiiahu anh diyor ki: Ben Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesel­lem e, "Siz, <Kimseden bir şey istemeyin> diye bir şey söylediniz mi?" dedim. Ra­sûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Evet ben istemekle ilgili söylemiştim. Ancak eğer istemeden Allahu Teâlâ bir şey verirse onu alıver. O Allah'ın sana vermiş olduğu bir nzıktır" buyurdu. Hz. Ebû Hureyre radıyaiiahu anh da Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm şöyle buyurduğunu naklediyor: "Kime Allah cetie celaluhu istemeden bir şey verdirirse onu kabul etsin. O Allah tarafından o kimseye gönderilen bir nzıktır". Âbid bin Ömer radıyaiiahu anh da Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem'ln şöyle buyurduğunu naklediyor: "Kime istemeden ve hırs etmeden bir mal verilirse o malla kendi harcamalarında bolluk meydana getirmesi gerekir. Eğer kendisinin ona ihtiyacı yoksa o zaman kendisinden daha fazla ihtiyacı olan birine vermesi gerekir". Hz. İmam Ahmed bin Hanbel rahmetuiiahi aleyh1 \n oğlu Abdullah diyor ki: Ben babama, "İsrafı nefs (hırs ve aç gözlülük) nedir?" diye sordum, buyurdu ki: "Kalbinden, <Bu şahıs bana bir şeyler verecek.  Falan şahıs bana bir şey gönderecek> diye kalbinden geçirmendir"[38] Işraftn asıl manası gizli gizli hırsızla­ma bakmaktır. Nefsin israfı ise Nefsin mala gizlice (hissettirmeden) bakması ve onu sinsice beklemesidir. İmam Ahmed bin Hanbel rahmetuiiahi aleyh'm buyurduğu gibi kalpten "Şu adam bana bir şeyler verecek" düşüncesinin geçmesidir. Bun­dan dolayı alimlerin çoğu israfı, hırs ve aç gözlülükle ifade etmişlerdir. Çünkü bunda da nefsin, "Bana bir şeyler verilsin" arzusu bulunmaktadır.Allâme Aynî rahmetuiiahi aleyh buyuruyor ki: "Bazıları israfı Nefsin manası şiddetli hırstır demişlerdir. Bazı alimler de işraf-ı Nefs, veren kişinin nefsine ağır gelerek vermesidir, dediler". İmam Gazali rahmetuiiahi aleyh, talep etmeden bir yerden gelen şeyi kabul etmenin adabı hakkında şöyle yazmaktadır: Bu konuda Üzerinde düşünülmeye ve fikredilmeye değer üç şey vardır. Birincisi mal, ikincisi verenin maksadı, üçüncüsü alanın maksadı. Yani ilk önce malın durumuna bak­mak lazımdır. Eğer haram veya şüpheli malsa ondan sakınmak gerekir. Ondan sonra verenin maksadına bakmak gerekir ki, o hangi niyetle vermektedir. Yani başkasının kalbini sevindirmek ve onun sevgisini arttırmak İçin hediye niyeti ile mi veriyor? Veya sadaka niyetiyle mi veriyor yada şöhret yapmak ve ün salmak gayesiyle mi veriyor? (Yahut başka bir bozuk niyetle mi veriyor? -ki onun açıkla­ması ikinci hadiste gelmektedir-) Eğer sadece hediye ise onu kabul etmek sün­nettir (pek çok hadislerde hediye vermek ve hediyeyi kabul etmekle ilgili teşvikler geçmiştir). Bu, alan kişi üzerine minnet (iyilik etmek ve yük) olmak şeklinde ol­mamalıdır. Eğer minnet ve yük altında kalma durumu varsa reddetmekte bir sa­kınca yoktur. Eğer hediye fazla miktarda olduğundan dolayı minnet olursa ondan bir miktar alıp bir miktarını geri iade etmekte de bir sakınca yoktur.Bir şahıs Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem e yağ peynir ve bir koç takdim etti. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem yağ ve peyniri kabul etti. Koçu geri iade etti. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vese/tem'in bazı hediyeleri kabul edip bazılarını reddetmek yüce âdetlerindendi. Bir defasında Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: "Ben istiyorum ki Kureyş'ten veya Ensardan veya Sakif kabilesinden yahut Devs kabilesine mensup insanlardan başka kimsenin hediyesini kabul etmeyeyim". Bu irşadın temeli şuydu: BirA'rabi köylü Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem e bir dişi deve takdim etti. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseitem'\r\ âdeti şerifi, hediyeye mukabelede bulunmak olduğundan devenin karşılığında ona altı deve verdi. Köylü bunu az bul­du. Çünkü o bundan daha fazlasını ümid ediyordu. Bundan dolayı o üzüntülü ol­duğunu belli etti. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bu olayı öğrenince vaazında bu­nu zikrederek (yukarıdaki) niyetini açıkladı. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem hediye konusunda istisna ettiği insanların ihlasına itimad ediyordu.[39]Tabiinden olan büyük zatların âdetlerinin de böyle olduğu çok sık nakle­dilir. Şöyle ki; hediyelerin bazılarını kabul eder, bazılarını da reddederlerdi. Bir adam Feth bin Şehref Mûsilî mhmetuiiahi aieytis içinde 50 dirhem bulunan bir kese takdim etti. O buyurdu ki: "Bana Rasûluüah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm şu hadisi ulaştı; <Kime talep etmeden bir rızık gelir de, o kişi onu geri iade ederse, o Allah'ın ver­diği rızkı iade etmiş olur>". Ondan sonra o keseyi aldı ve içinden bir dirhemini ka­bul edip kalanını geri iade etti.Hasan Basrî rahmetuiiahi aleyh de aynı îiadisi rivayet ediyor. Ancak bir adam ona, içinde dirhem bulunan bir kese ve içinde Horasan'ın ince kumaşlarından bulu­nan bir bohça getirdi. Hasan Basri rahmetuiiahi aleyh bunları geri verdi ve şöyle bu­yurdu: "Kim benim oturduğum makama oturur da (yani vaaz-u nasihat hidayet ve irşad etme makamında bulunursa), sonra da insanlardan bu gibi şeyleri kabul eder­se o kimse hiçbir payı olmadığı halde Allah'a kavuşur (yani ahirette ona hiç bir şey verilmeyecektir). Çünkü bunda dini işlerde karşılık ve bedel alma şaibesi vardır".Hz. Ubâde radıyaliahu anh buyuruyor ki: Ben Ashabı Suffe'ye Kur'an-ı Kerim okuturdum. Onlardan biri bana bir yay hediye etti. Ben, "Bu bir mal değildir. Onu Allah yolunda cihadda kullanırım" diye düşündüm. Sonra "Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'e bir sorayım" dedim ve sordum. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Eğer sen ateşten bir halkanın boynuna takılmasını istiyorsan onu al"Hasan Basri rahmetuiiahi aieyti'm bu davranışından (ve Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm hadisinden) anlaşıldı ki; hediye kabul etme meselesinde alim ve vaizlerin durumu daha ağırdır. Buna rağmen Hz. Basri rahmetuiiahi aleyh {kendi özet) dostla-rının hediyelerini kabul ederdi. (Çünkü orada bir bedel ödeme şüphesi yoktu), ibrahim Teymi rahmetuiiahi aleyh kendi dostlarından hediye olarak birer-ikişer dirhem alırdı. Bazı insanlar kendisine çok yüklü paralar teklif ederler ama o bunu kabul etmezdi. Bazı zatların âdeti de şöyleydi: Biri hediye verince şöyle derlerdi; "Şimdi o yanında kalsın ve iyice düşünerek bana söyle ki; eğer onu kabul edersem senin kalbindeki değerim (ve sevgim), onu kabul etmeden önceki sevgiden daha fazla artıyor mu? Eğer öyleyse bana bildir. Ben o taktirde onu alırım, yoksa almam". İmam Gazali rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Bunun alâmeti şudur; reddedilince hediye-yi veren kimsenin kalbi kırılmalı, kabul etmekle sevinip memnun olmalı, hediye-sinin kabul edilmesini kendine yapılan bir ihsan olarak görmelidir".Bişr rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Ben Hz. Sirrî Sakatî rahmetuiiahi a/eyfi'den baş­ka kimseden asla bir şey istemedim. Şüphesiz benim ondan istememin sebebi onun zühd halini bildiğimdendir. Ben şunu kesin olarak biliyorum ki, onun mülki­yetinden bir şeyin çıkması onun sevinmesine sebep olmakta ve yanında kalması sıkıntıya sebep olmaktadır. Bundan dolayı ben onun malından alarak onun se­vinmesine yardımcı oluyorum.Horasanlı bir şahıs Hz. Cüneydi Bağdadi rahmetuiiahi aieyh'e hediye olarak pek çok eşya getirdi. Cüneydi Bağdadi rahmetuiiahi aleyh, "İyi, ben bunu fakirlere dağıtırım" dedi. Adam, "Ben bunun için size vermiyorum. Gönlüm istiyor ki, siz bunları kendi yemeğinize harcayınız" dedi. O, "Ben onu bitirene kadar nasıl ha­yatta kalırım? (yani bu çok büyük bir miktardır. Onu bitirmek için zaman gerekir)" dedi. Adam, "Ben bunu sirke ve sebzeye harcamanızı istemiyorum (çünkü bu şekilde yıllarca bitmez). Benim gönlüm istiyor ki, bununla siz helva, tatlı vs. gibi güzel şeyleri yiyiniz" deyince Cüneydi Bağdadi rahmetuiiahi aleyh kabul etti. Hora­sanlı şahıs, "Bağdat'ta sizden daha çok bana ihsan eden hiçbir kimse yoktur (çünkü siz benim ricam üzerine hediyemi kabul ettiniz)" dedi. Hz. Cüneyd, "Senin gibi şahsın hediyesi muhakkak kabul edilmelidir" buyurdu. Yukarıda anlatılan bahsin tamamı hediye hakkındaydı.

İkinci olarak gelen malın sadaka mı veya zekat mı olduğuna bakılmalıdır. Eğer o mal zekat ise onu alacak kişi zekat almaya müstahak olup olmadığına bak­malıdır. (Bu durumun açıklaması zekat bölümünün sonunda geçmiştir). Eğer (veri­len şey) zekatın dışınca kalan bir sadaka ise onu alacak olan kimse, verecek olan kimsenin niçin verdiğine bakmalıdır. Eğer verilen sadaka, alanın dindarlığından dolayı veriliyorsa, o zaman alan kişi kendi haline bir göz atmalıdır. Yani gizlice her­hangi bir günahı işliyor olmamalıdır. (Öyle bir günah ki) eğer sadakayı veren kimse bu günahı bilse asla (ona bir şey) vermez ve tabiatı o kişiden nefret ederdi. Eğer sadakayı alan böyle bir günah işliyorsa, o sadakayı alması caiz değildir. Bu duru­ma şöyle örnek verebiliriz; bir kimse bir adamı âlim zannederek bir şey verse, an­cak o kimse halis cahil ise veya bir kimse bir adamı Seyyid (yani Peygamber saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm torunlarından biri) zannederek verse, ancak o adam Seyyid değilse, o takdirde bunların (cahilin ve Seyyid olmayanın) o malı almaları asla caiz değil ve kesinlikle haramdır.Eğer veren kimsenin maksadı övünmek gösteriş ve şöhretse, onu asla ka­bul etmemek gerekir. Çünkü bu bir masiyettir. Onu alan kişi bu günahta o kimse­ye'yardımcı olmuş olur. (Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem övünmek için yemek yediren kimselerin yemeğini yemeyi yasaklamıştır).[40]Hz. Süfyan Sevrî rahmetuiiahi aleyh bazı hediyeleri şöyle diyerek geri çevirirdi: "Eğer ben veren kimsenin bunu öğünerek anlatmayacağına kesin olarak inansam alırım". Bazı zatlara hediyeleri geri çevirdikleri için itiraz edilince, "Veren kişiye acıdı­ğımdan geri çeviriyorum. Çünkü o bunu insanlara anlatıyor. Bu yüzden sevabı gidi­yor. O halde sevap kazanmadığı halde onun malı neden zayi olsun?" demişlerdir.Üçüncü olarak, alan kişinin maksadıdır. Eğer o kişi muhtaç ise ve malda 1 ve 2. sırada saydığımız afetlerden korunmuş ise onu almak efdaldir. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Eğer sadakayı alan muhtaç ise sadaka almasının sevabı verenin sevabından az değildir". Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Allahu Teâlâ kime istemeden ve kalbinden geçirmeden bir mal verirse, o Allah'ın ihsan ettiği bir rızıktır".Bu konuyla ilgili bir çok rivayetler yukarıda geçmiştir. Alimler buyurdular ki: "Kim istemeden geleni almazsa istediği zaman da kendine bir şey gelmez". Hz. Sİrri Sakati rahmetuiiahi aleyh, Hz. imam Ahmed bin Hanbel rahmetuiiahi aieyh'm yanı­na hediye gönderirdi. Bir defasında o hediyeyi geri çevirince Hz. Sİrrî rahmetuUahi aleyh buyurdu ki: "Ahmed! Geri çevirmenin vebali almanın vebalinden daha ağır­dır". Hz. Ahmed bin Hanbel rahmetuiiahi aleyh, "Sözünüzü bir daha tekrarlayınız (tâ ki ben onu düşüneyim)" dedi. Hz. Sirrî Sakatı rahmetuiiahi aleyh, "Geri çevirmenin vebali, almanın vebalinden daha ağırdır" buyurdu. Hz. Ahmed bin Hanbel rahme­tuiiahi aleyh, "Yanımda bir aylık geçinecek miktar olduğu için geri çevirdim. O sizin yanınızda kalsın bir ay sonra bana veriniz" dedi.Bazı alimler şöyle buyurmuştur: İhtiyacı olduğu halde (verilen şeyi) alma­yan kimse herhangi bir cezaya mübtela olur. Eğer kişide hırs meydana gelirse veya şüpheli mal almak gerekirse yahut bir afet öylesine gelirse ve eğer bu mala ihtiyacı da yoksa, o zaman şuna bakmalıdır; kendisi infiradi bir hayat mı yaşıyor yoksa içtimai bir hayat mı? Yani eğer yalnız başına yaşıyorsa ve başka insanlarla ilişkileri yoksa, böyle bir adamın ihtiyacından fazlasını alıp, yanında tutmaması gerekir. Çünkü bu sadece arzulara tabi olmaktır ve o kişiyi fitneye mübtela kılmaya sebeptir. Eğer herhangi bir sebepten dolayı almışsa onu başkalarına taksim etme­lidir. İmam Ahmed bin Hanbel rahmetuiiahi aleyh Hz. Sirrî rahmetuiiahi a/ey/j'in bağışını kendisinin buna ihtiyacı olmadığından kabul etmemişti. Bir de alıp da onun taksimi ve harcanmasıyla kendi vakitlerini meşgul etmeyi kabul etmedi. Çünkü bunda pek çok afetler ve zorluklar vardır. Afet mahallinden uzak durmak ihtiyatın gereğidir. Çünkü şeytanın hilesinden hiçbir zaman emin olunamaz.Mekke'de oturmakta olan bir şahıs diyor ki: Benim yanımda biraz dirhem vardı. Onları Allah yolunda sarf etmek için saklıyordum. Tavafını bitirmiş bir fakir gördüm. (Kabe'nin örtüsüne yapışmış) çok sessizce şöyle diyordu; "Allah'ım Sen biliyorsun ki ben açım. Ey Allah'ım Sen biliyorsun ki ben çıplağım. Ey başkala­rını gören ve Kendisini kimsenin görmediği Yüce Zât!". Ben o fakire göz gezdirin­ce onun bedeni üzerinde eskimiş iki bez parçası gördüm ki, onlar onun vücudu­nu örtmüyordu. Ben kalbimden, "Benim dirhemlerimin sarfedileceği bundan daha hayırlı bir yer bulamam" diye düşündüm. O dirhemlerin hepsini onun önüne koy­dum. Onlardan sadece beş dirhem alarak gerisini bana iade etti ve "Dört dirhem iki peştemalin bedelidir. Bir dirhem de üç günlük yemeğe sarf olacaktır. (Bir dir­hem yaklaşık 3,2 gr gümüş'tür). Ben ikinci gece onun üzerinde iki yeni bez par­çasının olduğunu gördüm. Benim kalbimde onunla ilgili tehlikeli bir şey geçti. O bana baktı ve elimi tutarak kendisiyle birlikte tavaf yaptırdı. Tavafın yedi dönü­şünde her adım başı ayağımın altında değerli madenlerin dolu olduğunu hisset­tim. Onlar ayağımın altında hareket ediyorlardı. Onlar arasında altın, gümüş,yakut, inci ve diğer mücevherler vardı. Ben onları görüyordum. Fakat diğer in­sanlar görmüyorlardı. Ondan sonra o adam bana, "Allah ceiie ceiaiuhu bütün bunları bana ihsan etti. Ancak ben bunlardan almak istemiyorum. İnsanların elinden alıp harcıyorum. Çünkü bunda kendilerinden aldığım insanlar için de kazanç vardır. Allah'ın Rahmeti de onlar üzerine inmektedir" dedi.Bu olayları anlatmaktan maksat şudur: İhtiyaçtan fazlasını almak fitneye sebeptir. Allah tarafından onu hangi işe harcadığına dair bir imtihandır. İhtiyaç kadar almak Allah'ın Rahmeti'dir. Öyleyse insanın rahmet ve imtihan arasında ayırım yapması gerekir. Allahu Teâlâ buyuruyor ki:"Biz kimin daha iyi amel işlediğini imtihan etmek için yeryüzündeki varlıkları, yeryüzünün süsü ve yaldızı yaptık" (Kehf-7) (Yanı kim bu süse ve yaldıza ka­pılarak Allahu Teâlâ'dan gafil oluyor ve kim de ondan yüz çevirip Allah ile meşgul oluyor). Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyuruyor ki: "İnsanın üç şeyden başka­sında hakkı yoktur: 1-Belini doğrultacak kadar yemek, 2-Bedenini örtecek kadar elbi­se, 3-İçinde insan barınabilecek kadar bir ev. Bunların dışında ne varsa hepsinin he­sabı vardır. Bu üç tanesinden zaruret kadar olanı mükâfata sebeptir, insan bundan fazlasında Allah'a isyan etmese bile kesin hesap vardır. Eğer isyan ederse azab var­dır. O halde zaruretten fazla bir şeyler var ise onu muhtaç olanlara sarf etmelidir.Bütün bunlar infiradi hayatın haliydi. Eğer bir kimsenin hayatı içtimai ise onun tabiatında cömertlik ve ihsan maddesi varsa fakirler ve salihler topluluğu ona bağlıysa onların ihtiyaçlarını da yerine getirmek gerekiyorsa, o zaman böyle bir şahsın ihtiyacından fazlasını almasında bir sakınca yoktur. Ancak aldıktan sonra çok âcil bir şekilde sarf etmeli ve ihtiyaç ehline taksim edilmelidir. Bir gece bile onu kendi yanında tutmak bir fitnedir. Çünkü kalpte onun düşüncesi doğma­ya başlar ve insanın tabiatı onu harcamaktan çekinebilir. Hatta böyle bir şahsın Allah'a güvenerek borç alıp, onu harcamasında bir sakınca yoktur. Allahu Teâlâonun borcunu Ödeyecektir.[41]

5) Hz. Enesanadan Rasûlullah buyurdu: »Sizden biriniz birine bir borç verirde o borçlu kimse borç veren ktaL hir hedive verir veya bineğine bindirirse, ne onun hediyesini kabul e sene de oLVb   eğine binsin. Ancak bu gibi muameleler daha onc aralarında cereyan ediyorsa bunda bir sakınca yoktur». Mâce,

İZAH: Yani eğer önceden beri aralarında hediyeleşmek veya onun bir şe­yini ödünç alıp kullanmak vs. gibi ilişkiler varsa o zaman borç durumunda da hediye kabul etmekte bir sakınca yoktur. Eğer önceden böyle ilişkiler yoksa şim­di borç aldığı için böyle yapıyorsa o zaman o faiz olur.Bir başka hadiste şöyle geçmektedir: Hz. Ebû Bürde radıyallahu anh diyor ki: Bana Hz. Abdullah bin Selam radıyallahu anh buyurdu ki; "Siz faizin çok revaçta olduğu bir yerde oturuyorsunuz. Öyleyse herhangi bir şahıstan alacağınız bir hak varsa, sonra o sizin yanınıza bir çuval kül veya bir çuval ot koysa, onu almayınız zira o faizdir"[42] O halde hediye kabul etmek konusunda veren kişinin herhangi bir bozuk maksadının olup olmadığına bakmak gerekir. Mesela, borç durumunda hediye vermek faiz olmakla beraber, "Alacaklı borcunu istemesin" diye bir gaye de varsa bu aynı zamanda faizle birlikte rüşvettir de. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi ve-seiiem pek çok hadisi şeriflerinde rüşvet alana da verene de lanet etmiştir.Hz. Abdullah Ibni Ömer radıyallahu anhuma buyurdu ki: "Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem rüşvet alana ve rüşvet verene lanet etmiştir". Bir başka hadiste Ra­sûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem şöyle buyurmuştur: "Rüşvet alana, rüşvet verene Allah lanet etmiştir". Diğer bir hadiste, "Rüşvet alan da rüşvet veren de Cehen-nem'dedir" buyuruimuştur. Yine bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Bir kavimde fa­iz revaç bulursa, onlar üzerine kıtlık musallat olur. Hangi kavimde rüşvet ortaya çıkarsa onların düşmana karşı cesaretlen gider ve korku içinde kalırlar". Bir çok hadiste şöyle geçmiştir: "Rasûiullah saiiaiiahu aleyhi veseilem rüşvet alana da rüşvet verene de ve bu muamelede aracı olana da lanet etmiştir"[43]Rasûl-i Ekrem saiiaiiahu aleyhi veseilem bir şahsı sadakaları toplamak için gönderdi. O işini bitirip dönünce Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm huzuruna ge­lerek, "Bu mal sadaka olarak verildi, şunu da halk bana hediye olarak verdi" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem vaazında bunun üzerine uyarıda bulunarak şöyle buyurdu: "Bazı insanlar halktan sadaka malı toplamak için gönderiliyor. Gelince de, <Bu sadaka malıdır. Şu ise bana hediye olarak verildi> diyor. O ken­di babasının veya anneciğinin evinde otursaydı da, kendisine hediye verilip verilmeyeceğine bir baksaydı".[44]Önceki hadislerde borçlanma durumunda Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem şöyle buyurmuştu: "Eğer borç muamelesi olmadan önce de bu hediye verme -durumu var ise o zaman bunda bir sakınca yoktur". Yukarıdaki azarlamada da şuna işaret edilmiştir. Bir kimseye idareci olmadığı bir durumda evinde otururken hediye geliyorsa, o hediyedir. Ancak bir hediye idareci olduğundan dolayı verili­yorsa, o hediye değildir. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem buyurdu ki: "Bir kimse birini himaye edip kayırsa, bu himayesinden dolayı kendisine hediye verilse, o da hediyeyi kabul etse, faiz kapılarından çok büyük bir kapıya dahil olur".[45]Hz. Muaz radıyallahu anh diyor ki: Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem beni Ye-men'e vali tayin edip gönderince arkamdan bir adam gönderdi. Beni yoldan geri çağırdı. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseüem, "Biliyor musun ben seni niçin çağırdım? Benim iznim olmadan hiçbir şey alma, bu hıyanet olur".

"Kim hıyanet ederse, Kıyamet gününde hıyanet ettiği şeyi (yüklenerek mahkemeye) getirir".                                                                    

(Âli lmran-161)

Hz. Ebû Hureyre radıyallahu anh buyurdu ki: Hz. Rifâe radıyallahu anh bir köleyi Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiemG hediye olarak takdim etti. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem ile birlikte Hayber gazvesine gitti. O bir yerde Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm devesine yük bağlıyordu ki, bir yerden bir ok gelip ona isabet etti. Bu yüzden o şehid oldu. Halk, "Şehitlik ona mübarek olsun (çünkü o Rasûlullah saiiai-lahu aleyhi veseiiem'm kölesiydi, bir de buna şehitlik derecesi katıldı. Bu tebrik edilme­si gereken bir durumdur)" dediler. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem, "O (ganimet malından) bir şal çalmıştı, şimdi o şal bir ateş halinde onu sarıyor" buyurdu.Hz. Zeyd bin Hâlid radıyallahu anh diyor ki: "Huneyn savaşında bir adam ve­fat etti. Cenazesi hazırlanıp namazını kıldırması için Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi ve-seiiem'e rica edildi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem, <Onun namazını siz kendiniz kılın> buyurdu. Sahâbe-i Kiram'ın (üzüntüden) yüzlerinin rengi kaçtı. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem (onları üzüntülü görünce), <o (ganimette) hıyanet etmiştir> buyurdu". Hz. Zeyd radıyallahu anh diyor ki: "Biz merhumun eşyalarını aradık, onlar arasında yahudilerin incilerinden küçük küçük inciler bulduk. Onlar iki dirhem bile etmezlerdi"[46]Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem şöyle buyurdu: "Allahu Teâlâ kendisi te­mizdir ve sadece temiz malı kabul eder. Allahu Teâlâ Rasûllerine neyi emret-mişse Müslümanlara da aynı şeyi emretmiştir. Nitekim şöyle buyurmuştur:<Ey Peygamberler! Temiz (yani helal) şeylerden yiyin ve salih ameller işleyin>(Mü'minûn-51)Allahu Teâlâ müminlere şöyle buyurmuştur:<Ey İman edenler! Size verdiğimiz nzıklann temiz olanlarından yiyin>(Bakara-172)"Sonra Rasûlullah (sattaiiahu aleyhi veseiiem bir adamdan bahsederek şöyle buyurdu: "O uzun bir yolculuğa çıkıyordu (yolculuk duanın kabul olduğu özel bir yerdir). Saçları dağınık, toz toprak içindeydi (bununla onun yoksulluğu da anla­şılmaktadır). Sonra o adam iki elini göğe doğru kaldırıp, <Allah'ım! Allah'ım!> di­yerek dua ediyordu. Ancak yemeği haram, içmesi haram, elbisesi haramdı. Ha­ram malla beslenmişti. Peki böyle birinin duası nasıl kabul olunabilir?"Bir başka hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur "Ya­kında öyle bir zaman gelecek ki, insan malın helal yoldan mı, haram yoldan mı geldiğine bile aldırış etmeyecektir"[47]Bunlardan başka pek çok değişik ifadeleri içini alan bir çok rivayetler hadis kitaplarında sık sık varid olmuştur. Bu rivayetlerde en çok şuna tenbih edilmiştir. İnsan gelir ve kazanç yollarını sıkı bir şekilde gözden geçirmelidir. Para hırsıyla haram kazanca göz yummamahdır. Bu konuda ilim ehlinin mesuliyeti, halkın me­suliyetinden daha fazladır. Çünkü onlar bizzat helal ve haramı bilmektedirler. Bil­hassa medreselerle ilgilenenler ve yardım için toplanan mallarla ilişkisi olanların daha fazla ihtiyat göstermeleri gerekir.Bizim büyüğümüz olan, selefi sâlihînden arta kalan, akranlarının iftihar kaynağı olan olan Hz. Mevlânâ Şah Abdurrahim Raypûri kuddise siuuhu şöyle bu­yururdu: "Ben medreselere ait olan paradan korktuğum kadar insanların mülkiye­tinde olan paradan korkmam. Eğer birinin şahsi malıyla ilgili bir dikkatsizlik ve kusur olursa, nihayetinde ondan af dilenir, o affederse affolunmuş olur. Ancak medreselerin parası dünyanın her yerinden gelen bağışlardır. Medrese yöneten­ler £m/n'dirler. Eğer o parada bir hıyanetlik olur yada haksız tasarruf yapılırsa, bu yöneticilerin affetmesiyle af olmaz. Şüphesiz yöneticiler böyle bir şeyi affet­mekle bu suça ortak olmaktadırlar". Allahu Teâlâ kendi lütuf ve keremiyle kul haklan meselesinden korusun. Çünkü bu çok ağır bir şeydir.Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Allahu Teâlâ indinde kıyamet günü üç mahkeme vardır; 1-Birinci mahkemede affetmek asla söz konu­su değildir. Bu, şirk ve tevhid mahkemesidir. Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur;<Şüphesiz Allah kendisine ortak koşulmasını (şirki) bağışlamaz. Bunun dışında dilediğini bağişlar> (Nisa-116). 2-İkinci mahkemede Allahu Teâlâ be­delini alana kadar (hesap sormadan) kimseyi bırakmayacaktır. Bu mahkeme bir başkasına yapılan zulmü yargılayan mahkemedir. (Bu zulüm ister can açısından olsun, mesela; kötü konuşmak, birinin İffet ve şerefini zedelemek, ayıplamak vs. gibi... İsterse bu zulüm mal açısından olsun, mesela; birinin malını haksız yolla almak gibi...) 3-Üçüncü mahkeme Allahu Teâlâ'nın hakları ile ilgilidir. Bu hususta Allah dilerse azab eder, dilerse affeder"[48]Bu hadisleri zikretmenin asıl maksadı şudur; insan kendi gelir yollarını çok derin bir şekilde gözden geçirmelidir. Eğer kazanç haram olursa biraz öncede geç­tiği gibi ne o kişinin duası kabul olunur ne de onun sadakaları kabul edilir. Bu ko­nuda pek çok rivayetler zekatın açıklandığı bölümde geçmiştir. Hatta bazı rivayet­lerde şu ifade de geçmiştir: "Haram maldan oluşan ete (yani bedene) Cehennem ateşi daha layıktır". İlerdeki hadisin izahında da bu gibi ifadeler gelecektir. Allah ceiie ceiaiuhu kendi lütfü ile bizleri (haram kazançtan) muhafaza buyursun (Amin).

6) Hz. İbni Mes'ud radıyaifahu anh'dan rivayete göre Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Kıyamet günü hiçbir insanın ayağı beş şey­den sorgulanmadan (ve makul bir cevap alınmadan, hesap yerinden) ayrıl­maz. 1-Ömrünü hangi İşte harcadığı, 2-Gençliğini hangi şeye sarf ettiği, 3-Ma-lı nereden kazandığı, 4-Malı nereye harcadığı, 5-İlmiyle ne amel yaptığı".                                              (Tirmizi, Mİşkât, Terğib)

İZAH: Bu hadisi şerif pek çok sahabeden nakledilmiştir. Burada Rasûlul­lah saiiaiiahu aleyhi veseiiem kıyamet hesabının fihristini kısaca saymıştır. Başka hadislerde bunların her biriyle ilgili çeşitli ifadeler kullanılarak, bunlar üzerine uyanlar yapılmıştır.İlk önce sorulup da cevabı istenecek şey, her nefesi son derece kıymetli bir sermaye olan "Ömrünü hangi şeye harcadın?" sorusudur. Biz insanlar niçin yaratıldık? Bizim hayatımız herhangi bir maslahat için mi, herhangi bir iş için mi dir? Yoksa boşu boşuna mı yaratıldık? Allahu Teâlâ bu konuya dikkatleri şöyle çekmiştir:"Sizi boşuna yarattığımızı ve Bize döndürülmeyeceğinizi (ve hayatınızın he­sabını vermeyeceğinizi mi) sandınız?"[49] (Mü'minûn-115)Yalnız bu kadar değil, bilakis başka bir yerde Allahu Teâlâ hayatın maksa­dını şöyle açıklıyor:"Ben cinleri ve insanları sadece Bana ibadet etsinler diye yaratt ım" (Zariyat-56)Böyle bir durumda herkesin kendi hayatının bütün vakitlerini gözden geçir­mesi gerekmektedir. Acaba kıymetli vakitlerini yaratılış maksadı olan işler için sarf ediyor mu? Bu vakitlerin ne kadarını kendi ihtiyaçları, ne kadarını eğlenceler ve maksatla ilgisi olmayan meşguliyetlere harcıyor?Siz bir mimarı, bir bina yapmak için görevlendiriyorsunuz. O size verdiği zamanın ne kadarını inşaat işinde kullanıyor, ne kadarını nargile içerek ve ne kadarını yemekle geçiyor? Siz onun ihtiyaçlarını gidermesi için ne kadar bir za­mana kutlanabileceğinizi hesap ediniz. O halde siz kendi emriniz altında olanlara ne kadar müsamaha ve müsaade gösterebiliyorsanız, kendinize de sadece o ka­dar müsamaha gösteriniz.Siz dükkanda durması için bir tezgahtar tutuyorsunuz. Bundan dolayı ona maaş veriyorsunuz. O ise gün boyu kendi ev ihtiyaçları ile ilgileniyor. Dükkana da bir kaç dakikalığına bir tur atıyor. Acaba siz ona maaş vermeye razı olabilir misiniz? Eğer "Hayır" diyorsanız o halde kendinizle ilgili ne gibi mazeretiniz var­dır? Zira Allah ceiie ceiaiuhu sizi sadece ibadet için yaratmıştır. O Malik ve Yaratıcı olan Allah her an size kendi nimetlerini lütfetmekte ve siz boş işlerde ömrünüzü geçirmektesiniz. Bir de, "5 vakit namaza gidiyoruz. Daha ne yapabiliriz ki?" diye kendinizi teselli etmektesiniz. Dikkatlice düşünün! Bu cevabı siz kendi işçile­rinizden duymaya dayanabilir misiniz?Allahu Teâlâ ikram ve ihsanından dolayı vakitlerin tamamında ibadeti farz kılmamıştır. Aksine zamanın çok az bir bölümünde farz kılmıştır. Bunda da kusur edilirse ne büyük bir zulümdür!Yukarıda ki hadiste sorgulanacak şeyin ikincisi, gençlik gücünün hangi şeylere sarf edildiğine dairdir. Allahu Teâlâ'nın rıza ve hoşnut olduğu işlere mi? O'na ibadete mi? Mazlumları koruyup, himaye etmeye mi? Zayıflar ve sakatlara yardım etmeye mi? Veya günah ve kötülüklere mi? Ayyaşlık ve serseriliğe mi? Güçsüzlere zulmetmeye mi? Haksıza yardım etmeye mi? Şu pis dünyayı kazan­maya mı? Bir de dünya ve ahirette işe yaramayan boş işlere mi?Bunun cevabı öyle bir mahkemede verilecek ki, orada ne avukatlık geçerli olabilir ne de yalan, hile ve güzel konuşmalar işe yarayabilir. Oranın gizli polisleri her zaman ve her an insanla beraber bulunmaktadırlar. Sadece bu kadar değil üstelik insanın kendileriyle bu çirkin hareketleri işlediği organları, kendi aleyhinde şahitlik edecekler ve suçlarını itiraf edeceklerdir. Nitekim Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:"O gün Biz onların ağızlarını mühürleriz (tâ ki onlar boş özürler uydurmasın­lar). Bize elleri konuşur, ayaklan da ne yaptıklarına şahitlik eder". (Yasin-65) Yani el, "Benimle falan ve falan kimseye zulmedildi. Bana caiz olmayan şu şu hareketler yaptırıldı" diyecektir. Ayak, "Ben caiz olmayan nice meclislere götürül­düm" diye şahitlik edecektir.Diğer bir ayette şöyle buyurulmuştur:"O gün Allah'ın düşmanları toplanıp Cehennem ateşine sevkedilirler. Sonra bir araya getirilirler. / Cehennem'e (yakın) geldikleri zaman (ve hesap baş­layınca) kulakları, gözleri ve derileri işledikleri arhelleri hakkında aleyhle­rinde şahitlik eder. / Onlar derilerine, "Niçin bizim aleyhimizde şahitlik yapı­yorsunuz?" derler. Onlar da, "Bizi her şeyi konuşturan Allah konuşturdu. Sizi ilk defa yaratan O'dur. (Şimdi) yine O'na döndürülüyorsunuz" derler. / Siz günahlarınızı kulaklarınızın, gözlerinizin ve derilerinizin aleyhinizde şahit­lik etmelerinden korkarak gizlemiyordunuz (şu açıktır ki, insanın yaptığı ha­reketleri göz, kulak vs. hissederler öyleyse onlardan gizlenerek kim bir iş ya­pabilir?). Aksine siz Allah'ın yaptıklarınızın çoğunu bilmediğini sanıyordu­nuz. / İşte Rabbinize karşı beslediğiniz bu kötü zan (yani Allah'ın haberi yokturzanni) sizi helak etti de, böylece hüsrana uğrayanlardan oldunuz".(Fussilet-19-23)Bedenin şahitliği ile ilgili pek çok rivayetler hadislerde geçmiştir. Bir hadis­te şöyle buyuruluyor: Hz. Enes radıyaiiahu anh buyuruyor ki; Biz Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm yanındaydık. O tebessüm etti. Hatta mübarek dişleri göründü. Sonra buyurdu ki: "Biliyor musunuz ben niçin güldüm?". Sahâbe-i Kiram bilme­diklerini açıklayınca, Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi ves&uem buyurdu ki: "Kul kıyamet günü Mevlâ'sına şöyle diyecektir; <Allah'ım! Sen bana zulüm yapılmayacağına dair güvence verdin>. Allahu Teâlâ, <Doğru söylüyorsun> diyecektir. Bunun üze­rine kul, <Allah'ım! Ben kendi aleyhimde kimsenin şahitliğini geçerli kabul etmi-yorum> diyecek. Allahu Teâlâ, <Peki öyleyse seni nefsin üzerine şahit kılacağız> buyuracak. Onun ağzına mühür vurulup, vücudunun azalarına sorulacak. Onlar işledikleri amellerin hepsini sayınca ağzındaki mühür açılacak bunun üzerine o kendi azalarına, <Bedbahtlar! Yazıklar olsun size! Ben bu şeyleri sizin için yapı­yordum (yani o yanlış hareketlerin lezzetini siz tadıyordunuz. Kendi aleyhinizde şahitlik etmeye başladınız)> diyecektir". (Ancak azalar da buna mecburdurlar. Çünkü o gün hiçbir şey hakkın aksine bir şey söyleyemeyecektir).Başka bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "İnsanın azalarından ilk önce sol kalçası konuşur. Kendisinden hangi işler sâdır olduğunu söyler. Ondan sonra di­ğer azalar konuşurlar. Kısaca her uzuv yaptıgîlyi ve kötü amelleri sayacaktır". Bun­dan dolayı başka bir hadiste Rasûluilah saiiaiiabu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: 11 in Subhanallah Elhamdülillah ve diğer kelimeleri parmaklarınızla sa-sayın (teşbih edin). Çünkü kıyamet günü bu azalara konuşma gücü verilecek ve sorgulanacaklardır". Yani bu azalar kendi günahlarını saydıkları gibi pek çok iyi işleri de sayacaklardır. Eller kötü hareketleri, zulüm, sitem ve caiz olmayan fiilleri haber verdiği gibi Allah'ın yüce ismini saymayı (teşbih çekmeyi), sadakalar ver­meyi güzel amellerle meşgul olmayı da haber verecektir.

Kısaca bu konu genişlik yönüyle çok uzundur. Ancak hülasası şudur: Genç­liğin güç ve coşkusunu taşıyan bu azaları, zulüm, sitem ve haram olan davranış­lardan korumak çok gereklidir. Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur:"Gençlik delilikten bir parçadır. Kadınlar ise şeytanın tuzaklarıdır"Yani insan kendi deliliği yüzünden bu ağa düşmektedir. Her Cuma günü hut­bede bu sözleri dinliyoruz da şu anki gençlik sarhoşluğu içinde bunun cevabını ver­memiz gerekeceğini zerre kadar aklımızdan bile geçirmiyoruz. Biz gençlik gücünü günahlarda ve dünya kazanmakta zayi ediyoruz. Halbuki gençlik kuvveti, ölümden sonra işe yarayacak işlerde kullanılmak içindir. Ne mutlu o gençlere ki, her an Allah'ın işiyle (ibadet ve taatle) meşgul olarak günahlardan uzak dururlar.Baştaki hadiste zikredilen üçüncü soru şudur: "Kazandığın malı hangi yol­dan elde ettin, helal miydi, haram mıydı?" Kıyamet günü kişi bu sualin cevabını vermeden hesap yerinden ayrılması mümkün olmayacaktır. Bundan önceki ha­diste bununla ilgili bir şeyler geçmişti. Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi vesetiem buyurdu ki: "İnsan haram yoldan kazanmış olduğu paradan sadaka verirse kabul olunmaz, harcarsa bereketi olmaz, miras olarak bıraksa, o mal, o kişi için Cehennem azığı olur". Bir başka hadiste şöyle buyurulmuştur: "Haram malla gelişip büyüyen bir ete (yani insan bedeninden bir parçaya) Cehennem ateşi daha uygundur". Diğer bir hadiste buyuruldu ki: "Bir adam 10 dirheme bir elbise satın alsa, onun bir dir­hemini haram kazançtan elde etmiş ise elbise bedeninde bulunduğu müddetçe o kişinin namazı kabul olunmaz"[50]Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm şu irşadı bir çok hadiste geçmiştir: "Rız­kı uzak sanmayın. Hiçbir insan takdirde yazılan rızkı kendisine ulaşıncaya kadar ölmez. Öyleyse rızık kazanmak için en iyi yolu seçin Helal kazanın, haramı terk edin". Pek çok hadiste şöyle geçmektedir: "Ölüm insanı aradığı gibi rızık da insa­nı arar". Yani insana ölüm gelmekten başka çare olmadığı gibi takdirde yazılan rızkını elde etmekten başka çaresi yoktur. Yine başka bir hadiste şöyle buyurul­muştur: "İnsan rızkından kaçmak istese de ölüm kendisini mutlaka bulacağı gibi rızık onu mutlaka bulur". Bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Rızık insan için tayin edilmiştir. Dünyadaki bütün insan ve cinler rızkı ondan uzaklaştırmak isteseler uzaklaştıramazlar'[51]Bir hadiste Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur. "Eğer sen­de 4 şey varsa dünyanın hiçbir şeyinin olmaması üzülmeye değmez; Emaneti korumak, doğru konuşmak, güzel âdetler, temiz ve helal rızık". Bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Kazancı güzel olan (yani temiz ve helal olan), içi (yani kalbi) iyi olan, dışı ahlaklı olan ve kötülüğünden insanların emin olduğu kimse mübarek bir insandır. Yine ilmiyle amel eden, ihtiyacından fazla olan malını (Allah yolun­da) harcayan, ihtiyacından fazla olan sözü kesen (yani lüzumsuz yere konuş­mayan) kimse de mübarek bir insandır".Hz. Said radıyaliahu anh bir defasında Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi vesellem'e, "Al­lahu Teâlâ'mn beni Müstecâb-ud Deavât (duası kabul olunan) bir kimse yapması için dua buyurunuz" diye ricada bulundu. Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Rızkını temiz tut (şüpheli mal yeme) ki Müstecâb-ud Duâ olasın. Mu-hammed'in canı kudret elinde olan Zât'a yemin ederim ki, insan karnına bir lok­ma haram koyunca bu yüzden onun 40 günlük ibadeti kabul olunmaz. Kimde haram malla beslenirse, Cehennem ona daha layıktır".Bu konuda daha pek çok rivayetler hadislerde geçmektedir.[52] Öyleyse kişi kendi kazanç sebeplerine çok dikkat etmelidir. Bu dikkati gösterirken dış görünüş açısından bir zarar görünse bile yine de bunda bereket vardır. Netice itibariyle maldaki bu azalma çok faydalı ve zarardan koruyucudur.Baştaki hadisteki dördüncü sorgulama şudur: "Malı nereye harcadın". Bu kitap baştan başa bu konu hakkındadır. Şöyle ki, insanın işe yarayacak olan malı sadece Allah yolunda harcadığı maldır. Malın (Allah yolunda harcanmayıp), kal­ması kişinin işine yaramadığı gibi, üstelik tamamen boş bir şey olarak kalmış olur. İkinci bölümün sonuna doğru bunun bir çok zararları da geçmişti. Ne kadar fazla mal olursa hesabın o kadar fazla gecikeceği açık bir şeydir. Kıyametin o çok çetin ve insanın aklını başından alan gününde herkes kan-ter içinde kala­caktır. Her şahıs korkunun şiddetinden sarhoş gibi olacaktır. Halbuki bu gerçek bir sarhoşluk değildir. Bununla ilgili olarak Allah cette cetaiuhu şöyle buyuruyor:"Ey İnsanlar! Rabbinizden korkun. ÇünküTuyamet sarsıntısı büyük bir şey­dir. / Onu gördüğünüz zaman her emzikli kadın (korkudan) emzirdiği çocu­ğunu unutur, her hamile kadın (dehşete kapılıp) çocuğunu düşürür. Sen insanları sarhoş görürsün. Aslında onlar sarhoş değillerdir. Fakat Allah'ın azabı şiddetlidir. (O'nun korkusundan dolayı hepsi bu duruma düşerler)".(Hac-1,2)Başka bir yerde şöyle buyurulmuştur:"İnsanların hesaba çekilme zamanı yaklaştı (Kıyamet hızla yaklaşmaktadır). Fakat onlar hâlâ gafletteler, aldırmıyorlar"                                         (Enbiya-1)Bundan birkaç ayet sonra şöyle buyurulmuştur:"Biz kıyamet günü için adalet terazileri kuracağız. Hiçbir kimse hiçbir zulme uğratmayacaktır. İşlenen amel (iyi veya kötü) bir hardal tanesi kadar da olsa Biz onu ortaya koyarız. Hesaba çeken olarak da Biz yeteriz".(Enbiya-47)Başka bir yerde de şöyle buyurulmuştur:"Rablerinin emrine icabet edenlere (ve onunla amel edenlere) güzel mükafat vardır (Cennet'te onlara verilecektir). Ona icabet etmeyenler ise (kıyamet günü) yeryüzündekilerin hepsi hatta onların bîr misli daha kendilerinin olsa (yani bütün dünyadaki şeyler bir misliyle onların olsa) hepsini (kurtulmak için) fidye olarak verirlerdi. İşte bunlar için kötü bir hesap vardır"   (Rad-18)Daha başka ayetlerde o günün hesabı, o günün şiddeti ve ehemmiyeti üzerine dikkatler çekilmiştir. Hz. Aişe radtyaiiahu anha diyor ki: Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bir defasında şöyle buyurmuştur: "Kıyamet günü kim hesaba çeki­lirse o helak olur (çünkü hesabı tam olarak vermek çok zordur)". Hz. Aişe radıyai-lahu anha, "Ya Rasûlallah! Allahu Teâlâ (Inşikak suresinde) kolay bir hesap olaca­ğını buyurmuştur" dedi. Bunun üzerine Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Bu (surede zikredilen) hesap sadece amellerin arz edilmesidir. Kimin muha­sebesi başlarsa o helak olur".Bir başka hadiste Hz. Aişe radıyallahu anha buyurdu ki: Rasûluliah sallallahu aley­hi veseiiem, "Allah'ım! Hesabımı Hisab-ı Yesir (kolay bir hesap) eyle" diye dua ederdi. Ben, "Ya Rasûlallah! Hisab-ı Yesir nedir?" dedim. Buyurdu ki: "Kişinin amel defterine bakılıp, <Bunlar affedilmiştir> denilmesidir. Kim de hesaba çekilirse o helak olmuştur".Hz. EbÛ Hureyre radıyallahu anh Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem'm şöyle buyurduğunu naklediyor: "Üç şey vardır ki bunlar kimde bulunursa onun hesabı kolay olur ve Allah ceiie ceialuhu onu rahmetiyle Cennet'e koyar. O üç şey şunlar­dır: Seni lütfundan mahrum eden kimseye sen ihsan et. Sana zulmedeni affet. Seninle yakınlık ilişkisini kesenle sen ilişkini devam ettir".[53]Bir hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Sizden Allah ile konuşmayacak hiç kimse yoktur. Konuşurken o kişiyle Allah arasında ne bir perde ne de bir vasıta olacaktır. Kişi sağına bakınca dünyada işlediği iyi amelleri görecektir. Soluna bakınca işlediği (kötü) amelleri görecektir. (Alev alev yanmak­ta olan) Cehennem gözünün önünde olacaktır. Ondan (kurtulmanın en güzel yo­lu sadakadır. Öyleyse sadaka vererek ondan) sakınınız, isterse (o sadaka) ya­rım hurma olsun".[54]Bir hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Bana Cennet gösterildi. Onun en yüksek derecelerinde muhacirlerin fakirleri vardı. Orada zen­ginler ve kadınların sayısı azdı. Bana, <Zenginler henüz Cennetin kapılarında hesap vermeyle uğraşmakta, kadınları ise altın ve gümüşün sevgisi alıkoymuş durumdadır>" denildi. Bir başka hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Ben Cennetin kapılarında duruyordum. Yoksulların çoğu oraya giriyorlardı. Zenginler ise (hesap yerinde) bağlı kalmışlardı. Ve ben Cehennem kapılarında durarak baktım ki, oraya çoğunlukla kadınlar giriyorlar". Bir başka ha­diste Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "İnsan iki şeyden korkar halbuki ikisi de onun için hayırdır. Ölümden korkar, halbuki ölüm onun için fitneden ko­runmadır. İkinci olarak malın azalmasından korkar, halbuki mal ne kadar az olursa hesap o kadar kolay olur".[55]RasûlUllah sallailahu aleyhi vesellem bir defasında Sahâbe-i Kiram radıyaliahu anhum ecmain topluluğunun yanında oturmuştu. Şöyle buyurdu: "Ben bu gece Cen-net'i ve oradaki sizin derecelerinizi gördüm". Sonra Hz. Ebû Bekr Sıddık radıyalia­hu an/j'a dönerek, "Ben bir şahıs gördüm. O Cennet'in hangi kapısına gitse, ora­dan <Merhaba, merhaba (buyurun gelin! buyurun gelin!)> sesleri geliyordu. (Cennet'te her iyi amel için bir kapı vardır. Her kapıdan çağırılmasının manası o kişinin her iyi amelde rütbesinin çok üstün olması demektir)" dedi. Hz. Selman radıyaliahu anh, "Ya Rasûlallah makamı böyle olan kimse rütbesi çok büyük olan bi­ridir" dedi. Rasûlullah sallailahu aleyhi vesellem, "Bu şahıs Ebû Bekr'dir" buyurdu. Sonra Rasûlullah sallailahu aleyhi veseliem Hz. Ömer radıyaliahu anh'm tarafına döne­rek, "Ben Cennet'te beyaz inciden bir ev gördüm. Üzeri yakut işlemeliydi. Ben, <Bu mekan kimindir?> dedim. <Kureyş'ten bir gencindir> dediler. (O köşkün son derece güzel olması, parlaklığı, gösterişi ve benim Seyyid-ül Murselin olmam sa­yesinde) anladım ki, o köşk ancak benimdir. Ben o köşke girmek isteyince bana, <Burasif/Ömer'indir> dediler" buyurdu. Sonra Rasûlullah sallailahu aleyhi veseliem Hz. Osman radtyaliahu anh Hz. Ali ve diğer bir çok sahabelerin makamlarını söyledi. Ondan sonra Hz. Abdurrahman bin Avf radıyaiiahu anh'm tarafına dönerek şöyle buyurdu: "Benim Ashabım arasında bana en geç sen ulaştın. Ben senin hakkın­da, <Acaba bir yerde helak mı oldu?> diye endişelendim. Sen kan ter içinde kal­mıştın. Ben, <Bu kadar zamandan beri nerede kalmıştın?> diye sorunca sen, <Malımın çokluğundan dolayı hesab vermekle meşguldüm. Bana malım hakkın­da, Nereden kazandın, nereye harcadın'? diye hesap soruldu> diye cevap verdin". Hz. Abdurrahman bin Avf radıyaliahu anh kendisiyle ilgili bu sözleri duyunca ağla­maya başladı ve "Ya Rasûlallah! Bu gece Mısır'daki ticaretimden 100 deve geldi. Bunlar Medine-i Münevvere'nin fakirleri ve yetimlerine sadakadır. Belki Allah ceiie ceiaiuhu bundan dolayı o günün hesabını bana hafif kılar" dedi.[56]Bir hadiste şöyle geçmektedir: Bir defasında Rasûlullah sallailahu aleyhi vesel­iem şöyle buyurdu: "Ey Abdurrahman! Sen benim ümmetimin zenginlerindensin ve Cennet'e sürünerek gideceksin (yürüyerek gidemeyeceksin). Sen Allahu Te-âlâ'ya borç ver ki, ayakların açılsın". Hz. Abdurrahman radıyaliahu anh, "Ya Rasûl­allah! Neyi borç vereyim?" dedi. Rasûlullah sallailahu aleyhi veseliem, "Bütün malını" buyurdu. Bunu duyunca malının tamamını getirmek için hemen ayağa kalktı. Rasûlullah sallailahu aleyhi vesellem onun arkasından birini göndererek onu çağırttı ve, "Şimdi Hz. Cibril aieyhisseiam geldi ve <Abdurrahman'a söyle ki, misafir ağırla­sın, fakirlere yemek yedirsin, isteyenlerin isteklerini yerine getirsin, sadaka verirken kendi yakınlarından başlasın. Bunlar onun tezkiyesi (tertemiz ve sağlam bir kim­se olması) için yeterlidir[57] İşte bu Abdurrahman bin Avf radıyaliahu anh kadri bü­yük bir sahâbidir. Çok üstünlüklerin ve övülecek işlerin sahibidir. Aşere-i Mübeşşe-re'den sayılmaktadır. Yani Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseliem'in daha dünyada iken kendilerini Cennetle müjdelediği 10 Sahâbe-i Kiram arasındadır. Ayrıca şehadeti sırasında Hz. Ömer radıyaliahu anh'\n yeni halife seçimini kendilerine bağladığı 6 kişi arasındadır. Hz. Ömer radıyaliahu anh şöyle demişti: "Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseliem bunlardan razı olduğu halde bu dünyadan göçmüştü". Sonra o altı kişi­den beşi halife seçme işini en sonunda Abdurrahman bin Avf radıyaiiahu anttın kararına bırakmışlar, o da Hz. Osman radıyaliahu  üçüncü halife tayın etmişti. O Sâbıkîn-i Evvelîn'den sayılıyordu. Onlar hakkında Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor:

"İlk iman eden Muhacirler ve Ensar ile onlara ihlasla tabî olanlardan Allah razı oldu. Onlar da Allah'tan razı oldular. Allah onlar için altından ırmaklar akan Cennet'ler hazırlamıştır. Onlar, orada ebedi kalacaklardır".                                                                                                                  (Tevbe-100)

Buna ilave olarak Hz. Abdurrahman bin avf radıyaliahu anh iki hicreti de yapmıştır. Bedir savaşı ve diğer savaşlara katılmıştır. Rasûlullah sallailahu aleyhi veseliem zamanında ehli ilim ve ehli fetvadan sayılmıştır. Hz. Ömer radıyaliahu anh bazı işleri sadece onun reyi üzerine tercih etmiştir. Rasûlullah sallailahu aleyhi veseliem bir seferinde sabah namazını onun peşinde kılmıştır. Çünkü Rasûlullah sallailahu aleyhi vesellem defi hacet için gitmişti. Sahâbe-i Kiram'da bir araya gelerek onu imam seçmişlerdi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem geri dönünce namaz kılı­nıyordu. Bir rekat kılınmıştı ki Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem ona uyarak nama­zını kıldı. Hz. Ömer radıyaliahu anh halife olunca birinci senesinde kendi yerine vekaleten onu Emîr-ui Hacc tayin edip göndermişti.[58]Velhasıl sayısız faziletlerine rağmen malının çokluğu onu kendi derece­sindeki insanlardan geri bıraktı. Malı da sadece Allahu Teâlâ'nın lütfü, O'nun ba­ğışı ve O'nun ikramıyla elde etmişti. Yoksa o çok fakir biriydi. Hicretin ilk yılların­da Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem Muhacirler ve Ensar arasında kardeşlik tesis etmişti. Tâ ki Ensar bu hususi ilişkiler üzerine Muhacirlerin fakirlerine yardım ve destek olsunlar, işte bundan dolayı onu Hz. Sa'd bin Rebi Ensari radıyaiiahu anh'a kardeş yapmıştı. Hz. Sa'd radıyatiahu anh ona, "Allah ceiie ceiaiuhu Medine'de en faz­la mal ve serveti bana verdi. Ben malımın her birinin yarısını sana veriyorum.Benim iki hanımım var, onlardan hangisini istersen onu boşayacağım. İddeti do­lunca sen onunla nikahlanırsın" dedi. Ama onun gözü toktu, şöyle dedi: "Allahu Teâlâ senin malını bereketli kılsın. Benim ona ihtiyacım yoktur. Sen bana bura­nın pazarının yolunu göster". Pazara gitti ve alış verişe başladı. Akşamleyin kâr olarak biraz yağ ve peynir kazanıp getirdi. Aynı şekilde her gün gidiyordu. Daha birkaç gün geçmişti. Kazancı o kadar çoğalmıştı ki, nitekim evlendi.[59] Sonra öyle bir zaman geldi ki Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesetiem sadaka vermeye teşvik edince bütün malının yarısını sadaka olarak verdi. Malının çokluğu biraz önce geçen olayla ölçülebilir. Şöyle ki, sadece Mısır'daki ticaretten 100 tane yüklü deve gel­mişti. Onları sadaka olarak vermişti. Ondan sonra bir defasında 40 bin dinar (al­tın) sadaka vermişti. Bir defasında 500 at ve 500 deveyi cihad için vermişti. Otuz bin tane köle azad etmişti. Bir rivayete göre 30 bin aileyi azad etmiştir.[60] Her aile­de kim bilir ne kadar erkek ve kadın, yaşlı ve çocuk vardı. Bir defasında bir ara­ziyi 40 bin dinara satmış ve hepsini Muhacirlerin fakirlerine ve kendi akrabalarına ve Ezvâc-ı Mutahharât'a taksim etmiştir.[61]Vefatı sırasında yaptığı vasiyette Bedir savaşına katılmış olan her kişiye 400 dinar verilmesini istemiştir. O vakit Bedir ashabından 100 kişi hayatta idi.[62] Ezvâc-ı Mutahharât için bir bağ vasiyet etmişti. O bağ 40 bin dinara satıldı.[63] Buna rağmen kendi hali şöyleydi; bir defasında gu-sül edip "yemek yemek için oturdu. Karşısında içinde ekmek ve et (yani tirid) ye­meği bulanan bir tabağın konulmuş olduğunu görünce ağlamaya başladı. Biri ağ­lamasının sebebi sorunca şöyle dedi: "Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseitem ahirete intikal edene kadar karın doyuracak miktarda arpa ekmeği bile bulamamıştır. Bizde bulunan bu hallerin, bizim için hiç hayırlı olmadığı anlaşılıyor"[64] Yani eğer bu bolluk bir hayır olsaydı. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem için de olurdu. Rasû­lullah saiiaiiahu aleyhi veseffem için böyle şeyler olmadığına göre bunların hiç hayırlı bir şey olmadıkları anlaşılmaktadır. Bu kadar üstün derecelere rağmen yukarıda söz konusu olan sorgulama yapılmaktadır.Baştaki hadiste Kıyamet meydanında cevabı verilmesi gereken beşinci sor­gulama şudur. "Allahu Teâlâ'nın sana vermiş olduğu ilimle ne kadar amel ettin?" Herhangi bir suçu bilmemek mazeret değildir. Kanunu bilmemek hiçbir mahke­mede geçerli değildir, Çünkü bunu öğrenmek kişinin kendi görevidir. Dolayısıyla, "Allah'ın hükmünü bilmiyordum" demek başlı başına bir suç ve başlı başına bir günahtır. Çünkü Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Her Müslü­man'ın (dinle İlgili) bilgileri öğrenmesi farzdır. Ancak şu da açıktır ki, suç olduğunu bildik-ten sonra bir suçu işlemek daha ağırdır". Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesetiem şöyle buyurmuştur. "Kendi ilminizle birbirinize nasihat ediniz. İlime hıyanet etmek maldaki hıyanetten daha ağırdır. Allahu Teâlâ'nın huzurunda bunun sorgulaması olacaktır". Şu ifade ise pek çok hadislerde geçmektedir: "Bir kimseye ilimden sorulur da, o kimse onu gizlerse kıyamet günü onun ağzına gem vurulacaktır".Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bir defasında vaaz buyurdu. Vaazında ba­zı kavimleri övdü. Sonra şöyle buyurdu: "Ne oluyor da bazı kavimler kendi kom­şusu olan kavimlere ilim öğretmiyorlar? Ne onlara nasihat ediyorlar, ne onları an­layışlı insan olarak yetiştiriyorlar, ne onlara güzel şeyleri emrediyorlar ne de kötü şeylerden onları alıkoyuyorlar. Ne oluyor da bazı kavimler kendi komşu kavmin­den ilim öğrenmiyorlar? Ne hikmet ve anlayış öğreniyorlar ne de nasihat elde ediyorlar. Bu insanlar kendi komşularına ilim öğretsinler, onlara nasihat etsinler ve onları anlayışlı kılsınlar. Diğer insanlar da ilim sahiplerinden bu şeyleri elde et­sinler. Eğer böyle olmazsa Allah'a yemin olsun ki, ben onların hepsine dünyada iken ağır ceza veririm (ahiret muamelesi ise ayrıdır)". Bundan sonra Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem mimberden indi. İnsanlar bu sözlerden hangi kavmin kaste­dildiğini aralarında konuşmaya başladılar. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bu­yurdu ki: "Bundan kasıt Eş'ari kavmine mensup olan insanlardır. Onlar ilim ehlidir. Fıkıf ehlidir. Onların civarında oturan kavimler cahildirler". Bu haber Eş'ariülere ulaştı. Onlar Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm yanma geldiler ve "Ya Rasûlal-lah! Siz bazı kavimleri övdünüz ve bizim hakkımızda böyle buyurdunuz" dediler. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem kendi sözünü onların önünde de söyledi: "Ya on­lar kendi komşularına ilim öğretsinler ve nasihat etsinler, onları anlayışlı yetiştir­sinler, onlara güzel şeyleri emretsinler ve kötü şeylerden menetsinler. Diğer in­sanlar da onlardan bu şeyleri elde etsinler. Yoksa daha dünyada iken onlara şiddetli ceza veririm" buyurdu. Onlar, "Ya Rasûlallah! Biz başkasını nasıl anla­yışlı kılarız" deyince Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem yine aynı emrini söyledi. Onlar üçüncü defa yine aynı şeyi arzedince Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem yine aynı o emrini tekrarladı. Onlar, "Ya Rasûlallah! Peki bize bir senelik mühlet ve­riniz" dediler. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem komşularına ilim öğretmeleri için onlara bir senelik mühlet verdi.[65]Bu hadisi şerif ve Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem in bu ağır tehdidinden şu da anlaşılmış oldu ki, ilim ehli olan ve anlayışlı olan kimselerin bir mesuliyetleri de etraflarında oturmakta olan cahillerin eğitimi için çalışmaktır. İlim erbabının, "Efen­dim kim ilmi maksat edinirse kendisi öğrenir" görünüşünde olmaları yeterli değildir. Öğrenmemenin onlar üzerindeki hesabı ayrı günahı da ayrıdır. Ancak onlara öğ­retmekten ilim ehli de sorumludur. Öyleyse ilim erbabı buna gayret göstermeli ve onların ilim öğrenmeleri için tedbirler almalıdırlar. Böyle yapmak kişinin kendi il­miyle amel etmesinden sayılır. Zira ilimle amel etmeye ilmi öğretmek de dahildir.Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vese//em'den nakledilen pek çok dualar arasında şu dua sık sık geçmektedir: "Allah'ım! fayda vermeyen ilimden Sana sığınırım".Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseüem şöyle buyurmuştur "Kıyamet günü bir adam (ya­ni aynı zümreden ne kadar adam varsa) getirilip Cehennem'e atılacak. Bu yüz­den onun bağırsakları dışarı çıkacak ve bağırsaklarının etrafında değirmen mer­kebinin, değirmenin etrafında döndüğü gibi dönecektir (yani merkep, öküz vs. gibi hayvanlar un öğütülen değirmenin dört bir yanında döndükleri gibi dönecek­tir). Cehennem'deki insanlar onun etrafında toplanacak ve "Sana ne oldu? Sen bize iyi şeyleri emreder, kötü şeylerden de men ederdin?" diyeceklerdir. O, "Ben size onu emrederdim ama kendim amel yapmazdım" diye cevap verecektir.Bir başka hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Ben Miraç Gecesi'nde dudakları makaslarla kesilen bir topluluk gördüm. Hz. Cebrail aieyhisseiam'a, <Bunlar kimdir?> diye sorunca, <Bunlar senin ümmetinin vaizleridir. Başkalarına nasihat ediyorlar. Kendileri söyledikleriyle amel etmiyorlardı" dedi. Yine başka bir hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Zebaniye (adlı Cehennem melekleri) fisk ve günaha mübtela olan okumuş ve tahsilli kimse­leri kafirlerden daha önce yakalayacaklardır. Onlar, <Neden böyle kafirlerden önce yakalanıyoruz?> diyecekler, onlar da cevap olarak, <Alim ve cahil eşit değildir> di­yeceklerdir".[66] (Yani "Siz bilmenize rağmen bu hareketleri işlediniz?" denilecektir). Zebaniye insanları Cehennem'e atmaya memur kılınan şiddetli ve acımasiz me­lekler topluluğudur. Bunlar Ikra diye başlayan Alak sûresinde zikrolunmuşlardır. Başka bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Bazı Cennetlikler, bazı Cehennemliklerin yanına gidip, <Size ne oldu ki, burada bulunuyorsunuz? Biz ancak sizin sebebiniz­le Cennet'e gittik. Çünkü sizden ilim öğrendik> diyeceklerdir. Onlar, <Biz başkala­rına söylerdik ama kendimiz onlarla amel etmezdik> diyeceklerdir".Hz, Malik bin Dinar mhmetuiiahi aleyh Hz. Hasan Basri rahmetuliahi aleyh yoluyla Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm şöyle buyurduğunu naklediyor: "Her kim vaaz ederse, Aİlahu Teâlâ kıyamet günü maksadının ne olduğu hakkında onu hesaba çekecektir. (Yani vaazının maksadı herhangi bir dünyevi çıkar mıydı? Mal, men­faat, makam ve şöhret miydi? Ya da sadece Allah rızası için mi konuşmuştu?)" Hz Malik rahmetuliahi aieyh'ın talebesi diyor ki: Malik rahmetuliahi aleyh bu hadisi açık­ladığında o kadar ağlardı ki sesi kesilirdi. Sonra, "Siz vaaz etmekle benim se­vindiğimi mi sanıyorsunuz? Halbuki ben biliyorum ki kıyamet günü bana, <Bu vaazdan maksadın neydi?> diye sorulacaktır" buyururdu.[67] Buna rağmen söyle­mek mecburiyeti vardır. Bu konu biraz önce geçmiştir. Yani pek çok rivayetlerde geçtiği gibi insanları ilimle aydınlatma mesuliyeti de vardır. Bu konudaki Eşari kabilesinin kıssası biraz önce geçmişti.Hz. Ebû Derda radiyaüahu anh şöyle buyururdu: "Ben şundan korkup, ürperi-yorum ki, kıyamet günü bütün mahlukatın önünde çağırılırım da, <Lebbeyke Rabbî (buyur ya Rabbİ)> derim. Sonra bana, <İlminle ne amel yapttn?> diye sorulur".Bir başka hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Kıyamet günü en şiddetli azaba uğrayacak olan kimse ilmi kendisine fayda vermeyen âlimdir".Hz. Ammâr bin Yâsir radıyaliahu anh buyurdu ki: Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi ve­seiiem Beni Kays kabilesine talim için gönderdi. Ben oraya varınca onların vahşi develere benzediklerini olduklarını gördüm. Onların zihni her an kendi develeri ve keçileriyle meşguldü. Onların bundan başka hiçbir düşünceleri yoktu (her an sadece dünya meşgalesiyle uğraşıyorlardı). Ben oradan döndüm. Rasûlullah sal-lallahu aleyhi veseiiem, "Ne yaptın?" buyurdu. Ben Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'e onların halini beyan ettim ve onların (dinden) gaflet içinde olduklarını anlattım. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Ammâr! Âlim oldukları halde bunlar gibi (dinden) gafil olan topluluğun hali bundan daha fazla hayret vericidir".Bir başka hadiste şöyle geçmektedir: "Bazı insanlar Cehennem'e atılacak­lar, onların kötü kokusundan ve iğrenç râyihasından Cehennem'dekiler bile perişan olacaklardır. Onlar, <Siz böyle hangi uğursuz ameli işlediniz. Bizim içine düştüğü­müz musibet az mıydı da bir de sizin bu pis kokunuz bizi daha da perişan etti> diyecekler. Onlar da, <Biz kendi ilmimizden fayda lan mazdık" diyeceklerdir".[68]Hz. Ömer radıyaiiahu anh şöyle buyurmuştur: "Ben bu ümmet hakkında en fazla münafık âlimden korkuyorum". Biri, "Münafık âlim kimdir?" diye sorunca, "Dil yönünden âlim, kalp ve amel bakımından cahil olandır" buyurdu. Yani çok akıcı ve tatlı konuşma yapan ancak amel namına sıfır olan kimsedir. Hz. Hasan Basri rahmetuliahi aleyh buyurdu ki: "Sen âlimlerin ilmini toplayan, hekimlerin az bu­lunur sözlerini yüklenen, ancak amel etmekte ahmak ve akılsızlar gibi olan biri olma". Hz. Süfyân Sevrî rahmetuliahi aleyh buyuruyor ki: "İlim ameli çağırır. Kim onun­la amel ederse, o ilim baki kalır. Yoksa o da gider (yani o ilim zayi olur)". Hz. Fudayl rahmetuliahi aleyh buyuruyor ki: "Ben üç kişiye çok acıyorum; 1-Zelil duruma düş­müş olan bir kavmin reisine, 2-Zenginlikten sonra fakir olan kimseye, 3-Dünya ken-disiyle oynayan âlime (yani dünyayı taleb eden alime. Çünkü kim dünyanın tâlip-lisi olursa, dünya onunla oynar). Hz. Hasan rahmetuliahi aleyh buyuruyor ki: "Âlim-lerin azabı kalbin ölmesidir. Kalbin ölümü ise ahiret ameliyle dünyayı talep et-mektir". Bir şair şöyle demiştir:Dalâleti satın alana şaştım, hidayet karşılığında Daha acâibi, dünya satın alandır, din karşılığında En hayret verici şey, başkasının dünyası için dinini Satan kimsedir. Bu ise her ikisinin daha acâibi Yani başkasının dünyasına faydalı olur ama kendi dinini de berbat etmiş olur. İmam Gazali rahmetuiiahi aleyh buyuruyor ki: Dünyacı olan alim hâl itibariyle cahilden daha sefildir. Azab bakımından daha fazla şiddete mübtela olacaktır. Kurtuluşa eren ve Allah'a yakın olanlar ise ahiret âlimleridir. Onların bir kaç alâmeti vardır:

1) İlmiyle dünya kazanıyor olmamalıdır: Alimin en küçük derecesi şudur: Dünyanın değersizliği ve onun aşağılığı, onun kirliliği ve onun çabuk biten bir şey olduğunun şuurunda olmalıdır. Ahiretin büyüklüğü, onun ebediliği, onun nimetleri­nin güzelliğinin anlayışına sahip olmalıdır. Bir de şunu iyi bilmelidir ki, dünya ve ahiret birbirlerinin zıddıdır. İki kuma gibidir. Hangisini razı edersen diğeri darılır. Bunlar bir terazinin iki kefesine benzer. Hangisi ağır basarsa diğeri yukarı kalkar. İkisi arasında doğu ile batı gibi fark vardır. Sen hangisine yaklaşırsan diğerinden uzaklaşırsın. Kim dünyanın değersizliğini, onun kirliliğini ve dünya lezzetlerinin iki cihan sıkıntıları ile kenetlenmiş olduğunu hissetmezse o Fâsidüi Akıl yani aklı bozuk bindir. Müşahede ve tecrübeler şuna şahittir ki, dünya lezzetlerinde dünya sıkıntısı da vardır. Ahiret sıkıntısı ise zaten vardır. Öyleyse bir şahsın aklı yoksa o nasıl âlim olabilir? Hatta bir kimse ahiretin büyüklüğü ve orada ebedi kalınacağını bile bilmiyorsa o kafirdir. Kendisine iman nasip olmayan biri nasıl âlim olabilir? Bir kim­se dünya ve ahiretin birbirinin zıddı olduğunu bilmiyorsa ve her ikisini birleştirme hırsını taşıyorsa (hırslanmaması gereken şeye hırslanıyorsa), o şahıs bütün pey­gamberlerin şeriatını bilmek konusunda cahildir. Bir kimse de bütün bunları bildiği halde dünyayı tercih ediyorsa, o şeytanın esiridir. Onu şehvetleri helak etmiştir. Bedbahtlık ona galip gelmiştir. Hali böyle olan biri nasıl âlimlerden sayılır?Hz. Dâvûd aieyhisseiam Allahu Teâlâ'nın şöyle buyurduğunu naklediyor: "Hangi âlim dünya arzusunu, Benim sevgime tercih ederse, Ben ona en az şöyle muamele ederim; Kendi münâcâtımın lezzetinden onu mahrum ederim (şöyle ki, o Beni zikretmekten ve Bana dua etmekten lezzet alamaz). Ey Dâvûd! Kendisini Benim sevgimden uzaklaştıran ve kendisini dünya sarhoşluğu sarmış olan âlimin halini sorma. Böyle kimseler eşkiyâdır. Ey Dâvûd! Sen Beni arayan birini görün­ce onun hadimi ol. Ey Dâvûd! Kim koşarak Bana gelirse, Ben onu cehbez (yani kamil anlayışlı) yazarım. Kimi cehbez yazarsam ona azab etmem".Yahya bin Muaz rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "İlim ve hikmet vasıtasıyla dünya talep edildiğinde onun nuru gider". Saîd İbnül Müseyyeb rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Bir âlimin devlet adamlarının yanından ayrılmadığım görürsen, onun hırsız oldu­ğunu anla". Hz. Ömer radıyaiiahu anh buyuruyor ki: "Bir âlimin dünyayı sevdiğini gö­rürsen, onun kendi dini konusunda suçlu olduğunu bil. Çünkü kim neyi severse kendini ona verir". Bir Allah dostuna biri şöyle sormuş: "Günahtan lezzet alan biri arif olup Allah'ı bilir mi?" O zat cevap vermiş: "Ben dünyayı ahirete tercih eden kimsenin arif olamayacağı hususunda zerre kadar tereddüt etmem. Günah işle­menin derecesi ise bundan daha fazladır. Şu konu zihne iyice yerleştirilmelidir ki, sadece mal sevgisinin olmaması ile ahiret âlimi olunmaz. Makam sevgisinin de­recesi ve onun zararı maldan daha fazladır".Yani yukarıda dünyayı tercih etmek ve onu talep etmekle ilgili ne kadar tehditler geçtiyse onlara sadece mal kazanmak dahil değildir. Üstelik makam ta­lep etmek, mal talep etmeye göre bu tehdite daha fazla girer. Çünkü makam ta­lep etmekteki zarar ve ziyan mal talep etmekten daha şiddetlidir.

2) Âlimin söz ve fiili birbirine ters düşmemelidir: Başkasına hayrı em­redip, kendisi onunla amel etmiyor olmamalıdır. Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor:

"İnsanlara iyiliği emrediyor da kendinizi unutuyor musunuz? Oysa siz kita­bı da okuyorsunuz".                                                                           (Bakara-44)

Başka bir ayette şöyle buyuruluyor:

"Yapmayacağınız şeyi söylemeniz Allah nezdinde büyük bir gazaba sebep olur"                          (Saff-3)

Hâtem-i Esamm rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Kıyamet günü başkaları kendi­sinden ilim öğrendikleri ve amel ettikleri ve neticesinde kurtuluşa erdikleri halde kendisi amel etmediğinden dolayı kurtulamayan âlimden daha çok acı ve üzüntü duyan kimse olmayacaktır". İbni Simâk rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Nice kimseler vardır ki, başkalarına Allah'ı hatırlatırlar, kendileri ise Allah'ı unuturlar. Başkalarını Allah'tan korkuturlar, kendileri ise Allah'a karşı cüret ederler. Başkalarını Allah'a yaklaştırırlar, kendileri ise Allah'tan uzaklaşırlar. Başkalarını Allah'a çağırırlar, kendileri ise Allah'tan kaçarlar". Hz. Abdurrahman bin Ğanm rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Bana Sahâbe-i Kiram'dan 10 kişi şu sözü söylediler: "Biz Kubâ mescidinde oturmuş ilim öğreniyorduk. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem geldi ve <Ne kadar ilim elde ederseniz edin Allah indinde amelsiz mükafat verilmez> buyurdu".

3) Âlim ahirette işe yarayacak olan ilimlerle meşgul olmalıdır: Güzel işlere rağbet etmelidir. Ahirette hiçbir faydası olmayan yada faydası az olan ilim­lerden sakınmalıdır. Biz kendi bilgisizliğimizden dolayı kendisiyle sadece dünya kazanılması gaye edilen şeylere ilim diyoruz. Halbuki o CehN Mürekkebi, Çün­kü böyle bir kimse kendisini okumuş ve tahsilli biri sanır. Artık o din ilimlerini öğ­renmeye önem vermez. Hiçbir tahsili olmayan bir kimse ise en azından kendini cahil kabul eder ve dini konulan öğrenmeye çalışır. Ancak cahilliğine rağmen kendisini âlim zanneden kimse büyük zarardadır.Hâtem-i Esamm rahmetuiiahi aleyh meşhur bir Allah dostu ve Hz. Şakîki Belhî rahmetuiiahi aieyh'm hususi talebesiydi. Bir defasında Şeyh hazretleri, "Hâtem! Ne za­mandan beri sen benimle berabersin?" dedi. O, "33 seneden beri" dedi. Şeyh, "Bu kadar zaman içinde sen benden ne öğrendin?" dedi. Hâtem, "8 mesele öğrendim" dedi. Hz. Şakîk rahmetuiiahi aleyh,  Innalillahi ve inna ileyhi raciun,bu kadar uzun müddet içinde sadece 8 mesele mi öğrendin? Benim ömrüm se­ninle tükendi" dedi. Hâtem rahmetuiiahi aleyh, "Efendim sadece sekiz mesele öğren­dim, yalan konuşamam" dedi. Hz. Şakîk rahmetuiiahi aleyh, "Peki söyle bakalım o sekiz mesele nedir?" deyince Hâtem rahmetuiiahi aleyh buyurdu ki: "a) Ben bütün yaratıkların mutlaka birini sevdiğini gördüm {hanımını, evladını malını dostlarını vs.'yi) ancak o kabre gidince, sevgilisinin ondan ayrıldığını gördüm. Bundan do­layı ben iyilikleri sevdim. Tâ ki ben kabre gidince benim sevdiklerim de benimle birlikte gitsinler ve öldükten sonra benden ayrılamasınlar". Hz. Şakîk rahmetuiiahi aleyh, "Çok iyi ettin" buyurdu. Sonra, "b) Ben Kur'an-ı Kerim'de Allahu Teâlâ'nın şöyle buyurduğunu gördüm;<Rabbinin makamından (ahirette Rabbinin huzurunda duracağından) kor­kan ve nefsini (haram olan) şehevi arzulardan koruyana gelince, onun da varıp kalacağı yer mutlaka Cennet'tir> (Nâziât-40,41). Ben bildim ki, Allah'ın irşa­dı haktır. Nefsimin arzularını engelledim. Nihayet o Allahu Teâlâ'ya itaatte durdu. c) Ben dünyaya baktım ki bir kimsenin yanında çok kıymetli olan bir şey ona çok sevimli gelmektedir. Onu çok dikkatlice bir yere koymakta ve korumaktadır. Son­ra ben Allahu Teâlâ'nın şöyle buyurduğunu gördüm;<Sizin yanınızda (dünyadaki) şeyler biter (ya o şey elinizden çıkar ya da siz ölürsünüz. Her halükarda o bitmiş olur). Allah katındakiler ise devamlı kalı­cıdır (Nahl-96). Bu ayeti kerimeden dolayı bazen yanımda değeri fazla olan ve beğendiğim şeyleri Allahu Teâlâ'nın yanına gönderdim. Tâ ki devamlı korunmuş olsun, d) Ben bütün dünyaya baktım. Kimisi (kendi izzet ve büyüklüğünü göster­mek için) mala yöneliyor. Kimi neseb ve şerefe yöneliyor. Kimi de övüneceği şeylere yöneliyor (yani bu şeylerle kendi içlerinde büyüklük meydana getiriyor ve dışarıda büyüklük taslıyorlar). Ben Allahu Teâlâ'nın şu fermanını gördüm;<Muhakkak Allah nezninde en şerefli olanınız. O'ndan en çok korkanınızdır>(Hucurât-13). Bundan dolayı ben takvayı seçtim. Tâ ki, Allah ceiie ceiaiuhu nezdin-de şerefli olayım, e) Ben insanların birbirlerini kınadıklarını, birbirlerinin ayıplarını araştırdıklarını ve kötü sözler sarf ettiklerini gördüm. Bütün bunlar hasetten dola­yı olmaktadır. Çünkü insanlar birbirlerine hased etmektedirler. Ben Allahu Teâlâ'­nın şu irşadını gördüm;<0nlann dünya hayatındaki geçineceği şeyleri aralarında Biz taksim ettik. Bir­birlerinden faydalansınlar diye (derece bakımından) Biz onların bazısını bazısına üstün kıldık (hepsi bir çeşit olsaydı o zaman bir kimse bir işi niçin yapsın, niçin işçilik yapsın ki? Böyle olursa dünyanın nizamı bozulacaktır)> (Zuhruf-32). Ben bu ayeti kerimeden dolayı hased etmeyi bıraktım. Bütün mahlukattan ilişkimi kes­tim. Rızkın taksiminin sadece Allah'ın elinde olduğunu bildim. O kimin payına ne ka­dar dilerse ayırır. Bundan dolayı insanlara düşmanlığı bıraktım. Şunu anladım ki, birinin yanında malın fazla veya eksik olmasında o kişinin fiilinin fazla etkisi yoktur. Bu, mülkün sahibi olan Allah tarafındandır. Bundan dolayı artık kimseye kızmıyorum. f) Ben dünyada gördüm ki, hemen hemen herkesin biriyle kavgası var. Biriyle düş­manlığı var. Ben iyice düşündüm ve Allahu Teâlâ'nın şöyle buyurduğunu gördüm;<Şüphesiz ki şeytan sizin düşmanınızdır. Siz de onu düşman edinin (onu dost edinmeyin)> (Fâtır-6). Nihayet düşman olarak onu seçtim. Ondan uzak durmak için son derece çalışıyorum. Allahu Teâlâ' onun düşman olduğunu buyu-runca ben ondan başka herkesten düşmanlığı kaldırdım, g) Ben bütün mahlû-kâtın ekmek peşine düştüklerini gördüm. Bundan dolayı kendilerini başkalarının önünde zelil duruma düşürüyorlar ve caiz olmayan şeyleri seçiyorlar. Sonra ben Allah ceiie ceiaiuhu nun şu irşadını gördüm;<Yeryüzünde gezen hiçbir canlı varlık yoktur ki rızkı Allah'a ait olmasın>(Hud-6). Ben kendimi, o yeryüzünde gezenlerden biri olarak gördüm. Onların rız­kı Allah'ın zimmetindedir. Öyleyse ben kendi vakitlerimi, Ailahu Teâlâ'nın benim üzerime gerekli kıldığı şeylerle meşgul ettim. Allah'ın zimmetinde olan şeylerden kendi vakitlerimi el çektirdim, h) Ben bütün mahlukatın yine mahluk olan herhan­gi özel bir şeye İtimad ve tevekkül ettiklerini gördüm. Kimi kendi gayri menkulüne güveniyor, kimi kendi ticaretine itimad ediyor, kimi kendi sanatına gözlerini tak­mış, kimi kendi vücut sağlığı ve gücüne güveniyor (ki, <Ne zaman ve nasıl ister­sem kazanırım> diyor). Bütün mahlukat kendisi gibi mahluk olan şeylere güven­miş durumdayken ben Allahu Teâlâ'nın şöyle buyurduğunu gördüm;<Kim Allah'a tevekkül ederse (ve güvenirse), Allah ona yeter> (Talak-3) Bundan dolayı ben artık Allah'a tevekkül edip güvendim" dedi. Bunun üzerine Hz. Şakîk rahmetuiiahi aleyh buyurdu ki; "Hâtem! Allah sana tevfik versin. Ben Tev­rat, İncil, Zebur ve Kur'an-ı Azîm'deki ilimleri gördüm, bütün hayırlı işleri o sekiz şeyde buldum. Kim bu sekiz şeyle amel ederse, o Allahu Teâlâ'nın dört kitabın­da geçen sözlerle amel etmiştir. Bu türden ilimleri ancak ahiret âlimleri bulabi­lirler. Dünyacı âlimler ise sadece mal ve mevki kazanmaya devam ederler.

4) Ahiret âlimlerinin bir alâmeti de şudur: Yemek içmek ve elbisenin en kalitelisi ve en üstününe iltifat etmemelidir: Aksine bu şeylerde orta yolu tercih etmelidir. Büyüklerin tarzını benimsemelidir. Bu şeyleri azaltmaya doğru meyil ne kadar artarsa o kadar Allahu Teâlâ'ya yakınlık artacaktır. Onun ahiret âlimleri arasındaki derecesi de o kadar yükselecektir.İşte bu konuda Şeyh Hâtem rahmetuiiahi aieyti'm bir kıssasını da talebesi Şehy Ebû Abdullah Havas rahmetuiiahi aleyh şöyle naklediyor: Bir defasında Hz. Şeyh Hâtem rahmetuiiahi aleyh ile birlikte Rey adındaki bir şehre gittik. Bizimle beraber 320 kişi vardı. Biz haccetmek niyetiyle gidiyorduk. Hepsi tevekkül eden­ler cemaatiydi. Yanlarında azık, eşya vs. gibi hiçbir şey yoktu. Rey'de soğuk mi­zaçlı, küçük çapta bir tacire uğradık. O bütün kafileye ziyafet verdi ve bir gece bizi ağırladı. Ertesi gün ev sahibi, Hz. Hâtem rahmetuiiahi aleyh'e, "Burada bir hasta âlim var. Ben şu an onu ziyarete gidiyorum. İsterseniz siz de geliniz" dedi. Hz. Hâtem rahmetuiiahi aleyh, "Hastayı ziyaret sevaptır, âlimi ziyaret ibadettir. Ben mut­laka seninle geleceğim" dedi. Hasta olan âlim, o bölgenin kadısı olan Şeyh Mu-hammed bin Mukâtil idi. Onun evine varınca Hz. Hâtem, "Allahu Ekber! Bir âlimin evi ve büyük bir köşk" diye düşünmeye başladı. Kısaca yanına girmek için izin istedik. İçeri girdiğimizde evin içerisi de son derece güzel görünüşlü ve genişti. Çeşitli yerlerinden perdeler sarkıyordu. Hz. Hâtem rahmetuiiahi aleyh bütün bunları seyrediyordu. Düşünceye dalmıştı. Derken Kadı Efendi'nin yanına vardık. O son derece yumuşak bir yatak üzerinde istirahat ediyordu. Bir köle baş tarafında yel­paze sallıyordu. O tacir selam verip yanına oturdu ve halini, hatırını sordu. Hâtem rahmetuiiahi aleyh ayakta kaldı. Kadı Efendi ona oturması için işaret etti. O oturmayı kabul etmedi. Kadı Efendi, "Siz bir şey mi diyecektiniz?" dedi. O, "Evet bir mesele öğrenmek istiyorum" dedi. Kadı efendi, "Buyurun söyleyin" dedi. Hâtem rahmetuiiahi aleyh, "Siz kalkıp oturunuz" dedi. (Köleleri kadı efendiye destek vererek kaldırdılar. Çünkü kendi başına kalkması zordu). Kadı Efendi oturdu. (Sonra aralarında şöyle bir konuşma geçti;) Hâtem rahmetuiiahi aleyh, "Siz ilmi kimden tahsil ettiniz?" Kadı Efendi, "Muteber ulemâdan". Hz. Hâtem, "O âlimler kimden öğrendiler?". Kadı Efendi, "Sahâbe-i Kiram radıyaiiahu anhum ecmain hazretlerinden". Hz. Hâtem, "Sahâbe-i Kiram kimden öğrenmişlerdi?" Kadı Efendi, "Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Öen". Hz. Hâtem, "Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem kimden öğrendi?" Kadı Efendi, "Hz. Cebrail a/ey/j/sse/am'dan". Hz. Hâtem, "Hz. Cebrail aiey-hisselam kimden öğrendi?" Kadı Efendi, "Allahu Teâlâ'dan" dedi. Bunun üzerine Hz. Hâtem buyurdu ki: "Bir ilim ki, Hz. Cebrail aieyhisseiam, onu Allah celieceiaiuhu-dan alıp Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem'e ulaştırdı. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve­sellem Sahabelere ulaştırdı. Sahabeler, muteber âlimlere ve onlar yoluyla size tadar ulaştı. O ilimde herhangi bir yerde şöyle bir şey geçiyor muydu; <Kimin evi ne kadar yüksek ve büyük olursa, Allah ceiie ceiaiuhu indinde onun derecesi o kadar fazla olacaktır>". Kadı Efendi, "Hayır bu ilimde böyle bir şey geçmemiştir" dedi. Hz. Hâtem, "Madem bu ilimde böyle bir şey gelmemiştir. Öyleyse hangi şey gelmiştir?". Kadı Efendi, "Bu ilimde şu gelmiştir; <Kim dünyaya rağbet etmezse, ahirete rağbet ederse, fakirleri severse, ahireti için Allah'ın huzuruna azık gönde­rirse, o şahıs Allah indinde rütbe sahibidir>". Hz. Hâtem, "O halde siz kime tabî oldunuz? Peygamber sailallahu aleyhi vesellem'e mi? Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'İnAshabfna mı? Muttaki âlimlere mi? Yoksa Firavun ve Nemrut'a mı? Ey kötü âlimler! Dünyaya balıklama dalan cahil dünya ehli, sizin gibileri görünce, <Âlim-lerin hali böyleyse biz onlardan daha kötü oluruz> diyorlar". Böyle dedikten son­ra Hz. Hâtem dönüp gitti. Bu konuşma ve nasihatten dolayı Kadı Efendi'nin hastalığı daha da arttı. Halk arasında bu olay yayıldı. Biri Hz. Hâtem rahmetuiiahi aleyh'e, "Gazvîn'de oturan Tenâfûsî bundan daha fazla ağalar, paşalar gibi yaşı­yor" dedi. (Gazvîn'le Rey arasındaki mesafe 81 mildir). Hz. Hâtem (ona nasihat etmek için yola koyuldu.) Onun yanına ulaşınca, "Ben Acemlerden bir insanım (yani Arap bölgelerinde yaşamıyorum). Sizden ricam bana dinin başlangıcı, yani namazın anahtarı olan abdesti öğretiniz" dedi. Tenâfûsî, "Olur, memnuniyetle" dedi ve abdest için su istedi. Tenâfûsî abdest alarak, "Bu şekilde abdest alınır" dedi. O abdest aldıktan sonra Hâtem rahmetuiiahi aleyh, "Ben sizin yanınızda ab­dest alayım da zihnime İyice yerleşsin" dedi. Tenâfûsî abdest yerinden kalktı. Hâtem oturup abdest almaya başladı. İki elini dörder defa yıkadı. Tenâfûsî, "Bu israftır üçer defa yıkaman gerekir" dedi. Hz. Hâtem rahmetuiiahi aleyh, "Subhanallah. Benim bir avuç suyum israf oluyor da senin yanında gördüğüm eşyalar israf olmuyor mu?" dedi. Tenâfûsî onun maksadının öğrenmek olmadığını, aksine mak­sadının bunu söylemek olduğunu anladı.Ondan sonra Hâtem rahmetuiiahi aleyh Bağdat'a ulaşınca Hz. İmam Ahmed bin Hanbel rahmetuiiahi aleyh onun halini öğrendi ve onunla görüşmek için yanına geldi. Ona, "Dünyadan kurtulmanın çaresi nedir?" dedi. Hâtem rahmetuiiahi aleyh şöyle bu­yurdu: "Sende 4 şey bulunmadığı müddetçe dünyadan kurtulamazsın: 1-Halkın ca­hilce davranışlarını affet, 2-Kendin onlara cahilce hareket yapma, 3-Yanında bulunan şeyleri onlara harca, 4-Onlarda bulunan şeylere ümid besleme".Ondan sonra Hz. Hâtem rahmetuiiahi aleyh Medine-i Münevvere'ye ulaştı. Oranın halkı haberi duyunca onunla görüşmek için toplandılar. O, "Bu hangi şe­hirdir? dedi. Halk, "Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem'm şehridir?" dediler. O, "Bu­rada Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem'in köşkü nerede? Ben oraya gidip iki rekat namaz kılayım" dedi. Halk, "Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem'ın köşkü yoktu. Çok sade bir evi vardı. Çatısı çok alçaktı" dediler. O, "Sahâbe-i Kiram'ın köşkleri ne­relerde, bana onları gösterin" dedi. Halk, "Sahabelerin de köşkleri yoktu. Onların yere yakın (alçak yapılı) küçük küçük evleri vardı" dediler. Hâtem rahmetuiiahi aleyh, "Öyleyse bu şehir Firavun'un şehridir" dedi. Halk onu yakalayarak ("Bu adam Medine-i Münevvere'ye ihanet ediyor ve Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem"\n şehrine, Firavun'un şehri diyor" diyerek onu) Medine'nin Emİri'nin yanına götür­düler ve "Bu Acem diyarına mensub olan şahıs Medine-i Tayyibe'ye Firavunun Şehri diyor" dediler. Medine'nin Emiri ona, "Bu ne biçim söz?" diye sordu. O, "Siz acele etmeyiniz. Sözümün tamamını dinleyiniz. Ben bir Acemli insanım. Bu şeh­re girince, <Bu kimin şehridir?> dedim" diyerek halka sorduğu sorular ve cevap­larla ilgili olayın tamamını anlattı. Sonra şöyle dedi: "Allahu Teâlâ Kur'an-ı Ke-rim'de şöyle buyurdu;<Muhakkak Allah'ın Rasûlü'nde, sizin için, Allah'ın Rahmeti ve ahiretin nimet­lerini arzulayanlar ve Allah'ı çokça zikredenler (yani kâmil mü'min olanlar) için, güzel bir numune vardır (yani her konuda şuna bakmak gerekir ki, acaba Ra-sûlullah sailaiiahu aleyhi vese/fem'in ameli neydi. Daha sonra da ona ittiba etmek gerekir)> (Ahzab-21). Öyieyse şimdi siz söyleyin, siz Peygamber sailaiiahu aleyhi vesei-/em'e mi ittiba ettiniz, yoksa Firavun'a mı?" Bunun üzerine insanlar onu bıraktılar.Burada bir konu dikkate değerdir. Şöyle ki; mubah şeylerle lezzet hasıl etmek veya onların bolluğu haram değildir, caizdir. Ancak şu kesindir ki onların çokluğundan dolayı bu şeylere karşı ünsiyet meydana gelmektedir. Onların sev­gisi kalbe oturmaktadır. Sonra onları terk etmek zor olmaktadır. Bir de onları top­lamak için sebepler aranması gerekmekte ve ürün ile geliri çoğaltmak için fikre-dilmektedir. Bir kimse parayı çoğaltma fikrine kapıldığı zaman onun din konusun­da da gevşeklik yapması ve tavizler vermesi gerekmektedir. Bu uğurda bazen günah işlemeye bile sıra gelmektedir. Dünyaya daldıktan sonra bundan korun­mak kolay olsaydı, Rasûlullah saüaiiahu aleyhi veseiiem bu kadar ihtimamla dünyaya iltifat etmemeyi tenbih etmezdi ve kendisi bu kadar şiddetle ondan sakınmazdı. Nitekim nakışlı gömleğini bile mübarek bedeninden çıkarmıştır.

Yahya bin Yezîd Nevfelİ rahmetullahi aleyh Hz. İmam Mâlik rahmetullahi a!eyh'Q bir mektup yazdı. Mektubunda hamd ve salâttan sonra şöyle yazmıştır: "Bana ulaşan habere göre siz ince elbise giyiyor, ince ekmek yiyor ve yumuşak yatakta yatıyormuşsunuz. Siz bir de kapıcı tayin etmişsiniz. Halbuki siz büyük âlimler­densiniz. Uzak uzak yerlerden insanlar sefer ederek sizin yanınıza ilim öğrenmek için geliyor. Siz imamsınız, öndersiniz. İnsanlar size tabî oluyorlar. Sizin çok ihti­yatlı olmanız gerekir. Sadece samimiyetle size bu mektubu yazıyorum. Bu mek­tuptan Allah'tan başka kimsenin haberi yoktur. Bu kadar vesselam". Hz. İmam Malik rahmetullahi aleyh cevap olarak şöyle yazdı: "Sizin mektubunuz ulaştı. Mektu­bunuz benim için nasihatnâme, şefkatnâme ve tenbihnâmedir. Allahu Teâlâ tak­va ile faydalanırsın ve nasihatınızdan dolayı hayırlı mükafatlar nasib eylesin. Ba­na da Allah ceiie ceiaiuhu amel yapmak için tevfik nasib eylesin. İyiliklerle amel etmek ve kötülüklerden sakınmak ancak Allahu Teâlâ'nın tevfikiyle olabilir. Sizin zikrettiğiniz konular doğrudur. Gerçekten öyle olmalıdır. Allahu Teâlâ beni af­fetsin (ama bütün bunlar caizdir). Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:<De ki: Allah'ın kulları için yarattığı ziyneti (elbise vs.'yi) temiz (ve helal) rı-zıkları kim haram etti> (Araf-32)." Sonra şöyle yazdı: "Ben iyice biliyorum ki bu şeyleri tercih etmemek, tercih etmekten daha evlâ ve hayırlıdır. Gelecekte de kıymetli mektuplarınızla beni şerefyâb eyleyiniz. Ben de size mektup yazacağım.imam Malik rahmetullahi aleyh ne kadar ince ve hoş bir üslup seçmiştir. Şöyle ki; bunların caiz olduğunun fetvasını da vermiş ve gerçekten en üstün olan şeyin bu şeyleri terk etmek olduğunu da itiraf etmiştir.

5) Ahiret alimlerinin bir alameti de sultanlar ve idarecilerden uzak dur­malarıdır: (Zaruret olmadan) asla onların yanına gitmemelidir. Hatta onlar bizzat gelirse onlarla az görüşmelidir. Çünkü onlarla beraberlik, onları hoşnut edip gö­nüllerini yapmak ve tekellüf göstermekten uzak değildir. Onlar çoğunlukla zâlim ve helal olmayan işleri işleyen kimselerdir. Bu kötülükleri reddetmek gerekir. On­ların zulmünü açıklamak ve caiz olmayan işlerinden dolayı onları uyarmak gerek­lidir. Bunlara sükût etmek dinde dalkavukluktur. Onları memnun etmek için övmek gerekirse, bunu yapmak apaçık bir yalandır. Eğer insanın tabiatı onların malına meylediyor ve hevesleniyorsa, bu caiz değildir. Her durumda onlarla beraber bu­lunmak pek çok kötülüğün anahtarıdır. Rasûlullah sailaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Köyde yaşayan insan sert mizaçlı olur. Av peşine düşen (her şeyden) gafil olur. Padişahın (devlet başkanının) yanına gidip gelmeye başlayan kimse de fit­neye düşer". Hz. Huzeyfe radıyaiiahu anh buyurdu ki: "Fitne yerlerinde durmaktan sakınınız". Biri, "Fitne yerleri nerelerdir?" diye sorunca, "İdarecilerin kapılarıdır. Çünkü onların yanına gidilirse, onların yanlış işlerini tasdik etmek gerekmektedir. (Onları övmek için) onlarda olmayan sözleri söylemek gerekmektedir". Rasûlullah sailaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Âlimlerin en şerlisi devlet idarecilerinin yanına gidenler, devlet idarecilerinin en hayırlısı ise âlimlerin yanına gelenlerdir".Hz. Semnûn rahmetullahi aleyh (Hz. Sini Sekatî rahmetuiiahı aleyhin arkadaşların-dandır) diyor ki: Ben, "Siz bir âlimin dünyayı sevdiğini duyarsanız onun dini hak­kında şüpheye düştüğünü anlayın" sözünü duydum ve bunu kendim tecrübe et­tim. Padişahın yanına ne zaman gittiysem dönüşte kalbimi araştırdım ve onun üzerinde bir günah buldum. Halbuki siz görüyorsunuz ki ben orada sert konuş­malar yapıyorum. Padişahın görüşüne şiddetli muhalefet ediyorum. Oranın hiç bir şeyinden faydalanmıyorum. Hatta oranın suyunu bile içmiyorum. Bizim ule­mamız Benî İsrail ulemasından bile kötü ki, devlet idarecilerinin yanına gidip on­lara (kötülüğe) çıkış yollan (cevaz yollan)nı anlatıyorlar. Onları memnun etmeyi düşünüyorlar. Eğer onlar idarecilere mesuliyetlerini açık açık söyleseler, onların yanlarına gelmeleri bile idarecilere ağır gelecektir. Âlimlerin böyle açık ve net söylemeleri Allahu Teâlâ indinde kendilerinin kurtuluşuna vesile olacaktır. Âlimle­rin, sultanların yanına gitmeleri büyük bir fitnedir, Şeytanın onları yoldan çıkar­masına sebeptir. Özelikle güzel konuşmayı beceren kimseye şeytan, <Senin gitmenle o ıslah olacak ve bundan dolayı zulüm yapmaktan sakınacaktır. Dinin şeâiri korunmuş olacaktır> diye anlatır. Nihayet insan devlet idarecilerinin yanına gitmeyi dînî bir görev zanneder. Halbuki onların yanına gitmekle onların gönlünü alıcı, yaltaklanıcı sözler etmek ve onları yersiz bir şekilde övmek gerekmektedir. Bu durumda din tehlikeye girmektedir".Hz. Ömer bin Abdulazîz rahmetullahi aleyh Hz. Hasan Basri rahmetullahi aleyh'e, "Bana bu (hilafet) işinde kendilerinden yardım alabileceğim (danışabileceğim) kim­selerin adreslerini bildiriniz" diye yazdı. Hz. Hasan rahmetullahi aleyh (cevab olarak) şöyle yazdı: "Din ehli sana kadar gelmeyecekler. Sen ise dünyacıları yanına al­mazsın (almaman gerekir. Yani aç gözlü, mala çok düşkün insanları devlet işle­rinde tercih etmemek lazımdır. Çünkü onlar kendi çıkarları uğrunda işleri berbat ederler). O halde asil ve şerefli soydan gelenlere iş yaptır. Çünkü onların kavim­lerinden gelen asaletleri onları bu kötülükten alıkoyar. Çünkü onlar (yanlış hareket yaparlarsa) kendi soyundan gelen asaleti, hıyanetle kirletmiş olurlar". Bu cevap, zühd ve takvada adalet ve insafta dillere destan olan Hz. Ömer bin Abdul Aziz rahmetuiiahi aieyh'e yazılmıştır. Hatta ona Ömer-i Sâni (ikinci Ömer) denilirdi.Bunlar İmam Gazali rahmetullahi aieyti'm ifadeleridir. Ancak bu acizin görüşü şudur: Eğer dînî bir mecburiyet olursa, kendi nefsini koruyarak ve gözeterek on­ların yanına gitmekte bir sakınca yoktur. Hatta bazı zamanlar dînî maslahat ve zaruretler gitmeyi gerektirmektedir. Ancak şu kesindir ki, şahsi çıkar, şahsi men­faat, mal ve mevki elde etmek gayesi olmamalıdır. Aksine maksat sadece Müs­lümanların ihtiyaçlarını gidermek olmalıdır. Allahu Teâlâ buyuruyor ki:"Allah bozguncuyu ıslah edenden (ayırt etmesini) bilir"         (Bakara-220)

6) Ahiret alimlerinin bir alâmeti de fetva vermekte acele etmemeleridir:Fıkhî bir meseleyi söylemekte dikkat göstermelidir. İmkan nispetinde eğer başka bir ehil kişi varsa ona göndermelidir.Ebû Hafs Neyşapûri rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Âlim, dini bir meseleyi söylerken, <Yann kıyamette Nereden söyledin? sorusuna cevap vermek gerekecektir> diye korkan kimsedir". Bazı âlimler şöyle demişlerdir: "Sahâbe-i Kiram dört şeyden çok sakinindi; 1-lmamlık, 2-Vasîlik (yani birinin vasiyeti üzere mal vs. taksim etmek), 3-Emanet saklamak, 4-Fetva vermek. Onlar 5 şeyle meşgul olurlardı; 1-Kur'an ti­laveti, 2-Mescidleri âbâd etmek, 3-Allahu Teâlâ'yı zikretmek, 4-Güzel şeyleri na­sihat etmek, 5-Kötü şeylerden alıkoymak"ibni Husayn rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Bazı insanlar öyle fetva veriyorlar ki, eğer o mesele Hz. Ömer radıyaiiahu antia arzedilseydi, bütün Bedir ehlini toplayıp meşvere yapardı". Hz. Enes radıyaiiahu anh kadri büyük bir sahâbidir. Rasûlullah saliaiiahu aleyhi veseiiem'e 10 sene hizmet etmiştir. Ona bir mesele sorulduğunda, "Mevlâna El-Hasan'dan sorunuz" derdi. (O zât tabiînin meşhur fakihlerinden ve meşhur sûfiyeden olan Hz. Hasan Basri rahmetuiiahi aieyh'6\r Hz. Enes radıyaiiahu anh birsahâbi olmasına rağmen tabiînden birinin adını söylüyordu). Hz. Abdullah İbni Abbas radıyaiiahu anhumaöan bir mesele sorulduğunda (kendisi meşhur bir sahâbi ve Reîs-üi Müfessirin unvanına sahib iken) "Cabir bin Zeyd'den sorun" derdi. (Cabir bin Zeyd rahmetuiiahi aleyh tabiînin fetva ehlinden olan bir zattır).Büyük bir fıkıh âlimi olan meşhur sahâbi Abdullah ibni Ömer radıyaiiahu anhuma ise (tabiînden) Hz. Said İbni Museyyeb rahmetullahi aleyh'e gönderirdi.

7) Ahiret alimlerinin bir diğer alâmeti de bâtmî ilme, yani Sülûk'a çok fazla ihtimam göstermeleridir: Bâtınını ve kalbini ıslah için çok fazla çalışmalı­dır. Çünkü bu zahiri olan ilimlerde de yükselmeye sebeptir. Rasûlullah saliaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: Kim ilmiyle amel ederse Allahu Teâlâ ona oku­madığı ilmi nasib eder. Önceki Enbiya aieyhimüssaiata vesselam'in kitaplarında şöyle geçmektedir; "Ey İsrail oğulları! Siz, <İlim göktedir, onu kim indirecek? Veya o yerin dibindedir, onu kim yukarı çıkaracak? Yahut o denizlerin öbür kenanndadır, kim oralara uğrayacak ve getirecek?> demeyin. İlim sizin kalbinizin içindedir. Siz Benim huzurumda ruhani zâtların adâbıyla durun. Sıddıkların ahlakıyla ahlakla-nın ki, Ben de sizin kalplerinizden ilimleri açığa çıkarayım. Nihayet o ilimler sizi kuşatır ve örter". Tecrübe de buna şahittir ki, Allahu Teâlâ'nın Ehiullah'a ihsan ettiği ilim vema'rifet kitaplarda aranmakla bulunmamaktadır.Rasûlullah saliaiiahu aleyhi veseiiem ANahu Teâlâ'nın şöyle buyurduğunu nak-letmiştir: "Kulum Benim sevdiğim şeyler içinde kendisine farz kıldığım şeylerden daha fazla bir şeyle Bana yakiaşamaz. (Yani namaz, zekat, oruç, hacc vs. gibi farzları güzelce eda etmekle elde edilen yakınlık, diğer şeylerle elde edilmez). Kulum Bana nafilelerle yaklaşır. Nihayet Ben onu Kendime sevgili kılarım. Ben onu Kendime sevgili kılınca onun duyan kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Ben'den isterse, Ben onun İsteğini yerine getiririm. Bir şeyden Ba­na sığınırsa, onun sığınağı olurum".[69] Yani onun yürümesi, dolaşması, bakması, işitmesi bütün işleri Benim rızama uygun olur demektir. Bazı hadislerde bununla birlikte şu ifade de geçmektedir: "Kim Benim bir velime düşmanlık ederse, Bana savaş ilan etmiş olur". Evliyaullah'ın bütün düşünce ve fikirleri Ailahu Teâlâ ile il­gili olmaktadır. Bundan dolayı Kur'an-ı Kerim'in ince ilimleri onların kalplerine münkeşif olmaktadır (açılmaktadır). O'nun sırları, onlara vazıh ve aşikâr olmak­tadır. Özelikle her an Allahu Teâlâ'nın zikri ve fikri ile meşgul olan böyle insanlar üzerine vazıh olmaktadır. Amel konusunda ihtimam gösteren ve çalışan herke­se, başarı durumuna göre pay verilecektir.

Hz. Ali radıyaiiahu anh çok uzun bir hadiste ahiret âlimlerinin halini beyan etmiştir. Bu hadisi İbni Kayyım, Miftâh'ü dâr'üs Seâdeh'ös ve Ebû Nuaym, Hiiye'de zikretmişlerdir. O hadiste buyuruluyor ki: "Kalpler birer kap gibidir, en hayırlı kalpler en fazla hayrı içinde saklayanlardır. İlmi toplamak mal toplamaktan hayır­lıdır. Çünkü ilim seni korur. Malı ise senin koruman gerekmektedir. İlim harca­makla çoğalır. Mal ise harcamakla azalır. Malın faydası onun zail olmasıyla (har­canmasıyla) biter. Ancak ilmin faydası devamlı baki kalır. (Âlimin vefat etmesiyle de ilim bitmez. Çünkü onun sözleri baki kalır)11. Sonra Hz. Ali radıyaiiahu anh derin bir nefes aldı ve "Benim sinem ilim doludur. Keşke ona ehil olan bulunsaydı. Fakat ben din esbabını, dünyayı talep etmek için harcayan insanlar görmekteyim. Veya lezzetlere dalan, şehvetlerini talep etme zincirlerine bağlanan veya mal toplama­nın peşine düşen insanlar görmekteyim". Bu uzun bir konudur. Ondan birkaç pa­ragrafı burada nakletmiş olduk.

8) Ahiret âlimlerinin bir alâmeti de şudur: Onun Allahu Teâlâ'ya imanı ve yakîni yüksek seviyede olmalıdır: O buna çok fazla önem vermelidir. Zira yakîn asıi sermayedir.Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Yakîn, kâmil imandır" buyurmuştur. Yine Rasûlullah saiiaitahu aleyhi veseüem, "Yakîn'i öğreniniz" buyurmuştur. Bu sözün ma­nası şudur: "Yakîn sahiplerinin yanında ihtimamla oturunuz, onlara ittiba ediniz. Tâ ki, onların sayesinde sizde de sağlam yakîn meydana gelsin". Bir de onun Allahu Teâlâ'nın kâmil kudretine ve sıfatlarına, ay ve güneşin varlığına yakînen inandığı gibi inanmalıdır. Her şeyi sadece O yüce Zât'ın yaptığına kâmil bir yakîni bulundurmalıdır. Şu dünyanın bütün sebepleri O'nun iradesine bağlıdır. Bunlar, vuran kimsenin elindeki değnek gibidir. Bu vurma işinde hiçbir kimse değneği tasarruf edici olarak görmemektedir. Ne zamanki bu yakîn sağlam olursa, o kişi için tevekkül, rıza ve teslimiyet kolay olacaktır.Bir de şuna sağlam bir yakîn olmalıdır ki, rızık zimmeti sadece Allah'a aittir, O herkesin rızkını zimmetine almıştır. Takdirinde yazılmış olan rızık onu mutlaka bulacaktır. Mukadder olmayan rızkı hiçbir durum da elde edemeyecektir. Buna olan yakîni sağlam olunca nzık arayışında itidal meydana gelecek, hırs ve açgözlülük gidecektir. Eline geçmeyen şeylere üzülmeyecektir. Ayrıca o kişinin Allahu Teâlâ'­nın her an, her iyilik ve kötülüğü gördüğüne yakînle inanması gerekir. Zerre kadar bir iyilik veya kötülük olursa onu Allah ceiie ceiaiuhu bilir. Onun karşılığı iyi veya kötü olarak mutlaka verilecektir. O kişi iyi bir iş yapmanın mükâfatına, ekmek yemekle karın doymasına inandığı gibi yakînen inanmalıdır. Kötü işten dolayı verilecek olan azabın, yılanın sokmasıyla zehirin yayılması gibi kesin olduğunu kabul etmelidir (o yemek ve içmeye meylettiği gibi iyiliğe meyletmeli, yılan ve akrepten korktuğu gibi günahtan korkmalıdır). Bu inanç sağlam olunca her iyiliği elde etmek için onda tam bir rağbet olur. Her kötülükten kaçmak için de tam bir ihtimam gösterir.

9) Âlimin her hareket ve duruşundan Allah korkusu damlıyor olmalıdır:O şahsın her edasından Allah'ın azamet, celal ve heybetinin izleri görünüyor ol­malıdır. Onun elbisesinden, onun âdetlerinden, onun konuşmasından, onun sus­masından hatta her hareket ve duruşundan, bu durum görülmelidir. Onun yüzü­ne bakmakla Allahu Teâlâ'nın yâdı tazelenir olmalı, sükûn, vakar, alçak gönüllü­lük ve tevazu onun tabiatı olmalıdır. Faydasız sözler boş laflar ve tekellüfle ko­nuşmaktan sakınmalıdır. Çünkü bu şeyler gurur ve kibir alâmetleri ve Allah'tan korkmamanın delilidir. Hz. Ömer radıyaiiahu anh buyurdu ki: "İlim öğrenin ve ilim için sükun ve vakar öğrenin. İlim öğrendiğiniz kişinin karşısında rnütevâzi olunuz. Katı kalpli âlimlerden olmayınız".Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesetiem buyurdu ki: "Benim ümmetimin en hayırlı fertleri toplum içinde Allahu Teâlâ'nın geniş rahmetinden dolayı şen ve güler yüzlü durup, yalnız başına kaldıkları zaman Allah'ın azabından korkarak ağla­yanlardır. Onların bedenleri yeryüzünde durmakta, kalpleri ise semaya yönel­mektedir". Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'e biri, "En hayırlı amel nedir?" diye sordu. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Caiz olmayan işlerden sakınmaktır. Bir de Allahu Teâlâ'nın zikriyle senin dilin ıslak ve taze kalsın" buyurdu. Biri, "En ha­yırlı arkadaş kimdir?" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Sen iyi bir işi yap­maktan gafil kaldığında seni uyaran, eğer sen bu konuda uyanıksan sana yar­dım edendir" buyurdu. Biri, "Kötü arkadaş kimdir?" dedi. Rasûlulİah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Sen iyi bir işi yapmaktan gafil kalınca seni uyarmayan. Sen iyi bir işi yapmaya başlayınca sana yardım etmeyendir" buyurdu. Biri "En büyük âlim kim­dir?" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Allah'tan en fazla korkandır?" buyur­du. Biri, "Biz en fazla hangi insanlarla oturalım?" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'\ "Yüzlerine bakınca Allah hatıra gelen kimselerle" buyurdu.Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Ahirette en fazla düşünmeyip itminan içinde olanlar dünyada çok düşünenlerdir. Ahirette en fazla gülecek olan­lar, dünyada çok ağlayanlardır".

10) Âlim, amellerle, helal ve haramla ilgili meselelere daha fazla önem vermelidir: "Falan ameli yapmak gerekir", "Falan amelden sakınmak gerekir", "Şu şey sebebiyle falan amel zayi olur" gibi (mesela falan şeyden dolayı namaz bozulur. Misvak kullanmakla şu fazilet kazanılır vs. gibi...) şeylere önem vermeli­dir. Halkın kendisini bir araştırmacı, bir filozof ve felsefeci zannetmesi için sadece bir beyin eğlencesi ve dal ve budak kabilinden olan ilimlerden bahsetmemelidir.

11) Âlim ilmine basiretle nazar etmelidir: Sadece insanları taklid etmek ve onlara tabî olmak için onların dediklerini kabul etmemelidir. Asıl ittiba Rasûlul­lah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'jn sözlerine olan ittibadır. Bundan dolayı Sahâbe-i Ki­ram radıyaiiahu anhum a İttiba edilir. Çünkü onlar Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem'm yaptığı işleri gören kimselerdir. Asıl ittiba Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem e oldu­ğuna göre onun sözleri ve fiillerini toplamaya ve onlar üzerine düşünüp, fikret-meye çok fazla İhtimam göstermelidir.

12) Alim bid'atlerden çok şiddetle ve titizlikle sakınmalıdır: Bir iş hak­kında çok sayıda insanın bir araya toplanması asla geçerli bir şey değildir. Ak­sine Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'e ittiba etmek asıldır. Bir de Sahâbe-i Kiram'ın amellerinin ne olduğuna bakılmalıdır. Bunun için de o zatların işledikleri ameller ve ahvalleri etraflıca incelenmeli ve araştırılmalı ve üzerine düşülmelidir.Hz. Hasan Basrî rahmetuiiahi aleyh buyurdu ki: İki şahıs bid'atçidir. Onlar İs­lam'da iki bidat başlatmışlardır. Birincisi; kendi anladığı şeyi din zanneden ve kendi görüşüyle aynı görüşte olan kimsenin kurtuluşa ereceğini kabul eden kim­sedir. İkincisi ise, dünyaya tapan ve onu talep eden kimsedir. Bu kimse dünyayı kazananlardan memnun olur. Dünyayı kazanmayan kimseye darılır. Bu iki adamı Cehennem için bırakın. Allahu TeâSâ kimi bu ikisinden korursa o kimse geçmiş büyüklere İttiba eden, onların ahvaline uyan ve onların yollarından yürüyen biri­dir. İnşallah bu kimse için çok büyük ecir vardır.Hz. Abdullah İbni Mes'ud radıyaiiahu anh şöyle buyurmuştur: "Sizler nefsani arzuların ilme tâbi olduğu bir zamandasınız. Ancak yakında öyle bir zaman gele­cektir ki, ilim arzulara tabî olacaktır. Yani gönül neyi isterse o ilimle isbat edile-vcektir". Bazı büyükler şöyie demişlerdir: Sahâbe-i Kiram zamanında şeytan kendi askerlerini dört tarafa gönderdi. Onların hepsi dönüp dolaşıp yorgun bir vaziyette geldiler. Şeytan onlara, "Durum nasıl?" diye sordu. Onlar, "Bizi perişan ettiler. Bi­zim onlara hiçbir etkimiz olmadı. Biz onlar yüzünden çok sıkıntılara düştük" de­diler. Şeytan, "Endişelenmeyin bu insanlar kendi nebilerinin sohbetinde bulun­muşlardır. Onlara sizin tesir etmeniz zordur. Yakında öyle insanlar gelecek ki, si­zin maksadınız onlar üzerinde gerçekleşecektir" dedi. Sonra tabiin zamanında askerlerini her tarafa yaydı. O zaman da hepsi perişan bir halde geri geldiler. Şeytan, "Durum nedir?" dedi. Onlar, "O insanlar bizi bunalttılar. Bunlar tuhaf in­sanlar. Yani biz onlar üzerindeki gayemize biraz ulaşıyoruz. Ancak akşam olun­ca onlar günahlarına öyle tevbe ediyorlar ki, bizim bütün yaptıklarımız berbad oluyor" dediler. Şeytan, "Telaşlanmayın. Yakında öyle insanlar gelecek ki, sizler rahatlayacaksınız. Onlar kendi arzularını din zannederek onun öyle esiri olacak­lar ki, tevbe etmeye bile muvaffak olamayacaklardır. Onlar dinsizliği din zanne-deceklerdir" dedi. Nitekim aynen öyle oldu. Sonraları şeytan o insanlar için öyle bid'atler çıkarmıştır ki, onlar, onu din zannetmeye başlamışlardır. Buna tevbe etmek onlara nasib olur mu?Bu on iki alâmet kısaca zikredilmiştir. Bunları Allâme Gazali rahmetullahi aleyh genişçe zikretmiştir. Öyleyse ulemânın hesaba çekilecekleri günden özel­likle korkmaları gerekir. Zira onların hesapları da şiddetlidir. Onların mesuliyeti çok fazladır. Hesabın yapılacağı kıyamet günü çok çetin gün olacaktır. Allahu Teâlâ yalnız kendi lütfü ve keremiyle o günün şiddetinden korusun.

7) EbÛ Hureyre radıyallahu anh'dan RasÛlUİIah sallallahu aleyhi vesellem bu-yurdu ki: "Allahu Teâlâ buyuruyor ki; <Ey Adem oğlu! Sen Bana ibadet için vakit ayır ki, Ben senin kalbine zenginlik doldurayım ve fakirliğini gidereyim. Eğer böyle yapmazsan senin elini meşguliyetlerle doldururum, fakirliğini de gidermem>".                                                                                                                                                          (Ahmed, ibni Mâce, Mîşkât)

İZAH: Birçok hadislerde çeşitli lafızlarla bu konu zikredilmiştir. Hz. İmran bin Husayn radıyallahu anh Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem'İn şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Kim tam olarak Allah'a yönelirse ve ancak O'nun adamı olursa, Allahu Teâlâ onun her zaruretini bizzat görür ve ummadığı yerden ona rızık ihsan eder. Kim de dünyanın peşine düşer ve her an onu düşünürse, Allahu Teâlâ, <Sen dünya ile meseleni ha!!et> diye onu dünyaya havale eder". Hz. Enes radıyal­lahu anh, Rasûlullah sallallahu aleyhi vese/tem'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Kimin bütün teveccühü ve en son gayesi dünya kazanmak olursa, onun için sefer ya­parsa ve kalbinde yalnız onun hayali bulunursa, Allahu Teâlâ onun gözünün önü­ne fakirlik ve yoksulluk (korkusunu) getirir (yani her an, "Kazancım azaldı. Nasıl geçineceğim" diye korkar, durur). Onun vakitlerini (bu düşünce ve tereddütler) perişan eder. Sadece takdir olunan kadar elde eder. Kimin de teveccühü ve asıl maksadı ahiret olursa, ahiret işleri için sefer ederse ve kalbinde sadece ahiretin hayali olursa, Allahu Teâlâ (dünyaya tenezzül etmemeyi, endişe etmemeyi) ve dün­yaya aldırmamayı onun önüne getirir. Onun ahvalini bir araya toplar. Dünya zelil olarak onun yanına gelir".[70] Dünyanın zelil olarak ona gelmesinin manası şudur: Takdir olunan şey mutlaka gelecektir. Çünkü pek çok hadislerde şu ifade geç­miştir: "Ölümün insanı aradığı gibi rızıkta insanı arar". Madem ki rızık onun ara­maktadır, o halde onun yanına gelmeye mecburdur. O kimse istiğna edip tenez­zül göstermese de rızık mutlaka yanına gelecektir. İnsanın bizzat onun yanına gitmesi, onun da aldırmaz davranmasından daha büyük hangi zillet olabilir?Bir hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:"Kim kendi­ni Allah'ın nezdinde olan şeyi talep etmeye başlasa, gök onun gölgeliği ve yer onun yorganı olsa, dünyanın hiçbir şeyini düşünmese bile böyle kimse ekin ek­meden ekmek yiyecek, bağda ağaç yetiştirmeden meyve yiyecektir. Eğer o Al­lah'a tevekkül ederse ve O'nun rızasını aramaya devam ederse, Allahu Teâlâ yedi kat gökler ve yedi kat yerleri onun rızkına mes'ul kılar. Onların hepsi birden ona rızık ulaştırmak için çalışırlar. Ona helal rızık ulaştırmakta kusur etmezler. O kişi hesapsız olarak rızkını tam olarak alır".[71]Başka bir hadiste şöyle geçmektedir: Hz. İbni Abbas radıyallahu anhuma diyor ki; Rasûlullah saiiatiahu aleyhi vesellem Mescid-i Hayf'ta (Minâ Mescidi'nde) vaaz etti. Hamd ve sena ettikten sonra şöyle buyurdu: "Kimin maksadı dünya olursa Allahu Teâlâ onun ahvâlini perişan ve dağınık kılar. Fakirlik (korkusu) her an onun gözü önünde durur. Dünya ise takdir olunandan fazla ele geçmez". Hz Ebû Zer radıyal­lahu anh, Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem'm şöyle buyurduğunu naklediyor. "Kim dünyanın peşine düşerse, onun Allah ile bir alâkası yoktur. Kim de müslümanların (iyiliği ve hayrını isteyen) bir fikri yoksa, onun Müslümanlarla bir ilişkisi yoktur. Kim de (dünyevi menfaatleri için) kendini seve seve zelil kılarsa, onun bizimle hiçbir bağlantısı yoktur". (Sadece üç kuruş için yada başka bir dünyevî çıkar için kendini başkasının önünde rüsvay etmek şüphesiz ki, kendi kadir ve kıymetlini bilme­mektendir. Mensubu bulunduğu din büyüklerinin adını lekelemektir. En yüksek nisbet ise peygamberlerin iftiharı olan Hz. Muhammed Mustafa saiiaiiahu aleyhi veseiiem'in ümmetinden olmaktır).Hz. Enes radıyallahu anh, Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem'ln ŞU hadisini nak-letmiştir: "4 şey bedbahtlık alâmetidir; 1-Gözlerin kuru olması (yani gözlerden hiç bir zaman Allah korkusundan dolayı bir yaş akmaması), 2-Kalbin katı olması (ken­di' ahireti için veya bir başkası hakkında hiçbir zaman yumuşamaması), 3-Uzun emeller ve arzular, 4-Dünya hırsı"[72] Hz. Ebû Derda radıyaiiahu anh bir defasında şöy­le bir uyarıda bulundu: "Ey insanlar! Size ne oluyor ki, ben sizin alimlerinizin gün­den güne (ölümler sebebiyle) azaldığını ve cahillerinizin ilim öğrenmediğini görü­yorum. Alimler ahirete intikal etmeden ve onların ölümleri sebebiyle ilim yok olma­dan önce ilim öğrenin (yoksa doğru dürüst okutacak biri bulunmayacaktır). Ben si­zin Allahu Teâlâ'nm zimmetine almış olduğu şeyi (yani rızkı) toplamak için büyük bir hırs için de olduğunuzu ve kendi zimmetinizde olan (ilim ve ameli) zayi ettiğinizi görüyorum. Ben sizin en şerli insanlarınızın, zekatı ceza kabul eden, namazı ihmal eden, Kur'an okumaya iltifat etmeyen kimseler olduğunu görüyorum".[73]

8) Ebû Musa radıyallahu an/j'dan Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: "Kim dünyasını severse, ahiretine zarar verir. Kim de ahiretini se­verse (görünürde) dünyasına zarar verir. Öyleyse devamlı olanı (yani ahi­reti), fani olan şeye tercih edin".                                                                      (Ahmed, Beyhakî, Mişkât)

İZAH: Dünya hayatı ne kadar uzun olursa olsun, mutlaka bir gün sona erecektir. Onun mal ve metâı ne kadar fazla olursa olsun, bir gün elden çıkacak­tır. İster ölüm neticesinde elden çıkar, isterse zayi olup telef olarak elden çıkar. Ahiret hayatı ise hiçbir zaman tükenici değildir. Onun nimetleri ebedi kalıcıdır. Bu durumda şu açıktır ki, insanda birazcık akıl varsa, devamlı yanında kalacak olan şeyi seçmelidir. Yanında devamlı kalması hiçbir şekilde mümkün olmayan şeyin peşine düşmek akılsızlığın zirvesidir. Ancak bizim akıllarımız üzerine gaflet per­desi örtülüdür. Şu (dünya) istasyonunun bekleme salonundaki süs ve ziynete gö­nül vermiş oturuyoruz. Halbuki orada kalma süresi trenin gelip de ona binmemi­ze kadar olan zamandır. Bu kadar az zaman içinde insan eğer sefer hazırlığı ile meşgul olsa, yolculuk ihtiyaçlarını hazırlasa, vatanına varınca işine yarayacak olan şeyleri temin etse şüphesiz kendisi için faydalı olur. Ama eğer bu kıymetli vaktini ve azıcık fırsatı orada gezip eğlenmeye harcarsa ve kendi eşyası dağınık dururken bekleme salonunun temizliği ve onun mobilyalarını düzenli bir şekilde yerleştirmeye çalışırsa veya bundan daha büyük bir ahmaklık edip de oraya asmak için aynalar ve nakışlar satın almaya başlarsa, kendi eşyasını da kaybe­der, kendi sermayesini de zayi eder.Bu hadiste dünyayı sevmemek hakkında uyanda bulunulmuştur. Çün sevgi öyle şiddetli bir şeydir ki, hangi insana bulaşırsa, onu ağır ağır kendine e eder. Bundan dolayı ahiret sevgisini meydana getirmeye teşvik edilmiştir. Dün­ya sevgisini terk etmeyi tenbih etmiştir. Zira dünyayı seven biri her ne kadar şu an ahiret amelleri yapıyor olsa da bu pis dünyanın sevgisi izini bırakmadan dur­mayacaktır ve bu sevgi yavaş yavaş ahiret işlerinde gevşeklik, zorluk ve zarar çıkarmaya başlayacaktır. Büyük zatlar şöyle buyurmuşlardır: "Kim dünyayı sever­se, bütün pîr ve mürşidler bir araya gelseler de onu doğru yola getiremezler. Kim de dünyayı terk ederse (ondan nefret ederse), bütün müfsid (bozguncular) bir araya gelseler de onu doğru yoldan saptıramazlar"[74]Hz. Berâ radıyallahu anh, Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vese/fem'in şöyle buyur­duğunu nakletmiştir: "Kim dünyada kendi şehvetlerini tatmin ederse, o ahirette şehvetlerini tatmin etmekten mahrum olur. Kim dünyada nazlı yetişmiş (zengin) insanların süs ve ziynetine (hırs ve heves) gözüyle bakarsa, o göklerin saltana­tında zelil kabul edilir. Kim de en az miktardaki bir rızka sabır ve tahammül ederse, o Cennet'te Firdevs-i Alâ'da kalacağı yeri tutmuş olur".Hz. Lokman aieyhisseiam meşhur bir hekimdir. Kur'an-ı Kerim'de de onun na­sihatleri zikredilmiştir. O siyah renkli Habeşli bir köle idi. Allahu Teâlâ ona ihsan etti de Lokman-ı Hekim oldu. Bazı rivayetlerde geçtiğine göre Allahu Teâlâ onu hikmet ve padişahlık arasında hangisini isterse seçmesi için serbest kıldı. O hikmeti seçti. Bir hadiste şöyle geçmektedir: "Allahu Teâlâ tarafından ona, <Sen padişah yapılıp da hakka uygun bir hükümet etmek ister misin?> buyuruldu. O, <Eğer Rabbirm ta­rafından bu bir emirse benim hiçbir mazeretim yoktur. Çünkü bu durumda Allahu Teâlâ bana yardım eder. Ama eğer bu teklifi kabul edip etmemekte serbest isem affımı talep ederim. Ben kendi boynuma musibet yüklemek istemiyorum> dedi. Melekler, <Ey Lokman! Bu nedendir?> dediler. O, <İdareci çok çetin bir yerde olur. İstenmeyen şeyler ve zulüm onu her taraftan kuşatır. Bu durumda ona yardım edi­lecek mi, edilemeyecek mi? Eğer hakka uygun karar verirse, o zaman kurtulabilir. Yoksa Cennet'in yolundan sapacaktır. Bir kişinin dünyada gününü zelil olarak ge­çirmesi, dünyada şerefli bir hayat geçirip de (ahiret bakımından) zayi olmasından daha hayırlıdır. Kim dünyayı ahirete tercih ederse dünya elinden çıkar. O kişi de zaten ahiret işine yaramaz> dedi. Melekler onun verdiği cevaba çok hayret ettiler. Sonra o uyudu. Allahu Teâlâ da onun üzerine hikmeti örttü"[75]Ondan nakledilen hikmetler ve oğluna yaptığı nasihatler çok acayiptir. Bu nasihatler pek çok rivayetlerde zikredilmiştir. Onlardan biri de şudur: "Oğlum! Sık sık alimlerin meclislerinde otur. Hekimlerin (hikmet sahiplerinin) sözlerini dikkatle dinle. Allahu Teâlâ sağnak yağan yağmurla ölü olan toprağı dirilttiği gibi hikmet nuru ile ölü kalbi diriltir". Bir adam onun yanından geçti. O vakit onun yanında bir topluluk vardı. Adam, Lokman Hekim'e "Sen falan kavmin kölesi değil misin?" dedi. O, "Evet ben onların kölesiydim" dedi. Adam, "Sen falanca dağın yakınında keçi güden kişi değil misin?" dedi. O, "Evet. Ben oyum" dedi. Adam, "Öyleyse sen bu makama nasıl ulaştın?" dedi. O, "Şu birkaç şeye devam edip, dikkat et­mekle; Allah korkusu, doğru konuşmak, emaneti tam olarak eda etmek, boş konuşmaktan sakınmak" dedi.Lokman Hekim başka bir zaman oğluna şöyle buyurdu: "Oğlum! Allah'ın azabından emin olmayacak şekilde O'ndan ümitli ol. Aynı şekilde O'ndan ümidini kesmeyecek şekiide O'nun azabından kork". Oğlu, "Babacığım! Kalp bir tanedir. Onda ümid ve korku bir arada nasıl bulunabilir?" dedi. O, "Mü'min işte böyledir. Onun bir bakıma iki kalbi olur. Birinde tam bir ümid, diğerinde ise tam bir korku olur".Lokman Hekim'in şöyle bir sözü daha vardır: "Oğlum! Rabbim beni bağışla duasını bol bol oku. Allahu Teâlâ'nın lütufları arasında öyle vakitler vardır ki, insan o vakitlerde ne isterse verilir". Lokman Hekim başka bir zaman şöyle bu­yurmuştur: "Oğlum! Allah'a kuvvetli bir iman olmadan iyi amel yapmak imkansızdır. İmanı zayıf olanın ameli gevşek olur. Oğlum! Şeytan seni herhangi bir zamanda şüpheye düşürürse, onu yakîn ile mağlup et. Ne zaman seni amelde tembelliğe sevk ederse, kabir ve kıyameti hatırlayarak ona galip ol. O senin yanına dünyaya rağbet veya (buradaki sıkıntılardan) korkutma yoluyla gelirse ona, <Dünya mutlaka elden çıkacak birşeydir (ne buranın rahatı daimidir ne de sıkıntısı devamlı kalıcıdır)> de".Lokman hekim şöyle buyurmuştur: "Oğlum bir kimse yalan konuşursa, onun yüzünün nuru gider. Kimin bozuk âdet ve alışkanlıkları varsa, gam ve ke­der onun başına biner. Dağların kayalarını bir yerden başka bir yere taşımak, ahmaklara laf anlatmaktan daha kolaydır". Yine o şöyle buyurmuştur: "Oğlum! Kendini yalandan çok koru. Yafan söylemek serçe eti gibi lezzetli gelebilir, ancak kısa zamanda, yalan söyleyen kimsenin düşman kazanmasına sebep olur. Oğlum! Cenazelere katılmaya önem ver. Düğün ve merasimlere katılmaktan kaçın. Çünkü cenaze ahireti hatırlatır. Düğün ve merasimler ise insanı dünya tarafına çekerek meşgul eder. Oğlum! Karnın tok iken yemek yeme. Yemeği köpeğin önüne dök­mek tok karnına yemekten daha iyidir. Oğlum! insanların seni yutacağı kadar tatlı olma. Ve insanların tüküreceği kadar da acı olma. Oğlum! Sen horozdan da­ha aciz olma. Şöyle ki, o, seher vaktinde uyanıp ötmeye başlar, sen ise yatağında yatıp uyursun. Oğlum! Tevbeyi geciktirme. Çünkü ölümün vakti (insanlara göre) kararlaştırılmamıştır. O aniden gelir. Oğlum! Cahille dost olma ki git gide onun cahilce sözleri sana güzel gelmeye başlar. Hikmet sahibine karşı kendi başına düşmanlık alma ki, o senden yüz çevirir (sonra sen onun hikmetlerinden mahrum kalırsın). Oğlum! Yemeğini muttaki insanlardan başkasına yedirme, işlerinde alimlerle meşvere yap".Biri Lokman aieyhissetam'a, "En kötü insan kimdir?" dedi. Buyurdu ki, "Kötü­lük yaparken birinin kendini göreceğine aldırmayan kimsedir". O şöyle buyur­muştur: "Oğlum! sık sık iyilerle otur. Çünkü onlarla oturmakla iyilik kazanırsın. Eğer onlar üzerine herhangi bir vakit Allah'ın hususi rahmeti inerse, sana da on­dan mutlaka bir şeyler nasip olur (çünkü yağmur yağdığı yerin her tarafına ula­şır) Kendini kötü insanlarla arkadaşlıktan uzak tut. Onların yanına oturmakta her­hangi bir hayır umudu yoktur ve onlara herhangi bir vakitte azab inerse, onun tesiri sana da ulaşır". O şöyle buyuruyor: "Evlad için baba dayağının faydası, su­yun ekine olan faydası gibidir". O şöyle buyurdu: "Oğlum! Sen dünyaya geldiğin­den beri her gün ahirete yaklaşıyorsun (ve dünyadan da her gün sırtını çevirmek­tesin. O halde her gün kendisine doğru yürüdüğün ev, kendisinden her gün uzak­laştığın evden daha yakındır). Oğlum! Borçtan kendini koru. Çünkü o gündüz zil­let, gece garn ve kederdir (yani gündüz alacaklının taleplerinden dolayı zillete katlanmak gerekmekte, geceleri de borç düşüncesi ile geçmektedir). Oğlum! Gü­nahlara cü'ret etmeyecek şekilde Allah'ın rahmetinden ümitvâr ol. Allah'ın rah­metinden ümid kesmeyecek şekilde Allah'tan kork. Oğlum! Biri sana gelip, <Fa-lanca kişi benim iki gözümü çıkardı> diye şikayet etse, gerçekten de onun iki gö­zü çıkmış olsa, diğer kişinin ifadesini dinlemeden önce onun hakkında bir görüşe sahip olma. Belki de ilk adımı o atmış ve daha önce o dört tane göz çıkarmıştır"[76]Fakih Ebûlleys rahmetuiiahi aieytiın naklettiğine göre Hz. Lokman aieyhisseiam ahirete intikal edeceği sırada oğluna şöyle dedi: "Oğlum! Ben sana hayatım müd-detince pek çok nasihatler ettim. Şu an (son vaktimdir). Sana attı nasihat yapıyo­rum; 1-Sadece ömrünün bekası kadar kendini dünya ile meşgul et (dünya ise ahiret karşısında hiçbir şey değildir). 2-Allah'a ne kadar muhtaç isen ona o kadar ibadet et (şu açıktır ki insan her şeyde Allah'a muhtaçtır). 3-Ahirette ne kadar kal­mak istiyorsan, o nisbette, orası için hazırlık yap (şu açıktır ki ölümden sonra oradan başka kalacak bir yer yoktur). 4-Cehennem'den kurtulduğuna kesin olarak inanana kadar ondan kurtulmak için çalışmaya devam et (şu açıktır ki, bir kimse ağır bir adli davaya mübtela olmuşsa, o davadan kurtulduğuna dair kesinlik yok­sa her an çalışmaya devam eder). 5-Cehennem ateşinde yanmaya ne kadar cesaret ve gücün varsa, o kadar günahlara cüret et (çünkü günahların cezası kânûnî bir şeydir. Bir de hakimler hâkiminin inayetinin olup olmayacağı ve lütfü bilinmemektedir). 6-Günah işleyeceğin zaman Allahu Teâlâ'nın ve meleklerin görmeyeceği bir yer araştır (çünkü bizzat hâkimin önünde, istihbarat elemanları­nın karşısında âsi olmanın neticesi malumdur)"[77]Bu birkaç nasihat Hz. Lokman aieyhisseiam'a bağlı olarak zikredilmiştir. Onun nasihatlerinden maksat da baştan beri yazdığımız aynı konudur. Yani kim dünyayı severse, ahiretine zarar verir.Arfece Sakafî mhmetullahi aleyh diyor ki: Ben Hz. Abdullah İbni Mes'ud radıyallahu anh'dan ifâ ıdiye başlayan sûreyi okumasını rica ettim. Okumaya başladı ve"Ne var kî siz dünya hayatını tercih edersiniz. / Halbuki ahiret daha hayırlı ve daha devamlıdır" (A'lâ-16,17) ayetine ulaşınca okumayı bırakıp, "Şüphesiz biz dünyayı ahirete tercih ettik" buyurdu. Orada bulunanların hepsi susmuşlardı. Tekrar, "Biz dünyayı ahirete tercih ettik. Çünkü biz onun süs ve ziynetine baktık, onun kadınlarına baktık, onun yemek ve içmesine baktık. Ahiretin bu gibi şeyleri bizden gizliydi. Bundan dolayı dünyayı tercih ettik. Ahireti terk ettik" buyurdu. Hz. Enes radıyallahu enh, Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm şöyle buyurduğunu naklet-miştir: "Kullar, dünya ticaretini, ahiret ticaretine tercih etmedikleri müddetçe Lâ ilahe illallah kelimesi kulları Allah'ın gazabından korur. Dünya ticaretini ahiret ticaretine tercih ettikleri ve ondan sonra, Lâ ilahe illallah dediklerinde, bu kelime, <Siz yalan söylüyorsunuz> diye kendilerine döndürülecektir". (Yani sizin İkrarınız yalandır ve sadece bir sayıklamadır).Bir hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Kim Lâ İlahe illallahu vahdehû la şerikelehu kelimesine şehadet ederek Allah'a kavuşur­sa, ona başka bir şey karıştırmadığı müddetçe (doğruca) Cennet'e girer". Ra­sûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bu sözünü üç defa tekrarladı. Oradaki topluluktan bir şahıs, "Anam babam sana feda olsun. Başka bir şey karıştırmaktan maksat nedir?" deyince Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesetlem, "Dünya sevgisini ona tercih et­mek, onun için mal biriktirmek, dünya eşyasıyla sevinmek ve kibirli insanlar gibi davranmaktır" buyurdu. Diğer bir hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Dünya (ahirette) evi olmayanın evidir. Yine dünya (ahirette) malı olmayanın malıdır. Dünya için, aklı olmayan kimse mal biriktirir"[78]Rasûlullah sai-laiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Dünya mel'undur. Dünyanın içinde ne varsa hepsi mel'undur. Ancak Allah için olanlar müstesnadır"İmam Gazali rahmetuiiahî aleyh, Dünyanın Zemmi kitabında şöyle yazıyor: Bütün hamdler ve övgüler, kendi dostlarına dünyanın tehlikelerini ve onun afetle­rini bildiren ve onun kusurlarını ve sırlarını dostlarına aşikar kılan Allah'a aittir. Hattâ ki onlar dünyanın ahvalini tanımışlardır. Onun iyilik ve kötülüğünü mukaye­se edip şunu bilmişlerdir ki, onun kötülükleri iyilikleri üzerine galip gelmiştir. Dün­yaya bağlı olan ümitler onun peşinden gelen endişe verici şeylere karşı koyamaz­lar. Dünya canlı ve hareketli bir kadın gibi insanları kendi güzellik ve cemaliyle esir almaktadır. Kötü ve çirkin hareketiyle, kendisine ulaşma arzusunda olanları helak etmektedir. O kendini isteyenlerden kaçmaktadır. Onlara yönelmekte çok cimridir. Yönelse bile onun yönelmesi de afet ve musibetlerden emin değildir. Bir defa iyilik etse, bir sene boyu kötülük eder. Kim onun tuzağına düşerse, onun sonu zillettir. Kim onun sebebiyle kibirlenirse, o sonunda hasret ve üzüntüye doğru gider. Onun âdeti kendi aşıklarından kaçmak ve kendisinden kaçanın peşine düşmektir. O, kendisine hizmet edenden ayrı kalır. Kendisinden yüz çe­virenlerle de buluşmak için çalışır. Onun saflığında bile bulanıklık vardır. Onun sevincinden de üzüntü ve gam ayrılmaz. Onun nimetlerinin meyvesi hasret ve pişmanlıktan başka bir şey değildir. O çok aldatıcı, hilekâr bir kadındır. Çok kaç­kın ve ansızın kaybolandır. Kendini arzulayanlar için son derece süs ve ziynetle­re bezenir. Onlar, ona tam olarak kendilerini kaptırdıkları zaman onlara diş gös­termeye başlar. Onların düzenli hayatlarını perişan eder. Kendi cadılığını onlara gösterir. Sonra da öldürücü zehirlerini onlara tattırır. O Allah düşmanıdır. Allah dostlarının düşmanıdır. Allah'ın düşmanlarının da düşmanıdır. Allahu Teâlâ'nın düşmanı olması şöyledir; O Allah'a gidenlerin yolunu kesmektedir, O Allah dost­larına şöyle düşmanlık yapmaktadır: Onların gönüllerini kendine yöneltmek için çeşit çeşit ziynetler takınır. Bu yüzden onlar ona iltifat ederek, Allah'tan ilişkilerini kesmelerinden dolayı sabrın acı yudumunu içmektedirler. Dünyanın Allah'ın düş­manlarına düşmanlık etmesi ise şöyledir; Kendi hile ve tuzağıyla onları avlar. On­lar onun dostluğuna tam güvendikleri sırada birden onları ortada yalnız bırakır. Halbuki onlar, o vakit ona şiddetle muhtaç olacaklardır. Bu yüzden onlar dâimi hasret ve dâimi azaba mübtela olacaklardır.Kur'an-ı Kerimin ayeti kerimelerinde ve hadisi şeriflerde dünya sık sık kı­nanmıştır. Hatta bütün Enbiya-i Kiram a/â nebiyyina ve aleyhimüssalatü vesselamın gön­derilişleri, dünyaya gönül vermemeye tenbih içindir. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesei­iem bir defasında ölü bir oğlağın yanından geçiyordu. Sahabelere hitaben, "Siz bu ölmüş oğlağın kendi sahibi yanında bir değeri olduğunu düşünüyor musunuz?" buyurdu. Sahabeler, "Onun değersizliği atılmış olmasından bellidir" dediler Bunun üzerine Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Bu ölü oğlak, sahibinin ya­nında ne kadar zelil ve değersiz ise, dünya da Allahu Teâlâ'nın nezdinde bundan daha zelil ve değersizdir. Eğer dünyanın değeri Allah'ın nezdinde bir sivri sineğin kanadına denk olsaydı. Hiçbir kafire bir yudum su dahi verilmezdi". Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Dünya sevgisi her hatanın başı ve kaynağıdır".Hz. Zeyd bin Sabit radıyaiiahu anh buyurdu ki: Biz bir defasında Hz. Ebû Bekr radiyaliahu antim yanındaydık. O içmek için bir şey istedi. Bal şerbeti getirildi. Onu ağzına yaklaştırınca ağlamaya başladı. O kadar ağladı ki, yanında bulunan­lar da ondan müteessir olarak ağlamaya başladılar ve çok ağladılar. Sonra tek­rar ağzına yaklaştırınca yine ağlamaya başladı. Sonra gözyaşını sildi ve şöyle söyledi: "Ben bir defasında Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiemin yanındaydım. Onun iki eliyle bir şeyi uzaklaştırdığını gördüm. Halbuki ben Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm önünde bir şey göremedim. Bunun üzerine <Ya Rasûlallah! Kendinizdenneyi uzaklaştırıyorsunuz?> diye sordum. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, <Dünya benim karşıma çıkmıştı. Ben onu kendimden uzaklaştırdırn. Sonra dünya tekrar benim yanıma geldi ve 'Sen benden kurtulsan da (hiç üzülmeye gerek yok, çün­kü) senden sonra gelenler benden kurtulamayacaklardır' dedi> buyurdu".Bir hadiste Rasûlullah saiiallahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Ahiretin devamlı ve sürekli olduğuna iman ettikten sonra yine de şu aldatıcı dünya yurdu için çalışan kimseye şaşıyorum". Bir defasında Rasûlullah saiiallahu aleyhi veseiiem --bir çöplükten geçti. Orada kurumuş kemikler, kazurat ve eskimiş yırtık çaputlar vardı. Rasûlullah saiiallahu aleyhi vesetlem orada durdu ve "Gelin bakın. İşte dünya­nın son noktası ve onun bütün ziynet ve süsü budur" buyurdu.Bu kısa hadis başka bir hadiste geniş olarak geçmiştir. Ancak Allâme Irâkî ve diğer muhaddis hazretleri buyurdular ki: "Biz bu rivayetin nerede olduğunu bulamadık". Buna rağmen İmam Gazali rahmetuiiahi aleyh o rivayeti nakletmiştir. Sahibi Gût ise onu Hz. Hasan Basri rahmetuiiahi a/ey/7'den mürsel olarak rivayet et­miştir. O rivayet şudur: Hz. Ebû Hureyre radıyaüahu anh diyor ki; Bir defasında Ra­sûlullah saiiallahu aleyhi veseiiem bana, "Ben sana dünyanın hakikâtini göstereyim mi?" buyurdu. Ben, "Elbette buyurunuz" dedim. Rasûlullah saiiallahu aleyhi veseiiem beni yanına alarak Medine-i Münevver'nin dışında bulunan bir çöplüğün yanma götürdü. Orada insan kafaları, kazurat, yırtık çaputlar ve kemikler vardı. Rasûlul­lah saiiallahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Ebû Hureyre bunlar insanların kafatasları. Bunların içindeki beyinler, sizin bugün hırslandığınız gibi dünyaya hırslanıyor­lardı. Sizin ümidler kurduğunuz gibi bunlar da ümidler kuruyorlardı. Bugün bunlar derişiz olarak duruyorlar. Bir müddet geçtikten sonra toprak olacaklardır. Şu ka­zurat ve pislikler, rengârenk yemeklerin neticesidir. İnsan onları çok büyük emek­le kazandı ve elde etti. Sonra onları hazırladı ve yedi. Şimdi ise bu insanların kendisinden (nefret edip) kaçtıkları bir halde bulunmaktadır (güzel kokusu ile in­sanları uzaktan kendisine yönelten o yemeğin sonu bugün öyle bir hale gelmiştir ki, onun kokusu insanları uzaktan, kendisinden iğrendirip, nefret ettirmektedir). Bu bez parçalan, o süslü elbiseleri (-ki onu giyerek insan kibirlenirdi- Bugün on­ları) rüzgarlar bir taraftan bir tarafa savurmaktadır. Şu kemikler insanların üzerle­rine bindikleri hayvanların kemikleridir. (Onlar atiar üzerine binip nazlanıyorlardı) ve dünyada geziyorlardı. O halde kim bu ahval üzerine (ve bu ibret veren so­nuçlar üzerine) ağlamak isterse bunlara bakarak ağlasın". Hz. Ebû Hureyre radı-yaiiahu anh diyor ki: "Biz hepimiz çok ağladık".

Bir başka hadiste Rasûlullah saiiallahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Dünya (dış görünüşü bakımından) tatlı ve yemyeşildir. Allahu Teâlâ sizin orada nasıl amel yapacağınıza bakmak için sizi geçmişlerinize halef yaptı. Beni İsrail'e dünya kapıları açılınca onun süs ve eşyasının, kadınlarının, altın ve gümüşleri­nin tuzağına düştüler". Hz. İsa aieyhisseiam buyurdu ki: "Dünyayı kendinize efendi edinmeyin. O sizi kendine köle yapar. Hazinenizi, (zayi olma endişesi olmayan)Allah'ın yanında saklayın. Dünya hazinelerinin her an zayi olma endişesi vardır. Ama Allah ceiie ceiatuhu nun hazinesine hiçbir afet gelmez". Yine Hz. İsa aieyhis­seiam buyurdu ki: "Dünyanın fenalığının alâmetlerinden biri de dünyada Allah'a itaatsizlik edilmesidir. Onun fenalığının alâmetlerinden bir diğeri de, onu terk et­meden ahiret kazanılamaz, Şunu iyice bilin ki, dünya sevgisi her hatanın başıdır. Az bir süre nefsani arzulan tatmin etmek uzun süreli üzüntü ve azaba sebep olur". O şöyle buyurmuştur: "Dünya bazı kimselerin talibi olur, bazılarının da mat­lubu. Kim ahirete talip olursa dünya ona talip olur. Homurdanarak rızkını ona ulaştırır. Kim de dünyayı talep etmeye başlarsa, ahiret onu bizzat talep etmez. Nihayet ölüm gelir ve onun boynuna çöker".Hz. Süleyman a/â nebiyyina ve aleyhissalatü vesselam bir defasında ordusuyla be­raber gidiyordu. Kuşlar onu gölgelendiriyorlardı. Sağ ve solunda insan ve cinler bulunuyordu. Bir âbidin üzerinden geçti. Âbid, ona "Allahu Teâlâ size çok büyük bir saltanat ihsan etmiştir (cinler, insanlar, hayvanlar ve kuşların üzerinde sizin hükümetiniz vardır)" dedi. Bunun üzerine Hz. Süleyman aiâ nebiyyina ve aleyhissalatü vesselam buyurdu ki: "Müslümanın amel defterindeki bir Subhanallah Süleyman'ın bütün mülkünden daha üstündür. Çünkü bu saltanatın hepsi çok çabuk bitecek ama Subhanallah''in sevabı devamlı baki kalacaktır".Rasûlullah saiiallahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Kimin son maksadı dünya olursa, onun Allahu Teâlâ ile bir alakası yoktur. Allahu Teâlâ onu dört şeye müb-tela kılar; 1-Bitmeyen bir gam (ki her an gelirinin artmasını fikreder durur), 2-Fır-sat ve boşluk bulamayacak derecede meşguliyet, 3-Asla müstağni kılmayacak bir fakirlik (yani geliri ne kadar artarsa masraf ve gideri o kadar fazla olur, böyle­ce geliri az bulur), 4-Hiçbir zaman tamamlanmayacak olan uzun uzun ümidler".Hz. İbrahim alâ nebiyyina ve aleyhissalatü vesselam'\n sahifelerinde şöyle yazi-yordu: "Ey dünya! Sen kendileri için süslendiğin salih kimselerin gözünde ne ka­dar zelilsin. Ben onların kalplerine sana karşı düşmanlık koydum. Onlara senden yüz çevirmeyi nasip ettim. Ben senden daha alçak bir mahluk yaratmadım. Se­nin bütün yükselişin son derece değersiz, önemsiz ve biticidir. Ben senin yaratıl­dığın gün şuna karar verdim ki, ne sen kimsenin yanında devamlı kalacaksın ne de kimse seninle devamlı kalacaktır. Senin sahibin sana ne kadar cimrilik yapar­sa yapsın (durum böyledir). Ne mutlu o salih insanlara ki, kalpleriyle Allah'ın hük­müne razı olduklarını Bana bildirirler ve kendi gönülleriyle Bana doğruluk ve se­batı haber verirler. Onlar için sevinç ve ferahlık vardır. Yanımda onlar için öyle bir nur vardır ki, onlar kabirlerinden kalkıp yanıma geldiklerinde o nur, onların önlerinde olacaktır. Sağ ve sollarında melekler olacaktır. Nihayet Ben, onların Bana bağladıkları bütün ümidlerini yerine getiririm".Rasûlullah saiiallahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Kıyamet günü bazı insan­lar Arap diyarının dağları kadar fazla ameller ile geleceklerdir. Ancak onlar Ce-hennem'e atılacaklardır". Biri, "Ya Rasûlallah! Bunlar namaz kılan kimseler mi?"diye sorunca Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Onlar namaz kılan, oruç tutan üs­telik teheccüd kılan kimseler olacaklardır. Ancak dünyanın herhangi bir şeyi (ser­vet, izzet vs.) onların önüne gelince bir anda (caiz olup olmadığına aldırmadan) ona dalacaklardır". Hz. İsa aiâ nebiyyina ve ateyhissaiato vesselam şöyle buyurdu: "Dün­ya ve ahiret sevgisi bir kalpte toplanmaz. Ateşle suyun bir kapta toplanmadığı gibi". Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Dünyadan sakının. O Hârutve Mâruftan daha fazla sihirbazdır". Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bir defasında Sahabelerin yanına geldi ve "Sizden kim Allahu Teâlâ'nın (kabirdeki) körlüğü gi­dermesini ve onun (ibret) gözlerini açmasını ister. (Kim bunu istiyorsa o dikkatle dinlesin.) Kim dünyaya ne kadar rağbet ederse ve ne kadar uzun uzun ümidler beslerse Allahu Teâlâ onun kalbini o kadar kör eder. Kim de dünyaya rağbet et­mezse, kendi arzularını kısarsa, Allahu Teâlâ ona öğrenmeden ilim öğretir. Kim­se ona yol göstermeden Allah ona yolu bildirir. Yakında öyle insanlar gelecek ki, onların saltanatı, insanları katletmek ve baskı üzerine kurulacaktır. Cimrilik ve gururla zenginlik elde edeceklerdir. Nefsâni arzulara tâbi olmakla insanların kal­binde onlara karşı sevgi oluşacaktır. Sizden kim o zamana yetişir de zengin ol­ma imkanı varken fakirliğe sabrederse, insanların (arzularına tâbi olarak) onların kalplerinde sevgi oluşturma imkanı varken, onların düşmanlığına katlanırsa, in­sanlara (ayak uydurarak) izzet kazanmak varken, zilletle yetinirse ve bunlara ancak Allah için katlanırsa, ona 50 sıddîk sevabı verilir".Bir defasında Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'e Bahreyn'den çok mal gel­di. Ensardan (ihtiyaç sahibi olan) sahabeler bu haberi duyunca sabah namazın­da Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm yanına kalabalık bir şekilde toplandılar. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem namazdan sonra kalabalığa bakarak tebessüm buyurdu ve "Zannediyorum siz o malın haberini duyup geldiniz" dedi. Onlar, "Ya Rasûlallah! Şüphesiz onun için geldik" dediler. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu; "Ben size (malın çoğalacağı hakkında) müjde veriyorum. Yakında mal çoğalacaktır. Siz ümitli olun kendisiyle sevindiğiniz şey (yani mal) sizin yanı­nıza bol bol gelecektir. Ben sizin fakirlik ve yoksulluğunuzdan korkmuyorum, fa­kat ben sizden öncekilere dünya açıldığı gibi size de açılmasından korkuyorum. O zaman siz ona gönül verip durursunuz. Bundan dolayı o sizden öncekileri he­lak ettiği gibi sizi de helak eder".Bir başka hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Ben sizin hakkınızda en çok AllahuTeâlâ size toprağın bereketlerini çıkarma­sından korkuyorum". Biri, "Ya Rasûlallah! Toprağın bereketlen nedir?" dedi. Ra­sûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem, "Dünyanın ziynetleridir" buyurdu. Hz. Ebû Derdâ radıyaiiahu anh Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseitem'm şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Benim bildiklerimi siz bilseydiniz az güler, çok ağlardınız ve dünya sizin gözü­nüzde çok zelil olur, siz ahireti ona tercih ederdiniz". Ondan sonra Ebû Derdâ radıyaiiahu anh kendi tarafından şöyle buyurdu: "Benim bildiğimi siz bilseydiniz,  ve feryad ederek ormanlara kaçardınız. Ve mallarınızı korumasız olarak bırakırdınız. Ancak sizin kalplerinizde ahiretin zikri kaybolmuş ve dünya ü-midleri ise sizin önünüzdedir. Bundan dolayı dünya sizin amellerinizin sahibi ol­makta ve sanki siz hiçbir şey bilmiyor gibi olmuşsunuz. Bu yüzden sizden bazı­ları, sonuçtan korkarak kendi şehvetlerini terk etmeyen hayvanlardan daha beter olmuşlardır. Size ne oldu ki birbirinizi sevmiyorsunuz? Birbirinize nasihat etmi­yorsunuz? Halbuki siz birbirinizin din kardeşisiniz. Sizleri ancak içinizde bulunan manevi pislikler birbirinizden ayırmıştır. Eğer siz hepiniz din ve dini konularda bir araya gelirseniz, aranızdaki ilişkilerde artacaktır. Peki size ne oldu ki dünya işle­rinde birbirinize nasihat ediyorsunuz da ancak ahiret işlerinde birbirinize nasihat etmiyorsunuz? Sizin, sevdiğiniz kimseye ahiret meseleleri hakkında nasihat edecek gücünüz yok mu? Ahiret meselesi hakkında ona nasihat edemez misiniz? Bunun sebebi sadece sizin kalplerinizdeki iman azlığıdır. Eğer siz dünyanın hayır ve şerrine kesin olarak inandığınız gibi ahiretin hayır ve şerrine inansaydınız, mu­hakkak ahireti dünyaya tercih ederdiniz. Çünkü ahiret sizin yaptığınız işlere dün­yadan daha fazla hak sahibidir. Eğer siz, <Dünya ihtiyacı acildir, şu an önümüz­dedir. Ahiret ise sonradan olacaktır> derseniz. O zaman dünyada sonradan ge­len ve hasıl olan işler için ne kadar meşakkatlere katlandığınızı bir düşünün (zi-raatin zorluğuna katlanıyorsunuz. Çünkü bir müddet sonra mahsûl çıkacaktır. Aynı şekilde bağ-bahçe meydana getirmek için ne kadar can verircesine çalışı­yorsunuz. Çünkü birkaç sene sonra meyveler gelecektir). Siz ne kadar kötü bir kavimsiniz ki, sizde ne derecede iman olduğunu bileceğiniz şeylerle imanınızı ölçmüyorsunuz. Eğer siz Rasûlullah saiieiiahu aleyhi veseiiem'\n getirdiği hükümlerde şüphe ediyorsanız bizim yanımıza geliniz. Biz size açık bir şekilde anlatacağız ve size öyle bir nur göstereceğiz ki, siz onunla Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem ne buyurduysa o haktır diye mutmain olacaksınız. Siz aklı eksik ve ahmak kim­seler değilsiniz ki, biz sizi mazur görelim. Sizler dünya işlerinde çok güzel gö­rüşlere sahipsiniz O konuda çok dikkatli davranıyorsunuz. (Peki bu ne beladır ki, siz ahiret işlerinizde.ne aklınızı kullanıyorsunuz ne de dikkatli amel yapıyorsu­nuz?) Peki bu ne haldir? Size ne oldu ki, azıcık bir dünya menfaatinden dolayı çok seviniyorsunuz ve azıcık zarardan dolayı üzülüyorsunuz. Bunun alâmetleri yüzünüze varana kadar anlaşılıyor (yani sevinince yüzünüz açılıyor, üzüntü de ise biraz yüzünüz asılıyor). Musibetler dillere dökülüyor. Zerre kadar meseleye musibet demeye başlıyorsunuz. Matem merasimleri düzenliyorsunuz. Fakat dinin büyük büyük emirleri elden gidince ona ne üzülüp kederleniyor ne de yüzünüzde bir değişme oluyor. Ben sizin dindeki fenalığınızı görünce Allahu Teâlâ'nın size dargın olduğunu düşünüyorum. Siz birbirinizle sevinç ve memnuniyetle görüşü­yorsunuz. Her biriniz diğerinin yanında onun ağrına gidecek (hak) sözü söyle­mek istemiyor. Tâ ki o da kendisiyle ilgili hoşlanmadığı bir söz söylemesin. O halde bu konuları (hak sözü), sadece kalplerde saklayarak birbirinizle geçiniyor­sunuz. İç yüzünüzdeki pislikler üzerinde, dış yüzünüzün yeşillikleri açmış bulunu­yor. Ölümü hatırlamayı terk etmek konusunda hepiniz ittifak etmişsiniz. Ne olay­dı Allahu Teâlâ bana ölüm verip, beni sizin sıkıntınızdan rahatlatsaydı ve beni o yüce zatlara (yani Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem ve Sahâbe-i Kiram'a)kavuştursaydı. Ben onları görmeyi arzuluyorum. Eğer onlar yaşasaydılar, sizinle beraber kalmayı istemezlerdi. O halde sizde hayırdan bir nebze kaldıysa ben size açık açık söyledim ve Hak sözü anlattım Eğer siz Allah'ın yanında bulunan şeyi (yani ahireti) talep ediyorsanız çok kolaydır. Ben sizin hakkınızda da kendi hakkımda da yalnız Allah'tan yardım isterim. Bu kadar". Hz. Ebû Derdâ radıyeiiahu anh'm sözü burada bitmiştir.

Onun bu uyarı ve azarlamasını büyük bir dikkatle okumak gerekir. O öyle kimselere kızıyor ki, biz oniar hakkında, "Biz asla onlar gibi dindar olamayız" zannediyoruz. Onların ahvalleri ve başardıkları büyük işler bizim gözümüzün önündedir. Eğer Hz. Ebû Derdâ radıyaiiahu anh bizi görseydi. Kesinlikle üzüntüsün­den kahrolurdu. Bu yüce zatlar bizim ahvalimize katiyen bakamazlar ve ona asla tahammül edemezlerdi.Hz. Hasan Basri rahmetuiiahi aleyh buyurdu ki: "Dünya yanlarında emanet olan kimselere Allahu Teâlâ rahmet etsin. Onlar o emaneti başkalarına havale etmişlerdir. Kendileri endişesiz olarak gitmişlerdir". Yine o şöyle buyurmuştur: "Kim din konusunda seni engellerse, sen ona karşı koy. Kim de dünya konusun­da sana engel çıkarırsa, o dünyayı onun suratına vur ve rahat et". Hz. Ebû Hâ-zim rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Dünyadan sakının. Kıyamet günü mahşer meyda­nında insan ayağa kaldırılıp, <Bu şahıs Allahu Teâiâ'nın hakir dediği şeyi büyük kabul etmiştir> denilecektir". Hz. Abdullah Ibni Mes'ud radıyaliahu anh şöyle buyur­du: "Herkes kendi evinde birkaç günlük misafirdir. Onun mal ve eşyası ödünçtür. Misafir birkaç gün içinde mutlaka evine (ahirete) gidecektir. Ödünç şey de mutlaka geri dönecektir". Hz. Râbia Basriyye rahmetuiiahi aieyha bir topluluğun içinde otu­ruyordu. İnsanlar biraz dünyanın kötülüğünden bahsediyorlardı. O, "Dünyayı kö­tülükle dahi anmayın. Çünkü onu zikretmekle anlaşılıyor ki, sizin kalbinizde onun bir değeri vardır. Eğer böyle olmasaydı, onun zikri sık sık diliniz üzerine gelmez­di. (Kazuratın pisliği ve kötülüğünden kim sık sık bahseder ki?)"Hz. Lokman aieyhisseiam oğluna şöyle nasihat etti: "Dünyayı din karşılığında sat ki, iki cihanda kâr edesin. Dini dünya karşılığında satma, iki cihanda da zarar edersin". Hz. Mutarrif bin Şıhhîr rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Padişahların (devlet a-damlarının) zevkü safâsına ve onların şahane elbiselerine bakma, aksine onların sonunun ne olacağını düşün". Hz. Ebû Umâme radıyaliahu anh buyurdu ki: Rasûlul-lah saiiaiiahu aleyhi veseiiem peygamber olarak gönderildiğinde şeytan durumu araş­tırmaları için kendi askerlerini gönderdi. Onlar, "Bir peygamber gönderildi ve onun çok büyük bir ümmeti var" dediler. Şeytan, "Onlarda dünya sevgisi var mı?" dedi. Onlar, "Evet var" dediler. Şeytan, "Öyleyse onlar putlara tapmıyor diye üzülmem. Ben onlara üç şey musallat ederim; 1-Helal olmayan bir yoldan kazanmak, 2-Haram yola harcamak, 3-Gerçekten harcanması gereken yere harcamamak".Hz. Ali radıyaliahu anh buyurdu ki: "Dünyanın hela! malında hesap, haram ma­lında azab vardır". Hz. Mâlik bin Dinar rahmetuiiahi aleyh buyurdu ki: "O sihirbazdan sakının. Çünkü o alimlerin kalplerine bile sihir yapar". Hz. Ebû Süleyman Dârâni rahmetuiiahi aleyh buyurdu ki: "Hangi kalpte ahiret varsa, dünya onunla mücadele eder, o kalbi ele geçirmek için çalışır. Hangi kalpte dünya varsa, ahiret ona engel olmaz. Çünkü ahiret kerimdir. Başkasının evini ele geçirmek istemez. Dünya ise aiçaktır. O herkesin evini zorla ele geçirmek ister". Mâlik bin Dinar rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Sen ne kadar dünyayı dert edersen, o kadar ahiret derdi kalbinden çıkar. Ne kadar ahireti dert edinirsen, o kadar dünya derdi kalbinden çıkar." Hz. Hasan Basri rahmetuiiahi aleyh buyurdu ki: "Ben öyle adamlarla karşılaştım ki, dünya, onların yanında üzerinde yürüdüğünüz şu topraktan daha zelildi. Onlar, (Yanımda) dünya (malı) var mı yada gitti mi?, Şuna mı gitti?, Buna mı gitti? diye aldırmazlardı". Bir adam Hz. Hasan Basri rahmetuiiahi aieyh'e, "Siz Allahu Teâiâ'nın kendisine mal ve servet verdiği ve ondan hem sadaka verip hem de sıla-i rahim yapan birinin hakkında ne dersiniz? Onun güzel güze! yemekler yemesi ve ni­metler içinde yaşaması uygun ve münasip midir?" dedi. O şöyle buyurdu: "Hayır. Eğer bütün dünya onun eline geçse bile yine de kendi ihtiyacı kadar harcama-lıdır. Ondan fazlasını, o gün (yani ahiret günü) için göndermelidir. O gün onun ihtiyacı çok şiddetli olacaktır".Hz. Fudayl rahmetuiiahi aleyh şöyle buyurmuştur: "Eğer bütün dünya benim olsa ve bana bunun hesabı da sorulmasa yine de ben, elbisenize bulaşmasın diye hayvan leşinden tiksinip nefret ettiğiniz gibi ondan tiksinip nefret ederim". Hz. Hasan rahmetuiiahi aleyh buyuruyor ki: "Allahu Teâlâ'ya ibadet etmelerine rağ­men Benî İsrail'i sadece dünya sevgisi putperestliğe kadar götürdü". Yine o şöy­le buyurmuştur: "İnsan devamlı malını az zanneder ama amellerinin az olduğunu asla kabul etmez. Din konusunda bir musibet geldiğinde rahat olur. Ama dünya konusunda bir musibet gelse perişan olur". Hz. Fudayl rahmetuiiahi aleyh buyuruyor ki: "Dünyaya girmek çok kolaydır ancak ondan çıkmak çok zordur". Bir Allah dos­tu şöyle buyuruyor: "<Ölüm mutlaka gelecek ama kim bilir ne zaman gelecektir> diye inanan ama yine de her hangi bir şeye sevinen kimseye hayret! Cehen­nemin hak oluğuna inanan (kendi başına gelecekleri bilmeyen) yine de herhangi bir şeye, bir şekilde gülen kimseye hayret! Dünyanın her zamanki değişikliğini görüp de yine de dünyanın herhangi bir şeyi üzerine mutmain olan kimseye hay­ret! Kaderin hak olduğuna (yani kaderde olan ne varsa mutlaka insana ulaşacak­tır diye) inanan kimsenin musibetlere niçin katlandığına hayret!"Hz. Emîr Muâviye radıyaliahu anh'm yanına Necran şehrinden bir büyük zat geldi. 200 yaşında idi. EmîrMuâviye radıyaiiahu anh ona, "Sen dünyayı çok gördün, nasıl buldun?" dedi. O, "Birkaç sene rahat, birkaç sene sıkıntılı. Her gece ye gün­düz birileri doğar, birileri ölür. Eğer doğmak son bulsa dünya bir gün sona erer (çünkü ölüm sırasıyla devam etmektedir). Eğer ölüm sona erse dünyada kalmak için yer bulunmaz (öyleyse mutedil nizam olarak bir taraftan doğma nizamı devam etmeli bir taraftan da ölme nizamı devam etmelidir)". Hz. Muâviye radıyaliahu anh bu­yurdu ki: "Benden bir istediğin varsa veya benim yapabileceğim bir hizmet varsa söyle. Ben onu yerine getireyim" dedi. Adam, "Benim tükenen ömrümü bana geri verya bana bundan sonra ölüm gelmesin" dedi, Ernîr Muâviye radıyaiiahu anh, "Ben bunu yapamam" dedi. İhtiyar, "O halde ben senden hiçbir şey istemeyeceğim" dedi.Ebû Süleyman rahmetuiiahi aleyh buyurdu ki: "Dünya şehvetlerine ancak kalbi ahiretteki şeylerle meşgul olan kimse sabredebilir". Mâlik bin Dinar rahmetui­iahi aleyh diyor ki: "Hepimiz dünyayı sevmek üzerine anlaştık. Bundan dolayı hiç kimse başkasına ne iyi şeyleri emrediyor ne de kötü şeyleri yasaklıyor. Allahu Teâlâ'nın bizi devamlı bu hal üzere bırakması asla mümkün değildir. Kim bilir üzerimize ne zaman hangi azab incecektir". Hz. Hasan rahmetultahi aleyh şöyle bu­yurmuştur: "Allahu Teâlâ hangi kuluna hayır dilerse ona azıcık dünyalık verip durdurur. O mal bitince tekrar biraz daha verir. Kim de Allah indinde zelil olursa Allahu Teâlâ ona dünyayı açar". Bir büyük zat şöyle dua ederdi: "Ey gökyüzünün yere düşmesini engelleyen yüce Allah'ım! Dünyanın bana gelmesini engelle". Muhammed bin Münkedir rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Bir kimse devamlı oruç tutup hiç iftar etmese, gece boyu teheccüd namazı kılıp hiç uyumasa, malını bol bol hayır yolunda harcasa, Allah yolunda cihad etse ve günahlardan sakınsa, ancak o kıyamet günü ayağa kaldırılıp, <Bunun gözünde Allah'ın zelil dediği şey (yani dünya) değerliydi, Allah'ın değerli dediği şey (yani ahiret) önemli değildi> dense, siz söyleyin bakalım, o insanın hali ne olur? Sonra bizim halimiz ne olacak. Biz bu hastalığa yani dünyaya önem ve değer verme hastalığına mübtela olmuşuz. Bununla beraber günahlara da batmışız". Abdullah İbni Mübarek rahmetuiiahi aleyh buyuruyor ki: "Dünya sevgisi ve günahlar kalbi vahşileştirmiştir. Bundan dolayı hayırlı söz kalplere ulaşmamaktadır (yani tesir etmemektedir)".Vehb bin Münebbih rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Kim dünyanın bir şeyine sevi­niyorsa, o hikmete aykırı davranmış olur. Kim de kendi nefsani arzularını aya­ğının altına alıyor ve onun başını kaldırmasına müsaade etmiyorsa, şeytan böyle kimsenin gölgesinden korkar". Hz. İmam Şafii rahmetuiiahi aleyh bir din kardeşine şöyle nasihat etti: "Dünya öyle bir çamurdur ki, onda ayaklar kayar (o halde çok dikkatli adım atmak ve ayak kaymasından her an korkmak gerekir). Dünya zillet evidir. Onu abâd etmenin neticesi haraplıktır. Onda yaşayanlar tek başlarına kabre gideceklerdir. Onun toplantısı ayrılık üzerine kuruludur. Onun bolluğu yok­sulluğa döndürülmüştür. Onun çokluğu meşakkate düşmek ve onun darlığı kolay­lığa ulaşmaktır. O halde tamamen Allahu Teâlâ'ya yönelin. Allah ne kadar rızık verdiyse ona razı olun. Dünyanız için ahiretten borç almayın (yani bedelini ahi-rette ödeyeceğiniz şeyler yapmayın. Böylece orada ihtiyaç anında sevaplarınız eksilmiş olur). Çünkü buradaki hayat bir gölge gibidir ki, yakında bitecektir. Yana meyletmiş bir duvar gibidir ki, yakında yıkılacaktır, iyi amellerinizi çoğaltın ve e-mellerinizi azaltın. Hz. İbrahim bin Ethem rahmetuiiahi aleyh bir adama, "Bir kimsenin sana rüyanda bir dirhem (gümüş para) vermesi mi daha hoşuna gider yoksa uyanıkken bir dinar (altın para) vermesi mi" dedi. Adam, "(Bu açık bir şeydir ki,) uyanıkken dinar vermesi daha çok hoşuma gider" dedi- Hz. İbrahim rahmetuiiahi aievh. "Sen yalan söylüyorsun. Çünkü sen dünyada gevdiğin şeyleri bir bakıma rüyanda beğeniyorsun. Ahiretin hangi şeyleri hoşuna gitmiy^rsa, sanki onlardan uyanık halinde yüz çeviriyorsun".Yahya bin Muâz rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Üç Kiı be akıllıdır; 1-Dünya ken­disini bırakmadan önce dünyayı bırakan, 2-Kabre girme vakti gelmeden önce onun için hazırlık yapan, 3-Mevlâsıyla buluşmadan önce O'nu razı eden". O yine şöyle buyurmuştur: "Dünyanın bedbahtlığı o dereceye ulaştı ki, onu temenni et­mek seni Allahu Teâlâ'ya itaat etmekten (çevirip) kendisiyle meşgul eder. Onu te­menni etmenin hali bu olursa, sen dünyaya dalarsan durum ne olur?". Bekr bin Abdullah rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Dünyayı elde ederek onun sıkıntılarından rahatla­mak isteyen kimse, ateşi söndürmek için onun üzerine kuru ot atan kimse gibidir".Bündâr rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Dünyacı, biri zahidlikten bahsedince bil ki şeytan onunla alay ediyor". Bir büyük zat şöyle buyuruyor: "Ey insanlar bu fırsat günlerinde iyi amel işleyin. Allahu Teâlâ'dan korkun. Uzun uzun ümidler besleye­rek ve ölümü unutarak kendinizi aldatmayın. Dünyaya zerre kadar teveccühünüz olmasın. Bu bedbaht (dünya) çok vefasız ve aldatıcıdır. Kendi hilesiyle sizin için kendini donatır ve süslenir. Kendi arzularıyla sizi fitnelere düşürür. O kendi koca­ları için süslenir. Düğün günü olduğu gibi tam bir yeni gelin şekline girer. Yani gözler ona ilişir, gönüller ona bağlanır ve insan ona aşık olur. Ancak o bedbaht nice aşıklarını katletmiştir. Kendine güvenip oturan nice insanları yâr ve yardım-cısız bırakmıştır. Ona hakikat gözüyle dikkatle bakınız. Bu öyle bir evdir ki, onda pek çok tehlikeler vardır. Bizzat onu yaratan onun kötülüğünü beyan etmiştir (Mesela bir hekim, bir ilaç hazırlamış olsa ve bizzat kendisi, <Bunda zehir var. İhtiyaç anında sadece az bir miktar kullanılabilir* dese, akılsızın biri de ondan çok miktarda yese, elbette ölür. O ilacı hazırlayan hekimin bildirmesine rağ-men böyle yapmak ahmaklığın son noktasıdır). Dünyanın her yeni şeyi eskiye-cektir. Onun varlığı kendi kendine yok olacaktır. Onun aziz kıldığı sonunda zelil olacaktır. Onun çokluğu bilâhere azlığa düşecektir. Onun dostluğu yok olucudur. Onun iyiliği biticidir. Allah size merhamet etsin. Gafletinizden kendinize gelin, uykunuzdan uyanın. Bunu şöyle bir çağrı yapılmadan önce yapın; <Falan şahıs hasta oldu. Artık ondan ümit kesilmiş durumdadır. İyi bir doktor çağırın, iyi bir doktor getirin>. Sonra sizin için sık sık hekim ve doktor çağrılır. Onlar artık hayat­tan ümid vermezler Sonra şöyle seslenilir; <O vasiyet yapmaya başladı. Bakın bakın dili de ağırlaştı. Artık sesi de iyi çıkmıyor. Şimdi kimseyi tanımıyor. Derin derin nefes alıyor. İnlemesi de arttı. Göz kapaklan düşmeye başladı>. İşte o va­kit sen ahiretin ahvalini hissetmeye başlarsın ama lisanın tutulmuştur. Artık hiçbir şey diyemezsin. Yakınların ve akrabaların ayakta ağlamaktadırlar. Bazen oğul, bazen kardeş bazen de hanım önüne gelir ama lisan bir şey konuşmaz. O esna­da ruh bedenin azalarından ayrılmaya başlar. Sonunda bedeninden çıkıp gökle­re doğru gider. Akraba ve dostlar acele olarak defin hazırlığına başlarlar. Ziyare­tine gelenler ağlayıp sızladıktan sonra susarlar. Düşmanlar sevinirler. Akraba ve yakınların malı bölüşmeye başlarlar. Ölen kimse ise kendi amellerinin arasında sıkışıp kalır. (İşte hayatın hakikati budur)"Hz. Hasan Basri rahmetuiiahi aleyh, Hz. Emir-ül Mü'minin Ömer bin Abdulaziz rahmetuiiahi aieytie bir mektup yazdı. Mektupta hamd ve salâttan sonra şöyle buyurdu:Dünya göç evidir. O kalınacak ev değildir. Hz. Adem a/â nebiyyina ve aieyhis-saiatü vesselam ceza[79] olarak dünyaya gönderilmişti. Çünkü Cennet'te kendisin­den bir sürçme meydana gelmişti (hapishane olarak dünyaya gönderilmişti). Öyleyse dünyadan korkunuz. Onun azığı onu terk etmektir. Onun zenginliği onun fakirliğindedir (yani ondaki zengin, dış görünüşünde fakir olandır), O mutlaka her zaman birini helak eder. Kim onu aziz bilirse, onu zelil eder. Kim onu toplamaya karar verirse, bu onu (başkasına) muhtaç eder. O bir zehirdir. Onu anlayışsız insanlar yer ve sonra ölürler. Bu dünyada sıhhat bulabilmek için her şeye dikkat eden yaralı bir hasta gibi yaşayın. O hasta, hastalığın artmaması için acı ilaçlar kullanır. Sizler bu hilebaz, düzenbaz ve sahtekar (dünya)dan sakının. O sadece aldatmak için kendini donatıp, süsleniyor ve aldatma yoluyla insanları musibete sokuyor. Kendi emelleriyle insanların ya­nına geliyor. Kendisiyle evlenmek isteyenleri bugün yarın diye erteleyip duru­yor. Kısaca o insanlar için öyle süslenmiş ve bezenmiş bir gelin oluyor ki, gözler peşpeşe ona takılıp, duruyor. Gönüller ona tutuluyor. İnsan ona kurban oluyor. Ancak bu bedbaht, herkese düşmanlık ediyor. Hayret! Ne kalanlar, gi­denlerden ibret alıyorlar, ne sonra gelenler, öncekilerin halini dinleyip, o hal­den sakınıyorlar ne de Allahu Teâlâ'nın buyruklarını bilenler, o buyruklardan öğüt alıyorlar. Dünyaya aşık olan kimseler kendi ihtiyaçlarının yerine geldiğini görünce aldanmakta ve isyankarlığa mübtela olup, ahireti unutmaktadırlar. Nihayet onların kalbi, dünya ile meşgul olur ve ayaklan ahiret yolundan ka­yar. Sonra hasret ve pişmanlıktan başka bir şey kalmaz. Ölümün ve can ver­menin acısı ve ıstırabı onları kuşatır. Onların hepsinin elden çıkmasının has­reti ona musallat olur. Ona rağbet eden kimse kendi maksatlarına asla ulaşa­maz ve hiçbir zaman sıkıntıdan rahat bulamaz. En sonunda azık almadan bu alemden gider. Hazırlıksız olarak ahirete ulaşır.Emir-üİ Mü'minin! Bundan çok sakınmalı ve son derece sevinçli olduğu zamanlarda bile ondan çok fazla korkmalıdır. Ona güvenen kimse ne zaman biraz sevinse, o kimseyi musibete mübtela eder. Onun içinde memnun otu­ranlar, kendilerini aldatmaktadırlar. Ondan (ihtiyacından fazla) istifade eden zarara uğramıştır. Onun rahatlığı, sıkıntılarla bağlantılıdır. Onda yaşayanın sonu yok olmaktır. Onun sevinci sıkıntıyla karışıktır. Geçenler geri gelmez. Gelenlerin halinin ne olacağı belli olmaz. Onun arzuları yalandır, ona yapılan ümitlerin hepsi boştur. Onun saflığı bulanıktır. Onun zevki meşakkattir. İnsan onda her an tehlikeli bir durumdadır. Eğer kişide akıl varsa ve dikkatli dü­şünürse bilir ki, onun nimetleri korkunçtur ve her an onun belalarının korkusu vardır.Eğer onu yaratan Allah ceiie ceiaiuhu, onun kötülüklerini bildirmeseydi, yine de onun hilekârlığı, kendi haliyle uyuyanları uyandırmak ve gafilleri ayıltmak için yeterliydi. Kaldı ki Allahu Teâlâ bizzat bunun üzerine uyanlarda bulunmuş ve bu konuda nasihatler buyurmuştur. Yani Allah ceiie ceiaiuhu indinde onun hiç bir kadri yoktur. Onu yarattıktan sonra asla ona iltifat nazarıyla bakmamıştır. Bu dünya bütün hazineleriyle birlikte Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiems arz e-dildi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem onu kabul etmedi ve ona iltifat bile et­medi. Çünkü Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem Allahu Teâlâ'nın iradesine aykırı olan şeyi beğenmemiştir. O, Yaratan'ın buğz ettiği şeyi sevmemiştir, O, Al­lah'ın değerini düşürdüğü şeyi beğenerek onun derecesini yükseltmemiştir. Bundan dolayı Allahu Teâlâ dünyayı kendi iyi kullarından kasten uzaklaştır-mıştır. Kendi düşmanlarına onu genişletmiştir. Ona değerli bir şey gözüyle ba­kan ve kendini aldatan bazı insanlar, onun bolluğuna bakarak Allahu Teâlâ'­nın kendilerine ikram ettiğini zannetmektedirler. Fakat onlar şunu unutuyorlar ki, (bütün peygamberlerin seyyidi, gelmiş ve geleceklerin iftiharı olan) Efendi­miz Muhammed saliaitahu aleyhi veseiiem'e bu konuda Allahu Teâlâ nasıl mua­mele etmiştir ki, açlıktan karnına taş bağlaması gerekmiştir.Bir hadiste Allahu Teâlâ'nın Hz. Musa aieyhisseiam'a şöyle buyurduğu geç­mektedir: "Sen bolluğun geldiğini görünce bil ki, o bir günahın cezası olarak sana gelmektedir. Fakirlik ve yoksulluğun geldiğini görünce, <Salihlerin alâmeti geliyor> de. Bir kimse Hz. Isa a/â nebiyyina ve aleyhissalatü vesseiam'a tâbi olmak isteyince o şöyle buyururdu: "Benim katığım açlıktır (yani ekmek, ancak açiık halindeyken katıkla beraber yeniyormuş gibi insana lezzetli gelir). Benim şiarım Allah korku­sudur. Benim elbisem koyun yünüdür. Benim soğukta ısınmam güneşin ısısıy-ladır. Benim kandilim ay ışığıdır. Benim bineğim ayaklarımdır. Benim yemeğim ve meyvem yeryüzünün bitkileridir. Ben sabah kalktığımda yanımda hiçbir şey olmaz. Akşamladığımda da yanımda hiçbir şey olmaz. Bütün dünyada benden daha zengin (aldırmayan ve kimseye muhtaç olmayan) kimse yoktur".Kitaplarda Enbiya aleymmussalatü vesselam, Sahâbe-i Kiram ve Evliyâ-i izam radıyaliahu anhum ecma/n'in bu gibi sözleri çok fazla bulunmaktadır. Burada bir şeyi iyice anlamak gerekir. O da şudur: Asıl hayat, övülen ve beğenilen hayat, o yüce zatların irşadları ve hâllerinden anlaşılan hayattır. Ancak bununla beraber kişinin kendi azaları ve kendi gücünün tahammülüne riayet etmesi de gerekir. Kendi gü­cünün kaldırdığı yere kadar onlara tâbi olmaya çalışmalıdır. Ama kendi zayıflığı­nın tahammülü olmayan yerde mecburen kendi zayıflığına riâyet etmesi gerekir. Bu olayları nakletmekten maksat şudur: En azından zihinlere şu kadarı yerleşsin ki; dünyanın asıl hayatı budur. Kendi hastalıklarımız ve özürlerimizden dolayı mecbur kaldığımız yerde mecburiyet derecesinde kişinin kendi zayıflık ve özür­lerine riayet etmesi zaruridir. Buna misal hastanın orucunu açmasıdır. Yani asıl olan mübarek ayda oruç tutmaktır. Ancak eğer biri hastalığından dolayı oruçtuta-mıyorsa veya doktor orucun onun sıhhatine zararlı olduğunu söylerse, mecburen orucu açması gerekir. Ancak şu açıktır ki, asıl olan şey mübarek ramazan ayın­da oruç tutmaktır. O asıl maksattır ve rağbet edilen şeydir. Fakat zavallı hasta mecbur olduğundan oruç tutamamaktadır. Tabii ki her samimi Müslüman oruç tutmaya çalışır. Aynı şekilde bizler, gayretlerimiz ve kuvvetlerimizin zayıflığından dolayı bu hayat tarzına tahammül edemeyiz. Bundan dolayı mecburiyet ölçüsün­de ne kadar ihtiyaç varsa o kadar dünya ile ilgilenmek gerekir. Ancak mecburiye­tin kendi zayıflığımızdan dolayı olduğunun şuurunda olunmalıdır. Asıl hayatın Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem'm ve diğer Enbiya-İ Kiram aleyhimüsselam'm ve Evliya-i İzam rahmetuiiam aleyhimin hayatları olduğunu kabul etmelidir. Onların bir kaç sözü geride geçmiştir. Bununla birlikte dünyanın gerçek olmadığı, kendisine gönül vermeye layık olunmadığı, onun fâni ve sadece bir aldatmaca olduğu ko­nuları o kadar önemlidir ki, kişinin zafiyet ve mecburiyet halinde bile bunları ne kadar mümkün olursa o kadar fazla kalbine yerleştirmelidir. Dille değil kalple dünyanın gerçekten öyle olduğunu kabul etmelidir. Onu anlamaya hiçbir şey mâni değildir. Bu bedbahtı gönüllerimizde herhangi bir seviyede değerli kılmamız için yanımızda hiçbir özür yoktur.İmam Gazali rahmetuiiahi aleyh buyurdu ki: Dünya çok çabuk yok olacaktır. Çok çabuk sona erecektir. O, kendisinin bakî kalacağını vaad ediyor. Ama o va­atlerini yerine getirmiyor. Sen ona baktığında onun bir yerde durduğunu zanne­dersin. Ancak gerçekte o çok süratli bir şekilde yürümektedir. Fakat bakan kimse onun hareketini hissetmez. Onun hızı, o son bulduğu zaman anlaşılır. O her zaman hareket eden bir gölge gibidir. Ancak onun hareketi hissedilmez.Bir defasında Hz. Hasan Basri rahmetuiiahi aieytiln yanında dünyadan bah­sedilince şöyle buyurdu:O uykudaki rüya veya giden bir gölge gibi Bu gibi şeylerle aldatılamaz akıllı biriHz. İmam Hasan radıyaliahu anh çoğu defa şu şiiri okurdu:Ey dünyanın tadını çıkaranlar! Onun asla yoktur bekası Şüphesiz giden bir gölgeye aldananın asla yoktur zekâsıYunus bin Ubeyd rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Ben kendi kalbime dünyanın şöyle bir benzetme yaparak anlattım; Bir adam uyuyor. Rüyasında pek çok iyi ve kötü şeyler görüyor. Bir anda gözleri açılıyor ve rüyasındaki herşey sona eriyor. Aynı şekilde bütün insanlar uyuyorlar. Her şeyi rüya olarak görüyorlar. Ölümle birlikte bir anda gözler açılınca buranın ne sevinci kalıyor ne de üzüntüsü.Deniliyor ki, bir defasında dünyanın hakikati Hz. Isa a/â nebiyy'ma ve aleyhis-salata vesselam a açılmıştı. Dünyanın yaşlılıktan dolayı dişleri dökülmüş son derece ihtiyar bir kadın olduğunu gördü. Son derece allı-pullu ve gösterişli bir elbise giyi­yordu. Üzerinde her çeşit ziynet eşyası vardı. Tam bir gelin şekline girmişti. Hz. İsa aieyhisueiam ona, "Sen şimdiye kadar kaç defa nikahlandın (şimdi yine nikah­lanma arzusundan dolayı gelin oluyorsun)" dedi. O, "Nikahlılarımın sayısı belli değil" dedi. Hz. İsa aieyhisseiam "Onlar öldüler mi, yoksa seni boşadılar mı?" diye sorunca, "Ben hepsini öldürdüm" dedi. Hz. İsa aieyhisseiam, "Senin bundan sonra­ki kocalarına yazıklar olsun. Senin önceki kocalarından İbret almıyorlar ki, sen onları nasılda, bir bir katledip helak ettin" buyurdu.Gerçek şudur ki, bu dünya aynen çok yaşlı bir ihtiyar kadındır. Üzerine ziynet elbisesi giymiştir. İnsanlar onun dış ziynetine bakıp aldanıyorlar. Onun ha­kikatini anladıkları ve onun yüzünden perdeyi kaldırdıkları zaman onun asıl çeh­resi görünür. Alâ bin Ziyâd rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Ben rüyamda bir ihtiyar ka­dın gördüm. Çok yaşlıydı. Çok güzel elbise, takı vs. giyinmişti. Dünyanın her çe­şit süs ve ziyneti onda bulunmaktaydı. Etrafında çok kalabalık bir insan topluluğu vardı. Çok zevkle ona bakıyorlardı. Ben ona yaklaştım. Onu görünce, ona ba­kanların hepsine hayret ettim. Ben ona, "Sen kimsin?" dedim. O, "Sen beni tanı­mıyor musun?" dedi. Ben, "Hayır. Seni tanımıyorum" dedim. O, "Ben dünyayım" dedi. Ben, "Allah beni senden korusun" dedim. O, "Eğer sen benden korunmak istiyorsan dirheme (paraya) buğz et" dedi.Hz. İbni Abbas radıyaliahu anhuma buyuruyor ki: Kıyamet günü dünya çirkin yüzlü, mavi gözlü, dişleri ileri çıkmış, çok ihtiyar bir kadın şeklinde insanların önüne getirilip dikilecektir. İnsanlara, "Bunu tanıyor musunuz?" denilecek. Onlar, "Allah'a sığınırız, bu ne bela" diyeceklerdir. Onlara, "İşte bu kendisi uğrunda in­sanların birbirlerini öldürdükleri ve birbirinden ilişkileri kestikleri dünyadır. Bunun yüzünden sizler aranızda birbirinize haset ediyordunuz. Buğz ediyordunuz. Onun aldatmasına uyuyordunuz" denilecek. Ondan sonra o (dünya) Cehennem'e atıla­caktır. O, "Benimle beraber onları da getirin. Benim peşime düşenleri benim ya­nıma koyun" diyecek, bunun üzerine Allahu Teâlâ, "Onun peşinden gidenleri de onun yanına koyun" buyuracaktır.Gerçekten insanın iyice düşünmesi gereken mesele şudur ki; insanın üç zamanı vardır. Birincisi, kâinatın yaratılışından onun yaratılışına kadar olan za--man. ikincisi, insanın ölümünden sonra başlayan ebedî zaman. Bu ikisinin ara­sında bir üçüncü zaman vardır ki, bu insanın doğumundan ölümüne kadar olan zamandır. Bu zaman eğer ilk ve son zamanın toplamıyla kıyaslanırsa ne kadar az olduğu anlaşılır. İşte bundan dolayı Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem şöyle bu­yurmuştur: "Ben dünyadan ne alayım ki? Benim misalim şiddetli sıcakta yolculuk yapan bir biniciye benzer ki; o, öğlen vakti gölgesi olan bir ağacı görünce onun gölgesinde az bir süre dinlenmek için mola verir. Sonra o ağacı orada bırakıp ileri gider". Hakikât şudur ki, kim dünyaya Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm buyurduğu gibi bakarsa hiçbir zaman dünyanın önünde eğilmez. Bu azıcık vaktin rahat içinde mi veya sıkıntı ve üzüntü içinde mi geçtiğine aldırmaz.Rasûlullah saiiailahu aleyhi veseiiem bir sahabenin tuğla ile ev yaptığını görün­ce, "Ölüm bundan daha yakındır" buyurdu. Bir hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Dünyaya düşkün olanın misali, suda yürüyen kimseye benzer. Ayağı ıs­lanmadan suda yürümeye kimin gücü yeter" buyurdu. Siz Peygamber saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm bu hadisinden şu insanların cehaletini anlamışsınızdır. Onlar şöy­le zannederler: "Bizim bedenimiz dünya lezzetlerinden faydalanıyor ama bizim kalbimiz dünyadan temizlenmiştir ve kalbî bağlantılarımız dünyadan kopmuştur". Onların bu hayali şeytanın o insanlara yaptığı bir hiledir. Üstelik eğer o insanların elinden dünya alınsa, onun ayrılığından dolayı bir anda huzursuz olurlar. O hal­de suda yürümekle ayakların mutlaka ıslanacağı gibi, aynı şekilde dünya ile ilişki ve beraberlik kalpte mutlaka zulmet doğurur".Hz. İsa ala nebiyyina ve aleyhissalatü vesselam buyurdu ki: "Size gerçek tyr şey söylüyorum. Hasta olan insan, sancısının şiddetinden dolayı yemekten lezzet al­madığı gibi dünyaya düşkün kimse de ibadetlerden lezzet almaz. Eğer hayvana binmek terk edilirse, o hayvanın tabiatı sertleşir ve üzerinde taşıma alışkanlığı kalmaz. Aynı şekilde ölümü hatırlamak ve ibadetlerin meşakkatiyle kalpler yumu-şatılmazsa, sertleşir ve katılaşır. Bir hak söz daha söylüyorum ki, kırba yırtık ol­madığı müddetçe bal, (su vesaire için) kab olur. Ancak yırtılırsa, ona bal konul­maz. ^Aynı şekilde kalp eğer şehvetlerle yırtılmazsa veya hırs ile tahrip edilmezse veya (aşın) nimetlerle sertleştirilmezse, o hikmet kabı olur. Buna ilave olarak şu da dikkate değer ki, dünyanın şehvetleri şu an çok lezzetli gelmektedir. Fakat netice itibariyle şehvetler ölüm vaktinde kötü ve nefret edilen bir şey olacaktır.Alimler şöyle yazmışlardır: "Dünya hayatında bu lezzetlere ne kadar ilgi ve sevgi olursa, ölüm vaktinde onlardan o kadar nefret olacaktır. Bunun misali bir yemeğe benzer ki, ne kadar çok lezzetli ve ne kadar yağlı olursa, onun dışkısı da o kadar iğrenç ve kötü kokulu olur. O yemek ne kadar sade olursa onun dış­kısı o kadar az kokulu olur".Bütün bunlardan sonra şu konuyu göz önünde bulundurmak gerekir; Kur'an-ı Kerim hadisler ve diğer eserlerde bu kadar kötülenen dünya nedir? Şu­nu çok iyi bilmelidir ki, insanın ölümünden önceki (yani hayatında) başından ge­çen bütün haller ve onunla ilgili olan bütün işlerin hepsine dünya denilir. Ölüm­den sonra olacakların hepsine ahiret denir. Ölümden önceki şeyler üç kısımdır:

1) insanla birlikte öbür aleme gidecek olan şeylerdir. Onlar din ilmi ve sade­ce Allahu Teâlâ için işlenen güzel amellerdir. Bu iki şey hâlis olarak din ve ahiret-tir. Her ne kadar insan onlardan lezzet alsa da, onlar dünya değildir. Onlardanlezzet alan insanlar bu lezzetten dolayı yemek, içmek, uyumak, evlenmek ve di­ğer şeylere varana kadar bir çok şeyi terk etmektedirler. Ancak bütün bunlara rağmen bu iki şey yalnızca ahiret işleridir.

2)  İkinci kısım, birincisinin tam tersine günahlardan alınan lezzetler ve caiz olan şeylerin sadece lüzumsuz ve fazla olan miktarlarıdır. Bunlara misal altın ve gümüş yığını ve gösterişli elbiseler, güzel görünümlü hayvanlara düşkünlük, yük­sek yüksek binalar ve tatlı tatlı yemekler... Bunların hepsi dünyadır. Bunların kı­naması daha önce geçmiştir.

3)  Üçüncü kısım ise bu ikisinin arasında bulunan, ahiret işleri için yardımcı ve destekleyici olan zaruri şeylerdir. Örnek olarak ihtiyaç kadar yemek, uyumak ve zarurete uygun olarak kışlık ve yazlık sade elbise, insanın hayatı ve sağlığı için gerekli olan her şey ve bir de kendileriyle birinci kısımdaki şeylere (ilme ve salih amele) yardım sağlanan şeylerdir. Bu şeyler dünya değil ahiret ve dindir. Yalnız gerçekten onların zaruret derecesinde olmaları şarttır. Onları kullanmak­tan maksat din işlerine güç katmak olmalıdır. Eğer onlardan maksat sadece nef-sani haz ve gönlün arzularını tatmin etmek olursa o zaman bu şeyler dünya olur.Ben babamdan (Allah kabrini pür nur etsin) bir kıssayı sık sık dinlerdim. Buyurdu ki: Bir adam ihtiyaçtan dolayı Pani Pet şehrine gidecekti. Yol Camnâ nehrinden geçiyordu. Allah'tan o vakit nehirde taşma durumu vardı. Bu yüzden o an vapur da çalışmıyordu. Adam çok perişandı. Halk ona, "Falan arazide bir bü­yük zat kalıyor. Ona gidip kendi ihtiyacını söyle. Eğer o bir yol gösterirse belki işin olur. Yoksa hiçbir yol yoktur. Ancak o zat ilk baştan kızar ve reddeder. Bun­dan dolayı ümidini kesmemelisin" dediler. Nitekim bu şahıs oraya gitti. Kırlık ara­zide bir kulübe vardı. O zatın çoluk çocuğu da o kulübede kalıyordu. Bu adam ağlayıp, sızlanarak kendi ihtiyacını açıkladı ve "Yarın mahkemede duruşma tari­hidir. Oraya gitmek için hiçbir çare yok" dedi. O zat âdeti gereği adamı iyice azar­ladı ve "Ben ne yapabilirim, benim elimde ne var ki?" dedi. Sonra adam çok yal-vannca şöyle dedi: "Camnâ nehrine gidip, <Beni, ömründe hiçbir şey yemeyen ve hanımına yanaşmayan bir şahıs gönderdi> de. Adam oradan döndü ve o zatın söylediği gibi yaptı, Camnâ nehri bir anda durdu ve bu şahıs karşıya geçti. Sonra Camnâ önceki gibi akmaya başladı. Ancak bu adam ayrıldıktan sonra o büyük zatın hanımı ağlamaya başladı ve "Sen beni zelil ve rüsvay ettin. Sen ye­meden kendi kendine şişerek fil gibi olmuş olabilirsin. Sen kendi hakkında istedi­ğin kadar yalan söylemekte serbestsin. Ancak asla hanımının yanına gitmediğini söylemen beni rüsvay etmiştir. Senin bu sözünün manası; <Şu gezip dolaşan çocuklar gayri meşru yolla meydana gelmişlerdir> demektir" dedi. O zat önce ha­nımına, "Bu sözün seninle hiçbir alâkası yoktur. Ben bunların kendi evladım ol­duklarını söylüyorum o halde itiraza ne gerek var?" dedi. Ancak kadın, "Sen benim zina eden biri olduğumu söyledin" diyerek hüngür hüngür ağlamaya devam etti. Bunun üzerine o zat şöyle dedi: "İyi dinle! Ben kendimi bildim bileli asla nefsimin

arzusundan dolayı bir şey yemedim. Her zaman ne yediysem, onunla Allah'a itaat etmek için vücuduma kuvvet gelmesini irade ve niyet ederek yedim. Sana ne zaman yanaştıysam, her zaman senin hakkını eda etme iradesini taşıdım. Hiçbir zaman arzularımın isteklerinden dolayı seninle bir araya gelmedim".Kıssa burada son buldu. Şimdi Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'ln bir hadi­sini iyice düşünmekle yukarıdaki konu teyid edilmiş olur. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "İnsanda 360 eklem vardır. Her eklemin karşılığında (onun sıhhat ve selametine şükür olarak) her gün bir sadaka vermelidir". Sahabeler "Ya Rasûlallah! Kim her gün bu kadar sadakayı (yani 360 sadaka) verebilir?" dediler. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Mescide atılmış olan tükürüğün üzerine toprak serpmek (yani onu temizleyip yok etmek) sadakadır (yani sadaka sevabı vardır). Yoldan eziyet veren bir şeyi gidermek de sadakadır. Kuşluk na­mazı İse bütün sadakalara eşit olabilir"[80] Çünkü namazda iken her eklem yeri ibadetle meşgul olur. Bundan dolayı kuşluk namazı bir bakıma her eklem için sadaka olmuş olur.İkinci hadiste bu şeylerle ilgili daha başka misaller zikredilmiştir. Şöyle ki; "Birine selam vermek sadakadır. İyiliği emretmek ve kötülükten alıkoymak sada­kadır. Hanımla bir araya gelmekte sadakadır. İki rekat kuşluk namazı bütün bun­ların yerine geçer. Çünkü o bütün azaların sadakası olur". Sahabeler, "Ya Rasûl­allah! Bir kimsenin şehvetini tatmin etmesi de sadaka olur mu?" dediklerinde Ra­sûlullah saiiaiiahu aleyhi veseitem, "Eğer o şehvetini haram olan bir yerde tatmin et­seydi günah olmaz mıydı?" buyurdu.[81] Yani zina etmek günah olduğuna göre ondan sakınmak niyetiyle hanımıyla bir araya gelmek şüphesiz sevab olan bir şeydir. Aynı şekilde yemek, içmek ve giyinmek bunların hepsi gerçekten Allah'a itaat niyetiyle olursa, ibadettirler. İmam Gazali rahmetuiiahi aleyh bir yerde şöyle yazıyor; Dünya haddi zatında yasak ve haram değildir. Aksine o Allahu Teâlâ'ya ulaşmaya engel olduğu İçin yasaktır. Aynı şekilde yoksulluk haddi zatında isteni­len bir şey değildir. Onda Allah celle ceiaiuhuöm uzaklaştıran bir şey olmadığı (bi­lakis Allah'a ulaştırmaya yardımcı olduğu) için istenilmektedir. Ancak nice zen­ginler vardır ki, zenginlik onların Allahu Teâlâ'ya ulaşmalarına mani olmaz. Örnek olarak Hz. Süleyman aleyhisselam, Hz. Osman, Hz. Abdurrahman bin Avf radıyaliahu anhum ve diğer zatlar gibi.., Bazı fakirler de vardır ki, onların fakirliği de onların Allahu Teâlâ'ya ulaşmasına engel olur. Yoksullukla birlikte mal sevgisi onları yol­dan sapıtmaktadır. O halde asıl yasak ve caiz olmayan şey mal sevgisidir, ister o sevgi, zengin biri gibi mala kavuşarak olsun isterse dünyacı fakir gibi ondan ayrılarak olsun fark etmez. Dünya hakikatte Allah celle cetaiuhudan gafil olanların sevgilisidir. Ona aşık olan, yani dünyacı fakir, ondan mahrumdur. Onu aramak için ölmektedir. Ona kavuşan aşık ise (mesela zengin gibi) onu korumak ve onun lezzetlerini elde etmekle Allahu Teâlâ'dan gafildir. Ancak en geçerli kaide şudur ki,

maldan mahrum olan onun pek çok fitnelerinden korunmuştur. Ona dalan ve ba­tan ise fitnelere mübtela olmuştur, işte bundan dolayıdır ki, Sahâbe-i Kiram radı-yaiiahu anhum ecmain şöyle buyurmuşlardır: "Biz yoksulluk fitnesine (imtihanına) müb­tela kılınınca sabrettik (başarılı olduk). Sonra biz servet ve zenginlik fitnesine (imti­hanına) mübtela olduk, sabretmedik (yani o durumdayken maldan ayrı kalmalıy­dık. Bunu yapamadık)". Çoğunlukla insanların durumu şöyledir: Mal varken onun zararlarından pek az insan senelerce sonra korunmuş olarak çıkmaktadır. Bundan dolayı Kur'an-ı Kerim ve hadislerde sık sık ondan sakınmaya teşvik edilmiş ve ona dalmanın zararları üzerine uyarı yapılmıştır. Çünkü ondan sakınmak herkes İçin faydalıdır. İşte bundan dolayı alimler şöyle buyurmuşlardır: "Malı (parayı vs.'yi elde) evirip, çevirmek, imanın tadını emer bitirir". Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Her ümmet için taptıkları bir buzağı vardır. Benim ümmeti­min buzağısı ise altın ve gümüştür (ona taparcasına davranmaktadır). Hz. Musa aieyhisseiam  kavminin buzağısı da altın ve gümüşten yapılmış bir ziynetti'[82]Şu da Enbiya-i Kiram aleyhimüssselam ve Evliya-i İzam rahmetuiiahi aleyhime ait olan bir haslettir ki, onların gözünde altın, gümüş, su ve taş aynı derecedir. Bir de ondan sonra sık sık mücahede yapmaları o yüce zatların bu hallerini daha da pekiştirmektedir. Bundan dolayı dünya kendi süs ve ziynetiyle Rasûlullah saiiaiia-hu aleyhi vese/fem'in huzuruna gelinceRasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem ona, "Ben­den uzak ol" buyurmuştur.Hz. Ali radıyaliahu anh şöyle buyurmuştur: "Ey sarı ve beyaz (altın ve gümüş) Benden başkasını aldat (ben senin aldatmana kanmam)". Asıl zenginlik kalbin onlarla irtibatını kesmektir. Bundan dolayı Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Zenginlik malın çokluğu değildir. Asıl zenginlik gönül zenginliğidir". Bunun her şahsa nasip olması zordur. O halde en emin yol ondan uzak durmak­tır. Çünkü mala kadir olmak ve ele geçirmek durumunda bile insan isterse onu sadaka ve hayra harcasın yine de kalpte ona karşı ünsiyet meydana gelir. İşte bu öldürücü bir şeydir. Çünkü ona karşı ne kadar alışkanlık olursa o kadar Allahu Teâlâ'dan uzaklaşılmış olur. Yokluktan dolayı mala karşı yakınlık azalınca o kişi müslüman ise şüphesiz ki Allahu Teâlâ'ya bağlanmış olur. Çünkü kalp boş kala­maz mutlaka bir şeylere bağlanır. O halde kalp Allah'ın gaynsından koparsa yalnızca Allah'a bağlanacaktır.Zengin insan çoğu zaman şöyle aldanır; O kendisinin mala karşı sevgisi­nin olmadığını zanneder. Ancak bu büyük bir hata ve sadece bir aldatmacadır. Hakikat şudur ki; onun kalbinde mal sevgisi, onun hissetmeyeceği bir şekilde yerleşmiştir. Mal zayi olduğu veya çalındığı zaman onu hisseder. Kim bunu de­nemek İsterse kendi malını (muhtaçlara) taksim ederek denesin. Eğer nalın uzaklaşmasından dolayı kalbi mala yöneliyorsa, kalpte mal sevgisinin olduğu bilinmiş olur. Eğer malın hayali bile kalbe gelmezse o zaman mal sevgisinin olmadığı bilinir. Dünya sevgisi ne kadar az olursa kişinin ibadetlerinin sevabı o kadar çok olur. Çünkü ibadetler ve tesbihatlarda sadece dilin hareketi asıl mak­sat değildir. Bilakis bunlardan maksat kalbe tesirdir. Kalp ne kadar boş olursa ona yapılan tesir o kadar kuvvetli olur.Dahhak rahmetuliahi aleyh diyor ki: "Bir kimse pazara gider, bir şey görür ve onu almaya rağbet eder. Ancak yokluktan dolayı ona sabrederse, bu onun Allah yolunda bin altın harcamasından daha efdaldir". Bir şahıs Hz. Bişr bin Haris rah-metuiiabi aieytie, "Bana dua ediniz. Çoluk çocuk fazla, bundan dolayı masraflarda darlık çekiyorum" dedi, Bişr rahmetuliahi aleyh buyurdu ki: "Sana hanımın un yok derse (ve sen bundan dolayı sıkıntıya düşersen) o vakit Allah'a dua et. Senin o vakitteki duan benim duamdan daha efdaldir" buyurdu. Buna ilave olarak malın çokluğundan dolayı kıyamet günü hesabın uzun olması kesindir. Bundan dolayı­dır ki Hz. Abdurrahman bin Avf radtyaliahu anh'\n Cennet'e girmesi gecikmiştir. Bu konuda Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'ın irşadı daha önce geçmiştir. Aynı sebep­ten dolayı Hz. Ebû Derdâ radıyaiiahu anh şöyle buyurmuştur: "Benim, mescidin kapı­sının yanına bir dükkanım olsa. Bundan dolayı her cemaate vaktinde yetişsem ve zikir ve tesbihatla meşgul olsam, dükkandan günlük 50 altın kazansam ve sadaka olarak versem yine de bunu istemem". Biri, "Bunda ne kötülük var ki?" diye sordu­ğunda, o, "Hesabı uzun olacaktır" buyurdu. Hz. Süfyan rahmetuliahi aleyh buyurdu ki: "Fakirler üç şeyi beğenmişler, zenginlerde üç şeyi beğenmişlerdir. Fakirler nefs ra­hatlığı, kalp rahatlığı ve hesabın hafifliğini beğenmişlerdir. Zenginler ise nefis sıkın­tısı, kalp meşguliyeti ve hesabın uzun olmasını beğenmişlerdir".[83]Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiemin şöyle bir meşhur hadisi vardır: "Kişi (kı­yamet günü) sevdiğiyle beraber olacaktır". Sahâbe-i Kiram radıyaitahu anhum ecmain İslam'dan sonra bu söze sevindikleri kadar başka hiç bir şeye sevinmemişlerdi. Çünkü onların Allahu Teâlâ'ya ve O'nun Rasûlü saiiaiiahu aleyhi veseiieme olan sev­gileri dillere destan ve aydan daha parlaktı. Öyleyse onlar neden sevinmesinler ki?. Hz. Ebû Bekr Sıddık radıyaiiahu anh şöyle buyurmuştur: "Allahu Teâlâ kime Kendi sevgisini biraz tattırırsa, o kişi dünya talebinden vazgeçer ve insanlardan çekinmeye ve uzaklaşmaya başlar". Ebû Süleyman Dârânî rahmetuliahi aleyh buyu­ruyor ki; "Allahu Teâlâ'nın öyle yaratıkları vardır ki, Cennet bütün nimetleri ve daimi rahatlığına rağmen onları kendine çekememiştir. Onlar sadece Allah'a bağlıdırlar. Böyle insanları dünya kendisine nasıl çekebilir?". Hz. Isa aieyhisseiam bir topluluğun yanına uğradı. Onların bedenleri zayıf, yüzleri ise sararmıştı. Hz. İsa aieyhisseiam, "Size ne oldu?" buyurdu. Onlar, "Cehennem korkusu bizi bu hale soktu" dediler. Hz. İsa aieyhisseiam buyurdu ki: "Allahu Teâlâ'nın (lütfundandır ki,) Cehennem'den korkan kimseyi Cehennem'den korumak O'nun zimmetindedir". Hz. İsa aieyhisseiam ileri gidince birkaç adamla daha karşılaştı. Onların durumu öncekilerden daha ağırdı. Çok zayıftılar ve yüzlerinde çok fazla perişanlık vardı.Hz. İsa aieyhisseiam, "Size ne oldu?" buyurdu. Onlar, "Cennet arzusu (ve aşkı) bizi bu hale soktu" dediler. Hz. İsa ala nebiyyina ve aleyhissalatü vesselam buyurdu ki: "Siz Allah'tan neyi ümid ediyorsanız, onu vermek allahu Teâlâ'nın zimmetindedir". İleri yürüyünce bir başka toplulukla karşılaştı. Bunlar ikinci topluluktan daha zayıf ve belleri bükülmüştü. Ancak onların yüzlerinin nuru ayna gibi parlıyordu. Hz. İsa aieyhisseiam onlara da aynı şeyi sordu. Onlar, "Allah aşkı bizi bu hale soktu" dedi­ler. Hz. İsa aieyhisseiam (üç defa), "Ancak sizler mukarrebsiniz, ancak sizler mu-karrebsiniz, ancak sizler mukarrebsiniz" buyurdu. Yahya bin Muaz rahmetuliahi aleyh diyor ki" "Hardal tanesi kadar olan Allah sevgisi bana, sevgisiz yapılan 70 senelik ibadetten daha sevimlidir".[84]

9) Hz. Ebû Hureyre radıyaiiahu anft'dan Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Yaşlı insanın kalbi iki şey hususunda devamlı genç kalır. Birincisi dünya sevgisi, ikincisi uzun boylu arzular ve ümidlerdir".                                                                          (Müttefekun aleyh, Mişkât)

İZAH: Birinci hadisin açıklamasında bu konu geniş olarak geçmiştir. Şöyle ki; Kur'an-ı Kerim'de ve hadislerde ve diğer kaynaklarda sık sık kötülenen asıl dünya, mal sevgisidir. Bu hadisi şerifte ise Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bu mevzuya ait özel bir şeye dikkat çekmiştir. Tecrübe ile de bunun doğruluğu tesbit edilmiştir.Yani ihtiyarlıkta dünya sevgisi ve uzun uzun emeller çok fazla artmak­tadır. Yaşlılık bakımından ölüm zamanı ne kadar yaklaşırsa o ölçüde çocukları evlendirme arzusu, güzel güzel evler inşa etme heyecanı, arazileri arttırma cez­besi ve diğer emeller gitgide artar. Bundan dolayı insan özelikle kendi nefsini gözetmesi lazımdır.

Bir başka hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur "İn­san yaşlandıkça onda iki şey gençlesin Birincisi mal hırsı, ikincisi uzun ömürlü"ol-ma hırsı",[85] Uzun ömürlü olma hırsı da aynen ümidlerin uzun ol­ması demektir. Çünkü kişi ölüme yaklaştıkça ölüme hazırlan­mak yerine dünyada devamlı kalma hazırlığı ile uğraşır. Bir de­fasında Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bunu misalle anlatmak için bir dörtgen şekli çizdi. Onun ortasına bir çizgi çekti. Bu çiz­ginin ucu dörtgeni aşarak ileri çıktı. Sonra o dörtgenin içine kü­çük küçük çizgiler çizdi. Alimler bu şekli çeşitli biçimlerde çiz­mişlerdir. Yandaki şekilde onlardan biri olup Rasûlullah saiiaiia-hualeyhiveseiiemın çizdiği şekli ifade etmektedir. Sonra Rasûlul­lah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Bu ortadaki çizgi insandır. Onun etrafını çeviren (dörtgen) çizgi onun ölümüdür. İnsan ondan dışarı çıkamaz. Dörtgenin dışına çıkmış olan çizgi ise onun ümitleridir ki, kendi ömründen daha ileri ümidini bağlayıp oturmuştur. İki tarafındaki şu küçük çizgiler ona yönelmiş olan hasta­lıklar, musibetler vs.dir. Her küçük çizgi bir afettir. Birinden kurtulsa diğeri ona musallat olur. Ölümün içinde mahsur kalmıştır. Çünkü ölüm onu dört tarafından kuşatmıştır. Ancak ümit çizgisi ölümden de öteye çıkmıştır".Bir başka hadiste şöyle geçmektedir: Rasûlullah saiiatiahu aleyhi mübarek elini, mübarek başının arkasına koyarak, "İşte bu her an insanın başı­nın üzerinde duran ölümdür" buyurdu. Diğer elini ileriye doğru uzattı ve "Bu da insanın uzaklara doğru giden ümidleridir" buyurdu. Diğer bir hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem şöyle buyurmuştur; "Bu ümmetin hayrının başlangıcı ahire-te yakîni ve dünyadan yüz çevirmesiyle olmuştur. Fesad ve bozulmasının baş­langıcı da malda cimrilik ve uzun emellerle olmuştur.[86] Bir başka hadiste Rasû-luilah saitaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Bu ümmetin ilk kısmı Allah'a yakî-nen iman etmek ve dünyadan yüz çevirmekle necat bulmuştur. Bu ümmetin son kısmının helaki, cimrilik ve uzun emellerinden dolayı olacaktır".[87] Yine bir hadiste Rasûlullah saiiatiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Yakında öyle bir zaman gelecek ki, insanlar sofraya oturan kişilerin diğerlerini yemeğe buyur ettikleri gibi siz (müslü-manları) yemek için birbirlerini çağıracaklardır". {Yani her kavim, "Şu müslümanlan önce siz bir şekilde yok ediniz" diye diğerini teşvik edip davet edecektir). Sahâbe-i Kiram, "Ya Rasûlallah o vakit bizim sayımız çok az mı olacak (ki kafirler bu yüzden bu cüreti gösterecekler)?" deyince Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem, "Hayır. O zaman sizin sayınız çok olacaktır. Ancak siz o vakit sel köpükleri gibi (tamamen cansız) olacaksınız. Düşmanların kalbinden sizin korkunuz gidecektir. Sizin kalplerinizde vehn meydana gelecektir" buyurdu. Sahabeler, "Ya Rasûlailah vehn nedir?" deyin­ce Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Dünya sevgisi ve ölüm korkusu" buyurdu.[88]Hz. Ömer radıyaliahu anh'm kızı Ümmü Velid radıyaiiahu anha diyor ki: Bir defa­sında Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem akşam vakti evinden dışarı çıktı ve "Siz utan­mıyor musunuz?" buyurdu. Sahabeler, "Ya Rasûlallah! Ne oldu?" dediler. Rasûlul­lah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Yemeyeceğiniz kadar mal topluyorsunuz. İçin­de oturmadığınız evler yapıyorsunuz. Yerine getiremeyeceğiniz ümidler besliyorsu­nuz. Siz bunlardan dolayı utanmıyor musunuz?[89] Yani ihtiyaçtan fazla evler yapıyor­sunuz, halbuki ihtiyaç kadar ev yapılmalıdır. Aynı şekilde ihtiyacınızdan fazla mal bi­riktiriyorsunuz. Halbuki o biriktirmek için değil ancak Allah yolunda sarfetmek içindir.Hz. Aişe radıyaliahu anha buyuruyor ki: Rasûlullah sallaliahu aleyhi veseiiem bir defasında minbere oturdu ve "Ey insanlar Allah'tan hakkıyla haya edin" buyurdu. Sahabeler, "Ya Rasûiallah! Biz Allah'tan zaten haya ediyoruz" dediler. Rasûlullah

sallaliahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Sizden kim Allahu Teâlâ'dan haya ederse, ölüm onun gözü önünde olmadan üzerinden hiç bir gece geçmemelidir. Karnını ve karnının kuşattığı her şeyi korumalıdır. Başını ve başın içine aldığı şeyleri koru­malıdır. Ve o ölümü ve çürümüş halini hatırlamalıdır. (Çünkü bu beden ölümden sonra tamamen dağılıp toprak olacaktır) ve bir de dünya ziynetini terk etmelidir".[90] Alimler şöyle yazmışlardır: Başın korunması demek, Allah'tan başka kimsenin önünde (ne ibadet ne de saygı için) eğilmemektir. Hatta eğilerek selam bile ver­memelidir. Başın içine aldığı şey/erden maksat göz, kulak ve dildir. Bütün bunlar başa dahildir. Onların hepsi korunmalıdır. Aynı şekilde karnı Korumanın manası şudur: Onu şüpheli maldan korumalıdır. Karnın kuşattığı şey/erden maksat, karı­na yakın olan şeylerdir. Mesela tenasül uzvu, eller, ayaklar ve kalptir ki bütün bunları korumalıdır. İmam Nevevİ rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Bu hadisi bol bol oku­mak müstehabtır".[91]

Hz. Abdullah İbni Mes'ud radıyaliahu anh diyor ki: Rasûlullah sallaliahu aleyhi veseiiem bir defasında, "Allahu Teâlâ'dan hakkıyla haya edin" buyurdu. Bizler "Ya Rasûlallah! Allah'a şükür. Biz hepimiz Allahu Teâlâ'dan haya ediyoruz" dedik. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem, "Hayır bu basit bir haya değildir. Aksine Allah'­tan hakkıyla haya etmek şudur: insan başını ve başının kuşattığı şeyleri koruma­lıdır. Karnını ve karnının kuşattığı şeyleri (tenasül uzvunu ve diğerlerini) koruma­lıdır. Ölümü bol bol anmalıdır. Vücudunun dağılmasını (ölümden sonra kırılıp dö­külerek toprak olacağını) hatırlamalıdır. Kim ahireti murad ederse, o dünya ziy­netini terk eder"[92] Çünkü ölümü bol bol anmanın dünyadan yüz çevirme ve ümit­leri kısaltma hususunda çok büyük etkisi vardır. Bundan dolayıdır ki Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseliem ölümü bol bol anmayı emretmiştir. Bir adam Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseliem'm yanına geldi ve "Ya Rasûlallah! en büyük zahid kimdir?" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu .aleyhi veseilem, "Ölümü ve öldükten sonra çürüyüp eskiye­ceğini unutmayan, dünyâ ziynetlerini terk eden, ahireti dünyaya tercih eden, yarın hayatta kalacağına kesin olarak inanmayan ve kendini ölmüşlerden sayan kimsedir" buyurdu.[93] Çünkü o, "Yakında ölüp onlara katılacağım " diye düşünür.Hz. EbÛ Hureyre radıyaliahu anh Rasûlullah sallaliahu aleyhi veseilem'İn Şöyle bu-yurduğunu nakletmektedir: "Lezzetleri kesen şeyi (yani ölümü) çok hatırlayın. Kim onu darlık zamanında hatırlarsa bu ona bolluk ve kolaylığın gelmesine sebep olur (ölüm mutlaka gelecektir. Onunla bütün acılar bitecektir diye insan mutmain olur). Kim onu bolluk içinde anarsa, onun masraflarının kısılmasına sebep olur (çünkü ölüm düşüncesinden dolayı gönül fazla zevkü sefayı istemez)". Hz. İbni Ömer radıyaiiahu anhuma da Rasûlullah sallaliahu aleyhi vese/tem'in şöyle buyurduğunu nak-letmiştir: "Lezzetleri kesen şeyi, yani ölümü çok hatırlayınız". Hz. Enes radıyaliahuanh diyor ki: "Bir defasında Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem teşrif buyurdular. O esnada Sahâbe-i Kiram gülüyorlardı. Rasûluliah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Lezzet­leri kesen şeyi çok hatırlayın. Kim onu bollukta hatırlarsa ona darlık yapar. Kim de darlıkta hatırlarsa ona bolluk gösterir" buyurdu. Hz. Ebû Saîd Hudrî radıyailahu anh buyuruyor ki: "Bir defasında Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem mescide geldi. Bazı Sahabelerin gülmekten dolayı dişleri görünüyordu. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Eğer siz lezzetleri kesen ölümü çokça hatırlasaydınız o sizi güldüğünüz şeylerden alıkoyandı. Her şahsın kabri her gün şöyle ilan etmekte­dir; <Ben tam bir yalnızlık eviyim. Ben herkesten ayrı yaşama eviyim. Ben bö­ceklerin eviyim>. İyi amel eden bir mü'min defnedilince kabir ona, <Senin gelişin mübarek olsun. Senin gelmene çok sevindim. Benim üzerimde yürüyen bütün insanlar arasında en çok seni seviyordum. Bugün sen benim elime geldin. Benim sana nasıl davranacağımı göreceksin> diyecektir. Ondan sonra kabir ölünün gö­rebileceği yere kadar genişleyecek ve yeryüzü açılacaktır. Cennet tarafından doğru bir pencere açılacak (oradan Cennet'in güzel kokuları havası vs. gelecek­tir). Ameli kötü olan veya kafir olan biri defnedilince kabir ona, <Senin gelişin iyi olmadı. Senin gelmenle asabım çok bozuldu. Sırtımda gezen insanlar arasında en çok senden hoşlanmıyordum. Bugün sen benim elime geçtin. Öyleyse ben sa­na nasıl davranacağımı göstereceğim> der ve kabir öyle daralır (onu öyle sıkar) ki ölünün kemikleri ve kaburgaları birbirine geçer". Bu sırada Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseitem bir elinin parmaklarını diğer elinin parmaklarına geçirerek, "İşte bu şekilde kemikjer ve kaburgalar birbirine geçecektir. 70 ejderha onu sokmaya baş­layacaktır. Onlar o kadar zehirlidir ki, onlardan biri eğer yeryüzüne üflese kıya­mete kadar yeryüzünde yeşillik bitmez. Bunların hepsi kıyamete kadar onu ısıra­caklardır" buyurdu. Ondan sonra Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki; "Kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçe ya da Cehennem çukurlarından-bir çukurdur".Hz. Ibni Ömer radıyaiiahu anhuma buyurdu ki: "Bir adam Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiemG, "Ya Rasûlallah! En akıllı ve en zeki insan kimdir?" dedi. Rasûlul­lah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Ölümü sık sık hatırlayan ve her an ölüme hazırlıklı olan kimsedir, işte bu insanlar dünyanın şerefi ve ahiretin ikramını kazananlar­dır"[94] Hz. Ömer bin Abdulaziz rahmetuiiahi aleyh bir defasında bir cenazeye katılıp kabristana yürüdü. Oraya varınca ayrı bir yere oturup bir şeyler düşünmeye başladı. Biri ona, "Ey Emir-ül Mü'minin! Siz cenazenin velisiydiniz. Bir kenara oturdunuz" dedi. O, "Evet bir kabir bana seslenerek şöyle dedi; <Ey Ömer bin Abdulaziz! Bana gelenlere ne yaptığımı sormuyorsun?> dedi. Ben, <Peki söyle> dedim. Kabir, <Onun kefenini yırtıyorum. Bedenini parça parça ediyorum. Bütün kanını emiyorum. Etini yiyorum. İnsanın eklemlerine ne yaptığımı da haber vere­yim mi? Omuzunu pazusundan ayırırım. Pazusunu dirseğinden ayırırım. Kalça­larını bedeninden ayırırım. Kalçalarını uyluğundan ayırırım. Uyluğunu dizlerinden ayırırım. Dizlerini baldırından ayırırım. Baldırını da ayaklarından ayırırım> dedi"buyurdu. Bunları söylerken Ömer İbni Abdulaziz rahmetuiiahi aleyh ağlamaya başla­dı ve şöyle buyurdu:Dünyada kalış azdır. Onun aldatması ise çoktur. Burada aziz olan ahi-rette zelildir. Burada zengin olan ahirette fakirdir. Dünyanın genci çok çabuk yaşlanacaktır. Onun yaşayanı çok çabuk ölecektir. Onun size yönelmesi sizi aldatmasın. Halbuki siz onun ne çabuk yüz çevirdiğini görüyorsunuz. Ahmak ise onun aldatmasına kapılandır. Nerede o büyük büyük şehirler kuran, bü­yük büyük nehirler akıtan, büyük büyük bağlar yetiştiren dünya aşıkları. Çok az bir süre kalıp her şeyi bırakıp gittiler. Sıhhat ve sağlıklarının çok iyi olma­sından dolayı onlarda keyif ve şenlik meydana gelmişti. Bu yüzden günahlara mübtela oldular. Allah'a yemin olsun ki onlar dünyada mallarının çokluğundan dolayı imrenilmeye layıktılar. Mal kazanmakta kendilerinin önüne engeller çık­masına rağmen yine de çok iyi kazanıyorlardı. Onlara insanlar hased ediyor­lardı. Fakat onlar itminan içinde mal biriktiriyorlardı. Mal biriktirme uğrunda her çeşit sıkıntıya seve seve katlanıyorlardı. Ancak şimdi bakın toprak onların bedenlerini ne hale soktu. Toprak onların vücudlarını ne yaptı. Böcekler onla­rın eklemlerini ve kemiklerini ne duruma getirdi. O insanlar yüksek yüksek, tül kafesli yataklarda, yüksek yüksek yaygılarda, yumuşak yumuşak döşeklerde görevliler ve hizmetçiler arasında dinlenirlerdi. Yakınlar, hısımlar, akrabalar ve komşular her zaman gönül almaya ve teselli etmeye hazır beklerdi. Ancak şimdi ne oluyor? Onlara seslen ve sor ki; "Başlarına ne geliyor?" Fakir ve zen­gin aynı meydanda yatmış duruyor. Onların zenginlerine sorun ki; "Malları ne işe yaradı?" Onların fakirlerine sorun ki; "Fakirlik onlara ne zarar verdi?" Onla­rın çok nâmeli sesler çıkaran ve nazlanarak konuşan dillerinin halini sor. Her tarafa bakan gözlerine bak. Onların yusyumuşak ciltlerinin halini sor. Onların güzel ve gönül alan yüzlerinin halini sor. Ne oldu onların nazik bedenlerine? Öğren bakalım nereye-gitti onlar? Böcekler onların hepsini ne hale soktular. Onların renklerini kapkara yaptılar. Onların etlerini yediler. Onların ağızlarına toprak koydular. Azaları birbirinden ayırdılar, eklem yerlerini parçaladılar.Ah! Nerede o, "Buyurun efendim" diyen hizmetçiler? Nerede dinlendikleri odalar ve çadırlar? Nerede onların mal ve hazineleri? Onları dizerek ve katla­yarak koyarlardı. Hizmetçi ve memurları ona kabrindeyken yemek için bir azık bile vermediler. Kabrine onun için bir yatak sermediler. Bir yastık dahi koyma­dılar. Onu sadece toprağa koydular. Bir ağaç ve çiçek bile dikmediler. Ah! Şimdi o tamamen yalnız bir halde karanlıkta duruyor. Onun için artık gece ve gündüz eşittir. Dostlarıyla görüşemez. Kimseyi yanına çağıramaz. Nice nazik bedenli erkek ve nice nazik bedenli kadınların bugün bedenleri çürümüştür. Onların azaları birbirinden ayrılmıştır. Gözlen dışarı çıkıp yüzüne düşmüştür. Boynu ayrılmış, ağzına su, iltihap vs. dolmuş ve bütün vücutta böcekler gez­meye başlamıştır. Onlar bu halde yatmakta iken onların eşleri ikinci evlilik­lerini yapmışlar, zevklerine bakmaktadırlar. Çocuklar evlere el koymuşlar, varisler malı taksim etmişlerdir.Ancak bazı bahtiyar kimseler vardır ki, onlar kabirlerinde de lezzetler içinde­dirler. Taptaze yüzleriyle orada istirahat etmekte ve dinlemektedirler (Tabi bu insanlar bu aldatıcı dünya evindeyken, o kabir evini hatırlayan, oranın ümidini buranın ümidinden önde tutan, kendileri için azık hazırlayan ve oraya ulaş­madan önce götüreceği eşyaları hazırlayan kimselerdir).Ey yarın mutlaka kabre gidecek olan kimse! Sen şu bedbaht dünyanın se­ninle beraber kalacağını mı ümid ediyorsun? Sen şu göç evinde devamlı ka­lacağını mı ümid ediyorsun? Senin bu geniş evin senin bahçelerindeki ol­gunlaşmış meyvelerin, senin yumuşak yatakların, senin yazlık ve kışlık elbi­selerin, bunların hepsi bir anda geriye kalacaklardır. Melek-ül Mevt (ölüm me­leği) gelip musallat olduğunda onu hiçbir şey uzaklaştıramayacaktır. Senden ter üzerine ter gelmeye başlayacaktır. Susuzluğun şiddeti artacaktır. Can ver­menin şiddetinden dolayı bir yandan bir yana döneceksin. Ey şahıs sana yüz­lerce defa yazıklar olsun ki, sen bugün ölmekte olan kardeşinin gözlerini ka­patıyorsun. Oğiunun gözlerini kapatıyorsun. Babanın gözlerini kapatıyorsun, onlardan kimisini yıkıyor, kimisini kefenliyorsun, kimini kabir çukuruna koyu­yorsun. Yarın bunların hepsi senin başına da gelecektir.Buna benzer daha bir çok söz söyledi ve sonra şu şiiri okudu:İnsan sevinir pek yakında yok olacak şeylere   Dalar uzunca ümitler ve dünyalık emellere Ey akılsız! Aldamlmaz rüyadaki lezzetlereBütün günün gaflette, bütün gecen uykuda geçmekte Ve nihayet ölüm senin başın üzerine binmekte Bugün yapmaktasın yarın üzüleceğin işi Dünyada ki hayvanlarda senin gibi hayat sürmekteDenilir ki bu olaydan sonra henüz bir hafta geçmemişti ki Hz. Ömer bin Abdulaziz rahmetullahi aleyh vefat etti.[95]Allah ondan razı olsun ve onu Kendinden razı etsin

Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Dört şey bedbahtlık alâmeti­dir; 1-Gözlerin kuruluğu (yani kişinin günahına ve ahiretin herhangi bir haline ağ­lamaması), 2-Kalbin katılığı, 3-Emellerin uzunluğu, 4-Dünya hırsı". Hz. Ebû Said Hudri radıyaiiahu anh buyurdu ki: Hz. Üsame radıyaiiahu anh ödünç olarak bir cariye satın aldı. Parasını ödemek için bir aylık vade yaptı. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi ve-seiiem bunu öğrenince şöyle buyurdu: "Ne acayip bir şeydir ki, Üsame bir aylık vade ile borçlanarak satın almış. Üsame de (kendi hayatına) çok uzun bir ümid besliyor (sanki o, mutlaka bir ay yaşayacağına kesin olarak inanmış). Canım kudret elinde olan Zât'a yemin olsun ki, ben göz kapağımı açıp kapayınca kadar bile yaşayacağıma kesin olarak inanmam. Ben su içmek için bardağı kaldırınca onu tutacak kadar yaşayacağıma kesin olarak inanmam. Herhangi bir lokma yediğim zaman onu ölümden önce yutacağıma kesinlikle inanmam. Canım kud­ret elinde olan Zât'a yemin olsun ki size vaad edilen şeyler (ölüm, kıyamet, he-sab vs.) hepsi mutlaka gelecektir. Sizler Allahu Teâlâ'yı aciz bırakamazsınız (ya­ni O'nun olmasını dilediği bir işe herhangi bir kimse engel olamaz)".Hz. Abdullah bin Amr radıyaiiahu anhuma buyuruyor ki: Bir defasında Rasûlul­lah saiiaiiahu aleyhi veseiiem benim omuzumdan tutarak, "Dünyada bir misafir ve yolda yürüyen biri gibi ol. Her an kendini kabristandakiler arasında bil" buyurduktan son­ra şöyle dedi: "Ey İbni Ömer![96] Sabah olunca akşama kadar yaşayacağını inanma. Akşam olunca sabaha kadar yaşayacağına ümid etme. Sıhhatli iken hastalık za­manın için amel yap. (Tâ ki hastalık zamanında olacak olan eksiklikler önceden te­lafi edilsin. Veya sıhhat zamanında alışkın olduğun amelleri hastalık yüzünden ya-pamazsan bile onların sevabını elde edebilirsin). Ölümün için hayatında iken hazır­lık yap. Yarın kim bilir senin adın ne olacaktır? (yani hangi insanlardan sayılacak­sın, iyi insanlardan mı yoksa kötü insanlardan mı?)" Allahu Teâlâ şöyle buyurdu:

"O gün insanların bir kısmı bedbaht bir kısmı da mesuddur".                                             (Hud-105)

Hz. Muaz radıyaiiahu anh, "Ya Rasûlallah! Bana biraz nasihat buyurun" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Allahu Teâlâ'ya sanki O'nu görüyor­muş gibi ve karşındaymış gibi ibadet et. Kendini her an ölüler listesinde say. Her taşın ve ağacın yakınında Allahu Teâlâ'yı zikir et (tâ ki kıyamet günü o zikre şa­hitlik edenler çoğalsın). Senden kötü bir hareket meydana gelirse, onun telafisi için herhangi bir iyi amel yap. Eğer gizli olarak kötülük yaptıysan onu telafi etmek için gizli olarak iyi amel yap. Eğer aşikare bir kötülük yaptıysan onun tevbe ve telafisini açıkça yapmalısın". Hz. İbni Mes'ud radıyaiiahu anh Rasûlullah saiialiahu aleyhi veseiiem'm şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Kıyamet yaklaşıyor ama insan­lar hırsta ve Allahu Teâlâ'dan uzaklaşmakta ileri gitmektedirler".[97]Bir defasında Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesaiiem dışarı çıktı ve "Sizden kim Allahu Teâlâ'nın kendisine öğrenmeden ilim, biri yol göstermeden hidayet ver­mesini ister? Sizden kim Allahu Teâlâ'nın kendisinin körlüğünü gidermesini ve (kalp) gözünün açılmasını ister? Eğer böyle olmasını istiyorsanız bilin ki, kim dünyaya rağbet etmezse ve kendi ümitlerini kısa tutarsa, Allahu Teâlâ ona öğ­renmeden ilim öğretir. Başkası yol göstermeden kendisini hidayete erdirir[98] Daha öncede bu rivayet geniş olarak geçmişti.

Hz. Cabİr mdıyaiiahu anh, Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem \n şöyle buyurdu-ğunu nakletmiştir: "Benim ümmetim hakkında en fazla korktuğum şey, nefsani arzulara çok düşmek ve uzun emellerdir. Nefsani arzular Hak'tan uzaklaştırır. Uzun emeller ise ahireti unutturur. Bu dünya yürümekte ve her gün uzaklaşmak­tadır. Ahiret de yürümekte ve her gün yaklaşmaktadır (yani ömür her vakit ve her an azalmaktadır. Ölüm ise her an yaklaşmaktadır)".

ŞİİR:

Ey Gafil! Çalar saat sana şöyle nida eyledi: Boş işler Ömürden bir saat daha heba eylediEğer saatin sesi dikkatlice dinlenirse gerçekten "(Boş işler ömrü) eksiltti, eksiltti" diye bir ses meydana gelir. Ondan sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Dünya ve ahiretin bu dünyada bazı itaatkar evlatları vardır. Siz mümkün olduğu kadar dünyanın itaatkar evlatları olmayın (ahiretin itaatkar evlat­ları olun). Bugün amel ve tarlayı ekme günüdür. Bugün hesab yoktur. Yarın siz ahiret yurdunda olacaksınız. Orada da amel yoktur (o gün hasat zamanı ve mü­kafat günüdür)"[99] Hz. Selman Farisi radıyaliahu anh buyurdu kî: "Üç adam vardır ki onlara aklıma geldikçe o kadar hayret ederim ki, gülesim gelir; 1-Dünyaya ümid-,4er bağlayan kimsedir ki, ölüm onu takip eder. 2-(Allahu Teâlâ'dan) gafil olan kimsedir ki, (Allahu Teâlâ) ondan gafil değildir. 3-Ağzını doldurarak (kahkahayla) gülen kimsedir ki, Allahu Teâlâ'mn kendisinden razı olduğundan ya da gazab et­tiğinden habersizdir (halbuki bu meseleyi fikretmek öyle bir şeydir ki ondan dola­yı hiçbir zaman gülmemek gerekir). Üç şey de vardır ki, her zaman beni üzmekte­dir. Hatta ben ağlamaktayım; 1-Dostların ayrılığı (yani Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem ve Sahâbe-i Kiram'sn ayrılığı), 2-Ölüm düşüncesi, 3-Mahşerde Allahu Teâlâ'mn huzuruna çıkacak olduğumu. Sonra bilmiyorum ki benim hakkımda Cennet karan mı verilecek Cehennem kararı mı?"Bir zat diyor ki: Ben Zürâre bin Evfa rahmetuiiahi afey/j'i vefatından sonra rü­yamda gördüm ve "En üstün amel hangisidir?" diye sordum, buyurdu ki; "Tevek­kül etmek ve ümidleri kısa tutmaktır". Hz. Süfyan Sevrî rahmetuiiahi aleyh buyuruyor ki: "Zühd ümidleri kısa tutmanın adıdır. Yavan yemek ve cübbe giymenin adı de­ğildir". Hz. Davud Tâî rahmetuiiahi aleyh buyurdu ki: "Ben bir ay yaşayacağımı ümid etsem bundan dolayı kendimi büyük mücrim kabul ederim. Ben hadiselerin in­sanları her gün, bazen gece bazen de gündüz yakalamakta olduğunu gördüğüm halde bunu nasıl ümit edebilirim?". Hz. Şakîk Belhî rahmetuliahi aleyh, üstadı Ebû Hâşim Rummânî rahmetuiiahi a/ey/î'in yanına gitti. Şalının köşesine bir şey bağlıydı. Ebû Hâşim, "Bu nedir?" dedi. O, "Bir dostum birkaç badem vermişti. Benim gönlüm istiyor ki, siz bu akşam onunla iftar edesiniz" dedi. Ebû Hâşim "Şakîk! Sen gece­ye kadar yaşayacağını mı ümid ediyorsun? (Ben seni böyle bilmezdim artık) ben seninle asla konuşmayacağım" dedi, içeri girdi ve kapıyı kapattı. Kağkâğ bin Hakîm rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Ben otuz seneden beri ölüm için her an hazırım. Eğer o gelirse ben onun zerre kadar gecikmesini arzu etmem". Süfyan Sevri rahme­tuiiahi aleyh diyor ki: "Ben Küfe mescidinde bir büyük zat gördüm. O şöyle diyordu; <Ben otuz seneden beri bu mescidde her an Ölümü bekliyorum. Eğer o gelirse, benim kimseye ne diyeceğim ne de dinleyeceğim bir şey vardır. Ne benim kimseden alacağım var ne de kimsenin benden...>" Ebû Muhammed Zâhid rah­metuliahi aleyh diyor ki: "Ben bir cenazenin arkasından yürüyordum. Hz. Dâvûd Tâî rahmetuiiahi aleyh de benimle beraberdi. Kabristana varınca o ayrı bir yere oturdu. Ben de onun yanına oturdum. O şöyle dedi; <Kim Allah'ın azab vaîdinden korku-yorsa, onun için uzun sefer (yani ahiret seferi) kolaydır. Kimin ümidleri uzun olur­sa onun ameli gevşek olur. Gelecek olan şey (yani ölüm) yakındır. Kardeşim şu meseleyi anla ki, hangi şey seni Rabbinden ayırıp kendisiyle meşgul ederse, o menhustur (uğursuzdur). Bir şeyi dinle. Dünyada ne kadar insan varsa hepsi kabre gidecektir. O vakit onlar burada bıraktıkları şeye pişman olacaklardır. İleriye gön­derdiklerine de sevineceklerdir. Bu ölen kişi hangi şeye pişman olursa o şey üzeri­ne, geride kalan (varisler) döğüşüp kavga ederler ve birbirinin aleyhine dâvalar açarlar".1 Fakih Ebûlleys Semerkandi rahmetuiiahi aleyh buyuruyor ki: "Kim ümidlerini kısa tutarsa, Allahu Teâlâ ona 4 çeşit ikramda bulunur; [100]-Kendine itaat etmesi için ona kuvvet verir. O senin yakında ölümün geleceğine kesin olarak inandığından amel yapmak için çok gayret eder ve hoşa gitmeyen hallerden etkilenmez, 2-Sıkın-tısı azalır, 3-Az miktardaki rızka razı olur, 4-Allah onun kalbini nurlandırır".Alimler diyorlar ki: "Kalbin nuru dört şeyden meydana gelir. 1-Mideyi boş tutmakla, 2-lyi insanlarla beraber kalmakla, 3-Geçmiş günahları hatırlamakla (ve onlara pişman olmakla), 4-Ümidleri kısa tutmakla". Kimin ümidleri uzun olursa Allahu Teâlâ onu dört türlü azaba mübtela kılar; 1-İbadette gevşeklik meydana gelir, 2-Aşırı dünya derdi başına biner, 3-Her an mal biriktirmek ve çoğaltmak fik­ri kendisine musallat olur, 4-Kalp katılaşır. Alimler kalbin katılığı dört şeyden meydana gelir diye yazmışlardır; 1-Mideyi çok doldurmakla, 2-Kötü arkadaşlık kurmakla, 3-Günahlannı hatırlamamakla, 4-Ümidlerin uzun olmasıyla.Öyleyse insan asla uzun boylu ümidlere kapılmamalıdır. Her an şunu dü­şünmelidir ki, kim bilir hangi nefes hayatın son nefesi olacak (hangi vakit kalbin hareketi sona erecektir?).Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem, Hz. Aişe radıyaliahu anha'ya şöyle buyurdu: "Eğer sen (kıyamet günü) benimle beraber kalmak istiyorsan, bineğine binmiş gider­ken bir yerde birazcık mola veren bir yolcu gibi ol. Zenginlerin yanına oturmaktan sakın. Elbiseyi yamayana kadar işe yaramaz diye atma". Ebû Osman Nehdî rahmetullahi aleyh  diyor  ki:   "Ben  Hz.   Ömer radıyallahu anh'm gömleğinde on  iki yamalık olduğu halde onun minber üzerinde hutbe okuduğunu gördüm".[101]

10) Sehl bin Sa'd radıyailahu anh diyor ki: Bir adam Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesetlem'e gelerek; "Ya Rasûlallah! Bana öyle bir amel söyle ki, onu yaptığım zaman hem Allah beni sevsin hem de insanlar beni sevsin" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Dünyaya rağbet etme ki, Allah seni sevsin. İnsanların yanında bulunan (mal vs.ye) rağbet etme ki, insanlar da seni sevsin".                                                     

(Timizi, IbniMace,

İZAH: Dünyaya rağbet etmemekten dolayı Allahu Teâlâ'nın sevgisi, ahirette izzet ve ikram vs, gibi konular önceki rivayetlerde sık sık geçmiştir. Hadiste geçen ikinci konu insanların mallarına göz dikilmemesidir. Zira bundan dolayı onların kal­binde sevgi oluşur. Bu çok tecrübe edilen bir şeydir. Herkes, her an bunu tecrübe etmektedir. Çünkü aradaki ilişkiler ne kadar güzel olursa olsun herhangi bir şey isteme söz konusu olunca bütün ilişkiler ve bağlılıklar sona ermektedir.Hz. Cebrail aieyNsseiam bir defasında Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm yanı­na geldi ve şöyle dedi: "Ey Muhammedi Sen ne kadar yaşarsan yaşa ölüm mut­laka gelecektir. Ne amel yaparsan yap (iyi veya kötü) onun karşılığını göreceksin. Dünyada kiminle bir araya gelirsen gel, bir gün ondan (ya onun ölmesiyle ya da kendi ölümünle ayrılacaksın). Şunu İyi bil ki, insanın şerefi (büyüklüğü) teheccüd namazıdır. Kişinin izzeti de insanlardan istiğnadır {onlara tenezzül etmeyip tok gözlü olmaktır)[102]Yani insanın izzeti insanların eşyasında gözü olmadığı müddet-çedir. Başkalarının malına gözü dikildiğinde bütün izzeti yerle bir olur.Hz. Urve rahmetullahi aleyh buyuruyor ki: Sizden bir kimse dünyanın ziynetini ve yaldızını görünce (ve hoşuna gidince), evine giderek ev halkını namazla meşgul etsin. Çünkü Allahu Teâlâ kendi Peygamberi saiiaiiahu aleyhi veseiiem e şöyle buyurmuştur;[103]

Ey Muhammedi Bir kısım kafirlere kendilerini imtihan etmek için dünya hayatının süsü olarak verdiğimiz şeylere göz dikme. Rabbinin (ahirette ve­receği) rızık daha hayırlı ve daha süreklidir. / Ailene namazı emret. Sen de ona devam eyle...                                                                                               (Tâ hâ-131,132)

Başka bir yerde Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor:

"İnsanlardan bir kısmına verdiğimiz çeşitli nimetlere (süs ve ziynete) göz dikme"                                                                                                    

(Hicr-267)

Bu ayeti kerimenin tefsiri hakkında Hz. Süfyan bin Uyeyne rahmetullahi aleyh buyuruyor ki: "Allahu Teâlâ kime Kur'an-ı Kerim nimetini bahşederde o buna rağ­men dünyalık herhangi bir şeye göz dikerse, o Kur'an'ı çok az anlamış (yani onun kadrini bilememiş) olur".İmam Gazali rahmetullahi aleyh buyuruyor ki: "Fakirlik çok güzel bir şeydir. Ancak böyle bir kişinin kanaatkar olması lazımdır. İnsanların yanında bulunan mallara göz dikmemelidir. Onlara hiç iltifat etmemelidir. Mal kazanma hırsı olma­malıdır. Bütün bunların olabilmesi insanın kendi masraflarını son derece azalt­masına bağlıdır. Kişi yemek, elbise ve mesken konusunda en azıyla ve mecbu­riyet derecesiyle yetinmelidir. En kalitesiz olan şeylere kanaat etmelidir. Eğer bir şeye ihtiyaç hissedilirse, bir aylık ihtiyacın karşılanması düşünülmeli ondan öte hiçbir şeye zihnini ve düşüncesini vermemelidir. Eğer ondan ötesini düşünmeye başlarsa kanaat izzetinden mahrum olup hırs ve aç gözlülük zilletine kapılacak­tır. Bu yüzden kötü alışkanlıklar doğacak ve fena şeyleri tercih etmek gereke­cektir. Zira insan, fıtratı icâbı haristir.

Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Eğer insanın iki vadi altını olsa yinede o üçüncüsünü düşünmeye başlar". Hz. Ebû Musa Eşari radıyailahu anh buyuruyor ki: Beraat sûresi kadar büyük bir sûre nazil olmuştu. Sonra o nesh olundu. Onda geçen şu ifade hatırımdadır; "Allahu Teâlâ dinden hiçbir payı ol­mayan (fasık ve kafir) insanlarla da dinine yardım eder. Eğer insanın iki vadi do­lusu malı olsa üçüncüsünü temenni eder. İnsanın karnını (kabir) toprağı doldu­rur. Şüphesiz bir kimse tevbe ederse Allahu Teâlâ tevbeyi kabul eder".

Yine Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "İki hırslı insanın asla karnı doymaz. Birincisi, ilme karşı hırslı olan (ilmin tadını alan kimsedir. Onun kalbi hiçbir zaman ilme doymaz). İkincisi, mala karşı hırslı olan kimsedir". İnsanın fıtratında bu tehlikeli şeyin bulunmasından dolayı Allahu Teâlâ ve Ra­sûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem kanaat ve tok gözlülüğü çok övmüşlerdir. Rasûlul­lah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Allahu Teâlâ'nın kendisine İslam ni­meti nasib ettiği, sadece ihtiyacı kadar rızık verdiği ve buna kanaat eden kimse­ye ne mutlu!". Yine Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Kıyamet günü zengin olsun, fakir olsun, <Keşke dünyada bana yalnız ihtiyacım kadar rı­zık verilseydi, ondan daha fazla verilmeseydi> diye temenni etmeyen kimse kalmayacaktır". İşte bundan dolayıdır ki, Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem aç göz­lü olmaktan ve mal kazanmak için fazla çalışmaktan menetmiştir.Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Ey insanlar mal ka­zanmakta güze! yo! seçiniz (kötü yollarla kazanmayınız). Çünkü insanın eline tak­dirde olandan fazlası geçmez. Takdirde olan ise mutlaka ona ulaşacaktır. Takdîr edilen nasibi kendisine zelil ve mecbur olarak ulaşmadığı müddetçe insan asla ölmez". Yine Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Sen muttaki ol ki, en büyük ibadet yapan olasın. (En az miktara) kanaat et ki, en büyük şükre­den olasın. Kendin için istediğini kardeşin için de iste ki, kâmil mü'min olasın". Hz. Ebû Eyyûb radıyaiiahu anh buyuruyor ki: Bir şahıs Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi ve-se/fem'in yanına geldi ve "Ya Rasûlallah! Bana kısaca bir nasihat et (ki ben ona sımsıkı yapışayım)" dedi. Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Namaz kılacağın zaman ömrünün en son namazıymış gibi kıl (kişi kıldığı namazın en son namaz olduğunu düşünürse ona ne kadar fazla ihtimam göstereceği ve hu­şu ve huzû ile kılacağı aşikardır). Mâzetet göstermek (ve af dilemek) zorunda kalacağın hiçbir sözü ağzından çıkarma. Başkasına ait olan şeye karşı kalbin­deki ümidi sil (ki senin ona zerre kadar iltifatın olmasın)".Hz. Ömer radıyaiiahu anh buyurdu ki: "Aç gözlülük, fakirlik (ve muhtaçlıktır) Ümitsizlik (yani kimseden bir şey beklememek) zenginliktir. Başkasının elinde bulunan şeylerden ümidini kesen kimsenin onlara ihtiyacı kalmaz." Bir hikmet ehline biri, "Zenginlik nedir?" diye sordu. O, "Temennileri azaltmak ve kendine yetecek şeye razı olmaktır" buyurdu. Muhammed bin Vâsi mhmetuiiahi aleyh kuru ekmeği suda ıslatıp yerdi. O şöyle buyurdu: "Bir kimse buna kanaat ederse, o kimseye muhtaç olmaz". Başka bir hikmet ehline biri, "Sizin mâlî durumunuz nedir?" diye sordu. O, "Zahire göre bolluk içinde yaşamak, bâtına göre (şahsi ha­yatımda) kısıtlı ve orta yollu bir yaşantı tercih etmek. Başkasının elinde olan şey­lere ümit beslememektir" buyurdu.Bir Hadisi Kudsi'de Aliah celie ceiaiuhu şöyle buyuruyor: "Ey Ademoğlu! Eğer bütün dünya senin olsa yine de sen ondan kendi ihtiyacın kadar yiyeceksin. Eğer Ben bu kadarını (yani ihtiyacın kadarını) sana verip de hesap vermek zorunda kalacağın fazla miktarı sana vermezsem, sana ihsan etmiş olurum".Hz. Abdullah İbni Mes'ud radıyaiiahu anh buyurdu ki: "Kişi birinden bir hace­tini talep ederse, basit (bir söz ve davranışla) talep etsin. Ona, <Siz söyleşiniz, siz böylesiniz, siz susunuz, siz busunuz> demesin. Çünkü böyle söylemekle onun belini kırmış olur (çünkü o ucub ve kibre düşerek helak olur). Siz de tak­dirde yazılandan fazlasını alamazsınız". Denilir ki Emevî padişahlarından biri (olan Süleyman bin Abdulmelik), Hz. Ebû Hatim rahmetuiiahi aieyh'e çok ısrarlı bir şekilde şöyle yazmıştır: "Sizin bir ihtiyacınız olduğu zaman benden isteyiniz". O cevap olarak şöyle yazdı: "Ben ihtiyaçlarımı Mevlâ'ma arz ettim. O bana bunun üzerine ne ihsan ettiyse ona kanaat ettim".Hikmet ehlinden biri şöyle demiştir: "Ben en fazla sıkıntıya düşen insanın hasetçi olduğunu gördüm. En güzel hayat geçirenin kanaatkar kimse olduğunu gördüm. Aç gözlü insanın en sabırlı insan olduğunu gördüm (çünkü o herşeye hırslanır ama onu ele geçiremediğinden sabreder). En hoş hayat geçirenlerin dünyayı terk edenler olduğunu gördüm. En fazla pişman olan kişinin haddini aşan alim olduğunu gördüm". Hz. Abdullah bin Selam radıyaiiahu anh Hz. Ka'b Ahbar radıyaiiahu anh'a, "Alimlerin kalbinden ilmi zayi eden nedir? Halbuki onlar anlayarak okumuşlar ve onu ezberlemişlerdir" dedi. Hz. Ka'b radıyaiiahu anh buyurdu ki: "Hırs, aç gözlülük ve ihtiyaçlarını insanlardan istemektir". Biri Hz. Fudayl bin lyaz rahme­tuiiahi aieyh'e Hz. Ka'b radıyallahu antim sözünün izahını sordu. O şöyle buyurdu: "Alim bir şeye tamah etmeye başladığı an, onu talep etmeye başlar. Bu yüzden ondaki din berbad olur (çünkü onun talebiyle uğraşmak, dinle uğraşmayı zayi eder). Bir de hırs onu her şeye çeker. Hatta onun gönlü, <Şu da benim olsun, bu da benim olsun> diye ister. Sonra insanların ihtiyacını yerine getirmelerini ister. Kim talebini yerine getirirse onun önünde eğilmek ve ona itaat etmek zorunda kalır. O kişi alimi dilediği yere çekip, götürür. Senin de homurdanarak onun dedi­ğini kabul etmen gerekir. O yanından geçerken ona selam vermen gerekir. Has­ta olunca onu ziyaret etmen gerekir. Bu selam ve ziyaret Allah için olmayıp aksi­ne dünya sevgisinden dolayıdır (dünya için olduğuna göre onun sevabı malum­dur!)". Ondan sonra Hz. Fudayl rahmetuiiahi aleyh buyurdu ki: "Bu hadis (amel yap­mak için ve işe yaraması bakımından) yüz hadisten daha üstündür"[104]Hz. Sa'd bin Ebî Vakkas radıyaiiahu anh buyurdu ki: Bir adam Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'ln yanına geldi ve "Ya Rasûlallah! Bana kısaca nasihat bu­yurunuz (Tâ ki ona sımsıkı yapışayım)" dedi. Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Başkasının yanında bulunan şeylerden ümidini tamamen kes (zerre kadar o tarafa iltifat etme). Kendini aç gözlü olmaktan tamamen koru. Çünkü aç gözlü olmak peşin fakirliktir (yani o şeye vakti gelince zaten ihtiyaç olacaktır, an­cak -aç gözlü olmaktan dolayı- ihtiyaç şimdiden başlamış olur). Kendini özür di­lemek zorunda kalacağın şeylerden koru"[105]Hz. Ebû Eyyûb radıyaiiahu anh'\n rivayetiyle buna benzer bir sual ve cevap yakında geçmişti. Her iki hadiste de diğer nasihatler müşterektir. Her şahsın ken­di durumuna uygun olarak birer nasihatte farklıdır. Bazı rivayetlerde Hz. Sa'd ra-dıyaiiahu anh'ın hadisinde dört şey zikredilmiştir. Onlardan üçü Ebû Eyyûb radıyalia-hu an/ı'ın rivayetinde de geçmiştir. Bunda fazladan zikredilen dördüncü şey aç gözlülüktür.[106] Ayrıca, "Başkasının yanındaki şeylerden kendi ümidini kes" İfadesi her iki hadiste de ortaktır ve çok önemli bir şeydir. Çünkü bu şey sayesinde in­san ne kendisi perişan olur ne de başkasının önünde eğilir.Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Bir kimse evinde güven içindeyse, Allahu Teâlâ ona beden sağlığı ihsan ettiyse ve yanında bir günlük yemeği varsa, sanki dünyanın herşeyi onun yanında bulunmaktadır"[107]Öyleyse onun başkasının bir şeyine göz dikmesine ne gerek vardır. Hz. Abdullah bin Amr radıyaiiahu da buna benzer şöyle bir olay nakledilmiştir: Bir adam Rasülul-lah sallallahu aleyhi vesellem'e, "Bana kısa bir şey söyleyiniz" dedi. Rasûlullah sallalla-hu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Namazı en son namazın gibi (ve Allahu Teâlâ'-nın karşısında hazırmış gibi) kıl. Çünkü her ne kadar sen onu görmesen de, O seni mutlaka görmektedir. Başkasının elinde olan şeyden ümidini kes ki, en zengin sen olasın. Kendini özür dileyeceğin şeyden (söz ve davranıştan) koru"[108]Yine bir adam Hz. Sa'd radıyaiiahu anh'Ğan kendisine bir nasihat etmesini rica etti. O buyurdu ki: "Namaz kılacağın zaman güzelce abdest al. Çünkü ab-destsiz namaz olmaz. Namazsız da iman olmaz. Namaza başladığın zaman en son namazmmış gibi kıl. Çok çeşitli hacetleri talep etme. Çünkü böyle yapmak peşinen fakirliktir. Başkasının elinde olan şeyden tamamen ümidini kes. Asıl zenginlik işte budur. Sonunda özür dileyeceğin veya af talep edeceğin hiçbir söz ve davranışta bulunma"[109]İmam Gazali rahmetuiiahi aleyh buyuruyor ki: "Bazı insanlar malı terk edenin zahid olduğunu sanmaktadırlar. Bu doğru değildir. Çünkü insanların arasında iti­bar görmek isteyen, onların yanında övülmek isteyen herkesin, malı bırakması ve kalın elbise giyinmesi kolaydır. Dünya ile ilgilenmediklerini açıklayan nice kim­seler vardır ki, onlar az yemeğe kanaat ederler. Her zaman kapılarını kapatırlar. -"Hatta kapısı olmayan evlerde kalırlar. Böyle yapmakla onların maksadı halkın arasında şöhret kazanmaktır. Ve nice güzel elbise giyenler zühd davasına kalkı­şırlar. Bu güzel elbiseleri sünnete ittiba etmek için giydiklerini, o elbiseler vesâ-ireye kendi nefsani arzularından dolayı iltifat etmediklerini, aksine insanların ısrar ve arzuları üzerine giyindiklerini söylerler. Halbuki maksatları halkın kendilerine bu çeşit elbiseleri hediye olarak takdim etmeleridir. Bu iki fırka din yoluyla dünya kazananlardır. Çünkü dünya sadece malın adı değildir. Makam ve itibar talep et­mek de dünyadır. Zahid olan kişinin üç alâmeti vardır. Onları herkes kendinde meydana getirmek için çalışmalıdır; [110] Yanında bulunan şeye sevinmemeli olma­yan şeye de üzülmemelidir. Aksine evlâ olan şudur ki, olana üzülmeli olmayan şeye de sevinmelidir. [111] Kendini övenle, kınayan onun gözünde bir olmalıdır. Çünkü bu makam ve itibara karşı zâhidliğin alâmetidir. Birincisi ise mala karşı zâhidliğin alâmetidir. [112]Kendisinde Allahu Teâlâ'ya karşı ünsiyet, muhabbet olması ve O'na itaatte, tatlılık ve halâvet hissetmesidir"[113]

Burada gönlüm büyüklerin iki olayını örnek olması için yazmayı   istemek­tedir. Birincisi; Şeyhul Meşâyih Kutbul İrşad Hz. Reşid Ahmed Gangohi kuddise kendi mürşidi Şeyhul Arab vel Acem Hz. Hacı Imdadullah Efendiye (Allah derecesini yüceltsin) yazdığı mektuptur. Bu mektup Mekâtibi Reşîdiyye de yer almış ve basılmıştır. Mektuptaki ifadeler şunlardır:"Efendi hazretleri, bu hakîr kulun, kendi hallerini açıklamasını istemişler. Ey benim iki cihan sığınağım! Bu sefilin hangi halini ve hangi derecedeki bir güzelliğini kemâlât aftâbının yüzüne karşı arzedeyim? Allah'a yemin olsun ki çok utanıyorum. Hiçbir şey değilim. Zâtı âlileri buyurduğu için artık ne yapa­yım. Çaresiz bir şeyler yazmak gerekiyor. Mürşidi Men hazretleri! Zahiri ilmin hali şudur ki; sizin huzurunuzdan uzaklaşalı yaklaşık yedi küsur sene oldu. Bu seneye kadar ikiyüz küsur kişi hadis senedi (diploması) alarak gittiler. On­ların çoğu ders okutmaya başladılar. Sünnetlerin ihyası için çalıştılar ve dini yaydılar. Eğer kabul olursa bu şereften daha büyük şeref yoktur. Zâtı âlileri­nin pabuçlarının yanında kalmamın faydasının özeti şudur ki; kalbimin kökün­de, Hak'kın gayrısından fayda ve zararın geldiğine yönelme yoktur. Vallahi bazı vakitlerde kendi meşaihimden ayrılık oluyor. Bundan dolayı kimsenin öv­mesi ve kötülemesine aldırmıyorum. Kötüleyeni de öveni de uzak görüyorum. Tabii olarak masiyetten nefret ve tabii olarak itaate rağbet meydana gelmiştir. Ve bu tesir, efendi hazretlerinin nurlu kandilinden ulaşan o sade hatıranın nisbetindendir. Daha fazla arz etmek küstahlık ve hayasızlıktır. Allah'ım! Beni affeyle. Çünkü efendi hazretlerinin emri üzerine yazdım, Yalancıyım. Hiçbir şey değilim. Ancak Senin himayen var. Ancak Senin varlığın var. Ben neyim ki? Hiçbir şey değilim. O ben denilen  şey, Sensin. Ben ve Sen diye ayırmak şirk içinde bir şirktir.Artık arzetmekten mazur görüp bunu kabul ediniz. Vesselam. 1306 H" Bu kıymetli mektup vefatından 17 sene öncesine aittir. Bu 17 senede me-dih ve zemmin eşitliğinde Hak'kın gayrısındaki fayda ve zarara iltifat etmeme konusunda onun terakki ve yükselişini kim idrak edebilir?İkinci olay Emîr Şâh Han tarafından Emîrür Rivâyât adlı eserde yazılmış­tır. O yazıyor ki: iskender Abâd kasabasında Hasanpûr adlı bir köy vardı. Ben de o köyü gördüm. Çok büyük bir köy. O bir zamanlar (meşhur hadis üstadlarından) Muhammed İshak (Dehlevi) hazretleri ve Muhammed Yakub efendi hazretlerinin kaldıkları köydü. Muzaffer Hüseyin Kandehlevi hazretleri onlar hakkında şöyle buyurdu; "Muhammed İshak ve Muhammed Yakub hoca efendiler son derece cömert idiler. Çoğu zaman darlıktan dolayı biraz üzüntülü olurlardı. Ancak bir gün ben iki kardeşin son derece neşeli ve güler yüzlü olduklarını gördüm. Se­vinçlerinden oraya buraya gidip geliyorlardı. Kitaplarını buradan oraya, oradan buraya koyuyorlar, birbiriyle sevinçli bir tarzda konuşuyorlardı. Ben bunu görün­ce, <Belki de bugün kendilerine Hindistan'dan büyük bir para geldi de ondan seviniyorlar> sandım (çünkü bu iki zât o vakit Mekke-i Mükerreme'de ikamet et­mekteydiler). Böyle düşünerek ben olayı öğrenmek istedim. Ancak yaşlı olana sormaya cesaret edemedim. Küçük kardeşe, <Efendi siz bugün çok sevinçli görünüyorsunuz. Bunun sebebi nedir?> dedim. O hayreti! bir ses tonuyla, <Sen duymadın mı?> dedi. Ben, <Hayır> dedim. Buyurdu ki; <Bizirn köyümüz Hasan-pûr zapt olundu. Bu sevinç ondan dolayıdır. Çünkü orası olduğu müddetçe biz de Allah'a tevekkül yoktu. Şimdi ise sadece Allah'a tevekkül kalmıştır>".Hz. Mevlânâ Eşref Ali Tanvî (Allah kabrini nurlandırsın) bu olay üzerine şunu yazmıştır: Ben Hz. Gavs-ı Pâk rahmetuiiahi aieyti\n bir sevincini hatırladım. O sevinç şöy­leydi; hizmetçisi kıymetli bir aynanın kırıldığını (korkarak) şu mısrayla haber verdi;Kaza ile Çin aynası kırıldı O hiç düşünmeden derhal şöyle buyurdu:İyi ki benlik esbabı kırıldı[114]

11) HZ. Aişe radıyallahu anha şöyle buyurdu: "Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi ömrü boyunca (vefatına kadar) iki gün üst üste arpa ekmeğiyle kar­nını doyurmadı".                                                                          (Şemail-İ Timizi)

İZAH: Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm hayatı işte buydu. Birkaç hadiste değil, yüzlerce hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm bu hayat şekli bulun­maktadır. Bugün Müslümanlar fakirlik ve yoksulluk hakkında o kadar gürültü ve kargaşa yapmaktadırlar ki, sınırı yoktur. Ancak ömür boyu iki gün karın doyura­cak sade bir ekmek bulamayan kaç kişi vardır? Şema/Zdeki bir başka hadiste Hz. Aişe radıyaiiahu anha, Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vese/tem'in bütün ev halkının aynı durumda olduklarını naklederek, "Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vese//em'in ev halkı, onun vefatına kadar iki gün arka arakaya arpa ekmeğiyle asla karınlarını doyur­madılar" buyurmuştur. Hz. İbni Abbas radıyaiiahu anhuma buyuruyor ki: Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem ve onun ev halkı akşam yemeğini bulamadan pek çok gece geçirirlerdi. Hepsi bütün geceyi yokluk içinde geçiriyorlardı. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'\n geçimi arpa ekmeğine dayanıyordu".Hz. Sehl radıyallahu anh'a biri "Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem"\r\ elenmiş un-dan yapılan ekmek yemek âdeti miydi?" diye sorunca Hz. Sehl radıyaiiahu anh, "Ra­sûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem vefat edene kadar elenmiş unu belki de görmemiştir" dedi. Adam, "Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem zamanında sizlerin yanında eiek yok muydu?" dedi. Hz. Sehl radıyeiiahu anh, "Elek kullanma geleneği yoktu" dedi.' O adam (hayretle), "Elemeden arpa ununu nasıl yiyordunuz?" dedi. Hz. Sehl radıyal­lahu anh buyurdu ki: "Unu (karıştırıp hareket ettirerek) üflerdik. Böylece (kaba ve iri olan) saplar uçardı. Geri kalanı pişirirdik".[115]Bugün elenmemiş buğday unundan yapılan ekmeğin yenmesinin zor olduğu kabul edilmektedir. Halbuki o yüce zat­lar elenmemiş arpa unundan yapılan ekmeği yerlerdi. O da karın doyuracak ka­dar bulunamazdı. Hz. Aişe radıyallahu anha buyuruyor ki: "Ben doyuncaya kadar yemek yediğim zaman (elimde olmadan) ağlayasım geliyor ve ağlıyorum". Biri, "Bunun sebebi nedir?" deyince, "Ben Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseüem'ln zamanı­nı hatırlıyorum. Rasûluliah saiiaiiahu aleyhi veseitem, vefatına kadar hiçbir zaman (et veya ekmekle) günde iki öğün karnı doyana kadar yiyememiştir".[116]Saîd Makberî rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Hz. Ebû Hureyre radıyaiiahu anh ye­mek yiyen bir topluluğun yanında geçti. Önlerine kızartılmış tavuk konulmuştu. Onlar Hz. Ebû Hureyre radıyallahu antiı buyur ettiler. O bunu kabul etmedi ve "Ra­sûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem arpa ekmeğiyle karnını doyuramadan bu dünyadan ahirete intikal etmiştir" buyurdu.[117] Yani Ben gönül arzusuyla nasıl tavuk yiyebili­rim demek istemiştir. Hz. Ebû Hureyre radıyaiiahu anh'm sözü genel durum hakkın­dadır. Yoksa Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem m tavuk yediği sabit olmuştur.Bir hadiste şöyle geçmektedir: "Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem yokluk içinde değilken de çoğu zaman aç dururdu". Yani yemek olduğu halde yine de Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem az yerdi. Çünkü aç durmakla nur artar. Başka bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Bir kimse dünyada yeme-içmenin miktarını azal­tırsa, Allahu Teâlâ bunun üzerine meleklere karşı öğünerek şöyle buyurur; <Bakın Ben onu yemek ve içmekte azlığa mübtela kıldım. O sabretti. Siz şahit olun ki, onun azalttığı lokma karşılığında onun için Cennet'te bir derece verilmesine ka­rar veriyorum>"[118] Her yerde şuna dikkat etmek gerekir ki, kişi kendi isteğiyle sağ­lığına zarar vererek diğer dini işlerde aksaklığa sebep olacak kadar yemeğinde azaltma yapmamalıdır. İşte bundan dolayı oruçtan dolayı bedende zayıflık mey­dana gelmesin diye sahur yemeği sünnet kılınmıştır. Aynı sebepten dolayı gece uyanmaya yardımcı olsun diye öğlen uykusu (kaylûle) sünnet kılınmıştır.

Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem buyurdu ki: "Hiçbir kap doldurulma açısın­dan karından daha kötü değildir (yani karnı doldurmanın kötü olduğu kadar hiçbir kabı doldurmak kötü değildir) İnsan mecburdur. Mutlaka yemesi gerekir, öyleyse karnın üçte birini yemeye üçte birini içmeye üçte birini nefes almaya ayırmak gerekir. Bir defasından Hz. Fatıma radıyaiiahu anha bir ekmek parçası alıp Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem \r\ huzuruna gitti. Rasûlullah sailailahu aleyhi veseiiem, "Bu nedir?" buyurdu. Hz. Fatıma radıyaiiahu anha, "Ya Rasûlallah! Ben bugün ekmek pişirmiş-tim. Gönlüm siz yemeden onu yemeye razı olmadı" dedi. Rasûlullah sallallahu aley­hi veseiiem buyurdu ki: "Bu üç günden beri babanın yediği ilk şeydir" (yani üç gün­den beri hiçbir şey yemeğe sıra gelmedi).Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Dünyada aç duranlar ahirette tok olacaklardır. Allahu Teâlâ hazmı bozulacak kadar yiyen kimseden hiç hoş­lanmaz. Bir kimse gönlünün çektiği bir şeyi yemeyi terk ederse, onun için Cen-net'te dereceler vardır". Hz. Ömer radıyaiiahu anh buyurdu ki: "Doyacak kadar ye­mekten sakının. Bu hayatta ağırlığa {kilo almaya) sebeptir. Ölüm vakit ise pisliğe ve kokuşmaya sebep olur". Hz. Şakîk Belhi rahmetuliahi aleyh buyuruyor ki: ibadet bir sanattır. Onun dükkanı yalnızlıktır. Önün (iş yapan) aleti aç kalmaktır".Hz. Fudayl rahmetuliahi aleyh kendi kendine şöyle dedi: "Sen aç kalmaktan korkuyorsun. Bu korkulacak bir şey değildir. Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem ve Sahâbe-i Kiram aç kaldıklarına göre senin hakikatin nedir ki?" Hz. Fudayl rahme­tuliahi aleyh şöyle derdi: "Allah'ım! Sen beni ve benim çoluk çocuğumu aç bıraktın. Karanlık gecelerde ışıksız bıraktın. Bu Senin salih kullarına yaptığın muameledir. Allah'ım sen bu nimeti hangi amelden dolayı ihsan ettin? Yani şu an hayret edi­yorum ki ben (kendi görüşüme göre) iyi biri değilim. Öyleyse iyi insanlara yapıla­na benzer bu muamele hangi amelimin karşılığıdır". Hz. Kehmes rahmetuliahi aleyh "şöyle buyurdu: "Allah'ım sen beni aç bıraktın, çıplak bıraktın. Karanlık gecelerde kandilsiz bıraktın. (Ben ise bu ihsanlara layık değilim. Bana bu dereceler) hangi şeylerden dolayı verilmiştir". Hz. Feth Mevsılî rahmetuliahi aleyh şiddetli bir hastalı­ğa yakalandığında ya da şiddetli bir şekilde acıktığında, "Allah'ım! Sen beni açlık ve hastalığa mübtela kıldın. Sen bu ibtilâyı iyi kullarına verirsin. Ben Senin bu ihsanına hangi iyi amelimle şükredeyim?" derdi.Mâlik bin Dinar rahmetuliahi aleyh Muhammed bin Vâsi'ye şöyle dedi: "Yaşa­yacağı kadar erzakı olan ve halktan dilenmeye muhtaç olmayan kimseye ne mutlu!" Muhammed bin Vâsi rahmetuliahi aleyh buyurdu ki: "Sabah aç kalan ve ak­şam aç kalan, buna rağmen Rabbinden razı olan kimseye ne mutlu!" Tevrat'ta yazıyor ki: "Sen doyuncaya kadar yemek yediğin zaman, aç kimselerin hayalini de kalbinden geçir". Ebû Süleyman rahmetuliahi aleyh diyor ki; "Benim akşam ye­meğinden bir lokma az yemem, bana bütün gece uyanık kalıp (ibadet yapmam­dan) daha sevimlidir". Yine o şöyle buyurdu: "Açlık, Allah'ın, dostlarına vermiş olduğu bir hazinedir". Hz. Sehl bin Abdullah Tüsteri rahmetuliahi aleyh yirmi günden fazla aç olarak geçirirdi. Onun bir yıllık gıdasının ağırlığı bir dirhem (yaklaşık 3,25 gr) olurdu. O aç durmaya çok teşvik ederdi. Hatta şöyle derdi: "İhtiyaçtan fazla olan yemeği terk etmeye eşit hiçbir iyi amel yoktur. Çünkü bu Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem'e tabî olmaktır". Yine o şöyle buyururdu: "Hikmet ve ilim  ve aünah doyuncaya kadar yemekte toplanmıştır". O bir de şöyle buyurmuştur: "Kişi aç durmayı, susmayı ve geceleri uyanmayı alışkanlık haline getirmedikçe ve yalnızlığı sevmedikçe Ebdal zümresinden olamaz".

Abdul Vâhid bin Zeyd rahmetuliahi aleyh yemin ederek şöyle buyururdu: "Alla­hu Teâlâ kimseyi aç kalmadan temizlemez. Bu manevi temizlikten dolayıdır ki Allah dostları su üzerinde yürürler. Bu yüzden onlara Tayyûl Arz nasib olur"[119] Tayyûl Arz Allah dostlarına verilen özel bir süratin adıdır. Bundan dolayı onlar birkaç adımla binlerce kilometre yol katederler.İmam Gazali rahmetuliahi aleyh buyuruyor ki: Aç durmaktan dolayı 10 fayda hâsıl olur:

1)  Onunla kalp temizliği elde edilir. Mizaç serileşir. Basiret artar. Çünkü karın tıka basa yemekten dolayı insan tabiatında ahmaklık meydana gelir ve kal­bin nuru gider. Midenin gazları beyni kuşatır. Bu da kalbe tesir eder. Böylece kişi fikir (sahasında) koşmaktan aciz kalır. Hatta küçük yaştaki bir çocuk eğer fazla yerse, onun hafızası da bozulur. Zihni kapanır. Ebû Süleyman Dârâni rahmetuliahi aleyh buyuruyor ki: "Aç kalmaya alışın. Zira bu, nefsi itaatkar kılar, kalbi yumuşa­tır, semavi ilimler onunla hasıl olur".Hz. Şibli rahmetuliahi aleyh buyuruyor ki: "Ben hangi gün Allah için aç kaldıy-sam, o gün kendi içimde bir ibret ve hikmet kapısının açılmış olduğunu gördüm". Bundan dolayı Hz. Lokman aieyhisseiam oğluna şöyle nasihat etmiştir: "Oğlum mi­de dolunca fikir uyur ve hikmet dilsizlesin Âzâlar ibadete karşı tembelleşirler". Ebû Yezîd Büstâmi rahmetuliahi aleyh buyurdu ki: "Açlık bir buluttur. İnsan aç kalın­ca o bulut kalp üzerine hikmet yağdırır".

2) İkinci fayda kalbin yumuşamasıdır. Bu yumuşamadan dolayı zikir vs. kalbe tesir eder. Bazen insan büyük bir teveccühle zikrettiği halde kalp ondan lezzet almaz. Ondan müteessir olmaz. Kalp yumuşayınca zikre de lezzet gelir. Dua ve münacatında tadı olur. Ebû Süleyman Dârâni rahmetuliahi aleyh diyor ki: "Ben İbadetlerden en fazla zevki, açlıktan dolayı karnım sırtıma yapıştığı zaman alırım". Hz. Cüneyd Bağdadî rahmetuliahi aleyh buyuruyor ki: "Kişi Allahu Teâlâ ile kendi sinesi arasına bir yemek torbası koyar. Sonra Allahu Teâlâ ile münacatın lezzetinin kendisine nasip olmasını ister". (Burada karnı doldurmak,    fakirin torbasını doldurmasına benzetilmiştir).

3)  Üçüncü fayda insanda acizlik ve alçak gönüllülük meydana gelme­si, kibir ve gururun gitmesidir. Bu ise azgınlık ve Allahu Teâlâ'dan gafil kalma­nın kaynağıdır. Nefs açlık ile alt olduğu kadar hiçbir şeyle alt edilemez. Kişi kendi nefsinin zillet ve aczini görmeden Mevlâsının izzet ve galebesini göremez. Kişi sık sık aç kalmalıdır ki, Mevlâ'sına zevkle yönetebilsin. Bundan dolayıdır ki, Allahu Teâlâ Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem e Mekke-i Mükerreme'nin bütün arazisinin

 

 

 

 

 

 

 

altın kılınmasını teklif edince Rasûlullah A.s  şöyle dedi: "Allah'ım bunu istemiyorum. Aksine ben istiyorum ki, bir gün aç kalayım, bir gün yiyeyim. Tâ ki aç kaldığım gün sabredeyim. Sana acizliğimi arz edeyim (Sen'den isteye­yim). Yediğim gün de Sana şükredeyim".

4) Dördüncü fayda felaketzedelerin ve yoksulların halinden gafil olun-mamasıdır. Çünkü karnı tok adam açların ve muhtaçların başından nelerin geç­tiğini asla tahmin edemez. Hz. Yusuf aiâ nebiyyina ve aieyhissaiatü vesselama biri, "Yer­yüzünün hazinesi senin elinde olduğu halde yine aç duruyorsun" deyince buyur­du ki: "Ben karnımı doyurunca açları unutacağımdan korkuyorum". Aç ve susuz durmakla kıyamet gününün açlığı ve susuzluğu da hatırlanmakta ve Allah'ın aza­bının korkusu da doğmaktadır. Ayrıca Cehennemin şiddetli açlık ve susuzluğun­da, yemek için ne verileceği hatırlanmaktadır. Öyle bir yemek ki, boğaza takıla­caktır. Orada içmek için ne verileceği hatırlanmaktadır. O Cehennemliklerin ya­ralarından çıkan irin ve iltihaplardır.

5) Beşinci fayda asıl ve en önemli olandır. O da günahlardan sakın­maktır. Çünkü karnın tok olması bütün şehvetlerin kaynağıdır. Açlık ise her çeşit şehveti kırmaktadır. İnsan için en büyük saadet, nefsine hakim olmasıdır. En büyük bedbahtlık jse nefsinin ona hakim olmasıdır. Bu şuna benzer; Azgın bir at aç bırakılarak elde tutulabilir. Ama o iyice yer ve içerse azgınlaşır. Nefsin duru­mu da aynıdır. Bir Allah dostuna biri, "Siz yaşlılığınızda bile vücudunuza bakmı­yorsunuz (biraz güç ve kuvvet verecek şeyleri yemeniz gerekir)" dedi. O, "Bu nefs keyf ve zevke doğru çok hızlı gitmektedir. Ben onun beni bir günah musibe­tine batıracağından korkuyorum. Bundan dolayı benim onu meşakkate sokmam, onun beni herhangi bir günahın felaketine sokmasından daha sevimlidir" dedi. Hz, Aİşe radıyallahu anha buyuruyor ki: "Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem''den sonra meydana çıkan ilk bidat, karın doyuracak kadar yemektir. İnsanların karnı do­yunca onların nefisleri dünyaya meyleder".Bu zikredilen (beşinci) fayda sadece bir fayda değil bilakis bir çok faydala­rın hazinesidir. Bunun en az faydası haya yerinin şehvetini ve boş konuşma ar­zusunu terk etmektir. Çünkü aç insanın gönlü boş konuşmaları istemez, işte bu açlıktan dolayı insan, gıybetten, yalandan, fuhuş sözlerinden, koğuculuktan ve bunlar gibi pek çok şeylerden korunur. Karnı tok olunca insan eğlendirici şeyleri ister. Biz ise genellikle insanların iffet ve şerefleriyle eğleniriz. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyuruyor ki: "İnsanı (en çok) Cehennem'e sokan dilinin ektiği şey­lerdir". Haya yerinin şehvet tehlikesi kimseden saklı değildir. İnsanın karnı tok olunca edep yerine hakim olması zorlaşmaktadır. Eğer insan Allah korkusundan dolayı ona hakim olsa da gözün günahı olan (caiz olmayan bir şekilde herhangi bir kadına veya erkeğe bakma işi) mutlaka meydana gelmektedir. Rasûlullah sailal-lahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Tenasül uzvu zina ettiği gibi göz de zina eder". Ffier insan qözünü kapatarak buna hakim olsa bile önceden görmüş olduğukimsenin hayalleri kalbine gelecektir. Şehvet hayalleri Allah ceiie ceiaiuhu ile olan münacatın lezzetini yok etmektedir. Bazen bu bozuk hayaller namazda da gel­mektedir. Dili ve edep yerini misal olsun diye zikrettik. Yoksa bütün bedenin, bü­tün günahları karın tokluğundan meydana gelen şehvetten doğmaktadır.

6)  Altıncı fayda ise, az yemekle uyku az gelir. Sık sık uyanma nim nasip olur. Çünkü doyasıya yemenin neticesinde çok susanır, suyu fazla içince de çok uyku gelir. Meşâyih şöyle demiştir: "Fazla yemeyin yoksa çok su içersi­niz. Sonra fazla uyursunuz. Bu yüzden de fazla zarar edersiniz". Denilir ki 70 he­kim şu konuda görüş birliğine varmışlardır: "Çok su içmekle çok uyku gelir". Çok uyumakla ömrün büyük bir kısmı zayi olur. Teheccüdün elden kaçması buna ilave­dir. Bir de çok uyumakla insan tabiatında ahmaklık ve kalpte katılık meydana gelir. Hanım yanında olmadığında ihtilama sebep olur. Sonra gusül için gereken esbâb ve malzeme hazır olmayınca da çoğu zaman teheccüd de elden çıkmaktadır.

7) Yedinci fayda kolaylıkla ibadet yapmaya kadir olmaktır. Çünkü tıka basa yemekle çoğu zaman tembellik meydana gelir. Bu da ibadete engeldir. Sadece yemekte bile pek çok vakit zayi olmaktadır. Eğer yemeği hazırlamak gerekirse o zaman daha çok zaman kaybı olacaktır. Bir de yemekten sonra elleri yıkamak, dişleri temizlemek, sonra sık sık kalkıp su içmek gibi şeylere harcanan zamanlar hesap edildiğinde ne kadar zaman eder? Eğer bütün bu vakitler Allah'ı yâd etmeye ve ibadetlere harcanmış olsa, ne kadar kazanç elde edilmiş olurdu. Hz. Sirrî Sakatı rahmetullahi aleyh buyuruyor ki: Ben Ali Cürcani rahmetullahi ateyti'ın yanındayken kavut vardı. O kavutu avuçlayarak yiyordu. Ben, "Kavut alışkanlığı nasıl başladı" dedim. Buyurdu ki, "Ben hesap ettim ki, bir lokmayı ağıza koyduk­tan sonra onu yutana kadar 70 defa Subhanallah diyecek kadar zaman var. Bundan dolayı ben 40 seneden beri ekmek yemedim. Çünkü onu çiğnemek için çok zaman harcanmaktadır".

Gerçek şudur ki insanın her nefesi çok değerli bir cevherdir. Onu ahiret hazinesinde muhafaza etmeye şiddetle ihtiyaç vardır. Tâ ki o asla zayi olmasın. Yalnız bunun şekli şöyle, olur: O nefesi Allah'ı zikretmeye veya başka herhangi bir ibadete sarf etmelidir. Buna ilave olarak fazla yemekten dolayı uzun süre abdestli durulamaz. Ufak abdest ihtiyacı fazla olur. Bunlarla vakit zayi olmasının yanında bu durumlardan dolayı camide uzun süre zaman geçirilemez. Çünkü o ihtiyaçlardan dolayı sık sık dışarı çıkmak gerekir. Buna ilave olarak açlığa alışkın olan kimse için oruç tutmakta kolay olur. Kısaca oruç, itikaf, uzun süre abdestli kalmak ve yeme içme zamanını ibadete harcamak gibi o kadar çok faydalar var­dır ki, bunların hepsi sayılamaz. Dinin kadrini bilmeyen gafil insanlar bu açlığın kadrini ne bilsinler! Onlar dünyanın birkaç günlük hayatına razı olup mutmain olmuşlardır. Sadece dünyanın hallerini bilmektedirler. Ahiretin ne olduğundan onların haberleri bile yoktur.

8) Sekizinci fayda olarak az yemek beden için sıhhattir. Çünkü pek çok hastalık çok yemekten meydana gelir. Bu yüzden midede ve damarlarda bozuk unsurlar birikir. Bunlardan da çeşit çeşit hastalıklar doğar. Hastalıkların sıhhate aykırı olduğu zannediise bile, bunlar ibadetlere de engel olmaktadırlar ve kalbi karışıklığa ve kararsızlığa itmektedirler. Zikir ve fikre.mani olmasına ilave olarak, ilaç, perhiz, hekim, doktor kan tahlilcisi vs. gibi insanın karşısında uzun boylu bir kargaşa meydana gelir. Bir de bütün bunlar için çekilen sıkıntı ayrı, masraf daha ayrıdır. Ama aç durmakta bütün bu afetlerden korunma vardır.Denilir ki Harun Reşîd rahmetuliahi aleyh bir gün dört tane hekimi bir araya getirdi. Biri Hintli uzman, ikincisi bir Rûmi (Bizanslı), Üçüncüsü Iraklı, dördüncüsü ise Afrikalı idi. Bu dört hekime şöyle bir teklif yöneltti; "Hiçbir şeye zarar verme­yen bir ilaç söyleyin". Hintli, "Benim görüşüme göre hiçbir şeye zarar vermeyen ilaç !hlîlec-i Esved'ölr" dedi. (Buna Urduca'da Helile-i Siyah denir). Iraklı, "Bana göre Habbur Reşâdil Ebyaz'öu" dedi. (Farsça ona Tuhm-i Sibendan, Hintçe'de Halun denir). Rûmi, "Bana göre sıcak sudur. Yani o hiçbir şeye zarar vermez" dedi. Afrikalı, "Bunların hepsi yanlıştır. Ihlîlec mideyi ezerek sıkıştırır. Bu ise hastalıktır" dedi. (Buna ilave olarak ciğer için de zararlıdır[120]). Habbur Reşâd midede kayganlık meydana getirir. Sıcak su ise mideyi gevşetir" dedi. Doktorların hepsi, "Peki öyley­se hiçbir şeye zarar vermeyen ilacı siz söyleyiniz" dedi. Afrikalı, "Tam bir istek ve rağbet olmadan yemek yenmemeli. Fazla yemeye istek ve rağbet varken yemeye son vermelidir" dedi. Diğer doktorlarda onun bu görüşüne katıldılar.Bir filozof doktorun yanında Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm şu hadisi nakledildi: "Karnın üçte biri yemek için, üçte biri su için kalan üçte biri ise nefes almak içindir". O filozof bunu duyunca hayretle şöyle dedi: "Ben az yemek hak­kında bugüne kadar bundan daha üstün ve sağlam söz duymadım. Şüphesiz bu, hikmet sahibinin kelamıdır"

9) Açlığın dokuzuncu faydası masrafların azalmasıdır. Az yemeye alış­kın olan kimsenin masrafı da az olur. Fazla yemekten dolayı masraflar artar. Bu­nu elde etmek için de ya caiz olmayan yolları seçmek zorunda kalır ya da halk­tan dilenme zilletini seçmek gerekir. [121](Hz. Sehl Tüsteri rahmetuliahi aieytiln hali biraz önce geçmişti. Onun bir senelik yemeğinin ağırlığı bir dirhem ağırlındaydı). Bir hekim şöyle demektedir: "Ben pek çok ihtiyaçlarımı onları terk ederek karşılarım. Bundan dolayı ben çok huzurlu ve rahat olurum". Bir başka hekim şöyle der: "Ben bir ihtiyacımdan dolayı birinden borç almak istediğimde kendi nefsimden borç alırım. Ona, <Bunu başka bir zaman öderim> diye anlatırım. Yani senin arzuların şimdi benim üzerime borçtur. Onu başka bir zaman yerine getiririm" derim.Hz. ibrahim bin Ethem rahmetuliahi aleyh bir şeyin fiyatının çok pahalı oldu­ğunu öğrendiğinde kendi dostlarına, "Onu terk ederek ucuzlatın" derdi. (İnsan bir şeyi satın almayı terk ederse, onun parasından müstağni olur. Artık o mal kendi belasıyla kaça isterse satılsın), insanın helak olmasının en büyük sebebi dünya hırsıdır. Bu hırsta karın ve edep yeri yüzünden meydana gelmektedir. Haya uz­vunun kuvveti de karnın kuvvetinden doğar. Yemek az yenirse, bütün bu afet­lerden korunulmuş olunur. Tâbi Allahu Teâlâ kime nasib ederse...

10) Onuncu fayda cömertlik, yardımlaşma ve hayır hasenatın çoğal­masına sebep olmasıdır. Az yemekten dolayı artan bütün yemekler yetimlere, yoksullara ve fakirlere sadaka olarak verilip, kıyamet günü o kişi için gölge ola­caktır. Nitekim Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm şu hadisi önceden geçmişti: "İnsan kıyamet günü kendi sadakasının gölgesi altında olacaktır". İnsan ne kadar fazla yerse o kadar pislik olarak lağımlarda birikecektir. Allahu Teâlâ'nın hazine­sinde birikenler ise ebedi olarak işe yarayacaktır. Pislik olanlar ise boşa gitmiştir. Bundan dolayı Rasûluliah saiiaiiahu aleyhi veseiiem önce geçmiş olan hadiste şöyle buyurmuştur: "İnsan, <Benim malım, benim malım> der. Malında ona ait üç şey­den başka bir şey yoktur; 1-Sadaka vererek ebedi koruma altına aldığı, 2-Yiyip bitirdiği, 3-Giyinip eskittiğidir. Bunlardan başka olaniar başkasının malıdır. Varis­lerin payıdır. Onun o malda hiçbir şeyi yoktur".Buna ilave olarak sadakaların çok sayıda faziletleri geçmiştir. Az yemek hakkında ki bu 10 fayda son derece kısaltılarak zikredilmiştir. Onlardan her biri kendi içinde sayısız faydaları bulundurmaktadır.[122]Önceden de defalarca yazdığımız şu konu göz önünde bulundurulmalıdır: Bu faziletlerin hak olduğunda tereddüt yoktur. Kesinlikle bu yüce sıfatlar öyledir ki, Allahu Teâlâ kendi lütfü ile hoş nasipli birine bunları ihsan ederse, o kişiye dünya ve ahirette rahatlık vardır. Ahiretin sayısız dereceleri ve terakkisinin basa­makları ancak bu şeylerdir. Ancak kişinin kendi tahammülünü göz önünde bulun­durması gerekir. Yoksa, Karga ördek gibi yürüdü de kendi yürüyüşünü unuttu tü­ründen bir şey olur. Daha fazlasını arzu etmekten dolayı insan bazen azından da mahrum olur. O halde bütün bu şeylere kalbi rağbet ettirmek, bu şeyler ile bu ha­yat tarzını kendi içinde meydana getirmeye çalışmak ve bu konulara son derece saygıyla bakmakla birlikte kendi içindeki tahammüle göre amel etmek gerekir. Hasta insana gücünden fazla yük yüklenirse daha çabuk ölür. Bizler nefis hasta­lıklarıyla hastayız. Azalarımız ve kuvvetimizin zayıflığından telef olmuş durumda­yız. Bundan dolayı sıhhati temenni etmek, onun için çalışmak, gayret etmek ve onu arzulamakla beraber kendisini şu an içinde bulunduğu durumdan daha aşa­ğı düşürecek hiçbir şeyi fiilen üstlenmemelidir.İmam Gazali rahmetuliahi aleyh buyuruyor ki: "Az yemeye yavaş yavaş alışıl-malıdır. Çok yemeye alışkın olan kimse yemeğini bir anda azaltırsa ve buna da tahammülü yoksa, hem zayıflayacak hem de sıkıntıya düşecektir. O halde çok ağır ve kolay bir şekilde bunu yapmalıdır. Mesela bir adam günde iki ekmek yiyorsa, o her gün bir ekmeğin yirmi sekizde birini azaltmalıdır. Böyle yapmakla bir ay içinde yemek yarım porsiyona düşecektir. (Eğer buna da dayanmak zor geliyorsa kırkta bir hissesini azaltmalıdır)".Hz. Sehi Tüsterİ rahmetuiiahi aieytie biri, "Sizin mücahedelerinizin başlangıcı nasıl oldu?" diye sorunca, o, "Başlangıçta benim yıllık harcamam üç dirhem (10 gr) idi. O sıralar durum şöyleydi; Ben bir dirheme debs (yani üzüm veya hurma şırası yada suyu) alıyordum. Bir dirheme pirinç unu, bir dirheme de yağ alıyor­dum. Onların hepsini birleştirerek 360 lokma tatlı yapardım. Her gün oruç açar­ken bir tane yerdim" dedi. Biri, "Şimdi usulünüz nedir?" diye sorunca, o, "Şimdi kararlaştırılmış hiçbir şey yoktur. Fırsat bulursam biraz yiyorum" dedi. (Az önce bu zatın yemeden 20 gün geçirdiği geçmişti).Hz. Ebû Zer Gıfari radıyaliahu anh buyurdu ki: Benim geçimim Rasûlullah sah îaiiahu aleyhi veseiiem zamanında haftada bir sa[123] idi. Allah'a yemin olsun ki ölene kadar asla bunu arttırmayacağım. Çünkü ben Rasûlullah saiiaiiahu aleyhiveseiiemln şöyle buyurduğunu işittim: "Sizden bana en sevimli ve kıyamet günü bana en yakın kimse, ölene kadar şu anda bulunduğu halde kalandır". Bundan dolayı o bazı Sahâbe-i Kiram radıyaiiahu anhum hazretlerine itiraz ederdi ve şöyle derdi: "Siz Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem zamanındaki hayat tarzını terk ettiniz. Siz arpa ununu elemeye başladınız. Halbuki o zaman elenmiyordu. Sizler ince ekmekler jyufkalar) yemeğe başladınız. Bir çok yemekler sofralar üzerine gelmeye başla­dı. Siz Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem zamanında böyle değildiniz".Hz. Hasan Basri rahmetuiiahi aleyh buyuruyor ki: Müslümanın misali oğlak gi­bidir. Ona bir avuç kuru hurma, bir avuç kavut ve bir yudum su yeterlidir. Münafı­ğın misali yırtıcı hayvana benzer. O yemekleri şapır şupur yer ve içeceklerin hepsini lokur lokur içer. Ne komşusunu düşünür ne de başkasını kendine tercih eder. İhtiyacınızdan fazla olan şeyleri (hayır yaparak) ileri gönderin (bu sizin işi­nize yarar)". Hz. Ebû Bekr Sıddık radıyaliahu anh 6 gün üst üste aç dururdu. Hz. Abdullah bin Zübeyr ractıyaiiahu anh 7 gün aç dururdu.Denilir ki bir Allah dostu bir rahiple karşılaştı. Onunla konuştu. Bu konuş­ma esnasında onu İslam'a davet etti. Rahip konuşma sırasında, "Hz. Mesih a/â nebiyyina ve aieyhissaiatü vesselam kırk gün aç dururdu. Bu ancak mucize şeklinde olabilir. Peygamberden başkası bunu yapamaz" dedi. O zat, "Eğer ben 50 gün aç durursam o zaman Müslüman olur musun?" dedi. Rahip, "Elbette olurum" de­di. O zat onun yanında kaldı. 50 günü tamamlayınca, "Bu vaad edilen süredir. Al on gün daha fazladan" deyip on gün daha aç durdu. Tam 60 gün sonra yemek yedi. Rahip çok hayret etti ve Müslüman oldu.Bir hadiste şöyle geçmiştir: "Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem sabahleyin yediği zaman akşam yemezdi. Akşam yediği zaman da sabah yemezdi[124] (yani arasıra böyle bir âdeti de vardı). Bundan başka bazı geçmiş büyük zatların bir vakit yemek yeme âdetleri olduğu nakledilmiştir. İmam Râzi rahmetuiiahi aleyh bu­yuruyor ki: "Bir öğün yemek yemeye alışkın olan kimsenin sahur vaktinde yeme­si daha hayırlıdır. Tâ ki gündüz oruç tutma faziletini elde etsin. Bir de geceleyin nafileler, zikir vs. mide boş iken yapılsın". Hz. Mâlik bin Dinar rahmetuiiahi aieyh'm canı 40 yıl kadar süt istediği halde süt kullanmamıştır. Bir defasında bir yerden kendisine taptaze hurmalar geldi. Dostlarına, "Bunları siz yiyin. Ben 40 seneden beri bunları tatmadım" buyurdu.[125]İmam Gazali rahmetuiiahi aleyh bu zatların bu çeşit olaylarını sık sık zikret­miştir. Bu mücahedeleri sayesinde o yüce zatlardan kerametler zuhur ederdi. Şimdi o zatların kerametinin benzerini herkes istiyor. Ancak bunun için onlar gibi mücahede yapılması gerekir. Biz gıdaların en âlâsını ve en üstününü istiyoruz. Öyleyse mücahede nasıl olsun ki? Bir büyük zat kendisiyle görüşen birini yeme­ğe davet etti ve sofranın üzerine ekmek koydu. O şahıs ekmekler arasından evi­rip çevirip güzel ekmek aramaya başladı. Ev sahibi zat, "Böyle ne yapıyorsun? Kötü zannederek bıraktığın ekmeklerde şu kadar faydalar vardır. Çok büyük me-şakketlere katlanarak şu kadar insan bunun üzerinde çalışmıştır. Pek çok çalı­şanların çalışmalarının ardından buluta su gelmiş, sonra o yağmur şeklinde yağ­mıştır. Sonra bu ekmeğe, rüzgarların, toprağın, hayvanların ve insanların emeği geçmiştir, işte bu ekmek senin önüne bu şekilde gelmiştir. Ondan sonra sen bunlar arasından iyisini, kötüsünü seçiyorsun" buyurdu.Denilir ki 360 tane çalışan elemanın çalışması olmadan bir ekmek pişmiş olarak sizin karşınıza gelmez. Bunların ilki Hz. Mîkâîl a/ey/»sse/am'dır. O Allah'ın rahmet hazinesinden o şeyi ölçerek çıkarır. Sonra bulutlarla görevli olan melek­ler onu yürütürler. Sonra ay, güneş, gökyüzü, sonra rüzgarlarla görevli melekler, onlardan sonra hayvanlar ve en sonunda ekmeği pişirenler gelir. Her türlü nok­san sıfatlardan beri olan yüce Rabbimin şu irşadı ne kadar doğrudur.

"Allah'ın nimetlerini saymaya kalksanız tam olarak sayamazsınız"                                      (İbrahim-34)

Bundan sonra son derece önemli ve dikkat edilmesi gereken şeylerden bi­ri de az yeme yolu seçildiğinde, bu konuda riya ve itibar kazanma sevgisinden sakınmaya çok ihtimam gösterilmesidir. Sakın kendisi açlıktan ölürken nefsi düzeleceği yerde daha fazla bozulmasın. Alimler şöyle yazmışlardır: "Yemek arzusundan kaçıp, riya ve gösterişe düşen kimse, akrepten kaçıp da yılanın ağ­zına doğru giden kimseye benzer"[126]Kısaca az yemek sevilen ve övülen bir şeydir. Bunda din ve dünyanın pek çok faydaları vardır. Tabi bunlar zayıflığa, riyaya ve diğer tehlikelere düşmemek şartıy-ladır. Şüphesiz ki Rasûlullah saiiaitahu aleyhi veseiiem'm hayatını, onun geçimini, onun muâşeratını, onun fakirlik ve yoksulluğunu zihinlere yerleştirmek gerekir. "Asıl ya­şantı budur" diyerek onu gönülden beğenmeüdir. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesei-/em'in seçtiği hayat tarzı yokluktan, mecburiyetten veya imkanlar elvermediğinden dolayı değildi. Aksine bu hayatı kendi rızasıyla ve rağbetiyle seçmiş ve beğenmişti.Bir defasında Hz. Aişe radıyatlahu anha, "Ya Rasûlallah! Siz Allahu Teâlâ'dan rızkın bollaşmasını neden istemiyorsunuz?" diye arz etti. Hz. Aişe radıyaliahu anha diyor ki: Ben bunu dedikten sonra Rasûluilah saiiaiiahualeyhiveseiiem'm şiddetli aç­lığını görünce ağladım. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Ey Aişe! Canım kudret elinde olan Allah'a yemin olsun ki, eğer ben Rabbimden altından dağların benimle beraber yürümesini-isteseydim. Allahu Teâlâ onları benimle be­raber yürütürdü. Ancak ben dünyada aç durmayı, karın tokluğuna tercih ettim. Ben dünyanın yoksulluğunu, onun servetine tercih ettim. Ben dünyanın gammını, onun sevincine tercih ettim. Ey Aişe! Dünya Muhammed saiiaiiahu aleyhi veseiiem ve onun âline uygun değildir. Allahu Teâlâ Ûlül Azim (yani azimli ve yüksek derece­li) Rasûllerin sıkıntılara sabretmelerini ve dünyanın rahatından sakınmalarını be­ğenmiştir. Onlar için beğendiği şeyleri bana emretmiştir. Nitekim Allah ce//e ceiaiuhu şöyle buyurmuştur:<Sen de Ûlül Azim (azim ve sebat sahibi) Rasûllerin sabrettiği gibi sabret>(Ahkaf-35). Benim Allah'ın emrini yerine getirmekten başka çarem yoktur. Allah'a yemin olsun ki, ben gücümün yettiği yere kadar onların sabrettiği gibi sabrede­ceğim. Güç ve kuvvet ise Allah'ın vermesiyle gelir".Bir hadiste şöyle geçmektedir: Hz. Ömer radıyaliahu anh zamanında fetihler çoğalınca kızı Ümmül Mü'minin (mü'minlerin annesi) Hz. Hafsa radıyaliahu anha şöyle dedi: "Artık siz de başka ülkelerin elçileri geldiği zaman ince elbise giyiniz. Birine yemek pişirmesi için emir veriniz. Tâ ki o, elçileri yedirsin, siz de onlarla birlikte yiyiniz". Bunun üzerin Hz. Ömer radıyaliahu anh buyurdu ki: "Sen de biliyor­sun ki, insanın halini onun ev halkı çok iyi bilir". Hz. Hafsa, "Elbette öyle" dedi. Sonra Hz. Ömer radıyaliahu anh şöyle buyurdu: "Sana yemin vererek soruyorum; sen bilmiyor musun ki, Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem peygamberlik verildikten sonra şu kadar sene yaşamıştır. O zamanlarda Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesei­iem'm hanımları eğer gece yemek yerlerse, gündüz aç dururlardı. Gündüz yemek yerlerse, gece aç kalırlardı. Sen bilmiyor musun ki, nübüvvetten sonra şu kadar yıl Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem hayatta kalmıştı. Ancak Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem ve onun ev halkı Hayber feth oluncaya kadar asla karın doyuracak hurma dahi yemediler. Ben Allah hakkı için sana soruyorum; Sen bilmiyor musun ki, bir defasında sen yüksek sofra (sehba) üzerine yemek koymuştun da Rasûlullahsaiiaiiahu aleyhi veseitem'm nurlu yüzünde değişme olmuştu. Nihayet o (sehba) kal­dırılıp yemek yere kondu (da o zaman Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem yedi). Ben sana Allah hakkı için soruyorum; Sen bilmiyor musun ki, Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem kendi abasını (bir çeşit şal) ikiye katlayarak onun üzerinde istirahat ederdi. Sen bir defasında onu dörde katlayarak sermiştin. Bunun üzerine Rasû­lullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, <Sen benim gece kalkmamı engelledin (çünkü dört kat olunca yatak yumuşak oldu. Bu yüzden de derin uyku geldi). Onu her günkü gibi ikiye katla> buyurdu. Ben sana Allah hakkı için soruyorum; Sen bilmiyor mu­sun ki, Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem kendi elbisesini yıkamak için mübarek bedeninden çıkarır ve yıkardı. O, bu durumda iken Bilal namaza çağırmak için gelince, Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vese/tem'in yanında giyinip namaz kıldıracağı başka elbisesi olmazdı. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem onu kurutup giyer ve na­maz kıldırırdı. Ben sana Allah hakkı için soruyorum; Sen bilmiyor musun ki, Benû Nadr kabilesinden bir kadın Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem için iki elbise hazır­lamıştı. Biri izâr, diğeri de şal idi. Onlardan birini önce gönderdi. İkincisini gönder­mekte gecikti. Bunun üzerine Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem onu vücuduna öy­le örttü ki, (vücudu açılmasın diye) iki köşesine boyun tarafından düğüm atmıştı. Bu şekilde giyinip namaza gitmişti. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm yanında o anda giyinip de namaza gideceği ikinci bir elbisesi yoktu". Hz. Ömer radıyaliahu anh bu şekilde daha başka olayları da saydı. Nihayet bu olayları hatırlatarak Hz. Haf­sa radıyatiahu anha'y\ ağlattı. Kendisi de hıçkıra hıçkıra o kadar ağladı ki, biz bu üzüntüden dolayı canının çıkmasından endişe ettik.Bir başka hadiste şöyle geçmektedir: Hz. Ömer radıyatlahu anh şöyle buyurdu: "Benim iki arkadaşım vardı (Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem ve Hz. Ebû Bekr radı-yaiiahu anh). İkisi de aynı yolda yürüdüler. Eğer ben onların yolunu bırakarak başka bir yolu tercih edersem, onlara yapılan muamele, bana yapılmayacaktır. Allah'a yemin olsun ki, ben onların ağır şartlar içinde geçirdikleri (dünya) hayatı üzere kal­maya kendimi zorlayacağım. Tâ ki (ahiretin) o taptaze hayatına kavuşabileym[127]Fetâvâyi Âlemgiriyye'de şöyle yazmaktadır: Yemeğin birkaç derecesi vardır; 1-Birinci derece farzdır. Onun ölçüsü insanı helak olmaktan kurtaracak kadardır. Eğer bir kimse çok az miktar yer ve bu yüzden ölürse günahkar olur. 2-lkinci de­rece sevap derecesidir. Yani kalkıp namaz kılabileceği ve kolaylıkla oruç tutabi­leceği miktarda yemek yemektir. 3-Caiz derecesidir. O da iki numaradaki miktar üzerine karın doyuncaya kadar ilave etmektir. Tâ ki beden güçlensin. Bu derece­de ne sevap vardır ne de günah. Mal helal yolla kazanılmışsa bunda basit bir he­sap vardır. 4-Dördüncü derece haramdır. O da doyduktan sonra yenen fazla olan miktardır. Şüphesiz ki eğer bundan maksat yarın oruç tutacağım diye oruca kuv­vet gelmesi ise veya misafir aç kalmasın gayesiyle yenirse, bu miktarda da bir sakınca yoktur. Bir de farzlara zarar verecek şekilde az yeme mücahedesi yapmak caiz değildir. Elbette eğer farza zarar gelmezse az yeme mücahedesi yapmakta bir sakınca yoktur. Çünkü bunda hem nefsin ıslahı vardır hem de yemek iştahla yenmiş olur. Aynı şekilde genç bir adamın şehvetinin gücünü kırmak için az yeme mücahedesi yapması caizdir"[128] Bu taksimin ikinci maddesi hakkında Dürrü Muh-tafm yazarı ve diğerleri bazı sözler etmişlerdir. Onlar ayakta durup namaz kıla-bilecek kadar yemeyi farz derecesine dahil etmişlerdir. Âlemgiri'nin en son ifade-siyle de bu teyid edilmiştir.

12) Hz. AH radıyailahu an/r'dan Rasûlullah sallailahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: "Kim Allahu Teâlâ'dan gelen az rızka razı olursa, Ailahu Teâlâ da ondan gelen az amele razı olur

(Beyhaki, Mişkât)

İZAH: Bu hadisi şerifte az kazanç hakkında Allahu Teâlâ'nın hususi bir ih­sanı üzerine dikkat çekilmiştir. Yani bu durumda eğer insan tarafından iyiliklerde bir eksiklik olursa, Mülkün Sahibi olan Allah da o eksikliği memnuniyetle kabul etmektedir. Buna karşılık Allahu Teâlâ'nın nimetleri bol olur ve insan hiçbir şeyde eksikliğe razı olmazsa, o zaman O Mülkün Sahibi'nden şöyle bir talep gelir: "Öy­leyse onun hakkını eda etme konusunda senin de ileri gitmen gerekir". Şu açıktır ki, bir memura istediği kadar maaş verilir de sonra o kendi memuriyet hizmetinde kusur ederse, onun vefasızlık ve nankörlüğünde ne şüphe vardır? Ancak bizim davranışımız aksinedir. Yani yoksullar Allah'a yönelmeye muvaffak olmakta, zikir ve nafileler için zaman da bulmaktadırlar. Ancak ele avuca dört kuruş geçince veya para gelmesinin yolları ortaya çıkınca artık farz namazlar için bile vakit bulunamamaktadır.Az rızka kanaat edebilmek için insanın beş şeye dikkat etmesi gerekir:

a)  Harcamalarını kısmalıdır. İhtiyaç ölçüsünden fazla harcama yapma­malıdır. Alimler şöyle yazmışlardır: Eğer insan yalnız başına ise ona bir adet ta­kım elbise kâfidir. Birkaç elbise yaptırmaya gerek yoktur. Aynı şekilde basit bir ekmek ve yemekle geçinebilir. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "Kim orta yollu harcama yaparsa, o fakir olmaz".

b)  Eğer zaruret kadar bir şey nasip olursa, geleceğin fikriyle oyalanmamalıdır. Allahu Teâlâ'nın vaadine güvenilmelidir. Çünkü Allahu Teâlâ rızkı zim­metine almıştır. Şeytan insanı devamlı istikbal düşüncesiyle meşgul eder. Yani, "Fon olarak biraz sermaye biriktirmek gerekir. Darlık insanla beraberdir. Hastalık da beraberdir. Sonradan geçici masraflar da meydana gelebilir. Bundan dolayı sen zorluk ve meşakkat çekersin" gibi hayaller yüzünden şeytan insanı zorluk ve

gelecek fikri ve düşüncesiyle perişan etmekte, sonra da, "Bu ahmak, hayal ürü­nü olan gelecekteki sıkıntı korkusundan şu anki kesin olan meşakkat ve sıkıntıyı çekmektedir" diye alay etmektedir. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem Hz. Abdullah Ibni Mes'ud radıyaiiahu anh'a şöyle buyurdu: "Kendi üzerine fazla gam yükleme. Kaderde olan şey mutlaka olacaktır. Senin rızkın ne kadarsa sana o kadarı ula­şacaktır". Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "Allahu Teâlâ mü'min ku­luna tahmin etmediği yerden rızık verir. Kur'an-ı Kerim'de de bu ifade geçmiştir".

c) Kanaat etmekle, insanlardan müstağni olmanın en büyük şerefinin elde edildiğini düşünmelidir. Hırs ve açgözlülükte ise insanların yanında ne ka­dar zelil olmak zorunda kalınmaktadır. Şunu da dikkatli bir şekilde düşünmelidir ki; kişinin bir sıkıntıya mutlaka katlanması gerekecektir. Ya halkın önünde el açma zil­letinin sıkıntısı ya da nefsini lezzetli şeylerden engellemenin sıkıntısı. Bu ikinci sı­kıntıdan dolayı Allah indinde sevap vaadi vardır. Birinci sıkıntıdan dolayı ise ahiret vebali vardır. Buna ilave olarak insan halkın önünde el açınca onlara hak sözü söylemekten geri durur. Çoğu zaman din hakkında taviz verip dalkavukluk yapma­sı gerekir. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "Kişinin izzeti insanlardan istiğnadır (onlara tenezzül etmemesidir)". Bu konuda meşhur bir söz vardır: Sen kime tenezzül etmezsen onunla eşitsin (yani ondan altta kalmaya mecbur değilsin) Kime ihtiyacını açarsan onun esirisin. Kime iyilik edersen onun hükümdarısın.

d)  Kişi dünyacı zenginlerin akıbetini düşünmelidir. Yahudi, Nasrâni ve dinsiz sermayedarların akıbetini ve bir de Enbiya aieyhimusseiam ve Evliya-i Ki-ram'ın akıbetini düşünmelidir. Onların ahvallerini dikkatlice okuyup araştırmalıdır. Sonra kendi nefsine, "Allah'a yakın olan insanların topluluğuna katılmak mı yok­sa ahmaklara ve dinsiz insanlara benzemek mi istiyorsun?" diye sormalıdır.

e)  Daha önce açıklanan malın çoğalmasının tehlikelerini iyice düşün­melidir. O malla birlikte ne kadar musibetler vardır. İnsan bu beş şeyi dikkatlice düşünürse aza kanaat etmesi kolaylaşacaktır.[129]Hz. Abdullah ibni Ömer radıyallahu anhuma Rasûlullah sallailahu aleyhi vesel-fem'in şöyle buyurduğunu naklediyor: "Müslüman olan, kendisine az rızık verilen ve bunun üzerinde kendisine Allahu Teâlâ tarafından kanaat verilen kimse fela­ha ermiştir". Hz. Fudâle bin Ubeyd radıyallahu anh Rasûlullah saliallahu aleyhi vesel-fem'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Kendisine İslam nasib edilen, geliri zaru­ret kadar olan ve buna kanaat eden kimseye ne mutlu![130] Hz. Ebû Derdâ radtyaiia-huanh, Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Güne­şin her doğduğu gün onun iki tarafındaki melekler şöyle ilan ederler; <Ey insan­lar! Rabbinize yönelin. Az olup da yeterli olan mal, çok olup da insanı Allah'tan başka tarafa yönelten maldan daha hayırlıdır".

13) Hz. Muaz bin Cebel radıyallahu anh buyuruyor ki: Rasûlullah sallaUahu aleyhi veseilem onu Yemen'e (vali tayin edip) gönderirken şöyle buyurdu: "Refah ve konfor içinde yaşamaktan sakın. Çünkü Allah'ın iyi kulları refah ve konfora düşkün kimseler değillerdir".                                                                (Ahmed, Mişkât)

İZAH: Hâkim ve vali olduktan sonra rahatlık ve konfor vasıtaları çoğunluk­la hazır hale gelmektedir. Her çeşit nimetler kolaylıkla elde edilmektedir. Bundan dolayı Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseitem onu vali tayin edip gönderirken bu şeyler­den sakınmasına hususi olarak tenbihte bulunmuştur. Rasûlullah saiiaüahu aleyhi veseilem'm vasiyetlerinde ve Hülefâ-i. Râşidin hazretlerinin vasiyet ve emirlerinde bu konuda sık sık özel uyarılar yapılmıştır.Hz. Fudâle bin Ubeyd radıyallahu anh Emîr Muâviye radıyallahu anh tarafından Mısır'a kadı olarak tayin edilmişti. Bir sahâbi onun yanına bir hadisi araştırmak için gitti. Yanına gidince baktı ki kadı efendinin saçları dağınık, ayaklan da çıp­laktı. Ona, "Sen bu toprakların hakimisin ama ben senin saçlarını dağınık görü­yorum" dedi. H2. Fudâle radıyallahu anh, "Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem bizi SÜS ve ziynetten men etti" dedi. Sonra o sahâbi, "Ben senin yalın ayaklı olduğunu gö­rüyorum" dedi. Hz. Fudâle radıyallahu anh, "Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem bize bazen yalınayak yürümemizi söylerdi" dedi. Abdullah Ibni Muğaffel radıyallahu anh diyor ki: "Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem her gün saç taramaktan mCü en etmiştir".

14) beyr bin Nüfeyr rahmetuiiahi a/eyft'in mürsel olarak rivayet ettiği­ne göre Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem şöyle buyurmuştur: "Allahu Teâlâ bana mal toplamamı ve tacirlerden olmamı vahyetmedi. Fakat, <(Ey Muham­medi) Sen Rabbini harnd ile teşbih et ve secde edenlerden (namaz kılanlar­dan) ol. Sana ölüm gelene kadar Rabbine ibadet et> diye vahyetti".                                            (Şerhus Sünne, Hilye, Mişkât)

İZAH: Hadiste işaret edilen vahiy Hicr suresinin en son ayetidir. Hadisi şerifteki bu ifade bir çok Sahâbe-i Kiram radıyallahu anftum'dan nakledilmiştir. Nite­kim Suyûti rahmetuiiahi aleyh, Dürrü Mensûr'öa Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem'm bu hadisini Hz. Abdullah Ibni Mes'ud, Ebû Müslim, Havlâni, Ebû Derdâ, radıyallahu anhum ecmaıvVden nakletmiştir.Bir hadiste nakledildiğine göre Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseilem şöyle bu­yurmuştur: "En hayırlı insan şu iki kişidir; Birincisi, atının dizgininden tutarak Al­lah yolunda can verme yoluna düşen kimsedir. İkincisi, yanında koyunları olan ve herhangi bir vadi veya dağda (yani sükun bulacağı ve bilinmeyen bir yerde) namaz kılan, zekatını veren ve Mevlâ'sına ibadetle meşgul olan, bu hal üzerine iken kendisine ölüm gelen, kendisinden İnsanlara hayırdan başka bir şey (yani şer) ulaşmayan kimsedir".[131]Rasûlullah saiiatiahu aleyhi vese/tem'in Allah'ın bu yüce emrini, ahirete intikal edeceği güne kadar nasıl yerine getirdiği, onun hayatını gözden geçirenlerden saklı değildir. Bir de Allahu Teâlâ tarafından verilen nimetler ne kadar fazla olur­sa, Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem kendini ibadetlere o kadar çok verirdi. Hz. Aişe radıyallahu anha buyurdu ki: "Fetih sûresi inince Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesei­lem ibadet daha fazla gayret etmeye başladı. Biri, <Ya Rasûlallah!. Bu ayeti kerimeye göre sizin gelmiş ve geçmiş yanılgılarınızın hepsi affedilmiştir. Öyleyse siz neden bu kadar meşakkat çekiyorsunuz?> dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem, <Ben şükreden bir kul olmayayım mı?> buyurdu". Hz. Ebû Hureyre radı­yallahu anh buyuruyor ki: "Fetih sûresi nazil olunca Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem namazını o kadar uzattı ki, ayakları şişti, ibadetlerini o kadar artırdı ki, bedeni zayıflayarak eski bir kırba gibi oldu. Kendisine (biraz önceki) soru sorulduğunda Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem, <Ben şükreden bir kul olmayayım mı?> diye (aynı) cevabı verdi. Hz. Hasan radıyallahu anh diyor ki: "Rasûlullah sallallahu aleyhi veseilem ibadet konusunda o kadar gayret ederdi ki, eski bir kırba gibi tamamen kurumuştu. Ondan sonra yukarıda geçen (aynı) soru ve cevap geçti". Hz. Ebû Cuheyfe radıyallahu anh buyuruyor ki: "Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseitem O kadar uzun namaz kılıyordu ki, ayaklan yarılmıştı". Hz. Enes radıyallahu anh diyor ki: "Ra­sûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem namaz kılarken ayakta o kadar uzun dururdu ki, bu yüzden ayakları şişerdi".Bunlardan başka daha pek çok hadislerde sık sık bu çeşit ifadeler nakle­dilmiştir. Onların çoğun da halkın, "Ya Rasûlallah! Kur'an-ı Kerim'de sizin affedil­diğiniz hakkında kesin ifadeler buyurulmuştur" ricası geçmekte Rasûlullah saiiaiia-hu aleyhi veseilem tarafından da cevap olarak, "Ben şükreden bir kul olamayayım mı?" ifadesi geçmektedir.[132] Acaba biz de "Allahu Teâlâ bize falan özel nimetini verdi. Onun şükrünü eda etmek için kısaca iki rekat namaz kılalım" diye hiç düşünüyor muyuz? Bir çok hadislerde şöyle buyurulmuştur: "Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem'e bir yerden fetih haberi gelince veya herhangi bir sevindirici haber duyarsa şükür için secdeye kapanırdı".Bütün bu durumlara rağmen Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem'm Allah korku­sunun hali şöyleydi: Buhari Şerifte Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem\n şöyle buyur­duğu nakledilmiştir: "Allah'a yemin olsun, Allah'a yemin olsun ki, Ben Allah'ın Rasûlü olduğum halde kıyamette bana ve size nasıl muamele yapılacağını bilmi­yorum"[133] Bilmiyorum sözünün manası, "Ahvali geniş olarak bilmiyorum" demektir. Bütün yetkiler elinde olan padişahın dilediği gibi muamele yapması O'nun hakkıdır.Hz. Ümmü Derdâ radıyaiiahu anha, kocası Ebû Derdâ'ya, "Sen falan şahsın mal arayıp takip ettiği gibi neden yapmıyorsun?-(Nitekim o mal kazanıyor. Sen ise bunu hiç düşünmüyorsun.)" dedi. Hz. Ebû Derda radıyaiiahu anh dedi ki: "Ben Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm şöyle buyurduğunu işittim; <Senin önünde bir büyük geçit (mahşer meydanı) gelmektedir. Yükü ağır olanlar (üzerinde hesap ve kitap yükü olanlar kolaylıkla) oradan geçemezler. Bundan dolayı gönlüm o geçitte hafif olmamı istiyor>"[134] Yani benim üstümde fazla hesap yükü olmasın ki ben oradan kolayca geçeyim.O yüce zâtlar kıyamet günü başlarından ne geçeceğinden çok korkarlardı. Bundan dolayı her an oranın fikri ve hazırlığı ile meşgul olurlardı. Bizim üzerimi­ze her an dünya fikri binmiştir. O geçidin hayali bile aklımızdan geçmemektedir. Hasan bin Sinan rahmetuiiahi aleyh bir yere gidiyordu. Yolda bir yerde daha önce orada olmayan bir eve gözü ilişti ve "Bu ev ne zaman yapıldı?" dedi. Sonra kendi nefsine hitaben, "Sen niçin boş bir şey soruyorsun? O evin ne zaman yapıldı­ğından sana ne? Sana bir sene oruç tutma cezası vereceğim" dedi. Fuzûli söz konuştuğundan dolayı bir sene oruç tuttu. Malik bin Zayğam rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Hz. Rebâh Kaysî ikindiden sonra bizim evimize geldi ve "Baban nerede?" de­di. Ben, "Uyuyor" dedim. O, "Bu vakit uyuma vakti midir?" deyip geri döndü. Ben onun arkasından bir adamla şu haberi gönderdim: "Eğer siz isterseniz ben onu uyandırayım". Adam onun peşinden gitti. O esnada o bir kabristana girmişti. Ora­da kendi kendini kınıyor ve şöyle diyordu: "Demek <Bu uyuma vakti midir?> di­yorsun. Senin bunu söylemekten gayen neydi? İnsan ne zaman isterse uyur. O vaktin uyuma vakti olup olmadığını sen ne biliyordun? Ben Allah'a yemin edi­yorum ki, seni bir sene uyumak için yere yatırmayacağım. Hasta olursan ya da aklın giderse müstesna. O zaman mecburiyet vardır. Yazıklar olsun sana. Sen ne zamana kadar insanları ayıplayacaksın. Sen bu davranışlarından vazgeçme­yecek misin?" O bu şekilde konuşuyor ve ağlıyordu. Ona haber götüren adam bu durumu görünce geri döndü. Ona bir şey söylemeye cesaret edemedi.Hz. Tâlha radıyaiiahu anh buyuruyor ki: Bir gün bir sahâbi elbisesini soyarak aşırı sıcaklıktaki kumda bir o tarafa bir bu tarafa dönüyor ve şöyle diyordu: "Tat bakalım! Cehennem ateşi bundan daha şiddetli olacak. Gece cansız (uyur) kalır­sın, gündüz boş boş dolaşırsın". O bu haldeyken Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseliem onu gördü ve yanına gitti. O, "Ya Rasûlallah! Benim tabiatım üzerine öyle bir hal ga­lip oldu ki, nasıl anlatayım bilemiyorum" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem, "Se­nin böyle yapman gerekmezdi. Senin için bütün göklerin kapıları açıldı. Allah ceiie ceiaiuhu meleklerine karşı seninle övünüyor" buyurdu. Sonra Sahâbe-İ Kiram'a dö­nerek, "Kendiniz için ondan azık alın" buyurdu. Hepsi ondan dua talebinde bulun­dular. Sonra Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem ona, "Hepsi için dua et" buyurdu. Hz. Huzeyfe bin Katâde radıyaiiahu anh diyor ki: Bir adam bir Allah dostuna, "Senin nefsin bir şeyi istediğinde ona nasıl tavır takınıyorsun?" dedi. O zat, "Ben nefsime buğz ettiğim kadar dünyada kimseye buğz etmiyorum. Peki bu kadar nefret ettiğim birinin isteklerini nasıl yerine getirebilirim?" Hz. Mücemmi möıyaiiahu anh bir defa ba­şını evin üst katına doğru çevirince gözü namahrem bir kadına ilişti. Bunun üzerine o, "Yaşadığım müddetçe asla başımı yukarı kaldırmayacağım" diye söz verdi.İmam Gazali rahmetuiiahi aleyh bu zatlara ait bundan başka pek çok vakıaları nakletmiştir. O vakıalarda (özet olarak şöyle geçmektedir:) Eğer onlardan zerre kadar basit bir şey sâdır olsa, nefislerine çok ağır cezalar verirlerdi. Bütün bunlar niçindi? işte bütün bunlar sadece Hz. Ebû Derdâ radıyaiiahu anh'in hanımına anlat­tığı o geçidin (mahşerin) korkusundan dolayı idi. Biz hepimiz bu geçitten öyle eminiz ki, sanki bu geçit sadece Sahâbe-i Kiram hazretlerinin yolunda vardır. Biz de uçağa binip o geçidin üzerinden geçeceğiz. Biz kendi canımıza ne kadar zulmediyoruz ki, unutarak bile o geçidin hayali gözümüzün önüne gelmiyor.Ondan sonra İmam Gazali rahmetuiiahi aleyh şöyle yazmaktadır: "Hayret! Sen kendi kölene (hizmetçine), kendi evladına kusur işledikleri zaman ceza veri­yorsun ve "Eğer ona tenbih edilmezse o zabt edilmez, azgınlaşır" diyorsun. An­cak nefsine hiç aldırmıyorsun. O da azgınlaşıp gidiyor. Nefsinin azgınlığından sana ulaşan zarar kadar başkalarının azgınlığından sana zarar ulaşmaz. Çünkü başkalarından zarar ulaşsa da o senin dünyanla ilgilidir. Ama senin nefsinin az­gınlığından dolayı, senin ahiretine zarar ulaşır. Ahiret asla bitmeyecek, onun ni­metleri tükenmeyecektir. Onlarda meydana gelen zarar ne büyük zarardır. İşte bundan dolayıdır ki, geçmişteki büyük zâtlardan birinin ahiret işlerinde bir eksik­liği olunca onun telafisi için son derece düşünür fikrederdi.Hz. Ömer radıyaiiahu anh bir defasında ikindi namazının cemaatine yetişe­medi. Onun telafisi için değeri iki yüz bin dirhem olan bir bağı sadaka olarak ver­di. Hz. İbni Ömer radıyaiiahu anhuma herhangi bir gün bir namazı cemaatle kılamaz-sa, o günün akşamı bütün geceyi uyanık geçirirdi. Bir gün akşam namazına geç kaldı. Onun telafisi için iki köle azâd etti.İbadetlerinde gevşeklik ve tembellik meydana gelen bir kimse için uygun olan şey, ibadetlere kendini vererek meşgul olan bir Allah kulunun yanında bulun­masıdır. Eğer böyle biriyle kalmak müyesser olmazsa o zaman böyle insanların ahvallerini ibretle ve dikkatlice okumalıdır. (Onlarla ilgili pek çok kıssalar Ravz-ur Reyyâbin  adlı  eserde yazılmıştır.  Onun  kısaltılmışı   Urduca tercümesi olan

Nüzhe-tül Besatin adlı eserdir). Bir Allah dostu diyor ki: "Bana ibadetler konusunda bir tembellik çöktüğünde ben Muhammed bin Vâsi rahmetuiiahi aieyti'm ahvalini gözden geçiriyorum. Bu işe bir hafta devam ediyorum". (Aynı şekilde diğer Evliyaullah'ın hayat hikayeleri de vardır. Yalnız bunları muteber ve güvenilir kişile­rin yazmış olması şartıyla okumak gerekir). Çünkü onların ahvallerini gözden geçirmek, (amellere karşı) arzu ve şevk meydana getirmek için çok faydalıdır.Şu da üzerinde düşünülmesi gereken bir şeydir ki, onların bütün meşak­katleri ve gayretleri nihayet sona erdi. Ancak şimdi onlara verilecek nimetler ve onların rahatları ebedi o olarak baki kalmıştır. Onlar asla son bulmayacaktır. Ya­zıklar olsun bizim gibilere ki, bu ahvalleri bilerek ve görerek yine de dünya ka­zanmakta ve dünyanın lezzetleriyle meşgul olmaktayız. O ebedi lezzetleri elde edenlerin hallerinden de öğüt almamaktayız. Hz. Ali kerremaiiahu vechehu şöyle söylemiştir: (Bazıları bu sözün Rasûlullah saliailahu aleyhi veseilem'e ait olduğunu söylemişlerdir): "Allahu Teâlâ gerçekten hasta olmadıkları halde insanların ken­dilerini hasta sandıkları kimselere rahmet etsin". Hz. Hasan Basri rahmetuiiahi aleyh buyuruyor ki: "Çok ibadet etmeleri onları meşakkate sokmuştur. Bundan dolayı insanlar onları hasta zannetmektedirler". Yine o şöyle buyuruyor: "Ben öyle zâtlar gördüm ve onların sohbetlerine katıldım ki, onlar dünyanın herhangi bir şeyinin gelmesine sevinmez, gitmesine de üzülmezlerdi. Onların nazarında dünyanın mal ve eşyasının hakikati, ayakkabılara bulaşan toz ve topraktan daha zelildi. Ben öyle insanlar gördüm ki, onların hiçbir elbisesi düzgünce katlanıp konma­mıştı. Yemeklik bir şey pişirilmesi için emir de vermemişlerdi. Hiçbir zaman uyu­mak için yatağa ihtiyaçları olmamış, bu yüzden de yere uzanıp uyumuşlardı. Öyle ki onlarla yer arasında hiçbir sergi olmazdı. Onlar Allah'ın kitabıyla amel ederlerdi. O'nun Nebisi saliailahu aleyhi vese/tem'in sünnetine ittiba ederlerdi. Gece olunca, bütün gece (namazda) ayakları üzerine dikilirler veya yüzlerini (secde halinde) yere sererlerdi. Onların gözlerinden yanaklarına doğru göz yaşlarından oluşan inciler dizilirdi. Gece boyu Rableriyle konuşurlardı. (Sahih bir hadiste bildirildiğine göre namaz kılan kimse Rabbiyle konuşur). Azabından koruması için Mevlâlarına yalvarırlardı. Bir iyilik yaptıklarında ondan dolayı Allah'a çok şük­rederlerdi. Ona sevinirler ve kabul olması için dua ederlerdi. Bir kötülük meydana gelince ondan dolayı çok üzülürler. Allah'a tevbe ederlerdi. O'ndan af dilerler ve istiğfar ederlerdi. İşte bu hal içinde onlar ömürlerini geçirdiler".Ömer İbni Abdulaziz rahmetuiiahi aleyh hastalanınca bir topluluk onu ziyarete gitti. Onlar arasında son derece zayıf, rengi sararmış, incelmiş bir genç de bulu­nuyordu. Ömer 'bni Abdulaziz rahmetuiiahi aleyh ona, "Sana böyle ne oluyor?" dedi. O, "Özürler ve hastalıklar sardı" dedi. Ömer İbni Abdulaziz rahmetuiiahi aleyh, "Hayır doğrusunu söyle" beyince, o genç, "Ben dünyanın tadına baktım, o çok acı çıktı. Onun yaldızı, onun tadı, onun lezzeti ve onun rahatı gözümde çok zeül oldu. Onun altını ve taşı benim gözümde eşittir. Allahu Teâlâ'nın arşı sanki her an karsımda duruyor. Mahşer meydanında bir topluluğun Cennet'e doğru gitmesi,diğer topluluğun da Cehennem'e atılması sanki benim gözümün önünde cereyan etmektedir. Bundan dolayı ben kendimi bütün gün (oruç tutarak) susuz bırak­maktayım. Bütün gece (Allah'ı yâd etmek için uyanık durmaktayım). Bu iki durum da Allahu Teâlâ'nın sevabı ve azabı karşısında hiç bir hakikat taşımamaktadır" dedi.Hz. Dâvûd Tâî rahmetuiiahi aleyh ekmek parçalarını suya sokar ve o suyu içerdi. Ekmek yemezdi. Biri ona bunun sebebini sorunca buyurdu ki: "Bunu iç­mek ve ekmeği çiğneyerek yemekte Kur'an-ı Kerim'den 50 ayeti okuyacak kadar vakit zayi olmaktadır". Bir gün onun evine bir adam geldi ve "Sizin evin çatısının tahtası kırıldı" dedi. O, "Ben yirmi yıldan beri onun çatısını görmedim" dedi.Bu yüce zatlar boş konuşmaktan sakındıkları gibi boşuna oraya buraya bakmaktan da kaçınırlardı. Muhammed bin Abdulaziz rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Ben sabahtan ikindiye kadar Ahmed bin Rezin rahmetuiiahi aieyh'm yanında kal­dım. Onun oraya buraya baktığını görmedim". Biri kendisine bununla ilgili bir so­ru sorunca şöyle buyurdu; "Allahu Teâlâ bu gözleri kendi azamet ve büyüklüğü­nü gösteren şeylere ibret nazarıyla bakmak için vermiştir. Böyle olmazsa o bakış hatadır". Hz. Mesrûk rahmetuiiahi a/eyh'in hanımı diyor ki: "Gece boyunca namaz kılmasından dolayı Mesrûk'un baldırları şişerdi. O kendini namaza verdiği zaman ben onun arkasında oturur, onun haline acıyarak ağlar dururdum".Hz. Ebû Derdâ radiyaiiahu anh buyuruyor ki: "Eğer dünyada lezzet alınacak üç şey olmasaydı, ben bu dünyada bir gün dahi yaşamaya dayanamazdım; 1-Çok sıcak bir günde öğlen vakti (oruçlu iken) susamanın lezzeti, 2-Gecenin sonuna doğru secde etmekle elde edilen tatlılığın lezzeti, 3-Olgun meyveleri bahçeden seçip toplar gibi, sözlerinin arasından olgun meyveler toplanan bir Allah dostu­nun sohbetinde bulunmanın lezzeti". Esved bin Yezid rahmetuiiahi aleyh ibadetler uğrunda o kadar çok meşakkatlere katlanır, şiddetli sıcaklarda o kadar çok oruç tutardı ki, bu yüzden bedeni kararmıştı. Alkame bin Kays ona, "Sen kendi bede­nine neden bu kadar azab ediyorsun?" deyince o, "Kıyamet günü ona izzet-i ikram edilsin diye" buyurdu. Yani kıyamet günü bu bedene izzet nasib olması için bu meşakkatlere katlanıyorum demek istemiştir.Bir Allah dostunun şöyle bir kıssası yazılmıştır: O her gün bin rekat namaz kılardı. Ayaklan cansızlaşınca yani ayakta durmaktan aciz kalınca bin rekat da oturarak kılardı. İkindiden sonra huşu içinde oturup şöyle derdi: "Allah'ım bu ya­ratıklara çok hayret ediyorum, onlar nasıl oluyor da başka şeyleri Senin yerine koyuyorlar. Ne kadar şaşılacak bir şeydir ki, onların kalpleri Sen'den başka bir şeye nasıl ünsiyet eder. Hatta daha şaşılacak şey şudur ki, Senin zikrinden başka bir şey onların kalbinde nasıl parıldar?"Hz. Cüneyd-i Bağdadi rahmetuiiahi aleyh buyuruyor ki: "Ben Hz. Sirrî Sakatî rahmetuiiahi atey/i'den daha fazla ibadet eden birini görmedim. Kimse onu 98 sene boyunca vefat hastalığı dışında yatarken görmemiştir". Hz. Ebû Muhammed Cerîri rahmetuitahi aleyh Mekke-i Mükerreme'de bir yıl itikaf etti. İtikatta iken ne uyudu, ne konuştu ne de bir ağaç veya duvara yaslandı ya da sırtını dayadı. Hz. Ebû Bekr Kettânî rahmetuiiahi aleyh ona, "Bu mücahedeyi yapabilmek için siz nere­den güç kazandınız?" dedi. O, "Allahu Teâlâ benim içimdeki sağlamlığı görünce benim zahirime (dışıma) ona karşı güç verdi" dedi. Hz. Ebû Bekr Kettânî rahme-tuiiahî aleyh bu cevabı duyunca boynunu büküp düşünmeye ve fikretmeye başladı. Bir müddet düşündü. Sonra bu fikir ve düşünce içerisinde kalkıp gitti.Bir şahıs diyor ki: Ben Hz. Feth bin Said Mevsilinin yanından geçtim. O iki elini açmış ağlıyordu. Göz yaşları parmaklarının arasından aşağı dökülüyordu. Göz yaşları sapsarı idi (yani onlara kan karışmıştı). Ben ona yemin vererek, "Bu kanlı gözyaşları hangi dertten dolayı akmaktadır? (Ne var? Başına bir afet mi geldi?)'1 dedim. O şöyle dedi: "Eğer sen yemin vermeseydin, ben söylemezdim. Evet, ben Allah'ın üzerimde olan hakkını ödemediğimden dolayı ağlıyorum". Ben, "Neden gözlerinden kan geldi?" dedim. O, "Benim bu ağlamam <Acaba makbul olmayan ve yalandan (nifaktan dolayı) bir ağlama olma-sın> diye koktuğumdan" dedi. O şahıs diyor ki, o vefat edince ben onu rüyamda gördüm ve "Sana nasıl muamele edildi?" diye sordum. O, "Ben bağışlandım" dedi. Ben, "Senin gözyaş­larının neticesi ne oidu?" dedim. O şöyle dedi: "Allahu Teâlâ beni Kendine yak­laştırarak, <Bu gözyaşların nedendi?> buyurdu. Ben, <Senin, benim üzerimde vacip olan hakkını eda edemedim. Onun üzüntüsündendi> dedim. Allahu Teâlâ, <Gözlerinden neden kan geldi?> buyurdu. Ben, <Bu ağlamamın geçersiz ve ya­lancı olmasından korktuğum içindi> dedim. Bunun üzerine Allahu Teâlâ buyurdu ki; <Netice olarak sen bütün bunlarla ne istiyordun? Benim izzetime yemin olsun ki, Kiramen Kâtibin melekleri 40 seneden beri senin amellerinin sayfalarını içinde hiçbir hata yazılı olmadan getiriyorlardı".Abdulvahid bin Zeyd rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Ben bir kilisenin yanından geçiyordum. Orada (dünyadan ilişkisini kesen) bir rahip kalıyordu. Ben ona "Ra­hip" diye seslendim. O konuşmadı. Sonra bir daha çağırdım. Yine konuşmadı. Sonra üçüncü defa çağırınca bana döndü ve "Ben rahip değilim. Rahip Allah'tan korkan, O'nun kibriyasından dolayı O'na saygı gösteren, O'nun belalarına sabre­den, O'nun takdirde verdiği kararlara razı olan, O'nun nimetlerine şükreden, O'nun büyüklüğü karşısında tevazu gösteren, O'nun izzeti karşısında kendini zelil kılan, O'nun kâmil kudretine itaat eden, O'nun heybetinden dolayı acizliğe bürünen, O'nun hesaba çekmesini ve O'nun azabını her an düşünen, gündüzleri oruç tutan gece­leri ise uyanık geçiren, Cehennem korkusu ve mahşer meydanındaki sualler uyku­sunu kaçıran kimsedir. Kimde bu şeyler varsa, o rahiptir. Ben ise herkesi ısıran bir köpeğim. Kimseyi ısırmayayım diye buraya oturdum" dedi. Ben ona, "Neden insan­lar Allahu Teâlâ'nın büyüklüğünü bildikleri halde O'nunla bağları kopmuş vaziyet­te?" dedim. O, "Sadece dünya sevgisi, onun ziynet ve süsü Allah'a olan bağlılığı koparmıştır. Dünya günahların evidir. Akıllı ve zeki olan kimse, onu kalbinden atan, Allah'a yönelen ve kendini Allah'a yaklaştıracak işleri seçendir" dedi.Hz. Üveys Karnî rahmetuiiahi aleyh meşhur büyük bir zattır. Bazı günler derdi ki, "Bu gece rükû yapacağım". Nitekim bütün geceyi rükûda geçirirdi. Başka bir gün, "Bu gece secde gecesidir" dar ve bütün geceyi secdede geçirirdi. Utbe Ğulam rahmetuiiahi aleyh tevbe ettikten sonra yemeye ve içmeye hiç aldırmazdı. Bir defasında annesi ona, "Kendi nefsine merhamet et. Biraz da istirahat et" deyin­ce, o, "Bütün bunları nefsime merhamet ettiğimden dolayı yapıyorum. Bu birkaç meşakkattir. Ondan sonra ebedi istirahat edeceğim" dedi.Abdullah bin Dâvûd diyor ki: "Bunlar (yani büyük zatlar)dan biri 40 yaşına ulaşınca yatağını katlardı. Yani artık uyuma sırası sona ererdi". Hz. Kehmes bin Hasan her gece bin rekat namaz kılıyor ve nefsine hitap ederek, "Ey kötülüğün kaynağı! (Namaz için) ayağa kalk" derdi. Zayıflığı çok artınca her gün 500 rekata indirmişti. Bunun üzerine, "Benim amelimin yarısı gitti" diye ağlardı. Hz. Rebî di­yor ki: Ben Üveys Karni rahmetuiiahi aleyh'\r\ yanına geldim. O sabah namazını kılıp teşbih okumakla meşguldü. Ben o anda onunla görüşmekte sakınca olacağını düşünerek onun boş vaktini beklemek için oturdum. O aynı hal üzere oturup teş­bih okumaya devam etti. Nihayet öğlen vakti oldu. O öğlen namazı için kalktı ve ikindiye kadar namaz kıldı. Sonra da ikindi namazını bitirip aynı yerinde akşama kadar oturdu. Sonra akşam namazını kıldı. Yatsı namazını kıldı. Sonra sabaha kadar orada kaldı. Ertesi gün sabah namazından sonra oturmuştu ki, biraz uyuk-lar gibi oldu. Birden kendine geldi ve "Allah'ım! sık sık uyuyan gözden Sana sığı­nırım. Doymayan karından Sana sığınırım" dedi. Bütün bu halleri görünce, "Bana ibret olarak bu gördüklerim yeter" diyerek oradan döndüm.Ahmed bin Harb rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "O kimseye hayret ki, göklerde kendisi için Cennet'in donatıldığını ve kendi altında da Cehennem tutuşturuldu-ğunu bildiği halde ikisinin arasında uykusu nasıl gelmektedir?" Bir şahıs diyor ki: "Ben Hz. İbrahim bin Edhem rahmetuiiahi a/ey/ı'in yanına gittim. O namazdan sonra kendi şalına bürünüp bir tarafına uzandı ve sabaha kadar böyle yatıp kaldı. Ne hareket etti ne de bir taraftan diğer tarafa döndü. Sabah kalkınca abdest alma­dan namaz kıldı. Ben kendisine, <Allah senin haline merhamet etsin. Bütün gece yatarak uyudun ve abdestsiz namaz kıldın> dedim. Buyurdu ki; <Ben gece bo­yunca bazen Cennet bahçelerinde koşuyordum bazen de Cehennem geçitlerin­de... Bu durumda uyku nasıl gelebilir ki?>" Denilir ki, Ebû Bekr bin Ayyaş rahmetui­iahi aleyh kırk sene yatağa yatmadı. O, oğluna şöyle nasihat etti: "Şu köşede günah işleme. Ben orada Kur'an-ı Kerim'i 12 bin defa hatmettim". Vefat edeceği sırada evin bir köşesine işaret ederek, "Bu köşede ben 24 bin defa Kur'an'ı hatmettim" dedi. Hz. Semnûn rahmetuiiahi aleyh her gün beş yüz rekat nafile namaz kılardı. Allâme Zebîdî rahmetuiiahi aleyh ona ait şöyle bir kıssa yazmıştır: "Bağdat'ta bir adam fakirlere 40 bin dirhem sadaka dağıttı. Semnûn rahmetuiiahi aleyh, <Bizim yanımızda dirhem yok. Hadi biz de her dirhem karşılığında bir rekat namaz kıla-lım> buyurdu. Böyle dedikten sonra Medâin şehrine gitti ve orada 40 bin rekat namaz kıldı". Ebû Bekr Matûî rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Gençliğimde benim âdetim her gün 31 bin yada 40 bin defa İhlas sûresini okumaktı". (Bu hadisin râvisi sayı hakkında tereddüt etmiştir.) Bir şahıs diyor ki: "Ben Âmir bin Abdilkays rahmetuiiahi aleyh ile birlikte dört ay kaldım. Onu gündüz veya gece uyurken görmedim.Hz. Ali kerremaiiahu vechehu'nun bir talebesi şöyle demiştir: Bir defasında Hz. Ali radıyattahu anh sabah namazını kıldıktan sonra yüzünü sağ tarafa dönüp oturdu. Üzerinde çok büyük bir üzüntü alâmeti vardı. Güneşin doğuşuna kadar oturmaya devam etti. Ondan sonra elini (üzülerek) çevirip şöyle buyurdu; "Allah'a yemin ol­sun ki, ben Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseflem'in yüce Ashabını gördüm. Bugün hiçbir şeyin onlannkine benzediğini görmüyorum. O yüce zatlar saçları darma­dağınık, yüzleri tozlanmış ve sararmış olarak sabahlarlardı. Onlar bütün gece Allahu Teâlâ'nın huzurunda secdeye kapanırlar veya O'nun huzurunda ayakta Kur'an okurlardı. Ayakta dururken bazen bir ayağına bazen de diğer ayağına destek verirlerdi. Allahu Teâlâ'yı zikrettiklerinde (O'nun lezzetinden dolayı) (hava estiğinde ağaçların sallandığı gibi) sallanırlardı. (Allah aşkı ve O'nun korkusun­dan dolayı) onların gözlerinden o kadar göz yaşı akardı ki, elbiseleri ıslanırdı. Şimdi ise insanlar geceyi gaflet içinde geçirmektedirler".Hz. Ebû Müslim Havlânî rahmetuiiahi aleyh evinin mescidine (namaz kılacağı yere) bir kırbaç asmıştı. Kendi nefsine hitab ederek şöyle derdi: "Ayağa kalk! Ben seni (ibadetle) iyice yoracağım. Sonunda sen yorulacaksın ve ben yorulma­yacağım". Üzerine biraz tembellik çöktüğü zaman o kırbacı ayaklarına vurur ve "Bu bacaklar sıçramaya, benim atlanma nispetle daha layıktır" derdi. Bir de şöy­le derdi: "Sahâbe-i Kiram (Cennet'in bütün derecelerini) kendilerinin alıp götüre­ceklerini zannetmektedirler. Hayır biz (o dereceler hususunda) onlarla en güzel şekilde yarışacağız. Tâ ki onlar da kendi arkalarında erler bıraktıklarını bilsinler.Hz. Kasım bin Muhammed bin Ebî Bekr radıyatiahu anh buyuruyor ki: Ben bir gün sabah halam Hz. Aişe radıyaiiahu an/ıa'nın yanına selam vermek için geldim. O kuşluk namazı kılıyor ve namazda şu ayeti kerimeyi okuyordu;"Şimdi Allah bize ihsan buyurdu ve bizleri Cehennem azabından korudu"(Tur-27). Hz. Aişe radıyaiiahu anha bu ayeti kerimeyi tekrar tekrar okuyor ve ağlı­yordu. Kasım diyor ki: Ben uzun süre bekledim. Sonra, "Bu arada pazara gidip, geleyim. İhtiyaçları görüp, dönüşte selam verip giderim" diye düşündüm. Pazara gittim. Orada işlerimi bitirdikten sonra döndüm. Döndüğümde o aynı şekilde (ayakta) aynı ayeti okuyor ve ağlıyordu.Muhammed bin İshak diyor ki: "Abdurrahman bin Esved, Hac için geldiğin­de bir ayağından rahatsızdı. Yatsıdan sonra bir ayağı üzerine basarak kalktı. Sabah namazına kadar bir ayağı üzerinde nafile namaz kılmaya devam etti. Hatta bu abdest ile sabah namazını kıldı". Bir Allah dostu diyor ki: "Ben ölümden sadece şundan dolayı korkuyorum; Artık teheccüd namazı elimden çıkacak (ve o na- tat ve lezzet son bulacaktır)".Hz. Ali kerremaiiahu vechehu buyurdu ki: "Salihlerin alâmeti, geceleri uyanık kalmaktan dolayı yüzlerinin sararması, geceleri ağlamaktan dolayı gözlerinin sö­nük olması, çok oruç tutmaktan dolayı dudaklarının kuruması ve yüzlerinde Allah korkusunun bulunmasıdır". Biri Hz. Hasan Basri rahmetuiiahi aleyh'e, "Çok ibadet edenlerin yüzleri niçin böyle güzel oluyor?" dedi. O, "Onlar tenhada Rahman ile meşgul olunca, O rahmet sahibi kendi nurunun gölgesini onlar üzerine yayıyor" buyurdu. Hz. Kasım bin Râşid rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Zem'a bizim yakınımızda (Mekke-i Mükerreme'ye yakın bir yer olan) Muhassab'ta kalmaktaydı. Hanımı ve kızları da beraberindeydi. O geceleyin çok uzun namaz kılardı. Gecenin son bölümü girince yüksek sesle şöyle seslenirdi; <Ey Misafirler! Gece boyu uyuya­cak mısınız? Hadi kalkın!> Bu seslenme üzerine hepsi uyanırdı. Kimi abdest alır, kimi namaz kılar, kimi bir köşede oturup ağlar kimi de Kur'an-ı Kerim okurdu. Sabah olunca o, <Gece yol yürüyen sabah mola verir> buyururdu".Bir Allah dostu diyor ki: Ben Beytül Mukaddesin dağlarında gidiyordum. Bir yere ulaşınca bir ses duydum. Sesin geldiği yöne doğru yürüdüm. Baktım ki bir yeşillik var. Onun içinde bir ağaç, onun altında bir adam ayakta namaz kılıyor, tekrar tekrar şu ayeti okuyordu;"Herkesin (dünyada) yaptığı hayrı ve işlediği kötülüğü önünde hazır bulaca­ğı kıyamet gününde, kişi yaptığı kötülükle kendisi arasında uzun bir mesafe bulunmasını temenni edecektir. Allah sizi kendisinden sakındırır. (O halde O'nun sorgulamasından, hesaba çekmesinden ve azabından çok korkun)'(Ali-İmran-30)Bu büyük zat diyor ki: Ben onun arkasına sessizce oturdum. O, bu ayeti ke­rimeyi tekrar tekrar okuyor ve ağlıyordu. O esnada bir çığlık attı ve düşüp bayıldı. Bu benim meymenetsizliğimden oldu diye çok üzüldüm. Uzun bir süre sonra ayıidı ve "Allah'ım! Ben yalandan ayakta durarak ağlayanlardan olmaktan Sana sığınırım (bir bakıma o kendi okuyuşunun ve ağlamasının nifak ağlaması olduğuna karar vermişti). Allah'ım! Boş insanların amellerinden Sana sığınırım (çünkü benim bu okumam ve ağlamam boş insanların okumasıdır. Zira benim kadar başı boş başka kim var ki?) Allah'ım! Ben gafil insanlar gibi Sen'den yüz çevirmekten Sana sığını­rım (çünkü benim bu işim de gaflet içinde olmaktadır)" dedi ve sonra, "Allah'ım! Korkanların kalbi Sana yalvarır. İyi amellerinde kusur İşleyenler yalnız Senin (rah­metine) ümidlerini bağlar. Ariflerin kalbi yalnız Senin büyüklüğün karşısında zelil olur" dedi. Ondan sonra (toprak vs.nin ele bulaşmasından dolayı ellerin silkelendiği gibi) iki elini silkeledi ve "Benim dünya ile ne işim var, dünyanın benimle ne işi var? Ey dünya! Sen evlatlarının yanına git. Sen kendi nimetlerinin kadrini bilenlerin ya­nına git! Sen aşıkların yanına git. Onları kandır (bana dokunma)" buyurdu. Sonra şöyle devam etti: "Önceki zamanlarda yaşayanlar nereye gittiler? Hepsi toprağa karıştılar. Çürüyerek toprağa karıştılar. Zaman geçtikçe insanlar yok olup gidiyor­lar". Ben o zata, "Ben çoktan beri sizin müsait olmanızı beklemek için oturuyorum" dedim. O şöyle dedi; "Ömrünün sona erdiğini düşünen birinin fırsatı nasıl olur? O, <Vakit bitmeden önce bir şey yapayım> diye acele etmektedir. Zaman da <Ben nasıl tükeneyim> diye acele etmektedir. Zaman geçtikçe ölümün acele geldiği dü­şüncesi kendine galip olan kişi nasıl boş olabilir. Vakitleri geçip giden, bu geçen vakitler içinde işlediği günahları hesabında toplanan kimsenin nasıl fırsatı ola­bilir?" Sonra o, Allahu Teâlâ'ya teveccüh ederek şöyle dedi: "Benim bu musibe­tim için (yani hesabımda toplanan günahlarınYlçin) ve gelen musibetler için sı­ğınağım, ancak Sen'sin. (Ancak Senin rahmetinle zorluklar aşılabilir)". Bir müd­det bu dua ile meşgul oldu. Sonra Kur'an-ı Kerİm'den şu ayeti okudu:

"Hiç hesab etmedikleri şeyler, Allah tarafından (kıyamet günü) karşılarına çıkarılacaktır"                                                                                      

(Zümer-47)

Bu bir ayetin parçasıdır. Ayetin tamamı şöyledir:

"Eğer yeryüzündeki bütün varlıklar ve buna ilaveten bir o kadarı, (dünyada) zulmetmiş olanların (yani küfür şirk vs.ye düşmüş olanların1) olsaydı. Kıyamet gününün kötü azabından kurtulmak için (hiç tereddüt etmeden) fidye olarak verirlerdi. (Ancak o gün fidye kabul edilmez. Bu konu Bakara sûresinin bir çok yerinde ve Mâide sûresinde geçmiştir) Hiç hesap etmedikleri şeyler (çok şiddetli muameleler) Allah tarafından (kıyamet günü) karşılarına çıkacaktır"                                                                                  (Zümer-47)

Bu konuyla ilgili olarak burada pek çok ayet zikredilebilir. Özet olarak o büyük zat bu ayeti kerimeyi okudu ve öncekinden daha şiddetli bir çığlık attı ve bayılıp düştü. Uzun bir süre sonra ayıldı. Ayıldığında şöyle diyordu: "Allah'ım! (Kıyamet günü) Senin huzurunda durduğumda ancak Kendi iütfunla benim kötü­lüklerimi affet. Settar perdenle beni ört. Yalnızca Kendi kereminle benim günah­larımı bağışla". Ben ona, "Rahmetinden ümidli olduğun (yüce Zât1 in) hürmetine senden rica ediyorum ki, benimle konuş!" dedim. O, "Konuşmasından İstifade edebileceğin bir kimseyle konuşmalısın. Günahları kendisini helak etmiş olan bi­riyle (yani benimle) konuşmayı terk et" dedi ve sonra şöyle buyurdu: "Ben bu­rada Allah bilir kaç seneden beri şeytanla savaşıyorum. Ben onunla savaşmakla meşgulüm. O da benimle savaşmakla meşgul (yani o, beni her an Allahu Teâlâ'­ya teveccühten uzaklaştırmak için çalışmaya koyulmuştur). O şimdiye kadar beni meşgul olduğum şeyden (Allah'a teveccühten) uzaklaştırmak için senden başka biki Allah'a sirk koşmak büyük bir zulümdür" buyuruImuştur yol bulamamıştır. O halde sen benden uzaklaş. Sen (şeytanın) tuzağına düşmüş­sün. Sen benim dilimin münacatını durdurdun. Benim kalbimi (Allah ceiie ce/a'u/ıu'dan alıkoyarak) kendi sözüne döndürdün. Ben senin şerrinden Allahu Teâlâ'ya sığını­rım. Ve o yüce Zâtın beni gazabından koruyacağını ümid ederim". Onunla konuş­mak isteyen şahıs diyor ki: Ben onu Allah'a yönelmekten alıkoyduğum için kork­tum. Bundan dolayı bana herhangi bir azab inmesin diye onu orada bırakıp, geldim.Hz, Kürz bin Vebre rahm&tullahi aleyh her gün Kur'an-ı üç defa hatmederdi. Buna ilave olarak her zaman ibadetlerle meşgul olurdu. Biri kendisine, "Siz nef­sinizi büyük bir meşakkate soktunuz" deyince buyurdu ki; "Dünyanın yaşı kaç?" Adam, "Yedi bin sene" dedi. O, "Kıyamet gününün müddeti ne kadardır?" dedi. Adam, "Elli bin sene" dedi. O, "Sizden birinin günün yedide birini çalışıp bütün gününü rahat içinde geçirmeye neden gücü yetmesin ki? (Yani eğer bir kimse üç buçuk saat çalışıp bütün günü rahat içinde geçirecekse bunu kim yapmaz ki?) Öyleyse bir kimse kıyamet gününün rahatı için dünyanın bütün ömrü olan yedi bin seneyi çalışıp çabalamakla geçirse, yine de çok ucuz bir alışveriş yapmış olur. Kaldı ki insanın ömrü dünyanın bütün ömründen çok az bir bölümdür, Ahiret hayatı ise kıyamet gününden sonra sonsuzdur".Bu birkaç kıssa örnek olarak zikredilmiştir. İmam Gazali mhmetuiiahi aleyh buyurdu ki: İşte bunlar önceki zamanlardaki büyüklerin adetleri ve güzel vasıfla­rıdır. Eğer senin azgın nefsin bizzat ibadetleri yapamıyorsa sen onlar uğrunda ölümü göze alanların ahvalini gözden geçir. Bir de şunu iyice düşün ki, din he­kimleri olan ve ahiret konusunda basiret sahibi olup akıllı olan, o büyüklerin ve Allah dostlarının topluluğuna katılmak mı daha üstündür yoksa dinden gafil olan, kendi zamanımızdaki cahil ahmaklara uymak mı? Sakın akıllılara tabî olmayı bırakıp da ahmaklara tabî olma. Eğer sen, "Bunlar güçlü onlara uymak zordur" diye vehmedersen, o zaman birkaç kadının halini dinle ve sen bir erkek olarak kadınlar kadar bile olamayıp bundan aciz kalma. Sen düşün ki din konusunda kadınlara denk olamayan bir erkek ne kadar cimridir, Şimdi dikkatlice dinle:Hz. Habîbe Adeviyye radıyaliahu anha yatsı namazını kılınca elbisesini üstüne güzelce örter, evinin damına çıkıp dikilir ve dua etmekle meşgul olurdu ve şöyle derdi; <Allah'ım! Yıldızlar parladı, insanlar uyudu, padişahlar kapılarını kapattı. Her­kes kendi sevdiğiyle baş başa kaldı. Ben ise Senin huzurunda ayaktayım>. Böyle dedikten sonra namaza başlardı ve bütün gece namaz kılardı. Seher vakti girince şöyle derdi; "Allah'ım! Gece gitti, gün ışıdı. Ne olaydı benim bu gecemi kabul ettiği­ni bilseydim de kendimi tebrik etseydim. Veya reddettiğini bilseydim de kendime başsağlığı dileseydim. Senin izzetine yemin olsun ki, ben devamlı böyle yapacağım. Senin izzetine yemin olsun ki, eğer Sen beni kapından kovsan da yine de Senin kerem ve bağışının halini bildiğimden dolayı Senin kapından asla ayrılamam".Hz. Ucre rahmetuiiahi aloyha âmâ bir hanımdı. Bütün gece uyanık kalırdı. Se­her vakti olunca çok dertli bir sesle şöyle derdi; "Allah'ım! Abidlerin cemali Sana doğru yürüyüp, gecenin karanlığını aşmışlardır. Onlar Senin rahmetine ve Senin mağfiretine doğru birbirlerindenileri geçmek için çalışmıştılar. Allah'ım! Ben an­cak Sen'den isterim. Sen'den başka kimseden isteğim yoktur. Sen beni Sâbikîn zümresine dahil eyle, A'lâ-i illiyyîn'e ulaştır ve Mukarreb insanların derecesine dahil et. Salih kullarının arasına koy. Sen merhametlilerin en merhametlisisin. Yücelerin en Yücesisin. Kerem sahiplerinin en Keremlisisin. Ey Kerim! (Bana ke­reminle muamele et)". Böyle diyerek secdeye kapanırdı. Onun ağlama sesi du­yulurdu. Sabaha kadar ağlar ve dua ederdi.Yahya bin Bestam rahmetuliahi aleyh diyor ki: Biz Hz. Şe'vâne rahmetullahi aley-ha'nın meclisinde bulunur, onun ağlama ve feryadını işitirdik. Ben bir arkadaşıma, "Bir vakit yalnızken onun yanına gidip bu ağlamasını azaltmasını ona anlatalım" dedim. Arkadaşım, "Tamam senin görüşün nasılsa, öyle olsun" dedi. Biz yalnız­ken onun yanına gittik ve "Eğer siz bu ağlamanızı biraz azaltsanız ve kendi canınıza merhamet etseniz daha hayırlı olur. Zira vücudunuzda biraz güç kalır. Uzun süre onu kullanabilirsiniz" dedik. Bunu duyunca ağlamaya başladı ve "Be­nim temennim şudur ki, benim göz yaşlarım kuruyana kadar ağlayayım. Sonra kan ağlamaya başlayayım. Hatta benim bedenimin bütün kanı gözlerimden dışarı çıksın. Bir damla kan dahi kalmasın" dedi. Ardından, "Ben ağlamayı nereden bili­yorum ki, ben ağlamayı nereden biliyorum ki?" dedi. Sık sık, "Ben ağlamayı nere­den biliyorum ki?" sözünü söyleyip duruyordu. Nihayet kendinden geçip bayılıverdi.Muhammed bin Muâz rahmetullahi aleyh diyor ki: Bana çok ibadet eden bir kadın şöyle anlattı; "Ben rüyamda Cennet'e girmek için yürüdüğümü gördüm. Bir de baktım ki, insanlar Cennet'in kapısında toplanmışlar. Ben, <Ne oldu, Bunların hepsi kapının önünde neden toplandılar?> dedim. Biri bana, <Bir kadın geliyor. Onun gelişinden dolayı Cennet süslenip donatıldı. Bütün bunlar da onu karşıla­mak için dışarı çıktılar> dedi. Ben, <O kadın kimdir?> dedim. O, <Eyke'de oturan Şe'vane adında siyah bir cariyedir> dedi. Ben, <Allah'a yemin olsun ki o benim bacımdır> dedim. O esnada baktım ki Şe'vane çok şahane, güzel görümlü asil bir deveye oturmuş, havada uçarak geliyor. Ben ona seslenerek, <Bacım! Sen, benimle senin bağlılığını biliyorsun. Rabbine dua et de beni de senin yanına kat-sın> dedim. O bunu işitince gülümseyerek şöyle dedi; <Henüz senin buraya gel­me vaktin gelmedi. Ancak benim iki sözümü aklında tut: 1-(Ahiret) derdini bağrı­na bas ve Allahu Teâlâ'nın sevgisini bütün arzularına galip kıl, 2-Ölümün ne zaman geleceğine aldırma (yani her zaman ona hazır >"Bir Allah dostu diyor ki: Ben bir gün pazara gidiyordum. Yanımda Habeşli bir cariye vardı. Ben onu bir yere oturtup ileri gittim. Giderken ona, "Sen burada otur, şimdi geliyorum" dedim. Ben oraya dönünce onu yerinde bulamadım. Çok öfkelendim. Bu öfke içinde eve döndüm. O, beni görünce yüzümdeki öfkeyi his­setti ve şöyle dedi: "Efendim azarlamakta acele etmeyin. Biraz sözümü dinleyi­niz. Siz beni öyle bir yere oturtunuz ki, orada Allah adını ağzına alan kimse yoktu. Ben o yerin yere batmasından korktum". (Allah'ın zikredilmediği yere aza­bın gelmesi kıyasa yakındır). Onun bu sözüne ben çok hayret ettim ve "Seni azad ettim" dedim. O, "Efendim siz bana iyi davranmadınız" dedi. Ben, "Niçin?" de­dim. O, "Ben önceden cariye olduğum için bana iki kat sevap veriliyordu. (Hadiste geçtiği üzere, <Bir köle Allah'a itaat eder ve kendi efendisine hizmet ederse, ona iki kat sevap verilir) Şimdi sen beni azad etmekle benim bir ecrimi zayi ettin" dedi.Hz. Havas rahmetullahi aleyh meşhur bir Allah dostudur. Diyor ki: Biz Hz. Rihle Âbide'nin yanına gittik. O oruç tuta tuta kararmıştı. Namaz kıla kıla (ayak­lan) kurumuştu. Bundan dolayı gezip dolaşmaktan mazur olmuştu. Oturarak na­maz kılıyordu. Ağlaya ağlaya gözleri görmez olmuştu. Biz onun yanına gidip Allahu Teâlâ'nın rahmetini ve affını anlattık -ki belki bundan dolayı onun müca-hedesinde bir azalma olabilir-. O benim sözümü dinleyince aniden bir çığlık attı. Sonra, "Ben kendi halimi biliyorum. O benim kalbimi yaraladı. Ciğerimi parçaladı. Keşke ben dünyaya hiç gelmeseydim" dedi ve namaza durdu.Örnek olarak birkaç vakıa zikrettik. İmam Gazali rahmetullahi aleyh kadınların buna benzer daha bir çok kıssasını nakletmiştir. Bu nakillerden sonra şöyle de­mektedir: Eğer sen nefsinin gözcüsü isen, o mihnetkeş erkeklerin ve kadınların ahvaline fikir ve dikkat nazarıyla bak. Tâ ki senin tabiatına ferahlık dolsun ve sende mihnet hırsı meydana gelsin. Ama kendi zamanındaki adamların ahvaline bakmaktan sakın. Çünkü onların çoğu öyledir ki, eğer sen onlara uyarsan, onlar seni Allah yolundan sapıtırlar. O mihnet çeken insanların kıssalarının sayısı belli değildir. Biz örnek olarak bir kaçını yazdık. Onlar ibret için yeterlidir. Eğer sen daha fazlasına bakmak istersen Hilye'tül Evliya adlı eseri mütâlâa et. Onda Sa-hâbe-i Kiram, tabiin ve ondan sonra gelenlerin ahvali genişçe yazılmıştır. (/Zıya'yı şerh eden zat da birkaç vakıayı zikretmiştir). Onların ahvaline bakmakla sen ve senin zamanındaki insanların dinden ne kadar uzak olduğunu anlayacaksın. Eğer sen, kendi zamanındaki insanlara bakarak, "Önceki devirlerde hayır çok olduğun­dan öyle yapmak kolaydı. Şimdi eğer o halleri yaşarsam halk bana deli der. Çünkü o zamandaki bütün insanların başına gelen benim de başıma gelecektir. Umumi olarak bir musibet gelince herkes onun içine girmek zorunda kalır" diye düşünürsen, bu senin nefsinin aldatmasıdır. Söyle bakalım, eğer bir yerden sel gelirse ve herkes onun içinde sürüklenip giderse, ancak bir şahıs yüzme bildiğin­den ya da başka bir vasıta ile kurtulabilecekse, buna rağmen, "Herkes bu musi­bete yakalanmış" zannıyla susar (hiçbir şey yapmazsa) ne olur? Halbuki sel fela­keti çok az bir zaman içindir. Sel yüzünden gelecek en büyük felaket ölümdür. Ondan daha fazla bir şey olmaz. Ahiret azabı ise çok çetindir. Asla bitmeyecek­tir. Bu konuyu iyice anlamalı ve devamlı düşünmelidir.[135]Biri Hz. İbrahim bin Edhem rahmetullahi a/ey/ı'e, "Siz herhangi bir vakit otur-sanız, biz de sizin yanınıza gelsek ve biraz nasihat dinlesek" dedi. O şöyle buyurdu: "Şu an önümde dört işim var. Onlarla meşgulüm. Onları bitirince olabilir. 1-Ezelde söz alındığında Allahu Teâlâ bir topluluk hakkında <Bunlar Cennet'liktio, başka bir topluluk hakkında da <Bunlar Cehennem'liktir> buyurdu. Ben her zaman, <Acaba ben hangisindeyim?> diye düşünüyorum. 2-Anne kamında çocuk oluş­maya başlayınca, o vakit, o nutfe üzerinde bir melek görevlendirilir. Melek Allahu Teâlâ'ya, <Bunu Saîd mi yazayım, Bedbaht mı?> diye sorar. Ben her zaman dü­şünürüm; <Acaba ben saîd mi yazıldım, bedbaht mı?> 3-Melek insanın ruhunu kabzettiği zaman, <Bu ruhu müslümanların ruhlarının arasına mı koyayım yoksa kafirlerin ruhlarının arasına mı?> diye sorar. Kim bilir benim hakkımda o meleğe ne cevap verilecektir. 4-Kıyamet günü şöyle emredilecektir;<Ey mücrimler! Bugün itaatkarlardan ayrılın> (Yasin- 59). Acaba ben hangi topluluktan sayılacağım diye düşünüyorum"[136] Yani, "Bu dört endişeden kurtul­mak nasip olursa, o zaman dostlarla endişesiz bir şekilde konuşma fırsatı bula­bilirim. Henüz ben her an bu endişeler içinde bulunmaktayım. Huzur içinde nasıl oturabilirim?" demek istemiştir.

15) Ebû Hureyre radıyaliahu anh'dan Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "Zenginlik malın çokluğundan değildir. Bilakis (hakikî) zengin­lik kalp zenginliğidir"                                                               

(Müttefekun aleyh, Mişkât)

İZAH: Hadisi şerifin maksadı tamamen açıktır. Yani, insanın kalbi zengin değilse ne kadar çok malı olursa olsun, o fakirlerden daha az mal harcar. Ne ka­dar malı olursa olsun devamlı onu arttırmayı düşünmekten dolayı muhtaç kimse­lerden daha fazla perişan olur. Ama eğer kalbi zenginse, azıcık bir mal bile onun endişesini giderir, Mevcut olanı da her an arttırma endişesinden kurtulmuş olur.

İmam Râğıb rahmetuliahiateyh diyor ki: Gına kelimesi bir çok manaya gelmektedir: a) Hiçbir ihtiyacın olmamasıdır. Buna göre Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:

"Ey insanlar! Sizler Allah'a muhtaçsınız. Allah ise hiçbir şeye muhtaç değildir. Her türlü övgüye layıktır"                                                                                                       (Fatır-15)

b) İhtiyaçların azalmasıdır. Bu manaya göre Allahu Teâlâ Duha sûresinde Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem \e ilgi şöyle buyurmuştur."(Rabbin) seni fakir bulup, zenginleştirmedi mi" (Duha-8). Rasûlullah sallallahu aley­hi vesellem \r\ yukarıdaki hadisi bu manaya göredir. "Asıl zenginlik kalp zenginliğidir".

c) Malın çoğalması ve eşyanın bolluğudur. Bu Kur'an-ı Kerim'in şu ayetin­de zikredilmiştir:"(Sadakaların asıl hak sahipleri, kendilerini Allah yoluna vakfedenlerdir) Durumlarını bilmeyen kimse, haya ve iffetlerinden (dilenmemelerinden) do­layı onları zengin sanâr".                                                               (Bakara-273)

Hz. Ebû Zer Gıfâri radıyallahu anh buyuruyor ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve­sellem bana, "Ebû Zer! Sana göre malın çok olması zenginlik midir?" buyurdu. Ben, "Elbette" dedim. Sonra, "Malın az olması fakirlik midir?" buyurdu. Ben, "El­bette" dedim. Bunun üzerine Rasûlullah saliaiiahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "Zen­ginlik ancak kalp zenginliğidir. Fakirlikte ancak kalp fakirliğidir"[137]Gerçek şudur ki, asıl zenginlik kalp zenginliğidir. Tabii hangi güzel kısmetliye Allah ceiie ceiaiuhu bunu nasip ederse, işte bu hakiki zühddür. Bir kalbin içinde mal sevgisi hiç yoksa işte o zengindir ve ancak o zahiddir. İsterse görünürde yanında malı olmasın... İçinde dünya sevgisi bulunan kalp ne kadar malı olursa olsun fakirdir ve dünyacıdırFakih Ebûlleys rahmetuliahi aleyh bir hekimin şu sözünü nakletmiştir: "Biz dört şeyi aradık ve onları aramak için yanlış yol seçtik; 1-Biz zenginliği malda aradık, halbuki o malda değil aksine kanaatteydi. (Biz onu malda aradık durduk, zenginlik orada olmadığına göre nasıl bulunacaktır). 2-Biz rahatı (can ve maldaki) çoklukta aradık. Halbuki rahat onların azlığındaydı. 3-Biz izzet ve saygınlığı yaratıklarda ara­dık (yani onların yanında saygın olmak için onların hoşlanacağı sebepleri seçtik). Ancak onu takvada bulduk. (Bu çok doğrudur. Bir kimsede takva ne kadar fazla olursa, onun izzet ve saygınlığı o kadar fazla olur). 4-Biz Allah'ın nimetini yemekte ve giyinmekte aradık (bunda Allah'ın büyük nimetleri olduğunu zannettik). Halbuki Allahu Teâlâ'nın en büyük nimeti, İslam nimeti ve Allah'ın günahları örtmesidir. (Kim bu iki nimeti elde ederse bunlar o kimseye Allah'ın verdiği büyük nimetlerdir)"[138]Rasûlullah sallallahu aleyhi vese//em'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Kimin maksadı dünya olursa Allahu Teâlâ onun kalbine üç şeyi musallat kılar; 1-Hiç bitme­yen üzüntü, 2-Fırsat nasib olmayan meşguliyet, 3-Asla sona ermeyen fakirlik". Yine Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "Siz Allahu Teâlâ'nın, kendisine dünyaya karşı rağbetsizlik ve az konuşma ihsan ettiği bir kimseyi görürseniz, onun yanında kalın. Zira ona hikmet verilmiştir"[139]

16) Ebû Hureyre radıyallahu anfc'dan Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "Sizden biri kendisinden mal ve yaratılış bakımından üstün kılınan birine bakınca, birde kendinden aşağı olan kimseye baksın".                                                                                         (Müttefekun aleyh, Mişkât)

İZAH: Yani insan herhangi bir zengini görür ve ona bakıp heveslenir ve "Sen şöyle zenginsin, ben ise değilim" diye üzülürse o zaman yokluktan dolayı fakirlik İçinde kıvranan herhangi bir kimseyi düşünmelidir. Tâ ki önceki üzüntü­süyle birlikte Allahu Teâlâ'nın kendisini öyle yapmadığına şükredebilsin. Bir baş­ka hadiste şöyle buyurulmuştur: "Kendinizden fazla zengin olanlara bakmayın. Kendinizden aşağı derece olanları düşünün. Böyle yapmakla sizin kalbinizde, Allah'ın size ihsan ettiği o nimete karşı bir hor görme duygusu olmaz"[140]

Hz. Ebû Zer Gıfari mdıyaiiahu anh buyuruyor ki: Benim mahbûbum (Peygam­ber saiiaiiahu aleyhi vesellem) bana yedi şeyi emretmiştir; 1-Bana, "Yoksulları sev ve onlara yakın ol" diye emretti. 2-Kendimden yüksek insanlara (malı çok olanlara) gözümü dikmememi, kendimden aşağı derece olanlara bakmamı (onlar hak­kında düşünmemi) emretti. 3-Sıla-i rahim yapmamı (akrabamı gözetmemi). On­lar benden yüz çevirseler de (yani yakın akrabam benim yanımda olmayıp u-zakta olsalar da veya bana iltifat etmeseler de hatta benden yüz çevirseler de) benim onlarla ilişki kurmamı emretti. (Terğib ve Terhib adlı kitapta "Onlar bana zülüm yapsa da" ifadesi geçmektedir. Bu ifadeyle ikinci mana teyid edilmektedir). 4-Kimseden bir şey istemememi emretti. 5-Kime acı gelirse gelsin hak sözü söy­lememi emretti, 6-Allah'ın rızasına karşılık hiçbir kınayanın kınamasına aldırma­mamı emretti. (Yani Allah'ın razı olduğu şeyi seçeyim. Böyle yaptığımdan dolayı ahmak insanlar kınarlarsa varsın kınasınlar). 7-Bol bolLâ havle veiâ kuvvete illâ billah  dememi emretti. Çünkü bu kelimeler arşın altındaki özel hazineden inmiştir". Pek çok rivayetlerde bu kelimeyi bol bol söylemeye teşvik edilmiştir.Bir başka hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur. "İki haslet vardır ki, bunlar kimde bulunursa Allahu Teâlâ onu sâbirîn ve şâkirîn top­luluğundan sayar. Kim din hususunda kendisinden üstün insanların ahvaline ba­kar ve onlara tabi olmaya çalışırsa, dünya hususunda kendinden aşağı derece­deki insanlara bakar ve kendisini (sadece lütfuyla) onlardan daha iyi bir hale koy­duğu için Allah'a şükrederse, Cenab-ı Hak onu sabredenler ve şükredenlerden sayar. Kim de din hususunda kendinden aşağı insanlara bakarsa (yani <Falanca benim yaptığım kadar bile yapmıyor> derse), dünya hususunda da kendisinden yüksek insanlara bakar ve <Falancanın yanındaki kadar benim yanımda yoktur> diye üzülürse, o ne sabreden ne de şükredenlerden sayılır"[141] Avn bin Abdullah rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Ben çoğu zaman zenginlerin yanında otururdum. Tabia­tım üzüntülü olurdu. Bazılarının elbisesinin benim elbisemden üstün olduğunu görürdüm (de kendi elbisemin değersiz olmasından dolayı kendimde aşağılık hissederdim. Bu yüzden üzülürdüm). Bazılarının atını kendi atımdan güzel görür­düm. Sonra ben fakirlerle oturmaya başladım ve bu üzüntüden kurtulup rahata kavuştum (çünkü kendimdeki eşyaların onlardan üstün olduğunu gördüm)"[142]Alimler yazmışladır ki: "Fakir kadınla evlenilmeli, zengin kadınla evlenilme-melidir. Çünkü kim zengin kadınla evlenirse beş afete mübtela olur; 1-Fazla mehir vermek gerekir, 2-Düğün ertelenip geciktirilir (çünkü onun cehiz hazırlığı hiç bit­mez), 3-Ondan hizmet beklemek zor olur, 4-Fazla masraf talep eder, 5-Onu bo­şamak isteyince malına olan hırs onu boşatmaz". Denilir ki kadın dört şeyde ko­casından aşağı olmalıdır. Yoksa kocası onun gözünde zelil olur; 1-Yaşı, 2-Boyu, 3-Malı, 4-Nesebi. Dört şeyde de kadın kocasından üstün olmalıdır. 1-Güzellik, 2-Edep, 3-Takva, 4-Güzel huy"[143]Kişi maldan daha önemli olan yaratılış ve sıh­hat itibariyle kendinden aşağı olan insanlara bakmalıdır.Bir adam bir Allah dostunun yanına gelerek yoksulluğundan dert yandı ve çok şiddetli bir şekilde perişan olduğunu beyan etti. Hatta bu dert içinde ölme te­mennisini açıkladı. O büyük zat ona, "Sana on bin dirhem verilip de ebedi olarak gözlerinin alınmasına razı olur musun?" dedi. O buna razı olmadı. O zat, "Peki on bin dirhem verilip de dilinin alınmasına razı olur musun?" dedi. O buna da razı olmadı. O zat tekrar, "Sana yirmi bin dirhem verilip de ellerinin ve ayakları­nın kesilmesine razı olur musun?" dedi. O yine razı olmadı. Bunun üzerine o zat, "Peki öyleyse sana on bin dirhem verilip de deli yapılmana razı olur musun?" dedi. Adam yine razı olmadı. Sonra o zat buyurdu ki; "Sen utanmıyor musun? Se­nin itirafına göre Allahu Teâlâ sana 50 bin dirhem maliyetinde malzeme vermiştir (misal olarak birkaç şey sayılmıştır). Yine de sen halinden şikayet ediyorsun".İbni Semmâk rahmetuiiahi aleyh bir padişahın yanına gitti. Padişahın elinde bir bardak su vardı. Padişah ondan kendisine nasihat etmesini istedi. İbni Sem­mâk rahmetuiiahi aleyh dedi ki: "Eğer sana <Şu bir bardak su ancak senin saltana­tının karşılığında satın alınabilir. Eğer satın alınmazsa su bulmanın başka bir yolu yoktur yoksa susuz kalman gerekir> denilse, sen bütün saltanatını verip su­yu satın almaya razı olur musun? Yoksa susuzluktan ölmeye mi razı olursun?" Padişah, "Kesinlikle razı olurum" deyince İbni Semmak rahmetuiiahi aleyh, "Bütün değeri bir bardak su olan bir padişahlığa sevinmeye ne gerek var" buyurdu.Bu misallerden tahmin ediliyor ki, Allahu Tealâ'nın herkese verdiği her bir nimetin değeri milyonlar veya milyarlarla ölçülemez. Bunlar genel nimetlerdir. Bun­larda herkes ortaktır. Eğer derin bir bakışla bakılacak olursa Allahu Teâlâ'nın her şahsa, başka hiçbir kimsenin ortak olmadığı özel nimetler vermiştir. Üç nimet vardır ki herkes onda mümtaz olduğunu başkasının onda kendisine ortak olmadığını itiraf etmektedir. Bunlardan biri akıldır ki ne kadar ahmak olursa olsun herkes kendisinin en akıllı olduğunu, kendinin anladığını başkasının anlayamadığını zannetmektedir. Bu durumda gerçek açıdan onun bu iddiası doğru veya yanlış olabilir. Ancak onun kendi inanç ve ikrarı açısından Allahu Teâlâ bir başkasına vermediği bir nimeti ona vermiştir. Bu durumda onun Allahu Teâlâ'nın bu nimetlerine en fazla şükretmesi gerekmez mi? (Mesela eğer basit bir şeyde -para pul vs.de- bir başkasından aşa­ğıda ise <En şerefli şey olan akıl hususunda ben herkesten ilerdeyim> diye düşün­melidir). İkinci şey âdetlerdir. Çünkü her şahıs mutlaka kendinden başka herkeste, kendine göre ayıp olan bir âdet bulmakta ve öyle kabul etmektedir. Bir bakıma ona göre kendinden başka herkeste mutlaka bir ahlâki kusur vardır. O, kendi âdetlerin­den hiçbirini (sözde kusurlu olarak kabul etse de kalbiyle) kusurlu olarak kabul et­memekte ve onu bırakmak için çalışmamaktadır. Bu durumda insanın şunu düşün­mesi gerekmez mi ki, Allah ceiie ceiaiuhu her ne kadar kendisine birkaç şeyi başka­sından az verse de güzel âdet nimeti konusunda onu özelikle herkesten üstün kıl­mıştır. Üçüncü şey ilimdir ki, herkes kendi şahsi ahval ve iç durumlarına o kadar vâkıftır ve o kadar fazla bilir ki, başka bir kişi onun ahvaline o kadar vâkıf olamaz. O ahvaller içinde pek çok şeyler vardır ki insan o eksiklikleri başkasının bilmesine asla tahammül edemez. O halde Allah'ın bir ihsanıdır ki, ona kendi ahvalini bilmeyi nasip etmesine rağmen başkalarından onları gizlemiştir. Onun, "Benim bu bildiğimi kimse bilmesin" temennisini yerine getirmiştir. Çünkü bu ahvallerde hiç kimse ona ortak değildir. Bu onu herkesten imtiyazlı kılan bir şey değil midir? Ve buna şük­retmek onun görevi değil midir? Bunlardan başka her şahısta binlerce şey vardır ki onlarla ilgili olarak onların kendisinden alınıp onun aksi bir şeyin yada başka bir şeyin kendisine verilmesine razı olamaz. Mesela insan olmak gibi... Hiçbir kimse in­sanlığının alınıp, maymun yapılmasını istemez. Veya erkek olmak gibi... Hiçbir kim­se kendisinin erkeklikten çıkarılıp kadın yapılmasını istemez. Aynı şekilde mü'min olmak, Kur"an hafızı olmak, alim olmak, güzel olmak, evlat sahibi olmak gibi... Kısa­ca ahlakta, surette, sîrette, dostluk ve akrabalıkta, çoluk çocukta, izzet ve rütbede herkesin yanında öyle özel haller vardır ki, onları değiştirmeye o asla razı olmaz. Peki öyleyse "Allahu Teâlâ'nın her şahıs üzerinde başkasına nasip olmayan binler­ce hususi nimetleri vardır" sözü doğru değil midir? Bu durumdayken insan bütün bu nimetlere gözünü kapatarak kendi yanında olmayıp da başkasının yanında bu­lunan bir-iki şeye heveslenip nankörlük ederse, bu son derece sevimsiz ve aşağılık bir davranış değil midir? Eğer bir kişi, birinin yanında çok mal olduğuna bakıyorsa, yukarıda zikredilen nimetleri iyice düşünsün. Onlar içinde öyle nimetler vardır ki, o kişi bu konuda, imrendiği yada haset ettiği o şahıstan daha üstündür. Bu durumda bu kişi nimetlerin toplamı bakımından o şahıstan daha üstündür.[144]Bütün bunlardan sonra o şahsın yanındaki malın başına ne geleceği bilinme­mektedir. Acaba mal onun rahatına mı sebeptir, yoksa can azabı mıdır? Rasûlullah saliailabu aleyhi veseihm şöyle buyurmuştur: "Bir facirin yanında herhangi bir nimet gö­rünce ona imrenmeyin öldükten sonra onun hangi musibete düşeceğinden haberiniz yoktur. Çünkü facirkişi için Allah indinde öyle birfelaket (yani Cehennem) vardırki hiçbir zaman sona ermeyecektir"[145] İlerdeki hadiste bu konu geniş olarak gelmektedir.

17) Ukbe bin Amir radıyallahu an/)1 dan RasÜlUİlah sallallahu aleyhi veseilem buyurdu ki: "Sen, günahlarına rağmen bir kula Allahu Teâlâ'nın dünyadan sevdiği şeyi (genişlik ve bolluğu) verdiğini görürsen şüphesiz ki o İstid-rac'dır (ona verilen mühlettir)". Sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem şu ayeti okudu: "Kendilerine yapılan nasihatleri unuttuklarında onlara her şeyin (her türlü rahatlığın) kapısını açtık. Nihayet kendilerine verilen o nimetlerle sevinip zevke dalınca onları (azabımızla) ansızın yakalayıverdik. Hemen ümitsizliğe kapılıp şaşkına döndüler".                                                                                                          (Ahmed.

İZAH: Bu ayeti kerime En'am sûresinin 44. ayetidir. Bu ayetten önce Alla­hu Teâlâ'nın evvelki ümmetlere yaptığı muamele kısaca beyan edilmiştir. Özet olarak meali şudur:"Şüphesiz senden önceki ümmetlere de peygamberler gönderdik (ancak on­lar peygamberlere iman etmediler). Bunun üzerine Biz, yalvarmaları için on­ları darlık ve hastalıklarla (ve diğer musibetlerle) yakaladık (çünkü afetler gelince Allah ce//e ceiaiuhu hatırlanır. Ancak onlar buna rağmen kendi hareket­lerinden vazgeçmediler). / Onlara azabımız geldiği vakit yalvarmalı değillermiydi? (Tâ ki onlar yalvarıp, yakarmaları, acizlik göstermeleri ve tevbe et­melerinden dolayı kusurları affolunsun). Fakat onların kalpleri katılaştı ve şeytan yaptıklarını kendilerine süslü gösterdi. / Ne zamanki onlar (peygam­berler tarafından) kendilerine yapılan nasihatleri unuttular. Biz de onlara her şeyin (rahat ve konforun, zevkü sefanın) kapılarını açtık. Nihayet kendi­lerine verilen o nimetlerle sevindikleri (ve kibirlendikleri) sırada onları aza­bımızla ansızın yakalayıverdik (onların üzerine tahmin ve hayal etmedikleri ani bir azabı bir anda musallat ettik). Sonra onlar (Ne oluyor? Bu musibet neden geliyor? diye) şaşkına döndüler. / Böylece (Bizim bu ani azabımız sonucu) zulmeden kavmin kökü kesildi. Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun (ki böyle zalimlerin kökü kesilmiş oldu)",                                                                  (En'am-42,43,44,45)

Rasûlullah saiiailahu aleyhi veseiiem bu ayeti kerimeyi okuyarak Allahu Teâlâ'-nın âdeti şerife'sine işaret ederek şuna dikkat çekmiştir ki, Allah'a isyan ve gü­nahlara rağmen zevkü sefa ve rahat imkanlarının olması Allahu Teâlâ tarafından verilen bir mühlettir. Buna Istidrac denir. Kur'an-ı Kerim'in bu ayetinde zikredil­miştir. Bundan başka birçok ayetlerde de buna dikkat çekilmiştir. Bu çok tehlikeli bir şeydir. Çünkü bu durumda çoğu zaman insan üzerine öyle bir azab musallat olur ki, o hayretler içinde kalır. O afetten kurtulmak için hiçbir yol bulamaz. Öy­leyse böyle bir durumdan çok fazla korkmak gerekir.Hz. Ubâde radıyaltahu anh Rasûlullah saiiailahu aleyhi veseilem \n şöyle buyurdu­ğunu nakletmiştir: "Allah ceiie ceialuhu bir kavmi yükseltmek istediğinde onlarda iti­dal ve iffet meydana getirir. Bir kavmi de yok etmek istediğinde onlar arasında hıyanet kapısını açar. Sonra onlar bu hareketlerinde iyice şımardıkları sırada bir anda onların üzerine azab musallat olur" buyurdu ve yukarıdaki ayeti okudu. Hz. Hasan radıyaiiahu anh buyurdu ki: "Birine bolluk verilirde o bunun kendi helakinin bir başlangıcı olduğunu anlamazsa o akıllı biri değildir. Kime de bir darlık verilir de o bunun Allahu Teâlâ'ya dönmek için bir mühlet olduğunu anlamazsa o da akıllı değildir"[146] Bir hadiste geçtiğine göre bizzat Rasûlullah saiiailahu aleyhi veseilem şöyle dua etmiştir: "Allah'ım! Kim bana iman eder ve benim getirdiğim hükümleri tasdik ederse ona az mal ver, az evlad ver. Sana kavuşma arzusunu ise çoğalt. Kim bana iman etmezse ve o hükümleri tasdik etmezse ona hem çok mal ver hem de çok evlat ver. Onun ömrünü de ziyade kıl"[147]Her halükârda günahların bolluğu ile birlikte nimetlerin varolması çok teh­likelidir. Böyle zamanlarda çok fazla tevbe, istiğfar ve Allahu Teâlâ'ya yönelme gereği vardır. Bundan dolayı Rasûlullah saiiailahu aleyhi veseilem \n biraz önce (bun­dan önceki hadisin sonunda) şöyle bir irşadı geçmişti: "Herhangi bir facirin ya­nında bir nimet görünce ona imrenme. Onun öldükten sonra hangi musibetlere düşeceğinden senin haberin yoktur".

18) Şeddâd bin Evs radıyaiiahu anh'dan Rasûlullah saiiailahu aleyhi veseilem buyurdu ki: "Akıllı kimse nefsini (Allah'ın razı olacağı işlere) itaatkar kılan ve ölümden sonra işe yarayacak olan ameller işleyendir. Aciz (ahmak) ise nefsini arzularına tabi kılar ve Allah'a ümidler bağlar".                        (Tirmizi, IbniMâce, Mişkât)

İZAH: Yani durum şudur ki, kişi nefsinin arzularına karşılık haram ve hela­le aldırmazken Allahu Teâlâ'ya, "O Rahim'dir, Kerim'dir" diye büyük ümidler bağ­lamaktadır. O ümitlere dayanarak günaha aldırmamaktadır. Bir başka hadiste şöyle buyurulmuştur: "Akıllı kimse, ölümden sonrası için çalışandır. Çıplak kimse dinden yoksun olandır. Allah'ım! Hayat sadece ahiret hayatıdır"[148] Yani daimi ha­yat ancak orasıdır. Kim oraya eli boş giderse, o ömrünü zayi etmiş olur. Burada şunu anlamak gerekir ki, Allahu Teâlâ'nın rahmet ve mağfiretinden ümitvâr ol­mak, onu temenni etmek ve bunu da Allahu Teâlâ'dan istemek ayrı şey, O'nun rahmet ve mağfiret umuduna güvenerek, "Ben dilediğimi yaparım. Ben mutlaka affolunacağım" diye kendini aldatmak ve hayal etmek ayrı şeydir.İmam Râzi rahmetuiiahi aleyh buyuruyor ki: Şu iki ayet gururun kötülenmesi ve kınanması için yeterlidir. Altahu Teâlâ buyuru yor ki:

"(Ey insanlar!) Dünya hayatı sakın sizi aldatmasın (dünyaya dalarak ahireti unutursunuz). Allah'ın affına güvendirerek sakın o mağrur şeytan sizi al­datmasın"                                                                                           

(Lokman-33)

"(Mü'minler, münafıklara) <Evet siz kendinizi fitneye kaptırdınız. Mü'minle-rin bir belaya uğramasını beklediniz. Din hususunda şüpheye düştünüz. Boş temenniler sizi aldatto"                                                               

(Hadid-14)

Birinci ayetin tefsirinde Hz. Said bin Cübeyr rahmetuiiahi aleyh buyuruyor k: "Allahu Teâlâ'ya güvendirerek aldatmanın manası, <Sen günah işlemeye ve mağ­firet temennisinde bulunmaya devam et> demektir". İkinci ayeti kerime Hadid sûresinin 14. ayetidir. Ondan önceki ayetlerde kıyamet gününün bir manzarası zikredilmiştir. Şöyle ki, o gün Müslümanların önünde koşan bir nur bulunacaktır.0  nur, onların (müslümanların) önünden gidecektir (bu nur sırat köprüsünden geçmek içindir). Ondan sonra Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:

"O gün münafık erkek ve münafık kadınlar, mü'minlere, <Bize bakın (bekleyin) de nurunuzdan istifade ede!im> derler. Onlara, <Arkanıza dönünde nur ara-yın> denilir. Hemen onların arasına kapısı olan bir duvar çekilir. Onun içinde rahmet dışında azab vardır. / Münafıklar, mü'minlere, <Dünyada biz sizinle be­raber değil miydik?> diye bağırırlar. Mü'minler de, <Evet, Fakat siz kendinizi fitneye kaptırdınız. Mü'minlerin bir belaya uğramasını beklediniz. İslam husu­sunda şüpheye düştünüz. Boş temenniler sizi aldattı. Nihayet Allah'ın emri geldi (öldünüz). Sizi aldatıcı (şeytan) Allah'a güvendirerek aldattı> (derler)".                              (Hadid-13.14)

Ebû Süfyan radıyaiiahu an/ı'dan ayette geçen kelimesinin tefsin hak­kında şöyle nakledilmiştir: "Yani siz günahlarınızla kendinizi sapıklığa attınız ve sizi temenniler aldattı. Çünkü siz, <Biz bağışlanacağız> diyordunuz".[149]Mezâhir adlı eserin sahibi yazıyor ki: Şeyh İbni Abbâd Şâzelî rahmetuiiahi aleyh ayette geçen Allah'ın emri geldi ifadesinin izahında diyor ki: "Allah'ı hakkıyla tanıyan alimler (boş temenniler hakkında) dediler ki; <Yalancı bir umut ki, o umut üzerine sahibi mağrur olur. Amelden elini çeker. O umut, onu günahlara karşı cesur kılar. O gerçek olarak umut değil aksine bir arzu ve şeytan hilesidir>", Hz. Maruf-u Kerhi rahmetuiiahi aleyh buyurdu ki: "Amelsiz Cennet talep etmek günahlardan bir günahtır. Sebepsiz ve alâkasız şefaat ümid etmek hilenin bir kısmıdır. Kendisine itaat et­mediği zattan rahmet ümid etmek ahmaklık ve cehalettir". Hasan Basri rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Bir kavmi, bağışlanma ümitleri (iyilik yapmaktan) alıkoydu. Nihayet iyilikleri olmadığı .halde dünyadan çıkıp gittiler. Onlardan biri der ki; <Ben Rabbi-me iyi zan besliyorum. Çünkü o bağışlayandır^ Yalan söylüyor. Eğer onun Rab-bine karşı hüsnü zanni' olsaydı, iyi amel yapardı". Yine Hasan Basri rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Ey Allah'ın kullan! Batıl arzulardan uzak durun. Çünkü o ahmakla­rın vadisidir. İnsanlar oraya düşmüşlerdir. Allah'a yemin olsun ki, Allahu Teâlâ hiç bir kuluna arzularının neticesinde ne dünyada bir hayır vermiştir ne de ahirette[150]İmam Gazali rahmetuiiahi aleyh buyuruyor ki: Her saadetin anahtarı, uyanık olmak ve akıllı iş yapmaktır. Her bedbahtlığın kaynağı, gurur ve gaflettir. Allahu Teâlâ'nın hiçbir ihsanı iman ve marifetten üstün değildir. Onları elde etmenin yolu Allahu Teâlâ'nın basiret nuru ile gönlü açmasından başka bir şey değildir. Allahu Teâlâ'nın hiçbir azabı küfür ve masiyetten daha ileri değildir. Bunu körükleyen de ancak cehalet karanlığından dolayı kalp gözünün kör olmasıdır. O halde akıllı ve basiret sahibi insanların kalbi, herhangi bir duvar oyuğuna konulmuş, son derece parlak bir kandil gibidir. Kur'an-ı Kerim'de buna şu ayetle örnek verilmiştir:

"Onun nuru içinde kandil bulunan bir hücre gibidir"                                                            (Nur-35)

Kendini aldatıp gurura kapılan kimselerin kalbi pek çok karanlıklar içinde kalıp hiçbir şeyi göremeyen adam gibidir. Allah ceiie ceiaiuhu şöyle buyuruyor:

"Veya inkar edenlerin amelleri derin bir denizdeki karanlıklara benzer. Bir deniz ki, onu üst üste dalgalar örtmüş, dalgaların üstünden de bulutlar bir­biri üstüne yığılmış karanlıklar... İnsan elini çıkaracak olsa neredeyse onu bile göremeyecek"                                                                                                                        (Nur-40)

Gururun asıl felaket kaynağı olduğu bilindiğine göre bunu biraz tafsilatlı olarak bilmek gerekir. Tâ ki ondan ihtimamla sakmabilesin. Kur'an-ı Kerim ve ha­dislerde gurur sık sık kınanmıştır. Rasûlullah sallaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Akıllı insan nefsine hakim olan ve ölümden sonrası için amel işleyendir. Ahmak insan ise nefsinin arzularına tâbi olan ve Allah'a ümitler bağlayandır". Hadislerde cehaletle ilgili ne kadar kötüleme ve tehditler geçiyorsa onların hepsi gurura da uygun düşmektedir. Çünkü gurur cehaletten doğmaktadır. Hatta o, cehaletin bir parçasıdır. Gerçi her cehalet gurur değildir. Ancak şüphesiz her gurur cehalettir. Onlardan en büyük gurur ve cehalet, kafirlerin ve fasıklannkidir. Onlar diyor ki: "Dünya peşindir, şu an mevcuttur. Ahiret ise veresiyedir ve sonra gelecektir".Veresiyeyi tercih edip peşini terk etmek akıllı insanların işi değildir

Böyle düşünmek son derece ahmaklık ve cehalettir. Bu kaide peşin ve ve­resiyenin eşit olduğu yerde geçerlidir. Ancak bir şeyi peşin olarak bir altına sata­biliyor ve veresiye olarak 100 altına satıyorsa orada hiçbir ahmak, "Nakit olanı veresiye üzerine tercih etmek gerekir" demez. Halbuki dünyanın peşin lezzetleri­nin ahiret karşısında hiçbir münasebeti yoktur. Bir kimsenin dünya hayatı olsa olsa yüz sene veya yüz elli sene olur. Bu süre ahiretin bitmez tükenmez süre­siyle nasıl kıyaslanabilir? Aynı şekilde bir doktor, bir hastasına, bir meyveyi ya­saklar ve tehlikeli olduğunu söylerse, hasta hiçbir zaman, "Bu meyveyi yemenin lezzeti peşin, sıhhat ise veresiyedir. Öyleyse veresiyeden dolayı peşin olanı bı­rakmamak gerekir" diyemez.Buna benzer bir şekilde bazı akılsızlar şöyle demektedirler: "Dünyanın za­rarı ve sıkıntıları kesindir. Ahiretinkisi ise şüphelidir. Şüpheden dolayı kesin olan terk edilmemelidir". Bu söz cahilce bir sözdür. İnsan ticarette kesin olan bir meşakkate katlanmaktadır. Bunu sadece kendisinde şüphe olan bir kâr kazanma ümidiyle yapmaktadır. Zira ticarette kâr olup olmayacağı şüphelidir. Hasta bir kimse çok acı ilaç içmekte, kan aldırmakta, tahlil yaptırmakta ve ameliyat olmak­tadır.Bunların acısı kesindir. Bütün bunlar gerçekleşmesi kesin olmayan bir sıh­hat ümidiyle yapılmaktadır.Aynı şekilde şu da bir aldatmadır ki; "Biz ahireti görmedik, denemedik. Ha­kikatinin ne olduğunu bilmiyoruz". Bu düşünce de son derece cehalettir. Çünkü bilmeyen insan için (eğer şahsi ilmi yoksa) tecrübeli ve bilen insanların sözü ge­çerli olur. Hiçbir hasta, hiçbir zaman, "Falan ilaçta bu tesirin olup olmadığını ben bilmiyorum" diyemez. O devamlı ilacı bilen tabip ve doktorların sözüne itimad eder. Hiçbir zaman doktora, "Bu ilacın falanca tesirini bana delileriyle anlat" diye talepte bulunmaz. Eğer biri böyle söylerse, o ahmak olarak kabul edilir. Aynı şe­kilde ahiret hakkında kendilerine bütün dünyanın dâima güvendiği Enbiya'nın evliyanın, hükemânın ve ulemanın sözleri muteber ve geçerli olur. Birkaç cahilin, "Biz bilmiyoruz" veya "Biz yakînen inanmıyoruz" demelerinin hiçbir etkisi yoktur. Ahiret hakkında kafirlere bu gibi vehimler gelir. Müslüman ise kendi lisanıyla Müslüman olmayı ikrar ettiğinden dolayı diliyle böyle sözler söylemez. Ancak o Allahu Teâlâ'nın hükümlerini arkasına atarak, O'nun koyduğu günahları irtikâb ederek, şehvetlere ve dünya lezzetlerine dalarak, ameliyle ve lisâni hâl ile sanki o da aynı şeyi söylemektedir. Yoksa dünyayı ahirete tercih etmesinin başka bir sebebi yoktur. Bu insanlar konuşma yönünden de bir aldanmaya düşmüşlerdir. Diyorlar ki; "Allah ceiie ceiaiuhu Kerim'dir, Gafur'dur, Rahim'dir. Biz O'nun affını ümid ediyoruz. Biz O'nun mağfiretine güveniyoruz. O'na ümid bağlamak, talep edilen, övülen ve beğenilen bir şeydir. O'nun Rahmeti çok geniştir. O'nun mağfiret deni­zinin karşısında bizim günahlarımız nedir ki?" Hadisi Kudsi'de bizzat Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Ben kulumun zannına göre muamele ederim. Kulumun Ba­na hüsnü zan yapması gerekir". Bu Hadisi Kudsi kesinlikle doğrudur. Bu Allahu Teâlâ'nın yüce irşadıdır. Ancak bununla birlikte şunu da anlamak gerekir ki; şey­tan insanı doğru bir sözün yanlış manasıyla saptırabilir. Eğer böyle olmasaydı şey­tan aldatmakta çok zorluk çekerdi. İşte bu meseleyi Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesei-lem şu irşadında açıklamıştır: "Akıllı insan nefsini itaatkar kılan ve öldükten sonra­sı için ameller işleyendir. Ahmak ise nefsinin arzularına tabî olan ve Allahu Teâlâ'-ya ümidler bağlayandır". İşte bunlar şeytanın Allahu Teâlâ'ya güze! ümid besleme kılıfı giydirdiği, Allah'a bağlanan ümitlerdir. Allahu Teâlâ ise kendisine ümid bağ­lamanın açıklamasını bizzat Kendisi yapmıştır. Nitekim şöyle buyurmuştur:

"Şüphesiz ki iman edenler, hicret edip Allah yolunda cihad edenler... İşte onlar Allah'ın rahmetini umarlar"                                                   (Bakara-218)Kur'an-ı Kerim'de yer yer Cennet ve onun nimetlerinin, amellerin karşılığı olduğu bildirilmiştir. Bu durumda düşünülmesi gereken şey şudur ki, eğer bir işçi kap-kacak imalâtı için tutulsa ve onun için haddi hesabı olmayan büyük bir ücret kararlaştırılsa, işveren çok lütuf sahibi olsa, ücret vermekte çok cömert olsa ve kararlaştırılan ücrete ilaveten çok fazla ikramiye verse, bozuk imal ettiği kaplara karşılıkta ücret verse, mallardaki basit eksiklere karşı müsamaha gösterse (bü­tün bunlara rağmen) işçi kap imal etmek yerine onu imal eden alet ve makinaları da kırsa ve "İşveren büyük kerem sahibi çok fazla ücret veriyor" dese ve bundan dolayı bütün bunları kırıp dökerek çok fazla ücret alma beklentisiyle otursa, aca­ba bu adama akıllı diyebilen bir ahmak çıkar mı? İşte bu ahmaklık, ümid ve temenni arasında ki farkı anlamamaktan ileri gelmektedir.Biri Hz. Hasan Basri mhmetuiiahi aieyh'e, "Bazı insanlar iyi amel işlemiyorlar. Bir de, <Biz Allah'a karşı iyi ümid besliyoruz> diyorlar" dedi. O buyurdu ki: "(Ümid sizden) çok uzaktır, çok uzak. Bu onların arzulandır. Onlar arzularının önünde e-ğilip gidiyorlar. Bir kimse bir şeyi ümid ettiği zaman onu arar. Kim bir şeyden (Me­sela ilahi azabtan) korkarsa, ondan kaçar (ondan sakınmak için çalışır)". Müslim bin Yesar rahmetuiiahi aleyh bir gün o kadar uzun secde etti ki (dişlerine kan indi ve) iki dişi düştü. Bir şahıs, "(Ben amel yapmıyorum ama) Allahu Teâlâ'nın mağfire­tini mutlaka ümid ediyorum" dedi. Müslim dedi ki: "(Ümid etmek senden) çok uzak, çok uzak. Bir kimse bir şeyi ümid edince onu arar. Bir kimse de bir şeyden korkunca ondan kaçar".Öyleyse bir kimse oğlu olmasını ümid ediyor da evlenmiyorsa veya evleni­yor da hanımıyla bir araya gelmiyorsa ve çocuğu olmasını ümit etmeye devam ediyorsa, ona akılsız denilir. Aynı şekilde kim Allah'ın rahmetini ümid ediyor ama iman etmiyorsa veya iman ediyor ama iyi amel işlemiyorsa ve günahları bırakmı­yorsa, o akılsızdır. Elbette bir şahıs evlenir ve hanımıyla bir araya gelir sonrada, "Acaba çocuk olacak mı, olmayacak mı" diye tereddüt içinde kalır ve çocuk ol­masını Allah'ın fazlından ümid ederse veya ana rahmine bir zarar gelmesin, çocuk zayi olmasın diye korkar ve çocuk dünyaya gelinceye kadar onu muhafaza ederse, işte o akıllı bir kimsedir. Buna benzer şekilde bir kimse iman eder, iyi amel işlerse, kötü amellerden sakınırsa, Ailahu Teâlâ kabul edecek diye ümid besleyip, kabul olmayacağından da korkarsa ve bu hal üzere ona ölüm gelirse, o akıllıdır. Ondan başka hepsi akılsızdır. İşte bu insanlar için Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur:

"{Ey Rasûlüm! Kıyamet günü) mücrimleri bir görsen! Rablerinİn huzurunda başlarını eğerek, <Ey Rabbimiz! Gördük ve işittik. Bizi tekrar dünyaya gönder de salih ameller işleyelim. Artık kesin olarak iman ettik> (derler)"                                                                                                        (Secde-12)

Yani şimdi biz buna tam olarak inandık. Evlenmeden ve hanımla bir araya gelmeden çocuk olmadığı gibi, toprağı ıslah etmeden ve tohum atmadan ziraat Teâlâ şöyle buyuruyor:

"(Ey Rasûlüm! Kullarıma Benim adıma) de ki: <Ey kendi aleyhlerine haddi aşan (küfür şirk ve günah zulmü işleyen) kullarım. Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz ki Allah bütün günahları bağışlar. Muhakkak ki O çok affeden ve çok merhamet edendir>. / Size azab gelmeden önce Rabbinize yönelin ve O'na teslim olun. Sonra yardım olunmazsınız. / Size farkına varmadan ansızın azab gelmeden önce Rabbiniz tarafından size indirilen en güzel kelama (hükümlere) uyun, / Size, Allah'a dönmeniz emre-dilmesinin sebebi şudur: Yarın (kıyamet günü) herhangi bir kişi, <Allah'a karşı işlediğim kusurlardan dolayı yazıklar olsun bana! Gerçekten ben (Al­lah'ın hükümleriyle) alay edenlerden idim> diyecektir, / Veya, <Eğer Allah beni hidayete erdirseydi elbette ben muttakîlerden olurdum> der. / Yahut azabı gördüğü zaman, <Keşke tekrar dünyaya dönmenin imkanı olsaydı da iyilik yapanlardan olsaydım> der".                                              (Zümer-53-58)

Bu ayetlerde Cenab-ı Hak ceiie ceiaiuhu bütün günahların bağışlanacağını vaad etmekle birlikte kendine yönelmeyi de emretmiştir. Başka bir ayette şöyle buyurmuştur:

Kim tevbe eder,iman eder ve salih amel işlerse ve sonra hidayette devam .  ederse, şüphesiz ki Ben onun için çok bağışlayıcıyım                                                                                           (Ta ha-82

Bu ayeti kerimede Allah celle celaluhu bağışlanmaya bahsi geçen şeyler üzeriner tertiplemiştir. O halde kim tevbe ile birlikte bağışlanmayı ümid ediyorsa, ger­çek ümid sahibi o'dur. Günahında ısrar ederek bağışlanmayı ümid eden kimse ise ahmaktır. Kendini aldatmaktadır. Önceki insanlar ibadetler hususunda can verirler, günahlardan son derece titizlikle sakınırlardı. Takvada ileri giderler, şüp­heli şeylerden bile uzak durulardı. Gece gündüz ibadetle meşgul olup her zaman Allah korkusundan ağlarlardı. Bu zamanda herkes memnun, her an Allah'ın aza­bından mutmain. Hiçbir zaman azab korkusu yok. Gece gündüz şehvetlere ve dünya lezzetlerine dalmış, her an dünya kazanmayı düşünmekte ve Allah'a zerre kadar yönelmemektedir. Bir de, "Biz Allah'ın keremine ve lütfuna güveniyoruz. O'nun bağışlamasını ümid ediyoruz" diye hayal ederler. Sanki pek çok meşak­katlere katlanan Enbiya-i Kiram aleyhimüssalatu vesselam, Sahabe-i Kiram ve Evliya-i Muhlisin'den hiçbiri Allah'ın rahmetini ümid etmiyordu.

19) Hz. İbni Ömer radıyaitehu anhuma buyurdu ki: Biz on kişi Peygamber saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm yanına geldik. Onların onuncusu bendim. Ensardan bir adam, "Ey Allah'ın Nebisi! İnsanların en akıllısı ve en ihtiyatlısı kimdir?" de­di. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Ölümü en fazla hatırlayan­lar ve ölüm için en fazla hazırlık yapanlardır. İşte onlar akıllıların ta kendile­ridir. Dünyanın şerefi ve ahiretin izzetini alıp götürdüler".                                                                               (İbni  MâceTaberani)

İZAH: Ölümü sık sık yâd etmek ve hatırda tutmak hakkında çok çeşitli ifade­lerle Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vese//em'den pek çok hadisler varid olmuştur. Onlardan bazıları bu kitapta (biraz önce zikredilen) ümidleri kısa tutmakla ilgili hadisin açık­lamasında geçmişti. Onlar arasında Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem"\n, "Lezzetleri kıran şeyi (yani ölümü) bol bol hatırlayın" emri muhtelif rivayetlerde geçmiştir. Ra­sûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'\n bu ihtimamımdan dolayı bu konuyu ayrıca zikre­diyorum. Çünkü ölümü çokça hatırlamak hem ümidleri kısa tutmaya vesiledir hem de ölüme hazırlanmaya sebeptir. Dünyaya rağbet etmemeye de sebeptir. Bu da asıl maksattır. Malı biriktirip de işe yaramaz bir halde bırakıp gitmekten insanı alı-koyar. Ahiret azığı toplamaya yardımcıdır. Günahlardan tevbe etmeye teşvik edici­dir. Başkasına zulüm ve haksızlık yapmaktan, başkalarının haklarını zayi etmekten alıkoyandır. Kısaca bu amelin içinde (ölümü hatırlamakta) pek çok faydalar bulun­durmaktadır. Bundan dolayı tasavvuf büyüklerinin de âdetidir ki, hali münasip olan müridlerinin çoğuna özellikle murakabe yapmalarını telkin etmektedirler.Bir hadiste şöyle geçmektedir. Bir genç ayağa kalktı ve "Ya Rasûlallah! Mü­minlerin en akıllısı kimdir?" dedi. Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Ölümü çok zik­reden ve ölüm gelmeden önce ona en güzel şekilde hazırlık yapandır buyurdu. Bir defasında Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem Kur'an-ı Kerim'den şu ayeti okudu:"Allah kimi hidayete erdirmek isterse, onun gönlünü İslam'a açar" (En'am-125) Bundan sonra Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "İslam nuru gönüle dahil olunca gönül onun için açılır". Biri, "Ya Rasûlallah! Onun (İslam'ın nurunun kalbe girmesinin) bir alâmeti var mıdır?" diye sorunca Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi ve-seiiem, "Aldanma yurdu (olan dünya)dan uzaklık meydan gelmesi. Ebedi kalıcı olan (ahiret)e yönelmek ve ölüm gelmeden önce onun için hazırlık yapmak" buyurdu.[151] Bir başka hadiste Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Ben an­nemin kabrini ziyaret etmek için izin istemiştim. Bana onu ziyaret etmem için izin verildi. Sizler kabristana gidiniz. Çünkü kabir ziyareti ahireti hatırlatır". Diğer bir hadiste şöyle buyuruluyor: "Onunla ibret elde edilir". Yine bir hadiste, "Kabristana gitmekle dünyaya karşı rağbet yok olur, ahiret hatırlanır" diye geçmektedir.Hz. Ebû Zer radıyaiiahu anh buyurdu ki: Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem ba­na, "Kabristana git onunla ahireti hatırlarsın. Ölüleri yıka, çünkü bu, (iyiliklerden) boş olan bedenin ilacıdır ve bununla çok büyük nasihat elde edilir. Cenaze na­mazına katıl. Belki ondan dolayı sende bir üzüntü ve gam meydana gelir. Çünkü (kendisinde ahiret derdi olan) dertli insan Allahu Teâlâ'nın gölgesinde kalır ve her hayrı talep edip, arar" buyurdu.[152] Bir hadiste geçtiğine göre Rasûluilah saiiatia-hu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Hastaları ziyaret ediniz, cenazelerin arkasından gi­diniz. Bu ahireti hatırlatır".Bir hekim bir cenaze ile birlikte yürüyordu. Yolda insanlar o ölüye üzülüp dertleniyorlardı. O zat, "Siz kendinize üzülüp kederlenin bu (sizin için) daha fay­dalıdır. Bu ölü gitmiştir ve üç afetten kurtulmuştur; 1-Gelecekte artık onda ölüm meleğini görme korkusu kalmamıştır, 2-Artık ona ölümün şiddetini çekme sırası gelmeyecektir, 3-Son nefesini kötü bir şekilde verme korkusu sona ermiştir. (Siz kendinizi düşünün ki, sizin için bu üç merhale hâlâ mevcuttur)". Hz. Ebû Derdâ radıyatiahu anh bir cenazenin yanında gidiyordu. Yolda yürüyen biri, "Bu kimin ce­nazesi?" dedi. O buyurdu ki: "Bu senin cenazendir. Eğer bu söz sana ağır geli­yorsa benim cenazemdir". (Burada maksat şudur: Bu vakit kendi ölümünü hatır­lama vaktidir. Bu esnada boş sözlere yönelmek hiç münasip değildir). Hz. Hasan Basrî rahmetuilahi aleyh şöyle buyurmuştur: "Kendilerine (ahiret) seferi için azık ha­zırlamaları emredildiği ve yakında harekâtın başlayacağı ilan edildiği halde (dün­ya) oyunu ile meşgul olanlara hayret, çok hayreti". Hasan Basrî rahmetuilahi aleyh hakkındaki şu olay meşhurdur: O bir cenazeyi görünce sanki o an kendi annesini defnedip gelmiş gibi üzüntülü ve kederli bir hale girerdi.[153]Hz. Aişe radıyaiiahu anha buyuruyor ki: Bir yahudi kadın Hz. Aişe radıyaiiahu an/ja'nın yanına geldi ve (onun bir iyiliğine karşılık olarak) şöyle dedi: "Allahu Teâlâ sizi kabir azabından korusun". Hz. Aişe radıyaiiahu anha, Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem e, "Kabirlerde azab Olur mu?" dedi. Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Elbette kabirlerde de azab oluyor" buyurdu. Ondan sonra Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem (insanlara öğretmek için) her namazdan sonra devamlı kabir aza­bından Allah'a sığınırdı. Bir hadiste buyuruluyor ki: "Ölülere kabirlerinde öyle şid­detli azab edilir ki, onların sesini hayvanlar bile işitir". Diğer bir hadiste Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Ben sizin (korkudan dolayı) ölülerinizi defnetmeyi terk edeceğinizden endişe ediyorum. Yoksa ben Kabir azabını size duyurması için Allah'a dua ederdim". Hz. Osman radıyaiiahu anh herhangi bir kab­rin başında durunca o kadar ağlardı ki, mübarek sakalı ıslanırdı. Biri kendisine, "Siz Cennet ve Cehennem zikredilince kabirden bahsedildiği zamanki kadar ağ­lamıyorsunuz" deyince, "Ben Rasûluilah saiiaüahu aleyhi veseiiem'den işittim ki; <Kabir ahiret menzillerinden ilk menzildir. Kim oradan kolaylıkla kurtulursa ondan sonra­ki menziller onun için kolay olur. Kim orada (azaba) tutulursa onun için ondan sonraki menziller daha ağır olacaktır>. Yine ben Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi vesei-/em'den işittim ki; <Ben kabrin manzarasından daha şiddetli manzarası olan hiç­bir şey görmedim>". Bir başka hadiste Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Kabirde her gün sabah ve akşam iki vakit ölüye kıya­metten sonra gideceği evi gösterilir. Eğer o Cennet ehlindense ona Cennet'teki mekanı gösterilir (bu yüzden o sevinç ve sürür içinde kalır). Eğer o Cehennem eh­linden ise Cehennem'deki mekanı gösterilir (bu yüzden onun üzüntü, dert, endişe ve korkusu artar)". Hz, Aişe radıyaiiahu anha buyurdu ki: "Bir defasında bir yahudi kadın benim kapıma geldi ve <Bana yemek için bir şeyler ver. Allah Deccal'in fitnesinden ve kabir azabından seni korusun> diye dilenmeye başladı". Hz. Aişe radıyaiiahu anha diyor ki: Ben o kadını beklettim. O esnada Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesetiem geldi. Ben Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiems, "Bu yahudi kadın şu iki sözü söyledi" dedim. Buyurdu ki: "Deccal fitnesi öyle bir şeydir ki, önceki pey­gamberlerden kendi ümmetini Deccal'in fitnesinden korkutmayan hiçbir peygam­ber yoktur. Ancak ben şu ana kadar hiçbir peygamberin demediği, bununla ilgili bir şey diyorum. O da şudur ki; Deccal tek gözlüdür ve onun alnında her mü'mi-nin okuyabileceği şekilde kafir yazılıdır. Kabir fitnesi meselesi de şudur; iyi bir insan ölünce melekler onu kabrinde oturturlar. O hiç paniğe kapılmadan ve ken­disine hiçbir üzüntü musallat olmadan oturur. Ona ilk önce İslam hakkında so­rulur; <Sen İslam hakkında ne dersin?> denir. Ondan sonra ona, <Sen şu zat (Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem hakkında ne diyorsun?> denir. O, <Bu zât Mu-hammed saiiaiiahu aleyhi veseflem'dir. O Allahu Teâlâ'dan bize apaçık deliller getirmiştir.Biz onun getirdiklerinin hepsinin doğruluğuna inandık> der. Ondan sonra ona Ce-hennem'in bir yeri gösterilir. Orada insanların birbiri üzerine yığıldıklarını görür. Ona, <Buraya bak! Allahu Teâlâ seni bu afetten kurtarmıştır> denilir. Sonra ona Cennet'te bir makam gösterilir. Oranın son derece süs ve ziynet içinde olduğunu görür ve oranın zevkü safa manzaralarına bakar sonra ona, <Cennet'teki bu yer. senin kalacağın yerdir (Kıyamet'ten sonra sen buraya getirileceksin). Sen dün­yada iken ahirete kesinlikle inanan biriydin. Bu iman üzerindeyken sana ölüm gelmişti. Bu imanla sen kabrinden kaldırılacaksın> denir. Kötü bir adam ölünce (melekler tarafından) kabre oturtulur. O son derece bir panik ve korku içinde otu­rur ve (biraz önce geçen sorular) ona da sorulur. O, <Benim bir şeyden haberim yok. (Dünyada iken) halktan ne duyduysam ben de onu söylerdim> der. Önce Cennet'in kapısı açılarak ona Cennetin süs ve ziyneti ve oradaki nimetler göste­rilir. Sonra kendisine, <Burası senin asıl makamındı. Ancak sen buradan uzak-laştırıldın> denilir. Sonra ona Cehennem gösterilir. Orada insanlar birbiri üzerine yığılmışlardır. Ona, <Artık senin yerin burası. Sen dünyada şüphe içinde yaşar­dın ve o şüphe üzere öldün. Bunun üzerine kıyamet günü diriltileceksin> denir".[154]Hz. Ebû Katâde radıyallahu anh buyurdu ki: RasÛlullah sallallahu aleyhi vesel-/em'in yanından bir cenaze geçti. RasÛlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem ona bakarak, "Bu adam ya rahatlığa kavuştu ya da insanlar ondan rahat ettiler" buyurdu. Son­ra şöyle dedi: "Mü'min bir kul ölünce dünya meşakkatleri ve sıkıntılarından kurtu­lur ve Allah'ın rahmetine gider (böylece o rahata kavuşmuş olur). Facir bir insan ölünce diğer insanlar, yerleşim bölgeleri, hayvanlar ve ağaçlar (bunların hepsi) onun ölümüyle rahata kavuşurlar"[155] Çünkü onun günahlarının uğursuzluğundan dolayı dünyaya felaket iner, yağmurlar kesilir. Bundan dolayı şehirlerde feşad olur. Ağaçlar kurumaya başlar. Hayvanlara yem ve yiyecek bulmak zorlaşır. Bundan dolayı onun ölümüyle herkes rahata erişir. Çünkü onun hayırsızlığından dolayı herkese sıkıntı ulaşmaktaydı.Hz. İbni Ömer radıyallahu anhuma buyuruyor ki: "RasÛlullah sallallahu aleyhi ve-seiiem bir defasında benim omuzumdan tutarak, <Dünyada bir garip gibi veya bir yolcu gibi ol> buyurdu". Hz. İbni Ömer radıyaüahu anhuma diyor ki: "Sen sabaha gi­rince akşamı bekleme, akşama girince sabahı bekleme. Sıhhatli zamanında has­talık zamanın için kendine azık hazırla (çünkü sıhhatli iken yapılan amellerin se­vabı hasta iken devam eder). Hayatta iken ölümün için azık al"[156] Hz. Ebû Hureyre radıyallahu anh buyuruyor ki: BİZ bir defasında RasÛlullah sallallahu aleyhi veseiiem ile birlikte bir cenazeye katılmıştık. Kabristana varınca RasÛlullah sallallahu aleyhi veseiiem bîr kabrin yanına geldi ve şöyle buyurdu; "Kabrin üzerinden hiçbir gün geçmez ki düzgün ve net bir sesle şöyle ilan etmesin; <Ey Adem oğlu! Sen beni unuttun. Ben yalnızlık eviyim, gariplik yurduyum. Ben vahşet eviyim. Ben böcek ve haşerat yuvasıyım. Ben darlık eviyim. Ancak Allahu Teâlâ'nın beni kendisi için geniş kıldığı kimsemüstesnadır>". Ondan sonra RasÛlullah sallallahu aleyhi ve­seiiem, "Kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçedir veya Cehennem çukurların­dan bir çukurdur" buyurdu. Hz. Sehl radıyallahu anh buyuruyor ki: Bir sahabi vefat etti. (Allah ondan razı olsun). Sahâbe-i Kiram radiyaiiahu anhum ecmam onu övmeye ve onun çok ibadet etme halini anlatmaya başladılar. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi veseiiem sessizce dinledi. Sahabeler susunca RasÛlullah sallallahu aleyhi veseilem, "O hiç ölümden bahsediyor muydu?" buyurdu. Sahâbe-i Kiram, "Ondan hiç bahsetmezdi" dediler. RasÛlullah sallallahu aleyhi veseiiem tekrar, "O gön­lünün arzuladığı şeyleri terk ediyor muydu?" (yani mesela herhangi bir şeyi ye­meyi gönlü istiyordu ama o yemiyordu gibi...) Sahâbe-i Kiram, "Öyle yapmıyor­du" dedi. RasÛlullah sallallahu aleyhi veseiiem, "O sahâbi (bu iki şeyle amel etme­nizden dolayı) sizlerin ulaşacağı derecelere ulaşamayacaktır" buyurdu.Başka bir hadiste şöyle geçmektedir: RasÛlullah sallallahu aleyhi veseiiem'm meclisinde bir sahabinin ibadet ve mücahedesinin çokluğundan bahsedildi. Ra-sûlullah sallallahu aleyhi veseiiem, "O ölümü ne kadar hatırlardı?" buyurdu. Sahabe­ler, "Ondan bahsettiğini biz duymadık" dediler. RasÛlullah sallallahu aleyhi veseiiem, "Öyleyse o kişi (sizin zannettiğiniz) o derecede değildir" buyurdu. Hz. Berâ radıyalla­hu anh buyuruyor ki: Biz RasÛlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem. ile birlikte bir cenazeyi defnetmeye katılmıştık. RasÛlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem oraya varınca bir kabrin yakınına oturdu ve o kadar ağladı ki toprak ıslandı. Sonra buyurdu ki: "Kardeş­lerim! Bu şey için (yani kabre gitmek için) hazırlık yapın".[157]Hz. Şakîk bin İbrahim rahmetuiiahi aleyh buyuruyor ki: "İnsanlar dört şeyde dilleriyle bana muvafakat sağlıyorlar ama amelleriyle muhalefet ediyorlar. 1-Onlar, <Biz Allah'ın kullarıyız (ve kölesiyiz)> diyorlar ama hür insanlar gibi iş yapıyorlar. 2-Onlar, <Al!ah celle ceiaiuhu bizim rızkımıza kefildir> diyorlar. Ancak yanlarında dünyanın hiçbir şeyi olmayınca Allah'ın kefil olmasına itminanları kalmıyor. 3-On-1ar, <Ahiret dünyadan üstündür> diyorlar, ancak her an dünya malı toplama fikrin­de devam ediyorlar (ahireti ise hiç düşünmüyorlar). 4-Onlar, <Ölüm kesindir. Mut­laka gelecektir> diyorlar. Ancak hiç ölmeyecek insanlarmış gibi davranıyorlar". Ebû Hâmid Leffâf rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Kim ölümü çokça anarsa, ona üç şey ikram edilir; 1-Çabuk tevbe nasib olur, 2-Malda kanaat nasip olur, 3-İbadetlerde sevinç ve gönül bağlılığı meydana gelir. Kim de ölümden gafil olursa, ona üç azab musallat olur; 1-Günahlarına tevbe etmesi gecikir, 2-Gelirine razı olmaz (ne ka­dar olursa olsun onu devamlı az görür), 3-İbadetlerde tembellik meydana gelir"[158]İmam Gazali rahmetuiiahi aleyh buyuruyor ki: Bütün hamdler büyük büyük zalim ve zorbaların boyunlarını ölümle büken, yüce ve haşmetli kralların bellerini ölümle kıran ve büyük büyük hazine ve sermaye sahiplerinin bitiren Allah'a aittir. Onların hepsi ölümün anılmasından bile nefret ederlerdi. An­cak Allah'ın vaadi (ölüm vakti) gelince onları çukura fırlattı. Yüksek saraylardan toprağın altına ulaştırdı. Lamba ve kandillerin ışığı altında serili yumuşak döşek­lerden, kabrin karanlıklarına ulaştırdı. Köleler ve cariyelerle oynamak yerine, top­rağın içinde böcekler arasında kaldılar. Güzel ve şahane yemeklerin zevkini çı­karma yerine toprağın içinde çırpınmaya başladılar. Dostlarının meclisleri yerine yalnızlığın vahşetinin esiri oldular. Peki onlar herhangi bir sağlam kale ile ölüm­den kendilerini korudular mı? Veya ondan kurtulmak için başka bir yolu seçtiler mi? Öyleyse Allah o yüce Zât'tır ki, kahr ve galebesinde onun hiçbir ortağı yok­tur. Ebedi kalacak olan yalnız O'nun tek olan Zât'ıdır. O'nun benzeri yoktur. Ma­demki ölüm herkesin başına gelecek ve toprağa girilecek, kabirde böceklere arkadaş olmak ve Münker ve Nekir'le karşılaşmak gerekecek, toprağın altında uzun bir zaman kalınacak, orası uzun zaman barınak olacak, sonra kıyametin şiddetli manzaraları görülecek, ondan sonra kim bilir Cennet'e mi gidilecek yok­sa Cehennem mi barınak olacaktır? Öyleyse insanı her an ölüm fikrinin kapla­ması son derece gereklidir. O konuşulmalı, hatırlanmalı ve her zaman onun ha­zırlığı ile meşgul olunmalıdır. Onunla ilgilenmek her şey üzerine galip gelmeli, her an onun gelme vakti beklenmelidir. Çünkü onun gelme vakti belli değildir. Kim bilir ne zaman gelecektir. Bundan dolayı Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi ves&ıiem bu­yurdu ki: "Akıllı kimse nefsine galip olan ve ölümden sonrası için işe yarayacak şeylerle meşgul olandır". Bir işe hazırlanmak, her an onu zikredip anlatmadan ve ona özenmeden olmaz. Çünkü bir kimse dünyaya dalmış, onun aldatıcı eşyaları­na saplanmış ve onun şehvetlerine aşık olmuş ise onun kalbi ölümden tamamen gafil kalır. Ölümden bahsedilse bile onun tabiatı ondan sıkılır ve hoşlanmaz. Bunu Allah cette ceiaiuhu şöyle beyan ediyor:"De ki: <O kaçtığınız ölüm mutlaka sizi yakalayacaktır. Sonra gizliyi de açı­ğı da bilen Allah'a döndürüleceksiniz ve O size dünyada yaptıklarınızı ha­ber verecek (ve onların karşılığını da verecektir)>"                                                         (Cuma-8)

Alimler yazmışlardır ki, ölüm hakkında insanlar dört kısımdır. 1) Dünyaya dalan insanlardır. Onlar ölümden bahsedilmesinden bile hoşlanmazlar. Çünkü onunla dünya lezzeti elden çıkacaktır. Böyle bir kimse ölümden asla bahsetmez. Ara sıra bahsetse bile kötülüklerinden bahseder. Çünkü o dünyanın elden çık­masından ıstırap ve üzüntü duyar. 2) Allah'a yönelen kimsedir. Ancak o (yönel­mekte) henüz başlangıç halindedir. Ölümü hatırlamakla hem Allah'tan korkar hem de bu yüzden tevbesinde sebat olur. Bu kişi de ölümden korkar. Ancak bu korku dünyayı kaybetmek yüzünden değildir. Aksine tevbesi tam olmadığından dolayıdır. O da hemen ölmeyi istemez. Tâ ki kendi halini ıslah etsin. Kendisini ıslah etme fikriyle meşgul olmaktadır. O halde bu şahıs ölümü istememekte mazurdur. O Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm şu irşadına dahil değildir: "Bir kimse Allah ile buluşmayı istemezse, Allahu Teâlâ da onunla buluşmayı istemez". Çünkü bu şahıs gerçekte Allahu Teâlâ ile buluşmaktan kaçınmamaktadır. Aksine kendi kusur ve eksikliğinden korkmaktadır. Bunun misali sevdiği biriyle buluşma­dan önce biraz hazırlık yapmak isteyen birine benzer ki, sevdiğinin gönlü hoş ol­sun. Şüphesiz ki bu şahsın her an ölüm hazırlığı ile meşgul olması gerekir. Onun bundan başka hiçbir meşguliyeti olmamalıdır. Eğer durum böyle değilse o zaman bu kişi de birinci şahıs gibidir. Bu da dünyaya dalmıştır. 3) Üçüncü şahıs arif olan kimsedir. Onun tevbesi kâmildir. Bu insanlar ölümü kendilerine sevgili kılmışlardır. Onu arzulamaktadırlar. Çünkü aşık için sevgili ile buluşmaktan daha üstün hangi vakit olabilir. Ölüm vakti mülakat vaktidir. Aşık olan kavuşma vaadinin vaktini kendiliğinden hatırlar. O hiçbir vakit onu unutmaz. İşte bu insanlar Ölümün çabuk gelmesini temenni ederler. Onlar, "Ölüm bir türlü gelmiyor ki, şu masiyet yurdun­dan çabuk kurtulsak" diye ızdırap içinde kalırlar. Bir rivayette şöyle geçmektedir. Hz. Huzeyfe radıyaiiahu anh'm vefatı yaklaştığı sırada şöyle buyurdu: "Sevgili (ölüm) ihtiyaç anında geldi. (Ölüm vakti) pişman olan kurtuluşa eremez. Allah'ım sen bi­liyorsun ki, benim için fakirlik zenginlikten daha sevimliydi. Hastalığı sıhhatten daha çok seviyordum. Ölüme hayattan daha çok rağbet ediyordum. Bana acele olarak ölüm nasib ette, Sana kavuşayım". 4) Bu kısım en yüksek derecedeki in­sanlara aittir. Onlar Allahu Teâlâ'nın rızasına karşılık hiçbir temenni ve arzu taşı­mayanlardır. Onlarkendi arzularıyla, kendileri için ne ölümü isterlerne de hayatı... Bunlar aşkın zirvesindeki Rıza ve Teslim makamına ulaşmışlardır. Nasıl olursa olsun her durumda ölümü hatırlamak ecir ve sevabı gerektirir. Yani dünyaya dalmış bir kim­se bile ölümden bahsedilince lezzetlerinde bir azalma olur. Birazda olsa dünyadan soğukluk meydana gelir. Bundan dolayıdır ki Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Lezzetleri kıran şeyi (ölümü) çokça hatırlayın. Yani ondan bahset­mekle kendi lezzetlerinizi azaltın. Tâ ki Allah'a yönelebilesiniz". Bir hadiste Rasû­lullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur. "Eğer ölüm hakkında sizin bildikleri­nizi hayvanlar bilseydi, siz yemek için hiçbir semiz hayvan bulamazdınız (ölüm kor­kusundan hepsi  Olurlardı)". Hz. Aİşe radıyaiiahu anha Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi ve­seiiem e, "Birkimse (şehid olmadan) şehidlerle beraber olabilir mi?" diye sordu. Ra­sûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Kim gece ve gündüz 20 defa ölümü hatırlarsa o şe­hitlerle beraber olur" buyurdu. Başka bir hadiste şöyle geçmektedir: "Kim 25 defa derse o şehidlerin derecesine nail olur".Bütün bu faziletlerin sebebi şudur: Ölümü çokça zikretmek bu aldatıcı dünya evine karşı rağbetsizlik meydana getirir ve ahirete hazırlanmaya sevk eder. Ölümden gafil olmak, dünya şehvetlerine ve lezzetlerine dalmayı meydana getirir. Atâ Horasâni rahmetuliahi aleyh diyor ki: Bir defasında Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bir meclise uğradı. Oradan yüksek sesle gülüşme sesleri geliyordu. Rasûlullah saiiatiahu aleyhi veseiiem, "Meclislerinizde lezzetleri bulandıran şeyi de hatırlayın" buyurdu. Sahabeler, "Ya Rasûlallah! Lezzetleri bulandıran şey nedir?" deyince Rasûlullah saitaiiahu aleyhi veseitem, "Ölümdür" buyurdu. Diğer bir hadiste Rasûlullah sailallahu aleyhi veseiiem'ın şöyle buyurduğu geçmektedir: "Ölümü çok hatırlayın. O günahları giderir, dünyaya karşı rağbetsizlik meydana getirir".[159]Bir hadiste Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Siz öldükten sonra başınıza gelecekleri bilseydiniz asia iştahla yemek yemez, hiçbir zaman lezzet alarak su içmezdiniz". Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bir sahabeye şöyle va­siyet buyurdu: "Ölümü çok hatırla, bu seni diğer şeylere rağbet etmekten alıko-yar". Bir hadiste, "Ölümü çok hatırlayınız. Bir kimse ölümü çok hatırlarsa onun kalbi diri olur ve ölüm ona kolay olur" buyurulmuştur. Bir Sahabe, "Ya Rasûlallah ben ölümü sevmiyorum. Bunu nasıl tedavi edeyim" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aley­hi veseiiem, "Senin malın var mı? "buyurdu. O, "Evet var dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Onu ileriye gönder. İnsanın kalbi mala bağlı kalır. Onu ileri gönderince kendisi de onun yanına gitmeyi gönülden ister. Malı geri bıra­kınca gönlü onunla kalmak ister"[160] Başka bir hadiste şöyle geçmektedir: Gecenin üçte ikisi geçince Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyururdu: "Ey insanlar Allah'ı zikrediniz! Allah'ı zikrediniz! Yakında kıyametin sarsıntısı, sonra da Sûra üfürülme vakti geliyor. (Her şahsın) ölümü bütün şiddetiyle geliyor"[161]Hz. Ömer İbni Abdulaziz rahmetuliahi aieyh'm âdeti şuydu: Her gece ulema topluluğunu davet eder. Onlar ölüm, kıyamet ve ahiretten bahsederlerdi. Kendisi öyle ağlardı ki, sanki önüne bir cenaze konulmuştu. İbrahim Teymî rahmetuliahi aleyh diyor ki: "İki şey dünyanın her lezzetini benden ayırdı. Birincisi ölüm, ikincisi Cenab-i Hak'kın huzurunda dikilme (hesap verme) düşüncesi". Hz. Ka'b radtyaiia-hu anh buyuruyor ki: "Kim ölümü tanırsa, ona dünyanın bütün musibetleri kolay gelir". Eş'as rahmetuliahi aleyh diyor ki: "Biz ne zaman Hz. Hasan Basri rahmetuitahi aieyh'ln meclisinde bulunsak Cehennem ve ahiret zikredilirdi". Bir kadın Hz. Aişe radıyaiiahu anha'ya kalbinin katılığından şikayet etti, Hz. Aişe radıyaliahu anha, "Ölümü çok hatırla kalbin yumuşar" buyurdu. Kadın öyle yaptı. Sonra Hz. Aişe radıyaiiahu anhanm yanına gelip ona çok çok teşekkür etti.[162]İmam Gazali rahmetuliahi aleyh buyuruyor ki: Ölüm meselesi son derece teh­likelidir. İnsanlar ise ondan gafildirler. Evvela kendi meşguliyetlerinden dolayı onu hiç zikretmiyorlar. Zikretseler bile kalpleri başka tarafla meşgul olduğundan sadece dil ile zikretmek faydalı olmuyor. Aksine kalbi her taraftan tamamen boşaltıp sanki ölüm karşısındaymış gibi düşünmeye gerek vardır. Bunun şekli şudur: Kendi yakınlarını, akrabalarını ve dünyadan göçen dostlarının halini dü­şünmelidir. Neden onları tabut için de götürüp toprağın altına gömdüğünü dü­şünmeli, onların suretlerini, onların yüksek rütbelerini hayal etmelidir. Ve şöyledüşünmelidir şimdi toprak onların o güzel yüzlerini nasıl değiştirmiştir? Onların vücutlarındaki âzâlar birbirinden ayrılmıştır. Nasıl da çocukları yetim, hanımları dul, yakınları ve akrabaları gözü yaşlı bırakıp gittiler. Onların eşyaları, onların malları ve onların elbiseleri oldukları gibi kalmışlardır. Bunlar bir gün benim başı­ma da gelecektir. Onlar meclislerde oturup nasıl da kahkaha atarlardı. Şimdi susmuş bir haldeler. Dünya lezzetleriyle nasıl da meşguldüler. Bugün ise topra­ğa yapışıp kalmışlardır. Ölümü nasıl da unutmuşlardı. Bugün ise onun avı oldu­lar. Nasıl da gençliğin sarhoşluğundaydılar. Bugün ise onları soran bile yoktur. Nasıl da dünya işleriyle meşgul idiler. Bugün ise el ayrı düşmüş, ayak ayrı kal­mış, dile kurtlar yapışmaktadır. Beden kurtlanmış bir vaziyettedir. Nasıl da katıla katıla gülüyorlardı. Bugün ise dişleri düşmüştür. Nasıl tedbirler düşünürlerdi, yılların intizamını düşünürlerdi. Halbuki ölüm başlarının üzerindeydi. Ölüm günü yakındı ancak onların "Bu gece ben olmayacağım" diye bilgileri yoktu. İşte aynı hâl benim de başıma gelecek. Bugün ben bu kadar intizam ve düzenler yapı­yorum. Yarın ne olacağından haberim yoktur,[163]

 

BEYT:

 

Hiçbir beşer olmadı agâh, kendi vefatından Eşya yüz yıllık ama haber yok ecel ânındanGöklerde çeşitli işlere tayin edilmiş olan meleklere bir senelik emirler bir gecede verilir. Şöyle ki, "Bu sene falan işi yapacaksınız, falan ve falan kişiyle ilgili şu iş yapılacaktır" denir. Bu emirler Kadir Gecesi'nde mi yoksa Beraat Gecesi'n-de mi indiği konusunda çeşitli rivayetler vardır. Hangi gece olursa olsun rivayet­lerde sık sık şu ifade geçmektedir: O gece öleceklerin hepsinin listesi meleklere teslim edilir. İnsan dünyada son derece gaflet içinde oyun ve eğlence ile meşgul olmaktadır. Göklerde ise onun tutuklanma kararı çıkarılmıştır. Onun ölüm ferma­nı açıklanmıştır. Bu hususta ne bir şefaat imkanı, ne bu kararın temyizi ne de onun ölümü için tayin edilen vaktin bir dakika geciktirilme imkanı vardır. Hz. İbni Abbas radıyaiiahu anhuma Duhân sûresinin tefsirinde şöyle buyurmuştur: "Sene için­de olacak olan (şu kadar nzik verilecek, falanca kişiler ölecek, falancalar doğacak şu kadar yağmur yağacak gibi) şeylerin hepsi Kadir Gecesi'nde Levhi Mahfuz'ûan nakledilir. Hatta, <Bu sene falanca kişiler Hac yapacak> diye nakledilir". Bir ha dişte İbni Abbas radıyaiiahu anhuma buyuruyor ki: "Sen bir adamı görürüsün ki o pa zarda gezip dolaşıyor. Ancak onun adı bu seneki ölüler arasına yazılmıştır".Ebû Nadra rahmetuliahi aleyh diyor ki: "O gece sene boyunca yapılacak bü tün işler (meleklere) taksim edilir. Sene boyunca işlenecek iyilik, kötülük, rızık, ölüm, sıkıntılar, fiyatların ucuzluk ve pahalılık (listesi) meleklere verilir". Hz. İkri-me radıyaiiahu anh diyor ki: "Beraat Gecesi'nde senelik hükümler kararlaştırılıp,meleklere teslim edilir. O sene içindeki öleceklerin fihristi, hacıların fihristi onlara verilir. O hükümlerde ne eksiklik ne de fazlalık olur". Bir hadiste Rasûluilah sallat-lahu aleyhi vesellem'ın şöyle buyurduğu vârid olmuştur: "Şaban ayından diğer Şaban ayına kadar ne kadar ölecek kimse varsa onların hepsinin vakitleri yazılıp verilir. Hatta insan dünyada evlenir, çocuğu olur. Halbuki göklerde onun adı o sene öle­cekler listesine geçmiştir". Hz. Aişe radıyaiiahu anha buyurdu ki: "Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem Şaban ayında çok oruç tutardı. Çünkü bu ayda bütün sene içinde öleceklerin listesi düzenlenir. Hatta bir adam evlenmekle meşgul olur. Halbuki orada onun adı ölüler arasında yazılmıştır. Bir adam hacca gider, halbuki onun adı ölüler arasındadır". Bir başka hadiste geçtiğine göre Hz. Aişe radıyaiiahu anha Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'e Şaban ayında çok oruç tutmasının sebebini sordu. Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Bu ayda bütün sene boyun­ca öleceklerin fihristi hazırlanır. Benim gönlüm istiyor ki, benim adım öleceklerin listesine geçtiği vakit oruçlu olayım". Başka bir hadiste şöyle buyu rul m ustur: "Şaban ayının onbeşinci gecesi Allah ceiie ceiaiuhu ölüm meleğine o sene içinde ölecekleri bildirir". Diğer bir hadiste Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Her gün güneş doğduğunda şöyle ilan edilir; <İyi iş yapacaksan yap. Bugünkü gün senin ömründe bir daha asla gelmeyecektir (o halde bu gün kendine ait ne kadar iyilik yazd ıra bil irsen yazdır)>. İki melek semâdan ilan eder. Onlardan biri, <Ey iyilik arayan kişi sevin! (Ve ilerle)> der. Diğeri, <Ey kötülük işleyen kişi yaptığına son ver ve dur (kendi felaketinin malzemesini bir araya toplama)> der. Başka iki melek de şöyle ilan eder; Onlardan biri, <Allah'ım! Harcayana karşılığını ver> der. Diğeri, <Allah'ım! Malı alıkoyup saklayanın malını berbad et!> der". Atâ bin Yesâr rahme-tuitahi aleyh diyor ki: "Şaban ayının on beşinci gecesi olunca Melek-ül Mevt'e (ölüm meleğine) bir liste verilir ki, onda isimleri bulunanların hepsinin ruhları o sene içinde kabz edilsin. Burada bir adam yaygı ve döşeme ile uğraşır, evlenmekle uğraşır, ev inşaatıyla uğraşır. Halbuki Öbür tarafta ölüler listesine girmiştir".[164]İmam Gazali rahmetuiiahi aleyh buyuruyor ki: Zavallı insan üzerine her ne ka­dar hiçbir âfet, bir musibet, bir hâdise, bir üzüntü, bir acı, bir sfkıntı ve bir korku gelmese de yine de ölümün şiddeti, can çıkma hali ve bunun endişesi, insanın bütün lezzetini bulandırmak için yeterli bir şeydir. Onun bütün rahat ve huzurunu kaçıran birşeydir. Onun gafletini gidermek için ölümü düşünmek elbette yeterlidir. O şey o kadar şiddetlidir ki, insanın her an onu düşünmesi ve ona hazırlık yap­ması gerekir. Özellikle ölümün ne zaman gelip de musallat olacağı bilinmediği bir durumda ona hazırlanılmalıdır. Bir hekim şöyle demiştir: "İp başkasının elindedir, ne zaman çekeceği bilinmez". Hz. Lokman aieyhisseiam oğluna şöyle buyurmuştur: "Ölüm ne zaman geleceği belli olmayan birşeydir. Öyleyse o aniden gelmeden önce onun için hazırlık yap". Gerçekten çok hayret edilecek bir şeydir ki, insan lezzetlerle son derece meşgul olduğu, en yüksek seviyedeki oyun ve eğlence meclislerine katıldığı bir sırada, bir polisin kendisini aradığını (bir suçun cezası olarak) kendisine beş kamçı vuracağını öğrense bütün lezzetleri, bütün keyif ve zevkleri bulanir. (Hatta sadece polisin elinde kendi hakkında tutuklanma kararı­nın olduğunu ve bugünlerde polisin kendisini tutuklayacağını bilse bütün lezzet­leri sona erer ve gece uykusu kaçar). Halbuki o biliyor ki, ölüm meleği her an onun peşindedir. (Binlerce kırbaç ve cop acısından daha şiddetli olan) ölüm acı­larını ona musallat edecektir. Yine de her an ondan gafil kalmaktadır. Bu en üst derecede bir cehalet ve aldanma değil de nedir? Gerçek şudur ki, Ölümün acısını başından geçen bilir. Başkası onun acısını bilemez. Ancak o kıyas edebilir veya ölen kimsenin halini görerek biraz tahminde bulunulabilir. Kıyas şöyle olabilir; Şu açıktır ki, vücudun hangi kısmında ruh yoksa onu kesmekle acı hissedilmez (me­sela bedenin ölmüş olan derisini kesmekle acı duyulmaz). Ancak kendisinde can bulunan organ ve hisseye iğne ile dokunmakla veya onu kesmekle şiddetli acı duyulur. O halde vücudun hangi organı yaralanır veya kesilirse ya da yanarsa, ruh ve hayatın o beden hissesiyle irtibatı olduğu için oraya acı ulaşır. Bu irtibat­tan dolayı o organ vasıtasıyla tesir ruha ulaşır. Ruh bütün beden içinde yayılmış­tır. O halde onun az bir hissesi her bir organa tesir etmiş haldedir. Ruhtan ne kadar hisse o organda bulunuyorsa, acıdan o kadar az bir hisse ruha tesir eder. Ancak ölüm vakti organların yerine, doğrudan ruhun tamamına ulaşan acının ne kadar olduğu bu kıyasla tahmin edilebilir. Çünkü ölüm bütün organlara yayılmış olan ruhu doğrudan doğruya çeker. Bunun için bir organ kesildiğinde çekilen acı kadar (can çıkarken) acı çekmeyen vücudun hiçbir parçası yoktur. Çünkü bir or­gan kesilince ruh oradan ayrılmakta olduğu için acı çekilir. Eğer o organ ölü olsa onda ruh olmasa, onu kesmekle zerre kadar acı duyulmaz. O halde ruhun az bir kısmı ayrılmakla bu kadar acı duyulduğuna göre, ruhun tamamı bedenin bütün hisselerinden çekildiğinde ne kadar acı duyulacağı apaçık bir şeydir. Ancak be­denin bir parçası kesildiğinde ruhun kalan hissesi bütün bedende bulunmaktadır. Bu yüzden insan bağırır ve çırpınır. Ancak ruhun tamamı çekilmeye başlayınca, bedenin zayıflığından dolayı insan, "ah, vah" diye sızlanmaktan biraz sükûnet bulacak gücü kalmaz. Elbette eğer insanın bedeni güçlü olursa, nefes alırken ondan duyulabilecek kadar bir ses çıkar. Eğer güç yoksa bu ses de meydana çıkmaz. Ruh çıktığı zaman her organ yavaş yavaş soğumaya başlayacaktır. İlk önce ayaklar soğur. Çünkü ruh ilk önce ayak tarafından çekilir. Sonra baldırlar soğur. Ondan sonra bacaklar, aynı şekilde her organ soğur. Her organ sanki kesilmiş kadar acı duyar. Hatta ruh boğaza ulaşınca gözlerden nur gider.Bundan dolayı Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm duaları arasında şu dua da vardır: "Allah'ım! Bana ölüm ve can verme acısını kolaylaştır". Müslümanlar da Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem e ittiba ederek aynı duayı yapıyorlar. Ancak ölü­mün acısına vakıf olmadıklarından dolayı dikkat ve teveccüh göstermeden bu du­ayı yapmaktadırlar. Bu yüzden Enbiya-i Kiram aieyhimüssaiatû vesselam ve Evliya-i İzam Ölümden çok korkarlardı. Hz. İsa ala nebiyyina ve aieyhissaiatü vesselam kendi havarilerine şöyle buyurmuştur. "Allahu Teâlâ'ya dua edin de can verme acısını bana kolay etsin. Çünkü ölüm korkusu beni ölüme yaklaştırdı".Denilir ki; Benî İsrail'den âbidler topluluğu bir kabristana vardırlar. Arala­rında şöyle bir meşvere yaptılar; "Allahu Teâlâ'ya dua edelim de kabirlerden bir ölü ortaya çıksın. Biz de ona başından ne geçtiğini soralım". Nitekim dua yaptı­lar. Bir ölü onlara zahir oldu. Alnında çok secde yapmaktan dolayı bir iz vardı. O, "Siz bana ne sormak istiyorsunuz. Ben öleli eli sene oldu ama ölüm vaktindeki acı şimdiye kadar benim vücudumdan gitmedi" dedi. Bir hadiste Rasûlullah sailai-lahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Allah'ım! Sen ruhu sinirlerden, kemiklerden ve parmaklardan çıkarıyorsun. Bana ölümün acısını kolaylaştır". Hz. Hasan radıyalia-hu anh buyuruyor ki: "Bir defasından Rasûlullah saiiaiiahu 'aleyhi veseiiem ölümün şid­detinden bahsetti ve <Üç yüz kılıç darbesi kadar acı duyulur> buyurdu". Hz. Ali Kerremaiiahu vechehu cihada teşvik ettiği zaman şöyle buyurdu: "Eğer siz öldürül-mezseniz yataklarınızda öleceksiniz. Canım kudret elinde olan Allah'a yemin olsun ki, ölüm acısı bin kılıç darbesinden daha şiddetlidir". Evzâi rahmetuiiahialeyh diyor ki: Bize şu söz (hadis) ulaştı ki; "Ölüler Kıyamet günü dirilene kadar ölüm acısının tesirini hissederler". Hz. Şeddâd bin Evs rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Ölüm, dünya ve ahiretin bütün acılarından daha acıdır. O, testereyle biçilmekten daha şiddetlidir. O, makasla kesilmekten daha kötüdür. O, kazanda pişirilmekten daha fecidir. Eğer ölüler kabirlerinden kalkıp da ölüm acısını haber verseler, hiçbir kimse dünyada lezzetli bir vakit geçiremez, tatlı tatlı uyuyamazdı".Denilirki Hz. Musa aiâ nebiyyina aieyhissaiatü vesselam ahirete intikal edince Allah ceiieceiaiuhu, "Ölümü nasıl buldun?" diye sordu. O, "Ben canımı sanki ateşte diri diri kızartılan bir serçe gibi gördüm. Onun ne canı çıkıyordu ne de uçma imkanı vardı" dedi. Başka bir rivayette şöyle geçmektedir: "Benim canım sanki diri diri derisi yüzülen bir koyun gibiydi" ifadesi geçmektedir. Hz. Aişe radıyaiiahu anha buyuruyor ki: Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem ahirete intikal ederken yanına içi su dolu olan bir kap konulmuştu. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem sık sık mübarek elini kabın içine sokuyor, sonra yüzüne sürüyor ve şöyle buyuruyordu: "Allah'ım! Ruhumun ayrılma şiddetine karşı bana yardım eyle!". Hz. Ömer radı­yaiiahu anh, Hz. Ka'b radıyaiiahu anh'a, "Ölüm halini anlat" dedi. O,/"Ey Mü'minlerin Emiri! Dikenli bir ağaç dalı insanın içine sokulup böylece insan/n her parçası onu sarıp, sonra o dal birden çekildiği gibi can (bedenden) çekilir" buyurdu.Buraya kadar bahsedilenlerin hepsi ruhu teslim etmenin özet olarak açık-lamasıydı. Bütün bunlara ilave olarak ölüm meleğinin ve ona yardımcı olan me­leklerin korkunç şekilleri ayrı bir merhaledir. Günahkarların canının çıktığı andaki meleğin yüzü o kadar korkunç olur ki, en güçlü insanın bile ona bakmaya gücü yetmez. Hz. İbrahim alâ nebiyyina ve aieyhissaiatü vesselam ölüm meleği (Azrail aleyhis-se/am'a), "Sen günahkar insanların canını aldığın andaki yüzünü bana göster" dedi. Melek, "Siz buna tahammül edemezsiniz" dedi. Hz. İbrahim aieyhisseiam, "Hayır, ben tahammül ederim" buyurdu. Hz. Azrail aieyhisseiam, "Peki, öyleyse yüzünüzü çeviriniz" dedi. Hz. İbrahim aieyhisseiam yüzünü çevirdi. Ondan sonra Azrail aieyhisse­iam "Simdi bakınız" dedi. Hz. İbrahim aieyhisseiam yukarı bakınca son derece siyah,dev gibi bir adam gördü. Çok uzun ve dimdik saçları vardı. Çok kötü kokuyordu. Siyah elbiseliydi. Ağzından ve burnundan ateş alevleri çıkıyordu, Hz. İbrahim aieyhisseiam bu hali görünce bayıldı. Uzun bir zaman sonra kendine geldiğinde ölüm meleği önceki şeklindeydi. Hz. İbrahim aieyhisseiam buyurdu ki: "Eğer fâcir bir kimse için başka bir âfet olmasa, yine de (ölüm meleğinin) bu sureti o kişiye âfet olarak yeterlidir". Bu hâl fâcirlerin hâlidir. Ancak Allah'a itaat eden kulların ruh-ları çıkarken son derece güzel yüzlü olur. Hz. İbrahim a/ey/ı/sse/am'dan naklediidi-ğine göre, o ölüm meleğine, "Bana o hali de göster" dedi. Nitekim karşısında son derece güzel, çok şahane elbise giyinmiş, güzel kokular saçan bir genç gördü. Hz. İbrahim aieyhisseiam buyurdu ki: "Mü'min ölürken kendisi için bu güzel suretten başka hiçbir sevindirici bir şey olmasa bile, bu (görüntü onun için) yeterlidir".Bir hadiste şöyle geçmektedir: "Allahu Teâlâ bir kulunu severse, ölüm me­leğine, <Falan kulumun ruhunu getir. Ben onu rahat ettireceğim. Onun imtihanı olmuştur. O, Benim istediğim gibi imtihanı kazandı> der. Ölüm meleği onun ya­nına gelir. Yanında 500 melek vardır. Onlardan her biri, o kişiye diğerinin verme­diği bir müjde verir. Onların ellerinde reyhan dalları ve zaferan kökleri bulunur. Bütün melekler ayakta iki sıra halinde dikilirler. İblis bu manzarayı görünce ba­şını tutarak ağlayıp, feryad etmeye başlar. Onun ayak takımı koşarak gelirler ve <Efendim ne oldu?"> diye sorarlar. O, <Bedbahtlar! Görmüyor musunuz ne olu­yor, siz öldünüz mü?> der. Onlar, <Ey efendimiz! Biz çok çalıştık, çabaladık, an­cak o günahlardan korundu> derler". Hz. Câbir bin Zeyd radıyaiiahu anh'ın vefatı yaklaştığında biri kendisine, "Arzu ettiğiniz bir şey var mı?" deyince, "Hasan rah­metuiiahi aleyh ile görüşmek istiyorum" dedi. Hz. Hasan Basri rahmetuiiahi aleyh gelin­ce halk, "Hasan geldi" dedi. Hz. Cabir radıyaiiahu anh buyurdu ki:[165] "Kardeşim! Bu ayrılık vaktidir. Artık gidiyorum. Bilmiyorum ki, Cennet'e mi Cehennem'e mi?" Hz. Temîmi Dârî radıyaiiahu anh diyor ki: Allahu Teâlâ ölüm meleğine buyurur ki; "Benim falan velîmin yanına git ve onun ruhunu alıp getir. Ben onu sevinç ve üzüntüde, her iki halde de imtihan ettim. O, Benim istediğim gibi çıktı. Onu al, gel. Tâ ki o dünya sıkıntılarından kurtulsun". Melek-ül Mevt (ölüm meleği) yanın­da 500 melekle birlikte onun yanına gelir. Onların hepsinin yanında Cennet kefe­ni olur. Ellerinde reyhan demetleri vardır. Onların her birinde yirmi renk vardır. Her renkte ayrı bir koku mevcuttur. Beyaz bir ipek mendil içinde, kokusu etrafa yayılan misk bulunmaktadır. Ölüm meleği o kişinin baş ucuna oturur. Diğer me­lekler onun dört bir yanını kuşatırlar. Onun her uzvuna ellerini koyarlar. Bu misk bulunan mendili çenesinin altına yerleştirirler. Onun gözünün önüne Cennet'in kapısını açarlar. Onun gönlü Cennet'in yepyeni nimetleriyle eğlendirilir. (Çocuk ağladığında, evdekilerin çeşitli şeylerle onun gönlünü eğlendirdikleri gibi) bazen Cennet'in hurileri karşısına getirilir, bazen oranın meyveleri gösterilir bazen de oranın elbiseleri... Kısaca onun karşısına çeşitli şeyler getirilir. Onun hurileri (Cen­net hanımları) sevinçten oynayıp, eğlenmeye başlarlar. Bütün bu manzaraları görünce (kafesin içindeki bir canlının çıkmak için çırpındığı gibi) onun ruhu vücudun içinde arzusundan çırpınmaya başlar. Ölüm meleği ona, "Ey mübarek ruh, yürü. Dikeni olmayan ağaçlara doğru... Bir birine eklenmiş bahçe çitlerine doğru... Çok geniş ve uzun olan ve altlarından sular akan gölgelere doğru... (Bun­lar Kur'an-ı Kerim'de Vakıa sûresinde zikredilen şu birkaç manzaraya işarettir:)

"(Onlar) dikensiz kirazlar, / meyveleri birbiri üzerine yığılmış muz ağaçlan, / uzanmış gölgeler, / çağlayarak akan sular, / Bitip tükenmeyen ve yasaklan­mayan / çok çeşitli meyveler içinde / ve kabartılmış yüksek döşekler üze-rindedirler" (Vakıa-28-34). Ölüm meleği sanki bir annenin çocuğuyla konuş­ması gibi yumuşak konuşur. Çünkü o ruhunun, Allah'a yakın olduğunu bilmekte­dir. O, Allahu Teâlâ'nın kendisinden razı olması için o ruha yumuşak davranır. Ruh onun bedeninden kılın çekilmesi gibi kolayca ayrılır. Ruh çıkınca bütün me­lekler ona selam verirler ve Cennet'e gireceğini müjdelerler. Bu durum Kur'an-ı Kerim'de şöyle zikredilmiştir:"Onlar meleklerin iyilikle canlarını aldıkları kimselerdir. Melekler onlara, <Selam olsun size! Dünyada yaptıklarınızın karşılığı olarak Cennet'e girin> derler" (Nahl-32). Eğer o kimse mukarreb (Allah'a yakın) kullardan ise Vakıa sûresinde onunla ilgili şöyle buyurulmuştur:"Onun için rahatlık, güzel rızık ve Naîm Cennet'i vardır" (Vâkıa-39) O halde ruh bedenden ayrıldığı vakit şöyle der: "Allah sana en üstün mükafatı versin. Sen Allah'a kulluk ve itaat hususunda acele ederdin. Ona isyana yanaşmazdın. Bugün sana mübarek olsun. Sen kendin de azaptan kurtuldun, beni de7kurtardın". Ruh bedenden ayrılırken beden de aynı ifadeleri ruha söyler. Onların bu ayrılığına, üzerinde devamlı ibadet ettiği toprak parçası da ağlar. Amellerinin çoğunlukla kendilerinden geçerek yukarı gittiği ve ona kendilerinden rızık inen gök kapıları da ağlar. Ondan sonra 500 melek ölünün yanına toplanırlar. Onu yıkayan kişi, onun omuzlarını döndürdüğü zaman melekler ona yardım ederler. O kişi ölüye kefen giydirmeden önce hemen kendi getirdikleri kefeni giydirirler. O güzel koku sürmeden önce melekler kendi getirdikleri güzel kokuları sürerler. Ondan sonra melekler onun kapısından kabre kadar yolun iki kenarına sıralanırlar ve onun cenazesini dua ve istiğfarla karşılarlar. Şeytan bütün bu manzarayı görünce o kadar şiddetli ağlar ki, neredeyse kemikleri kırılır. Kendi askerlerine, "Yazıklar olsun size! Bu adam sizden nasıl kurtuldu?" der. Onlar, "Bu masumdu (yani gü­nahsızdı)" derler. Ondan sonra Melek-ül Mevt onun ruhunu yukarı götürünce onu karsılar. Bu melekler ona Allah tarafından müjdeler verirler. Ondan sonra Melek-ül Mevt onu arşa kadar götürür. Oraya ul şınca o ruh secdeye kapanır. Allahu Teâlâ, "Benim kulumun ruhunu,Dikensiz kirazlar, meyveleri birbiri üzerine yığılmış muz ağaçları arasına ulaştırınız" buyurur. Onun na'şı kabre konulunca onun namazı sağ tarafına gelip dikilir. Oruç, sol tarafına dikilir. Kur'an tilaveti ve Allah'ı zikir, baş tarafında durur. Cemaatle namaz kılmak için giderken attığı adımların sevabı ayak tarafında durur (musibetlere ve günahlara) sabır, kabrin bir tarafında durur. Ondan sonra azab boynunu kabre uzatır ve ölüye ulaşmak ister. Ancak o sağ taraftan gelirse namaz ona, "Çekil oradan! Allah'a yemin olsun ki, bu adam devamlı meşakkat­lere katlandı. Ancak şimdi biraz rahatça uyuyor" der. Sonra o sol taraftan ge­lince oruç aynı şekilde onu uzaklaştırır. Daha sonra o baş tarafından gelir. Tila­vet ve zikir, "Sana buradan yol yoktur" diyerek onu engeller. Kısaca o hangi yön­den gelmek isterse, oradan yol bulamaz. Çünkü Allah'ın velisini, ibadetleri her tarafından sarmıştır. O azab, aciz olarak geri döner. Ondan sonra bir köşede du­ran sabır, o ibadetlere, "Ben, <Eğer bir kanatta (ibadetlerdeki herhangi bir eksik­likten dolayı) biraz zayıflık olursa, o taraftan savunmaya geçerim> diye bekliyor­dum. Ancak Elhamdülillah ki, sizler hep birlikte onu defettiniz. Artık ben (amelle­rin tartılacağı) mizan vaktinde onun işine yarayacağım" der. Ondan sonra iki me­lek o ölünün yanına gelirler. Onların gözleri şimşek gibi parlak, sesleri bulutlar­dan gelen şiddetli gök gürültüsü gibidir. Onların sivri dişleri ineğin boynuzları gibidir. Ağızlarından nefesle birlikte ateş alevleri çıkar. Saçları ayaklarına kadar uzanır. Onların bir omuzundan diğer omuzuna kadar olan mesafe yürüyerek birkaç günde kat edilir. Sanki merhamet ve yumuşaklık onların yanından bile geçmemiştir (şüphesiz ki mü'minlere sert davranmazlar). Ancak onların bu görünüşleri yetmez mi? Onlara Münkerve Nekîr denilir. Onların her birinin elinde o kadar büyük balyozlar vardır ki, eğer bütün cinler ve insanlar onu kaldırmak isteseler, kaldıramazlar. Onlar gelince ölüye, "Otur" derler. Ölü hemen oturur. Kefeni başından beline kadar sıyrılıp açılır. Onlar şöyle sorarlar; "Rabbin kim?", "Dinin nedir?", "Nebîn kim?" Ölü, "Rabbim Allah ceüe ce/a/uhu'dur, O birdir. O'nun şeriki yoktur. Dinim İslam'dır. Nebim Muhammed saiiaiiahu aleyhi vese//em'dir. O Hatem-ün Nebiyyin'dir" der. Her iki melek, "Sen doğru söyledin" derler. Ondan sonra onlar kabrin duvarlarını kaldırırlar. Böylece kabir yukarıdan ve dört taraf­tan, sağ ve soldan, baş tarafından çok fazla genişler. Ondan sonra onlar, "Başını yukarı kaldır!" derler. Ölü başını kaldırınca bir kapı görür. O kapıdan da Cennet görünür. Onlar derler ki, "Ey Allah'ın dostu! Senin kalacağın yer işte orasıdır. Çünkü sen Allahu Teâlâ'ya itaat ettin". Rasûlullah saiiaüahu aleyhi veseilem buyurdu ki: Canım kudret elinde olan Allah'a yemin olsun ki, ölü o anda bir daha asla tükenmeyecek bir şekilde sevinecektir. Ondan sonra melekler, "Ayak tarafına bak" diyecekler. O bakınca Cehennemin bir kapısını görecek (oradan da Cehennem'in hali görünecek­tir). Melekler, "Ey Allah dostu! Sen bu kapıdan kurtuldun" diyeceklerdir. O vakit ölü o kadar sevinecek ki, o sevinç hiç bitmeyecektir. Ondan sonra kabirdenCennet'e doğru yetmiş kapı açılacaktır. Oradan, ona Cennetin serin havası ve güzel kokulan gelecek ve kıyamete kadar bu manzara devam edecektir.(Bunlardan sonra diğerinin halini de dinleyiniz:) AllahuTeâlâMelek-ülMevt'e, "Düşmanımın yanına git ve onun canını alıp getir. Ben ona her çeşit bolluğu ver­dim. (Dünyanın her tarafından) nimetlerimi ona yükledim. Ancak o Bana isyan­dan geri durmadı. Getir de bugün onun cezasını vereyim" buyurur. Ölüm meleği son derece korkurîç bir şekilde onun yanına gelir. Onun yüzünde on iki gözü var­dır. Yanında Cehennem'de kızdırılmış demirden bir topuz bulunmaktadır. Üze­rinde sivri uçlar bulunur. Onlarla birlikte 500 melek vardır. O meleklerin yanında bakırdan bir parça bulunur. Ellerinde de Cehennem ateşinin büyük közleri ve ateşten kamçılar vardır ki, onlardan alevler yükselir. Melek-ül Mevt gelir gelmez ona topuz ile vurur. Onun sivri uçları her damara ve sinire girer. Sonra onu çe­ker. Diğer melekler o kırbaçlarla onun yüzüne ve arkasına vurmaya başlarlar. Bu yüzden o bayılır. Onlar, onun ruhunu ayak parmaklarından çıkarıp, topuklarında tutarlar ve ona dayak atarlar. Sonra topuktan çıkarıp, dizinde tutarlar. Daha son­ra oradan çıkarıp karnında tutarlar (yer yer ruhu tutmalarının sebebi, uzun süre acı çekmesi içindir). Sonra ruh oradan çekilip göğüste tutulur. Sonra melekler bakırı ve Cehennem közlerini onun çenesinin altına koyarlar. Ölüm meleği şöyle der: "Ey mel'ûn ruh! Çık ve sıfatı (Kur'an-ı Kerim'de) şöyle beyan edilen Ce-hennem'e doğru yürü.""Onlar vücudun içine işleyen alevli bir ateş ve kaynar bir su içindedirler. / Kapkara bir dumanın gölgesi altındadırlar. / O gölge ne serindir ne de fe­rahlık verir. (Aksine son derece sıkıntı vericidir)" (Vâkıa-42,43,44). Sonra onun ruhu bedeninden ayrılınca, bedenine, "Allah ceiie ceiaiuhu sana cezanı versin. Sen, beni Allah'a isyana götürmekte acele ederdin. Ona itaatte tembellik ederdin. Sen kendin helak olduğun gibi beni de helak ettin" der. Aynı şekilde beden de ruha aynı sözleri söyler. Üzerinde Allah'a karşı günah işledikleri toprak parçası ona lanet eder. Şeytanın askerleri koşarak kendi liderleri olan İblis'in yanına giderler ve ona, "Bir adamı Cehennem'e ulaştırdık" diye müjde verirler. Sonra o kabre konulunca kabir onu öyle sıkar ki, onun kaburgaları birbirine geçer. Daha sonra ona kara yılanlar musallat olur. Onun burnundan ve ayağının başparmağından ısırmaya başlarlar. Nihayet iki taraftaki yılanlar ortada birleşirler. Sonra onun yanına Münker ve Nekir melekleri gelir (ki onların heybeti biraz önce geçmiştir). Ona şöyle sorarlar, "Senin Rabbin kim?", "Senin dinin ne?", "Senin Nebîn kim?". O, her sual sorulusunda, cevap olarak bilmediğini söyler. Bu cevaplar üzerine ona gürz ile o kadar şiddetli vurulur ki, o gürzün kıvılcımları kabre yayılır. Sonra ona, "Yukarı bak" denilir. Yukarıda Cennet'in açılmış olan kapısını görür (onun bağlan ve yeşillikleri ona görünür). Melekler ona, "Ey Allah'ın düşmanı! Eğer sen Allah'a itaat etseydin, burası senin kalacağın yer olacaktı" derler. Sonra Rasûlullah e buvurdu: Canım kud/et elinde olan Allah'a yeminolsun ki, o kişi, o vakit Öyle bir hasret çeker ki, ondan önce öyle bir hasret asla çekmemiştir. Sonra cehennem kapısı açılır. Melekler ona, "Ey Allah'ın düşmanı! Artık senin kalacağın yer burasıdır. Çünkü sen Allahu Teâlâ'ya isyan ettin" der­ler. Ondan sonra onun kabrinde Cehennem'in 77 tane kapısı açılır. Kıyamete kadar oradan Cehennem'in sıcak havası ve dumanları gelir.Muhaddisler (Allah onlara rahmet etsin) bu hadis hakkında senedi açısın­dan birkaç kelâm etmişlerdir. Ancak bu hadiste geçen ifadeler pek çok rivayetler­le teyid edilmiştir.[166] Özellikle Mişkât-ı Şerifin Kitâb'u! Cenâiz ve Bab'u İsbât-ı Azâb'il Kabr bölümlerinde geçen Hz. Berâ bin Âzib radıyaiiahu anh ve Hz. Ebû Hureyre radıyaiiahu anh'ın rivayetleri (bu konudadır). Bu manzara göz önünde çok fazla bulundurulmalıdır. Zira çok şiddetli bir manzaradır. Bu olaylar hadislerde sık sık zikredilmiştir. Kısa tutmak için sadece bir hadisin tercümesi yazılmıştır. Hz. Aişe radıyaüahu anha buyuruyor ki: "Kabir ehlinden günahkar olanlar için felaket vardır. Çünkü onlara kara yılanlar musallat edilir. Bir yılan ayak tarafından, diğeri baş tarafından ısırmaya başlar. Sonunda ikisi de gelip ortada birleşir. İşte bu Kur'an-ı Kerim'in şu ayetinde ifade edilen kabir azabıdır:

"Onların arkalarında yeniden diriltilecekleri güne kadar bir berzah vardır                   "(Mü'minûn-100)"

İşte bunun için Hz. Osman radıyaiiahu anh kabirden bahsedilince o kadar çok ağlardı ki, mübarek sakalı ıslanırdı. (Bu kıssa daha önce geçmişti). Bundan dola­yı Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem duaları sırasında sık sık kabir azabından Al­lah'a sığınmıştır. Tâ ki, müslümanlar da bu duayı sıkça yapsınlar. Yoksa Rasû­lullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem kendisi bizzat masumdur. Kabir azabının önemine binâen Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vese//em'in daha önce şöyle bir hadisi geçmişti: "Siz korkudan dolayı ölülerinizi defnetmeyi bırakacağınızdan korkmasaydım, ka­bir azabını size duyurması için Allahu Teâlâ'ya dua ederdim. Bunların hepsi ada­letin gereğidir". Çünkü insan bu âleme ancak Allahu Teâlâ'ya ibadet için gönderil­miştir. Allahu Teâlâ can, mal yönünden ve ihsanlarının yanı sıra Kur'an-ı Kerim'de, "Siz bu âleme ancak ibadet için gönderilmektesiniz" diye hatırlatma yapmıştır.

( Ben, cinleri ve insanları sadece Bana ibadet etsinler diye yarattım"                         (Zariyat-56)

Bir de şu konuda da uyarı yapmıştır: Hayat sadece, "Bizim bu ihsanlarımız içinde hangi işleri yaptın?" diye bir imtihan için verilmiştir. Ölüm ise bu imtihanın  ildik içindir

neticesini bildirmek içindir."Mülk ve saltanat kudret elinde olan Allah, çok yücedir. O, her şeye kadir­dir. / Hanginizin daha iyi amel işleyeceğini imtihan etmek için ölümü ve ha­yatı yaratan O'dur"                                                                               

(Mülk-1,2)

Mademki bu dünya imtihan yeridir. İnsanlar ve cinlerin yaratılmasının hik­meti sadece ibadettir. Dünyada verilen bütün lezzetler, rahatlıklar ve eşyalar sa­dece kişinin kendi ihtiyacı kadar faydalanması içindir. En az ölçüde ihtiyacını karşıladıktan sonra geriye ne arttıysa, onu yine kendi faydası için ve kendi işine yaraması için Allah'ın hazinesine yatırması gerekir. O halde bizim onlara kapıla­rak Allahu Teâlâ'nın hükümlerini unutmamız, "Bu dünyaya biz niçin gelmiştik, bütün bunlar bize niçin verilmişti, biz hangi şeyin peşinde gidiyoruz?" gerçek­lerine gözlerimizi kapamamız ne büyük gaflet, hasret ve hüsrandır! Asıl hasret, insanın büyük gayretle ve canını dişine takarak kazandığı, kendine kısıtlı harca­ma yaparak biriktirdiği binlerce miktar malı başkalarına bırakarak eli boş olarak ansızın bu âlemden gitmek zorunda kalmasıdır. Eğer bizde bir parça akıl varsa, az bir süre tamamen tenhâ bir yerde oturup bu manzarayı düşünmemiz ve haya­limize getirmemiz gerekir. "Şu an ölüm meleği gelse, benim halim ne olacak? Yıllarca çalışmamın neticesi, yılların kazancı ve yıllarca biriktirilmiş bütün bu mal ve eşya ne olacak?" diye düşünmemiz gerekir.Hz. Vehb bin Münebbih rahmetuBahi aleyh diyor ki: Bir padişah vardı. Kendi memleketinin topraklarını gezmek ve onun halini görmeyi diledi. Bunun için şa­hane bir elbise istedi. Bunun üzerine ona bir takım elbise getirildi. Onu beğen-meyip başka bir tane istedi. Kısaca tekrar tekrar reddettikten sonra Inihayet be­ğendiği bir takımı giyerek bir binek istedi. Güzel bir at getirildi. Onu beğenme­yince, binek geri götürüldü. İkincisi, üçüncüsü derken hiç birini beğenmeyince at­ların hepsi karşısına getirildi. Onlardan en iyisini seçip ona bindi. Merdûd şeytan o vakit onun burnuna büyüklenmeyi daha da çok üfledi. Son derece tekebbürle ata bindi. Hizmetçiler, köleler ve askerler yayan olarak onunla birlikte hareket ettiler. Fakat büyüklük ve tekebbürden dolayı padişah onların tarafına bakmaya bile te­nezzül etmiyordu. Yolda giderken son derece çaresiz bir halde, eski elbiseler gi­yinmiş olan bir adamla karşılaştı. Adam selam verdi. Padişah ona hiç iltifat etme­di. O halsiz adam, atın dizgininden tuttu. Padişah, "Dizgini bırak. Bu ne büyük cüret!" diyerek onu azarladı. Adam, "Benim seninle bir işim var" dedi. Padişah, "Peki, sabret, ben attan inince bana söyle" dedi. Adam, "Hayır, şimdi söylemem lazım" diyerek zorla dizgini eline aldı. Padişah, "Söyle" dedi. Adam, "Çok gizli bir sır. Kulağına söylemem gerekir" dedi. Padişah kulağını ona yanaştırdı. O, "Ben ölüm meleğiyim. Senin canını almam gerekiyor" dedi. Bunu duyunca korkudan padişahın yüzünün rengi kaçtı. Dili tutuldu. Sonra, "Peki. Bana evime gidip,eşyalarımı düzene koyacak ve çoluk çocuğumla görüşecek kadar mühlet ver" dedi. Melek, "Asla mühlet yoktur. Artık sen evini ve eşyalarını asla göremeye­ceksin" deyip onun ruhunu kabzetti. Padişah atın üzerinden bir kütük gibi yere yuvarlandı. Ondan sonra o ölüm meleği salih bir müslümanın yanına gitti. O da yolcuydu. Bir yere gidiyordu. Gidip ona selam verdi. O, "Ve aleykûm'üs selâm" dedi. Melek ona, "Senin kulağına bir şey diyeceğim" dedi. Adam, "Söyle" dedi. O, "Ben ölüm meleğiyim" dedi. Adam, "İyi ettin de geldin. Ayrılığı uzun olan zatın gelmesi çok mübarektir. Benden uzakta olan insanlar içinde seninle görüşmeyi arzu ettiğim kadar kimseyle görüşmeyi arzulamazdım" dedi. Melek, "Sen hangi iş için evden çıktıysan o işi çabuk gör" dedi. Adam, "Allah'a kavuşmaktan daha se­vimli hiçbir işim yoktur" dedi. Melek, "Sen hangi halde ölmeyi arzu ediyorsan^ ben o halde iken senin canını alacağım" dedi. O, "Sen serbestsin" deyince Melek, "bana (senin rızana tâbi olmam) emredildi" buyurdu. Adam, "Peki öyleyse sen benim abdest alıp, namaz kılmama müsaade et. ben secdeye gidince ruhumu kabzet" dedi. Nitekim namaza başladı. Secdeye vardığında ruhu kabz olundu.[167]Allahu Teâlâ'nın sonsuz ihsanlarından biri de şudur ki, bu acizin en büyük kızı ve aziz, muhterem Mevlâna Muhammed Yusuf Efendi'nin (Allah fazlını arttır-sın) hanımı uzun bir zamandır hasta idi. îmâ ile namaz kılıyordu. Aynı sene için­de 29 Şevval 1366 tarihinde Pazartesi gecesi akşam namazını işaret yoluyla kj-larken secdeye gittiğinde orada ruhunu Yaradana teslim etti. Secde halindeyken dünyaya veda etti.2[168]Allahu Teâlâ'nın hangi ihsanına şükür edâ edilebilir ki!Ebû Bekr bin Abdullah Müzeni diyor ki: Benî İsrail'den bir adam çok fazla mal biriktirdi. Ölümü yaklaştığı sırada kızlarına, "Benim bütün malımı karşıma getirin" dedi. Mallar çabucak biraraya toplanıldı. Pek çok at, deve, köle vs. hepsi karşısına getirildi. O, onlara bakarak (hasretle), "Hepsi elden gidiyor" diye ağlıyordu. O esnada ölüm meleği karşısına geldi ve "Ağlamanın ne faydası var? Sana bu nimetleri ve­ren Zât'a yemin olsun ki, artık senin canını alıp gideceğim" dedi. O, "Biraz mühlet versen de ben o şeyleri taksim etsem" diyerek ricada bulundu. Melek, "Malesef şimdi iş işten geçti. Keşke bundan önce taksim etseydin" diyerek onun canını aldı.Şöyle bir olay daha nakledilmiştir: Bir adam çok mal biriktirmişti. Ismarla­yıp yanına getirmediği hiçbir şey bırakmadı. Çok büyük, anlı şanlı, bir köşk yap­tırdı. Onun iki kapısı vardı. Kapılara köleleri muhafız olarak tayin etti. Köşkün ha­zırlanışı üzerine büyük bir davet yemeği hazırladı. Bütün dost ve akrabasını bir araya topladı. Çok gösterişli bir koltuk üzerine bacak bacak üstüne atarak oturu­yordu. Halk yemek yerken, o kendi kendine, "O kadar erzak yığıldı ki, artık sene­lerce bir şey satın almak gerekmeyecek" dedi. kalbinden bu hayal geçiyordu ki, bir fakir, yırtık elbiseleriyle, boynunda (fakirlerin kullandığı) bir torba asılı olduğu halde kapıya geldi. Kapının tokmağını öyle dövdü ki, sesi onun koltuğuna kadar ulaştı. Köleler, "Bu haddini bilmez adam kimdir?" diye koşarak dışarı çıktılar. Onun yanına gidip, "Ne var?" dediler. Fakir adam, "Efendinizi benim yanıma gön­derin" dedi. Köleler, "Bizim efendimiz, senin gibi fakirlerin yanına hiç gelir mi?" deyince adam, "Elbette gelecek. Ona gidip söyleyin" dedi. Köleler efendilerinin yanına giderek durumu anlattılar. Zengin adam, "Siz ona bu konuşmasının tadını tattırmadınız mı?" dedi. O sırada fakir adam öncekinden daha güçlü bir şekilde kapının tokmağını tekrar dövmeye başladı. Bunun üzerine hizmetçiler tekrar ko­şarak kapıya geldiler. Fakir, "Efendinize söyleyin. Ben ölüm meleğiyim" dedi. Bu­nu duyunca onların akılları başlarından gitti. Efendilerine gidip bu sözü söyle­yince efendinin rengi uçtu. Büyük bir acizlik içinde, "Ona söyleyin de benim yeri­me başkasını fidye olarak kabul etsin" dedi. O sırada fakir içeri girdi ve "Sen ne ya- . pacaksan yap. Ben senin ruhunu almadan geri dönemem" dedi. O bütün malını topladı ve malına, "Allah sana lanet etsin! Çünkü sen ve seninle meşgul olmak beni Mevlâ'mdan alıkoydu. Hiçbir vakit gönü! huzuru içinde Allah'ı hatırlamaya fırsat vermedin" dedi. Allah ceiie ceiaiuhu kudretiyle mala konuşma gücü verdi. Mal şöyle dedi: "Bana neden lanet ediyorsun ki! İyi insanlar padişahların kapılarından kovulurken, sen benim vasıtamla büyük büyük padişahlara kadar ulaşırdın. Be­nim vasıtamla nazik kadınlarla lezzetlenirdin. Benim vasıtamla Krallar gibi yaşar­dın. Sen beni kötülük yerlerine harcıyordun. Ben bunu reddedemezdim. Eğer sen beni hayır yerlerine harcasaydın, ben senin işine yarardım". Ondan sonra ölüm meleği bir anda onun ruhunu kabz etti.Vehb bin Münebbih rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Bir defasında ölüm meleği bü­yük bir zalim ve zorbanın ruhunu kabzedip, götürdü. Dünyada ondan daha zalim kimse yoktu. O melek giderken, diğer melekler ona, "Sen daima canları kabz ettin. Hiçbir kimseye merhamet ettin mi?" dedi. O, "ben en fazla bir kadına acıdım. O bir vadideydi. Çocuğu doğduğu anda bana o kadının ruhunu almam emredildi, ben o kadının ve o çocuğun yalnızlığına çok acımıştım. Çünkü başka kimsenin olma­dığı bu vadide, bu çocuğun durumu ne olacaktı" dedi. Melekler, "Senin şu ruhu­nu alıp götürdüğün zalim, işte o çocuktu" deyince ölüm meleği hayrete düştü ve "Ey Mevlâm! Sen yücesin. Çok merhametlisin. Dilediğini yaparsın" dedi.Hz. Hasan Basri rahmetuiiaN aleyh buyuruyor ki: Bir kişi öldüğü zaman, onun çoluk çocuğu ağlamaya başlar. Bunun üzerine ölüm meleği o mekânın kapısında durarak şöyle der: "Ben onun rızkını yemedim (o kendi rızkını yemiştir). Ben onun ömrünü azaltmadım. Ben bu eve tekrar geleceğim ve hepsi sona erene kadar sık sık geleceğim". Hz. Hasan Basri rahmetuiiaN aleyh buyuruyor ki: Allah'a yemin olsun ki! Eğer ev halkı ölüm vakti o meleği görseler ve onun sözlerini işitseter, ölüyü unuturlar ve kendi telaşlarına düşerlerdi.Yezîd Rakkâşi rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Benî İsrail zalimlerinden bir zalim, evinde oturmuş hanımıyla başbaşa kalmıştı. O esnada yabancı bir adamın evin kapısından girmekte olduğunu gördü. Adam son derece öfke içinde hızlı bir şekilde o tarafa doğru koştu ve "Sen kimsin, eve girmek için sana kim izin verdi" dedi. O, "Bana bu evin sahibi içeri girmemi söyledi. Ben hiçbir perdenin örteme­yeceği ve padişahların huzuruna giderken izin almaya ihtiyacı olmayan bir kişi­yim. Ben ne bir zalimin tantanasından korkarım ne de hiçbir şey beni herhangi bir mağrur ve mütekebbir insanın yanına gitmekten alıkoyabilir" dedi. O zalim bu ko­nuşmayı duyunca çok korktu. Vücudu titremeye başladı ve yüz üstü düştü. Ondan sonra son derece acizlik içinde, "Öyleyse sen ölüm meleğisin" dedi. O, "Evet ben onun tâ kendisiyim" dedi. Ev sahibi, "Siz bana vasiyetimi yazacak kadar mühlet ve­riniz" dedi. Melek, "Artık onun vakti geçti. Senin için hiç gecikme imkanı kalma­mıştır" dedi. Adam, "Beni nereye götüreceksiniz?" dedi. Melek, "Senin amellerin ileri­de nereye gittiyse onların yanına götüreceğim (yani nasıl amel ettiysen öyle biryer bulacaksın. Sen o cihanda hangi çeşit ev yaptıysan, onu bulacaksın" dedi. Adam, "Ben hiçbir iyi amel yapmadım ve kendim için şimdiye kadar hiçbir güzel ev de yap­madım" dedi. Melek, "Öyleyse seni lezâ nezzâaten lişşevâ'ya götü­receğim" buyurdu. (Bu Meâric suresinin şu ayetine ayetine işarettir: "Hayır, olmaz. Şüphesiz ki, bu ateş / derileri kavurup, soyan bir ateştir. / O, (dünyada Hak'tan) sırtını dönüp yüz çevireni kendisine çağırır (çeker) (Meâric-15,16,17)") Ondan sonra melek onun canını aldı. Evde bir feryat koptu. Kimi ağlıyor kimi de çığlık atıyordu. Yezîd Rakkâşi rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Eğer insanlar o vakit ölünün başından geçenleri bilselerdi, onun ölümünden ziyade, onun bu haline feryat edip, ağlarlardı"[169]Hz. Süfyan Sevri rahmetuiiahi aleyh buyuruyor ki:" Ölüm meleği insanın kalbi­nin damarına dokunduğu an kişinin insanları tanıması durur. Dil kilitlenir ve dün­yanın bütün şeylerini unutur. Eğer o vakit insan üzerine ölüm sarhoşluğu bin-mese, ölüm acısından dolayı yanında bulunanların üzerine kılıç çekerdi". Bazı rivayetlerde şöyle geçmektedir: "Son nefes boğaza geldiği zaman şeytan kişiyi sapıtmak için bütün gücüyle çalışır". Bir rivayette şöyle geçmektedir: "Ölüm me­leği insanları namaz vakitlerinde arar ve haber alır. Eğer kişinin namaza önem verdiğini öğrenirse, ölüm vaktinde kendisi ona Kelime-i Tayyibe'yi telkîn eder. Şeytanı onun yanından uzaklaştırır". Mücâhid rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "İnsanın ölümü yaklaştığı sırada onun oturup kalktığı arkadaşlarının suretleri onun kar­şısına getirilir. Eğer fâsık ve fâcir insanların yanında kalıyorsa, o zaman, o toplu­luğun suretleri onun karşısına getirilir". Hz. Yezîd bin Şecere rahmetuiiahi a/eyh'den de aynı hadis nakledilmiştir. Rebî bin Berze rahmetuiiahi aleyh Basra'da yaşayan bir âbid idi. Diyor ki: Bir adam ölmek üzereydi. Halk ona Lâ ilahe İllallah kelimesini telkin ediyordu. Onun dilinden, "Sen de (bir bardak şarab) iç, bana da içir. Sen de iç, bana da içir" sözleri çıkıyordu. Aynı şekilde Ahvaz şehrinde bir adam öl­mek üzereydi. Halk ona, Lâ ilahe illallah kelimesini telkin ediyorlardı. O ise, "Onar kuruş, on birer kuruş, on ikişer kuruş" diyordu.[170]Buna karşılık, ölüm hazırlıkları yapan, dünyada ölümü hatırlayan, onun için p iyi işler yapan insanlar için ölüm, Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem m, "Ölüm [tıü'min için bir hediyedir" hadisinde buyurduğu gibidir. Hz. Bilal radıyaiiahu anh'\n ve­fatı sırasında hanımı "Vay başıma gelen üzüntüye! Sen gidiyorsun" diyordu. O ise,"Ne tatlı bîr şey! Ne hoş bir şey! Yarın dostlarla buluşacağız. Muhammediaiiahu aleyhi veseiiem ve onun arkadaşlarına kavuşacağız" diyordu. Hz. Muaz fidıyaiiahu anh'm vefatı yaklaştığı sırada şöyle diyordu: "Allah'ım! Sen biliyorsun ki, Hen dünyada fazla kalmak istiyordum. Ancak bu istek ne dünyayı sevdiğimden ne de burada sular akıtıp, bağlar yetiştirmek istediğimdendi. Aksine dünyada Kalmak istememin sebebi, sıcak günlerde öğlen vakti, orucun verdiği susuzluğun ladini çıkarmak, (din için) meşakkat içinde vakit geçirmek ve Senin zikredildiğin meclislere katılmaktır". Hz. Selman radıyaiiahu anh ahirete intikal edeceği sırada ağlamaya başladı. Biri ona, "Niçin ağlıyorsunuz? Siz gidip Peygamber saiiaiiahu 3bybî veseiiem ile buluşacaksınız. Rasûlullah saiiaiiahu aieyN veseiiem sizden razı olduğu halde ahirete intikal etmiştir" dedi. Hz. Selman radıyaiiahu anh buyurdu ki: "Ben ne ölüm korkusundan ne de dünyanın elden çıkmasından ağlıyorum. Ak­sine ben şunun için ağlıyorum ki, Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bizden biz söz alrnıştı; <Bizim dünyadan faydalanmamız sadece bir yolcunun azığı kadar ol­suna Ben o sözü yerine getiremedim". Hz, Selman radıyaiiahu anh vefat edince evinin bütün eşyalarının değeri 10 küsur dirhemdi.[171] İşte onun fazla diye ağladığı bütün dün-yası buydu. Hz. Selman radıyatiahu anh (yukarıda geçen sözden) sonra bi misk istedi. Hanımına, "Buna su katıp benim yatağımın üzerine serpiver,  yanıma insan ve cin olmayan bir topluluk geliyor" buyurdu.[172]Hz. Abdullah İbni Mübarek rahmetuliahi aleyh vefatı yaklaştığı sırada güldü ve"Çalışanlar, bu gibi şeyler için çalışsınlar" (Saffat-61) buyurdu' (herhalde ora-n|n bazı lezzet ve sevinci gözünün önüne gelmiş olabilir). Onun vefatı yaklaştığı sırada Nasr adlı kölesine, "Benim başımı yere koy" dedi. Nasr ağlamaya başladı. 0, "Niçin ağlıyorsun?" dedi. Nasr, "Siz rahatlık içinde hayatınızı geçirdiniz. Şimdi ise yoksullar gibi başınızı toprağa koyarak mı öleceksiniz?" dedi. O, "Sus! Ben Allahu Teâlâ'ya şöyle dua etmiştim; <Benim hayatım zenginlerinki gibi olsun. Ölümüm ise fakirlerinki gibi...>" buyurdu. Atâ bin Yesâr rahmetuliahi aleyh diyor ki: Bir adamın vefatı yakındı. Şeytan onun yanına geldi ve "Sen benden kurtuldun (benim etkime girmedin)" dedi. Adam, "Ben senden şimdi bile mutmain değilim" ^edi. Cerîrî rahmetuliahi aleyh diyor ki: Ben Hz. Cüneyd rahmetuliahi aieyh'm vefatı İrasında yanındaydım. O Kur'an okuyordu. Biri, "Şu an (zafiyet anıdır) tilavet vakti değildir" dedi. Bunun üzerine o, "Bundan daha güzel tilâvet vakti hangisi olabilir. Benim amel defterim şu an kapanıyor" dedi. Bir gün biri Cüneyd rahmetui-lahi a/ey/î'e, "Hz. Ebû Saîd Hazzâr rahmetuliahi aleyh vefatı sırasında çok zevkli ve neşeliydi. Bunun sebebi neydi?" dedi. O, "Eğer onun ruhu o vakit şevk ve arzu­dan dolayı uçsaydı yine de şaşılacak bir şey değildi" buyurdu.Hz. Zünnûn Mısrî rahmetuliahia/ey/i'in vefatı sırasında biri kendisine, "Bir şey diyecek misiniz? Eğer bir arzunuz varsa söyleyiniz" dedi. Buyurdu ki: "Sadece bir arzum var. O da ölmeden önce O'nun marifetini elde etmektir". Bir şahıs diyor ki: "Ben Hz. Memşed Dineverî rahmetuliahi aieyh'm yanında oturuyordum. Bir fakir geldi ve "Burada birinin ölebileceği herhangi temiz ve saf bir yer var mı?" dedi. O içinde çeşme olan bir yer gösterdi. Adam oraya yaklaştı. Abdest aldı ve namaz kıldı. Ondan sonra ayaklarını uzatıp yattı ve öldü. Ebû Ali Rûzbârî rahmetuliahi aieyh'm kız kardeşi Fatıma rahmetuitahi aieyha diyor ki: Kardeşim vefat ederken onun başı benim kucağımdaydı, O gözünü açtı ve şöyle dedi: "Gök kapıları açıldı, Cennet süslendi. Bir ses şöyle diyordu; <Ey Ebû Ali! Gerçi sen bu kadar büyük bir derece istemiyordun ama Biz seni yüksek dereceye ulaştırdık>". Sonra Ebü Ali iki şiir okudu. Onların tercümesi şöyledir. "Senin hakkına kasem olsun ki, ben asla senden başkasına gözümü kaldırıp da muhabbet nazarıyla bakmadım. Ben görüyorum ki, sen hasta gözlerinle ve utangaçlıktan kızaran yanaklarınla beni ızdırap içinde bırakıyorsun".Hz. Cüneyd rahmetuliahi aieyh'm vefatı sırasında biri kendisine, "Lâ ilahe illallah de" dedi. O, "Ben bu kelimeyi hiç unutmadım ki, şimdi hatırlayayım" bu­yurdu. Cafer bin Nasîr rahmetuliahi aleyh, Hz. Şiblî rahmetuliahi aieyh'ln hizmetçisi olan Bekrân Dînverî rahmetuliahi aieytfe, "Sen Hz. Şiblî rahmetuliahi aieyh'm vefatı sırasın-da nasıl bir manzara gördün?" dedi. Hizmetçi, "Şiblî hazretleri şöyle buyurmuştu; <Ben bir adama bir dirhem miktarı haksızlık ettim. Onun adına birkaç bin dirhem sadaka verdim. Ancak, o dirhem neden ben de kaldı diye hâlâ kalbimde bir ağır­lık var>. Ondan sonra, <Bana abdest aldır> dedi. Ben abdest aldırdım ama sa­kalına Hilal yapmayı (yani sakalı arasına parmaklarımı sokmayı) unuttum. Zaten kendisi de güçsüzlükten dolayı bunu yapamazdı. Dili tutulmuştu. Bundan dolayı benim elimi tutarak kendi sakalının arasına koydu ve ahirete intikal etti" buyurdu. Cafer rahmetuliahi aleyh bunu duyunca, "Bu durumda bile İslam'ın edebi ve bir müs-tehabını kaçırmayan bir zât hakkında ne söylenebilir!" diyerek ağlamaya başladı.Bir Allah dostu ölmek üzereydi. Hanımı ağlamaya başladı. O, "Niçin ağlıyor­sun?" dedi. Hanımı, "Senin ayrılığına ağlıyorum" dedi. O, "Sen kendin için ağla! Ben bugün için (yani bugünün arzusuyla ve bugünü bekleyerek) 40 seneden beri ağlıyorum" dedi. Hz. Kettânî rahmetuliahi aieyh'm vefatı sırasında biri kendisine, "Si­zin devamlı yaptığınız ameller hangileridir" dedi. O, "Eğer benim vefatım yakın olmasaydı söylemezdim. Ben kırk seneden beri kalbimin kapısını muhafaza ediyorum. Ne zamanki ona Ğayrullah (Allah'tan başkası) girmek istese kapıyı kapatıyorum" dedi. Hz. Mu'temer rahmetuliahi aleyh diyor ki: "Ben Hakem'in vefatı sırasında onun yanındaydım ve Aliahu Teâlâ'nın ona ölümün şiddetini kolaylaş­tırması için dua ediyordum. Çünkü onda falan falan güzellikler vardı. Ben onun güzel âdetlerini sayarak dua ediyordum". Hakem kendinden geçiyordu. Kendine gelince, "Falan falan sözleri kim söylüyordu?" dedi. Ben, "Ben söylüyordum" de­dim. Hakem, "Melek-ül Mevt aieyhisseiam diyor ki; <Ben her cömert kimseye yu-muşakdavranırım>". Böyle diyerek Hakem'in ruhu uçtu, gitti. Hz. Memşâd Dinverî rahmetuilahi a/ey/i'in vefatı sırasında büyük bir zât onun yanında oturuyordu. Ona Cennet verilmesi için dua etti. Hz. Memşâd rahmetuliahi aleyh gülümsedi ve "Otuz seneden beri Cennet bütün ziynetiyle birlikte benim karşıma geldi. Ben bir kere biie ona alıcı gözüyle bakmadım (ben Cennet'in sahibini arzulamaktayım)" dedi.[173]Hz, Ömer bin Abdulaziz rahmetuliahi aieyh'in vefatı yaklaştığında yanında hizmet için bir tabib bulunuyordu. O, "Emir'ül Mü'min'e zehir verilmiş. Bundan dolayı ben onun hayatından emin değilim" dedi. Hz. Ömer Ibni Abdulaziz rahme­tuliahi aleyh ona, "Sen kendisine zehir verilmeyen adamın hayatına da itibar etme­melisin" buyurdu. Tabib, "Siz kendinize zehir verildiğini tahmin etmiş miydiniz?" diye sorunca Hz. Ömer İbni Abdulaziz rahmetuliahi aleyh, "Ben bu zehir karnıma git­tiği an ondan haberim olmuştu" dedi. Tabib, "Siz bu zehirlenmeyi tedavi ediniz. Yoksa canınız gider" dedi. O, "Canımın gideceği Zât yani Rabbim, yanına gidi­lenlerin içinde en hayırlı olandır. Allah'a yemin olsun ki, eğer kulağımın yanında içinde bana şifâ olan bir şeyin konulduğunu bilsem, oraya kadar bile elimi uzat­mam" dedi ve şöyle devam etti: "Allah'ım! Ömer'i kendinle buluşmak için seç al!" Bundan birkaç gün sonra ahirete intikal eyledi. Meymûn bin Mehrân diyor ki: Hz. Ömer bin Abdulaziz rahmetuliahi aleyh o zamanlar ölmek için sık sık dua ediyordu. Biri kendisine, "Öyle yapmayınız. Aliahu Teâlâ sizin sebebinizle (Rasûlullah sanalla-hu aleyhi vaseiiem'in pek çok sünnetini ihya etmiş, (başlamış olan) pek çok bid'ati bastırmıştır" dedi. Bunun üzerine o şöyle buyurdu: "Ben salih bir kul (olan Hz. Yusuf aiânebiyyina ve aieyhissaiatü vesselam) gibi olmayayım mı? O şöyle dua etmişti:"

"Rabbim! Benim canımı müslüman olarak al ve beni salihlere kat" (Yusuf-101)

Vefatı yaklaştığında Mesleme rahmetuliahi aleyh ona, "Sizin kefen için verdiği­niz parayla basit bir kefen geldi. Buna biraz ilave edilmesine müsaade ediniz" dedi. Halife, "Onu bana getir" dedi. Kısa bir süre ona baktıktan sonra, "Eğer Rab­bim benden razı ise bana bundan daha güzel bir kefen hemen verilecektir. Eğer Rabbim bana gazablı ise o zaman hangi kefen olursa olsun, o zorla alınacak ve onun yerine Cehennem ateşinden bir kefen verilecektir" buyurdu. Ondan sonra, "Beni oturtun" dedi. Oturduktan sonra, "Allah'ım! Sen bana (yapmam için) emret­tiğin (şeyleri) ben yerine getiremedim. Yasakladığın şeyler hususunda sana itaat edemedim. Fakat yine de

Lâ ilahe illallah" dedi ve ahirete intikal etti. Bir rivayete göre vefatı esnasında şöyle buyurdu: "Ben öyle bir topluluk görüyorum ki, onlar ne cin ne de insandırlar". Başka bir rivayete göre vefatı sırasında herkesi yanın­dan uzaklaştırdı ve "Burada kimse kalmasın" dedi. Hepsi dışarı çıktılar ve delik ve aralıklardan bakmaya başladılar. O şöyle diyordu: "Ne insan ne de cin olan var­lıkların gelişi çok mübarektir". Ondan sonra Kasas sûresinin şu ayetini okudu:[174]

"İşte ahiret yurdu. Biz onu yeryüzünde böbürlenmek ve bozgunculuk çıkar­mak istemeyenlere veririz"                                                                 

(Kasas-83)

Bir Allah dostu diyor ki: Ben kabirdekilerin halini göstermesi için Allah'a dua ettim. Bir gece rüyamda gördüm ki, sanki kıyamet kopmuştu. İnsanlar kabirlerin­den çıkıyorlardı. Onlardan bazıları (en üstün ve özel bir ipek çeşidi olan) Sündüs üzerinde uyuyorlardı. Kimisi normal ipek üzerinde, kimisi yüksek tahtlar üzerinde kimisi de güller üzerindeydi. Kimi gülüyor kimi de ağlıyordu. Ben, "Allah'ım! Bunla­rın hepsinin hâli bir olsaydı ne güzel olurdu" dedim. O ölülerden biri, "Bu, amellerin değişik olmasından dolayıdır. Sündüs ehli güzel âdet (ve ahlak) sahipleridir. İpek ehli iseşehidlerdir. Güllerin içinde olanlar oruç tutanlardır. Gülenler tevbe edenler­dir. Ağlayanlar ise günahkarlardır. Yüksek makam sahipleri (herhalde Cennet'te yüksek tahtlara sahip olanlar) Allah için birbirini seven insanlardır" buyurdu.[175]Bir kefen hırsızı vardı. Kabirleri kazarak kefenleri çalardı. O bir kabir kaz­dı. Orada bir şahsın yüksek taht üzerine oturduğunu gördü. Önüne Kur'an-ı Ke­rim koymuş okuyordu. Tahtının altından bir nehir akıyordu. Kefen hırsızı olan şahsın üzerine öyle bir korku çöktü ki, bayılıp düştü. Halk onu kabirden çıkardı. Üç gün sonra ayıldı. Halk olayı sorunca o bütün olanları anlattı. Bazı insanlar o kabri görmeyi arzuladılar. Ondan kabrin yerini haber vermesini istediler. O da onları götürüp kabri göstermek istedi. Gece rüyasında o kabirdeki büyük zatı gördü. Şöyle diyordu: "Eğer sen benim kabrimi gösterirsen, öyle afetlere düşe­ceksin ki, ölünceye kadar pişman olacaksın". Adam bunun üzerine, "Haber ver­meyeceğim" diye söz verdi.[176]

Şeyh Ebû Yakûb Sunûsî rahmetuliahi aleyh diyor ki: Benim yanıma bir mürid geldi ve "Ben yarın öğlen vakti öleceğim" dedi. Nitekim ertesi gün öğlen vakti Mescid-i Haram'a geldi. Tavaf yaptı ve biraz uzağa gidip öldü. Ben onu yıkadım ve kefenledim. Kabre koyacağım sırada gözlerini açtı. Ben, "Öldükten sonra da mı ha­yat var?" dedim. O, "Ben hayattayım ve Allah'a aşık olan herkes diri kalır"[177] dedi. Yine bir Allah dostu diyor ki: Ben bir müridi yıkadım. O benim başparmağımı tut­tu. Ben ona, "Parmağımı bırak, ben senin ölmediğini biliyorum. Bu bir mekandan diğer mekana intikal etmektir" dedim. O da benim parmağımı bıraktı. Şeyh İbnül Celâ meşhur bir Allah dostudur. Diyor ki: Babam vefat edince onu yıkamak için bir sedirin üzerine koyduk. O gülmeye başladı. Yıkayıcı bırakıp gitti. Kimse onu yıkamaya cesaret edemiyordu. Onun arkadaşı olan başka bir Allah dostu geldi ve onu yıkadı.[178]Kısaca Ravz kitabının yazarı, o aşıkların pek çok vefat hadiselerini yaz­mıştır, o hadiselerden aşıkların ölüm anında ve öldükten sonra son derece neşe­li olmaları, gülmeleri, şaka yapmaları ve neşelendikleri anlaşılmaktadır. Hafız İb-ni Abdil Berr rahmetuliahi aleyh Istîâb adlı eserinde ölümden sonra konuşmayla ilgili bazı olayları zikretmiştir. Hz. Zeyd bin Harise radıyaiiahu anh'\n hayatını anlatırken şöyle yazmıştır: "Onun öldükten sonra konuşmasında ihtilaf yoktur". Aynı şekil­deki olaylar bazı Sahâbe-i Kiram'dan da nakledilmiştir.

Sahâbe-i Kiram Mûte gazvesine giderken halk gidenlerin hayır ve sela­metle geri gelmeleri için dua etmeye başladılar. O vakit Abdullah bin Revâha radıyaiiahu anh üç şiir okudu. Onların manası şöyleydi: "Ben geri dönmek yerine Allah'ın beni bağışlamasını arzu ediyorum. Ve başımı ikiye ayıracak bir kılıç dar­besini veya bağırsaklarımı ve ciğerimi parçalayarak giden bir mızrağın bana sap­lanmasını temenni ediyorum". Sahâbe-i Kiram hazretleri cenk meydanına ulaş­tıklarında sayıları toplam üç bin kişiydi. Oraya varınca düşman sayısının 200 bin kişi olduğu anlaşıldı. Bundan dolayı Sahabeler arasında şöyle bir meşvere yapıl­dı: "Önce Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiieme bu durum bildirilmeli. Ondan sonra eğer Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem emrederse,savaşa başlanmalı". Abdullah İbni Revâha radıyaüahu anh bu şekilde meşvere olduğunu öğrenince geldi ve "Siz acayip insanlarsınız. Temenni ederek çıktığınız şey hakkında meşvere yapıyor­sunuz. Siz sadece şehid olmayı taleb etmek için çıktınız. Biz hiçbir zaman teçhi­zat, kuvvet ve sayıya güvenerek savaş yapmadık. Biz daima İslam'ın bize verdi­ği güçle savaştık. Kalkın meydana yürüyün! İki şeyden uzak değilsiniz. Ya galibi­yet ve fetih ya da şehadet. Bizim için her ikisi de şereftir" dedi. Onun bu sözlerini dinleyince hepsi savaş için hazır hale geldiler ve savaş başladı. Rasûlullah saiiai-lahu aleyhi veseiiem ordu hareket ederken Hz. Zeyd bin Harise radıyaiiahu an/i'ı emir tayin etmişti ve şöyle buyurmuştu: "Eğer o şehid olursa Hz. Cafer bin Ebî Talib radıyaiiahu anh emir olacaktır. O da şehit olursa, Abdullah bin Revâha radıyaiiahu anh emir olacaktır. O da şehid olursa, o zaman müslümanlar meşvere ile kimi ister­lerse emir yapsınlar". Nitekim savaş meydanında Hz. Zeyd radıyaiiahu anh ve on­dan sonra Hz. Cafer radıyaiiahu anh şehid olunca insanlar Hz. Abdullah'a seslendi­ler. O askerin kanat tarafındaydı. Elinde bir et parçası vardı. Üç günden beri bir şey tatmaya fırsat bulamamıştı. Biri gelerek kendisine, "Hz. Cafer şehid oldu" dedi. Hz. Abdullah bin Revâha radıyaiiahu anh kendi nefsine, "Sen dünya ile meş­gul oluyorsun (yemeğe daldın gidiyorsun)" diyerek elindeki et parçasını attı.Sancağı eline alarak ilerledi. Biri ona saldırınca elinin parmağı kesildi. Bunun üzerine şu manada üç şiir okudu: "Sen sadece kana bulanmış bir parmaktan başka bir şey değilsin. Bu da ancak Allah yolunda olmuştur. Bu ise büyük bir nimettir. Ey nefis! Şunu iyi bil ki, eğer sen şehid olmazsan yine de öleceksin. Mutlaka ölüm gelecektir. Bak, sen hangi şeyi arzuluyorsan (yani şehitliği) o kar­şına çıkmıştır. Eğer sen önceki iki arkadaşın Zeyd ve Cafer gibi örnek bir iş ya­parsan hidayete ermiş olursun. Eğer sen onlardan geriye adım atarsan bedbaht olursun". Ondan sonra kendi kendine şöyle dedi: "Şu an sen neleri hayal edebi­lirsin? Eğer hanımını hayal ediyorsan onu üç talakla boşadım. Eğer köleleri dü­şünüyorsan onların hepsini azad ettim. Eğer bağlarını hatırlıyorsan onların hepsi Allah için sadaka olsun. Ey nefis! Sen Cennet'i istemiyor musun? Allah'a yemin ol­sun ki, sen mutlaka ölüme doğru gideceksin. İster gönüllü git, ister zorla. Sen çok rahat bir hayat geçirdin. Artık ne düşünüyorsun? Sen kendi hakikatini bir düşün. Sen bir damla nutfe idin". Hülâsa bu düşüncelerden sonra Hz. İbni Revâha radıyai­iahu anh ileri atıldı ve şehid oldu". Hikâyat-üs Sahabe adlı eserimizde bu kıssa geniş olarak geçmiştir. Buna benzer daha bir çok kıssalarda geçmiştir.Hz. SÜfyan bin Haris radıyaiiahu anh, Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem'm am­ca oğluydu. Vefatı sırasında ev halkı ağlamaya başladılar. Buyurdu ki: "Siz İs­lam'a girdikten sonra dilinden asla yanlış bir söz çıkarmayan, bedeniyle asla yanlış bir hareket yapmayan kişiye ağlamayın (yani böyle birinin ölümü kendisi için sevinç üzerine sevinçtir)". Sunâbihî rahmetuliahi aleyh diyor ki: Hz. Ubâde radı-yaüahu anh vefat edeceği sırada ben yanındaydım. Benim ağlayacağım geldi. O, "Niçin ağlıyorsun? Allah'a yemin olsun ki! Eğer kıyamet günü benden şahitlik ta­lep edilirse, senin için en güzel şahitliği ederim. Eğer bana şefaat izni verilirse senin için şefaat ederim. Gücümün yettiği yere kadar sana faydalı olurum" dedi. Ondan sonra şöyle buyurdu: "Ben Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vese//em'den işittiğim ve senin faydana olan ne kadar hadis varsa, hepsini sana ulaştırdım. Bir hadis müstesna. Onu da şimdi, bu alemden göç ederken söylüyorum. Ben Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vese//em'den işittim ki; <Kim Lâ ilahe illallah Muhammedurrasölullah kelimesine şahitlik ederse, ona Cehennem ateşi haramdır>"Hz. Ebû Bekr radıyaiiahu anh vefat edeceği sırada kızı ağlamaya başladı. O, "Kızım ağlama" dedi. Kızı, "Eğer senin vefatına da ağlamazsam, kimin vefatına ağlayacağım?" dedi. Hz. Ebû Bekr radıyaiiahu anh, "Şu an kimsenin canının çıkma­sı, benim canımın çıkmasından daha sevimli değildir. Hatta şu sineğin canının çıkması bile kendi canımın çıkmasından da sevimli değildir (ölüm bana bu kadar sevimli olduğu halde sen buna ağlıyorsun)". Ondan sonra Hamran adındaki bir şahsa şöyle dedi: "Şüphesiz ki, ben <Ölüm vakti sakın İslam elimden çıkmasın> diye mutlaka korkarım".Hz. Sa'd bin Ebî Vakkas radıyaiiahu anh vefat edeceği sırada, "Benim yün cübbemi getirin" dedi. Cübbe getirildi. Çok eski ve yıpranmıştı. Buyurdu ki: "Beni bununla kefenleyin. Bu cübbe Bedir savaşında benim üzerimdeydi". Abdullah bin Âmir bin Küreyz radıyaiiahu anh vefat ediyordu. Ruhunu teslim etmek üzeredeydi. Hz. Abdullah bin Zübeyr radıyaiiahu anh ve Hz. Abdullah İbni Abbas radıyaiiahu annu-ma onun yanına gitmişlerdi. O kendi adamlarına, "Bakın benim bu iki kardeşim oruçludur. Sakın benim ölümünden dolayı onların yemeğinde gecikme olmasın ve oruçlarını açmaları ertelenmesin" dedi. Abdullah İbni Zübeyr radıyaiiahu anh ona, "Eğer seni ikram ve cömertlikten herhangi bir şey alıkoysaydı can verme acısı alıkoyardı. Ancak o da sana mâni olamadı" dedi. Misafirlerinin önünde ye­mekler konulmuşken o ahirete intikal etti.Amr bin Evs radıyaiiahu anh diyor ki: Ulbe bin Ebî Süfyan radıyaiiahu anh vefat ediyordu. Ben onun yanına gittim. O can çekişiyordu. Buyurdu ki: "Ben (dünya­dan) giderken bir hadis söyleyerek gideyim. Bana da kız kardeşim Ümmü Habi-be söylemişti. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki; <Bir kimse Allah için (yani ihlasla) her gün on iki rekat kuşluk namazı kılarsa, Allahu Teâlâ onun için Cennet'te bir köşk yapar> (İşte bu Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm hadislerini ve dini yayma cezbesiydi ki, ona ölüm bile mâni olamamıştır)".Muhammed bin Münkedir rahmetuiiahi aleyh vefat edeceği sırada ağlamaya başladı. Biri kendisine, "Niçin ağlıyorsunuz?" dedi. O, "Ben herhangi bir günah işlediğim için ağlamıyorum. Benim bildiğime göre ben ömür boyu hiç günah işle­medim. Şüphesiz, benim nazarımda basit zannettiğim ama Allah ceiie ceiaiunu indinde büyük olan herhangi bir şey benden meydana gelmiş olabilir diye ağlı­yorum" buyurdu. Ondan sonra Kur'an-ı Kerim'den şu ayeti okudu:"Hiç hesap etmedikleri şeyler Allah tarafından kıyamet günü karşılarına çı­kacaktır" (Zümer-47). Bu ayeti okuduktan sonra buyurdu ki: "Ben hiç zannetme­diğim bir şeyin benden meydana gelmiş olmasından korkuyorum".Âmir bin Abdikays rahmetuiiahi aleyh vefatı sırasında ağlamaya başladı. Biri kendisine sebebini sorunca, "Ben ne ölümden korktuğumdan ne de dünya hır­sından dolayı ağlıyorum. Ben, bugünden itibaren yazın öğlen vaktindeki oruç­ların, kışın gece sonundaki teheccütlerin elden çıkmasına ağlıyorum" dedi. Hz. Hasan radıyaiiahu anh vefat ederken yanında bazı insanlar vardı. Onlar kendisine, "Bize son bir nasihat buyurunuz" dediler. O, "Ben size üç şey diyorum. Onları dinleyip benim yanımdan gidiniz ve beni gideceğim yere gitmem için yalnız bırakınız. O üç şey şunlardır; 1-Başkasına emredeceğiniz şeyle önce kendiniz amel etmeye başlayınız, 2-Başkalarını alıkoymak İstediğiniz şeyden kendinizi alıkoyunuz, 3-Sizin her adımınız, sizin için ya faydalıdır (Cennet'e doğru atılmış­tır) ya da zararlıdır (Cehennem'e doğru gitmektedir). O halde her adımı atarken nereye gittiğini iyice düşünün" buyurdu.Hz. Rebî rahmetuiiahi aleyh vefat edeceği sırada kızı ağlıyordu. O buyurdu ki: "Kızım! Ağlayacak bir şey yok. Şöyle de, <Bugün ne kadar mutlu bir gündür. Çün­kü bugün babama çok şeyler (nimetler) verildi>". Hz. Mekhûl Şâmî rahmetuiiahi aleyh vefat ederken gülüyordu. Biri kendisine, "Bu gülecek vakit midir?" diye sordu. O, "Niçin gülmeyeyim! Korktuklarımdan ebedi olarak ayrılacağım ve ümitlerimi ken­disine bağladığım Zât'a çabucak gideceğim vakit gelmiştir" dedi. Hz. Hassan bin Sinan rahmetuiiahi aleyh ruhunu teslim etmek üzereydi. Biri kendisine "Siz çok acı çekiyorsunuz" dedi. O, "Acı muhakkak oluyor. Ancak mü'minin Allahu Teâlâ ile bu­luşma ümidi olduğu ve sevincin acıya galip geldiği bir zamanda onun acısından bahsetmeye ne gerek vardır" buyurdu. İbni İdris rahmetuiiahi aleyh vefat edeceği sı­rada kızı ağlamaya başladı. O, "Ağlayacak bir durum yoktur. Ben bu evde dört bin defa Kur'an-ı Kerim'i hatmettim" buyurdu. Hasan bin Hayy rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Benim kardeşim Ali rahmetuiiahi aleyh ahirete intikal edeceği gece bana seslenerek su istedi. Ben namaza durmuştum. Selam verdikten sonra suyu alıp götürdüm. O, "Ben içtim" dedi. Ben, "Sen nereden içtin. Evde benden ve senden başka kim­se yoktur" dedim. O, "Şimdi Hz. Cebrail aieyhisseiam su getirmişti. Bana su içirip, gitti ve şöyle buyurdu; <Sen ve kardeşin Allahu Teâlâ'nın kendilerine nimet ver­diği kimselerdensiniz>" (Bu söz Kur'an-ı Kerim'deki şu ayete işaret etmektedir:

"Kim Allah'a ve peygambere itaat ederse, İşte onlar Allah'ın kendilerini ni­met verdiği peygamber, sıddıklar, şehitler ve salih kimselerle beraberdirler".                                                          (Nisa-69)

Hz. Abdullah İbni Musa rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Hz. Ali bin Salih rahmetuiiahi aleyh ahirete intikal etti. Ben bir sefere çıkmıştım. Ben seferden dönünce onun kardeşi Hasan bin Salih'in yanına taziye için gittim. Ben oraya varınca ağlayasım geldi. Hasan bana şöyle buyurdu: "Ağlamadan önce onun vefatının durumunu dinle, bak nasıl zevk verici bir şey: Can verme acısı başlayınca, benden su istedi. Ben su götürdüm. O, <Ben içtim> dedi. Ben, <Kim içirdi?> dedim. O, <Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem saf halindeki pek çok melekle birlikte geldi ve bana su içir-di> dedi. Ben, kendinden geçerek söylemiş olmasın diye düşünerek, <Meleklerin safları nasıldı?> dedim. O, <Birbiri üstüne. (Bir elini diğerinin üzerine koyarak) iş­te şu şekildeydi> dedi".Ebû Bekr bin Ayyaş rahmetuiiahi aleyh vefat ederken, onun kız kardeşi ağla­maya başladı. O, "Bacım ağlayacak bir şey yok. Kardeşin evin şu köşesinde Kur'an-ı Kerim'i 12 bin defa hatmetmiştir" dedi. Amr bin Ubeyd rahmetuiiahi aleyh di­yor ki: Ebû Şuayb Salih bin Ziyad rahmetuiiahi aleyh hastaydı. Ben onu ziyarete gitti­ğimde ruhunu teslim etmek üzereydi. Bana şöyle dedi: "Sana müjde vereyim mi? Ben burada yüzü yakışıksız bir yabancı adam görüyorum, Ben ona, <Sen kimsin?> diye sordum. O, <Ölüm meleğiyim^ dedi. Ben, <Bana yumuşak davran> dedim. O, <Bana yumuşak davranmam emredildi> dedi". Hz. İmam Ahmed bin Hanbel rahmetuiiahi aleyhin oğlu diyor ki: Babam vefat ederken ben yanında oturuyordum.Vefatından sonra çenesini bağlamak için elimde bir parça bez vardı. O bayılıyordu. Biz vefat ettiğini zannediyorduk. Sonra tekrar kendine geliyordu. O vakit şöyle diyordu; "Şimdi değil, şimdi değil". Üçüncü defa bu durum olunca ben kendisine, "Siz ne diyorsunuz?" dedim. O, "Oğlum! Senin haberin yok. Mel'un şeytan benim yanımda duruyor. Öfke ve üzüntüsünden parmağını dişleriyle sıkmakta ve <Ey Ahmed! Sen benim elimden kurtuldun> demektedir. Ben de ona, <Yalancı! Şimdi değil (can çıkana kadar senden emin olunmaz)> diyorum" buyurdu.Hz. Adem bin İyâs rahmetuiiahi aieytiin son vaktiydi. Bir şala bürünmüş Kur'an okuyordu. Kur'an-ı Kerim'i hatmedince şöyle dedi: "Benim sana olan sevgim hür­metine arz ediyorum ki, bana yumuşak davranılsın. Bugün için sana ümid bağlı­yordum". Ondan sonra Lâ ilahe illallah dedi ve ruhunu teslim etti. Mesleme bin Abdilmeük rahmetuiiahi aleyh vefat edeceği zaman ağlamaya başladı. Biri kendisine ağlamasının sebebini sorunca, "Ben ölümden korktuğumdan dolayı ağlamıyo­rum. Ben Allah'a tam olarak güveniyorum. Ben şunun için ağlıyorum ki, otuz defa cihada katıldım. Ancak şehidlik nasip olmadı. Bugün kadınlar gibi yatağım­da ölüyorum" dedi. İyâs bin Katâde Abşemî rahmetuiiahi aleyh bir gün aynaya bakınca başında beyaz kıllar gördü. Bunun üzerine buyurdu ki: "Beyaz kıllar gel­dikten sonra ahiretten başka şeylerle uğraşmamak gerekir. Artık dünyaya veda etme zamanı gelmiştir". Ondan sonra çok fazla mücahedeye başladı. Bir defa­sında Cuma günü namazı kıldıktan sonra dışarı çıkıyordu. Gökyüzüne bakarak, "Hoş geldin. Ben seni çok sabırsızlıkla bekliyordum" dedikten sonra yanında­kilere, "Ben ölünce, beni Melhûb denilen yere götürüp defnedin" buyurdu, daha sonra ruhunu teslim etti ve yere yığıldı.Hz. İmam Ahmed bin Hanbel rahmetuiiahi aieyh'ln talebesi Ahmed bin Hânî rahmetuiiahi aleyh vefat edeceği zaman oğlu İshak'a, "Güneş battı mı?" diye sordu. Oğlu, "Henüz batmadı. Ancak babacığım! Böyle şiddetli hastalık halinde farz olan orucu bile bozmaya izin verilmiştir. Seninki ise nafile oruçtur. Orucunuzu bozunuz" dedi. O, {kim bilir ne gördüyse) "Hey! Dur bakalım!" dedikten sonra, "Bu gibi şeyler için insan iyi ameller yapmalı" buyurdu ve ruhunu teslim etti. (Bu söz Kur'an-ı Kerimin şu ayetlerine işarettir:)

"Şüphesiz ki bu (Cennet'e erme) büyük bir kurtuluştur. / Çalışanlar bu gibi kurtuluşu elde etmek için çalışsınlar".                                                                                                                                         (Sâffât-60,61)

Ebû Hakîm Hiyerî rahmetuiiahi aleyh oturmuş bir şeyler yazıyordu. Yaza yaza en sonunda kalemi bırakarak, "Eğer bunun adı ölümse Allah'a yemin olsun ki çok güzel bir ölüm" dedi ve vefat etti. Ebû'l Vefa bin Akîl rahmetuiiahi aleyh vefat ederken ev halkı ağlamaya başladılar. O, "50 seneden beri onu uzaklaştırıyorum. Artık nereye kadar uzaklaştıracağım. Şimdi sen beni bırak. Ben onu geldiğinden dolayı tebrik ediyorum" dedi.

Meşhur bir kitap olan İhyâ-ûl Ulûm'un yazarı İmam Gazali rahmetuiiahi aleyh Pazartesi günü abdest alıp sabah namazını kıldı. Sonra kefenini istedi. Onu öpüp, gözlerinin üzerine koyduktan sonra, "Hükümdarın yanında bulunmak için mem­nuniyetle hazırım" dedi ve ayaklarını uzatarak kıbleye doğru yattı ve hemen vefat etti. İbnül Cevzî rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Hocam Ebû Bekr bin Habîb rahme­tuiiahi aleyh vefat edeceği sırada talebeleri, "Biraz vasiyet buyurunuz" elediler. O, "Üç şeyi vasiyet ediyorum; 1-Allah korkusu, 2-lssız bir yerde O'nu murakabe etmek, 3-Benim başıma gelen şeyin (yani ölümün) korkusunu taşımak. Ben 61 sene ömür geçirdim. Ama sanki dünyayı hiç görmemişim (o kadar çabuk gitti ki)" dedi. Ondan sonra yanında oturan birine, "Bak alnımdan ter geldi mi, gelmedi mi?" buyurdu. O, "Geldi" dedi. Bunun üzerine, "Allah'a şükür olsun. (Hadiste geç­tiği gibi) Bu iman üzere ölmenin alâmetidir" buyurdu.İmam Buhârİ rahmetuiiahi aleyti'm talebesi EbÛ'l Vakt Abdulevvel rahmetuiiahi  vefat anı geldiğinde dilinden çıkan en son söz şu olmuştur:

"Keşke kavmim Rabbimin beni bağışladığını / ve ikram edilenlerden kıldığı­nı bilse"                                                                                            

(Yâsin-26,27)

Muhammed bin Hâmid rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Ben Ahmed bin Hadraveyh rahmetuiiahi aieyh'ii) vefatı sırasında yanında oturuyordum. Onun ruhunu teslim etme vakti başlamıştı. 95 yaşında idi. Bir şahıs kendisine bir fıkhı mesele sordu. Onun gözleri doldu ve "Evladım 95 seneden beri bir kapının açılması için çalışmaktayım. Şu an o kapı açılmak üzere. Acaba o kapı saadetle mi açılacak yoksa bedbahtlıkla mı diye beni endişe kaplamıştır. Şu an cevap vermeye fırsat nerede?" buyurdu. Bu esnada alacaklılar onun vefat etme haberini duyup toplandılar. Onun 700 dinar (altın) borcu vardı. Şöyle dedi: "Allah'ım! Sen rehini (yani teminatı) alacaklıların gü­venceleri için meşru kıldın. Şu an Sen onların güvencelerini çağırıyorsun (yani on­lar benim varlığımdan dolayı güven ve itminan içindeydiler). Artık ben gidiyorum, onların borcunu öde". O anda biri kapıyı çaldı ve "Ahmed'in alacaklıları nerede?" dedi. Hepsinin borçlarını sayarak ödedi ve gitti. O da ruhunu teslim etti.Bir Allah dostu vefat ediyordu. Hizmetçisine, "Benim ellerimi bağla ve ba­şımı yere koy" dedikten sonra, "Yolculuk vakti geldi. Ne ben günahlardan beriyim, ne benim yanımda mazeret olarak ileri sürebileceğim bir özrüm var ne de yardım alabileceğim bir gücüm vardır. Artık benim için ancak Sen varsın. Benim için an­cak Sen varsın..." Böyle diye diye bir çığlık attı ve ahirete intikal etti. Gaybtan şöyle bir ses geldi: "Bu kul kendi Mevlâ'sının karşısında acizliğini gösterdi. O da kabul etti". Bir şahıs diyor ki: Bir fakir ruhunu teslim ederken derin derin soluyordu. Ağzına pek çok sinekler konmuştu. Ben ona acıdım ve onun yanına oturup si­nekleri kovmaya başladım. O gözünü açtı ve "Yıllarca bu özel vakit için çalıştım. Bütün ömür çalışmakla nasip olmayan şeye şimdi kavuşmuştum. Sen gelip ara­ya girdin, git kendi işine bak! Allah iyiliğini versin" dedi.Ebû Bekr Rakkî rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Ben sabahtan sonra Ebû Bekr Zakkâk rahmetuiiahi aieyh'm yanındaydım. O şöyle diyordu: "Allah'ım! Sen beni bu dünyada ne kadar tutacaksın". O gün öğlen vakti girmeden ahirete intikal etti. Hz. Mekhul Şâmî rahmetuiiahi aleyh hastaydı. Bir adam onun yanına gitti ve "Allah sana sıhhat versin" dedi. O, "Asla! kendisinden sadece hayır ümid edilen Zât'ın yanına gitmek, kendilerinin kötülüğünden hiçbir zaman emin olunmayan kimsele­rin yanında kalmaktan daha iyidir" dedi. Ebû Ali Rüzbârî rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Bayram günü yanıma bir fakir geldi. Hali çok perişan ve elbisesi eskiydi. "Burada bir fakirin öleceği temiz ve saf bir mekan var mı?" dedi. Ben ciddiye almadan sö­zünü boş zannederek, "İçeri gel, nerede istersen yat ve öl" dedim. O içeri geldi, abdest aldı. Birkaç rekat namaz kıldı ve yatarak öldü. Ben onu teçhiz ve kefen­lemesini yaptım. Defnederken, "Onun yüzündeki kefeni açıp, başını yere koya­yım, tâ ki Allah ceiie ceiaiuhu onun garipliğine merhamet etsin" diye düşündüm. Bu maksatla yüzünü açınca, o da gözünü açtı. Ben, "Efendim öldükten sonrada ha­yat var mı?" dedim. O, "Ben hayattayım. Her Allah aşığı hayattadır. Ben yarın kıyamet günü kendi itibarımla sana yardım edeceğim" dedi.Ali bin Sehl Esbehânî rahmetuiiahi aleyh derdi ki: "Sen zannediyor musun ki, ben halkın öldüğü gibi öleceğim (Bu tür ölümlerde genellikle, hastalık, hasta zi­yaretleri vs. gibi yüz çeşit mesele oluyor. Aksine) ben şöyle öleceğim: Bana, <Ey Ali!> denecek, ben de yürüyeceğim". Nitekim aynen öyle oldu. Bir gün bir yere gidiyordu. Gide gide, "Lebbeyk! (yani hazırım)" dedi ve öldü. Ebû'l Hasan Müze-nî rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Ebû Yakub Nehircûrî rahmetuiiahi aleyh vefat ediyordu. Ruhunu teslim edeceği sırada ben, Lâ ilahe illallah kelimesini telkin ettim. Bunun üzerine bana bakarak güldü ve "Bana mı telkin yapıyorsun? Kendisine asla ölüm gelmeyecek olan Zât'ın izzetine yemin olsun ki, benimle O'nun arasında sadece O'nun büyüklük ve izzet perdesi vardır" dedi. Bunu söyler söylemez ruhunu teslim etti. Müzeni rahmetuiiahi aleyh sakalını tutarak, "Benim gibi bir berberin, salih bir evli­yaya telkin yapması utanılacak birdurumdu" derdi. O, bu olayı hatırladıkça ağlardı.Ebû'l Hasan Mâlikî rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Ben Hz. Hayr Nûrbâf rahmetulla-hi a/ey/i'le beraber yıllarca kaldım. O vefatından sekiz gün önce şöyle buyurdu: "Ben Perşembe günü akşam vakti öleceğim ve Cuma namazından sonra defne­dileceğim. Sakın unutma!" Ancak ben unutmuştum. Cuma sabahı bir adam onun vefat ettiğini bana haber verdi. Ben hemen cenazeye katılmak için gittim. Yolda onun evinden gelen insanlarla karşılılaştım. Onlar, "Cumadan sonra defin oluna­cak" diyordu. Ancak ben onun evine vardım. Oraya gidince onun nasıl vefat etti­ğini sordum. Vefatı anında onun yanında bulunan bir zat şöyle anlattı: "Akşam namazına yakın o bayılır gibi oldu. Ondan sonra biraz kendine geldi. Evin bir köşesine bakarak, <Biraz dur sana da bir iş emredildi bana da. Ancak sana emredilen iş aksamayacak ama bana emredilen iş kalacaktır. Öyleyse biraz dur da bana emredilen işi yerine getireyim>. Ondan sonra su istedi, abdest aldı, namaz kıldı. Daha sonra gözlerini kapatıp ayaklarını uzatıp yattı ve ahirete gitti".Biri onu rüyasında gördü ve "Nasılsın?" dedi. O, "Boş ver, bunu sorma! Sizin bo­zulmuş ve kokuşmuş dünyanızdan kurtuldum" dedi.Ebû Saîd Hazzâr rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Bir defasında ben Mekke-i Mü-kerreme'deydim. Bâb'ı Benî Şeybe'den çıkıyordum. Kapının dışında son derece güzel bir adamın ölü olarak yattığını gördüm. Ben onun tarafına dikkatlice bakı­yordum. O da bana bakıp gülmeye başladı ve "Ebû Saîd! Sen bilmiyor musun ki (muhabbet ehli) dostlar ölmezler. Bir alemden diğer aleme intikal ederler" dedi. Hz. Zünnûn Mısri rahmetuiiahi aleyh vefat edeceği sırada biri kendisine vasiyet et­mesini arzetti. O, "Ben O'nun şefkatinin fevkalâde durumuna hayran oluyorum. Şu an beni meşgul etme" buyurdu. Ebû Osman Hiyeri rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Ebû Hafs rahmetuiiahi aleyh vefat ederken biri kendisine, "Bir vasiyet buyurunuz" dedi. O, "Benim konuşma gücüm yok" dedi. Ondan sonra kendisine biraz güç gelince ben, "Şimdi buyurun, söyleyiniz. Ben halka ulaştırırım" dedim. Buyurdu ki; "Kişi kendi kusurlarından dolayı gönlünün bütünüyle acizliğini ve tevazuunu gös­termelidir (Bu kadar yeter. Bu benim en son vasiyetimdir)". Hz. Cüneyd Bağdadî rahmetuiiahi aleyh buyurdu ki: Hz. Sirrî Sakatî rahmetuiiahi aleyh vefat edeceği sırada son anlarındaydı. Ben baş ucunda oturmuştum. Yüzümü onun yüzüne koydum. Gözümden yaşlar boşanıyordu. Göz yaşlarım onun yanaklarına düşünce, "Kim­sin?" dedi. Ben, "Sizin hizmetçiniz Cüneyd" dedim. O, "Merhaha (çok iyi ettin de geldin)" dedi. Ben, "Son bir vasiyet buyurun" dedim. O, "Kötü insanların sohbetin­den (arkadaşlığından) kendini koru. Sakın başkalarıyla olan sohbet ve dostluğun seni Allahu Teâlâ'dan ayırmasın" buyurdu. Hz. Habîb Acemî (meşhur Sûfiya-i Kiram'dandır) vefatı sırasında çok endişeleniyordu. Biri kendisine, "Sizin gibi bir büyük zata bu endişe ve korku uygun düşmemektedir. Bundan önce sizin böyle bir haliniz yoktu (yani herhangi bir şeyden dolayı bu kadar bir korku ve endişe his­setmiyordunuz)" dedi. O, "Sefer çok uzun, yanımda azık yok. Bundan önce hiç bu yolu görmedim. Mevlâmı ve Sahibimi ziyaret edeceğim. Bundan önce hiç ziya­ret etmedim. Daha önce görmediğim korkunç manzaralar göreceğim. Kıyamete kadar toprağın altında yalnız başına kalacağım. Yanımda cana yakın hiçbir kimse olmayacak. Ondan sonra Allah ceiie ce/a/uftu'nun huzurunda durmak vardır. Ben şundan korkuyorum; Eğer orada, <Ey Habîb! 60 sene içinde şeytanın müdahale etmediği bir teşbih göster> diye bir soru sorulursa ben ne cevap vereceğim" bu­yurdu. İşte bu 60 senelik ömründe zerre kadar dünyaya bağlanmamış birinin ba­şından geçen haldir. Öyleyse bizim gibi hiçbir vakit (dünya bir tarafa) günahlar­dan boş durmayan ve her an şeytanın dalkavukluğunu yapanların hali nice olur.Abdulcebbâr diyor ki: Ben Feth bin Şehref rahmetuiiahi aieyh'm yanında 30 sene kaldım. O yüzünü göğe doğru hiç çevirmedi. Bir gün yüzünü göğe çevirip, "Artık Sana olan arzum çok arttı. Şimdi beni çabuk çağır" dedi. Ondan sonra bir hafta geçmeden ahirette intikal etti. Ebû Sâîd Mevsilî rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Feth bin Sâîd kurban bayramı namazını kılıp namazgahtan geç döndü. Dönüşte kurban etlerinin pişmesinden dolayı evlerden ve her taraftan dumanlar çıktığını görünce ağlamaya başladı ve "Halk kurbanlarla Sana yakınlık elde ettiler. Ey be­nim Mahbûbum! Keşke ben hangi şeyi kurban edeceğimi bilseydim" dedi ve kendinden geçerek düştü. Ben ona su serptim. Uzun bir zaman sonra kendine geldi. Sonra kalkıp yürüdü. Şehrin sokaklarına ulaşınca yüzünü göğe doğru çevirip, "Ey benim Mahbûbum! Benim üzüntü ve kederimin uzadığını da ve be­nim sokak sokak dolaştığımı da Sen biliyorsun. Ey sevdiğim Zât! Burada beni ne zamana kadar hapsedeceksin" dedikten sonra tekrar bayılıp düştü. Ben tekrar su serptim. Kendine geidi ve birkaç gün sonra ahirete intikal etti.Muhammed bin Kasım rahmetuliahi aleyh diyor ki: Benim şeyhim Muhammed bin Eşlem Tûsî rahmetuliahi aleyh vefatından dört gün önce bana, "Gel sana müjde vereyim. Allahu Teâlâ senin arkadaşına (yani bana) o kadar ihsan etti ki, benim ölüm vaktim geldi. Yine Allahu Teâlâ'nın benim üzerimde ihsanıdır ki, yanımda hesabını vermek zorunda kalacağım bir dirhem dahi yoktur. Artık evin kapısını kapat ve ben ölene kadar kimsenin içeri girmesine müsaade etme. Şunu da benden duy ki, yanımda miras olarak taksim edilecek hiçbir şey yoktur. Sadece şu şal, şu yaygı şu abdest ibriği ve benim kitaplarım vardır. Bir de şu kesede 30 dirhem var. Onlar benim değil oğlumundur. Onları bir akrabası ona vermişti. Benim için bundan daha fazla helal olan şey ne olabilir. Çünkü Rasûluilah saiiai-lahu aleyhi veseilem şöyle buyurmuştur; <Sen ve senin malın babanındır>. (Öyleyse bu dirhemler oğlumun malı olduğundan, bu hadisi şerife göre bana helaldir). Bana, onunla avret yerlerimi örtecek kadar bir kefen satın alın. O paradan daha fazla kullanmayın (yani sadece belden aşağıyı örtecek bir peştamal alın). Bu yaygı ve şalı da kefen olarak ona ilave edin. Böylece kefenlik üç parça bez ola­caktır. Peştamal, şal ve yaygı. Bu üçüyle beni sarınız. Bu ibriği namaz kılan bir fakire sadaka olarak veriniz. Tâ ki o abdest alsın" buyurdu. Bunları söyledikten sonra dördüncü gün hakkın rahmetine kavuştu.Ebû Abdulhâlİk diyor ki: Ben Yusuf bin Hüseyin rahmetuliahi aleyh'm ruhunu teslim edeceği sırada yanındaydım. O şöyle diyordu; "Allah'ım! Dışarıda halka nasihat ettim. İçeride kendi nefsinde tam tersini yaptım. Kendi nefsimde işledi­ğim hata ve eksikliği senin yaratıklarına yaptığım nasihatlar karşılığında affet". Böyle diye diye ruhunu teslim etti.[179]Allahu Teâlâ onlara bol bol rahmet eylesinBu vefat edenler ne kısmetli kimselerdi! Allahu Teâlâ onların sayesinde bu değersize de bir pay nasip eylesin. Çünkü O çok Kerim'dir. O'nun kereminden hiçbir şey uzak değildir.

20) ve " Hz. Aişe radiyaiiahu anha buyurdu ki: Bir adam gelip Rasûluilah sah laiiahu aleyhi veseiiem'm Önüne oturdu Ya Rasûlallah! Benim kölelerim var. Bana yalan söylüyorlar. Beni aldatıyorlar ve benim sözümü tutmuyorlar. Ben de onlara kötü söz söylüyorum ve dövüyorum. Benimle onlar arasında (kı­yamet günü) durum ne olacak?" dedi. Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bu­yurdu ki: "Onlar sana ne kadar hıyanet ettiler, ne kadar İsyan ettiler ve ne kadar yalan söyledilerse, hepsi tartılacak (çünkü orada her şey tartılmakta­dır. İster o şey cismi olan cevher olsun isterse cismi olmayan araz olsun). Bir de senin onların yaptıklarına karşılık verdiğin cezalar da tartılacaktır. E-ğer senin verdiğin ceza ile onların suçları eşitse, o zaman durum ne senin le­hinde ne de aleyhindedir (ne alacak ne de verecek vardır). Eğer verdiğin ceza onların suçundan az ise o kadar sana Ödenecektir. Eğer verdiğin ceza onla­rın suçlarından fazla ise, o fazlalilığın karşılığı senden alınacaktır". Adam üzülerek ve ağlayarak bir köşeye çekildi. Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bu­yurdu ki: "Sen Allahu Teâlâ'nın şöyle buyurduğunu okumadın mı?:<Biz Kıyamet günü adalet terazileri kuracağız (orada ameller tartılacaktır).Hiç bir kimse, hiçbir zulme uğratılmayacaktır. İşlenen amel bir hardal tanesi kadar da olsa Biz onu getirir (tartarız). Hesaba çeken olarak da Biz yeteriz> (Enbiya-47)". Bunun üzerine adam "Ya Rasûlallah! Öyleyse onlar ve benim için ayrılıktan daha hayırlı bir şey göremiyorum. Sizi şahid tutuyorum ki, onların hepsi hürdür (onları azad ediyorum)" dedi.                                                                                (Timizi

İZAH: Kıyamet günü hesap işi çok şiddetlidir. Kur'an-ı Kerim ve hadisi şe­riflerde çok sık olarak bu konu üzerinde uyarılar ve geniş açıklamalar zikredilmiş­tir. Misal ve numune olarak birkaç ayet ve hadisi burada zikredeceğiz.

1) Allah'a döndürüleceğiniz günden korkun. Sonra herkese kazandığı (amelinin karşılığı) tamamen ödenecektir. Ve onlar zulme uğramayacak­lardır.                                                                                         

(Bakara-261)

2) Herkesin yaptığı hayrı ve işlediği kötülüğü hazır bulacağı o kıya­met gününde, kişi yaptığı kötülük ile kendisi arasında uzun bir mesafe bu­lunmasını isteyecektir. Allah sizi Kendisi'nden sakındırır. Allah kullarına karşı çok merhametlidir. (Bu şefkatten dolayı sizi azabına düşmemeniz için korkutmaktadır).                                                                        

(Ali İmran^30)

3) Kim hıyanet ederse, kıyamet gününde (Mahşer meydam'na) hıyanet ettiği şeyle gelir. Sonra herkese kazandığının karşılığı tam olarak verilir. Onlara zulmedilmez.                                                     (Ali lmran-161)

4) Her nefis ölümü tadacaktır. Kıyamet gününde (iyi ve kötü) amelle­rinizin karşılığı size mutlaka eksiksiz verilecektir.                                                                                               (Âli İmran-185)

5)  Şüphesiz Allah, hesabı süratli olandır (yani herkesin hesabı çok çabuk görülecek ve ona göre karşılık verilecektir).

(Bu ayet Kur'an-ı Kerim'in pek çok yerinde geçmektedir)

6) O gün (kıyamet günü) amellerin tartılacağı bir gerçektir. Sevap tar­tıları ağır gelenler, işte onlar kurtuluşa erenlerdir. / Sevab tartıları hafif ge­lenler ise kendilerini zarara uğratanlardır. Bunun sebebi de ayetlerimize karşı haksız davranmalarıdır.                                                                                                  (Araf-8,9)

7) Şüphesiz ki elçilerimiz (melekler) yaptığınız hileleri yazmaktadırlar (onların hepsinin karşılığı size kıyamet günü verilecektir. Bu yazılanlar önünüze gelecektir).                                                                     

(Yunus-21)

8) Kötü amel işleyenlerin cezaları ise kötülükleri kadardır. Onların yüzlerini zillet bürüyecek ve kendilerini Allah'ın azabından koruyacak kim­se de bulunmayacaktır. (Yüzleri Öyle siyah olur ki,) yüzlerini sanki gecenin karanlığından bir parça kaplamıştır.                                                                             (Yunus-27)

9) Orada herkes daha önceki (dünyada) yaptıklanndan dolayı imtihan verir.                        (Yunus-30)

10) Rablerinin emrine icabet edenler için güzel mükafat vardır. Al­lah'ın emrine icabet etmeyenler ise, yeryüzündekilerin hepsi hatta onların bir misli daha kendilerinin olsa kurtulmak için feda ederlerdi. İşte bunlar için kötü bir hesap vardır.                                                                                                   (Rad-18)

11) Ey Rasûlüm! Sana düşen ancak tebliğ etmektir. Hesaba çekmek yalnız Bize aittir.                                                                               

(Rad-40)

12) Ey Rabbimîz! Herkesin hesaba çekileceği günde, beni, annemi, babamı ve bütün mü'minleri affet!                                             

(İbrahin>41)

Bu ayet Hz. İbrahim afeyhfese/a/n'ın duasıdır

13) Kıyamet gününde suçluların birlikte zincire vurulduklarını görür­sün. / Onların gömlekleri katrandandır (bir cins çam ağacından çıkan reçi­nedir ki, petrol gibi yanmaktadır). Yüzlerini ateş kaplar. / Bütün bunları Al­lah, herkesin dünyada işlediğinin karşılığını vermek için yapar. Şüphesiz ki Allah'ın hesaba çekmesi çok süratlidir.                                                                     (İbrahim 49,50,51)

14) Biz her insanın (iyi veya kötü) amelini kendi boynuna taktık. Kıya­met gününde onun için kitap çıkaracağız. O, kitabını açık bulacak. / O gün insana, "Kitabını oku! Bugün hesap görme bakımından sen kendine yeter­sin" denilir (yani kendi hesabını kendin yap, başkasına ihtiyaç yoktur).          (İsra-13,14)

15) Hayır asla! (o kafirin zannettiği gibi değil) Biz onun söylediklerini yazıp kaydederiz. (Ondan sonra kıyamet günü o yazılmış olan amel defleri onun önüne konacaktır).                                                            (Meryem-79)

16) İnsanların hesaba çekilme zamanı yaklaştı. Fakat onlar hâlâ gaf­lette (onun hazırlığına aldırmıyorlar).                                            

(Enbiya-1)

17) Tekrar dirilmek için (kıyamet günü) Sur'a üfürüldüğü zaman (o ka­dar korku meydana gelir ki,) onların aralarında soy bağının hiçbir değeri kal­maz (yani hepsi yabancı gibi olacaklardır. Baba oğuldan kaçacaktır. Abese sûresinin 34, 35 ve 36. ayetlerinde belirtilen durum meydana gelecektir). O babasından, karısından ve çocuklarından kaçar) ve birbirlerinin halini de soramaz. / Kimin tartısı ağır gelirse (yani se­vap tarafı ağır basarsa), işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. / Kimin de tartısı hafif gelirse, işte onlar kendileriniziyana sokanlardır. Cehennem1-de ebediyen kalacaklardır. / Ateş onların yüzlerini yakar. Onlar ın orada yüz­leri kavrulur, dişleri sırıtır, kalır.                                                                (Mü'minun-101,102,103,104)

18) İnkar edenlerin (hidayet nurundan uzak olanların) amelleri, engin göllerdeki serap gibidir. Susayan, (uzaktan) onu su zanneder. Fakat oraya vardığında umduğundan hiçbir şey bulamaz, yanında sadece Allah'ı bulur. O da onun hesabını eksiksiz görüverir. Allah, hesabı süratli olandır.  (Nur-39)

19) Şüphesiz ki Allah yolundan sapanlara hesap gününü unuttukları için şiddetli bir azab vardır.                                                              

(Sâd-26)

20) Bugün (kıyamet günü) herkes dünyada kazandığıyla cezalandırılır veya mükafatlandırılır. Bugün asla zulüm yoktur. Şüphesiz ki Allah hesabı çok çabuk görendir.                                                                    (Mü'min-17)

21) Sen (o kıyamet gününün) korkusundan bütün ümmetlerin diz üs­tü çöktüklerini görürsün. O gün her ümmet amel defterinin başına çağrıla­cak ve onlara şöyle denilecektir; "Bugün dünyada yaptıklarınızın karşılığını göreceksiniz"./İşte bu (amellerinin yazıldığı) kitabımız size gerçekleri (sizin yaptıklarınızı) söylüyor. Şüphesiz Biz dünyada yaptıklarınızı (meleklere) yazdırıyorduk (şimdi o karşınızdadır).                                (Câsiye-28,29)

22) Onun sağında ve solunda oturan iki alıcı (sözü hemen alıp yazan iki melek) yaptıklarını kaydetmektedirler. / İnsan hiçbir söz söylemez ki, ya­nında onu gözetleyici hazır bir melek bulunmasın.                       (Kâf-17,18)

23) O gün (Allahu Teâlâ'nın huzuruna hesap vermek üzere) arz olunur­sunuz. Hiç bir şeyiniz gizli kalmaz. / O gün amel deften sağından verilen kimse (sevincinden) etrafındakilere şöyle der; "İşte kitabım, alın okuyun! / Ben dün­yadayken hesaba çekileceğimi çok iyi biliyordum (dünyada iken bunun için hazırlık yapıyordum)". / Artık o, razı olduğu bir hayat içindedir. / Meyveleri sarkmış yüce, / yüksek bir Cennet'tedir. / O gün Cennetliklere şöyle denilir; "Geçmişteki günlerde işlediğiniz iyi amellerin mükafatı olarak yiyin, için!" / O gün amel defteri solundan verilen ise (son derece üzüntü içinde) şöyle der; "Keşke bana amel defterim verilmeseydi. / Hesabımın ne olduğunu bilmesey-dim. / Keşke ölümüm bütün işleri bitiren olsaydı. / Malım bana hiç bir fayda vermedi. / Bütün saltanatım benden mahvoldu (gitti)". / (O gün Cehennem ze­banilerine şöyle denilir;) "Alın, bağlayın onu! / Sonra alev alev yanan Cehen-nem'e atın. / Sonra da onu yetmiş arşın uzunluğundaki zincire vurun!"                                                                                                          (Hâkka-18-32)

Bu ayeti kerimelerin bir kısmı cimrilik bahsinde geçmiştir.

24) Üzerinizde size gözcülük eden, / yaptıklarınızı yazan şerefli melek­ler vardır. / Onlar yaptıklarınızı bilirler. (Bu yazılanlar kıyamet günü hesap için arzolunacaktır).                                                            (infitar-10,11,12)

25) Amel defteri sağından verilen, / yakında kolay bir hesaba çekile­cektir / (Ondan kurtulunca) ailesine sevinçle dönecektir. / Amel defteri arkasından (sol eline) verilene gelince, hemen ölümü çağıracaktır. / Alev alev yanan Cehennem'e girecektir. / O dünyada ailesinin yanında sevinç İçindeydi. / O dirilip Rabbİne dönmeyeceğini sanıyordu.                                                                                          (lnşikak-7-14)

26) Şüphesiz ki onların dönüşü Bize'dir. / Onları hesaba çekmekte Bi­ze aittir.                                                                                           

(Ğaşiye-25,26)

27) (Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla) Yeryüzü şiddetli sarsıntısı ile sarsıldığı, / yer içindeki ağırlıklarını çıkarıp dışarıya attığı, / İnsan, "Ne oluyor bu yere?" dediği zaman. / O gün yer Rabbi'nin ona vahyetmesiyle (üzerinde işlenen iyi ve kötü işleri) haber verecektir, / O gün insanlar amel­lerinin karşılığı kendilerine gösterilmek üzere bölük bölük (hesap yerine) dönerler. (Kimi topluluklar mukarrebîn zümresinden, kimisi salihlerden ki­misi de Cehennemliklerdendir. Sonra her toplulukta çeşitli zümreler ola­caktır. Aynı şekilde bazı topluluklar binekli, bazıları ise yayandır. Onlardan bazıları yüz üstü süründürülür. Kısaca her çeşit topluluk bulunacaktır). / Kim zerre miktarı iyilik yapmışsa onun sevabını görür. / Kim de zerre mikta­rı kötülük yapmışsa onun cezasını görür.                                                                                               (Zilzâl Sûresi)

Hesaba çekilmek ve amellerin karşılığını görmekle ilgili bu 27 ayeti örnek olarak zikrettik. Bunlara ilave olarak pek çok ayetler de çeşitli ifadelerle bu ve bu­na benzer konular geçmiştir. Aynı şekilde hadislerdeki binlerce rivayetlerde hesab gününün şiddetli ahvali zikredilmiştir. Onların hepsini bir araya toplamak çok zor­dur. Şu kadarı var ki, sadece dünyalık kazanmak için zayi edilen vakitlerden bir parçasının da işe yarayacak olan şeylere de harcanması gerekir. Henüz vakit var­dır. Bir şeyler yapılabilir. Yakında öyle bir zaman gelecek ki, pişmanlıktan başka bir şey kalmayacaktır. Numune olarak buraya birkaç hadis tercümesi yazıyorum.Hz. Aişe radıyaiiahu anha bir defasında Cehennem'! hatırlayarak ağladı. Ra-sûlullah sailallahu aleyhi veseliem, "Ne var, niçin ağlıyorsun?" buyurdu. Hz. Aişe radh yaiiahu anha, "Cehennemi hatırladım da onun için ağlıyorum. Acaba siz o gün ken­di  ehli   lyâlinizi   hatırlayacak  mısınız yoksa  hatırlamayacak   mısınız?"  dedi.Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Üç vakit vardır ki, o vakitlerde kimse kimseyi hatırlamayacaktır; 1-(Amellerin tartıldığı) mizan vaktinde (iyiliklerin ko­nulduğu) kefenin ağır gelip gelmediğini bilene kadar, 2-<Geliniz, kendi hesapları­nızın bulunduğu amel defterinizi alınız> diye ilan edilince amel defterinin sağ eline mi yoksa arka taraftan sol eline mi verileceğini bilene kadar, 3-Cehennem üzerine konulduğunda Sırat Köprüsü'nden geçerken".1 İnsan onun üzerinden hayırlısıyla geçmediği müddetçe kimseyi hatırlamayacaktır.Hz. İbni Abbas radıyaiiahu anhuma buyuruyor ki: "Kıyamet günü hesab görü­lecektir. Kimin iyiliklerine bir fazla ilave olursa, o Cennet'e gidecektir. Kimin kötü­lüklerine bir fazla ilave olursa, o Cehennem'e gidecektir". Ondan sonra diye başlayan ayeti okudu. (Bu ayet 6 numarada geçmiştir.) Sonra buyurdu ki: "Te­razinin kefesi bir dâne ile de ağır basacaktır. İyilikleri ve kötülükleri eşit gelenler A'rafta2 kalacaklardır"'. Hz. Ali kerremailahu vechehu buyurdu ki: "Kimin zahiri (dışı) bâtı­nından (içinden) daha iyi olursa, onun tartısı hafif olacaktır. Kimin bâtını, zahirinden daha iyi olursa, onun tartısı ağırgelecektir". Hz. Enes radıyaiiahuanh, Rasûlullahsaiiai-lahu aleyhi veseiiem'm şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Mizan terazisinin yanına bir melektayin edilir. Bir kimsenin kefesi ağır gelince, o melek bütün mahlukâtın duya­cağı yüksek bir sesle şöyle ilan eder;<Falan oğlu falan saîd oldu. Öyle bir saadete erdi ki, ondan sonra bedbahtlık yoktur". Eğer birinin kefesi hafif gelirse, melek synı şekilde onun bedbaht olduğunu ilan edecek ve bu ilanı bütün mahlukât duyacaktır".Bir çok rivayetlerde geçtiğine göre o terazi o kadar büyüktür ki. yer, gök ve ikisinin arasında ne varsa hepsi onun bir kefesine sığar. Hz. Câbir radıyaiiahu anh, Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm şöyle buyurduğunu naklediyor: "Teraziye ilk konacak şey kişinin çoluk çocuğuna harcadığı nafakadır". Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, Hz. Ebû Zer radıyaiiahu anh'a şöyle buyurmuştur: "Sana amel etmekte hafif, tartıda çok ağır olan iki haslet söyleyeyim mi? Onlardan biri güzel âdet diğeri sus­maktır (yani boş sözlerden sakınmaktır)". Diğer bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "İki kelime vardır ki, onlar Allah'a çok sevimli, dile hafif, mizanda çok ağırdır. Onlar veBir başka hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Kim kendi kardeşinin hacetini görürse, ben onun mizanının yanında dururum. Eğer onun iyilikleri fazla gelirse ne âlâ. Eğer böyle olmazsa ben ona şefaat ede­rim". Diğer bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Kıyamet günü âlimlerin yazmak için kullandıkları mürekkep ve şehidlerin kanı da tartılacaktır. Âlimlerin mürekkebi, şehidlerin kanından daha ağır gelecektir"[180]Hz. İsa alâ nebiyyina ve aleyhissalatü vesselam   ŞÖyle buyurmuştur: "Muhammed saiiaiiahu aleyhi vese/fem'in ümmetinin amellerinin ağırlığı diğer ümmetleri geçecektir. Çünkü onların dilleri Lâ ilahe illallah kelimesine çok alışkın ve yatkın olacaktır". Hz. Ebû Derdâ radıyaiiahu anh buyuruyor ki: "Bir kimse her zaman sadece midesi ve belden aşağısını düşünürse, iyi amelleri az olduğundan dolayı mizanda hafif ge­lecekti1"". Bir hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "İnsanın sağ tarafındaki melek iyilikleri yazar ve sol tarafındaki meleğin emîridir. Kul bir iyilik yaptığı zaman sağ tarafındaki melek on kat sevab yazar. Bir kötülük yapınca solundaki onu yazmak ister. Ancak rütbesi düşük olduğundan emîrinden izin ister. Emir (yani sağ taraftaki melek) ona, <6 veya 7 saat bekle> der. Eğer kul bu arada[181]  günahtan tevbe ederse, o melek yazmaya izin vermez. Eğer tevbe etmezse, melek o günahı yazar".[182] Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bir çok hadislerde şöyle buyurmuştur: "Kıyamet günü üç duruşma olacaktır. İlk iki duruşmada suâl, cevab, özür, mazeret vs. gibi bütün şeyler görüşülür Üçüncü duruşmada ise amel def­terleri herkesin eline verilir. Kimine sağ elinden kimine de sol elinden verilir"[183]Bir hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Kimde üç şey bulunursa, Allahu Teâlâ onun hesabını kolay kılar ve Kendi Rahmetiyle Cen­net'e koyar. 1-Sana iyilik yapmaktan vazgeçene sen iyilik yap, 2-Seninle akraba­lık ilişkisini kesenle ilişkilerini devam ettir, 3-Sana zulüm edeni affet"[184] Yine Ra­sûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Eğer (ahiret ahvalinden) benim bildik­lerimi siz bilseydiniz, (korkudan) az güler, çok ağlardınız. Döşekler üzerinde ha­nımlarınızdan lezzet hasıl etmeyi bırakırdınız. Çığlıklar atarak vadilere çıkardı­nız". Hz. Ebû Zer radıyaiiahu anh bunu duyunca, "Keşke ben kesilen bir ağaç olsay­dım (insan olmasaydım. Çünkü insan olduğum için bu kadar musibetlere katlan­mak gerekecektir)" buyurdu. Başka bir hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "İnsan hangi hâl üzere ölürse, kıyamet günü o hâl üzere haş-rolunacaktır (yani ölüm geldiği vakit hangi iyilik veya kötülükle meşgul ise aynı hâl üzere haşrolunacaktır)"[185]Bir defasında Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle bir vaaz buyurdu: "İyi dinleyin ki, dünya geçici bir menfaattir. Ondan herkes faydalanır. İster sâlih olsun isterfâcir (o halde ondan çok faydalanmak bir iyilik alâmeti değildir). Ahiretin vak­ti belirlenmiştir. O, belirtilen vakit mutlaka gelecektir. O gün herşeye kadir olan Hükümdar karar verecektir (O'nun yetkileri çok geniştir). Hayrın tamamı Cennet1-tedir (öyleyse insan yapabileceği bir hayırda eksiklik etmemelidir. Çünkü o hayır, onu Cennet'e götürücüdür). Şerrin de tamamı Cehennem'dedir (o halde en ufak bir serden bile sakınmaya çalışılmalıdır. O şer hafife alınmamalıdır. Çünkü en ufakşer bile Cehennem'e götürücüdür). Özenerek iyi ameller yapınız. Siz Allah ceiiece-laiuhu tarafından son derece tehlikeli bir durumdasınız (hiçbir an O'ndan korkusuz ve endişesiz bir halde olmamalısınız). Şunu çok iyi bilin ki, siz kendi amellerinize göre arz olunacaksınız (onlar hesap edilecektir). Kim zerre kadar bir iyilik yapar­sa onu görecektir. Kim de zerre kadar kötülük işlerse onu görecektir"[186]Hz. Ali kerremaiiahu vechehu şöyle buyurmuştur: "Dünya günden güne yüzü­nü döndürüp gidiyor (yani uzaklaşıyor). Ahiret ise günden güne yakınlaşıyor. (Dünya ve ahiretin) her ikisinin de ayrı ayrı evlatları vardır. Öyleyse siz dünyanın evlatları olmayın, ahiret evlatları olun. Bugün amel günüdür. Hesap yoktur. Yarın hesap günüdür, amel yoktur".[187] Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Kı­yamet günü üç mahkeme olacaktır. Birinci mahkemede asla af yoktur. Bu Allahu /teâlâ'ya başkasını ortak koşmakla ilgilidir (yani bu mahkemeye sadece iman ve küfür davası getirilir. Bu mahkemede suçun affedilmesi söz konusu değildir). İkinci mahkemede Allahu Teâlâ hak sahibine hakkını verecektir (ister kendinden verir, isterse haksızdan alıp ona verir). Bu mahkemede kulların birbirlerine yaptıkları zu­lüm konusuna bakılır. Yani bu mahkemede mazlumun hakkı zalimden alınacaktır. Üçüncü mahkeme Allahu Teâlâ'nın kendi hakları ile ilgilidir (farzlar vs. gibi konular­daki eksiklikler hakkındadır). Bu konuyu Allahu Teâlâ fazla önemsemeyecektir. Bunlar, O kerim olan Zât'ın haklarıdır. O dilerse hakkını ister, dilerse affeder"[188]Başka bir hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Ki­min üzerinde kardeşinin herhangi bir hakkı varsa, onun şerefi veya malına teca­vüz ve haksızlık yapmışsa, bugün o suçu affettirsin. Ne dinar ne de dirhemin ol­madığı günden önce meseleyi halledin. (O gün ne gümüş vardır ne de altın. O gün bütün hesaplar iyi ameller ve günahlara göre yapılacaktır). O halde zulüm eden kimsenin bir miktar iyiliği varsa, zulmü kadar iyilikleri alınıp mazluma verilir. Eğer onun yanında iyilikler yoksa, o ölçüde mazlumun günahı ona yüklenir. (Böylece kendi günahıyla birlikte başkalarının günahlarının cezasını çekmek için Cehennem'de biraz daha fazla kalması gerekecektir)4. Bir başka hadiste şöyle buyurulmuştur: "Kıyamet günü hak sahiplerine haklan mutlaka verilecektir, hatta boynuzsuz koyun, boynuzlu koyundan hakkını alacaktır".5 Yani, eğer dünyada bir boynuzlu koyun, boynuzsuz bir koyuna vurmuşsa, o da boynuzu olmadığın­dan karşılığını alamamtşsa, onun hakkı da orada alınacaktır.Bir defasında Rasûlullah saMahu aleyhi veseSem, "Biliyor musunuz, müflis kimdir?" buyurdu. Sahabeler, "Bize göre yanında dirhemi (parası) ve malı olmayan müflis ola­rak kabul edilmektedir" dediler. Rasûlullah satiatiahu aleyhi veseitem buyurdu ki:"Benim ümmetimin müflisi o kimsedir ki, Kıyamet günü pek çok namaz ve oruçla gelir. Ancak birine sövmüş, birini dövmüş, birine iftira atmış ve birinin malını ye­miştir. Onun iyiliklerinden birazını o alır, birazını bu alır. Derken onun iyilikleri tükenir, ama başkalarının alacakları kalır. Bunun üzerine onların alacakları mik­tardaki günahları, o kişinin üzerine yüklenir. Daha sonra o (zalim ve çok ibadet etmiş kişi) Cehennem'e atılır"[189]Fakîh Ebulleys rahmetuiiahi aleyh buyuruyor ki: Kıyamet günü insanlar kabir­lerinden çıkarılınca 70 sene o halde ayakta kalacaklardır. Onlara hiç iltifat edil­meyecektir. Onlar bu perişan halleri içindeyken o kadar ağlayacaklardır ki, göz yaşları bitecektir. Göz yaşlarının yerine kan gelmeye başlayacaktır. Ondan sonra Mah-şer Meydanı'na çağrılacaklardır. Gökten melekler inmeye başlayacak ve her gök katındaki melekler birer halka şeklinde saf tutacak, bir gök ehli diğerinin arkasında duracaktır. Bu durum Kur'an-ı Kerim'de şöyle beyan edilmiştir:"O gün gökyüzü bulutlarla yarılır ve melekler bölük bölük inerler. / O gün gerçek hakimiyet Rahman'ındır. O kafirler için çok zor bir gündür. / O gün za­lim (pişmanlığından) ellerini ısırıp şöyle der; <Ne olaydı keşke ben Peygam­berle beraber hak yolu tutsaydım. / Vay başıma gelenlere! Keşke falanı (iyi amelden alıkoyanı) dost edinmeseydim. / Yemin olsun ki bana öğüt (Kur'an) gelmişken beni ondan saptırdı. Zaten şeytan insanı yardımsız ortada bırakir>".(Furkan-25,26,27,28,29)

Bu konudaki geniş kıssa İbrahim sûresinde geçmektedir. Bir hadiste Rasû­lullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: O vakit Allahu Teâlâ şöyle buyurur: "Ey cinler ve insanlar! Ben dünyada size nasihat etmiştim. Bugün amelleriniz kar-şınızdadır. Kim amel defterinde iyilik bulursa Allah'a şükretsin. Kim de iyilik bula­mazsa o kendini kınasın (çünkü o öğüt kabul etmemiştir)". Ondan sonra Allah ce//e ceiaiuhu Cehennem'e emredecek, onun azabı insanların karşısına gelecektir. Onu gö­ren her şahıs diz üstü çökecektir. Bu durum Câsiye sûresinde şöyle buyurulmuştur;"Sen bütün toplulukların diz üstü çöktüklerini görürsün. O gün her topluluk amel defterinin başına çağrılır" (Câsiye-28). Ondan sonra insanların arasında hüküm ve karar verme işlemi başlayacaktır. Hatta hayvanlar arasında bile adalet uygulanacaktır. Boynuzsuz koyun boynuzlu koyundan hakkını alacaktır. Daha sonra hayvanlara, "Sizin meseleniz sona erdi, siz toprak olun" diye emredilecek­tir. O zaman kafirler öyle olmayı temenni edecekler ve şöyle diyeceklerdir;"Keşke toprak olsaydım"(Nebe-40Başka bir hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "İn­sanlar Mahşer Meydanında annelerinden doğduklar! gibi çırıl çıplak olacaklar­dır". Hz. Aişe radıyaüahu anha, "Ya Rasûlallah! Herkesin önünde çıplak olmaktan dolayı utanılmayacak mı? Herkes birbirine bakacak" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu a-leyhi veseiiem buyurdu ki; "O vakit insanlar kendi başlarına gelen musibetlerle uğ­raşmaktan başkasına bakmaya fırsat bulamayacaklardır. Hepsinin gözleri yukarı doğru bakacaktır. Herkes kötü amelleri ölçüsünde tere batmış olacaktır. Kiminin teri ayaklarına kadar, kiminin ki dizlerine kadar, kiminin ki karnına kadar, kiminin ki ağzına kadar ulaşacaktır. Melekler arşın etrafında halka şeklinde saf tutacak­lardır. O vakit teker teker her şahıs çağrılacak, çağrılan şahıs topluluğun arasın­dan çıkıp orada hazır olacaktır. Allah'ın huzurunda durduğu zaman şöyle ilan edilecektir; <Kimin bundan bir alacağı varsa gelsin. Kimin bunda hakkı varsa ve­ya o birine herhangi bir zülüm yaptıysa gelsin>. Teker teker çağrılacak ve onun iyiliklerinden alınıp onların hakları ödenecektir. Eğer iyilikleri yoksa veya tüken-misse, onların günahları o kişiye yüklenecektir. O kendi günahlarıyla birlikte baş­kalarının günahlarını da başına alınca ona, <Git. Kendi barınağın Hâviye'ye git" denecektir (yani <Cehennem'in kızgın ateşine git> demektir. El-Kâria sûresinde Hâv/ye'nin ne olduğu beyan edilmiştir). Hesap ve azabın bu şiddetli durumundan korkmayan hiçbir mukarreb melek veya peygamber kalmayacaktır. Ancak Al­lah'ın korudukları müstesna. O vakit herkese dört şey sorulacaktır; (Bu bölü­mün 6. hadisinde genişçe geçtiği gibi) 1-Ömrünü hangi işte geçirdiği, 2-Bede-nini hangi işte kullandığı, 3-İlmiyle ne amel yaptığı, 4-Malını nereden kazanıp nereye harcadığı"İkrime radtyaiiahu anh diyor ki: O gün baba oğluna, "Ben senin babandım. Ben senin pederindim" diyecek. Oğlu onun iyiliklerini itiraf edecektir. Ondan son­ra baba oğluna, "Bana sadece bir iyilik lazım. İsterse zerre kadar olsun. Belki onun sebebiyle benim tartım ağır gelir" diyecek. Oğlu babasına, "Benim kendi başıma musibet gelmektedir. Başıma daha neler geleceğini bilmiyorum. Ben hiç bir iyiliği veremem" diyecektir. Ondan sonra o adam kendi hanımına aynı şekilde kendi İyiliklerini ve ilişkilerini hatırlatacak, o da aynı şekilde reddedecektir. (Kısa­ca aynı şekilde herkesten isteyip duracaktır). İşte bu Allahu Teâlâ'nın şu ayette zikrettiği durumdur:[190]

"Hiçbir günahkar bir başkasının günahını çekmez. Eğer günahı ağır olan bir kimse yükünü taşımak için bir başkasını çağırsa, akrabası bile olsa yü­künden hiçbir şey taşınmaz. (Ona hiçbir şekilde yardım edilmez)".                                                                                                           (Fatır-18)

İkrime radıyaliahu an/i'ın bu rivayeti Dürrü Mensûr'da daha açık lafızlarla geçmiştir. Onun manası şudur: Önce baba oğluna, "Ben dünyada sana nasıl davrandım?" diye soracak, oğlu babasının davranışlarını çok övecektir. Daha sonra baba, oğluna, "Ben bugün senden sadece bir sevap istiyorum. Belki de onunla işim hallolur" diyecektir. Oğlu, "Babacığım! Sen çok az şey istedin. Ancak buna rağmen ben çok şiddetli mecburiyet içindeyim (veremeyeceğim). Çünkü sendeki korkunun aynısı bizzat bende de vardır" diyecektir. Ondan sonra aynı soru ve cevaplı konuşma hanımıyla olacaktır.[191]Bunlara örnek olarak Allahu Teâlâ şöyle buyurdu:

"Ey İnsanlar! Rabbinizden korkun. Ne babanın evladına ne de evladın baba­sına hiçbir yardımda bulunamayacağı günden sakının. Şüphesiz ki Allah'ın vaadi haktır (o gün mutlaka gelecektir.) Dünya hayatı sakın sizi aldatmasın (ona dalarak o günden gafil olmayın). Allah'ın affına güvendirerek sakın o aldatıcı şeytan sizi aldatmasın".                                                  (Lokman-33)"Kulakları patlatan gürültü geldiğinde (yani kıyamet günü gelince). / O gün insan kardeşinden / anne ve babasından / karısından ve çocuklarından ka­çar (kimse kimsenin yardımına koşmaz). / O gün herkesin kendisine yete­cek kadar işi (ve derdi) vardır'[192]                                                    (Abese-33,34,35,36,37)

Bu ayeti kerimenin tefsiri hakkında Katâde rahmetuliahi aleyh buyuruyor ki: "Kıyamet günü hakkını benden ister diye korktuğundan her şahsa tanıdık bir yakın akrabasının kendisini görmesi çok ağır gelir"[193] Kur'an-ı Kerim'de bu konu sık sık çeşitli ifadelerle zikrolunmuştur;

"Öyle bir günden korkun ki, o günde kimse başkası namına bir şey ödeye­mez. {Mesela bir namaz bedeli olarak başkasının namazı kabul edilmez). Kimsenin şefaati kabul olunmaz. Kimseden fidye (mâlî karşılık) alınmaz ve onlar yardım olunmazlar. (Biri kendi gücüyle onların azabını durduramaz. Bu mümkün değildir)".                                                                                                                                                               (Bakara-48)

Bu ayeti kerimede mümkün olabilecek bütün yardım yollan nefyedilmiştir. Çünkü bir kimseye yardım dört yolla olur; 1-Güçlü kuvvetli biri araya girip engel­ler. Bu yardımdır. Allah ceiie ceiaiuhu bunu nefyetmiştir. 2-Zor kullanmadan bir şah­sın azabı durdurmasıdır ki, bu iki türlü olur; Herhangi bir bedel ödemeden dur­durur ki, bu şefaattir. 3-Yoksa canla ilgili bir bedel ödeyerek durdurur. 4-Malla il­gili bir bedel ödeyerek durdurur. Son ikisi de ayette nefyedilmiş (geçersiz sayıl­mıştır).Aynı şekilde pek çok yerlerde bu konu çeşitli ifadelerle geçmiştir. Bu ko­nuyla ilgili şunu zihinlere yerleştirmek gerekir: Bir kafirlere yapılan muamele var­dır bir de günahkar rnüslümanlara yapılan muamele vardır. Yukarıda zikredilen bütün şeylerin kafirler için olduğunda ittifak edilmiştir. Şöyle ki, bir peygamber veya bir veli veya bir melek ne kadar Allah'a yakın olursa olsun, kafirlerin azabını uzaklaştıramaz. Günahkar müslümanlara yapılan muamele ise şöyledir; Onlar hakkında da buna benzer ayetler ve hadisler gelmiştir. Bütün bunlar özel bir za­man itibariyledir. Daha sonra şefaat izni verilir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'in bir çok yerinde bu konu geçmiştir. O yerlerden birinde şöyle buyurulmuştur:

"O gün Rahman olan Allah'ın kendisi için izin verdiği ve hakkında (birinin) konuşmasına razı olduğu kimseye şefaat fayda verir".                                                                             (Tâhâ-109)

Buna benzer ifadeler sık sık geçmektedir. Ancak kimin için şefaat izni ve­rileceğini kimse bilmemektedir. Bir bakıma herkesin Allah'ın lütfundan ümitvâr olması gerekir. Ancak kimse için bir kesinlik yoktur. Bundan dolayı o şiddetli gün son derece korkunç ve tehlikeli bir gündür. Onun şiddetinden korunmak için ya­pılabilecek her şey ancak bugün yapılabilir. Bol bol sadaka vermenin o günün şiddet ve ağırlığından koruma hususunda özel bir etkisi vardır. Birinci bölümdeki ayet ve hadislerde bu konu sık sık geçmiştir. Rasûlullah saitaiiahu aleyhi vese/Win şu buyruğu meşhurdur: "Yarım hurmayla da olsa Cehennem ateşinden sakının". Yine Rasûlullah saüaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Sadaka, suyun ateşi söndür­düğü gibi hataları söndürür (yok eder)"[194] Bir başka hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Kıyamet günü herkes kendi sadakasının gölgesi altında olacaktır"[195] Yani sadakanın miktarı ne kadar fazla olursa, sıcağın şiddetinden do­layı terin ağza kadar ulaştığı o korkunç günde, kişinin altında duracağı gölge o kadar geniş olacaktır. Başka bir hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Sadaka Allahu Teâlâ'nın gazabını söndürür ve kötü sondan (kötü ölümden) muhafaza olmaya sebebtir"[196] Hz. Lokman aieyhisseiam oğluna şöyle vasiyet etmiş­tir: "Senden bir hata meydana gelirse sadaka ver"[197]Bir ahlaksız fahişe kadının, bir köpeğe su içirmekle bağışlanmasını anla­tan kıssa, birinci bölümün 10 numaralı hadisinde genişçe geçmiştir. Uheyd bin Umeyr rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Mahşer Meydanı'nda insanlar son derece acıka­caklar, son derece susuz ve tamamen çıplak olacaklardır. Ancak kim Allah için birine yemek yedirdiyse, Allahu Teâlâ ona yemek yedirecektir. Kim Allah için biri­ne su içirdiyse, ona su içirecektir. Kim de Allah için birine elbise verdiyse, ona elbise giydirecektir"[198] Birinci bölümde 11 numaralı hadisin açıklamasında şöyle geçmiştir:"Kıyamet günü Cehennemlikler bir safta duracaklar. Onların yanından (kâmil bir veli olan) bir Müslüman geçecektir. O saftan bir adam, "Sen bana Allah'ın huzurunda şefaat et" diyecektir. O müslüman, "Sen kimsin?" diyecek, Cehennem­lik olan kişi, "Sen beni tanımadın mı? Ben dünyadayken, şu zamanda sana su içirmiştim" diyecektir.Başka bir hadiste şöyle geçmektedir: "Kıyamet günü Cennetliklerin ve Ce­hennemliklerin safları oluşunca, Cehennemliklerin saflarından bir adamın gözü Cennetliklerin safındaki bir adama ilişecektir. O, <Ben sana dünyada falan iyiliği yapmıştım> diyecektir. Bunun üzerine o şahıs, onun elinden tutup Allahu Teâlâ'­nın huzuruna götürecek ve <Allah'ım! bunun benim üzerimde iyiliği var> diyecektir. Allahu Teâlâ rahmetiyle onu affedecektir". Diğer bir hadiste şöyle geçmektedir. "Kıyamet günü, <Ümmeti Muhammediye'nin fakirleri nerede? Kalkın ve insanları kıyamet meydanında arayın. Kim, Benim için size bir lokma verdiyse veya Benim için bir yudum su içirdiyse veyahut yeni veya eski bir elbise giydirdiyse, onun elinden tutup Cennet'e dahil ediniz> buyurulacaktır. Bunun üzerine ümmetin fa­kirleri kalkacaklar ve onları seçip seçip Cennet'e koyacaklardır". Bir başka hadis­te şöyle geçmektedir: "Kıyamet günü bir münâdi şöyle nida edecektir; <Fakirlere ve yoksullara ikram edenler nerededirler? Bugün siz üzerinizde hiç bir korku olmadığı ve mahzun olmadığınız halde Cennet'e giriniz>".Bu çeşit ifadeler birinci bölümde geçmişti. O bölümün 13. hadisinin izahın­da şöyle geçmiştir: "Bir kimse bir Müslümamn herhangi bir musibetini giderirse, Aliahu Teâlâ da onun kıyamet musibetlerinden bir musibeti yok eder. Kim de bir Müslümamn ayıbını örterse, Aliahu Teâlâ kıyamet günü onun ayıbını örter". 14 numaralı hadisin açıklamasında ise şöyle bir rivayet geçmişti: "Kim çaresiz kal­mış bir kardeşine yardım ederse, Aliahu Teâlâ dağların bile yerinde sabit du­ramayacağı o Kıyamet günü, onun ayağını sabit kılar (kaydırmaz)".Birinci bölümün ayetler kısmında 34 numarada Kur'an-ı Kerim'in uzun bir ayeti geçmişti. O ayet şöyledir:

"(Onlar, Allah sevgisinden dolayı) yoksula, yetime, (kafir olan) esire yemek yedirirler. / (Sonra da şöyle derler): Size ancak Allah rızası için yediriyoruz. Sizden ne bir hediye isteriz ne de bir teşekkür. / Çünkü biz Rabbimizden kor­karız. Bed çehreli, çatık suratlı bir günün azabından... / Allah da onları o gü­nün azabından korur ve yüzlerine güzellik ve sevinç verir".                                                                       (İnsan-8,9,10,11)

Hülâsa o bölümde kıyamet gününün şiddetinden korunmak için bol bol sa­daka vermenin son derece faydalı olduğu hakkında pek çok ifadeler geçmiştir. Bu ayeti kerimede de bir bakıma Aliahu Teâlâ bizzat bunu (kıyametin azabından koruyacağını) vaad etmiştir. Öyleyse bundan (yani bol bol sadaka vermekten) daha üstün ne olabilir ki?

 

 



[1]  Mişkât

[2] İhya

[3] Kenz

[4] Mişkât

[5] Mişkât

[6] İhya

[7] İhya

[8] Dürrü Mensur

[9] Dürrü Mensur

[10] Dürrü Mensur

[11] İhva         

[12] Dürrü Mensur

[13] Ayetlerinsadece baelangıcı yazılmıştır. Dileyen Kur'an-ı Kerim mealinden bulabilir.

[14] Dürrü Mensur

[15] Dürrü Mensur

[16] Dürrü Mensur

[17] Dürrü Mensur

[18] Dürrü Mensur

[19] İhya-ül Ülüm

[20] İhya ül Ulüm

[21] Kenz

[22] Ravz

[23] Mişkât

[24] Kenz

[25] Kamu yararına olan işler

[26] Hatta bazı durumlarda dilenmek vacib olur. Muztar ve çaresizlik içinde kalmış birinin bazen sahibin-

den izinsiz alması bile caizdir

[27]  ihya

[28] ithaf

[29] Kitabın basıldığı zaman ahirete intikal etmiştir- Allah rahmet etsin.

[30] Misk ât

[31] ihya

[32] ihya

[33] İslam devletinin gayri müslümlerden aldıgı vergi

[34] Terğib

[35] Terğib

[36] Terğib

[37] Terğib

[38] Terğib

[39] Bezi

[40] Terğib

[41] ihya

[42] Mişkât

[43] Terğib

[44] Mişkât

[45] Mişkât

[46] Dürrü Mensur

[47] Mişkât

[48] Miskât

[49] Bir hadisi şerifte bu ayetle ilgili şöyle önemli bir şey geçmiştir: Bir sahabe diyor ki; Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bizi bir savaşa gönderdi ve "Sabah ve akşam bu ayeti kerimeyi okumaya devam edin" buyurdu. Biz de okuduk. O savaşta hem ganimet elde ettik hem de sıhhat ve selamet içinde kaldık.               

[50] Mişkât

[51] Terğib

[52] Terğib

[53] Dürrü Mensur

[54] Mişkât

[55] Terğib

[56] Terğib

[57] Hâkîm

[58] İsâbe

[59]  Buhâri

[60] Müstedrek

[61] Müstedrek

[62] İsâbe

[63] Müstedrek

[64] Müstedrek

[65] Terğib, Mecma-üz Zevâid

[66] Terğib

[67] Terğib

[68] Terğib

[69] Buhâri

[70] Terğib

[71] Dürrü Mensur

[72] Terğib

[73] Tenbih-ü! Gafilin

[74] Mezâhir-i Hak

[75] Dürrü Mensur

[76] Dürrü Mensur

[77] Tenbih-ül Gafilin

[78] Dürrü Mensur

[79] Düzeltme: Tercih edilen görüşe göre Hz. Adem aieyhisseiamin sürçmesi tevbe ile affedilmişti. Daha hilafet için dünyaya gönderilmişti.

[80] Mişkât

[81] Ebû Dâvûd

[82] ihya

[83] İhya

[84] İhya

[85] Mişkât

[86] Mişkât

[87] Terğib

[88] Mişkât

[89] Terğib

[90] Terğib

[91] Mezâhir-i Hak

[92] Terğib

[93] Terğib

[94] Terğib

[95] Müsameratıie

[96] Bazı rivayetlere göre bu söz İbni Ömer'in kendisine aittir.

[97] Terğib

[98] Dürrü Mensur

[99] Miskât

[100] ihya

[101] Tenbih-ül Gafilin

[102] Terğib

[103] Dürrü Mensur

[104] İhya

[105] Terğib

[106] Terğib

[107] Terğib

[108] Terğib

[109] Ithafus Salat

[110] Terğib

[111] Terğib

[112] İthafus Salat

[113] İhya

[114] Emirür Rivâvât

[115] Şemail-i Tirmizi

[116] Şemail-i Tirmizi

[117] Mişkât

[118] İhya

[119] İhya

[120] Kitabın yazarı Zekeriyya Kandehlevi'nin görüşü

[121] Yaklaşık 3.25 qr ağırlığında gümüş

[122] ihya

[123] Bir sa takriben 2,917 gr'dır

[124] Cami-üs Sağir

[125] İhya

[126] İhya

[127] İhya

[128] Âlemgiriyye

[129]  ihya

[130] Terğib

[131]  Dürrü Mensur

[132]  Dürrü Mensur

[133]  Mişkât

[134]  Mişkât

[135] lhya

[136] Tenbih-ül Ğafilin

[137] Terğib

[138] Tenbih-ül Gafilin

[139] Mişkât

[140] Mişkât

[141] Mişkât

[142] İhya

[143] İhya

[144] İhya

[145] Mişkât

[146] Dürrü Mensur

[147] Kehz

[148] Cami-üs Sağir

[149] Dürrü Mensur

[150] Mezâhir-i Hak

[151] Mişkât

[152] Terğib

[153] Tenbih-ül Gafilin

[154]  Mişkât

[155] Terğib

[156] Mişkât

[157] Terğib

[158]Tenbih-ül Gafilin

[159]  ihya

[160] İthaf

[161] Mişkât

[162] İhya

[163] İhya

[164] Dürrü Mensur

[165] 'İhya

[166] İthaf

[167] İhya

[168] Mevlânâ Yusuf Kandehievi kuddise simhu hazretleri de Hicri 29 Zilkade 1384 (1965) Lahor'da vefat etmiştir

[169]  İhya

[170] İthaf

[171] dirhem yaklaşık 3,2 gr gümüştür

[172] ' İthaf

[173] İhya

[174] İthaf

[175] Ravz

[176] Ravz

[177] Ravz

[178] Ravz

[179] İthaf

[180] Mişkât

[181]  Dürrü Mensur

[182]  Dürrü Mensur

[183]  Dürrü Mensur

[184]  Dürrü Mensur

[185] Mişkât

[186] Mişkât

[187] Mişkât

[188] Mişkât

[189] Mişkât

[190] Tenbih-ül Gaifilin

[191] Dürrü Mensur

[192] Dürrü Mensur

[193] Dürrü Mensur

[194] İthaf

[195] İthaf

[196] Mişkât

[197] "İhya

[198] "İhya

DÜNYAYA GÖNÜL VERMEYENLERİN VE ALLAH YOLUNDA MAL HARCAYANLARIN KISSALARI

Bu bölümde zahidlerin ve Allah yolunda mallarını harcayanların kıssaları örnek olarak arz edilecektir. Dünya ve ahiretin hakikatini anlayan o insanlar, bu aldatıcı dünya yurduna nasılda rağbet etmemiş ve ahiret için neler neler biriktir­mişlerdir. Zühd ve Sehâvet (yani cömertlik) mana ve amel şekli bakımından iki ayrı şeylerdir. Ancak sonuç bakımından birbirine yakındırlar. Çünkü kimde zühd varsa yani dünyaya gönül vermemişse, sehâvet onun için gereklidir. Dünya malı­nı yanında tutmaya özenmeyen kimse yanında dünya malı olduğu zaman şüp­hesiz onu cömertçe harcayacaktır. Aynı şekilde cömertçe harcamayı, ancak ken­dinde mal sevgisi bulunmayan kişi yapabilir. Kişi, malı ne kadar severse, onda o kadar cimrilik eder. Bundan dolayı bu bölümde iki türlü olay bir araya getirilmiştir. Ve bundan dolayı Fezail-i Sadakat hakkında olan bu kitapta zühdle ilgili ayetler ve rivayetler de zikredilmiştir. Çünkü dünyaya olan hevesleri soğutmak, Allah yo­lunda harcamanın basamağıdır. İnsanın tabiatı bu pisliğe sevgi ve ünsiyet besle­diği sürece hiçbir zaman onu harcamak için harekete geçmeyecektir. Eğer gönül bir an istese de tabiat harcamaya yanaşmayacaktır. Bunu Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem çok güzel bir misalle şöyle anlatmıştır: "Cimri ile sadaka verenin (yani bol bol sadaka vermeyi kendine alışkanlık haline getirenin) misali iki adama benzer. Onların üzerinde demirden zırh vardır. Zırha öyle bürünmüşlerdir ki, elle­ri de zırhın içinde kalıp göğüslerine yapışmış ve dışarı çıkmamıştır. Sadaka ve­ren yani sadaka vermeyi alışkanlık haline getirmiş olan cömert kimse sadaka vermeye niyet edince o zırh kendi kendine açılmakta (ve eller zorlanmadan hemen zırhtan dışarı çıkmaktadır). Cimri de bir sadaka vermeye niyet edince o zırh daha da büzülmekte ve daralmaktadır. Bu yüzden eller yerlerinden hareket edememektedir"[1] Maksat şudur ki; cömert bir kimse harcamaya niyet edince onun kalbi bunun için açılır. Bundan dolayı o sıkıntı duymadan harcar. Cimri ise birinin demesi veya birinin işitmesi veyahut başka bir sebepten dolayı, herhangi bir zamanda harcamaya niyet etse de içinden bir şey (demir zırhın ellerini bağladığı gibi) onu tutar. Zırhın içindeki kişi ellerini zorla dışarı çıkarmak istese de çıkaramaz. Yani kalbine defalarca anlatır ama o bir türlü kabul etmez, eller bir türlü kalkmaz. Bu çok doğru ve düzgün bir misal. Her gün görüyoruz ki, cimri insan harcamak istese de eli yukarı kalkmaz. Bazen 10 lira harcama fırsatı doğar ama o 10 kuruşu bile zorla çıkarır.

1) Hz. Ebû Bekr Sıddık radıyaiiahu anh'm bütün hayat olaylarında bu cömert­liğin o kadar çok misalleri vardır ki, onları kuşatmak bile zordur. Tebûk Gazvesi vaktinde Rasûlullah satiaiiahu aleyhi veseiiem yardım için teşvik etmişti, o vakit Hz. Ebû Bekr Sıddık radıyaiiahu an/i'ın evinde ne varsa hepsini toplayıp Rasûlullah sai-latiahu aleyhi veseiiem'm huzuruna getirmesi meşhur bir hadisedir. Rasûlullah saiiaiia-. hu aleyhi veseiiem kendisine, "Ey Ebû Bekr! Evinde ne bıraktın?" buyurunca o, "Evde Allah ve O'nun Rasûlü (yani onların rızasının hazinesi) bulunmaktadır" de­miştir. Bu kıssayı Hikayat-üs Sahabe adlı kitapta yazdım. Oraya bakılınca görü­lür ki, başkalarını kendine tercih etmek, başkasının derdiyle dertlenmek ve Allah yolunda harcamak o zatların payına düşmüştü. Çünkü o payın en küçük izi bize nasip olsaydı, kim bilir biz onu ne zannederdik. Ancak bu tür olaylar o zatların yanında günlük olaylar halindeydi. Özelikle Allahu Teâlâ'nın, Kur'an-ı Kerim'de Hz. Ebû Bekr Sıddık radıyaiiahu anh hakkında övgüyle bahsedip şöyle buyurma­sından daha büyük hangi izah olabilir?

"Takva sahibi o (ateşten) uzaklaştırılır. / O takva sahibi ki, malını (Allah yo­lunda) verip temizlenir. / Onun üzerinde başkasının mükafatlandırılacak bir nimeti yoktur. / O ancak yüce Rabbinin rızasını kazanmak için verir".                                                                                              (Leyl-17,18,19,20)

(Burada İhlasın son derece yüksek seviyesi anlatılmaktadır. Çünkü her­hangi bir kimsenin iyiliğine karşılık iyilik yapmakta istenilen ve beğenilen bir dav­ranıştır. Ancak bu iyilik fazilet itibariyle ilk yapılan iyiliğe denk değildir.1)İbni Cevzi rahmetuiiahialeyh diyor ki: "Bu ayeti kerimenin Hz. Ebû Bekr Sıddık radıyaiiahu anh hakkında nazil olduğuna dair ittifak edilmiştir". Hz. Ebû Hureyre radı­yaiiahu anh, Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Bana Ebû Bekr'in malının verdiği fayda kadar kimsenin malı fayda vermedi[2]. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm bu Sözünü duyan. Hz. Ebû Bekr radıyaiiahu anh ağlamaya başladı ve "Ya Rasûlallah! Ben ve benim malım senden başkasının mıdır?" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm bu irşadı pek çok Sahâbe-i Ki-ram'dan birçok rivayetlerde nakledilmiştir. Saîd bin El-Müseyyeb rahmetuiiahi aleyh'm rivayetinde yukarıdaki ifadeyle beraber şu ifade de geçmektedir: "Rasûlullahsatiaiiahu aleyhi veseiiem Hz. Ebû Bekr radıyaiiahu anh'm malında kendi malı gibi ta­sarruf ederdi". Hz. Urve rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Hz. Ebû Bekr radıyaiiahu anh İs­lam'a girdiğinde 40 bin dirhemi vardı. Hepsini Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem üzerine (yani onun rızası uğrunda) harcadı". Bir başka hadiste şöyle buyurul-muştur: "O İslam'ı kabul ettiği zaman 40 bin dirhemi vardı. Hicret vaktinde ise 5 bin dirhemi kalmıştı. Bütün bu paralar (İslam'ı kabul etme suçundan dolayı ken­dilerine azab edilen) köleleri azad etme ve İslam'ın diğer işlerinde harcanmış­tır"[3] Hz. Abdullah İbni Zübeyr radıyaiiahu anh diyor ki: Hz. Ebû Bekr Sıddık radıyai­iahu anh zayıf ve güçsüz köleleri satın alır, azad ederdi. Babası Ebû Kuhafe radı-yaitahu anh, "Sen eğer illa da köle azad edeceksen güçlü ve kuvvetli köleleri satın al ve azad et. Zira onlar sana yardım da edebilir ve zamanı gelince işe de yarar­lar" dedi. Hz. Ebû Bekr radıyaiiahu anh, "(Ben kendim İçin azad etmiyorum.) Ben sadece Allah'ın rızasını kazanmak için azad ediyorum" buyurdu[4] Allahu Teâlâ'­nın indinde zayıf ve güçsüzlere yapılan yardımın mükafatı, güçlülere yapılan yar­dımın mükafatından çok fazladır.Bir başka hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Bana iyilik edip de, benim de iyiliğinin karşılığını vermediğim hiçbir kimse yoktur. An­cak Ebû Bekr'in iyiliği benim üzerimdedir (yani onun karşılığını veremedim). Allahu Teâlâ kendisi kıyamet günü onun iyiliğinin karşılığını verecektir. Bana Ebû Bekr'in malının fayda verdiği kadar, kimsenin malı fayda vermemiştir"[5]

2) Hz. İmam Hasan radıyaiiahu antim yanına bir adam geldi. İhtiyacını arz edip biraz yardım istedi ve bir şeyler talep etti. Hz. Hasan radıyaiiahu anh buyurdu ki: "Senin bu talebinden dolayı benim üzerime binen hak benim gözümde çok yücedir. Sana yapılması gereken yardım, bana göre çok büyük bir miktardır. Benim mâlî durumum senin şanına uygun bir miktarı takdim etmekten acizdir. İn­san Allah yolunda ne kadar harcarsa harcasın yine de azdır. Ancak ben ne ya­payım, benim yanımda senin benden istemenin şükrüne uygun olacak miktar yoktur. Eğer sen benim yanımda mevcud olanı memnuniyetle kabul etmeye ve senin şanına layık olan miktarı bir yerden bulmam için ve senin benim üzerime vacib olan hakkını ödeyebilmem için beni mecbur etmemeye hazırsan, ben de memnuniyetle hazırım". Adam, "Ey Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm torunu! Sen ne verirsen ben onu kabul ederim ve ona şükrederim. Ondan fazlasını vermediğin için de seni mazur görürüm" dedi. Bunun üzerine Hz. Hasan radıyaiiahu anh kendi hazinedarına (senin yanına koyduğum) o üç yüz bin dirhemden artanı getir" dedi. Hazinedar 50 bin dirhem getirdi (çünkü ondan başkasını tamamen hayra harca­mıştı). Hz. Hasan radıyaitahu anh, "Bir yerlerde 500 dinar (altın) daha vardı" dedi. Ha­zinedar "O da var" dedi. Hz. Hasan radıyaiiahu anh, "Onları da getir" dedi. Hepsi gel­dikten sonra o dilenciye, "Bir taşıyıcı getir de bunları senin evine kadar ulaştırsın" dedi. Adam iki taşıyıcı getirdi. Hz. Hasan radıyaiiahu anh hepsini onlara teslim etti. Sırtındaki şalını da çıkardı ve "Bu işçilerin senin evine kadar olan işçiliği bana aittir. Öyleyse bu şalı satıp onların ücretini ödersin" diyerek ona verdi. Hz. Hasan radtyaliahu anh'm köleleri, "Artık yanımızda yemek için bir dirhem dâhi kalmadı. Siz hepsini verdiniz" dediler. Hz. Hasan radıyaiiahu anh buyurdu ki: "Ben Allahu Teâlâ'nın zatından kuvvetle ümid ediyorum ki, O, kendi lütfuyla bana bundan dolayı çok sevap verecektir".[6]Hepsini verdikten sonra yanında hiçbir şey kalmadı. Ayrıca verilen miktar çok yüklü bir miktardı. Yine de o "İsteyenin hakkını eda edemedim" diye üzülüyor ve pişmanlık duyuyordu.

3)  Basralı birkaç Kâri (yani Kur'an-ı Kerim'i usûl ve kaidesine göre oku­yan kimseler) Hz. İbni Abbas radıyaiiahu anhuma xun yanına geldiler ve "Bizim bir komşumuz var, çok oruç tutar ve çok teheccüd kılar. Onun ibadetlerine bakınca bizden her birimiz ona imreniyor ve bir de onun gibi ibadet yapabilsek diye te­menni ediyor. O kızını yeğeniyle nikahladı. Ancak garibin yanında çeyiz için hiç bir şey yoktur" dediler. Hz. İbni Abbas radıyaiiahu anhuma onları alıp evine götürdü. Bir sandık açtı. İçinden altı tane kese çıkardı ve o adama vermeleri için keseleri onlara teslim etti. Onlar alıp gideceklerdi ki, Hz. İbni Abbas radıyaiiahu anhuma, "Biz ona insaflı davranmadık. Bu mal ona teslim edilirse o fakir çok zorlanacak ve çe­yiz hazırlığı telaşına düşecektir. Bu yüzden onun meşguliyeti artacak ve ibadet­lerinde zorluk olacaktır. Bu bedbaht dünyanın ibadet eden bir mü'mine güçlük çı­karacak kadar derecesi yoktur. Biz bir dindar kişiye hizmet etsek şanımızdan ne eksilir ki? Öyleyse bu mal ile bütün düğün hazırlıklarını hepimiz birlikte yapalım Eşyaları hazırlayalım ve ona teslim edelim" dedi. Onlar da buna razı oldular. O para ile bütün eşyaları mükemmel olarak hazırlayıp o fakire teslim ettiler,[7]

4) Ebû'l Hasan Medâinî rahmetuiiahîaleyh diyor ki: Hz. İmam Hasan, Hz. İmam Hüseyin ve Hz. Abdullah bin Cafer radıyatiahu anhum Hacca gidiyorlardı. Yolda yük­lerinin bulunduğu deve onlardan ayrılıp kayboldu. Onlar aç susuz gidiyorlarken bir çadıra uğradılar. O çadırda bir yaşlı kadın vardı. Onlar, "Sizin yanınızda içe­ceğimiz herhangi bir şey (su, süt, ayran vs.) var mı?" diye sordular. Kadın, "Evet var" dedi. Onlar develerinden indiler. Yaşlı kadının çok zayıf bir keçisi vardı. Onu işaret ederek, "Onun sütünü sağın ve azar azar için" dedi. Onlar keçinin sütünü sağıp içtiler ve "Yemek için bir şey var mı?" dediler. Yaşlı kadın, "Bu keçi var, siz­den biri onu keserse ben pişiririm" dedi. Onlar onu kestiler, o da pişirdi. Onlar yiyip içtikten sonra akşam üstü gidecekleri sırada o yaşlı kadına, "Biz Hâşimüeriz şu an hac niyetiyle gidiyoruz. Eğer biz sağ salim Medine'ye dönersek yanımıza geliver, senin bu ihsanının karşılığını vereceğiz" dediler. Böyle diyerek yola ko­yuldular. Akşamleyin kadının kocası (araziden) dönünce yaşlı kadın Hâşimilerin olayını anlattı. Kocası, "Sen yabancı insanlar için keçiyi kestin. Kim olup olma­dıkları belli değil. Bir de Hâşimi kabilesinden olduğunu söylüyorsun" dedi. Kısaca kızıp, öfkelenip sustu, Bir zaman sonra bu karıkocayı yokluk ve fakirlik iyice bunaltınca, çalışıp işçilik yapmak niyetiyle Medine-i Münevvere'ye gittiler. Gün boyu hayvan gübresi toplayıp satıyorlar ve geçiniyorlardı. Bir gün yaşlı kadın gübre topluyordu. Hz. Hasan radıyaiiahu anh da kendi kapısının önünde otu­ruyordu. Yaşlı kadın oradan geçerken Hz. Hasan radıyaiiahu anh onu görüp tanıdı. Kölesini gönderip onu yanına çağırttı ve "Allah'ın kulu, beni tanıdın mı?" dedi. Kadın, "Ben seni tanımadım" dedi. O, "Ben senin süt ve keçi ikram ettiğin misafi­rinim" dedi. Yaşlı kadın yine de tanımadı ve "Allah hakkı için siz o misafir misiniz?" dedi. Hz, Hasan radıyaiiahu anh, "Ben işte o'yum" dedi. Sonra kölesine bu kadın için bin tane koyun satın almasını emretti. Nitekim derhal koyunlar satın alındı. O, ko­yunlara ilave olarak bin dinar (altını) nakit olarak verdi ve yaşlı kadını, kölesiyle birlikte kardeşi Hz. Hüseyin radıyaiiahu antf\n yanına gönderdi. Hz. Hüseyin radyai-tahu anh, "Ağabeyim ne kadar mükafat verdi?" dedi. Kadın, "Bin koyun ve bin di­nar" dedi. Hz. Hüseyin radıyaiiahu anh bunu işitince her iki şeyden de aynı miktarda (yani bin koyun ve bin dinar) verdi. Ondan sonra yaşlı kadını Hz. Abdullah bin Cafer radıyaiiahu anh'in yanına gönderdi. O ikisinin ne verdiğini araştırdı ve onların verdiği miktarı öğrenince, iki bin koyun ve iki bin dinar verdi ve "Sen ilk önce benimle görüşseydin bundan daha fazla verirdim" dedi. Yaşlı kadın dört bin ko­yun ile dört bin dinarı alarak kocasının yanına döndü ve "Bunlar o zayıf ve güç­süz keçinin karşılığıdır" dedi.[8]

5)  Abdullah bin Âmir bin Kureyz radıyaiiahu anh, Hz. Osman radıyaiiahu an/Tın amcasının oğludur. Bir defasında (galiba gece vakti) mescidden dışarı çıktı. Yal­nız başına evine gidiyordu ki, yolda genç bir çocuk gördü. Çocuk onunla beraber yürümeye başladı. O, çocuğa, "Bir şey mi diyeceksin?" dedi. Çocuk, "Zâtı âlileri­nin salâh ve felahını temenni ederim, bir şey arz edecek değilim. Ben sizin bu vakit yalnız yürüdüğünüzü görünce yalnızlığınızdan dolayı size bir eziyet ulaş­masından endişe ettim. Bundan dolayı sizi korumak düşüncesiyle sizinle beraber oldum. Allah etmesin yolda hoşa gitmeyen bir durum meydana gelmesin dedi. Hz. Abdullah bin Âmir radtyaliahu anh o gencin elinden tutup beraberce evine kadar gitti. Oraya varınca ona bin dinar verdi ve "Bunu işlerinde kullan. Senin büyükle­rin, seni çok güzel terbiye etmişler" buyurdu.[9]

6)  Hz. Abdullah İbni Abbas radıyaiiahu anhuma buyuruyor ki: Bir adamın evi­nin bahçesinde bir hurma ağacı vardı. Onun dalı komşusunun evinin üzerine de sarkıyordu. Komşusu fakir bir adamdı. Adam hurmalarını toplamak için ağacı sallayınca hareketten dolayı bir parça hurma komşusunun mekanına düşerdi. Onları komşusunun fakir çocukları toplarlardı. Bu adam ağaçtan iner, komşunun evine gider o çocukların ellerinden hurmaları alırdı. Hatta parmağını onların ağızlarına sokarak hurmaları dışarı çıkarırdı. O fakir (bu durumu) Rasûlullah sal-laiiahu aleyhi veseüem'e şikayet etti. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bunu duyunca, "Peki sen git" buyurduktan sonra ağacın sahibine, "Senin falanca şahsın evine sarkmış olan hurma ağacını, karşılığında sana Cennet'te hurma ağacı verilmesi vaadiyle bana verir misin?" buyurdu. Adam, "Ya Rasûlallah! O ağaca başka in­sanlar da alıcı oldular. Bende ondan başka da ağaçlar var. Ancak ben o ağacın hurmasını çok seviyorum. Bundan dolayı ben o ağacı satmadım" diyerek onu vermeyeceğine dair mazeret gösterdi. (Tabii ki o, ağacın sahibiydi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem onun bu sözünü duyunca sükut etti). Üçüncü bir şahıs bu konuşmaları dinliyordu. O mal sahibi gittikten sonra Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi ve-seiiem'e, "Eğer ben o ağacı alıp size takdim etsem, bana da (o kişiye vaad ettiğiniz) Cennet'te hurma ağacı sözü var mı?" dedi. Rasûlullah saiiaiishu aleyhi v^seiiem, "Sana da aynı söz var" buyurdu. O şahıs kalktı ve o ağacın sahibinin yanına giderek, "Benim de hurma bağım var. Sen o ağacı herhangi bir değer karşılığında sata­bilir misin?" dedi. Adam, "Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bana Cennet'te ağaç vaad etmişti. Ben ona rağmen yine de vermedim. Bu ağacı çok seviyorum. Onu satabilirim. Ancak benim istediğim değeri kimse vermez" dedi. O, "Ne istiyorsun?" dedi. Adam, "Kırk ağaç bedelinde satabilirim" dedi. Alıcı şahıs, "Eğri bir ağacın değerinin 40 ağaç olması çok fazla. Peki eğer ben onun karşılığında 40 tane ağaç verirsem satacak mısın?" dedi. Ağaç sahibi, "Eğer sen sözünde doğruysan, <Ben 40 tane ağacı, bir ağacın karşılığında verdim> diye yemin et" dedi. Alıcı şahıs, "Ben 40 tane ağacı, bu eğri ağacın karşılığında verdim" dedi. Ondan sonra ağacın sahibi, "Ben satmıyorum" diye sözünden döndü. Alıcı şahıs, "Artık asla sö­zünden dönemezsin. Senin sözün üzerine ben yemin ettim" dedi. Ağaç sahibi, "Peki öyleyse vereceğin ağaçların hepsi bir yerde olsunlar" dedi. Alıcı biraz düşün­dükten sonra, "Hepsi bir yerden olacak" diye söz verdi. İşi sağlama bağladıktan sonra alıcı adam Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm yanına geldi ve "Ya Rasûlallah! Ben o ağacı satın aldım ve size bağışladım" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesei­iem fakirin evine gitti ve o ağacı ona verdi. Ondan sonra, El-leyl sûresi nazil oldu.[10]

7) Bir şahıs Hz. Abdullah bin Cafer radıyaliahu anh'\n yanına gelip iki şiir oku­du. Onların manası şöyledir: "İyilik ve güzel ahlak, ehil ve layık olan insanlara yapıldığı zaman iyiliktir. Layık olmayanlara iyilikte bulunmak münasib değildir. Öyleyse sen birine iyilik edersen ya yalnız Allah için sadaka ver (çünkü bunda ehil olma şartı yoktur. Kafirlere de sadaka verilir. Hayvanlara da hayır yapılır) ya da yakın ehline ihsan eyle (çünkü onların yakınlık hakkı ehil olmanın üzerine ga­lip gelmektedir). Eğer bu iki şey bir yerde yoksa o takdirde layık olmayana ihsan edilmemelidir". (Bu şiirlerde Hz. Abdullah bin Cafer radıyaliahu anh tarafına şöyle bir işaret vardı; Onun cömertlik ve ikramı öyle genişti ki, büyük ve küçük, herkesin üzerine yağmur gibi yağıyordu). Hz. Abdullah bin Cafer radıyaliahu anh bu şiiri duyunca, "Bu şiir insanı cimri yapar. Ben ise iyiliklerimi yağmurgibi yağdıracağım.Eğer bu iyilik kerim ve layık insanlara kadar ulaşırsa onlar kesinlikle kendilerine iyi­lik edilmeyi hak etmişlerdir. Eğer iyilik ehli olmayanlara ulaşırsa, o taktirde ben ma­lımın ehil olmayanlara gitmesine layıkım demektir" buyurdu.[11] Bu sözü tevazudan dolayı söylemiştir. Yani, "Ben de ehil değilim. Çünkü benim malım da işe yaramaz bir mal. Bu yüzden o işe yaramazların yanına gitmesi gerekir" demek istemiştir.

8)  Muhammed bin Münkedir rahmetuliahi aleyh bir defasında Hz. Aişe radıyaiia-hu anha'nw\ yanına gitti ve şiddetli bir ihtiyacını ona arz etti. O, "Şu an yanımda hiçbir şey yok. Eğer yanımda 10 bin (dirhem veya dinar) olsaydı hepsini sana verirdim. Ancak şu an yanımda hiçbir şey yok" dedi. Muhammed bin Münkedir rahmetuliahi aleyh geri döndükten az bir süre sonra Halid bin Esed tarafından Hz. Aişe radıyaliahu anha''ya 10 bin dirhem ulaştı. Hz. Aİşe radıyaliahu anha, "Benim Sözüm çokçabuk imtihana tâbi tutuldu" buyurdu ve hemen İbnûl Münkedir'e bir adamgön-derdi ve onu çağırarak paranın tamamını ona teslim etti. İbnûl Münkedir onun bin dirhemiyle cariye satın aldı. O cariyeden Muhammed, Ebû Bekr ve Ömer adla­rında üç çocuğu oldu. Üçü de Medine-i Münevvere'nin âbidlerinden sayılırlardı.[12]Acaba o üçünün ibadetlerinde Hz. Aişe radıyaliahu anhanın payı yok mudur? (Elbette vardır). Zira o, onların meydana gelmelerine sebep olmuştur. Hz. Aişe radıyaliahu anhanm Cömertliğinin kıssaları babası (Hz. Ebû Bekr) radıyaliahu anhuma gibi sınırlarından dışarı taşmıştır. Bir kıssasını Hîkayat-üs Sahabe adlı kitabımda yazmıştım. Şöyle ki, o iki heybe dolusu dirhemi taksim etmiş, "Ben oruçluyum, iftar için bir dirhemlik et ısmarlayayım" diye bir şey hatırına bile gelmemiştir. O iki heybede 100 binden fazla dirhem vardı. Bir rivayette buna benzer başka bir kıs­sa geçmektedir. O rivayette 180 bin dirhem olduğu haber verilmektedir. Temîm bin Urve rahmetuliahi aleyh diyor ki: "Ben bir defasında (babamın teyzesi olan) Hz. Aişe radıyaliahu anha'nm 70 bin dirhem dağıttığını gördüm. Kendisi yamalı elbise giyiyordu"[13]

9) İbân bin Osman rahmetuiiahialeyh diyor ki: Bir adam Hz. Abdullah Ibni Abbas radıyailahu anhumay\ zelil ve perişan etmek için şöyle bir hareket yaptı: Kureyşin ileri gelenlerinin yanına giderek, "İbni Abbas yarın sizi yemeğe davet etti" dedi. Her yeri dolaşıp bu haberi ulaştırdı. Sabah yemek vaktinde Hz. İbni Abbas radıyal­iahu anhuma'nm evinde o kadar topluluk bir araya geldi ki, ev dolup taştı. Hz. İbni Abbas radıyaliahu anhuma araştırma sonucu bu durumu öğrendi. Gelenlerin hepsini oturttu. Pazardan bir sepet meyve ısmarladı ve onların önüne koydu. Tâ ki onunla meşgul olup aralarında sohbete koyulsunlar. Pek çok aşçıya yemek hazırlamala­rını söyledi. Misafirlerin meyve yemeleri sona ermeden yemek hazır oldu. Hepsi doyana kadar yediler. Ondan sonra Hz. ibni Abbas radıyaliahu anhuma hazinedarına, "Bu yemek davetini peş peşe her gün gerçekleştirebilecek imkanımız var mı?' diye sordu. Hazinedar, "Evet var" dedi. Hz. İbni Abbas radıyaiiahu anhuma, "Bu topluluk her gün sabah yemeğine bizim buraya davetlidir. Her gün geliniz" buyurdu.[14]O devirler Sahâbe-i Kiram'ın fetihlerinin çok olduğu devirlerdi. Ancak o yü­ce insanların cömertliklerinin gücüyle o mal, kevgirin içine konup bir anda yok olan su gibi hemen tükeniyordu. Çünkü onların malları olunca bol oluyordu. Bitin­ce de yanlarında yemek için bir dirhem kalmazdı. Ne onların biriktirme âdetleri vardı ne de kendileri için ayırıp bir yere koymayı biliyorlardı. O kadar ki, para bi­riktirmenin ne olduğunu dahi bilmezlerdi? Yüz binlerce miktar gelir ve birkaç dakikada taksim edilirdi.

10) Vâkıdî rahmetuiiaht aleyh diyor ki; Benim iki ahbabım vardı. Biri Hâşimî kabilesindendi. Diğeri ise Hâşimî değildi. Biz üçümüz birbirimize o kadar derin­den bağlıydık ki, sanki bir can, bir ten ve bir kalıptık. Ben şiddetli darlık içindey­dim. Bayram günü geldi. Hanım, "Biz ne olursa olsun sabrederiz. Ancak bayram geldi. Çocukların ağlamaları ve ısrarları benim yüreğimi parça parça etti. Onlar mahallenin çocuklarını görüyorlar. O çocuklar güze! elbiseler ve bayramlık eşya­lar satın alıyorlar. Bizimkiler ise yırtık ve eski elbiselerle dolaşıyorlar. Eğer sen bir yerden getirebilirsen bir şeyler getiriver. Çocukların haline çok acıyorum. Ben onlara elbise dikeyim" dedi. Hanımın bu sözünü dinledikten sonra Hâşimî olan dostuma bir mektup yazdım. Durumu ona açıkladım. Cevap olarak o bana ağzı mühürlenmiş bir kese gönderdi ve "Bunda bin dirhem var. Sen onları harca" dedi. Benim gönlüm o kese ile henüz rahatlamamıştı ki, o esnada diğer dostumdan bana bir mektup geldi. O, mektupta, benim Hâşimî dostuma yazdığım konuya benzer bir hacetini yazmıştı. Ben o keseyi ağzı mühürlü olarak ona gönderdim. Hanımdan utandığımdan dolayı eve gitmeye cesaret edemedim. Mescide gittim. İki gün iki gece mescidde kaldım. Utancımdan eve gidemiyordum. Üçüncü gün eve gittim. Hanıma olan bitenleri anlattım. O hiç gücenmedi ve bana hiçbir şika­yet sözü etmedi. Aksine benim bu davranışımı beğendi ve "Sen çok iyi etmişsin" dedi. Ben hanımla konuşurken Hâşimî dostum o ağzı mühürlü kese elinde oldu­ğu halde geldi ve "Doğru söyle. O kesenin başına ne geldi?" dedi. Ben ona hadiseyi anlattım. Ondan sonra Hâşimî dostum şöyle dedi: "Senin mektubun bana ulaştığında benim yanımda bu keseden başka hiçbir şey yoktu. Ben bu ke­seyi sana gönderdim. Ondan sonra ben üçüncü dosta mektup yazdım. O da ba­na cevap olarak bu keseyi gönderdi. Bunun üzerine ben hayret ettim. Çünkü bu keseyi ben sana göndermiştim. <Bu kese o üçüncü dosta nasıl ulaştı?> diye araştırmak için gelmiştim" dedi.Vâkıdî rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Biz o keseden 100 dirhemi hanımıma ver­dik. Geriye kalan 900 dirhemi de üçümüz aramızda bölüştük. Bu olayın haberi bir şekilde (Padişah) Me'mûn er-Reşîd'e ulaştı. Beni çağırdı ve benden bütün hadiseyi dinledi. Sonra Me'mûn er-Reşîd, ikişer bin dirhem üçümüze, bin dirhem de hanımıma olmak üzere 7 bin dirhem verdi.[15]

11) Hz. Abdullah bin Cafer radıyaiiahu anh bir defasında Medine-i Münevve-re'de bulunan bir bağa uğradı. Bağda bekçi olarak Habeşli bir köle vardı. O ek­mek yiyordu. Bir köpek de onun karşısına oturmuştu. O bir lokma ağzına ko­yuyor aynı şekilde bir lokma da köpeğin önüne atıyordu. Hz. Abdullah bin Cafer radıyaiiahu anh bu manzarayı ayakta seyrediyordu. Köle yemeği bitirince onun ya­nına gitti ve "Sen kimin kölesisin?" dedi. Köle, "Hz. Osman'ın varislerinin köle-siyim" dedi. Hz. Abdullah bin Cafer radıyaiiahu anh, "Ben senin acayib bir hareketini gördüm" dedi. Köle, "Efendim siz ne gördünüz?" dedi. Buyurdu ki: "Sen bir lokma yiyordun. Bir lokma da bu köpeğe veriyordun". Köle, "Bu köpek yıllardır benim arkadaşımdır. O halde onu yemekte de kendime arkadaş edinmem gerekir" dedi. Hz. Abdullah bin Cafer radıyaiiahu anh, "Bu köpek için bundan daha az bir bir şey de yeterliydi" buyurdu. Köle, "Ben yerken bir canlının gözünün bana bakmasın­dan dolayı Allah'tan utanırım" dedi. Hz. ibni Cafer radıyaiiahu anh onunla konuştuk­tan sonra geri döndü. Hz. Osman radıyasiahuanft'ın varislerinin yanına gitti ve "Size bir taleple geldim" dedi. Onlar, "Elbette ne irşadınız varsa buyurunuz" dediler. O, "Falan bağı bana satınız" dedi. Onlar, "O bağ zâtıâlilerine hediyedir. Onu ücretsiz olarak kabul buyurunuz" dediler. O, "Ben değerini vermeden almak istemiyorum" buyurdu. Kısaca fiyat kararlaştırıldı ve muamele bitti. Sonra Hz. İbni Cafer radı­yaiiahu anh, "O bağda çalışan köleyi de almak istiyorum" buyurdu. Onlar, "O çocuk­luğundan beri bizim yanımızda büyüdü. Ondan ayrılmamız zordur" dediler. Ancak Abdullah bin Cafer radıyaiiahu anh'ın ısrarı üzerine onlar köleyi de sattılar. O her ikisini de satın almış olarak bağa gitti ve köleye şöyle dedi: "Ben bu bağı ve seni satın aldım". Köle, "Allahu Teâlâ senin bu alış verişini mübarek etsin ve bereketli kılsın. Şüphesiz ben efendilerimden ayrıldığıma üzüldüm. Onlar beni çocukluğum­dan beri besleyip büyüttüler" dedi. Hz. Abdullah bin Cafer radıyatianu anh, "Ben seni âzâd ediyorum ve o bağı sana hediye ediyorum" deyince köle, "Öyleyse siz şahid olun ki, bu bağı ben Hz. Osman radıyaiiahu an/?'in varislerine vakf ettim" dedi. Hz. Abdullah bin Cafer radıyaiiahu anh diyor ki: "Ben onun bu davranışına daha çok hayret ettim ve ona bereket duası edip geri döndüm".[16]İşte bu olaylar, müslümanların geçmişlerinin kölelerinin örnek ve hayret verici davranışlarıdır.

12) Nâfî radıyaiiahu anh diyor ki: Hz. Abdullah bin Ömer radıyaiiahu anhuma bir defasında Medine-i Münevvere'den dışarı gidiyordu. Yanında hizmetçileri de vardı. Yemek vakti geldi. Hizmetçiler sofrayı kurdular. Hepsi yemek için oturdular. Bir ço­ban koyunları güderek oradan geçti. Onlara selam verdi. Hz. İbni Ömer radıyaiiahu anhuma onu yemeğe buyur etti. O, "Ben oruçluyum" dedi. Hz. İbni Ömer radıyaiiahuanhuma, "Bu kadar şiddetli sıcakta nasılda kavurucu rüzgarlar esmektedir. Buna rağmen sen sahrada oruç tutuyorsun" dedi. Çoban, "Ben Eyyamı Hâliye'y] kazanı­yorum" dedi. (Bu ifade Kur'an-ı Kerim'de el-Hâkka süresindeki bir ayete işaret et­mektedir. Orada Allahu Teâlâ'nın Cennetliklere şöyle buyuracağı geçmektedir:)"(O gün Cennet'tekilere şöyle denilir:) Geçmişteki günlerde işlediğiniz iyi amellerin mükafatı olarak afiyetle yiyin, için!" (Hâkka-24). Ondan sonra Hz. \bri\ Ömer radıyaiiahu anhuma onu denemek için, "Biz bir koyun satın almak istiyoruz. Fiyatını söyle ve al. Biz onu keseceğiz, sana da ondan et vereceğiz. İftarda yer­sin" dedi. Çoban, "Bu koyunlar benim değil, ben köleyim. Bunlar benim efendimin koyunlarıdır"dedi. Hz. Ibni Ömer radıyaiiahuanhuma, "Efendin nereden bilecek? Ona <Kurt yedi> dersin" buyurdu. Çoban gökyüzüne doğru işaret ederek,  Öyley­se Allah nerede? (yani O yüce Rab görmektedir. Mülkün sahibi olan Allah gördü­ğüne göre ben nasıl <Kurt yedi> derim)" dedi. Hz. İbni Ömer radıyaiiahu anhuma hay­ret ve zevkle sık sık şöyle diyordu: "Bir çoban diyor ki; <Allah nerede? Allah ne-rede?>". Ondan sonra Hz. Ibni Ömer radıyaiiahu anh şehre geri dönünce o köleyi ve koyunları efendisinden satın alıp köleyi âzâd etti. Koyunları da kendisine hibe etti.[17]

İşte bu, o devrin çobanlarının haliydi. Onlar sahra ve vadilerde bile "Allah ceiie ceiaiuhu görüyor" diye düşünüyorlardı.

13) Hz. Saîd bin Âmir rahmetutlahi aleyh, Hz. Ömer radıyatlahu anh tarafından Hıms valisi olarak tayın edilmişti. Hıms halkı onu Hz. Ömer radıyaiiahu anh'a birkaç yönden şikayet ettiler ve onun görevden alınmasını talep etmişlerdi. Hz. Ömer ra-dıyaiiahu anh'a Allahu Teâlâ ferasetten özel bir pay vermişti. Onun da insanları ta­nımakta özel bir etkisi vardı. Onu binlerce defa tecrübe etmişti. Buna hayret ede­rek, "Ben onu çok iyi zannederek tayin etmiştim" dedi ve şöyle dua etti: "Allah'ım insanlar hakkında benim ferasetimi yok etme. Zîrâ ferasetin yokluğundan dolayı bütün devlet idarelerine ehil olmayanların sızma endişesi vardır" diye dua etti. Ondan sonra Hz. Ömer radıyaüahu anh Hz. Saîd'i talep etti. Onu şikayet edenleri de çağırdı. Onlara, "Sizin ondan ne gibi şikayetiniz var?" dedi. Onlar üç şeyi şika­yet ettiler; "1-Gündüz evinden çok geç çıkıyor (mahkemeye geç ulaşıyor), 2-Gece yanına biri giderse, o vakit onun şikayetlerini dinlemiyor, 3-Her ay bir gün tatil ya­pıyor". Hz. Ömer radıyaiiahu anh her iki tarafı karşı karşıya getirdi ve "Sırayla şikayet­lerinizi söyleyin. Tâ ki her şikayet ayrı ayrı cevaplandırılsın" dedi. Onlar, "Sabah evinden geç çıkıyor" dediler, Hz. Ömer radıyaiiahu anh, Hz. Saîd rahmetuiiahî aieytiöen cevap talep etti. O, "Benim hanımım evin işlerini yalnız başına görüyor. Ben ha­mur yoğuruyorum, ekmek pişiriyorum. Ekmek hazır olunca yemek yiyip abdest alıyor ve dışarı çıkıyorum" dedi. Hz. Ömer radıyaiiahu anh, "İkinci şikayetiniz nedir?" dedi. Onlar, "Gece çalışmıyor" dediler. Hz. Ömer radıyaiiahu anh, "Senin buna cevabın nedir?" dedi. Hz. Saîd, "Benim gönlüm bunu açıklamayı istemiyordu. Ben, gece ve gündüzü ikiye taksim ettim. Gündüz yaratıkların, gece ise Yaratanın. Ben gece­min tamamını kendi Mevlâma verdim" dedi. Hz. Ömer radıyaiiahu anh, "Üçüncü şi­kayetiniz nedir?" dedi. Onlar. "Ayda bir gün tatil yapıyor" dediler. Hz. Ömer radı­yaiiahu anh, "Bunun cevabı nedir?" dedi. Hz. Saîd, "Benim yanımda hiçbir hizmetçi yoktur. Ben ayda bir gün elbisemi kendim yıkarım. Onları kurutup giyininceye ka­dar akşam oluyor" dedi. Hz. Ömer radıyaiiahu anh, "Benim ferasetim yanlış çıkma­dı" diye Allah'a şükrettikten sonra onlara, "Siz emîrinizin kadrini bilin" buyurdu. Onların hepsi gittikten sonra Hz. Ömer radıyaiiahu anh, Hz. Saîd'e kendi ihtiyaçları­na harcasın diye bin dinar gönderdi. Hz. Saîd'in hanımı, "Allah'a şükür! Bu para pek çok ihtiyaçlarımızı halletti. Artık senin bizzat ev işlerini görmeye hacet kal­mayacak. Bununla bir hizmetçi de satın alınabilir. Başka İhtiyaçlar da görülebilir" dedi. Hz. Saîd, "Burada bizden daha muhtaç ve ihtiyaç sahibi insanlar var. Bu al­tınları onlara harcamayalım mı?" diye sordu. Hanımı memnuniyetle kabu! etti. O dinarları ufak ufak keselere koyarak bir kese falan yoksula, bir kese filan yetime, bir kese falancaya diyerek büyük bir bölümünü o vakit dağıttı. Ondan biraz art­mıştı ki, onu da azar azar harcaması için hanımına teslim etti. Hanımı, "Bu artan parayla bir köle satın alalım. Ev işlerinde sana kolaylık olur" deyince, "Hayır çok yakında senden daha muhtaç olan, senin yanına gelecektir" buyurdu.[18]

14) Bir defasında Mısır'da kıtlık oldu. O sırada Abdulhamid bin Sa'd rahme-tullahi aleyh Mısır valisiydi: "Ben kendisine düşman olduğumu şeytana gösterece­ğim. (Çünkü şeytan böyle zamanlarda çok dikkatli harcamaya teşvik eder)" dedi ve Mısır'da ne kadar fakir ve yoksul varsa hepsinin yemeğini bolluk olana kadar kendi üzerine aldı. "Onların yemeğinden ben mesulüm" dedi ve nitekim öyle ol­du. Nihayet kıtlık uzaklaştı. Pazardaki fiyatlar ucuzladı. Ondan sonra o görevden azledildi. Mısır'dan ayrılacağı zaman, kıtlık zamanında İnsanlara yedirmek için kendilerinden borç aldığı tüccarlara bir milyon dirhem borcu vardı. Oradan ayrılıp gittiği için kendi çoluk çocuğunun ziynet vs.'sini isteyip o tacirlerin yanına rehin olarak koydu. Rehin olarak koyduğu şeylerin değeri 500 milyon dirhemdi. Birkaç gün, "Onların borçlarını ödeyip rehin olan ziynet eşyalarını kurtarayım" diye niyet ettiyse de o kadar para hazırlayamadı. Tacirlere şöyle yazdı: "O ziynetleri satıp kendi borçlarınızı alın! Ne kadar artarsa, onları da kendilerine o vakit yardım et­mediğim Mısır'ın ihtiyaç sahiplerine dağıtın" dedi.[19]Ziynetlerin sahibi olan hanımlarda nitekim devrin yetiştirdikleriydi. O halde ziy­net eşyalarının satılıp fakirlere taksim edilmesinde onların ne tereddütleri olabilirdi?

15) Ebû Mersed meşhur cömertlerdendir. Onun yanına bir adam geldi ve onu metheden birkaç şiir okudu. (Cömert olan kimseyi övmek ondan bir şey isteme şeklidir). O buyurdu ki: "Benim yanımda sana verecek hiçbir şeyim yoktur. Şöyle bir yol bulunabilir. Sen hâkimin yanına gidip benim hakkımda 10 bin dirhemlik dava aç. Ben hâkimin huzurunda onu ikrar ederim. (İnsanın birine vaadde bulunması da borçtur. Buna misal olarak Rasûlullah satiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur:)"Söz vermek borçtur"Kadı sana olan borcumdan dolayı beni hapsedecektir. O zaman benim ev halkım, beni hapiste durdurmayacaklar ve o kadar parayı toplayacaklardır". Adam aynen öyle yaptı. Bu zat hapse atıldı. Akşama kadar 10 bin dirhem kadı efendiye teslim edilince Ebû Mersed hapisten kurtuldu. O parada o adama verildi.[20]

16) Araplardan birtopluluk meşhur bir cömert adamın kabrini ziyarete gitti­ler. Uzun bir yolculuktu. Gece orada kaldılar. Onlardan biri, o kabrin sahibini rüya­sında gördü. O kendisine şöyle diyordu: "Sen deveni benim Buhtî deveme karşılık satıyor musun?" dedi. Buhti deve, en iyi develerden sayılıyordu. Ölen adam onu miras olarak bırakmıştı. Rüyayı gören kişi rüyasında alış veriş muamelesini bitir­di. Kabirdeki zat kalkıp onun devesini kesti. Deve sahibi uykudan uyanınca deve­den kanlar aktığını gördü. O kalktığı gibi deveyi boğazladı (çünkü artık devenin ya­şamasından ümid kesilmişti). Etini dağıttı, herkes etleri pişirip, yedi. Bu insanlar ora­dan döndüler. İlerideki bir menzile ulaşınca Buhtî deveye binmiş bir adamla karşı­laştılar. O, "Sizin aranızda falan isimli şahıs var mı?" diye araştırıyordu. Rüyayı gö­ren kişi, "O benim ismimdir" dedi. Adam, "Sen falanca kabirdeki kişiye bir şey sattın mı?" dedi. Rüyayı gören kişi ona kendi rüyasını anlattı. Buhtî deveye binen kişi, "O benim babamın kabriydi. Buda onun Buhtî devesidir. O bana rüyamda, <Eğersen benim evladımsan, benim falan Buhtî devemi falan kişiye ver> diyerek senin adını söyledi. Bu Buhtî deveyi sana teslim ediyorum" dedikten sonra o deveyi verip gitti.[21]İşte bu cömertliğin son sınırıdır Öldükten sonra bile kendi kabrine gelenlere ziyafet vermek için kendi asil devesini satıp gelenlere ikram etmiştir. Geriye şöyle bir mesele kalır ki, öldükten sonra bu gibi olaylar nasıl olmuştur? Bunda hiçbir muhal (imkansız) bir şey yoktur. Alem-i Ervahta buna benzer olaylar mümkündür.

17)  Bir Kureyşli yolculuk yapıyordu. Yolda bir hasta fakire rastladı. Onu musibetler tamamen aciz bırakmıştı. O, "Bana biraz yardım edin de gidin" dedi. O Kureyşli adam kölesine, "Harcamak için yanında ne varsa hepsini getir" dedi. Köle 4 bin dirhem miktarın hepsini o fakirin kucağına koydu. O fakir zayıflığından dolayı onları alıp yerinden kalkamadı. Bu kadar büyük bir miktar elde etmenin sevincinden dolayı gözünden yaş aktı, Kureyşli, "Belki de bu miktarı az buldu da ondan ağlıyor diye düşündü ve "Bu miktar az olduğundan mı ağlıyorsun (fakat benim yanımda şu an bundan başka bir şey yok)" dedi. Fakir, "Hayır ona ağla­mıyorum. Ben şuna ağlıyorum ki, senin kereminle kim bilir yeryüzünde ne kadar mahlukât karnını doyurmaktadır" dedi.[22]Tanımadığın bir dilencinin isteği üzerine senin kerem ve cömertliğinin hali böyle olursa, ki yolcu olduğun halde bile ne varsa hepsini verdin. O halde efendihazretlerinin kerem ve cömertliği bununla ölçülmüş oldu.

18) Abdullah bin Âmir bin Kûreyz rahmetuiiahi aleyh kendi ihtiyacından dolayı Hz. Hâlid bin Ukbe Emevî radıyaiiahu anh'm evini 90 bin dirheme satın aldı. Ev satılınca Hâlid'in ev halkının bundan haberi oldu. Onlar buna çok üzülüp acı duydular. Gece vakti İbni Âmirin kulağına bazı ağlama sesleri geldi. Ailesine, "Bu ağlama sesi nere­den geliyor" dedi. Ailesi, "Hâlid'in ev halkı, evlerinin satılmasına üzülüyorlar" dedi. O vakit İbni Âmir kölesini onlara gönderip şöyle söyletti: "Bu ev size hediyedir. Benim verdiğim parayı da geri vermeyeceksiniz. Bu ev benim tarafımdan size hediyedir.[23]

19)  Harun Reşid rahmetuiiahi aleyh bir defasında Hz. İmam Mâlik rahmetuiiahi aleyh'e 500 dinar hediye etmişti. Hz. Leys bin Sa'd rahmetuiiahi aleyh bunu öğrenin­ce Hz. İmam Mâlik rahmetuiiahi aleyh''e bin dinar hediye gönderdi. Padişah bunu du­yunca öfkelendi ve "Sen halktan biri olarak padişahı geçmeye mi çalışıyorsun (bir bakıma beni küçük düşürmek istiyorsun?)" dedi. Leys rahmetuiiahi aleyh, "Emir-ül Mü'minin durum böyle değil. Bugünlerde benim günlük gelirim 1000 di-nardır. Ben bu kadar büyük Celîl-ül Kadr bir imama bir günlük gelirimden daha az bir hediye takdim etmekten utandım" dedi. Hz. Leys rahmetuiiahi aieyh'm kendisine has âdeti şöyleydi: O Hz. İmam Mâlik rahmetuiiahi aleyh'e senelik 100 dinar hediye ederdik İmam Mâlik rahmetuiiahi aleyh'e bundan başka da hediyeler gelirdi. Ancak buna rağmen o Allah'ın fazlı ile bazen borçlu duruma düşerdi.Hz. Leys bin Sa'd rahmetuiiahi aleyh meşhur muhaddislerden ve alimlerden­dir. O vakit onun günlük geliri 1000 dinar idi. Ancak ömür boyu ona zekat farz ol­mamıştı. Çeşitli zamanlarda kazancı değişik olmuştu. Zaten genellikle öyle olur. Kazanç bazen azalır bazen de çoğalır. Ancak hiçbir zaman kendisine zekat farz olmamıştır. Çünkü zekat, malı biriktirip elinde tutana farz olur. Muhammed bin Rumh rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Hz. Leys rahmetuiiahi aieyti\w yıllık geliri 80 bin di­nardı. Ancak Allahu Teâlâ ona hiçbir zaman bir dirhem zekatı farz kılmadı". Biz­zat oğlu Şuayb diyor ki: "Babamın yıllık geliri 20-25 bin altındı. Ancak devamlı borçlu kalırdı".2 Başlangıçta geliri 20-25 bin dinar olabilir ama bazen borçlu da oluyordu. Buna rağmen herşeyi Allah yolunda harcıyordu. Bundan dolayı o malın artması kesindi. Bu sebepten bazı zamanlarda günlük geliri bin dinar olurdu. Bir kadın küçük bir kapla Hz. Leys rahmetuiiahi ahyh'\n yanına gelerek, "Benim birazcık bala ihtiyacım var. Sizde varsa veriniz" dedi. O bir kırba dolusu balı ona teslim etti. Biri, "O azıcık istemişti" dedi. Hz. Leys rahmetuiiahi aleyh, "Bu onun işiydi. O kendi hacetine göre istedi. Benim ise Allah'ın bana ihsan ettiği miktara göre vermem gerekiyordu" dedi. Bir defasında bazı insanlar onun bir bağının meyvelerini satın aldılar. Satın alanlar zarar ettiler. Bunu haber alınca bağın satış muamelesini   feshetti. Ücretini de geri iade etti. Ayrıca onlara 50 bin dinar hediye etti. Biri, "Bu para neyin karşılığı?" diye sordu. Buyurdu ki: "O insanlar benim bağımdan kâr ede­ceklerini ümid ediyorlardı. Benim gönlüm onların ümidlerini yerine getirmek istedi"

20)  Hz. A'meş Süleyman bin Mehrân rahmetullahi aleyh meşhur bir muhad-distir. Buyuruyor ki: Benim bir koyunum vardı. O hastalandı. Hz. Hayseme bin Abdurrahman rahmetuiiahi aleyh her gün sabah ve akşam iki vakit o koyunu ziyaret için yanıma gelir, koyunun halini sorar ve "Çocuklar süt alamıyorlardır. Onlar yaramazlık yapmıyorlar mı?", "Koyun bir şeyler yiyip içti mi?" gibi sorular sorardı. Giderken de benim oturduğum kilimin altına bir şeyler koyar ve "Bunu çocuklara harcarsın" derdi. Koyunun hastalığı zamanında onun ihsanından dolayı elime 300 dinardan fazla geçti. Hatta, "Şu koyun hasta kalsa daha iyi olur" diye gön­lümden geçmeye başladı.[24]

21) Abdullah Melik bin Mervan rahmetuiiahi aleyh Hz. Esma bin Harice rahme­tuiiahi aleyh'e, "Senin bazı güzel âdetlerin bana ulaştı. Sen günlük yaptığın işleri bana söyle" dedi. O, "Benim hangi âdetim güzel olabilir ki, başkalarının âdetleri çok daha güzel, onlara sorunuz" diye mazeret beyan etti. Ancak o ısrar edip Al­lah hakkı için sorunca Hz. Esma bin Hârice rahmetuiiahi aleyh şöyle dedi: "Ben de­vamlı üç şeye ihtimam gösterdim; 1-Ben (karşımda) oturan birine doğru hiç aya­ğımı uzatmadım, 2-Ben yemek pişirip, insanları çağırdığım zaman, o yemeği yiyenlerin benim üzerime ihsanlarını, benim onlara olan ihsanımdan üstün gör­düm, 3-Bir ihtiyaç sahibi benden herhangi bir şey istediği zaman ben ona verir­ken hiçbir miktarı çok görmedim (ne verdiysem onu daima az gördüm)".[25]

22)  Hz. Saîd bin Hâlid Emevi rahmetuiiahi aleyh çok zengin biriydi. Araplar arasında onun servisti dillere destandı. Onun âdeti şöyleydi: Bir ihtiyaç sahibi yanına gelince yanında ne varsa onda cimrilik etmezdi. Ancak herhangi bir zaman yanında hiç/bir şey bulunmazsa ona, "Bir yerden bir şeyler gelince (veya ben ölünce) bu belge ile tahsil edebilirsin" diye bir ikrar name yazıp verirdi.[26]

23)  Hz. Kays bin Sa'd Hazreci bir defasında hasta olmuştu. Ahbabların-dan kimse ziyaret için gelmedi. O buna çok şaşırdı. Özellikle sıhhatli zamanların­da sık sık gelip gidenlere hayret etmişti. Ev halkına, "Bu ne iştir?" diye sordu. Onlar, "Hepsi sana borçlu, böyle bir durumda insanlar borçlarını getirmeden sa­na gelmekten utanıyorlar" dedi. O, "Bu bedbaht mala yazıklar olsun! Dostların görüşmelerini bile terk ettiriyor" diyerek bir adam çağırdı ve onun vasıtasıyla şe­hirde şöyle ilan ettirdi: "Kimin Kays'a borcu varsa, Kays hepsinin borcunu atfet­miştir". Ondan sonra ziyaretçi akını o kadar çoğaldı ki, kapının eşiği bile kırıldı.

24)  Mısır'da hayır ehlinden bir adam vardı. Muhtaçlara ve fakirlere yardım ederdi. Kimin bir haceti olursa ona söyler, o da servet sahibi insanlardan isteyip ona verirdi. Bir fakir onun yanına gitti, "Benim bir oğlum dünyaya geldi. Onun ıslah ve gelişmesini düzenlemek için hiç bir şeyim yoktur" dedi. Bu zat kalktı ve insanlardan onun için bir şeyler istedi. Ancak kimseden bir şey bulamadı (çünkü bir adam sık sık isteyip durursa bulması da zor olur). Bu zat herkesten ümidini kesip, cömert bir adamın kabrine gitti. Onun kabrinin yanına oturarak bütün olan bitenleri anlattıktan sonra oradan kalkıp geldi. Dönünce kendi yanında bulunan bir dinarı çıkardı. Onu kırıp ikiye ayırdı. Bir parçasını kendi yanında bıraktı diğer parçayı da o fakire verdi. Sonra, "Ben bunu sana borç olarak veriyorum. Şimdi sen bununla işini gör. Sana bir yerden bir şeyler gelirse, bana olan borcunu ödersin" dedi. Adam onu alarak gitti ve ihtiyacını gördü. Geceleyin dinarı veren zât rüyasında o kabirdeki şahsı gördü. O şöyle diyordu: "Ben senin bütün söyle­diklerini duydum. Ancak bana cevap vermek için izin verilmedi. Sen benim ev halkımın yanına git ve onlara, <Evin falan bölümünde, ocak yapılan yerin al­tında çiniden bir küp gömülüdür. Onda 500 altın var. Onları bu fakire verin> de". Adam sabah kalkınca o eve gitti ve ev halkına bütün hadiseyi anlattı. Kendi rüya­sını da açıkladı. Onlar, o yeri eştiler ve içinde 500 altın bulunan çini küpü çıkara­rak ona teslim ettiler. O şahıs, "Rüya herhangi bir şer'i delil değildir. Sizler bu malın varisleri ve sahiplerisiniz. Ben sadece kendi rüyamdan esinlenerek bunu alamam" dedi. Ancak varisler, "O ölü iken cömertlik ettiği halde, bizim yaşayan­lar olarak cömertlik yapmamamız çok utanılacak bir şeydir" diye ısrar ettiler. Onların ısrarı üzerine altınları alıp o fakire verdi ve bütün olup bitenleri anlattı. O fakir, ondan bir dinar alarak iki parçaya ayırdı. Yarısını borcunu ödemek için o şahsa verdi. Diğer yarısını kendine alarak, "Benim ihtiyacım için bu yeterlidir. Geri kalan bütün para benim ihtiyacımdan fazladır. Ben onları alıp da ne yapa­yım. Onların hepsini fakirlere taksim ediniz" dedi.İthaf kitabının yazarı diyor ki: Bu olay dikkatlice bakılması gereken bir olaydır. Yani onlardan en cömert hangisidir? Ölü.mü, onun ev halkı mı veya o fakir mi? Bize göre bu fakir en cömert olan kişidir. Kendi şiddetli ihtiyacına rağ­men yarım dinardan fazlasını almayı uygun görmemiştir.[27]

25) Ebû İshâk İbrahim bin Hilal Mîrmünşî diyor ki: Ben bir defasında vezir Ebû Muhammed Mûhallebi'nin yanında oturuyordum. Kapıcı gelip Seyyid Şerif Murtezâ rahmetuiiahi  huzura gelmek için izin istediğini haber verdi. Vezir efendi ayağa kalktı ve izzet ve ikramla onu kendi minderine oturttu. Onunla konuştu ve o gideceği zaman ayağa kalkarak onu yolcu etti. O gittikten az bir müddet sonra kapıcı gelip onun küçük kardeşi Seyyid Şerif Razî rahmetuiiahi a/eyft'in gelmek için izin istediğini bildirdi. Vezir o esnada bir şeyler yazmakla meşguldü. O kağıdı süratle bırakarak kalktı ve kapıya kadar hayranlık içinde gitti.Onun eüni çok büyük bir saygı ve hürmetle tuttu. Onu yanında getirerek kendi minderine oturttu ve kendisi de tevazu ile onun karşısına oturdu. Büyük bir teveccühle sohbet etti. O kalkıp gideceği sırada kapıya kadar onu ulaştırmak için gitti. Sonra geri gelip yerine oturdu. O vakit vezir efendinin yanında kalabalık var­dı. Ben bir şey sormaya cesaret edemedim. Topluluk azalınca ben vezir efendi­ye, "Ben bir şey öğrenmek istiyorum. Eğer izin verirseniz arz edeyim" dedi. Vezir, "Elbette. Müsaade sizin. Galiba siz şunu soracaksınız; ben küçük kardeşe ikram ettiğim kadar büyüğüne ikram etmedim, halbuki ilim ve yaş bakımından o bun­dan ileriydi?" dedi. Ben, "Sorum buydu" dedim. Bunun üzerine vezir dedi ki: "Din­le! Biz bir nehir açmak için emir verdik. Seyyid Şerif Murtezâ'nın arazisi oraya yakındı. Bundan dolayı o nehrin masraflarından yaklaşık 16 dirhem hissesi onun üzerine düştü. O bana bunu biraz azaltmam için bir kaç defa mektup yazdı. Bu kadar küçük bir rakam için tekrar tekrar istekte bulundu. Seyyid Razî hakkında ise (şu durum oldu;) Bir defasında onun evinde bir erkek çocuk dünyaya geldiği hakkında bilgim oldu. Ben onun sevincinden dolayı ve onun ihtiyacını düşünerek bir tepsinin içinde ona altın gönderdim. O geri gönderdi. Gönderirken şöyle dedi; <Vezir efendiye (teşekkürden sonra) söyleyiniz ki, ben insanların bağışlarını kabul etmiyorum (Allah'a şükürler olsun ki, yanımda ihtiyacım kadarı var)>. Ben ikinci defa, <Bunu ebelik ve diğer hizmetleri gören kadınlar için gönderiyorum> diyerek tepsiyi tekrar gönderdim. O tekrar geri gönderdi ve <Benim evimdeki ka­dınların kimseden bir şey almaları âdetleri değildir> dedi. Ben üçüncü defa tepsi­yi gönderdim ve <Zâtıâlilerinin yanında kalan talebeler içindir> diye arz ettim. O, <Memnuniyetle> dedi ve o tepsiyi talebelerin ortasına koydu. Sonra, <Kimin ne kadar ihtiyacı varsa alsın> buyurdu. Şerif Razl'nin yanında çok talebe kalıyordu. O talebelerin kalması için bir mekan yapmıştı. Adını Darul Ulûm koymuştu. Orada talebeler kalıyorlardı. Şerif Razî onların ihtiyaçlarını görürdü. Bu tepsi konduktan sonra taleblerden hiç biri yerinden dahi kalkmadı. Yalnız bir talebe kalkıp tepsi­den bir dinar çıkardı ve onu orada kırıp, kıyısından küçük bir parça aldı. Geri ka­lan parçayı otepsininiçine attı. Şerif Razî o taiebeye, <Bu küçük parça senin han­gi işin için gerekliydi?> dedi. Talebe, <Bir gece kandilde yakmam için yanımda yağ yoktu. Hazinedar efendiyi bulamadım. Falan dükkancıdan borç olarak yağ aldım. Onun borcunu ödemem gerekiyordu> dedi. Şerif Razî bu haberi dinledikten son­ra talebe sayısına göre kendi erzak deposuna anahtar yaptırdı. Her talebeye birer anahtar verdi ve <Kimin ne zaman, ne kadar ihtiyacı olursa, alsın. Hazinedar efendiye sormaya gerek yoktur> dedi. O tepsiyi (olduğu gibi) içinde bir dinar biraz kırılmış olduğu halete geri gönderdi". Vezir efendi bu olayı anlattıktan sonra, "Söyle bakayım! Ben böyle bir şahsa neden ikram etmeyeyim" dedi.

26) Hz. İmam Şafii rahmetuiiahi aleyh ahirete intikal edeceği sırada, "Beni Muhammed bin Abdullah bin Abdulhakem yıkasın" diye vasiyet etti. O vefat edin­ce Muhammed'e haber verildi. O geldi ve "Önce onun hesap defterini bana gös­terin" buyurdu. Defter getirildi. O defterde İmam Safi rahmetuiiahi aieyh'm insanlara olan borçlan yazılıydı. Onları hesab edip topladı. Miktarın 70 bin dirhem olduğu ortaya çıktı. Muhammed, "Bu borçların hepsi benim üzerimedir" dedi ve kendi üzerine aldığına dair bir kağıt yazdı. Sonra, "Benim onu yıkamamdan maksat işte buydu" dedi ve sonra bütün borçları ödedi.

27)  Hz. imam Şafii rahmetuiiahi aleyh buyurdu ki: "Ben Hammâd bin Ebî Sü­leyman rahmetuiiahi aieyh'\ her zaman çok sevdim (o Hz. İmam Ebû Hanife rahmetuiiahi aleyhin meşhur hocasıdır). Çünkü ben onun başından geçen bir olayı öğrenmiştim. O bir gün merkebe binmiş gidiyordu. Merkebe topuk vurunca hızlı koşmaya baş­ladı. Onun ani hareketinden dolayı Hammâd'ın gömleğinin düğmesi koptu. Yolda bir terzi dükkanına gözü ilişti. Onu diktirmek için bineğinden inmek üzereydi ki, Terzi, "İnmenize gerek yok, basit bir iş, ben şimdi düğmeyi takarım" dedi. Terzi ayaküstü o düğmeyi gömleğe dikiverdi. Hammâd rahmetuiiahi aleyh ücret olarak ona bir kese verdi. O kesede 10 altın vardı. Bedelinin az olduğundan dolayı da özür diledi.

28)  Rebî bin Süleyman rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Hz. İmam Şafii rahmetuiiahi aleyh bir bineğe biniyordu. Bir adam çabucak üzengiyi tuttu (tâ ki bineğe tırman­mak kolay olsun). Hz. İmam bana, "Benim tarafımdan bu adama 4 altın ver ve az olduğundan dolayı da özür dile" buyurdu. Abdullah bin Zübeyr Hümeydi rahmatui-lahi aleyh diyor ki: "Bir defasında Hz. İmam Şafii rahmetuiiahi aleyh hacca gidiyordu, yanında 10 bin altını vardı. Mekke-i Mükerreme'nin dışına çadır kurmuştu. Sa­bah namazından sonra çadırının içine bir bez sererek altınları onun üzerine koy­du. (Mekke halkından) kendisiyle kim görüşmek için gelirse ona bir avuç altın ve­riyordu. Öğlen vaktine kadar hepsi tükendi"[28]

29)  Muhammed bin Abbâd Mühellebî diyor ki: Babam bir defasında Me-mûn er Reşid'in yanına gitti. O, kendisine hediye olarak 100 bin dirhem verdi. Oradan kalkıp gelince onların hepsini o vakit fakirlere taksim etti. Ondan sonra tekrar Memûn'un yanına gitme vakti gelince Memûn hepsini taksim ettiğinden dolayı ona hoşnutsuzluğunu belli etti. Bunun üzerine babam, "Ey Mü'minlerin Emîri! Mevcud ile cimrilik etmek, Mabûd'a karşı kötü zan beslemektir" dedi. (Ya­ni, "O bir defa verdi. Bir daha nereden verecek?" demek olur).3

30) Bir sahâbi olan Hz. Talha bin Ubeydullah el Feyyaz radıyaliahu anh meş­hur cömert insanlardandır. Bir defasında o Hz. Osman radıyaliahu anh'a 50 bin dir­hem borçlandı. Hz. Osman radıyaliahu anh mescide gidiyordu. Yolda onunla karşı­laştı. O, "Bana şimdi para ulaştı. Size borcu ödemek istiyorum" dedi. Hz. Osman radıyaiiahu anh, "Ben onu sana hediye ediyorum. Çünkü sen insanların pek çok masraflarını üzerine aldın" buyurdu.Câbir bin Kabîsa rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Ben uzun müddet Hz. Talha radı­yaliahu anh ile beraber kaldım. Ben, kendisinden talep edilmeden ondan daha fazla veren kimse görmedim". Hz. Hasan rahmetuitahi aleyh diyor ki: "Bir defasında o kendi arazisini 700 bin dirheme sattı. Parayı aldığı zaman akşam vakti olmuştu. Para gece onun yanında kaldı. Gece boyu şiddetli huzursuzluk içinde, <Bu mal benim yanımda (iken bir de ölüm gelmesin)> diye geceyi uykusuz geçirdi. Sabah kalkınca ilk iş olarak onu dağıttı".Onun hanımı Sa'dâ binti Avf rahmetmiahi aieyha diyor ki: Ben bir defasında onun çok sıkıntılı olduğunu görünce, "Hayırdır halin nasıl?" dedim. "Benim ya­nımda biraz mal birikti. Ondan dolayı çok bunalıyorum" dedi. Ben, "Bu önemli bir şey değil. Köleni göndererek akrabalarını çağır ve (sıla-i rahim yolunda) onları taksim et" dedim. Nitekim hemen o vakit kölesini göndererek insanları çağırdı ve onları taksim etti. Râvi diyor ki: Ben onun hizmetçisine, "O mal ne kadardı?" diye sordum. O, "400 bin dirhemdi" dedi. Hanımı bir başka olayı şöyle anlatıyor: Bir defasında eve geldi yüzünün rengi bayağı geçmişti. Üzüntüsünden dolayı yü­züne siyahlık çökmüştü. Ben, "Ne oldu. Eğer benim tarafımdan hoşlanmadığın bir durum meydana geldiyse ben af dilerim" dedim. O, "Hayır sen Müslüman için hayırlı bir hanımsın (çünkü iyi işlerde yardım ediyorsun)" dedi. Ben, "Öyleyse ne oldu?" dedim. O, "Biraz mal birikti. Bundan dolayı çok huzursuz oluyorum" dedi. Ben, "Bu önemli bir şey değil? Onu alıp dağıtıver, bun da ne var?" dedim. Bazı defalar o malı almaya gelen olmayınca, o mal kalırdı.Onun hanımı Sa'dâ bir de şöyle diyor: "Bir defasında o 100 bin dirhem da­ğıttı. Kendi hali de şöyleydi: O gün üzerine örtündüğü gömleğinin iki kenarını dikmekle geçirdiğim için camiye gitmekte gecikti (yani onun sadece bir elbisesi vardı. Onun dikilmesini bekledi. Giyip de mescide gideceği başka bir elbisesi yoktu)". Bir köylü Hz. Talha radıyaiiahu anh'\r\ yanına geldi ve kendi yakınlığını öne sürerek (sılâi rahim olaYak) bir şeyler istedi. Hz. Talha radıyatiahu anh, "Bugüne ka­dar yakınlığı vasıta yaparak benden kimse bir şey istemedi. Benim bir arazim var. Hz. Osman radıyaiiahu anh onu satın almak istiyor. O araziye 300 bin dirhem değer biçti. Sen dilersen o araziyi al. Eğer parasını almak istersen onu Hz. Os­man'a satıp parasını sana vereyim" dedi. O parasını almayı tercih etti. Hz. Talha radtyaiiahu anh, Hz. Osman radtyaiiahu anh'a araziyi satıp parasını ona verdi.[29]O zatlarda pek çok araziler vardı. Çünkü cihad için gittikleri ülkeler feth olunduğundan ganimetle birlikte çoğu zaman topraklar da o mücahitlere taksim edilirdi.

31) Bir defasında Hz. Ali kerremaiiahu vechehu oturmuş ağlıyordu. Biri kendi­sine ağlamasının sebebini sorunca, "7 günden beri hiçbir misafir gelmedi. Ben, <Acaba Allahu Teâlâ (bir şeye gazab edip) benim zelil olmamı dilemiş> olmasın diye korkuyorum" buyurdu.[30]

32) Bir defasında bir adam bir dostunun yanma gitti ve "Ben 400 dirhem borçlandım. Bu yüzden senden yardım istemeye geldim" dedi. O derhal 400 dir­hemi tartıp verdi. O gittikten sonra adam ağlamaya başladı. Hanımı, "Herhalde malının gitmesinden üzüldü ondan ağlıyor" diye düşündü ve "Mademki bu kadar üzülecektin, vermene ne gerek vardı?" dedi. Adam, "<Benim onunla arkadaşlı­ğım olmasına rağmen, onun halinden kendim neden haberdar olmadım. O ben­den isteme durumuna niçin düştü?> diye ağlıyorum" buyurdu.[31]

33) Hz, Abdullah bin Cafer radıyaiiahu anh bir defasında sahrada gidiyordu. Yolda bir bağa uğradı. Orada Habeşli bir köle çalışıyordu. Onun ekmeği getirildi. Onunla birlikte bağa bir köpek geldi ve kölenin yanına gelip durdu. Köle çalışma­ya devam ederken köpeğin önüne bir ekmek attt. Köpek onu yedi ve tekrar ayak­ta bekledi. Köle ikinci ve üçüncü ekmeği de attı. Toplam üç ekmeği vardı. Üçünü de köpeğe yedirdi. Hz. Abdullah bin Cafer radıyaiiahu anh ayakta durmuş dikkatlice bakıyordu. O üç ekmek tükenince Abdullah bin Cafer radıyaiiahu anh o köleye, "Sa­na her gün kaç ekmek geliyor?" dedi. Köle, "Siz gördünüz yalnız üç tane geliyor" dedi. Abdullah bin Cafer radıyaiiahu anh, "O halde neden üçünü de verdin" dedi. Köle, "Efendim buralarda köpekler pek durmazlar. Bu garip, uzak bir yerden bir mesafe kat ederek geldi, Onu bu şekilde geri göndermek hoşuma gitmedi" dedi. O, "Peki bugün sen ne yiyeceksin?" diye sordu. Köle, "Bir gün aç dururum. Bu çok büyük bir şey değildir" dedi. Hz. Abdullah bin Cafer radıyaiiahu anh kendi ken­dine, "Halk, <Sen çok cömertlik yapıyorsun> diye beni kınıyor. Halbuki bu köle benden daha cömert" diye düşündü. Böyle düşünerek şehre döndü. O bağı, o köleyi ve bağda ne varsa hepsini sahibinden satın aldı. Satın aldıktan sonra köleyi azad etti. Bağı da o köleye hediye etti.[32]

34) Ebûl Hasan Antâkî, Horasan şehirlerinden Rey'de ikamet etmekteydi. Bir gün otuz kişiden fazla misafiri geldi. Ekmek azdı ve hazırlık için fırsat yoktu. Gece vaktiydi. O ne kadar ekmek varsa hepsini doğradı ve sofra üzerine yaydı. Hepsini oturttu ve kandili söndürdü. Herkes yemeğe başladı. Herkesin ağız şa­pırtıları geliyordu. Biraz vakit geçince bir bakıma hepsi tamamen yeme işini biti­rince kandil yakıldı ve sofra kaldırıldı. Sofradaki o parçaların hepsi olduğu gibi du­ruyorlardı. Hepsi ağzını boşuna şapırdatmıştı (yiyormuş gibi yapmıştı). "Ekmekler diğerinin işine yarasın (o yesin), daha iyi olur" düşüncesiyle hiç kimse yememişti. 35) Hz. Şu'be meşhur hadis alimidir. Emîr'ül Mü'minin Filhadis (hadis sa­hasında mü'minlerin emiri) lakabıyla anılırdı. Büyük âbid ve zâhidlerdendi. Bir defasında yanına bir dilenci geldi. Ona vermek için bir şey bulamadı. Evinin çatı­sından bir tahta çıkarıp (satsın diye) ona verdi ve "Şu an yanımda vermek için hiçbir şeyim yok" diye mazeret bildirdi.

36) Hz. Ebû Sehl Su'lûkî rahmetuiiahi aleyh bir defasında abdest alıyordu. Bir adam geldi ve biraz ihtiyacının olduğunu söyledi. O, "Biraz bekle abdestimi biti­reyim" dedi. Abdest aldıktan sonra, "Abdest aldığım şu ağaç ibriği al, şu an hiçbir şeyim yoktur" buyurdu.[33]

37) Yermûk savaşında Sahâbe-i Kiram'dan büyük bir topluluk su olmasına rağmen su içmeden can vermişlerdi. Bunun sebebi şuydu: Onlardan birine su ulaşınca bir başkası susuzluktan "Ah!" çekmiş, o da kendi içeceği yerde suyun ona götürülmesini işaretle söylemiştir. Bu konudaki bir olay Hikayat-üs Sahabe adlı kitabımda yazılmıştır. Ancak Mağâzi Ashabı (yani savaş tarihçileri) şöyle yazmışlardır: Hz. İkrime bin Ebî Cehl radıyaiiahu anh, Süheyl Amr radıyaiiahu anh, Sehl bin Ebî Haris radıyaiiahu anh, Haris bin Hişâm radıyaiiahu anh ve Muğire kabile­sinden bir topluluk bu şekilde susuz olarak can vermişlerdir. Yani onların yanına su getiriliyor, onlar da işaretle başkasına verilmesini söylüyorlardı. Hz. İkrime ra­dıyaiiahu anVın yanına su getirildi. O Süheyl bin Amr'ın suya doğru baktığını gö­rünce, "Önce Süheyl'e içirin" dedi. Su Süheyl radıyaiiahu anh'in yanına götürülünce, o Hz. Sehl bin Haris'in suya baktığını gördü ve "Önce Sehl'e içirin" dedi. Kısaca o yüce insanlar susuz olarak can verdiler. Hz. Halid bin Velid radtyaiiahu anh onla­rın cesetlerinin yanından geçerken buyurdu ki: "Canım size feda olsun (siz bu anda bile cömertliği terk etmediniz)"[34]

38)  Abbas bin Dİhkân rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Bişr bin HârİS Hâfî rahmetui­iahi ateyh'den başka dünyaya geldiği gibi (yani eli boş, çıplak beden) yine öyle dünyadan giden kimse yoktur. Şüphesiz Bişr bin Hâfî dünyadan giderken has­taydı. Vefatı yakındı Bir dilenci geldi ve ihtiyacını açıkladı. O da üzerindeki göm­leği çıkarıp ona bağışladı. Kısa bir süre için başkasından emanet olarak bir göm­lek aldı ve o gömlek içinde vefat etti.[35]

39) Kim demiş, "Bu olaylar geçmiş büyüklere hastır" diye. Hz. Mevlânâ Şah Abdurrahim Raypûrî kuddise sirruhu'nun âdeti, bir yerden bir şeyler geldiğinde onu hemen dağıtmaktı. Ara sıra yastığın altına bir şey konulduğunu görünce, "İşte bir daha-gelmiş" derdi. Vefatından az bir zaman önce kendi elbiselerinin ta­mamını hizmetçilerine taksim etti. Kendisinin muhlis hizmetçisi (ve hususi halife­si olan) Hz. Mevlânâ Şah Abdulkadir Efendiye[36](Allah onun büyüklüğünü daim kılsın ve fazlını arttırsin) şöyle buyurdu: "Artık ömrümden ne kadar gün kaldıysa senden emanet olarak elbise alıp giyeceğim". Nitekim Mevlânâ Abdulkadir haz­retlerinin elbisesini ömrünün son zamanında kullanıyordu.

40)  Bir Allah dostu diyor ki: Biz birkaç kişi Şam diyarının (şimdi ise Türki­ye'nin) bir şehri olan Tarsus'ta toplanıp şehir dışına gidiyorduk. Yolda yürürken bir köpek bize katıldı. Biz şehirden çıkınca orada ölmüş bir hayvan yatıyordu. Biz ondan kendimizi koruyarak kısa mesafede bulunan yüksek bir yere oturduk. Bi­zimle beraber gelen köpek o leşi görünce şehre geri döndü. Az bir süre geçmişti ki yanında yaklaşık 20 tane köpek getirdi. O leşin yanına gelince kendisi ayrı bir yere oturdu. Diğer bütün köpekler onu yediler. Onlar yedikten sonra şehre doğru gittiklerinde onları çağıran bu köpek yerinden kalktı, leşin yanına geldi ve onların yiyip geride bıraktıkları kemik vs.yi yedi. Sonra şehre doğru gitti.[37]

41) Ebûl Hasan Bû Şebhî rahmetuiiahi aleyh bir Allah dostudur. Bir defasında tuvalete gitmişti. Oradan bir talebesine seslendi ve gömleğini çıkarıp, "Bunu falan fakire ver ve gel" dedi. Talebesi, "Siz defi hacetten sonrasını bekleseydiniz" de­yince buyurdu ki: "Ben o fakirin ihtiyacını düşünerek bu gömleği ona vermeye ni­yet ettim. <Defi hacetten ayrılana kadar niyetim değişebilip* diye kendi nefsime güvenemedim" buyurdu.[38]

Tuvalette konuşmak mekruhtur. Ancak sadaka verme cezbesi ve kendi nefsi­ne güvensizlik onu buna mecbur etmiştir veya henüz defi hacet için hazırlanmamıştı.

42)  Emîr'ül Mü'minin Mehdî rahmetuiiahi aleyh başkaldıracağı endişesinden dolayı Musa bin Cafer'i hapsetmişti. Bir gece teheccüd namazı kılıyordu. Na­mazda Muhammed sûresinin şu ayetine ulaştı:"Demek idareyi elinize geçirdiğinizde yeryüzünde fesad çıkarmayı ve akra­balık bağlarınızı parçalamayı arzu ediyorsunuz?" (Muhammed-22). Bu ayete ulaşınca ağlamaya başladı. Bu ayeti kerimeyi tekrar tekrar okuyor ve ağlıyordu. Selam verince Rebi'ye, "Musa'yı çağır ve getir" dedi. Rebi diyor ki: Ben onu ça­ğırdım ve getirdim. Ben geri geldiğimde yine o aynı ayeti tekrar tekrar okuyor ve ağlıyordu. Musa gelince Mehdî şöyle dedi: "Ben bu ayeti okuyordum. Akrabalık bağlarını kopardığım endişesine kapıldım. Eğer sen benim evlatlarıma isyan et­meyeceğine dair söz verirsen seni serbest bırakacağım". Musa, "Hâşâ ve kellâl Benim öyle bir haysiyetim de yok, öyle bir düşüncem de" dedi. Mehdî, Rebi'ye "Ona hemen üç bin altın vererek gecenin bu vaktinde gönder. Sonra benim gö-rüşüm değişmesin" dedi.

43) Hz. ibni Abbas radıyaiiahu anhumaöan şöyle (bir rivayet) nakledilmiştir: Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin radıyaiiahu anhuma bir defasında çok hastalanınca Hz. Ali ve Hz. Fatıma radıyaiiahu anhuma, eğer onlar iyileşirlerse şükür olarak her ikisi için de üç gün oruç tutmayı adadılar. Allah'ın lütfü ile çocukların ikisi de sıhhatine kavuştu. Onlar şükür olarak oruç tutmaya başladılar. Ancak evde ne sahur için bir şey vardı ne de iftar için. Yoksulluk içinde oruca başladılar. Sabahleyin Hz. Ali kerremai'ahu vechehu bir yahudinin yanına gitti. Adi Şem'un idi. Ona, "Eğer sen ücretle iplik yapmak için biraz yün verirsen Muhammed saiiaiiahu aleyhi veseiiem'ın kızı Fatıma bu işi yapar" dedi. Yahudi bir bohça yüne ücret olarak üç sa1 arpa kararlaştırarak yünü verdi. Hz. Fatıma radıyaiiahu anha yünün üçte birini eğirdi ve bir sa' arpayı ücret olarak aldı. Arpayı öğüttü ve ondan beş tane ekmek hazırladı, birer tane ekmek karı koca kendileri için, iki tane çocukları için ve bir tane de Fızza adındaki cariye için. Gün boyu işçilik ve emek çektikten sonra Hz. Ali ker­remaiiahu vechehu akşam namazını Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem ile birlikte kıldı. Sonra eve döndü. Yemek için sofra serildi. Hz. Ali radıyaiiahu anh ekmekten bir parça koparmıştı ki bir fakir kapıdan şöyle seslendi: "Ey Muhammed saiiaiiahu aleyhi vese//em'in ev halkı! Ben bir fakir yoksulum. Bana yemek veriniz. Allah ce//e cetatuhu size Cennet sofrasından yemek yedirsin". Hz. Ali kerremaiiahu vechehu elini yemekten çekti. Hz. Fatıma radıyaiiahu anha ile meşvere yaptı. Hz. Fatıma radı­yaiiahu anha, "Mutlaka veriniz" buyurdu. Ekmeklerin hepsini ona verdiler ve bütün ev halkı açlık içinde kaldılar. Bu hal içinde ikinci günün orucuna başladılar. İkinci gün yine Hz. Fatıma radıyaiiahu anha yünün ikinci üçte birini eğirdi ve ücret olarak bir sa' arpa aldı. Onu öğüttü ve ekmek pişirdi. Hz. Ali kerremaiiahu vechehu Rasûlul­lah saiiaiiahu aleyhi veseiiem ile birlikte akşam namazını kılıp gelince hepsi yemek için oturdu. Bir yetim kapıdan (bir şeyler) istedi. Kendi yalnızlığını ve ihtiyacını açıkladı. O yüce insanlar o günkü ekmeklerini de ona teslim ettiler. Kendileri su içerek üçüncü günün orucuna başladılar. Sabahleyin Hz. Fatıma radıyaiiahu anha yünün geri kalan bölümünü eğirdi. Geriye ücret olarak bir sa' arpa kalmıştı. Onu alarak öğüttü. Ekmek pişirdi. Akşam namazından sonra yemek için oturduk­larında bir esir gelerek seslendi ve şiddetli ihtiyaç ve perişanlığını anlattı. Onlar o günkü ekmeklerini de ona verdiler. Kendileri aç olarak kaldılar. Dördüncü gün sabah oruçlu değillerdi. Ancak yemek için hiçbir şey yoktu. Hz. Ali radıyaiiahu anh her iki oğlunu alarak Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiemln huzuruna geldi. Açlık ve güçsüzlükten dolayı yürümekte zorluk çekiyordu. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesei­iem, Hz. Ali radıyaiiahu a.nh'a, "Senin sıkıntı ve darlığını görünce ben çok üzülüyo­rum. Hadi Fatıma'nıni yanına gidelim" buyurdu. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem Hz. Fatıma radıyaiiahu anha n\r\ yanma geldi. O namaz kılıyordu. Açlığın şiddetin­den gözleri çökmüştü, karnı beline yapışıyordu. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem onu sinesine bastı ve Allahu Teâlâ'ya niyaz da bulundu. Bunun üzerinde Hz. Cebrail aleyhisselam Dehr (insan) süresindeki şu ayetleri indirdi[39]:"Onlar Allah'a olan sevgileri üzere yemeği yoksula, yetime ve esire yedirir-ler" (İnsan-8). Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem Allah'ın bu hoşnutluk fermanın­dan dolayı onları tebrik etti.[40]Bu ayet birinci bölümün ayetler kısmında 34 numarada geçmiştir. Allâme Suyûti rahmetuiiahi aleyh Dürrü Mensûr'da İbni Merdeviyye rivayetiyle Hz. İbni Ab-bas radıyaiiahu anhuma'dan kısaca şu ifadeyi nakletmiştir: "Bu ayetler Hz. Ali radıyai-lahuanhve Hz. Fatıma radıyaiiahu anha'nın şanını beyan etmek için nazil olmuştur".

44) Şaraba düşkün biri vardı. Onun yanında her zaman şarap âlemleri ya­pılırdı. Bir defasında onun yârenleri ve ahbabları toplanmıştı. Şaraplar hazırdı. O şarap içmeden önce dostlarına yedirmek maksadıyla biraz meyve satın alıp ge­tirmesi için kölesine 4 dirhem verdi. Köle çarşıya gidiyordu. Yolda Hz. Mansûr bin Ammar Basrî rahmetuiiahi aleyh'm meclisine uğradı O bir fakir için halktan bir şeyler isteyip, şöyle buyuruyordu: "Kim bu fakire 4 dirhem verirse, ben onun için dört dua yapacağım". O köle dört dirhemi de o fakire verdi. Hz. Mansûr rahmetui­iahi aleyh, "Söyle hangi duaları istiyorsun?" dedi. Köle, "Benim bir efendim var. Ondan kurtulmak yani hür olmak istiyorum" dedi. Hz. Mansûr bu duayı yaptı. Sonra, "İkinci olarak hangi duayı istiyorsun?" buyurdu. Köle, "O (verdiğim) dir­hemlerin bedeli elime geçsin" dedi. Hz. Mansûr bunun için de dua yaptı. Daha sonra, "Üçüncü dua hangisi?" dedi. Köle, "Allahu Teâlâ benim efendime (tevbe etmesi için tevfik versin ve onun) tevbesini kabul etsin" dedi. Mansûr onun için de dua etti. Son olarak, "Dördüncüsü nedir?" dedi. Köle, "Allahu Teâlâ beni, be­nim efendimi, sizi ve burada bulunan şu topluluğu bağışlasın" dedi. Hz. Mansûr buna da dua etti. Ondan sonra köle (eli boş olarak) efendisinin yanına döndü. (Şöyle düşünüyordu: "En fazla olsa olsa efendim beni döver. Başka ne olacak ki?) Efendisi onu bekliyordu, görünce, "Niye bu kadar geciktin?" dedi. Köle bütün olayı anlattı. Efendi (onların dualarının bereketiyle kızmak ve dövmek yerine), "Hangi duaları ettirdin?" dedi. Köle, "Birincisi şu: Ben kölelikten azad olayım" dedi. Efendisi, "Ben seni azad ettim. İkincisi neydi?" dedi. Köle, "O dirhemlerin bedeli elime geçsin" dedi. Efendisi, "Benim tarafımdan sana 4 bin dirhem hediye­dir. Üçüncüsü neydi?" dedi. Köle, "Allahu Teâlâ sana (şarab ve diğer günahlar­dan) tevbe etmen için tevfik versin" dedi. Efendi, "Ben (bütün günahlardan) tevbe ettim. Dördüncüsü neydi?" dedi. Köle, "Allahu Teâlâ beni, sizi, o büyük zatı ve oradaki topluluğun hepsini bağışlasın" dedi. Efendisi, "Bu benim elimde değil" dedi. Geceleyin efendi rüyasında gördü ki, biri şöyle diyor: "Sen kendi yetki ve selahiyetinde olan üç işi yaptın. Öyleyse benim selahiyetimde olan işi yapmaya­cağımı mı düşünüyorsun? Ben, seni, o köleyi, Mansûr'u ve onun yanındaki bütün topluluğu bağışladım" dedi.[41]

45)  Abdulvahhab bin Abdulhamid Sakafî rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Ben bir cenaze gördüm. Onu üç erkek ve bir kadın taşıyordu. Cenazenin yanında başka kimse yoktu. Ben de onlara katıldım. Kadının tarafındaki kısmı ben aldım. Kab­ristana götürdük. Orada onun cenaze namazını kıldık. Onu defnedince ben, "Bu kimin cenazesiydi?" dedim. Kadın, "Bu benim oğlumdur" dedi. Ben, "Senin mahallende, senin yerine tabutun dördüncü köşesini tutacak başka bir erkek yok muydu?" dedim. O, "Adam çoktu. Ancak onu zelil kabul ederek kimse beraber gelmedi" dedi. Ben, "ne vardı ki, onu zelil kabul ediyorlar" dedim. O, "Bu muhan-nesdi (yani çift cinsiyetli veya kadınlar gibi davranışları olan biriydi)" dedi. Ben o kadına acıdım ve onu yanımda götürerek biraz dirhem, elbise ve buğday verdim. Gece rüyamda yüzü ayın ondördü gibi son derece beyaz, çok şahane elbiseler giyinmiş, güzel bir şahıs gördüm, yanıma geldi ve teşekkür etti. Ben, "Sen kim­sin?" dedim. O, "İşte ben o sizin bugün defnettiğiniz muhannesim. Allahu Teâlâ sadece insanlar zelil gördüklerinden dolayı bana rahmet etti" dedi.[42]

46)  Muhammed bin Seni Buhârî rahmetuliahi aleyh diyor ki: Ben Mekke-i Mükerrem'e yolunda gidiyordum. Mağribli bir şahsın bir katıra binmiş olduğunu gördüm. Onun önünde bir adam şöyle ilan ediyordu: "(Bele bağlanan küçük bir) çanta kaybolmuştur. Kim o çantanın yerini söylerse kendimden 100 altın vere­ceğim. Çünkü o çantada emanetler vardı". Bu ilan üzerine çok yırtık ve eski elbi­se giyinmiş, topal bir adam o Mağribimin yanına geldi ve ona o çantanın özel­liklerinin nasıl olduğunu sordu. Mağribli onun özelliklerini söyledi ve "Ona pek çok insanın emanetleri konulmuştu" dedi. O ayağı sakat adam, "Burada okuma yaz­ma bilen biri var mı?" diye sordu. Ben, "Ben biliyorum" dedim. Bunun üzerine ayağı sakat adam, beni ve Mağribli'yi bir kenara çekti ve çantayı çıkarıp gösterdi. Mağribli çantanın içindekileri haber vermeye başladı ve "İki tane emanet falan kızı falanındır. 500 altın karşılığında koymuştu. Bir tane emanet falan şahsın. O da 100 altın karşılığında koymuştu" diyerek içindeki şeyleri bir bir saydı. Ben ise içindeki şeyleri okuyarak, "O budur, şu şudur..." diye söylüyordum. Mağribli çan­tanın içindeki herşeyi saydı. Onun saydığı her şey tam olarak çantadan çıktı. Hepsi doğru olarak çıkınca ayağı sakat olan adam çantayı Mağribli'ye teslim etti. O da verdiği söze uyarak kendinden 100 altın çıkarıp o topal adama verdi. Adam altınları almayı reddetti ve "Eğer o çantanın değeri benim gözümde iki parça gübre kadar olsaydı belki de siz onu bulamazdınız. Benim yanımda değeri iki parça gübre kadar etmeyen şeyden dolayı neden karşılık alayım ki!" dedi. Böyle dedikten sonra 100 altının tarafına bile bakmadan çekip, gitti".

47)  Buhâra'da çok azılı zalim bir devlet başkanı vardı. Bir gün o bineğine binmiş gidiyordu. Yolda gözü uyuz bir köpeğe ilişti. Soğuktan tirtirtitriyordu. O za­lim onu görür görmez gözleri yaşla doldu. Bir hizmetçisine, "Şu köpeği benim evi­me götür. Ben gelene kadar ona iyi bak" dedi ve kendi işi için gideceği yere gitti. Geri döndüğünde köpeği istedi. Evin bir köşesine onu bağlattı, önüne yiyecek parçaları attı ve su koydu. Bedenine yağ sürdürüp, üzerine de yumuşak bir bez parçası koydurdu. Üzerindeki soğukluğun etkisi gitsin diye onun yakınına ateş koy­durdu. Bu olayın üzerinden iki gün geçmişti ki, o zalim öldü. Onun yaptığı zulümleri ve onun durumunu iyi bilen bir Allah dostu onu rüyasında gördü ve ona, "Başından neler geçti" dedi. O, "Allahu Teâlâ beni huzuruna çıkardı ve, <Sen köpektin (yani köpekler gibi iş yapardın, insanlar gibi iş yapmazdın). Bundan dolayı Biz sana bir köpek verdik (yani o uyuz köpeğin sayesinde seni bağışladık)> buyurdu. Bir de Al­lah ceiie ceiaiuhu benim üzerimde olan hakları Kendisi ödemeyi irade buyurdu" dedi.Allahu Teâlâ'nın Zât'ı çok Kerim'dir. O bütün kerim olanların sahibi ve pa­dişahıdır. O'nun keremine kim ulaşabilir ki! Bir şahsın en basit bir şeyini beğe­nirse, o muradına ermiştir. İnsan O'nun hoşnutluğunu aramalıdır. Kimbilir kimin hangi işi Mevlâ'nın hoşuna gidecektir!

48) Ebû Ömer Dimeşkî rahmetuliahi aleyh diyor ki: Biz bir kaç kişi Hz. Ebû Abdullah bin Celâ ile birlikte Mekke-i Mükerreme'ye gidiyorduk. Günlerce yemek için bir şey bulamadan geçirdik. Sahrada bir kadınla karşılaştık. Yanında bir keçi vardı. Biz ("Onu satın alıp pişiririz" diye düşündük. Bundan dolayı) o kadına, "Bunun fiyatı nedir?" diye sorduk. Kadın, "Fiyatı 50 dirhemdir" dedi. Biz, "Bize iyilik et ve fiyatı biraz düşür" dedik. O, "Fiyatı 5 dirhem" dedi. Biz, "Alay etme de fiyatını doğru söyle. Demin 50 dirhem diyordun, şimdi ise 5 dirhem diyorsun" dedik. Ka­dın, "Vallahi ben alay etmiyorum. Siz bana, <İyilik yap> dediniz. Keşke gücüm yet­seydi de sizden hiç para almasaydım (ancak ben de mecburum. Bundan dolayı beş dirhemi de mecburen söyledim)" dedi. Hz. İbni Celâ rahmetuliahi aleyh arkadaşlarına, "Sizin hepinizin yanında ne kadar dirhem var" dedi. Herkes yanındakini söyledi. Onların toplamı 600 dirhem tuttu. Biz o dirhemlerin hepsini ona verdik. Bizim bütün yolculuğumuz Allah'ın lütfuyla o kadar rahat geçti ki, haddi hesabı yoktur.[43]Allah'ım! Seni hamdinle teşbih ederim. Sen'den başka ilâh yoktur. Sen'den mağfiret diler ve Sana tevbe ederim.

49)  Hz. İbrahim bin Edhem rahmetuliahi aleyh bir defasında bir adama, "Sen Allah'ın velisi olmak ister misin?" dedi. O, "Elbette olmak isterim" dedi. Bunun üzerine buyurdu ki: "Dünya ve ahiretin hiç bir şeyine heveslenme. Kendini sade­ce Allah'a ver. Bütün varlığınla O'na yönel. Tâ ki O da tam olarak sana yönelsin ve seni Kendine veli yapsın.[44]Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesetiem'm sahih hadislerinde Allahu Teâlâ'nın şöyle buyurduğu varid olmuştur: "Kim bana yürüyerek gelirse, Ben ona koşarak giderim. Kim bana bir karış yaklaşırsa, Ben ona bir kulaç yaklaşırım".

50) Hz. Cüneyd Bağdadi rahmetuliahi aleyhe bir adam 500 dirhem takdim etti ve "Bunları hizmetçilerinize takdim ediniz" dedi. Hz. Cüneyd rahmstuiiahi aleyh,"Senin yanında bunlardan başka da bir şey var mı?" buyurdu. O, "Efendim benim yanımda pek çok dinar var" dedi. Cüneyd Bağdadi hazretleri, "Sen onlarda bir artış olmasını istiyor musun, istemiyor musun?" buyurdu. Adam, "Elbette istiyorum" dedi. Bunun üzerine buyurdu ki: "Öyleyse sen bizden daha muhtaçsın (çünkü biz yanımızda bulunanın artmasını istemiyoruz). O halde sen bunu al". Böyle diye­rek o dirhemleri geri verdi ve kabul etmedi,

51)  Hz. Ebû Derdâ radıyaiiahu anh bir defasında (talebelerinin arasında) otu­ruyordu. Hanımı geldi ve "Sen bunları yanına almış oturuyorsun, halbuki evde bir avuç un bile yoktur" dedi. O, "Ey gidi Allah'ın kulu! Bizim önümüzde son derece tehlikeli ve geçirilmesi zor bir geçit gelmektedir. Ondan ancak çok hafif ve yeğnik insanlar kurtulabileceklerdir" dedi. Hanımı bu sözleri duyunca razı olup memnu­niyetle geri döndü. Bir defasında şöyle buyurdu: "Dünyacılar da yiyor. Biz de yi­yoruz. Onlar da elbise giyiyor, biz de giyiyoruz. Onlar yanlarında bulunan ihtiyaç­tan fazla malı kullanmamakta sadece <İşte bu maldır> diye bakmaktadırlar. Biz de (başkasının yanında olan) mata bakıyoruz (öyleyse mala bakmakta biz ve onlar beraberiz. Biz de kullanmıyoruz onlar da kullanmıyorlar). Ancak onların mallarının hesabını vermeleri gerekecektir. Biz ise hesaptan uzağız. Çünkü bi­zim malımız yoktur". Bir defasında şöyle buyurdu: "Kardeşlerimiz bize insaflı davranmıyorlar. Bizi Allah için seviyorlar ancak dünya konusunda bizden ayrı ya­şıyorlar. Yakında öyle bir gün gelecek ki, onlar bizim gibi olmayı temenni ede­cekler ama biz onlar gibi olmayı temenni etmeyeceğiz"

52) Bir Allah dostunun yanına bir şahıs gelip, "Benim için dua ediniz. Çoluk çocuğumun çokluğu (ve gelirimin azlığı) beni zor durumda bıraktı" dedi. O zat bu­yurdu ki: "Senin ailen sana, <Yanımızda ne un var nede ekmek> dediği vakit, senin yapacağın dua Allah indinde benim şu anda yapacağım duadan daha makbuldür"Şeyh hazretleri tamamen doğru söylemiş. İnsanlar Mevlâ'sından istemenin kadrini bilmiyor. Kalplerinde de bunun önemi yoktur. O Kerim'in indinde ıstırab içinde dua etmenin çok büyük değeri vardır. Çaresiz kalmışların duası özelikle kabul olunmaktadır:"Darda kalana, Kendisine niyaz edip yalvardığı zaman, icabet eden, ondan musibeti gideren Zât (kendisine başkasının ortak koşulacağı bir Zât mıdır?)"(Neml-62)Bir hadiste şöyle geçmektedir: Bir adam Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem e, "Siz insanları kime davet ediyorsunuz?" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, buyurdu ki: "O bir olan Allah'a ki, eğer sana bir darlık ulaşır da sen onayakarırsan,O, senin musibetini giderir. O bir olan Allah'a ki, eğer sen yolun bir yerinde bine­ğini kaybeder, sonra O'na yalvarırsan, senin bineğini sana döndürür. Eğer sen kıtlığa düşersen ve sonra O'na dua edersen, O, sana rızık indirir". Süheym rah-metuiiahi ateyh diyor ki: Biz Hz. Abdullah radıyaiiahu anh'm yanında oturuyorduk, Bir cariye geldi ve efendisine, "Siz burada oturuyorsunuz. Sizin atınıza nazar değdi. Okuyup üfleyen birini bulup getiriniz" dedi. Hz. Abdullah radıyaiiahu anh, "Herhangi bir üfürükçüye gerek yok. Onun burnunun sağ deliğine dört defa, sol deliğine üç defa şu duayı okuyup üfleyin" buyurdu."Korkulacak bir şey yok. Ey insanların Rabbi! Sen onun sıkıntısını gider ve ona şifa ver. Ancak Sen şifa verensin. Sen'den başka zararı defedecek kimse yoktur". O adam gitti ve kısa bir süre sonra geri döndü ve "Ben sizin dediğiniz gibi yaptım. At tamamen iyileşti, yemeye başladı, idrarvedefi hacetinideyaptfdedi.Şu husus çok iyi bir şekilde kalbe yerleştirmelidir. Bu husus kalpte ne kadar sağlamlaşırsa, o kadar dünya ve ahirette işe yarayacaktır: Fayda ve zarar ancak bir olan, şeriki olmayan Yüce Zât'ın elindedir. Hacetleri yalnız O'ndan istemek gerekir. Her musibette yalnız O'na yönelmelidir. Bütün dünyanın kalbi O'na tâbîdir.[45]

53) Hz. İbrahim bin Edhem rahmetuiiahi aleyh''e bir adam hediye olarak 10 bin dirhem takdim etti. O bunu kabul etmeyi açıkça reddetti ve "Sen 10 bin dirhem se­bebiyle benim adımın fukara listesinden çıkarılmasını istiyorsun? Allah'a yemin olsun ki, ben buna asla razı olamam" dedi. Onun şöyle bir sözü de vardır: "Dünya­cılar, dünyada rahat ararlar. Bu yüzden aldanırlar (yahu dünyada rahatlık nere­de?) Eğer onlar padişahlığın biz de olduğunu bilselerdi, bizimle kılıçlarıyla sava­şırlardı".Biri Hz. Abdullah İbni Mübarek rahmetuiiahi aleyh'e, "Adamlar kimlerdir?" de­di. O, "Alimlerdir" dedi. "Padişah kimdir?" deyince, "Zahidler (yani dünyaya rağbet etmeyenlerdir)" buyurdu. Adam, "Ahmaklar kimlerdir?" dedi. O, "Din vasıtasıyla dünya kazananlardır" buyurdu. Hz. Zünnûn Mısrî rahmetuiiahi aleyh buyuruyor ki: Zahidler ahiretin padişahlarıdır. Onlar arif olan fakirlerdir". Hz. Şeyh Ebû Medyen rahmetuiiahi aleyh buyurdu ki: "Padişahlık iki türlüdür. Biri şehirlerin, ikincisi kalplerin. Hakiki padişah ise yalnız zâhid kimsedir (çünkü o kalplerin padişahıdır).İçlerinde İmam Şafii rahmetuiiahi aieyh'\n de bulunduğu bir topluluğun mezhebine göre, eğer bir şahıs, "Benim malımdan şu kadarı en akıllı insanlara verilsin" diye vasi­yet edip ölse, o mal zahidlere verilecektir. (Çünkü gerçek akıllı ancak onlardır)[46]

54) İmam-ı Kebîr, Ârif-i Şehîr, Şeyh Ebû Abdullah Haris bin Esed Muhasibi rahmetuiiahi aleyh bir defasında dünyaya meyleden alimleri zikrederek şöyle buyurdu: "Onlar diyorlar ki; <Sahâbe-i Kiram radıyaiiahu anhum semain de çok zengindi>. O ahmaklar Sahâbe-i Kiram'ı zikrediyorlar ki, insanlar onların mal toplamasını mazur kabul etsinler. Şeytan onlara hile yapmaktadır. Onlar bunun hiç farkına varmamaktadırlar. Hey gidi ahmak sana yazıklar olsun. Senin Hz. Abdurrahman bin Avf radıyaiiahu anh'm malını delil olarak ileri sürmen şeytanın bir hilesidir. Seni helak ve berbad etmek için ağzından bu sözleri çıkarttırmaktadır. Sen, <Sahâbe-i Kiram radıyatiahu anhum semain hazretleri de şeref ve ziynet için mal biriktirdi> de­yince, sen onları gıybet etmiş ve onlara çok ağır bir şeyi isnad etmiş oldun. Sen <Helal yolla mal biriktirmek, onu terk etmekten efdaldir> diye kabul ettiğin zaman Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'in şanına küstahlık etmiş olursun. Bütün pey­gamberler aieyhîmssaiatü vesseiam'm şanına küstahlık etmiş olup, onların (Neûzû billah) bir şeyden haberleri olmadığını söylemiş olursun. Çünkü onlar senin gibi mal biriktirmedirler. Ne zamanki sen, <Helal yolla mal biriktirmek onu terk etmek­ten daha üstündüo deyince şöyle bir iddiayı ortaya atmış oldun. Rasûlullah saiiai-lahu aleyhi veseiiem kendi ümmetinin hayrına çalışmadı. Çünkü o mal biriktirmeyi yasakladı. Göklerin Rabbine yemin olsun ki, sen bu iddianda Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem hakkında yalan söyledin. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem kendi üm­metinin haline son derece şefkatliydi. Onların hayrını istiyordu. Onlara çok mer­hametliydi. Onlara çok acıyordu. Hey gidi ahmak! Hz. Abdurrahman bin Avf radı-yaiiahuanh kendi üstünlük ve kemâline rağmen, takvasına rağmen, yaptığı iyilikle­re rağmen, Allah yolunda mallarını harcamasına rağmen, Rasûlullah saiiaiiahu aley­hi veseiiem'ln sahâbisi olmasına rağmen, Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm kendi­lerini daha dünyada iken Cennet'le müjdelediği (Aşere-i Mübeşşere adıyla meş­hur olan) kimselerden olmasına rağmen, kısaca bütün bu yüce sıfatlarına rağ­men sadece malı yüzünden kıyamet meydanında durup kalacak ve muhacirlerin fakirleriyle birlikte Cennet'e gidemeyecektir. O halde dünyanın meşguliyetlerine dalmış bulunan bizler hakkında senin görüşün nedir? Hayret! çok hayret o fitne­ye düşene ki, o, haram ve şüpheli malın pisliğine bulaşmıştır. İnsanların kirleri olan (sadaka malını) yer. Şehvet, ziynet ve böbürlenmeyle vakit geçirir. Sonrada kalkar Hz. Abdurrahman bin kvi mdtyaiiahu anti\x\ halini delil olarak ileri sürer". On­dan sonra Muhasibi rahmetuiiahi aleyh Sahâbe-i Kiram'ın güzel hallerini anlattıktan sonra şöyle dedi: "O yüce insanlar yoksulluğu seviyorlardı. Fakirlik korkusu diye bir düşünceleri yoktu. Rızıkları konusunda Allah ceiie cetatunu'ya tam olarak güve­niyorlardı. Takdire razı oluyorlar, musibetlerden hoşlanıyorlardı. Servetlerine şük­rediyorlar, yoklukta sabrediyorlardı. Güzel hallerde Allah ceiie ceiaiuhu'ya hamd ediyorlardı. Mütevâzi insanlardı. Başkalarını kendilerine tercih ediyorlardı. Yanla­rına fakirlik geldiği zaman ona, "Merhaba (iyi ettin de geldin)" derlerdi. Fakirliğe salihlerin şiarı diyorlardı. Sen Allah hakkı için söyle! Senin halin de böyle mi? Sen onlara benzemekten çok uzaksın. Senin halin onların haline tamamen ters düşmektedir. Sen zenginlik vaktinde azgınlaşıyorsun. Servet sahibi olduğun za­man gururlanıyorsun. Malın olduğu zaman sevincinden dolayı kendinden o kadar geçiyorsun ki, Allah'ın nimetine şükretmeyi bile unutuyorsun. Sıkıntı zamanların­da Allah'ın yardımından ümidini kesiyorsun. Musibet zamanlarında suratını ası­yorsun. Takdire hiç razı olmuyorsun. Fakirlere buğz ediyorsun. Yoksulluğa burun büküyorsun. Sen malı dünyada konforlu yaşamak için, onun parlaklık ve güzel­liğiyle gönül eğlendirmek için, onun lezzetlerinin ve şehvetlerinin zevkini çıkar­mak için biriktiriyorsun. O yüce insanlar helal olan şeylerden o kadar ayrı du­rurlardı ki, sen o derecede haram şeylerden bile ayrı durmuyorsun. Onlar basit hatalarını bile o kadar ağır görüyorlardı ki, sen haram ve büyük günahları bile o kadar ağır görmüyorsun. Keşke senin en iyi ve en helal malın bile onların şüp­heli malına eşit olsa. Keşke sen iyiliklerinin kabul olmamasından korktuğun gibi günahlarından da korksaydın. Keşke senin orucun onların iftarına denk olsaydı. (Zira onların iftar etmeleri bile Allah içindi. Bundan dolayı sevap alıyorlardı). Keş­ke senin gece kalkman, onların uyumalarına eşit olsaydı. Keşke senin Ömür boyu yaptığın iyilikler, onların bir iyiliğine eşit olsaydı. Hey gidi bedbaht! Dünyadan sadece misafir azığı kadar alman senin için uygundur. Keşke sen dünyacıların halinden ibret alsan. Zira onlar Mahşer Meydanı'nda hesap vermek için tutulmuş olacaklardır. Ve keşke sen Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem ile beraber Cennet'e girecek ilk zümrenin içinde olsan. Çünkü o zaman sen ne Mahşer Meydanı'nda tutulur ne de uzun uzadıya bir hesaba çekilirdin. Zira Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: <Benim ümmetimin fakirleri zenginlerinden 500 sene önce Cennet'e gireceklerdin»"[47]

55) Hz. Abdulvâhid bin Zeyd rahmetuiiahi aleyh (Çeştiye silsilesinin meşâyi-hinden olan bir büyük zattır) buyuruyor ki: Biz bir defasında gemiye binmiş gidi­yorduk. Havanın fırtınalı olması bizim gemimizi bir adaya ulaştırdı. Biz orada pu­ta tapan bir adam gördük. Ona, "Sen kime tapıyorsun?" dedik. O puta doğru işa­ret etti. Biz, "Senin mabudun, senin imal ettiğin bir şey. Bizim mabudumuz ise bizzat Kendisi böyle şeyler yaratıyor. Kendi elinde yaptığın şey ibadete layık de­ğildir" dedik. O, "Siz kime ibadet yapıyorsunuz?" dedi. Biz, "Arşı göklerin üzerinde olan, yeryüzünü tutan, azamet ve büyüklüğü her şeyden üstün olan Yüce Zât'a ibadet yapıyoruz" dedik. O, "Siz o Yüce Zât'ın varlığını nasıl bildiniz?" dedi. Biz, "O bize bir Rasûl (elçi) gönderdi. O çok kerim ve şerefliydi. O Rasûl bize bütün bunları anlattı" dedik. O, "O Rasûl nerede?" dedi. Biz, "O, fermanı ulaştırdı. Ken­di hakkını tamamladı. Sahibi de fermanı ulaştırdığı ve vazifesini en güzel şekilde yaptığının karşılığını vermek için onu yanına çağırdı" dedik. O, "O Rasûl size bir alâmet bıraktı mı?" dedi. Biz, "O Mâlik'in Yüce Kelamfnı bize bıraktı" dedik. O, "Bana o kitabı gösterin" dedi. Biz Kur'an-ı Kerim'i getirip onun önüne koyduk. O, "Ben okuma bilmem siz bundan bana okuyun" dedi. Biz bir sûre okuduk. O din­lerken ağladı. Sûre bitene kadar ağlaması devam etti. Sonra, "Bu Yüce Kelamın Sahibi'nin hakkı, O'na isyan edilmemesidir" dedi ve sonra Müslüman oldu. Biz ona İslam'ın erkânı ve ahkâmını söyledik ve Kur'an'dan birkaç sûreyi öğrettik. Gece olunca biz yatsı namazını kılıp uyumak üzereydik. O, "Sizin mabudunuz da gece uyuyor mu?" dedi. Biz, "O Yüce Zât Hayy ve Kayyum'dur. O ne uyur ne de uyuklar1" dedik. O, "Siz ne kadar beceriksiz kullarsınız. Mevlânız uyanık olsun siz de uyuyun" dedi. Biz onun bu sözüne çok hayret ettik. Adadan ayrılacağımız sırada, "Beni de yanınıza alıp götürün. Tâ ki ben dini meseleleri öğreneyim" de­di. Biz onu beraberimize aldık. Biz Abbâdan şehrine ulaşınca ben arkadaşlara, "Bu yeni Müslümandır. Onun geçimi için bir şeyler düşünmeliyiz" dedim. Biraz dirhem topladık. Ona vereceğimiz sırada, "Bu nedir?" dedi. Biz, "Birkaç dirhem. Bunları kendi masraflarında kullanırsın" dedik. O, "Lâ ilahe illallah] Siz bana öyle bir yol gösterdiniz ki, kendiniz o yolda yürümüyorsunuz. Ben bir adada idim. Bir puta tapıyordum. Allah'a ibadet yapmıyordum. O, beni bu haldeyken bile zayi etmedi, helak etmedi. Halbuki ben O'nu hiç bilmiyordum. Öyleyse şimdi ben O'nu tanıdığım (O'na ibadet ettiğim halde beni neden zayi etsin?)"[48] dedi. Üç gün sonra öğrendik ki, ölümü yaklaşmış, ömrünün son anlarını yaşıyordu. Yanına gittik. "Bir hacetin varsa söyle" dedik. O, "Benim bütün hacetlerimi O Yüce Zât ye­rine getirdi. O, sizleri adaya (benim hidayetim için) gönderdi" dedi. Şeyh Abdulvâhid rahmetuiiabi aleyh buyurdu ki; Bana birden uyku galip geldi. Ben hemen orada uyu­dum. Rüyamda yemyeşil bir bağ gördüm. Orada son derece nefis bir kubbe yapıl­mıştı. Onun içinde bir taht kurulmuştu. O taht üzerinde son derece güzel bir kız oturuyordu. Onun gibi güzel bir kadım hiç kimse görmemiştir. Şöyle diyordu: "Allah aşkına onu çabuk gönderin. Onun arzusundan benim sabırsızlığım haddini aştı". Ben gözümü açınca o yeni Müslümanın ruhu uçup gitmişti. Biz onu hazırlayıp kefenledik ve defnettik. Gece olunca ben rüyamda aynı bağı, kubbeyi ve vefat eden adamın yanında taht üzerinde o kızı gördüm. O adam şu ayeti okuyordu:[49]

"Melekler her kapıdan onların yanlarına girecekler / ve <Sabretmenizin (din üzerinde sebat etmenizin) karşılığı olarak size selam olsun. (Bu her türlü afetten selamette olma müjdesidir). Dünya yurdunun sonu (Cennet) ne gü­zeldik diyeceklerdir".                                                                                             (Ra'd-23,24)

Allahu Teâlâ'nın ihsan ve ikramının hayret verici işlerindendir ki, adam ömrü boyunca puta taptı ama ölümü yaklaştığı sırada Allahu Teâlâ gemilerinin hakimiyetini kaybetmeleri sebebiyle insanları mecburi olarak onun yanına gön­derdi ve onu ahiret nimetlerine erdirdi.Allah'ım (Sen mülkün sahibisin) Senin vermek istediğini engelleyecek yoktur. Senin engellediğini de verecek yokturHz. Mâlik bin Dinar rahmetuiiahi aleyh bir defasında Basra sokaklarında -yürüyordu. Yolda bir cariye padişahların cariyeleri gibi şân-ı şevketle hizmetçi Ieriyle eraber gidiyordu. Hz. Mâlik onu görünce seslenerek, "Ey cariye senin sahibin seni satıyor mu?" dedi. Cariye bu sözü duyunca (hayran oldu) ve "Bir daha söy­le" dedi. O bir daha söyledi. Cariye, "Eğer o satarsa senin gibi bir fakir satın ala­bilir mi?" dedi. Hz. Mâlik bin Dinar rahmetuiiahi aleyh, "Evet senden daha iyisini de satın alabilirim" dedi. Cariye bunu duyunca güldü ve hizmetçilerine, "Şu fakiri yakalayıp bizimle beraber götürün (biraz eğlenmiş oluruz)" dedi. Hizmetçiler onu yakalayıp beraberlerinde götürdüler. Cariye evine dönünce bu olayı efendisine anlattı. Bunu duyunca o da güldü ve onun karşısına getirilmesini emretti. Hz. Mâlik bin Dinar rahmetuiiahi aleyh karşısına getirilince cariyenin efendisinin kalbi üzerine heybet çöktü. "Siz ne istiyorsunuz?" dedi. O, "Sen cariyeni bana sat" de­di. Adam, "Sen onun değerini verebilir misin?" dedi. Hz. Mâlik rahmetuiiahi aleyh, "Benim yanımda onun değeri hurma içinden çıkarılmış iki çekirdektir" buyurdu. Bunu duyunca hepsi güldüler. Adam, "Siz bu değeri neye göre biçtiniz?" dedi. O, "Bunda çok kusur var" dedi. Adam, "Ondaki kusurlar nelerdir?" dedi. O, "Eğer güzel koku sürmezse bedeninden kötü koku gelmeye başlar. Eğer dişlerini te­mizlemezse, ağzından kötü koku gelir. Eğer saçlarını taramazsa, karma karışık olur ve bitlenir (başından koku gelmeye başlar). Biraz yaşı ilerleyince ihtiyar olur (yüz sürmeye bile layık olmaz). Ondan hayız gelir. O, def-i hacete çıkar. Ondan her çeşit pislikler (tükürük, yellenme, salya, sümük vs.) çıkmaktadır. Başına gam, keder ve musibetler gelmektedir. O kadar menfaatçidir ki, yalnız kendi menfaati için sana sevgi gösterir. Yalnız kendi rahat ve keyfi için sana yakınlık besler (bugün sana bir felaket ulaşsa, bütün sevgiler biter). Son derece vefasız­dır. Hiçbir söz ve kararını yerine getirmez. Onun bütün sevgisi yalandır. Yarın senden sonra bir başkasının yanına oturduğunda onu da aynı şekilde sevdiğini iddia edecektir. Benim yanımda bundan bin kat daha üstün cariye vardır ki, bun­dan son derece ucuzdur. O Kâfur maddesinden, Misk ve zaferan karışımından yaratılmıştır. O inci ve nurla sarılmıştır. Eğer onun tükürüğü acı bir suya konulsa, o su tatlanır. Eğer bir ölüyle konuşsa, o dirilir. Eğer onun bileği güneşin karşısına konsa güneşin nuru gidip kararır. Eğer o karanlıkta gelse, evin hepsi aydınlanır. Eğer o dünyaya kendi süs ve ziynetiyle gelse, bütün dünya güzel kokuya boğu­lup aydınlanır. O cariye misk ve zaferan bahçelerinde büyümüştür. Yakut ve mercan dalları altında oynamıştır. Her türlü nimetlerin bulunduğu çadırlar ara­sında onların sarayları vardır. (Cennet nehirlerinden bir nehir olan) Tesnim'den su içerler. Asla sözlerinden dönmezler. Sevgilerini değiştirmezler (vefasız değil­lerdir). Şimdi sen söyle. Para harcama açısından hangi cariye daha uygundur?" Hepsi, "Senin haber verdiğin cariye" dediler. Bunun üzerine Hz. Mâlik bin Dinar rahmetuiiahi aleyh buyurdu ki: "O cariyenin parası her zaman, her devirde ve herke­sin yanında bulunmaktadır. Halk, "Onun değeri nedir?" dediler. O, "Bu kadar bü­yük, önemli ve sânı yüce olan bir şeyi satın almak için çok basit bir kıymet ödemek gerekiyor. O da gecenin az bir vaktini ayırıp yalnız Allah ceiie ceiaiuhu için en azın­dan iki rekat teheccüd namazı kılmalı. Siz yemeğe oturduğunuz zaman bir fakiri de hatırlayın (onu yedirin). Allahu Teâlâ'nın rızasını kendi arzularınıza galip kılın. Yolda eziyet veren (diken tuğla vs. gibi) bir şey gördüğünüzde onuuzaklaşt rın.Dünya hayatını basit masraflarla geçirin. Fikir ve derdinizi, bu aldatıcı (dünya) yur­dundan ayırıp, ebedi kalacağınız yurda yöneltin. Bu şeylere ihtimam göstermek­le, dünyada izzet içinde bir hayat geçirirsiniz. Ahirete ise endişesiz, saygı ve ik­rama ulaşırsınız. Nimetler yurdu olan Cennet'te Allah ceiie ceiaiuhu'mn yakınında ebedi olarak kalırsınız". Cariyenin efendisi, cariyeye hitaben, "Sen şeyhin sözünü dinledin mi? Bunlar doğru mu, değil mi?" dedi. Cariye, "Tamamen doğru, şeyh efendi çok büyük bir nasihat ve hayrımızı isteyen ve iyilikle ilgili sözler söyledi" dedi. Efendisi, "Peki sen artık hürsün şu kadar eşya da sana hediyedir" dedi. Kö­lelerine, "Siz hepiniz de hürsünüz. Malımdan şu kadarı size hediyedir. Benim bu evim ve içindeki malın hepsi Allah yolunda sadakadır" dedi. Evin kapısının üze­rinde duran kalın kumaştan yapılmış perdeyi indirerek bedenine sardı. Kendi kaliteli ve lüks elbiselerini çıkarıp sadaka olarak verdi. Cariye, "Efendim senden sonra artık, benim için bu hayatının bir tadı yoktur" dedi. O da bir kalın elbiseye bürünüp bütün süs ve ziynet elbiselerini ve bütün mal ve eşyasını sadaka olarak vererek efendisiyle beraber kaldı. Mâlik bin Dinar rahmetuiiahialeyh onlara dua ede­rek veda etti. Onların ikisi bütün bu zevki sefayı boşayıp Allah'a ibadetle meşgul oldular. Bu hal üzere ahirete intikal ettiler.[50] llah bizi ve onları bağışlasın

57) Cafer bin Süleyman rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Ben bir defasında Mâlik bin Dinar'la birlikte Basra'da yürüyordum. Muhteşem bir köşkün yanından geçtik İnşaatı devam ediyordu. Bir genç oturmuş inşaatçılara, "Buraya şu yapılacak, şuraya şu yapılacak" diye yol gösteriyordu. Mâlik bin Dinar rahmetuiiahi aleyh o gen­ce bakarak, "Bu şahıs ne güzel bir genç. Ama hangi şeylere batmış. Kendini bu inşaat işine nasılda daldırmış. Benim içimden geliyor ki ben bu genç için Allah'a dua edeyim de onu bu meşguliyet batağından kurtarıp kendi muhlis kullarından etsin. Eğer bu Cennet gençlerinden olursa ne güzel olur. Cafer yürü! Bu gencin yanına gidelim" dedi. Cafer rahmetuiiahi a/eyh diyor ki: Biz ikimiz o gencin yanına gittik. Ona selam verdik. O selamımızı aldı (O Mâlik rahmetuliahi aleyh'] tanıyordu). Ancak o anda onu tanıyamadı. Biraz sonra onu tanıyınca ayağa kalktı ve "Nasıl teşrif ettiniz?" dedi. Mâlik rahmetuiiahi aleyh, "Sen bu evine ne kadar para harcamaya niyet ettin?" dedi. O, "100 bin dirhem" dedi. Mâlik rahmetuiiahi aleyh, "Eğersen 100 bin dirhemi bana verirsen, ben senin için Cennet'te bir ev verileceğini üzerime alıyorum. O ev bundan kat kat üstündür. Orada hizmetçiler bol olacaktır. Onda kırmızı yakuttan çadır ve kubbe olacaktır. Üzerinde inci dizilmiş ve toprağı za-feran olacaktır. Onun harcı miskten yapılmıştır. Ondan güzel kokular yayılır. O ev ne eskir ne de yıkılır. Onu mimar yapmayacaktır. Aksine Allahu Teâlâ onu Kün emriyle hazır edecektir" buyurdu. O genç, "Bana düşünmek için bu gece mühlet veriniz. Yarın siz gelince bu konuyla ilgili görüşümü size arz edeceğim" . Mâlik rahmetuiiahi aleyh geri döndü. O genç gece boyu fikredip düşündü.Gecenin sonuna doğru bu hususta çok acizlik içinde dua etti. Sabah olunca biz ikimiz onun evine gittik. O genç kapının dışında oturmuş bekliyordu. Hz. Mâlik rahmetuiiahi aieyh'\ görünce çok sevindi. Hz. Mâlik rahmetuiiahi aleyh, "Dünkü mesele hakkında görüşün ne oldu?" dedi. Genç, "Siz dün vaad etmiş olduğunuz şeyi ye­rine getirebilecek misiniz?" dedi. Hz. Mâlik, "Elbette" dedi. O dirhemlerin bulun­duğu torbayı getirip önüne koydu. Mürekkep ve kalem de getirdi. Hz. Mâlik rahme­tuiiahi aleyh bîr kağıdın başına Bismillahirrahmanirrahim'Ğen sonra şöyle yazdı: "Bu bir ikrarnâmedir. Mâlik bin Dinar falan şahsa kefil olmuştur ki; onun köşküne karşılık Allah ceiie ceiaiuhu indinde ona sıfatı yukarıda (yazılıp) beyan edilen şöyle şöyle bir köşk verilecektir. Hatta bundan daha fazla güzel ve üstün olacaktır. Gü­zel gölgeliklerde ve Allah ceiie ceiaiuhu r\a yakın olacaktır". Kağıda bunları yazdık­tan sonra kağıdı o gence teslim etti. Ondan 100 bin dirhem alıp geldi. Cafer rah­metuiiahi aleyh diyor ki: Akşam vakti Hz, Mâlik rahmetuiiahi aleyh'in yanında o dirhem­lerden bir öğün yemek yiyecek kadar bile bir şey kalmadı. Bu olayın üzerinden 40 gün bile geçmemişti ki, bir gün Hz. Mâlik rahmetuiiahi aleyh sabah namazını bitirince mescidin mihrabında bir kağıt parçası gördü. Bu parça Mâlik rahmetuiiahi aieyh'm yazıp o gence verdiği kağıdın kendisiydi. Kağıdın arka yüzünde mürek­kepsiz olarak şöyle yazılmıştı: "Bu Allah ceiie ceiaiuhu tarafından Mâlik bin Dinar'ın kefaletinin beraatıdır. Sen o genç için hangi eve kefil olduysan Biz onu tam olarak teslim ettik. Ondan yetmiş kat fazlasını verdik". Hz. Mâlik rahmetuiiahi aleyh o parçayı okuyunca hayret etti. Ondan sonra biz o gencin evine gittik. O gencin evinin üzerinde (matem tutmak için asılmış) siyah bir alâmet vardı. Ağlama ses­leri geliyordu. Bizim sormamız üzerine o gencin dün ahirete intikal ettiğini öğren­dik. Biz, "Onu kim yıkadı?" deyince, onu yıkayan kişi çağrıldı. Biz yıkama ve kefenleme işlerinin nasıl yapıldığını sorunca yıkayıcı kişi, "O genç ölmeden önce bana bir kağıt parçası verdi ve <Beni yıkayıp kefen giydirdiğin zaman bu parçayı kefenime koyuver> dedi. Ben onu yıkadım kefenledim ve o parçayı onun kefeni ile bedeninin ara-sına koydum" dedi. Hz. Mâlik rahmetuiiahi aleyh yanındaki kağıt parçasını çıkarıp ona gösterince yıkayıcı, "Bu o kağıt parçası. O gence ölüm veren Allah'a yemin olsun ki, ben bu parçayı bizzat kendim onun kefenin içine koydum" dedi. Bu manzarayı görünce bir başka genç kalktı ve "Ey Mâlik! Siz benden 200 bin dirhem alınız bana da bir kağıt parçası yazınız" dedi. Hz. Mâlik rahmetuliahi aleyh buyurdu ki: "Bu konu çok uzaklarda kaldı. Artık olamaz. Allah ceiie ceiaiuhu ne dilerse onu yapar". Ondan sonra Mâlik rahmetuliahi aleyh ne zaman o gençten bahsetse ağlamaya başlar ve onun için dua ederdi.[51]Allah dostlarının başlarından bu gibi olaylar sık sık geçmektedir. Coşku ve cezbe halinde ağızlarından bir söz çıkmakta, Allahu Teâlâ da o sözü aynı şekilde yerine getirmektedir. Bu durum Rasû\u\\ah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm hadisinde şu ifa­delerle nakletmiştir: "Nice dağınık saçlı, toza toprağa bulaşmış insanlar vardır ki, halk nları kapılarından kovmaktadırlar. Onlara ilgi göstermemektedirler. Eğer onlar bir şey hakkında Allah 'a yemin etseler Allah onların sözünü tamamen yerine getirir"[52]

58) Muhammed bin Semmâk rahmetuiiahi aleyh buyuruyor ki: Emevilerden Musa bin Muhammed bin Süleyman el Hâşimi çok nazlı büyütülmüş bir zengindi. Her zaman gönlünden geçen arzularını tatmin etmekle meşguldü. Yemekte, iç­mekte, giyinmekte, oyun ve eğlencede, arzu ve lezzetlerin her çeşidinde en yük­sek derecede idi. Her an çocuklar ve kızlarla oyalanırdı. Onun ne bir derdi vardı ne de bir endişesi. Kendisi de son derece güzel, ay parçası gibiydi. Allah celie ce-/a/o/ju'nun her türlü dünya nimeti ona tam olarak verilmişti. Onun yıllık geliri 303 bin dinardı. Onların hepsi bu oyun ve eğlenceye harcanıyordu. Evinin üs katında yüksekçe bir odası vardı. Onun bir çok penceresi caddeye bakıyordu. Onların önüne oturur yoldan geçenleri seyrederdi. Birkaç cam da diğer tarafa (bağa doğr ru) açılıyordu. O tarafa oturur, o bağdan gelen havayı tenefüs eder, güzel koku­lar koklardı. O odanın içinde fildişinden yapılmış bir kubbe vardı. Gümüş çivilerle tutturulmuştu. Üzerinde altın işlemeli tül vardı. Onun içinde de bir taht vardı. Hâ-şimînin başında inciler takılı bir sarık vardı. O kubbenin altında yarenler ve ah-bablar toplanırlardı. Hizmetçiler arkasında saygıyla ayakta beklerlerdi. Karşı ta­rafta kubbenin dışında oynayan ve şarkı söyleyen kadınlar toplanırdı. Gönlü şar­kı dinlemek isteyince tambura doğru bir bakar hepsi hazır olurdu. Sona erdirmek istediğinde tambura doğru işaret eder, şarkı sona ererdi. Gece uyku gelinceye kadar bununla meşgul olurdu (şarab sarhoşluğundan dolayı) aklı gittiğinde mec­lis yârenleri kalkıp giderlerdi. O hangi kızı isterse yakalar ve gece boyu onunla baş başa kalırdı. Sabahleyin satranç, dama vs. ile meşgul olurdu. Onun önüne hiçbir üzüntü, keder sözü, kimsenin ölümü ve kimsenin hastalığı hakkında bir konuşma gelmezdi. Onun meclisinde her an gülme ve mizah, güldürücü fıkralar ve bunlara benzer konuşmalar vardı. Her gün o devirde bulunan yeni yeni, güzel kokular onun meclisine getirilirdi. Çok güzel gül destelen hazırlanırdı. Bu hâl üzere o 27 sene geçirdi. Bir gece o âdeti üzere kendi kubbesindeydi. Ansızın onun kulağına güzel ve çekici bir ses geldi. O şarkı söyleyenlerin sesinden tama­men ayrıydı. Ancak çok gönül alıcıydı. O ses kulağına gelir gelmez onu sanki biraz huzursuz etti. Şarkıcılarını susturdu. Kubbenin penceresinden başını dışarı çıkarıp o sesi dinlemeye başladı. O ses bazen kulağına geliyor bazen duruyor­du. Hizmetçilerine, "Bu ses kimden geliyorsa onu yakalayıp bana getirin" diye emir verdi. Şarap âlemi devam ediyordu. Hizmetçiler hızla o sesin geldiği tarafa koştular. O sesi araya araya bir mescide vardırlar. Orada bir genç duruyordu. O genç son derece zayıf, rengi sararmış, boynu cılızlaşmış, dudakları kurumuş, saç­ları dağılmış, karnı bedenine yapışmış bir haldeydi. Üzerinde de bedenini örtecek öyle küçük iki bez parçası vardı ki, ondan daha azıyla bedeni örtmek mümkün de­ğildi. Mescidde ayakta duruyor, kendi Rabbi ile meşgul bir halde (namaz kılıyor ve namazda) Kur'an okuyordu. Bu insanlar onu yakalayıp götürdüler. Ona ne bir ey dediler ne de haber verdiler. Bir anda onu mescidden çıkarıp oraya (üst kat­taki odaya) götürüp onun önüne koydular ve "Efendimiz! İşte o hazırdır" dediler. Efendileri şarabın sarhoşluğu ile "Bu kimdir?" dedi. Onlar, "Efendim! Bu sizin se­sini işittiğiniz kişidir" dediler. O, "Siz onu nereden getirdiniz?" dedi. Onlar, "Efen­dim! O mesciddeydi. Ayakta Kur'an okuyordu" dediler. O zengin, fakire, "Sen ne okuyordun?" diye sordu. Fakir Eûzü Besmele ile başlayıp şu ayetleri okudu:"Şüphesiz iyiler (Cennet'te) büyük nimet içindedirler. / Koltuklar üzerinde (Cennet'in güzelliklerini) seyrederler. / Yüzlerinde nimet içerisinde olmanın sevinç ve parıltısını görürsün. / Onlara, kâseleri mühürlenmiş halis bir içecek sunulur. / Onun mührü misktendir. Bu uğurda (kim daha fazla alacak diye) yarışanlar yarışsın. (Bu nimetler amellerle kazanılır. O halde bu nimetlerin kendileriyle kazanıldığı amellerde yarışılmalidır). / Bu içeceğin katkısı Tesnim'-dendir. / (Tesnim Cennet'te) öyle bir pınardır ki, ondan mukarrebler (Allah'a yaklaştırılanlar) içerler (yani o pınarın suyu mukarreb insanlara özel olarak verilir. İyi insanların içeceğine de ondan bir miktar katılır".                             utaffifin-22-28)

Ondan sonra o fakir, "Hey gidi aldanmış kişi! Senin bu köşkünün, senin bu yüksek odanın, senin bu döşemelerinin onlarla alâkası var mıdır?" diyerek Kur"an-ı Kerim'den ayetler okumaya başladı.

• Onlar yüksek döşekler üzerindedir. (Onların üzerine kabartılmış örtüler seril­miştir).                                                                                                 

(Vâkıa-34)

• Onların örtüleri parlak atlastandır.                                                                        Rahman 5    

• Cennetlikler orada yeşil yastıklara ve işlenmiş son derece güzel yaygılara yaslanırlar.                                                                                       

(Rahman-76)

• (Allah'ın dostu koltuklar üzerinde oturup bakacak ki,) iki Cennet arasında akıp giden iki pınar vardır.                                                                       (Rahman-50)

. Bu iki Cennet'te her türlü meyveden çifter çifter vardır. (Bir çeşit meyvenin iki tadı olacaktır).                                                                                 

(Rahman-52)

• O meyveler bitip tükenmeyecek / ve yasaklanmayacaktır. (Dünyada bahçe sa­hipleri meyveyi koparmaktan men etmektedirler)                                                                                                                       (Vâkıa-32,33)

• Onlar beğendikleri bir hayat içinde / yüksek Cennet'tedirler.                                   (Hakka 21,22)

. Onlar yüce Cennet'te olacaklardır. / Orada boş bir söz işitmezsin. / Orada akan ir kaynak vardır. / Orada yüksek tahtlar, /önlerine konulmuş kaseler, /sıra sıra dizilmiş yastıklar, / her tarafa döşenmiş halılar vardır. (Nereye isterlerse otu­rabilirler).                                                                                                         Ğaşiye-10-16)

• Onlar gölgelerde ve pınar başlarındadır                                                                            (Mürselat-41)                             

• Cennetin yemişleri devamlıdır (hiç tükenmez). Onun gölgesi de daimidir. İşte Allah'tan korkanların akibeti budur. Kafirlerin akibeti ise ateştir                                                                                               .           (Ra'd-35)

 (Kimbilir o ateş ne kadar şiddetli olacaktır. Allahu Teâlâ korusun.)

• Suçlular ise şüphesiz Cehennem azabında ebediyen kalacaklardır. / Hiçbir za­man onların azabı hafifletilmeyecektir. Onlar orada ümitsiz kalacaklardır                                                             .(Zuhruf-74,75)

• Muhakkak suçlular o gün sapıklık ve (ahmaklıktan kaynaklanan) delilik içinde­dirler. (Onların ahmaklığı o gün belli olacaktır). / O gün onlar Cehennem'in ate­şine yüzüstü sürüklenirler ve onlara, <Tadın Cehennem ateşinin dokunuşunun (ondan yanmanın) tadını!> denir.                                                                   (Kamer-47,48)

• Onlar alevli bir ateş ve kaynayan bir su içindedirler. / Kapkara bir dumanın göl­gesi altındadırlar.                                                                            

(Vâkıa-42,43)

• O gün suçlu kişi, oğullarını, /karısını, kardeşini,/kendisini barındıran sülalesini/ ve yeryüzündeki her şeyi fidye olarak verip sonra ondan kurtulmayı temenni e-der. / Fakat bu asla olamaz. Şüphesiz o ateş / derileri kavurup soyan alevli bir ateştir, / O (dünyada Hak'ka) sırtını dönüp (Allah'a itaatten) yüz çevireni / ve (haksız yere) servet toplayıp yığanı kendisine çağırır.                                                                                                      (Meâric-11-18)

• Onların üzerine bir gazap ve onlar için (ahirette) çetin bir azap vardır.)                                              (Şûra-16

• Onlar ateşten çıkmak isterler, fakat onlar ondan çıkacak değillerdir. Onlar için devamlı bir azap vardır.                                                                      

(Maide-37)

Fakir bu ayetleri okuduktan sonra şöyle dedi: "Bu kimse çok meşakkat için­de kalacak, son derece çetin azab içinde Allah'ın gazabına uğramış olacaktır. Onlar o azabtan asla çıkacak değillerdir". (Bu konuşmasında o fakir Cennet ve Cehennemle ilgili pek çok ayete işaret etmiştir. Onların sûre ve ayetlerinin kay­naklarını yazdık. Ayetlerin tamamına Kur'an-ı Kerim meallerinden bakılabilir. O Hâşimî zengin, fakirin konuşmasını dinleyince yerinden kalktı ve o fakire sarıla­rak hüngür hüngür ağladı. Bütün meclis ehline, "Hepiniz gidin" dedi. Fakiri yanı­na alarak avluya gitti ve bir çulun üzerine oturdu. Kendi gençliği üzerine nevhâ etmeye ve kendi haline ağlamaya başladı. Fakirde ona nasihat ediyordu. Niha­yet sabah oldu. O önce fakirin önünde kendi günahlarına tevbe etti. İlerde asla hiçbir günah işlemeyeceğine dair Allah'a söz verdi. Sonra gündüz ikinci defa bü­tün topluluğun önünde tevbe etti. Mescidin bir köşesini tutarak Allah'a ibadetle meşgul oldu. Kendi bütün mal ve eşyasını satarak sadaka etti. Bütün hizmetçile­rinin görevine son verdi. Zulüm ve haksızlıkla aldığı bütün şeyleri hak sahiplerine iade etti. Köle ve cariyelerinin çoğunu azad etti, çoğunu da satıp, onların değeri­ni sadaka olarak verdi. Kalın elbise ve arpa ekmeğini tercih etti. Gece boyu na­maz kılıyor, gündüz oruç tutuyordu. Hatta büyük ve salih insanlar onun yanına ziyarete gelmeye başladılar. O kadar mücahede yapmaya başladı ki, halk kendi­sine merhamet etmesini ve meşakkatini azaltmasını rica ettiler. "Allahu Teâlâ çok Kerim'dir. O, az bir çalışmaya da çok fazla mükafat verir" diye anlattılar.Ancak o, "Dostlarım! kendi halimi ancak ben bilirim. Ben gece gündüz Mevlâma isyan ettim. Çok ağır günahlar işledim" diyerek ağlamaya başlar ve hüngür hün­gür ağlardı. Bu hal içinde çıplak ayakla yürüyerek Hacc etmiştir. Vücudunda kalın bir elbise, yanında ise sadece bir tas ve bir torbası vardı. Bu hal içinde Mekke-i Mükerreme'ye ulaştı. Hac'dan sonra orada ikamet etti ve orada vefat etti.

Allah ona bol bol rahmet etsinMekke'de ikamet ettiği sürece geceleri Hatime giderek iyice ağlar ve yalva­rırdı. O şöyle derdi: "Ey Mevlâm! Nice yalnız zamanlarım geçti. Ben Seni haya­limden dahi geçinmedim. Ben nice büyük büyük günahlarla Sana karşı geldim. Ey Mevlâm! Benim bütün iyiliklerimin hepsi gitti (hiçbir şey kazanamadım). Gü­nahım yanımda kaldı. Seninle buluştuğum gün (ölümden sonra) benim için fela­ket üzerine felakettir (yani benim amel defterim açıldığı zaman çok büyük bir fe­lakettir). Ah! O amel defteri benim rezillik ve kepazeliklerimle dolu olacak, benim günahlarımla dolu olacak. Üstelik Senin gazabından dolayı benim üzerime zaten felaket inmiştir. Senin bana devamlı yaptığın ihsanların karşısında beni azarla­man, benim helak olmam demektir. Bir de devamlı günahlarımla nankörlük etti­ğim nimetlerinden dolayı beni azarlaman benim için felakettir. Sen ise benim bü­tün bu hareketlerimi görüyordun. Ey Mevlâm! Benim Sen'den başka koşup gide­ceğim hangi sığınağım vardır? Sen'den başka iltica edeceğim kim vardır? Benim kendisine bir türlü güveneceğim, Sen'den başka kim vardır? Ey Mevlâm! Ben Sen'den Cennet istemeye layık değilim. Şüphesiz Senin keremin, bahşişin ve lütfundan şunu temenni ediyorum ki, Sen bana rahmet et ve beni affeyle".Şüphesiz Sen takva ve mağfiret ehlisin

59) Harun Reşid rahmetuiiahi aieyh'm bir oğlu vardı. Yaklaşık 16 yaşındaydı. O sık sık zahidlerin ve büyük zatların meclisinde kalırdı. Çoğu zaman kabristana giderdi. Oraya gidince, "Sizler bizden önce dünyadaydınız. Dünyanın sahibiydi­niz. Ancak o dünya sizi kurtaramadı. Nihayet siz kabre ulaştınız. Keşke ben sizin başınıza ne geldiğini ve size ne gibi sualler sorulup sizin ne cevab verdiğinizi bir türlü bilseydim". O çoğu zaman şu şiiri okudu:

Cenazeler beni hergün korkutup endişelendiriyor. Kadınların ağlaması beni kederlendiriyor.O bir gün, padişah olan babasının meclisine geldi. Bütün vezirler ve âmirler onun yanına toplanmıştı. Çocuğun bedeninde basit bir elbise başında da bir bez sanlıydı. Devlet erkanı aralarında, "Bu deli çocuğun hareketleri Emîr-ül Mü'mini diğer padişahların gözünde zelil etti. Eğer Emîr-ül Mü'minin onu uyarırsa belki o endi hareketlerinden vazgeçer" dediler. Emîr-ül Mü'minin bu sözü duyunca ona, "Oğlum sen beni insanların gözünde zelil ettin" dedi. O bu sözü duyunca babası­na hiçbir cevap vermedi. Ancak orada duran bir kuşa, "Seni yaratan Zât'ın hakkı için, gel ve elime kon" dedi. Kuş oradan uçarak gelip onun eline kondu. Sonra, "Şimdi yerine git" deyince elinden uçup yerine gitti. Ondan sonra çocuk, "Babacı­ğım! Aslında sizin dünyayı sevmeniz beni rezil etti. Artık ben sizden ayrılmaya niyet ettim" diyerek oradan ayrılıp gitti. Yanına sadece bir Kur'an-ı Kerim aldı. Gi­derken annesi (ihtiyaç anında satıp kullansın) diye ona çok kıymetli bir yüzük verdi. Çocuk oradan yürüyerek Basra'ya ulaştı. İşçilerle birlikte çalışmaya başla­dı. Haftada sadece Pazar günü çalışıyordu. Bir hafta o yevmiyesini harcar ye­dinci gün olan pazar günü yine işçilik yapardı. Ücret olarak bir dirhem ve bir dânık (yani bir dirhemin altıda birini) alırdı. Ondan az veya çok almazdı. Günde bir dânık harcardı. Ebû Âmir Basri diyor ki: Benim bir duvarım yıkılmıştı. Onu yaptırmak için bir mîmar aramaya çıktım. (Biri "Şu şahıs tamirat işi yapıyor" de­miş olacak ki,) ben son derece güzel bir çocuğun oturduğunu gördüm. Yanında bir zenbili vardı. Yüzüne bakarak Kur'an-ı Kerim okuyordu. Ben ona, "Çocuk! Çalışır mısın?" diye sordum. "Neden çalışmayalım. Çalışmak için yaratıldık. Söy­leyin bana hangi hizmeti verirsiniz?" dedi. Ben inşaat (tamirat) işi yaptıracağım" dedim. O, "İşçilik ücreti bir dirhem ve bir dânık olur. Namaz vakitlerinde çalış­mam. Namaza giderim" dedi. Ben onun iki şartını da kabul ettim. Onu getirip işe başlattım. Akşam vakti onu gördüm ki, o on kişinin yaptığı kadar iş yapmıştı. Ben ona ücret olarak iki dirhem verdim. O şart koşulandan daha fazla almayı kabul etmedi. Bir dirhem ve bir dânık alıp gitti. İkinci gün ben yine onu aramak için çıkmıştım. Fakat hiçbir yerde bulamadım. Ben halktan, "Şu şekildeki bir çocuk işçilik yapıyordu. Onun nerede bulunduğunu bilen var mı?" diye araştırdım. Halk, "O sadece Pazar günü çalışıyor. Ondan önce onu hiçbir yerde bulamazsın" dedi­ler. Ben onun çalışmasını görünce o kadar heves etmiştim ki, tamirat işini bir haftalığına kapattım. Pazar günü onu aramaya çıktım. O yine aynı şekilde otur­muş Kur'an-ı Kerim okuyordu. Ben selam verdim ve "Çalışacak mısın?" diye sor­dum. O aynen Önceki şartlarını açıkladı. Ben de kabul ettim. O benimle beraber gelip işe başladı. Ben geçen Pazar onun tek başına on kişinin yapacağı işi nasıl yaptığına hayret ediyordum. Bundan dolayı bu defa onun beni görmeyeceği şekilde saklanarak çalışma şekline baktım. Şu manzarayı gördüm; O eline harcı alıp duvarın üzerine koyuyor, taşlar kendi kendine birbirine bitişiyordu. Ben onun bir Allah dostu olduğuna kesin olarak inandım. Allah dostlarına ğaybdan yardım edilmektedir. Akşam olunca ben ona üç dirhem vermek istedim. O kabul etmeye­rek, "Ben bu kadar dirhemi ne yapayım" dedi ve bir dirhem ve bir dânık alıp gitti. Ben tekrar bir hafta bekledim. Üçüncü Pazar günü yine onu aramak için çıktım ancak onu bulamadım. Ben halktan sorup araştırdım. Bir adam, "O üç günden beri hasta falanca ıssız ormanda yatıyor" dedi. Ben bir adama ücret vererek beni o ormana götürmeye razı ettim. O beni ormana ulaştırdı. O ıssız ormana ulaşın­ca onun baygın olarak yattığını gördüm. Başının altına yarım tuğla parçası koy­muştu. Ben ikinci defa selam verdim. O (gözünü açtı ve) beni tanıdı. Ben hemen nun başını tuğladan kaldırıp kendi kucağıma koydum. O başını çekti ve birkaç şiir okudu. Onlardan ikisi şudur:Ey dostum!dünya nimetlerine aldanma Ömür bitecek bu nimetler zail olacaktır. Sen bir cenazeyi kabre götürdüğünde Bil ki seninde bir gün cenazen taşınacaktır.Ondan sonra o bana, "Ebû Âmir! Benim ruhum çıktığı zaman, beni yıkayıp bu elbisemle kefenle!" dedi. Ben, "Ey sevdiğim sana kefen olarak yeni kumaş al­sam ne sakıncası var?" dedim. O, "Yeni kumaşları hayattaki insanlar daha fazla hak etmektedirler" dedi. (Bu cevap Hz. Ebû BekrSıddıkrad/ya//ahuan/)'ın cevabıdır. O da vefatı sırasında, "Beni bu bezlerle kefenleyin" demişti. Yeni kefen alınması için ondan izin istenince o da aynı cevabı vermişti). Çocuk dedi ki: "Kefen (eski olsun yeni olsun mutlaka) eskiyecektir. İnsanla beraber sadece onun ameli ka­lacaktır. Şu benim peştamalımı ve ibriğimi kabrimi kazacak kişiye ücret olarak verirsin. Bu yüzük ve Kur'an-ı Kerim'i Harun Reşid'e ulaştır. Yalnız onun eline vermeye dikkat et. Verirken ona şöyle söyle; <Bunlar bir yabancı garib çocuğun, benim yanımdaki emanetleridir. O size şöyle diyerek ahirete gitmiştir; 'Sakın bu gaflet ve aldanma halinde size ölüm gelmesin'>". Böyle dedikten sonra ruhunu teslim etti. O vakit ben onun bir şehzade olduğunu anladım. O vefat ettikten son­ra, ben onun vasiyetine uygun olarak onu defnettim. İki şeyi de kabir kazan ada­ma verdim. Kur'an-ı Kerim ve yüzüğü alıp Bağdat'a vardım. Padişahın sarayına yaklaştığımda padişahın süvarileri çıkıyordu. Ben yüksek bir yerde durdum. Ön­ce çok büyük bir askeri birlik çıktı. Onda takriben bin tane atlı süvari vardı. Ondan sonra birbiri ardından 10 tane askeri birlik çıktı. Onuncu birlikte bizzat Emîr-ül Mü'minin vardı. Ben yüksek sesle bağırarak, "Ey Emîr-ül Mü'minin! Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm seninle olan yakınlığı ve akrabalığı hakkı için biraz duru­nuz" dedim. Benim bağırmam üzerine bana bakılınca, ben hızla ileri atılıp, "Benim yanımda bir yabancı çocuğun şu emanetleri var. O bana bu iki şeyi size kadar ulaştırmamı vasiyet etmişti" dedim. Padişah onları görünce (tanıdı ve) bir müd­det başını eğdi. Onun gözünden yaşlar akmaya başladı. Bir muhafıza, "Bu ada­mı yanına al. Ben dönünce çağıracağım benim yanıma ulaştır" dedi. Dışarıdan geri döndüğünde köşkün perdelerini indirip kapıcıya, "Her ne kadar benim der­dimi tazelese de o şahsı çağır gelsin" dedi. Kapıcı yanıma geldi ve "Emîr-ül Mü'minin çağırıyor. Şunu göz önünde bulundur ki, Emîr çok üzüntülü. Eğer sen ona on şey söyleyeceksen beş şeyle yetin" dedi ve beni Emîr'in yanına götürdü. O an Emîr tamamen yalnızdı. Bana, "Yakına gel" dedi. Ben yakınına gidip otur­dum. O, "Benim o oğlumu tanıyor muydun?" dedi. Ben, "Evet onu tanıyordum" dedim. O, "Ne iş yapardı?" dedi. Ben, "İnşaat işçiliği yapardı" dedim. O, "Sen de na ücretle bir iş yaptırdın mı?" dedi. Ben, "Yaptırdım" dedim, O, "Sen şunu hiç düşünmedin mi ki, onun Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem ile yakınlığı vardı, (çünkü butlar Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseliam'm  amcası  Hz.  Abbas radıyaliahu anft'mevlatlarıdır)". Ben, "Ey Mü'minlerin Emîri! Ben önce Allah ceiie ceiaiuhu Ğan af dili­yorum, ondan sonra sizden özür diliyorum. Ben o anda onun kim olduğunu bilmi­yordum. Ben vefat edeceği sırada onun durumunu öğrendim" dedim. O, "Sen onu kendi ellerinle mi yıkadın" dedi. Ben, "Evet" dedim. O, "Ellerini getir" dedi. Benim ellerimi göğsüne koydu ve şu manada birkaç şiir okudu: "Ey yüreğimi eriten ve kendisi için gözlerimin yaşlar akıttığı misafir! Ey kabri uzak olan, ancak gammı bana yakın olan kimse! Şüphesiz ölüm en güzel olan bütün zevkleri bulandırır. O misafirin (yüzü) bir ay parçasıydı. (Onun yüzü) saf ve halis bir gümüş dalı (olan bedeni) üzerindeydi. Artık ay parçası da kabre ulaştı, gümüş dalı da kabre ulaştı".Ondan sonra Harun Reşid Basra'ya, onun kabrine gitmeye niyet etti. Ebû Âmir rahmetuiiahi aleyh de onunla beraberdi. Harun Reşid onun kabrine varınca birkaç şiir okudu. Onların manası şöyledir: "Ey seferinden asla dönmeyecek olan misafir! Ölüm onu henüz ömrü küçükken çabucak kaptı götürdü. Ey benim gözü­mün nuru! Sen benim sevgim ve kalbimin huzuruydun. Uzun gecelerde de kısa gecelerde de... Senin içtiğin ölüm kadehinden pek yakında baban da ihtiyarlık halinde içecektir. Hatta dünyadaki her insan onu içecektir. İster o çölde otursun ister şehirde otursun... O halde bütün hamdler yazılmış olan takdirinin böyle hay­ret verici yönleri bulunan, bir olan ve ortağı olmayan Allah'a aittir".Ebû Âmir rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Ondan sonra gece ben günlük tesbihatımı tamamlayıp yatmıştım ki, rüyamda nurdan bir kubbe gördüm. Üzerine bulut gibi nur üzerine nur yayılıyordu. O nur bulutu içinden o çocuk bana şöyle seslendi: "Ey Ebû Âmir! Sana Allah ceiie ceiaiuhu hayırlı mükafatlar versin (sen benim teçhiz ve tekfinimi ve vasiyetimi yerine getirdin)". Ben ona, "Ey benim sevdiğim! Senin başından neler geçti" dedim. O, "Ben öyle Mevlâya kavuştum ki, O çok Kerim ve benden çok razıdır. Bana O Mâlik hiçbir gözün görmediği, hiç bir kulağın işitme­diği ve hiçbir insanın kalbinden hayalinin geçmediği şeyler ihsan etti" dedi. (Bu meşhur olan bir hadisin ifadeleridir. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Allah ceiie ceiaiuhu buyuruyor ki; <Ben iyi kullarım için hiçbir gözün görmediği, hiç bir kulağın işitmediği ve hiçbir beşerin kalbinden geçmeyen şeyler hazırladım>"). Hz. Abdullah İbni Mes'ud radıyaliahu anh buyurdu ki: Tevrat'ta şöyle yazıyor; "Allahu Teâlâ geceleyin yanlan yataklarından uzak duranlar (yani teheccüd namazı kı­lanlar) için hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insanın kal­binden hayalinin geçmediği şeyler hazırlamıştır. Onları ne mukarreb melekler bi­lir ne de bir peygamber". Bu ifade Kur'an-ı Kerimde şöyle geçmektedir:"Hiçbir kimse onlar için saklanmış göz aydınlatıcı nimetlerin ne olduğunu bilemez" (Secde-17), Daha sonra o çocuk, "Allah ceiie ceiaiuhu yemin ederek,kim benim çıktığım gibi dünyadan çıkıp gelirse, ona da bana yapılan izzet ve ikramın aynısının yapılacağını buyurdu" dedi,[53]Ravz adlı eserin yazarı diyor ki: Bu kıssa bana başka bir yolla da ulaşmış­tır. Onda şu da vardı: "Bir adam Harun Reşid'e oğluyla ilgili soru sorunca o şöyle dedi; <Bu çocuk ben padişah olmadan önce dünyaya gelmişti. Çok güzel terbiye edilmişti. Kur'an-ı ve diğer ilimleri okumuştu. Ben padişah olduktan sonra beni bırakıp gitti. Benim dünyalığımdan o bir rahatlık görmedi. Giderken ben annesine 'Ona şu yüzüğü ver' dedim. O yüzüğün yakutu çok kıymetliydi. Ancak bunu da kullanmadı. Ölürken geri iade etti. O annesine çok itaat ederdi>"[54]Bu evladın, dünya ehlinden olması sebebiyle rencide olarak ayrılıp gittiği babası, yani Harun Reşid rahmetuiiahi aleyh çok iyi kalpli padişahlardan sayılmakta­dır. Devlet ve servet içinde hatalar mutlaka olmaktadır. Ancak onun dînî yönden yaptığı başarılı işler tarih kitaplarında mevcuttur. Padişahlığı zamanında vefatına kadar her gün 100 rekat nafile namaz kılmak onun âdetiydi. Kendi şahsi malın­dan günde bin dirhem sadaka verirdi. Bir sene hacca gider, bir sene cihada katı­lırdı. Hacca gittiği sene kendisiyle beraber yüz tane alimi ve onların çocuklarını hacca götürürdü. Hao-yapmadığı sene bütün masraf, elbise ve diğer ihtiyaçlarını karşılayıp onları hacca gönderirdi. Onlara bol bol harçlık ve çok şahane elbiseler verirdi. Zaten onun yanında her zaman iyilik ve bahşişler boldu. İsteyenlere de verilir, istemeyenlere de daha başlangıçta verilirdi. Onun meclisinde âlimlere çok izzet ve saygı gösterilirdi O âlimleri çok severdi. Gözleri görmeyen âmâ bir mu-haddis olan Ebû Muâviye Darîr rahmetuiiahi aleyh bir defa onunla yemek yedi. Ye­mekten sonra Harun Reşid rahmetuiiahi aleyh bizzat onun ellerini yıkadı ve "Ben ilme izzet ve saygıdan dolayı yıkadım" buyurdu.Bir defasında Ebû Muâviye rahmetuiiahi aleyh içinde Hz. Adem ve Hz. Musa aieyhimüsseiam in tartışması olan bir hadis beyan etti. Bir adam, "O ikisi ne zaman görüştüler?" deyince padişah sinirlendi ve "Kılıcımı getirin! Zındık, dinsiz Rasû­lullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm hadisine itiraz ediyor" dedi. O kendisine nasihat edildiğinde (etkilenir ve) çok ağlardı.[55]

60) Bir defasında Harun Reşid rahmetuiiahi aleyh hacca gidiyordu. Yolda Kû-fe'de birkaç gün kaldı. Oradan hareket etme vakti gelince halk padişahın süvari­lerini seyretme heyecanıyla şehrin dışında toplandı. Behl-ül Mecnûn da oraya vardı. Yoldaki bir çöplüğün üzerine oturdu. Çocuklar her zaman onu rahatsız eder, ona taş atarlar, onunla alay ederlerdi. Onlar yine âdetleri üzere onun etra­fına toplanmışlardı. Padişahın süvarileri yaklaşınca bütün çocuklar oraya buraya kaçıştılar. Behlül yüksek sesle, "Ey Emîr-ül Mü'minin! Ey Emîr-ül Mü'minin!"dedi. Harun Reşid süvarisinin perdesini kaldırıp, "Lebbeyk ya Behlül! Lebbeyk ya Beh-lül! (Behlül ben hazırım. Behlül ben hazırım). Söyle ne söylüyorsan" dedi. Behlül, "Bana Eymen şu hadisi beyan etmiştir; Hz. Kudâme radıyatiahu anh diyor ki: <Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem hacca giderken ben onu Minâ'da bir deveye bin­miş olarak gördüm. Onun üzerinde çadır örtülü basit bir kafes vardı. Ne insanlar önünden dağıtılır ne de çekilin, sakının diye gürültü yapılırdı>. Emîr-ül Mü'minin! Sizin de bu seferinizde tevazu içinde yürümeniz, tekebbürlü yürümenizden hayır­lıdır" dedi. Harun Reşid bu sözü duyunca ağlamaya başladı. Sonra, "Behlül! Allah sana rahmet etsin biraz daha nasihat et" dedi. Behlül bunu duyunca iki şiir okudu. Onların manası şöyledir: "Kabul etki sen bütün dünyanın padişahı oldun. Bütün dünyadaki mahlukat sana itaat ettiler. Sonra ne olacak? Yarın mutlaka se­nin kalacağın yer kabir çukuru olacaktır. Biri bu taraftan toprak atıyor diğeri o ta­raftan toprak atıyor olacaktır". Bunun üzerine Harun Reşid çok ağladı ve "Behlül! Sen çok güzel şeyler söyledin. Biraz daha söyle" dedi. Behlül, "Emîr-ül Mü'minin! Bir kimseye Allah ceiie ceiaiuhu mal ve cemal verir de, o kimse kendi malını Allah yolunda harcar ve kendi cemalini de günahlardan korursa. O Allah indinde salih-lerden yazılır" dedi. Harun Reşid, "Sen çok güzel söyledin. Bunun karşılığı olarak mükafatını alman gerekir" dedi. Bunun üzerine Behlül, "Mükafat vereceğin parayı kendilerinden (vergi vs.) aldığın kimselere iade et. Benim, senin mükafatına ihti­yacım yoktur" dedi. Harun Reşid, "Eğer birine borçlu İsen onu Ödeyeyim" dedi. Behlül, "Emîr-ül Mü'minin! Borçla borç ödenmez (yani senin yanında bulunan paralar başkasının hakkıdır. Sen onlara borçlusun). Hak sahiplerine haklarını iade et. Önce kendi borcunu öde, sonra başkalarının borcunu sor" dedi. Harun Reşid, "Senin için bir maaş bağlıyalım. Onunla senin yiyeceğin temin olmuş olur" dedi. Behlül, "Ben ve sen her ikimiz de Allah'ın kullarıyız. O'nun senin rızkını gö­zetip de benim rızkımı gözetmemesi muhaldir (imkansızdır)" dedi. Onlardan son­ra Harun Reşid bineğinin perdesini indirdi ve yoluna devam etti.[56]Harun Reşidin nasihat dinlerken çok ağlaması meşhurdur. Bir defasında hacca gidiyordu. Sa'dûn Mecnûn yolda karşısına çıktı ve şu manaya gelen bir kaç şiir okudu: "Kabul etki sen bütün dünyanın padişahı oldun. Ancak en sonun­da ölüm gelmeyecek mi? Dünyayı kendi düşmanlarına bırak. Bugün seni güldü­ren dünya, yarın seni çok ağlatacaktır". Bu şiirleri duyunca Harun Reşid bir çığlık attı ve bayılarak düştü. Baygınlığı o kadar uzun sürdü ki, üç vakit namazı kazaya kaldı.[57] Onun yüzüğünün üstünde şöyle yazıyordu:Büyüklük ve Kudret Allah'ındır

Br bakıma bu konu her an onun gözü önünde bulunuyordu.

61) Hz. Mâlik bin Dinar rahmetuiiabî aleyh buyurdu ki: Ben bir defasında Basra civarında gidiyordum. Sa'dûn Mecnûn adıyla meşhur olan Hz. Sa'dûn'u gördüm. Ben ona, "Nasılsın?" dedim. O, "Sen sabah ve akşam her vakit uzun bir sefer için hazır bekleyen ve sefer için yanında hiçbir çeşit azığı, hiçbir sefer eşyası vs. olmayan kimsenin hangi halini soruyorsun? O öyle bir Mevlâya gidecek ki, o son derece Âdil ve çok Kerim'dir, O, insanlar arasında o vakit karar verecektir" dedi. Böyle diyerek hüngür hüngür ağlamaya başladı. Ben "Niçin ağlıyorsun?" dedim. O, "Ben ne dünyanın elden gitmesine ne de Ölümden korkarak ağlıyorum. Aksine ben ömrümde herhangi bir iyi amelden boş kalan günlere ağlıyorum. Allah'a ye­min olsun ki, beni sefer eşyamın azlığı ağlatıyor. Sefer çok uzun ve çok meşak­katlidir. O seferde pek çok tehlikeli geçitler gelmektedir. Benim yanımda hiçbir sefer eşyası yoktur. O seferin bütün zorluklarına katlandıktan sonra bilmiyorum ki Cennet'e mi gideceğim yoksa Cehennem'e mi atılacağım" dedi. Ben ondan bu hikmetli sözleri duyunca, "İnsanlar size deli diyorlar. Halbuki siz çok güzel sözler söylüyorsunuz" dedim. O, "Sen de dünyacıların demesine aldandın. Halbuki ben deli değilim. Benim Mevlâm'ın sevgisi benim kalbime, ciğerime, etime, derime, kemiğime işlemiştir. Onun aşkıyla ben hayran ve perişan kalmışım (bu yüzden dünya delileri bana mecnun diyorlar)" dedi. Ben, "Sen insanlardan kaçıyorsun (sahrada kalıyorsun)" dedim. Bunun üzerine o, şu manaya gelen iki şiir okudu: "İnsanlardan devamlı uzak dur. Her zaman Allahu Teâlâ'nın arkadaşlığını seç. Sen insanları hangi halde denemek istersen dene. Her durumda onları akrep olarak bulacaksın. Onların eziyet vermekten başka işleri olmaz'[58]

62)  Hz. Abdulvahid bin Zeyd rahmetuüahi aleyh Çeştiye Meşâyih'inin meşhur bir büyüğüdür. Buyuruyor ki: Ben üç gece devamlı şu duayı yaptım; "Allah'ım! Cennet'te bana arkadaş olacak olan zatı benimle dünyada görüştür". Üç gün sonra bana, "Senin arkadaşın Meymûne Sevdâ'dır" denildi. (O Habeşistanlı bir kadındı. O kadar siyahtı ki onun lakabı Sevda olmuştu). Ben, "O nerede bulunur?" dedim. Bana, "Kûfe'nin falan kabilesinde" denildi. Ben onunla görüşmeye gittim. Kûfe'ye varınca onun durumunu sordum. Bana, "O koyun güdüyor falan vadidedir" denildi. Ben o vadiye ulaştım. O eski püskü, yamalı bir bez parçasını örtmüş na­maz kılıyordu. Hemen onun yakınında koyunlarla kurtlar beraberce yayılıyorlardı. Ben oraya varınca o namazını kısaltıp selam verdi. Selam verdikten sonra, "Ab­dulvahid! Bugün değil. Bugün git. Görüşme vaadi yarın (kıyamet gününde)dir" dedi. Ben ona, "Allah sana rahmet etsin! Sen benim Abdulvahid olduğumu nere­den bildin?" dedim. O, "Sen ruhların (ezelde) hepsinin bir asker gibi bir arada ol­duklarını bilmiyor musun? Orada birbirleriyle tanışanlar, burada da tanışırlar" dedi. (Bu meşhur bir hadisi şerifin ifadesidir). Ben ona, "Bana bir nasihat ediniz" dedim. O, "Kendisi vaiz olan birinin başkasından nasihat talep etmesi çokşaşılacak bir şeydir. (Sen zaten büyük bir vaizsin)" dedi ve sonra şöyle devam etti: "Bana büyüklerimden şöyle bir şey ulaştı ki, <Bir kimseye Allah ceiie ceiaiuhu dünyanın erhangi bir nimetini (mal servet vs.) verir de, o kimse yine de onun peşine düşerse, Allahu Teâlâ kendisiyle baş başa kalma sevgisini o kimseden alır. Ken­disine yakınlık yerine, uzaklığı ona musallat eder. Kendine ünsiyet yerine, ürkek­liği başına bindirir>". Ondan sonra şu manaya gelen birkaç şiir okudu: "Ey vaiz! Sen halka vaaz, nasihat ve uyarı için ayağa kalkıp, insanları günahtan alıkoyu­yorsun. Halbuki sen kendin o günahların hastasısın. Sen başkalarını ıslah et­mekten önce kendini ıslah etseydin, kendi günahlarına tevbe etseydin, senin söylemen onların kalbine tesir ederdi. Kendin o günahlara mübtela olduğun hal­de başkalarını alıkoyuyorsun. O halde sen bu alıkoymanda kendin şüphedesin" (Bir kimsenin kendisi bir şeyde tereddüd ederse, o başkasına güçlü bir şekilde ne söyleyebilir?). Ben, "Senin koyunların kurtlarla birlikte yayılıyorlar. Kurtlar on­lara bir şey yapmıyor mu?" dedim. O, "Git kendi işine bak. Ben kendi Mevlâm ile barıştım. O da benim koyunlarımla kurtları barıştırdı" dedi.[59]Ben böyle acayib olayları amcam Mevlânâ Muhammed İlyas rahmetuiiahi afeyh'in yanında devamlı görürdüm. Onun evinde pek çok kediler ve tavuklar bütün gün beraberce kalırlardı. Ufak tefek kırıntıları yerlerdi. Ne tavuklar o kedi­lerden kaçar ne de o kediler tavuklara bir şey yapardı.

63) Hz. Utbe Ğulam rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Ben Basra çölünde gidiyor­dum. Çöl insanlarına ait birkaç çadır gördüm. Onların orada ziraatleri de vardı. O çadırlardan birinde deli bir kız vardı. Ben ona selam verdim. O benim selamımı almadı. (Selamı duymamış olabilir veya bu zat selamın cevabını duymamıştır. Veya selama cevap verme mesuliyetinin düştüğü bir vakit olabilir. Çünkü pek çok yerde selama cevap vermek sakıt olmaktadır). O şu manaya gelen birkaç şiir okudu: "Kendi Mevlâ'larını razı etmek için karınlarını aç bırakan âbid ve za-hidler felaha ermişlerdir. Onlar geceleri gözlerini uyanık tutmuşlardır. Onların bü­tün geceleri müşahede halinde geçmektedir. Onları Allahu Teâlâ'nın sevgisi öyle hayrete düşürmüştür ki, dünyacılar onları mecnûn zannetmektedirler. Halbuki zamanın en akıllı insanları, bu yüce insanlardır. Ancak o (insanların) halleri, on­ları ıstırab içinde bırakmıştır". Utbe diyor ki: Ben o mecnûnenin yanına gittim ve "Bu tarla kimin?" dedim. O, "Eğer sağ salim kalırsa bizimdir" dedi. Ben ondan sonra diğer çadırları gezdim. O esnada kuvvetli bir yağmur yağdı. Gökten sağa­nak halinde öyle su boşalıyordu ki, sanki kırbanın ağzı açılmıştı. Ben, "Şu mec-nûne'ye bakayım. Bu yağmur hakkında ne diyor?" diye düşündüm. (Çünkü bu yağmurla bütün ekili araziler berbad olmuştu). Ben gidip baktım ki onun tarlasını tamamen su kaplamıştı. O mecnûne ayakta durmuş şöyle diyordu: "Kendi halis sevgisinden bir parçayı benim kalbime koyan o yüce Zât'a yemin olsun ki, benim kalbim Sen'den razı kalmakta sağlamdır". Sonra o bana dönüp şöyle dedi: "Bak efendim! O, bu ekini sabit kıldı. O, büyüttü. O, onu dosdoğru dikip doğrulttu. O, ona başaklar ekledi. O, başaklarda tahıllar yarattı. O, yağmur yağdırarak, o ekini esledi. Onu zayi olmaktan korudu. Onun biçilmesi yaklaşınca, O, onu zayi etti". Sonra o yüzünü semaya doğru çevirerek şöyle dedi: "Bunların hepsi Senin mah-lukatın, Senin kullarındır. Onların hepsi ancak Senin zimmetindedir. Sen ne di­lersen onu yap. Söz sahibi Sen'sin". Ben ona, "Sen bu tarlanın berbad olmasına nasıl sabrettin?" dedim. O, "Utbe! Sus! Benim Rabbim çok zengindir. Hamde la­yıktır. O'ndan devamlı yeni rızık gelmektedir. Bütün hamdler, bana, benim arzu­ladığımdan daha fazla nimetler veren O yüce Zât'a aittir" dedi. Utbe diyor ki: Ben ne zaman onun halini ve onun sözlerini hatırlasam elimde olmadan ağlıyorum.[60]

64)  Hz. Ebûrrebi rahmetuiiahi aleyh buyuruyor ki: Ben bir köyde Fizza adında meşhur, saliha bir kadın olduğunu duydum. Hiçbir kadınla görüşmek benim âde­tim değildi. Ancak ben onun öyle hallerini duydum ki, onun yanına gitmeyi arzu ettim. Ben o köye gittim ve onu araştırdım. Halk bana, "Onun yanında bir keçi var. Onun memesinden hem süt hem bal çıkıyor" dedi. Ben bunu duyunca hayret ettim. Yeni bir tas satın aldım ve onun evine gidip, "Ben senin keçinle ilgili şöyle bir şöhret duydum ki, o hem süt hem de bal veriyormuş. Ben de onun bereketini görmek istiyorum" dedim. O keçiyi bana teslim etti. Ben onun sütünü sağdım. Ger­çekten de ondan hem süt hem de bal çıktı. Biz onu içtikten sonra, "Bu keçi senin yanına nereden geldi?" dedim. O, "Biz garib insanlarız. Bizim yanımızda bir keçi­den başka bir şey yoktu. Onunla geçinirdik. Bir de Kurban Bayramı geldi. Kocam, <Bizim başka bir şeyimiz yoktur. Yanımızda bu keçi var. Getir onu kurban edelim> dedi. Ben, <Bizim yanımızda geçimimiz için bundan başka hiçbir şey yoktur. Böyle durumda kurban kesme emri yoktur. Öyleyse bizim kurban kesmemiz gerekli mi-dir?> dedim. Kocam bu fikri kabul etti ve kurban kesme işini erteledi. Ondan sonra ittifaken o gün bize bir misafir geldi. Ben kocama, <Misafire ikram edilmesi emre­dilmiştir. Başka bir şeyimiz yoktur. Bu keçiyi kesiver> dedim. O, keçiyi kesmeye baş­ladı. Ben, <Küçük çocuklarım bu keçinin kesilmesini görüp ağlar> düşüncesiyle, <O keçiyi dışarı götürüp duvarın arkasında kes. Çocuklar görmesin> dedim. Ko­cam onu dışarı çıkardı. Onun boğazına bıçağı çaldığında bu keçi bizim duvarın üzerinde duruyordu. Oradan kendisi inerek evin avlusuna geldi. Ben, <Belki de o keçi kocamın elinden kurtulmuştuk düşüncesiyle ona bakmak için dışarı çıktım. Kocam keçinin derisini yüzüyordu. Ben ona, <Hayret edilecek bir şey. Aynı bunun gibi bir keçi eve geldi> dedim ve keçi olayını anlattım. Kocam, <Belki de Allahu Te­âlâ bize bunun karşılığını ihsan etmiştir>dedi. İşte bu süt ve bal veren keçi o keçi­dir. Bunların hepsi misafire ikramdan dolayıdır" dedi. Sonra o kadın çocuklarına şöyle söyledi: "Ey çocuklarım! Bu keçi gönüllerde yayılmaktadır. Eğer sizin kalbiniz iyi ise onun sütü güzel olacak eğer sizin kalbiniz bozulursa, onun sütü de bozula­caktır. Kalplerinizi güzelleştirin, o zaman herşey sizin için güzel olacaktır".[61]

65) Hz. Behlül rahmetuiiahi aleyh buyuruyor ki: Ben bir defasında Basra'nın bir caddesinde gidiyordum. Yolda birkaç çocuk ceviz ve bademlerle oynuyorlardı.Bir çocuk onlara yakın bir yerde dikilmiş ağlıyordu. Ben, "Bu çocuğun yanında ceviz ve badem yoktur. Bundan dolayı ağlıyor" diye düşündüm. Ona, "Oğlum ben sana ceviz ve badem satın alayım da onlarla oyna" dedim. O gözünü bana doğru kaldırarak, "Ey gidi akılsız! Biz oyun için mi yaratıldık?" dedi. Ben, "Öyley­se hangi iş için yaratıldık" dedim. O, "İlim öğrenmek ve ibadet etmek için" dedi. Ben, "Allah celle ceiaiuhu senin ömrüne bereket versin. Sen bunları nereden öğren­din?" dedim. O dedi ki: "Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor:Sizi sadece boşuna yarattığımızı ve gerçekten Bize döndürülmeyeceğinizi mi zannettiniz? (Mü'minûn-115)". Ben, "Evladım senin büyük bir hikmet ehli ol­duğun anlaşılıyor. Bana biraz nasihat et" dedim. O şu manaya gelen birkaç şiir okudu: "Ben hergün dünyanın akıp gittiğini görüyorum (bugün bu gidiyor yarın şu gidiyor). Her an yürümek için paçalarını toplamış (koşmak için hazır beklemek­tedir). Öyleyse ne dünya herhangi bir canlı için bakî kalır ne de bir canlı dünya için bakî kalır. Öyle anlaşılıyor ki, ölüm ve dünya hadiseleri insana doğru süratle koşup gelen iki at gibidirler. Öyleyse ey dünyanın kendini aldattığı ahmak! Biraz düşün ve kendin için (ahirette işe yarayacak) güveneceğin bir şey götür". Bu şiiri okuduktan sonra o çocuk yüzünü gökyüzüne doğru çevirdi ve ellerini kaldırdı. Gözyaşı incileri yanaklarından süzülmekteyken şu şiiri okudu:Ey O Zât ki, acizlikle O'na boyun eğilir Ey O Zât ki, Kendisine dayanıp güvenilir. Ey O Zât ki, Kendisine ümit besleyen biri Ümitlenince, ümidi yerine getirilir.Bu şiiri okuyunca bayılıp düştü- Ben hemen onun başını kaldırıp kucağıma koydum. Elbisemin kenarıyla onun ağzına bulaşan toz ve toprağı silmeye başla­dım. O kendine gelince ben, "Evladım! Sen niçin şimdiden bu kadar korkuyor­sun? Sen henüz küçük bir çocuksun. Şu an senin amel defterine hiçbir günah yazılmayacak" dedim. O, "Behlül çekil oradan. Ben annemin daima şöyle yaptı­ğını gördüm; O ateş yakmak istediğinde önce küçük küçük ağaç parçalarını oca­ğın altına koyuyor, sonra büyük odunları koyuyor. Belki de Cehennem ateşine küçük ağaç parçaları yerine ben konulurum diye korkuyorum" dedi. Ben, "Evla­dım! Senin büyük bir hikmet ehli olduğun anlaşılıyor. Bana kısaca nasihat et" dedim. O bunun üzerine 14 şiir okudu onların manaları şöyledir:"Ben gaflete düşmüşüm. Ölümü sürüp koşturan ardımdan ölümü sürüpgetiriyor. Ben bugün gitmezsem yarın mutlaka gideceğim. Ben vücudumu güzel vumusak elbiselerle donattım. Halbuki benim bedenim için (kabre giderek)kokma ve çürümekten başka bir çare yoktur. Kabirde çürümüş bir halde yatmak­ta olduğum manzara sanki şu an gözümün önündedir. Benim üzerimde toprak yığını olacak. Altımda kabir çukuru. Benim bu güzellik ve cemâlim gidecek ve ta­mamen silinecektir. Hatta benim kemiklerim üzerinde ne et kalacak ne de deri kalacaktır. Ben ömrümün tükendiğini görüyorum. Arzular tatmin olmuyor. Büyük bir sefer önümdedir. Yanımda hiç yol azığı yoktur. Ben günahlarımla kendi göz­cüm ve koruyucuma karşı koydum. Çok kötü hareketler yaptım. Artık onlar geri döndürülemez (yani işlenen günah işlenmemiş gibi olamaz). Ben kusurumu bilmesin diye halktan gizlemek için üzerini örttüm. Ancak benim gizli olan ne ka­dar günahım varsa, yarın o Mâlik'in huzurunda açığa çıkacaktır. (O'nun mahke­mesine takdim edilecektir.) Şüphesiz ben O'ndan korkuyordum. Ancak ben O'nun hilminin genişliğine güvendim (bundan dolayı günaha cüret ettim). Ben O'nun çok Gafur (bağışlayıcı) olmasına güvendim. O'ndan başka kim affedebilir ki? Şüphesiz ki bütün hamdler o yüce Zât içindir. Eğer öldükten sonra kokma ve çürümeden başka bir afet olmasaydı, Rabbim tarafından Cennet vaadi ve Cehen­nem tehdidi de olmasaydı. Yine de ölmek ve çürümekte, oyun ve eğlenceden sa­kınmak için yeterli bir uyarı ve ikaz vardır. Ancak ne yapalım. Bizim aklımız gitmiş (hiçbir şeyden ibret almıyoruz. Artık şundan başka bir çare yoktur;) Keşke günah­ları bağışlayan beni bağışlasaydı. Şüphesiz ben Mevlâsına verdiği söze hıyanet eden en şerli bir kulum. Terbiyesiz kölenin hiçbir söz ve kararı muteber olmaz. Ey Mevlâm! Senin ateşin benim bedenimi yakınca hâlim ne olur! Halbuki en sert taş­lar bile o ateşe dayanamazlar. Ben ölüm vaktinde de yalnız başıma kalacağım. Kabire de tekbaşıma gideceğim. Kabirden yalnız olarak kalkacağım (hiçbir yerde benim hiçbir yardımcım ve imdadıma yetişen olmayacak). O halde ey bir olan, tek olan, ortağı olmayan yüce Zât! Tamamen yalnız başına kalan kimseye rahmet et".Behlül rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Onun bu şiirlerini dinleyince ben öyle etki­lendim ki, bayılıp düştüm. Uzun bir süre sonra kendime geldiğimde o çocuk git­mişti. Ben orada bulunan çocuklara, "O çocuk kimdi?" dedim. Onlar, "Sen onu bilmiyor musun? O Hz. Hüseyin radtyaiiahu anb'\n evlatlarındandır" dediler. Ben, "Ben de <bu hangi ağacın meyvesidir?> diye hayret ediyordum. Gerçekten bu meyve ancak o ağacın meyvesi olabilirdi" dedim. Allahu Teâlâ bizleri o neslin bereketlerinden faydalandırsın. Amin[62]

66) Hz. Şibli rahmetuiiahi aleyh buyuruyor ki: Bir defasında kalbim bana, "Sen cimrisin" dedi. Ancak nefsim, "Hayır ben cimri değilim" dedi. Kalbim tekrar, "Sen cimrisin" dedi. Ben onu ölçmek için şuna karar verdim ki, benim yanıma ilk önce gelecek şeyi (ne kadar olursa olsun) ilk karşılaştığım fakire vereyim. Henüz bu niyetimi bitirmemiştim ki, bir adam bana 50 dinar hediye etti. Ben onu alıp niyeti­me göre bir fakir aramak için çıktım. İlk önce gözleri görmeyen bir fakirle karşı­laştım. Bir berbere saçlarını kestiriyordu. Ben hepsini o âmâya verdim. Âmâ,Bunları (berber ücreti olarak) berbere ver" dedi. Ben, "Bu 50 altındır (bu kadar altın hiç berberlik ücreti olarak verilir mi?)" dedim. O âmâ başını yukarı kaldırıp, "Biz demedik mi, <Sen cimrisin>" dedi. Bunun üzerine ben o altınları çabucak berbere verdim. Altınları verince berber bana, "Bu âmâ saçlarını kestirmek için oturunca ben onun sefaletini görüp, <Ondan ücret almayacağım> diye niyet et­miştim" dedi. Ben (o ikisinin konuşmalarını duyunca o kadar o kadar mahcup oldum ki) o altınları nehire attım ve "Allah senin belanı versin! Sana kim biraz gö­nül verirse, Allahu Teâlâ onu işte böyle zelil eder" dedim.[63]İnsanın gayreti coştuğu anda bu gibi durumların meydana gelmesi olmayacak bir şey değildir. EğerHz. Süleyman aieyhisseiam şu ayette geçtiği gibi yapabiliyorsa,"O atların boyunlarını ve ayaklarını kesti (kurban etti)" (Sâd-33). ÜmmülMü'mİnİn  Hz. AİŞe radıyallahu anha RaSUİUİlah sallallahu aleyhi vesellem"\r. yanında dİğer kumasının kabını kırabiliyor ve onun yemeğini atabiliyorsa, Hz. Abdullah bin Amr İbnil Âs radıyaiiahu anh Usfur rengiyle renklendirilmiş şalını sadece Rasûlullah saiiaiiahu aleyhiveseiiemln, "Ne giydin böyle?" diye sormasından dolayı fırında yaka-biliyorsa ve Ensardan bir sahâbi Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'ın kendisine ilti­fat etmediğini görünce yapmış olduğu kubbeyi yıkabiliyorsa, öyleyse Hz. Şibü rahmetuiiahi altınları (nehre) atmasında anlaşılmayacak bir şey yoktur.

67) Hz. Zünnûn Mısrî rahmetuiiahi aleyh (Sufiyâ-i Kiram'ın büyüklerindendir) buyuruyor ki: Ben bir çölde gidiyordum. Bir kaç genç gördüm. Yüzünün iki yanın­da sakalın meydana getirdiği iki çizgi vardı (yani sakalı çıkmaya başlamıştı). Beni görünce onun bedeni titremeye başladı. Yüzü sarardı ve benden kaçmaya baş­ladı. Ben, "Ben de senin gibi insanım (cin değilim). Öyleyse niçin böyle koşarak kaçıyorsun?)" dedim. O, "Zaten siz (insanlardan) kaçıyorum" dedi. Ben onun pe­şine gittim ve ona, "Allah hakkı için biraz dur" dedim. O durdu. Ben ona, "Sen bu vîran çölde tamamen yalnız başına kalıyorsun, başka bir arkadaşın da yok. Sen korku hissetmiyor musun?" dedim. O, "Hayır benim yanımda gönül verdiğim biri var" dedi. (Ben onun arkadaşının bir yere gitmiş olduğunu zannederek), "O ne­rede?" dedim. O, "Her an benimle beraberdir. O benim sağımda, solumda, önüm­de, arkamda, her tarafımdadır" dedi. Ben ona, "Senin yanında yemek içmek için birşey yok mu?" dedim. O, "O da var" dedi. Ben, "Nerede?" dedim. O, "Annemin kar­nında bana rızık veren Zât, ben büyüdükten sonra da rızkıma kefil olmuştur" de­di. Ben, "Yemek içmek için bir şey olması lazımdır. Onunla gece teheccüd nama­zında ayakta durmak için kuvvet meydana gelir, gündüz oruç tutmak için destek o-lur. (Beden kuvvetiyle) Mevlâ'ya hizmet (ibadet) de en güzel şekilde yapılabilir" de­dim. Ben yeme ve içmenin üzerinde çok durunca şu manaya gelen birkaç şiir o-kuyup kaçtı: "Allah'ın velisi için hiçbir eve ihtiyaç yoktur. O, gayri menkul eşyasının lmasına asla tahammül edemez. O, vadiden dağa doğru yürüdüğü zaman vadi onun ayrılığından dolayı ağlar. O, gece taheccüd namazına, gündüz de oruca çok fazla sabredendir. O, kendi nefsine, <Ne kadar yapabilirsen o kadar mihnet ve meşakkate katlan. Çünkü Rahman'ın hizmetinde utanılacak bir şey yoktur (O çok övünülecek bir şeydir)> der. O, Rabbi ile konuştuğu zaman, onun gözlerin­den yaşlar boşalır. Ve O, <Allah'ım! kalbim uçmak üzere (ona bak)> der. Ve O, <Allah'ım! Ben ne (Cennet'te) içinde huriler bulunan yakuttan ev isterim, ne Adn Cennet'ine hevesliyim ne de Cennetin meyvelerini arzuluyorum. Benim bütün temennim sadece Seni görmektir. Onu bana ihsan eyle> der. İşte bu övünülecek büyük bir şeydir"[64]

68) Hz. İbrahim Havas rahmetuiiahialeyh diyor ki: Ben bir defasında çölde gidi­yordum. Yolda Hristiyan bir rahiple karşılaştım. Beline Zünnar[65] bağlamıştı. O be­nimle beraber olmak istediğini açıkladı. (Kafir dervişler çoğu zaman Müslüman der­vişlerin hizmetlerinde kalmışlardır). Ben onu yanıma aidim. Yedi gün boyunca be­raber yürüdük (ne yemek yedik ne de bir şey içtik). Yedinci gün o nasrâni bana, "Ey Muhammedî! Haydi kerametini göster! (Kaçgün oldu hiçbirşeyyemedik)"dedi.Bu­nun üzerine ben Allahu Teâlâ'ya şöyle dua ettim: "Allah'ım! Bu kafirin önünde beni zelil etme". Bir baktım ki hemen önümüze bir sofra kondu. Sofraya ekmek­ler, kızarmış et, taptaze hurmalar ve bir sürahi su konulmuştu. İkimiz yemeği yedik, suyu içtik ve yürüdük. Yedi gün boyunca yürüdük. Yedinci gün (o nasrâni tekrar benden bir şey istemesin düşüncesiyle) aceleden ona, "Bu sefer sen bir şeyler göster, şimdi senin sıran" dedim. O bastonuna dayanarak dikildi ve dua etmeye başladı. O esnada içinde benim soframda olan şeylerin iki misli bulunan iki sofra önümüze geldi. Ben çok utanmıştım. Benim yüzümün rengi kaçmıştı Hayretler içinde kalmıştım. Üzüntümden dolayı yemek yemeyi reddettim. O nas­râni bana yemek için ısrar ettiyse de ben mazeret beyan ettim. O, "Sen ye ki ben sana iki müjde vereyim. Onlardan birincisi şudur:Ben Müslüman oldum" dedi. ve zünnarmı kırıp attı. Sonra, "İkinci müjde şudur: Ben yemek için şöyle dua yapmıştım; <Allah'ım! Bu Muhammedînin, Senin yanında bir manevi makamı varsa, onun hürmetine bize yemek ver>. Bunun üzerine bu yemek nasib oldu ve ben bundan dolayı Müslüman oldum" dedi. Ondan sonra ikimiz yemeğimizi yedik ve yolumuza devam ettik. Sonunda Mekke-i Mükerre-me'ye ulaştık. Hac yaptık. O yeni Müslüman Mekke'de kaldı ve orada vefat etti.[66]Allah onu bağışlasın afirlerin bu şekilde Müslüman olduklarına dair tarih kitaplarında pek çok vakıalar bulunmaktadır. Yukarıdaki olaydan anlaşıldı ki: Allahu Teâlâl bazen bir kimseye başkasının hürmetine rızık vermektedir. Kendisine nzık verilen de ah­maklığından dolayı onu kendi üstün başarısı ve çalışmasının neticesi zannet­mektedir. Hadislerde şu konu sık sık geçmektedir: "(Çoğu zaman) size, sizin za­yıflarınız sayesinde rızık verilmektedir". Bu olaydan bir de şu bilinmiş oldu ki: Ba­zen kafirlere de Müslümanların sebebiyle manevi kapılar açılır. Dış görünüşü iti­bariyle onun kendilerine yardım olduğunu zannederler. Ancak gerçekte o başka­sının hürmetine meydana gelmektedir.

69) Bir Allah dostu buyuruyor ki: "Ben bir köle satın aldım. Onu getirince, "Senin adın nedir?" dedim. O, "Efendim hangi adı koyarsa odur" dedi. Ben, "Ne iş yaparsın?" dedim. O, "Efendim siz neyi emrederseniz onu yaparım" dedi. Ben, "Sen ne yemek istersin (tâ ki ben senin için onu fikredeyim)" dedim. O, "Efendim siz ne yedirirseniz" dedi. Ben, "Senin de bir şey yemeyi gönlün çekmiyor mu?" dedim. O, "Efendinin karşısında kölenin arzusu nedir ki? Efendinin hoşlandığı şey kölenin arzusudur" dedi. Onun bu cevabını duyunca ağladım ve "Benim de Mevlâm ile böyle muamelem olmalı" diye düşündüm. Ben ona, "Sen bana (zikri yüce olan) Mevlâma karşı edep öğrettin" dedim. Bunun üzerine o şu manaya ge­len iki şiir okudu: "Eğer Senin bir kuluna tam olarak hizmet edebilirsem, benim için bundan daha büyük hangi nimet olabilir ki! Öyleyse Sen kendi lütuf ve kere­minle benim kusur ve gafletimi af eyle. Zira ben Seni çok ihsan edici ve çok rahmet edici biliyorum"[67]

70)  Hz. Mâlik bin Dinar meşhur Allah dostudur. Bu kitapta onun bir çok kıssaları geçmiştir. Onun başlangıçtaki hali iyi değildi. Bir adam ona, "Senin ba­şına ne geldi ki, sen ondan dolayı tevbe ettin" diye ona tevbe etme olayını sordu. O şöyle dedi: Ben bir askerdim. Şarabı çok severdim ve ona çok alışkındım. Her an şarap içmekle meşguldüm. Ben bir cariye satın aldım. Çok güzeldi. Ona çok bağlıydım. Ondan benim bir kızım oldu. Onu da çok seviyordum. O da bana çok yakındı. Nihayet ayakları üstüne basmaya ve yürümeye başladı. Onu daha çok sevmeye başladım. Her zaman o benim yanımda kalırdı. Ancak onun şöyle bir âdeti vardı. Ben şarap kadehini içmek için elime aldığım zaman elimden alır elbi­seme atardı (sevdiğimden dolayı onu azarlamayı gönlüm kabul etmiyordu). O iki yaşına girince vefat etti. Onun üzüntüsü kalbimi yaraladı. Bir gün Şaban ayının 15. gecesi ben şarap içmiş kendimden geçmiştim. Yatsı namazını da kılmadım. O hal üzere uyudum. Rüyamda gördüm ki; Mahşer hazırlanmış insanlar kabirle­rinden çıkıyorlar. Ben de mahşer meydanına gidenler arasındaydım. Arkamdan bir ayak sesi gibi bir şey duydum. Dönüp bakınca büyük bir kara ejderhanın pe­şimden koşup geldiğini gördüm. Onun gözleri maviydi. Ağzını açmıştı. Dolu diz­gin benim tarafıma doğru geliyordu. Ben onun korkusundan dehşete düşerek orkuya kapılan birinin gücüyle kaçıyordum. O benim peşimden koşarak geliyordu ki, çok güzel elbise içinde, kendisinden son derece güzel kokular gelmekte olan bir yaşlı adamla karşılaştım. Ben ona selam verdim. O selamımı aldı. Ben ona, "Allah aşkına bana yardım ediniz" dedim. O, "Ben zayıf bir adamım o ise çok kuvvetli. Ona benim gücüm yetmez. Ancak sen yine de kaç. Belki ilerde bundan kurtulma­na sebeb olacak bir şeyle karşılaşırsın" dedi. Ben çok hızlı bir şekilde kaçıyordum. Bir küçük tepe gördüm. Oraya tırmandım. Ancak oraya tırmanır tırmanmaz tepe­nin arkasında alev alev yanmakta olan Cehennem ateşine gözüm ilişti. Onun deh­şet verici şeklini ve manzarasını gördüm. Bütün bu halleri gördüğüm halde üzeri­me o yılanın dehşeti öyle binmişti ki, aynı şekilde kaçıyordum. Az kalsın Cehen­nem çukuruna düşecektim. O esnada yüksek bir ses duydum. Biri bana, "Geri çe­kil sen o (CehennemTık) insanlardan değilsin" dedi. Ben oradan tekrar arkaya doğru koştum. O yılan da dönüp benim arkamdan gelmeye başladı. Ben tekrar beyaz elbiseli yaşlı adamı gördüm. Ona tekrar, "Ben daha önce de bu ejderhadan nasıl kurtulacağımı size sormuştum, siz kabul etmemiştiniz" dedim. O yaşlı zat ağlamaya başladı ve "Ben çok zayıfım, o ise çok kuvvetli. Ben ona karşı koyamam elbette karşıda bir diğer tepe var. Oraya tırman, orada Müslümanların bazı ema­netleri konulmuştur. Mümkündür ki, kendisinin yardımıyla ejderhadan kurtulabile­ceğin senin de herhangi bir emanetin olabilir" dedi. Ben koşarak o tepenin üzerine çıktım. O ejderha benim arkamdan geliyordu. Orada yuvarlak bir dağ gördüm. Onda pek çok pencereler açılmıştı. Onların üzerine perde örtülmüştü. Her pen­cerenin altında iki kanat vardı. Onun üzerine yakut işlenmişti. İncilerle yüklüydü. Pencerenin her kanadı üzerinde ipekten bir perde asılıydı. Ben o dağın üzerine çıkmak isteyince melekler, "Pencereyi açın ve perdeyi kaldırın. Sonra dışarı çıkın. Belki sizin aranızda, bu perişan durumda olan adamı, şu anki durumundan kur­taracak bir emaneti vardır" dedi. O sesle birlikte birden pencere açıldı ve perde kalk­tı. Oradan yüzleri ay gibi olan pek çok çocuk çıktı; Ancak ben son derece perişan­dım. Çünkü o yılan benim yanıma tamamen gelmişti. O esnada o çocuklar şöyle bağırmaya başladılar; "Hey! Hepiniz çabucak dışarı çıkın! O yılan, adamın yanına kadar geldi". Bunun üzerine akın akın çocuklar çıkıp geldiler. Benim gözüm aniden onlar arasındaki iki yaşında ölen kızıma ilişti. O beni görür görmez ağlamaya ve şöy­le demeye başladı; "Allah'a yemin olsun ki, bu benim babamdır". Böyle der demez bir ok gibi fırlayarak nurdan bir sedir üzerine çıkıp, sol kolunu benim sağ omuzuma doğru uzattı. Ben çabucak ona sarıldım. O sağ elini o yılana doğru uzattı. Yılan derhal geriye kaçmaya başladı. Sonra o beni oturttu ve kendisi benim kucağıma oturdu. Sağ eliyle benim sakalımı okşamaya başladı ve şöyle dedi; "Babacığım!<İman edenler (den günaha bulaşmış olanlar) için Allah'ı anma ve üzerine indirilen hakka karşı kalplerinin saygıyla yumuşama zamanı daha gelmedi mi?> (Hadid-16)". Onun bu sözünü duyunca ağlamaya başladım ve "Kızım sen ur'an-ı Kerimin hepsini biliyor musun?" diye sordum. O, "Biz hepimiz Kur'an'ı sizden fazla biliyoruz" dedi. Ben, "Kızım bu benim peşime takılan yılan neyin be-lasıydı?" dedim. O, "Senin kötü amellerindi. Sen onu kendi günahlarınla o kadar güçlendirdin ki, o şimdi seni sürükleyerek Cehennem'e atma fikrindeydi" dedi. Ben, "O beyaz elbiseli ihtiyar kimdi?" dedim. O, "Senin iyi amellerindi. Sen onu o kadar zayıf bıraktın ki, o yılanı senden uzaklaştıramadı (ama elbette kurtulmanın yolunu haber verecek kadar yardım etti)" dedi. Ben, "Kızım sen bu dağda ne arı­yorsun?" dedim. O, "Bizler hepimiz Müslümanların çocuklarıyız. Kıyamete kadar burada kalacağız. Sizin gelmenizi bekleyeceğiz. Siz hepiniz gelince biz şefaat edeceğiz" dedi. Ondan sonra benim gözlerim açıldı. O yılanın dehşeti hâlâ üze­rimdeydi. Ben kalkar kalkmaz. Allah ceiie ceialuhu huzurunda tevbe ettim ve kötü amellerimi terk ettim.[68]Bu kitap tahminimizden çok fazla büyük oldu. Başlangıçta kısaca yazmayı düşünüyordum. Ancak iradem dışında uzayıp gitti. Artık o dereceye ulaştı ki ben de onun okunacağı ümidi de azaldı. Çünkü dini kitapları okumak için de bizim vak­timiz yoktur. Bundan dolayı bu kitaba birden son verdim. Allahu Teâlâ lütfü ve kere-miyle her zaman günahlara ve dünyaya batmış bulunan bu aciz kuluna da Kendine dönmek için tevfik versin ve şu pis dünyadan nefret etmenin tadını nasip eylesin.Bu kitaba Hicri Şevval 1366 (Miladi 1942)'de başladım. Ancak arada öyle arızalar meydana geldi ki, bitirmekte geciktim. Şimdi bile buna pek çok şeyi ilave etmeyi düşünüyordum. Ancak bu kitap çok uzun olduğundan dolayı bugün Hicri 22 Safer 1368 (Miladi 1944)'de Cuma gecesi son verdim.

 

Zekeriyya Kandehlevi rahmetuiiahi aleyh

Mezâhir-ul Ulum Medresesi

Sehrenpur

 



[1] Mİşkât

[2] Bevan-ül Kur'an

[3] Târih'ül Hulefâ

[4] Dürrü Mensur

[5] Târik-ül Hulefâ

[6] İhya

[7] İhya

[8] İhya

[9] İhya

[10] Dürrü Mensur

[11] Dürrü Mensur

[12] Tehzîb'üt Tehzîb

[13] İthaf

[14] İthaf

[15] İthaf

[16] Müsâmerât

[17] Dürrü Mensur

[18] Eşher

[19] İthaf

[20] ithaf

[21] ithaf

[22] ithaf

[23] İthaf

[24] İthaf

[25] İthaf

[26] İthaf

 

[27] İthaf

[28] İthaf

[29] İthaf

[30] İthaf

[31] İthaf

[32] İthaf

[33] İthaf

[34] İthaf

[35] İthaf

[36] 14-Rebîul Evvel 1382 H. (1966) tarihinde Lahtfda vefat etmiştir.

[37] İthaf 

[38] İthaf 

[39] Yaklaşık üç kilogram

[40] Müsâmerât, 1. cild

[41] İthaf

[42] İthaf

[43] Müsâmerât

[44] Ravz

[45] Dürrü Mensur

[46] Ravz

[47] Ravz

[48] Ayet'el Kûrsi

[49] Ravz

[50] Ravz

[51] Ravz

[52] Müslim

[53] Dürrü Mensur

[54] Ravz

[55] Tarihi Bağdad lil Hatîb

[56]  Ravz

[57]  Ravz

[58]  Ravz

[59] Ravz

[60] Ravz

[61] Ravz

[62] Ravz

[63] Ravz

[64] Ravz

[65] Küfür eti olarak Hristiyanlann bağland.klar, ucu haç., kemer yada kuşak

[66] Ravz

[67] Ravz

[68] Ravz

Kitap İçeriği